Bu sırada, hanın kapısında duran hancı dedi ki:
"Şu gelen, iyi bir yolcu kafilesi; burada dururlarsa şenlik yaparız."
"Nasıl insanlar?" dedi Cardenio.
"Dört adam," diye cevap verdi hancı. "Hepsi atlı, kısa üzengili, mızrakları, kalkanları ve yol peçeleri var. Yanlarında bir de beyaz giysili kadın var, tahtırevan üstünde; onun da yüzü örtülü. İki tane de yaya hizmetkâr var."
"Yakına mı geliyorlar?" diye sordu rahip.
"O kadar yakın ki, buraya geldiler sayılır," dedi hancı.
Bunu duyan Dorotea yüzünü örttü; Cardenio da Don Quijote'nin odasına girdi. Hemen ardından da, hancının saydığı bütün yolcular hana girdiler. Çok alımlı, iyi giyimli olan dört atlı atlarından inip tahtırevandaki kadını indirmeye gittiler. Aralarından biri, kadını kucaklayarak Cardenio'nun saklandığı odanın önünde duran bir sandalyeye oturttu. Bütün bu süre boyunca, kadın da, adamlar da yol peçelerini çıkarmamışlar, tek kelime konuşmamışlardı. Yalnız kadın sandalyeye oturduğunda derin bir iç çekti ve hasta, cansız bir insan gibi kollarını iki yana sarkıttı. Hizmetkârlar atları ahıra götürdüler.
Bunu gören rahip, böyle kıyafetlere bürünmüş bu suskun insanların kim olduğunu merak ederek hizmetkârların yanına gitti ve birine sordu. Hizmetkâr şöyle cevap verdi:
"Beyefendi, ben de bilmiyorum kim olduklarını; yalnız çok soylu kimseler olduklarını sanıyorum; özellikle o gördüğünüz hanımı kucaklayan adam. Ötekilerin hepsi ona hürmet ediyor, hep onun emirleri yerine getiriliyor da ondan söylüyorum."
"Peki hanım kim?" diye sordu rahip.
"Onu da bilmiyorum," dedi hizmetkâr. "Yol boyunca yüzünü hiç görmedim; ama iç çektiğini, inlediğini çok duydum; hem de ruhunu teslim etmek istercesine. Bu söylediklerim haricinde bir şey bilmememizde şaşılacak bir şey yok; arkadaşımla ben, iki gündür onlarla birlikteyiz. Yolda karşılaştık kendileriyle; Endülüs'e kadar onlara eşlik edelim diye ısrar ettiler; çok iyi ücret teklif ettiler; biz de kabul ettik."
"Herhangi birinin adını duydunuz mu?" diye sordu rahip.
"Hayır, katiyen," diye cevap verdi hizmetkâr. "Hepsi o kadar sessiz gidiyor ki, inanılır gibi değil. Zavallı hanımın inlemeleriyle hıçkırıklarından başka bir şey duyulmuyor; çok acıyoruz ona. Gittiği yere zorla götürüldüğünden şüphemiz kalmadı artık. Kıyafetine bakılırsa, ya rahibe ya da daha büyük ihtimalle rahibe adayı. Belki de rahibe olmayı kendisi istemediği için bu kadar üzgündür."
"Her şey olabilir," dedi rahip.
Sonra onlardan ayrılıp Dorotea'nın yanına gitti. Yüzü peçeli kadının iç çektiğini duyup acıyan yufka yürekli Dorotea, yanına gitmiş onunla konuşuyordu.
"Hanımefendi, derdiniz nedir? Eğer bir kadının yardım edebileceği bir şeyse, size seve seve yardımcı olurum."
Kederli hanım bu sözlere cevap vermedi; Dorotea daha da ısrar ettiği halde, sessizliğini hiç bozmadı. Sonunda, hizmetkârın, diğerlerinin itaat ettiğini söylediği peçeli adam gelip Dorotea'ya dedi ki:
"Hanımefendi, bu kadına herhangi bir teklifte bulunma zahmetine katlanmayın; çünkü kendisi için yapılan şeylere teşekkür etmek gibi bir âdeti yoktur. Eğer bazı yalanlar işitmek istemiyorsanız, soru da sormayın ona."
