Keçi çobanının hikâyesi, dinleyen herkesin hoşuna gitmişti; özellikle katedral heyeti üyesi, hikâyenin köylü bir çobandan çok, akıllı bir soyluya yakışır bir dille anlatılmasıyla, yakından ilgilenmiş, çok hoşlanmıştı. Rahibin, dağların bilginler yetiştirdiğini söylemekte çok haklı olduğunu belirtti. Hepsi Eugenio'ya iltifatta bulundular; ama bu konuda en cömert davranan, Don Quijote oldu ve şunları söyledi:
"Çoban kardeşim, hiç kuşkunuz olmasın ki, ben bir serüvene atılabilecek durumda olsaydım, sizin serüveninize mutlu bir son verebilmek için, derhal yola koyulurdum. Leandra'yı, şüphesiz istemeyerek bulunduğu manastırdan, başrahibeye ve engellemeye çalışan herkese karşı koyarak kurtarır, sizin kollarınıza teslim ederdim. Siz keyfiniz nasıl istiyorsa öyle yapardınız; tabii hiçbir bakireye zarar verilmemesini buyuran şövalyelik kurallarına uyulması şartıyla. Yine de, yüce Tanrı'dan umudumu kesmiş değilim; iyi niyetli bir büyücünün, kötü bir büyücüye üstün geleceğini umuyorum. İşte o zaman, size yardım etmeye ant içiyorum; amacı zayıflara, muhtaçlara yardım etmek olan mesleğim, bunu gerektiriyor."
Keçi çobanı Don Quijote'ye baktı ve korkunç kıyafetine, yüzüne şaşırıp yanındaki berbere sordu:
"Beyefendi, bu tuhaf görüntülü, tuhaf konuşan adam kim?"
"Kim olacak?" dedi berber. "Meşhur La Mancha'lı Don Quijote; kötülük ve haksızlığın düşmanı, genç kızların koruyucusu, devlerin korkusu ve savaşların galibi."
"Bu bana tıpkı gezgin şövalyelerle ilgili kitaplardaki gibi geldi," dedi keçi çobanı. "Zat-ı âlinizin bu adam için söylediğiniz her şeyi yapardı onlar. Doğrusunu isterseniz, bana öyle geliyor ki, ya zat-i âliniz şaka ediyorsunuz, ya da bu beyefendinin kafasından birkaç tahta eksilmiş."
"Seni alçak!" dedi bunun üzerine Don Quijote. "Tahtası eksik olan da sensin, sakat olan da. Benim tahtalarım, seni doğuran orospunun anası olan orospudan daha yerinde."
Bu sözleri söylerken, yanında duran bir ekmek somununu alıp çobanın yüzünün ortasına öyle bir öfkeyle vurdu ki, burnunu yamuktu. Şakaya gelemeyen çoban, böyle kötü bir muameleye maruz kalınca halıya, örtülere, yemek yiyen onca insana aldırmayıp, Don Quijote'nin üzerine atıldı ve iki eliyle birden boğazına yapıştı. Neyse ki Sancho Panza o anda yetişip omuzlarından yakaladı ve birlikte sofranın üzerine yuvarlandılar; tabaklar kırıldı, fincanlar parçalandı, her şey dağılıp saçıldı; yoksa Don Quijote kuşkusuz boğulacaktı. Serbest kalan Don Quijote, çobanın tepesine bindi; yüzü kana bulanmış, Sancho tarafından tekme tokat dövülmüş olan çoban, yerde emekleyerek, kanlı bir intikam almak üzere sofradan bir bıçak bulmaya çalışıyordu ki, heyet üyesiyle rahip engel oldular. Buna rağmen, çoban, berberin yardımıyla Don Quijote'yi altına almayı başardı ve öyle bir yumruk yağmuruna tuttu ki, zavallı şövalyenin yüzü de, kendininki gibi kana bulandı.
