O yıl Paskalya bayramı erken gelmişti. Halk kızakları daha yeni kaldırmıştı. Avlularda ise hâlâ biraz kar vardı ve köyün sokaklarında sular akıyordu. Akan sular iki avlu arasındaki sokakta bir su birikintisinin başına, karşılıklı avlulardan iki küçük kız geldi. Kızlardan biri diğerinden daha büyüktü. Anneleri her ikisine de yeni sarafanlar giydirmişlerdi. Küçüğün safaranı mavi, büyüğünkü ise süslü ve sarıydı. İkisinin de kırmızı başörtüleri vardı. Kilisedeki bayram töreni biter bitmez iki küçük bu su birikintisine gelmişlerdi. Birbirlerine elbiselerini gösterip oynayama başladılar. Canları suyun içinde oynamak istiyordu. Küçük kız az kalsın ayakkabılarıyla suya girecekti ki büyük olan:
- Dur gitme. Annen kızar sonra. Bak ben ayakkabılarımı çıkarıyorum. Haydi sen de çıkar, dedi.
Ayakkabılarını çıkarıp suyun içinde karşılıklı yürümeye, birbirlerine doğru ilerlemeye başladılar. Su küçüğün dizlerine kadar geldiğinde:
- Akulka! Burası derin korkuyorum, diye bağırmaya başladı. Akulka da:
- Korkma, daha fazla derinleşmez. Bana doğru gel, haydi, diye karşılık verdi.
Birbirlerine doğru ilerlemeye başladılar. Akulka:
- Dikkat et küçük. Su sıçratma, yavaş yürü, diye uyardı küçüğü.
Fakat daha sözünü bitirmeden küçük ayağını suya öyle bir vurdu ki Akulka’nın sarafanını kirletti. Suyu burnuna ve gözüne de sıçratmıştı. Akulka sarafanının üzerindeki lekeleri görünce sinirlendi ve küçüğe bağırdı ve dövmek için peşinden koştu. Küçük kabahatli olduğunu anlayınca hemen su birikintisinden çıkıp eve doğru koşmaya başladı. Tam bu sırada Akulka’nın annesi oradan geçiyordu ve kızın elbisesinin kirlendiğini görünce:
- Seni edepsiz seni. Hemen nerede kirlettin, diye azarladı kızı. O da:
- Küçük kız bile bile üstüme su sıçrattı, diye savundu kendini.
Bunun üzerine Akulka’nın annesi küçüğü yakalayıp ensesine bir tokat patlattı. Küçük bütün sokağı dolduran bir sesle ağlamaya başladı. Sesi duyan annesi de hemen sokağa fırlayarak komşusuna:
- Niçin kızımı dövüyorsun? diye bağırdı.
Böylece kadınlar ağız dalaşına başladılar. Kavgayı duyan erkekler de sokağa çıkınca bir gürültü başladı. Her kafadan bir ses çıkıyor, kimse kimseyi dinlemiyordu. Bir hayli bağırıp çağırdılar. İtişmeler kakışmalar derken neredeyse kavga edeceklerdi. Bu sırada Akulka’nın ninesi çıkıp erkeklere:
- Ne yapıyorsunuz siz. Bayram günü gülüp eğleneceğine kavga ediyorsunuz, günaha giriyorsunuz, diyerek kavgayı önlemek istedi. Fakat ihtiyar kadını dinleyen yoktu. Az kalsın onu yere düşüreceklerdi.
Onlar böyle didişirken iki küçük tekrar bir araya gelip, barışmışlar. Kadınlar kavgaya devam ederken Akulka sarafanındaki lekeyi silmiş, yine su birikintisinin içine dalıvermişti. Yerden bir taş almış, suyu sokağa akıtmak için yandaki toprağı kazıyordu. Küçük kız da yanaşmış ona yardım ediyordu. Kazmayla ufak bir oyuk açmışlardı.
Büyükler yumruklaşmaya başladıklarında, küçük kızların açtığı oyuktan, ninenin bulunduğu yere doğru su akmaya başlamıştı.
İki kız bu kez de yaptıkları dereciğin etrafındaki koşuşturmaya başlamışlardı. Akulka:
- Tut Maşala tut, diyerek koşuyordu. Küçük kız da bir şeyler söylemek istiyordu ama gülmekten kendini alıp konuşamıyordu.
Kızlar koşuşuyorlar, ışıkların suda bıraktığı pırıltılara bakarak gülüyorlardı. Koşarken büyüklerin ortasına giriverdiler. Nine onları görür görmez kavga edenlere:
- Allah’tan korkun! Koskoca adamlarsınız. Şu kızlar yüzünden kavgaya girdiniz, onlarsa herşeyi unutmuş güle oynaya hoplayıp zıplıyorlar. Şu kızlar kadar olamadınız. Sizden daha akıllıymışlar meğer, dedi.
Bunun üzerine kızlara bakan büyükler yaptıklarından utandılar ve kendi kendilerine gülerek evlerine döndüler.
Şu âyeti bu hikâye doğrultusunda anlamak ne kadar da isabetli olacaktır: “Eğer küçük çocuklar gibi olmazsanız asla cennete giremezsiniz.”