Bunun üzerine, o ana kadar sessiz kalmış olan kadın, "Asla yalan söylemedim ben," dedi. "Aksine, hep doğruyu söylediğim, yalan dolana hiç başvurmadığım için geldi bu felâket başıma. Buna da sizin şahit olmanızı istiyorum; çünkü benim dürüstlüğüm, sizin sahtekârlığınızı, yalancılığınızı ortaya çıkarıyor."
Cardenio bu sözleri açık seçik bir biçimde, konuşanın yanıbaşındaymış gibi işitti; aralarında bir tek Don Quijote'nin odasının kapısı vardı. Duyar duymaz da haykırdı:
"Yüce Tanrım! Nedir bu duyduğum? Bu kulağıma gelen ses, kimin sesi?"
Bu haykırmaları duyan hanım, telâş içinde başını çevirdi; kimseyi göremeyince, ayağa kalkıp odaya girmek istedi. Bunu gören beyefendi, kendisine engel oldu ve tek adım atmasına izin vermedi. Kadın telâşından yüzünü örten peçeyi düşürünce, ortaya eşsiz, mucizevî güzellikte bir yüz çıktı. Ama yüzü çok solgun ve korku içindeydi; gözleriyle dört bir yanı tarıyor, telâşı ona aklını kaybetmiş bir insan görünümü veriyordu. Bu hareketlerini gören ve sebebini bilmeyen Dorotea ve kendisini seyreden diğerleri, derin bir acıma hissine kapıldılar. Adam bu sırada kadını omuzlarından sımsıkı kavramaktaydı; bununla meşgul olduğundan, düşmekte olan peçesini tutamadı, peçe tamamen düştü. Kadına sarılmış olan Dorotea, kafasını kaldırınca kadını kavramakta olan adamın, kocası Don Fernando olduğunu gördü. Tanır tanımaz da, derinden uzun, acıklı bir ay! koparıp sırtüstü düşerek bayıldı. Berber yanıbaşında olup kucaklamasa, yere düşecekti.
Rahip hemen yetişip Dorotea'nın yüzüne su serpebilmek için peçesini kaldırınca, yüzü açığa çıktı ve öteki kadını kucaklamış olan adam, yani Don Fernando, kendisini tanıyıp vurulmuşa döndü. Buna rağmen, kollarından kurtulmaya çalışan kadını, yani Luscinda'yı bırakmadı. Luscinda, haykırışından Cardenio'yu, Cardenio da Luscinda'yı tanımıştı. Cardenio, Dorotea'nın bayılırken ay! diye inlediğini de işitip, bunu Luscinda'sı zannederek, dehşet içinde odadan çıktı. İlk gördüğü, Luscinda'ya sarılmış olan Don Fernando oldu. Don Fernando da Cardenio'yu hemen tanıdı ve her üçü de, Luscinda, Cardenio ve Dorotea, başlarına gelenleri kavrayamadan, hayretler içinde, sessiz kaldılar.
Herkes susuyor ve birbirine bakıyordu: Dorotea Don Fernando'ya, Don Fernando Cardenio'ya, Cardenio Luscinda'ya, Luscinda da Cardenio'ya. Sessizliği ilk bozan Luscinda oldu ve Don Fernando'ya şunları söyledi:
"Bırakın beni, Senor Don Fernando; başka bir sebeple bırakmıyorsanız, soyluluğunuz hatırına bırakın. Bırakın sarmaşığı olduğum duvara, ısrarlarınızla, tehditlerinizle, vaatlerinizle, armağanlarınızla beni ayıramadığınız desteğe tutunayım. Bakınız, Tanrı ne bilinmez, bizim için gizli yollardan, gerçek kocamı karşıma çıkardı. Binlerce masraflı tecrübeden de gayet iyi bildiğiniz gibi, onu aklımdan sadece ölüm silebilir. Madem başka bir şey yapamıyorsunuz, bu açık itirafım aşkınızı öfkeye, sevginizi umutsuzluğa dönüştürsün; öldürün beni. Ben canımı sevgili kocamın karşısında teslim edeceğim için, mutlu bir son sayacağım böylesini. Belki benim ölümüm, son nefesime kadar ona sadık kaldığım konusunda kendisini ikna eder."