Heyet üyesiyle rahip, gülmekten patlıyorlar, kolluklar neşeyle tepiniyorlar, hepsi köpek dövüşündeymiş gibi ortalığı kızıştırıyorlardı. Bir tek Sancho Panza kıvranıyordu; çünkü efendisine yardım etmesin diye kendisini tutan, heyet üyesinin hizmetkârından bir türlü kurtulamıyordu.
Sonunda, birbirlerini tırmalayan iki dövüşçü dışında herkes neşelenmiş eğlenirken, o kadar hüzünlü bir trompet sesi duydular ki, başlarını sesin geldiği yöne çevirdiler. Ama trompet sesine en çok heyecanlanan, Don Quijote oldu; hâlâ hiç istemediği halde çobanın altında ve epeyce de hırpalanmış olmasına rağmen, dedi ki:
"Şeytan kardeşim; şeytan olduğundan eminim, çünkü benim gücümü ve cesaretimi bastıracak gücün ve cesaretin var. Sana yalvarırım, hiç değilse bir saatliğine çarpışmaya ara verelim; çünkü kulağımıza gelen bu hüzünlü trompet sesi, beni yeni bir serüvene çağırıyor zannederim."
Dayak atmaktan da, yemekten de bıkmış olan keçi çobanı, hemen Don Quijote'yi bıraktı; o da ayağa kalkıp başını sesin geldiği yöne çevirdi ve birden, tövbekârlar gibi beyazlar giymiş, çok sayıda adamın, bir yamaçtan aşağı inmekte olduklarını gördü.
O yıl, bulutlar nemlerini topraktan esirgediklerinden, yörenin bütün köylerinde âyinler, dualar düzenleniyor, kefaret cezaları çekiliyor, Tanrı'ya merhametini gösterip yağmur yağdırması için yakarılıyordu. İşte bu sebeple, yakındaki bir köyün ahalisi, vadinin bir yamacındaki kutsal keşiş kulübesine, âyine geliyorlardı.
Tövbekârların tuhaf giysilerini gören Don Quijote, kimbilir kaç kere gördüğü bu kıyafetleri hatırlamayıp, bunu serüvene dair bir şey sandı ve bir gezgin şövalye olarak bu serüvene atılmanın, sadece kendisine düştüğüne kanaat getirdi. Adamların matem örtülerine sarılmış halde taşıdıkları tasviri, o alçak, küstah haydutların zorla kaçırdıkları soylu bir hanımefendi zannetmesi de, bu kanaatini pekiştirdi. Bunları düşünür düşünmez de, otlamakta olan Rocinante'ye uçarcasına yetişip eyerine takılı gemi ve kalkanı aldı; çabucak gem vurdu ve Sancho'dan kılıcını isteyip Rocinante'nin üstüne binerek, kalkanını kavradı; hazır bulunanların hepsine, yüksek sesle dedi ki:
"Şimdi cesur beyefendiler, bu dünyada, gezgin şövalyelik tarikatına bağlı şövalyelerin varlığının, ne kadar önemli olduğunu göreceksiniz. İşte şimdi, şu esir götürülen zavallı hanımefendinin kurtarılmasıyla, gezgin şövalyelerin takdir edilmesi gerekiyor mu, gerekmiyor mu, anlayacaksınız."
Bunları söyleyip, mahmuzları olmadığından topuklarıyla Rocinante'yi dürttü ve dörtnala, tövbekarlarla çarpışmaya gitti; zaten bu gerçek öykünün hiçbir yerinde, Rocinante'nin eşkin gittiğine rastlanmamıştır. Rahip, heyet üyesi ve berber, Don Quijote'yi tutmaya çalıştılarsa da beceremediler; Sancho'nun haykırışları da onu durduramadı.
"Nereye gidiyorsunuz, Senor Don Quijote?" diyordu Sancho. "Kalbinize hangi şeytan girdi de, Katolik dinimize karşı gelmeye kışkırttı sizi? Baksanıza, yüce Tanrım! Bunlar âyine giden tövbekârlar; o kaidenin üstünde taşıdıkları hanım da, lekesiz Meryem Anamızın kutsal tasviri. Ne yapacağınıza dikkat edin efendim, bakın bu sefer hata yapıyorsunuz."
Sancho boşuna uğraşıyordu; çünkü efendisi çarşaflılara yetişip mateme gömülmüş hanımefendiyi kurtarmayı kafasına koyduğundan, tek kelime bile işitmedi. İşitseydi bile, kral emretse dahi geri dönmezdi. Ayin alayına yetişince zaten biraz yavaşlamak isteyen Rocinante'yi durdurdu ve sert, boğuk bir sesle dedi ki:
"Ey siz, belki iyi niyetli olmadığınız için yüzlerinizi örtenler, size söyleyeceklerimi dikkatle dinleyin."
İlk duranlar, tasviri taşıyanlar oldu; İlâhileri okuyan dört rahipten biri, Don Quijote'nin tuhaf görüntüsüne, Rocinante'nin sıskalığına ve Don Quijote'de farkettiği diğer gülünçlüklere bakıp, şöyle cevap verdi:
"Saygıdeğer kardeşim, bize bir şey söylemek istiyorsanız, çabuk söyleyin; çünkü bu kardeşlerimiz kendilerini kırbaçlayarak yürüyorlar; iki kelimeyle söylenecek kadar kısa olmayan bir şeyi dinleyip oyalanamayız."
"Tek kelimeyle söyleyeceğim," dedi Don Quijote. "O da şu: Derhal, şu anda, bu güzel hanımefendiyi serbest bırakın. Gözyaşları ve hazin görünüşü, onu zorla götürdüğünüzü ve kendisine korkunç bir kötülük yaptığınızı açıkça belli ediyor. Ben bu dünyaya bu tür kötülüklerle savaşmak için geldim; ona hakkı olan hürriyetini iade etmeden, tek adım ilerlemenize izin vermeyeceğim."
Bu sözleri duyanların hepsi, Don Quijote'nin deli olduğuna kanaat getirip kahkahalarla gülmeye başladılar. Bu gülmeler, Don Quijote'nin öfkesini körükledi ve tek kelime söylemeden, kılıcını çekip tasvirin taşındığı kaideye saldırdı. Taşıyanlardan biri, yükü arkadaşlarına bırakıp, dinlenirken kaideyi dayadıkları çatal sopayla, Don Quijote'nin önünü kesti. Don Quijote bir kılıç darbesiyle sopayı ortadan bölünce, elinde kalan üçüncü parçayla Don Quijote'nin kılıcı tutan tarafındaki omzuna öyle bir vurdu ki, kalkanı, bu köylü kuvvetini engelleyemedi ve zavallı Don Quijote, perişan bir halde yere serildi.
Soluk soluğa efendisini takip eden Sancho Panza, düştüğünü görünce bağırarak sopalı adama seslendi, vurmamasını, onun zavallı, büyülenmiş bir şövalye olduğunu, ömrü boyunca kimseye kötülük etmediğini söyledi. Ama köylüyü durduran, Sancho'nun bağırışları değil, Don Quijote'de el ayak kıpırdamadığını farketmesi oldu. Onu öldürdüğünü sanıp aceleyle eteklerini beline topladı ve geyik gibi kıra doğru kaçtı.
Bu arada Don Quijote'nin kafilesindekilerin hepsi, onun olduğu yere geldiler; ama onların koşarak geldiğini ve yanlarında kundaklı yaylarıyla kollukları gören âyin alayındakiler, kötü bir şey olmasından korkarak, tasvirin etrafına toplandılar. Külahlarını kaldırıp kırbaçlarını kavradılar; rahipler şamdanlarını hazırladılar ve kendilerini savunmaya, hattâ mümkün olursa saldırganlara saldırmaya kararlı bir şekilde, saldırıyı beklemeye koyuldular. Ama talih umulandan daha iyi bir şekilde sonuçlandırdı işi; çünkü Sancho efendisinin öldüğünü zannedip üzerine kapanarak dünyanın hem en acıklı, hem en gülünç ağıtını tutturmaktan başka bir şey yapmadı.