Dorotea bu arada kendine gelmiş, Luscinda'nın bütün söylediklerini dinlemiş, kim olduğunu bu sözlerden anlamıştı. Don Fernando'nun hâlâ Luscinda'yı bırakmadığını ve sözlerine cevap vermediğini görünce, bütün gücünü toparlayıp ayağa kalktı ve gidip önünde diz çöktü. Bütün güzelliğiyle, bol bol gözyaşı dökerek, merhamet uyandıran bir halde dedi ki:
"Sevgili efendim, kollarının arasında tuttuğun bu güneş, senin gözlerindeki ışığı söndürüp karartmadıysa, önünde diz çöken bu kadının, bahtsızlığı senin arzuna bağlı, talihsiz Dorotea olduğunu farketmişsindir. Ben senin, iyiliğinden ya da zevkin uğruna, sana ait olduğunu söyleyebileceği mevkie çıkardığın, mütevazı çiftçi kızıyım. Ben, namusun sınırları içinde, kapalı, mutlu bir hayat sürüyordum; sonra senin ısrarlı haykırışların, görünürde samimî ve sevgi dolu hislerin karşısında, sığınağımın kapılarını açtım; özgürlüğümün anahtarını sana teslim ettim. Ama beni bulduğun bu yere gelmek zorunda kalmamdan, benim seni bu şekilde görmemden de açıkça anlaşıldığı gibi, sen bu armağanın değerini hiç bilmedin. Yine de, bütün bunlara rağmen, şerefsizliğimden geldiğimi düşünmeni istemem; beni buraya, senin tarafından unutulmanın verdiği acı ve keder getirdi. Sen benim, sana ait olmamı istedin, öyle bir şekilde istedin ki, şimdi bunu arzu etmesen de, bana ait olmaman mümkün değil. Düşün ki, sevgili efendim, sana olan benzersiz aşkım, uğruna beni bıraktığın kişinin güzelliğini ve asaletini telâfi edebilir. Sen güzel Luscinda'ya ait olamazsın, çünkü benimsin; o da senin olamaz, çünkü Cardenio'ya ait. Düşünürsen göreceksin ki, sana tapan birini sevmeye çalışmak, senden nefret eden birine kendini sevdirmekten daha kolay olacak senin için. Sen benim saflığımın peşine düştün, namusuma yalvarıp yakardın, mevkimden habersiz değildin; her isteğine nasıl kendimi teslim ettiğimi gayet iyi biliyorsun; kandırıldığını söylemen mümkün değil. Bu böyle olduğuna göre, sen de soylu olduğun kadar Hıristiyan'san, beni başlangıçtaki gibi mutlu etmeyi niçin şimdi bu kadar dolambaçlı yollarla erteliyorsun? Beni olduğum gibi, yani gerçek ve meşru karın olarak istemiyorsan da, hiç değilse kölen olarak kabul et; ben senin emrinde olduğum sürece kendimi mutlu ve talihli sayacağım. Beni terk edip giderek utancımı dedikodu vesilesi yapma. Annemle babama, yaşlılıklarını zehir etme; onlar buna lâyık değiller; ailene daima sadık vasallar olarak hizmet ettiler. Kanının benim kanımla karışması sonucu, soysuzlaşacağını düşünüyorsan eğer, düşün ki dünyada bu yoldan geçmemiş soy yok denecek kadar azdır ve kadından alınan kan, soylu ailelerde önemli sayılmaz. Ayrıca, gerçek asalet, fazilettir; eğer sen bana olan borcunu reddederek, bu fazileti göstermezsen, ben senden daha asil sayılırım. Son olarak söyleyeceğim de şu ki, sen istesen de, istemesen de, ben senin karınım; senin kendi sözlerin bunun kanıtıdır; beni aşağılamana sebep olan kendi asaletinle övünüyorsan, sözlerin yalan olamaz. Söylediklerime senin kendi imzan ve bana verdiğin söze şahit gösterdiğin Tanrı tanıktır. Bütün bunlar fayda etmezse, mutluluğunda susan kendi vicdanın, haykırmak, söylediğim gerçekleri desteklemek, bütün zevklerinin ve mutluluklarının tadını kaçırmak zorunda kalacaktır."