Bizim rahibi, âyin alayından bir başka rahip tanıdı ve böylece iki tarafın da içine düşen korku, ortadan kalktı. Bizim rahip, ötekine iki üç cümleyle Don Quijote'nin kim olduğunu anlattı ve hem o, hem de bütün tövbekarlar alayı, zavallı şövalye öldü mü diye bakmaya gittiler. Sancho Panza'nın, gözlerinde yaşlarla, şöyle konuştuğunu duydular:
"Ah, şövalyelerin hası! Değerli hayatının çizgisi bir tek sopa darbesiyle kesildi. Ey soyunun şanı, bütün La Mancha'nın, hattâ dünyanın şeref ve övünç kaynağı! Sen bu dünyadan eksik olunca, dünya, kötülüklerinin cezasını çekmekten korkmayan namussuzlarla dolup taşacak. Ah cömertliği İskender'lere taş çıkartan şövalye! Sadece sekiz ay hizmet karşılığında bana denizlerin en güzel ceziresini vermiştin. Ey, kibirlilere karşı alçakgönüllü, alçakgönüllülere karşı kibirli, tehlikeye gözü kapalı atılan, saldırılara karşı koyan, sebepsiz yere âşık, iyilerin taklitçisi, kötülerin kırbacı, hainlerin düşmanı, tek kelimeyle, gezgin şövalye!"
Don Quijote, Sancho'nun yakınmalarıyla, inlemeleriyle kendine geldi ve ilk söylediği şu oldu:
"Tatlılar tatlısı Dulcinea, sizden ayrı yaşayan, bundan çok daha büyük işkencelere katlanır. Sancho, dostum, bana yardım et de, büyülü arabaya bineyim; Rocinante'nin eyerini işgal edecek durumda değilim, omzum paramparça oldu."
"Seve seve yardım ederim size, sevgili efendim," diye cevap verdi Sancho. "İyiliğinizi isteyen bu beylerle birlikte köyümüze dönelim; sonra, oradan, bize daha fazla fayda ve şöhret kazandıracak bir sefere çıkarız."
"Güzel konuştun Sancho," dedi Don Quijote. "Yıldızların şu andaki kötü etkisinin geçmesini beklemek, yerinde olur."
Katedral heyeti üyesi, rahip ve berber, dediğini yapmasının çok iyi olacağını söylediler ve böylece, Sancho'nun saflığı da çok hoşlarına giderek, Don Quijote'yi eskisi gibi arabaya bindirdiler. Ayin alayı tekrar nizama girdi ve yoluna devam etti; keçi çobanı herkesle vedalaştı; kolluklar daha fazla devam etmek istemeyince rahip ücretlerini ödedi. Heyet üyesi, Don Quijote'nin durumunu, deliliğinin geçip geçmediğini kendisine haber vermesini rahipten rica edip, yoluna devam etmek için izin istedi. Sonunda herkes ayrılıp gitti; rahip, berber, Don Quijote, Panza ve bütün bu olanları efendisi kadar sabırla karşılayan zavallı Rocinante, yalnız kaldılar.
Arabacı öküzleri arabaya koşup Don Quijote'yi bir saman yığınının üstüne yerleştirdi; her zamanki ağırlığıyla, rahibin söylediği yolda ilerledi ve altı günün sonunda, Don Quijote'nin köyüne vardılar. Köye gün ortasında girdiler; günlerden pazardı ve bütün köy halkı meydandaydı; işte Don Quijote'nin arabası, bu meydanın ortasından geçti. Herkes, arabada ne var diye bakmaya koştu; hemşerilerini tanıyınca hepsi şaşırdılar. Bir oğlan çocuğu, koşup kâhya kadına ve yeğenine, birinin dayısının, ötekinin efendisinin, zayıf ve sapsarı bir halde, öküz arabasında, saman yığınının üzerinde yatar vaziyette geldiğini haber verdi. Zavallı iki kadının çığlıkları, dövünmeleri, lanet olası şövalyelik kitaplarına bir kez daha yağdırdıkları lanetler, yürekler acısıydı. Bütün bunlar, Don Quijote evin kapısından girdiğinde, baştan tekrarlandı.
Don Quijote'nin döndüğü haberi üzerine, Sancho Panza'nın karısı çıkıp geldi; kocasının silâhtarlık yapmak üzere onunla gittiğini biliyordu; Sancho'yu görür görmez, her şeyden önce, eşeğin iyi olup olmadığını sordu. Sancho, efendisinden daha iyi olduğu cevabını verdi.
"Tanrı'ya şükürler olsun," dedi kadın, "bana bu günleri de gösterdi. Şimdi anlat bakalım arkadaşım, silâhtarlıkta ne kazandın? Bana bir elbise getirdin mi? Çocuklarına pabuç getirdin mi?"
"Hiç öyle şeyler getirmedim karıcığım," dedi Sancho. "Ama daha önemli, daha değerli şeyler getirdim."
"Buna çok memnun oldum," dedi karısı. "Şu daha önemli, daha değerli şeyleri göster bakalım, arkadaşım. Göreyim de, senin olmadığın bunca zamandır kederli, mutsuz olan gönlüm şenlensin."
"Evde gösteririm karıcığım," dedi Panza. "Şimdilik bu kadarıyla yetin. Tanrı'nın yardımıyla bir daha sefere serüven aramaya yola düştüğümüzde, kısa bir sürede beni ya bir kont ya da bir cezirenin valisi olarak bulacaksın karşında; hem de öyle entipüften bir cezire değil, en âlâsından."
"Tanrı yardım etsin de, kocacığım; çok ihtiyacımız olduğu malûm. Yalnız şu cezire nedir, anlamadım."
"Eşek hoşaftan ne anlar?" dedi Sancho. "Zamanı gelince göreceksin karıcığım; bütün vasalların sana hanımefendi deyince şaşacaksın."
"Ne bu hanımefendi, cezire, vasal lâfları Sancho?" dedi Juana Panza. Sancho'nun karısının adı buydu; ama akraba oldukları için değil, La Mancha'da, kadınların, kocalarının soyadını almaları âdet olduğundan.
"Bütün bunları hemen öğrenmek için acele etme Juana; sana doğruyu söylediğimi bil, yeter; ağzını da açma. Sana bir tek şey söyleyeceğim bu arada: Şerefli bir adam için, yeryüzünde, serüven arayan bir gezgin şövalyenin silâhtarı olmaktan daha zevkli bir şey yok. Evet, rastlanılan serüvenlerin çoğu, tam insanın istediği gibi sonuçlanmıyor; yüz maceranın doksan dokuzu kötü, bozuk çıkıyor. Bunu tecrübeden biliyorum; kiminde altı okka edildim, kiminde sopa yedim. Ama her şeye rağmen, dağları aşarak, ormanları tarayarak, kayalara tırmanarak, şatoları ziyaret ederek, tek metelik bile vermeden, keyfince hanlarda kalarak serüven aramak, güzel bir şey."
Sancho Panza'yla karısı Juana Panza arasında bütün bu konuşmalar geçerken, kâhya kadınla yeğeni, Don Quijote'yi karşıladılar, soydular, eski yatağına yatırdılar. Don Quijote onlara kaymış gözleriyle bakıyor, nerede olduğunu anlayamıyordu. Rahip, dayısına çok iyi bakmasını ve tekrar kaçmasın diye tetikte olmalarını yeğene tembih etti; onu eve getirmek için neler çektiklerini anlattı. Bunun üzerine iki kadın, tekrar çığlığı bastılar; tekrar şövalye kitaplarına lanetler yağdırdılar; bütün bu yalan ve zırvaları yazanları, cehennemin dibine batırsın diye Tanrı'ya dua ettiler. Sonra da, birinin efendisinin, ötekinin dayısının, biraz iyileşir iyileşmez tekrar kaçacağı korkusuna kapıldılar; korktukları da başlarına geldi.