Kederli Dorotea bu sözleri öyle büyük bir acıyla, gözyaşları içinde söyledi ki, Don Fernando'ya eşlik edenler ve diğer hazır bulunanların hepsi, ona katıldılar. Don Fernando tek kelime karşılık vermeden dinledi; Dorotea'nın konuşması bitip yerini hıçkırıklar ve inlemelere bıraktığında, bunca ıstırap işareti karşısında yumuşamayacak bir yürek, ancak tunçtan bir kalp olabilirdi. Luscinda da ona bakıyordu; hem derdine üzülmüş, hem de zekâsına ve güzelliğine hayran olmuştu. Dorotea'ya yaklaşıp birkaç teselli sözü söylemek isterdi, ama Don Fernando'nun kendisini sımsıkı kavrayan kolları, buna izin vermiyordu. Altüst olan, afallayan Don Fernando, uzun bir süre dikkatle Dorotea'ya baktıktan sonra kollarını açtı ve Luscinda'yı serbest bırakarak dedi ki:
"Kazandın, güzel Dorotea, kazandın; bunca gerçeğin hepsini birden reddetmeye kimsenin gönlü razı olmaz."
Don Fernando Luscinda'yı bıraktığında, kızın üzerine öyle bir baygınlık çöktü ki, yere yığılıverecekti; ama kendisini tanımasın diye Don Fernando'nun arkasına geçmiş olan Cardenio yakındaydı; korkuyu bir yana bırakıp her türlü tehlikeyi göze alarak yetişip Luscinda'yı tuttu ve kollarının arasına alarak şöyle dedi:
"Benim vefalı, kararlı, güzel, soylu sevgilim, Tanrı merhametini esirgemeyip senin nihayet biraz huzura kavuşmana razı olursa, şimdi seni kucaklayan, daha önce de, talih sana benimsin dememe izin verdiğinde sana açılmış olan bu kollar kadar güvenli bir yer bulacağını sanmıyorum."
Bu sözler üzerine Luscinda Cardenio'ya baktı; önce sesinden tanıdığı Cardenio'yu şimdi de görerek emin oldu ve neredeyse kendinden geçerek, doğru olur mu diye hiç düşünmeden kollarını boynuna dolayıp yanağını Cardenio'nun yanağına yapıştırarak dedi ki:
"Evet, siz, bu kölenin gerçek sahibisiniz; kör talih istediği kadar engellesin, sizinkine bağlı olan hayatım, istediği kadar tehdit edilsin."
Bu sahne, Don Fernando ve bütün hazır bulunanlar için çok şaşırtıcıydı; hepsi bu görülmedik olay karşısında hayrete düştüler. Dorotea'ya, Don Fernando’nun yüzünün rengi kaçmış ve Cardenio'dan intikam almak üzere harekete geçecekmiş gibi geldi; çünkü elini kılıcına götürdüğünü görmüştü; bu düşünce aklından geçer geçmez, görülmemiş bir hızla dizlerine sarıldı, öpmeye başladı; sımsıkı tutuyor, hareket etmesine izin vermiyordu. Gözyaşlarına bir an olsun ara vermeden konuşuyordu:
"Benim tek sığınağım, bu hiç beklenmedik durumda ne yapmayı düşünüyorsun? Senin karın ayaklarının dibinde; karın olmasını istediğin kadınsa, kendi kocasının kollarında. İyi düşün, Tanrı'nın yaptığını bozman iyi olur mu, mümkün mü? Her türlü engeli bir yana itip sadakatle, kararlılıkla gözlerini gözlerine diken, gerçek kocasının yüzünü, göğsünü sevgi dolu bir gözyaşı seline boğan kadını kendi seviyene yükseltmen daha iyi olmaz mı? Sana Tanrı aşkına yalvarıyorum, kim olduğunu unutma, gerçeğin böyle açıkça ortaya çıkması öfkeni bilemesin; aksine, hafifletsin ki, bu iki sevgili, Tanrı'nın kendilerine bağışlayacağı ömrü sen engel olmadan, barış ve huzur içinde yaşasınlar. Böylece soylu kalbinin cömertliğini kanıtlamış olursun, bütün dünya senin için aklın tutkudan daha önemli olduğunu görür."