Ne var ki, bu hikâyenin yazarı, merakla, gayretle, Don Quijote'nin üçüncü seferinde yaptıklarını aradığı halde, özgün kaynaklarda onlara ilişkin bilgi bulamadı. Şöhret'in La Mancha'lı hâfızalara yerleştirdiği tek şey, Don Quijote'nin evinden üçüncü ayrılışında, Zaragoza'ya gittiği, o şehirde yapılan birtakım yarışmalara katıldığı ve başından, cesaretine, zekâsına yakışır şeyler geçtiği. Sonuna dair bir bilgi bulamadı; talih karşısına yaşlı bir hekimi çıkarmasaydı, bir şey bulup öğreneceği de yoktu. Bu yaşlı doktorun, söylediğine göre yemlenmekte olan eski bir tapınağın yıkıntıları arasında bulduğu, kurşundan bir kutusu vardı. Bu kutunun içinde, Gotik harflerle, ancak İspanyol dilinde yazılmış şiirlerin olduğu parşömenler bulunmuştu; Don Quijote'nin birçok kahramanlığını, Dulcinea del Toboso'nun güzelliğini, Rocinante'nin görünüşünü, Sancho Panza'nın sadakatini ve hattâ Don Quijote'nin mezarını anlatıyorlardı; çeşitli mezartaşı yazıları, hayatına ve alışkanlıklarına dair methiyeler de yer almaktaydı.
Bunların okunup anlaşılabilenlerini, bu değişik, hiç görülmemiş hikâyenin güvenilir yazarı, ileride aktarmıştır. Yazar, hikâyenin okurlarından, hikâyeyi yayınlayabilmek için La Mancha'nın bütün arşivlerini arayıp taramanın muazzam zahmetine karşılık, bir tek şey rica ediyor: O da, bütün dünyada geçerli olan şövalye kitaplarına, akıllı kişilerin gösterdiği inancı, bu hikâyeye göstermeleri. Kendisi o zaman zahmetinin karşılığını bulmuş olacak, bu hevesle, bunun kadar gerçek olmasalar da, hiç değilse aynı derecede ilginç ve eğlenceli başka hikâyeler bulup yayınlayacaktır.
Kurşun kutudan çıkan parşömenlerin üzerinde yazılı ilk kelimeler, şunlardı:
La Mancha kasabası Argamasilla'nın akademisyenlerinden,
La Mancha'lı yiğit Don Quijote'nin hayatı ve ölümü üzerine
ARGAMASILLA AKADEMİSYENİ MANİKONGO'DAN DON QUIJOTE'NlN MEZARINA
Kitabe
Mezbeleye çeviren La Mancha'yı,
Girit'li Iasion'u geride bırakan kazkafa,
kayıtsız olması gereken yerde çok defa,
lüzumundan fazla çalıştıran kafayı,
cesaretiyle uzatan yolları,
vasıl olan ta Çin'den Gaeta'ya,
şiirler kazıyan tunç levhaya,
veren en acıklı, en akıllı ilhamları,
gölgede bırakan Amadis'leri,
yetişen çabucak Galaor'lara,
aşkından, cesaretinden destek alıp da
susturan Belianis'leri,
gezgin dolaşan atlayıp Rocinante'nin sırtına,
yatıyor şimdi bu soğuk taşın altında.
ARGAMASILLA AKADEMİSYENİ YARDAKÇI'DAN
Dulcinea del Toboso 'ya övgü
Sone
Şu gördüğünüz çevik kadın,
ablak yüzlü, dik göğüslü,
büyük Quijote'nin aşkıyla ünlü,
El Toboso kraliçesi Dulcinea bu kadın.
Dolaştı etrafını yüce Kara Dağların,
büyük Quijote onun uğruna bitkin düştü,
hattâ Aranjuez düzlüklerine yürüdü,
gezdi topraklarını ünlü Montiel Ovasının.
Rocinante'nin suçu!
La Mancha'lı bu hanımın kara bahtı,
kara bahtı bu yenilmez gezgin şövalyenin!
Biri hayatının baharında öldü, kayboldu,
diğeri aşktan, gazaptan, yalandan kaçamadı,
ama adı mermerlere yazıldı bu şövalyenin.
ARGAMASILLA'NIN EN ZEKİ AKADEMİSYENİ KAPRİSLİ'DEN LA MANCHA'LI DON QUIJOTE'NİN ATI ROCINANTE'YE ÖVGÜ
Sone
Dalgalandırır sancağını
kızgın La Mancha'lı muhteşem kuvvetiyle,
Mars kanlı topuklarıyla çiğnemişti vaktiyle
üstünde oturduğu elmaslı, muhteşem tahtını.
Asar zırhını, keskin kılıcını,
meşhurdu parçalaması, kesip biçmesiyle.
Yeni kahramanlıklar, yeni şövalye!
Bekliyor sanatın yeni bir üslûp yaratmasını.
Galya nasıl Amadis'iyle övünüyorsa,
nasıl binlerce zafer kazandırdıysa Yunanistan'a
onun cesur torunları, nasıl yayılıyorsa ünü,
bugün Bellona'nın tacı Quijote'nin başında
ve onun sayesinde bugün La Mancha,
Yunanistan'dan, Galva'dan daha ünlü.
Şanı unutulmasın asla;
Rocinante bile cesurlukta
Brilladoro ve Bayardo'yu geçmiştir çünkü.
ARGAMASILLA AKADEMİSYENİ ALAYCI'DAN SANCHO PANZA'YA
Sone
Sancho Panza huzurlarınızda,
küçük vücut, büyük cesaret, tuhaf mucize!
Hiç şüpheniz olmasın, yemin ederim ki size,
dünyanın en saf, en dürüst silâhtarı karşınızda.
Kont olacaktı, kaçırdı o fırsatı da,
çünkü yolu çıkmadı hiçbir zaman düze,
katlandı haksızlıklara, terbiyesizliklere,
bir eşeği bile affetmekten âciz bu miskin çağda.
Özür dilerim ama eşeğe binerdi,
takip ederdi uysal at Rocinante ve efendisini,
kendisi de uysal olan bu sadık silâhtar.
Ah, insanların boş boş ümitleri!
Nasıl durmadan huzur vaat eder, çağırır seni,
sonra da hayal olur gider, elinden kaçar.
ARGAMASILLA AKADEMİSYENİ CİN'DEN DON QUIJOTE'NİN MEZARINA
Kitabe
Burada yatıyor,
o perişan, o sefil,
o gezgin şövalye,
Rocinante'nin sırtında gezen patikaları.
Yanında yatan Sancho Panza,
o gıcık,
o en vefalısı
gelmiş geçmiş bütün silâhtarların.
ARGAMASILLA AKADEMİSYENİ TİKTAK'TAN DULCINEA DEL TOBOSO'NUN MEZARINA
Kitabe
Burada Dulcinea yatıyor,
iyiydi, balıketiydi eskiden,
ama eritti, bitirdi onu
korkunç ve çirkin bir ölüm.
O bir küçük hanımefendiydi,
geliyordu soylu bir aileden,
yakınca büyük Quijote'nin ateşini
köyü iftihar etti onunla.
Okunabilen şiirler bunlardı; geri kalanlar, yazıları silindiğinden, incelenip yorumlanmak üzere bir akademisyene teslim edildi. Gecelerce uykusuz kalarak, büyük zahmetlerle bu işi başardığı ve yayınlamaya niyetli olduğu öğrenildi; böylece Don Quijote'nin üçüncü seferi için de umut doğmuş oldu.
Forsi altro canterâ con miglior plectio{74}
SON