Dorotea bu sözleri söylerken, Cardenio Luscinda'ya sarılmış olduğu halde, gözlerini Don Fernando'dan ayırmıyordu; kendisine karşı bir harekette bulunduğunu görürse kendini savunmaya, kendisine karşı gelecek herkese, hayatı pahasına da olsa, bütün gücüyle saldırmaya kararlıydı. Ama o sırada Don Fernando'nun arkadaşları yetiştiler, bütün olayı izlemiş olan rahiple berber ve bizim saf Sancho Panza, Don Fernando'nun etrafını çevirmişler, Dorotea'nın gözyaşlarını görmezden gelmemesi için yalvarıyorlar, bütün söyledikleri, hiç şüphesiz doğru olduğuna göre, bu haklı umutlarını boşa çıkarmaması için yaka rıyorlardı. Hepsinin, bu kimsenin beklemediği yerde bir araya gelmesinin, ilk bakışta sanıldığı gibi tesadüf değil, Tanrı'nın bir lütfü olduğuna dikkatini çekiyorlardı. Rahip, Luscinda'yı Cardenio'dan bir tek ölümün ayırabileceğini, onları ayıran, keskin bir kılıç olsa da, kendilerinin bunu mutlu bir ölüm kabul edeceklerini söyledi. Böyle çaresiz bir durumda da, kendini zorlayıp yenerek cömertliğini göstermesi, Tanrı'nın bağışladığı mutluluğu yaşamaları için bu iki sevgiliye kendi isteğiyle izin vermesi, büyük bir bilgelik olacaktı. Gözlerini Dorotea'nın güzelliğine çevirirse, çok az sayıda kadının, bu güzelliğe değil üstün gelmek, ulaşabileceğini görecekti. Üstelik bu güzelliğe alçakgönüllülüğü ve ona beslediği büyük aşk da ekleniyordu; hepsinden önemlisi de, kendisini soylu ve Hıristiyan olarak görüyorsa, verdiği sözü tutmaktan başka bir şey yapamayacağını düşünmeliydi. Verdiği sözü tutmakla Tanrı'ya karşı görevini de yerine getirmiş ve bütün akıllı insanları memnun etmiş olacaktı. Her akıllı kişi bilirdi ki, herhangi bir mevkie yükselebilmek, kişi soylu olmasa bile, dürüstlükle birleştiği takdirde, güzelliğe tanınan bir imtiyazdı ve onu kaldırıp kendi seviyesine yücelten kişinin değerini katiyen azaltmazdı. Araya günah girmediği sürece, tutkunun güçlü yasalarını yerine getiren kişi suçlanamazdı.
Bu ve buna eklenen daha birçok konuşmayla, Don Fernando'nun yiğit kalbi -nihayet, soylu bir kanla besleniyordu- yumuşadı ve istese de inkâr edemeyeceği gerçeğe boyun eğdi. İleri sürülen yerinde düşünceleri kabul edip teslim olduğunun işareti olarak, eğilip Dorotea'yı kucakladı ve dedi ki:
"Ayağa kalkın, sevgili Dorotea; kalbimdeki kadının, ayaklarımın dibinde diz çökmesi doğru değil. Şu ana kadar, söylediklerimin doğru olduğunu belirtecek bir şey yapmadıysam, belki de Tanrı'nın emriyle böyle olmuştur; ben sizin beni ne büyük bir sadakatle sevdiğinizi görüp size lâyık olduğunuz değeri verebileyim diye. Yanlış tutumum ve ihmalim yüzünden, yalvarırım beni kınamayın. Sizi kendime ait kılmaya beni hangi kuvvet ittiyse, sizin olmaktan kaçmaya da aynı kuvvet itti. Bunun doğruluğunu anlamak için, dönüp şimdi mutlu olan Luscinda'nın gözlerine bakın. O gözlerde, benim bütün hatalarımın mazeretini bulacaksınız. O artık isteğine kavuştuğuna, ben de sizde aradığımı bulduğuma göre, o uzun yıllar Cardenio'suyla huzurlu ve mutlu yaşasın; ben de Tanrı'ya, Dorotea'mla birlikte yaşamama izin vermesi için yalvaracağım."
Bu sözleri söyleyip Dorotea'yı tekrar kucakladı, yüzünü öyle duygulu bir şekilde yüzüne yaklaştırdı ki, gözyaşlarının aşkına ve pişmanlığına tanıklık etmesine engel olmak için, büyük bir çaba harcamak zorunda kaldı. Luscinda'yla Cardenio, hattâ hazır bulunanların hemen hepsi, böyle bir çaba göstermediler ve kimi kendi mutluluğuyla, kimi başkasının mutluluğuyla, öyle çok gözyaşı döktüler ki, hepsinin başına çok ciddî bir dert gelmiş gibiydi. Sancho Panza bile ağlıyordu; ama daha sonra, Dorotea'nın kendi zannettiği gibi, onca lütuf beklediği Kraliçe Micomicona olmadığını anladığı için ağladığını söyledi. Gözyaşlarıyla birlikte hepsinin şaşkınlığı da epeyce bir süre devam etti; sonra Gardenio'yla Luscinda, Don Fernando’nun önünde diz çöküp kendilerine bağışladığı lütfa öyle kibarca sözlerle teşekkür ettiler ki, Don Fernando ne cevap vereceğini bilemedi. Bunun üzerine, ikisini ayağa kaldırıp büyük bir sevgiyle, kibarca kucakladı.
Daha sonra Dorotea'ya bu ücra yere nasıl geldiğini sordu. Dorotea akıllıca sözlerle, daha önce Cardenio'ya anlattıklarını kısaca anlattı. Anlattıkları Don Fernando'nun ve yanındakilerin öyle hoşuna gitti ki, hikâye keşke daha uzun sürse diye düşündüler; Dorotea başına gelen felâketleri o kadar güzel anlatıyordu. Hikâyeyi bitirdiğinde, Don Fernando, Luscinda'nın göğsünden çıkan, Cardenio'nun karısı olduğunu, kendi karısı olamayacağını belirten mektubun bulunmasından sonra, şehirde olanları anlattı. Luscinda'yı öldürmek istemiş; ailesi engel olmasa, öldürecekmiş de. Böylece, çaresizlik ve utanç içinde, daha uygun koşullarda intikam almaya kararlı bir şekilde, evden ayrılmış. Ertesi gün, Luscinda'nın ailesinin evinden kaçtığını, nereye gittiğini kimsenin bilmediğini öğrenmiş. Birkaç ay sonra, bir manastırda bulunduğu, Cardenio'yla birlikte olamadığına göre, ömrünü manastırda geçirmeye kararlı olduğu haberini almış. Haberi alır almaz, yanına bu üç atlıyı alıp, bulunduğu yere gitmiş; kendisinin geldiği haber alınırsa manastır daha sıkı gözetim altında tutulur korkusuyla, Luscinda'yla konuşmamış. Bir gün, girişin açık olduğu bir anı kollayıp, iki arkadaşını kapıda bırakarak, kendisi diğer arkadaşıyla manastıra girmiş. Luscinda'yı aramışlar, avluda bulmuşlar, bir rahibeyle konuşuyormuş. Bir şey yapmasına fırsat vermeden kaçırıp yolculuk için gerekli malzemeleri sağlayabilecekleri bir yere götürmüşler. Bütün bunları rahatlıkla yapabilmişler, çünkü manastır kırda, köyden oldukça uzaktaymış. Luscinda kendisini onun emri altında bulunca kendini kaybetmiş; kendine geldikten sonra da, tek kelime konuşmamış, ağlayıp iç çekmekten başka bir şey yapmamış. Böylece sessizlik içinde, gözyaşlarıyla o hana varmışlar; kendisi için bu, dünyanın bütün dertlerinin sona erdiği cennete varmak gibiymiş.