Irgat Emelyan ve Davul

Vaktiyle bir beyitı yanında Emelyan adında bir ırgat çalışıyordu. Emelyan birgün tarlaya giderken, yolda önüne bir kurbağa sıçradı. Az kalsın üstüne basacaktı ki atlayıp geçti. Sonra birdenbire arkasından kendisini çağıran bir ses işitti. Etrafına bakınca yol üzerinde bir kız olduğunu gördü. Kız ona:

- Emelyan niye evlenmiyorsun sen? dedi.

- Nasıl evleneyim cici kız. İşte gördüğün gibi beş parasız biriyim ben. Hangi kız varır bana.

- Benimle evlensene.

Emelyan kızdan çok hoşlanmıştı:

- Seve seve evlenirim seninle ama, nerede, nasıl yaşarız?

- Düşündüğün şeye bak. Çok çalışıp az uyuduktan sonra her yerde karnımız tok, sırtımız pek olur.

Emelyan bu sözler üzerine:

- Peki, öyleyse evlenelim. Fakat nerede yaşayacağız, dedi.

Kız da ona:

- Şehre gideriz, dedi ve birlikte şehre gittiler. Şehrin kenar mahallelerinin birinde küçük bir ev tutup, orada beraber yaşamaya başladılar.

Şehrin beyi birgün onları dolaşırken, Emelyan’ın karısı beyi görmek için dışarı çıktı. Bey kadını görünce hayretlere düştü ve: “Hangi anadan doğmuş bu güzel.” diye geçirdi içinden. Atını durdurup Emelyan’ın karısına:

- Kimsin sen? diye sordu.

- Köylü Emelyan’ın karısıyım.

- Sen güzeller güzelisin, ne diye bir köylüye vardın?

- İltifatın için teşekkürler. Fakat köylü biriyle de gayet iyi geçinip gidiyorum.

Bey bu konuşmadan sonra yoluna devam etti ve sarayına döndü. Gelgelelim gördüğü kadın bir türlü aklından çıkmıyordu. O gece sabaha kadar gözüne uyku girmedi. Her an kadını nasıl elde edeceğini düşünüyor, fakat ne yapması gerektiğini bir türlü bulamıyordu. Bunun üzerine uşaklarını yanına çağırıp bu işe bir çözüm bulmalarını emretti. Onlar da beye şöyle bir çözüm önerdiler:

- Emelyan’ı yanına işçi olarak al. Onu ağır işlere verir, canını çıkarırız. Böylece karısı dul kalır, sen de muradına erersin.

Bu fikir beyin aklına yattı ve denileni yaptı. Kapıcılık etmesi ve karısıyla birlikte kendi yanında oturması için Emelyan’a haber gönderdi.

Gelen bu haber üzerine Emelyan’ın karısı:

- Gündüz çalışıp, gece yanıma geldiğin sürece ne olacak ki... Git, demiş.

Emelyan gidip, saraya vardığında Bey'in kahyası sordu:

- Niçin yalnız geldin? Karını getirmedin mi?

- Niye getireyim ki, onun evi var zaten.

Emelyan işe başladığında ona iki işçinin bile üstesinden gelemeyeceği işler yüklemeye başladılar. Emelyan bu işleri bitirebileceğini hiç sanmıyordu. Fakat akşamüstü bir de baktı ki işlerin hepsi erkenden bitmişti. Kahya tüm işlerin bittiğini görünce şaşırıp kaldı. Ertesi gün için o günkünün dört katından fazla iş gösterdi ona:

Emelyan o akşam eve gittiğinde her yeri temizlenmiş, derlenip toplanmış, sobayı yakılmış, yemeği pişirilmiş buldu. Karısı masa başına oturup dikiş dikerek kocasını bekliyordu. Kocası gelince onu karşıladı, sofrayı kurdu, ona yemeğini verdi. Sonra işin nasıl gittiğini sordu. Emelyan:

- Kötü, dedi. Bana gücümün yetebileceğinden fazla yük yüklüyorlar. Böyle devam ederse geberip gideceğim.

Karısı ona:

- Canım sen işi düşünme. Ne kadar yaptım, ne kadar kaldı diye tasalanma. Sadece çalış. Merak etme herşey zamanında biter, dedi.

Emelyan o gün yatar yatmaz uyudu. Ertesi sabah işe dört elle sarılıp çalışmaya başladı. Bir an bile önüne ardına bakmadı. Akşama doğru her iş bitmişti. O gün hava kararmadan eve gitti.

Güç geçtikçe Emelyan’a daha çok ve daha ağır işler yüklüyorlardı. Fakat o işleri zamanında bitiriyor ve evine geliyordu.

Bu şekilde aradan bir hafta geçti. Uşaklar ağır işlerle Emelyan’ın hakkından gelemeyeceklerini anlamışlar, ona doğramacılık, taşçılık gibi ustalık isteyen işler vermeye başlamışlardı. Ne iş verirlerse versinler. Emelyan her işin üstesinden geliyor, işleri zamanında bitiriyor, akşam karısının yanına geliyordu.

Bunun üzerine bey uşakları çağırıp:

- Ben size boşuna mı ekmek veriyorum. İki hafta geçti hâlâ bir netice alamadık. Hani ağır işlere vererek onun canını çıkaracaktınız. Nerede... Hergün türküler söyleye söyleye eve gittiğini görüyorum pencereden. Sizler benimle dalga mı geçiyorsunuz, dedi.

Uşaklar kendilerini savunmaya çalışıyorlardı:

- Efendim, ilk önceleri onu ağır işlere verdik. Gebermesi için elimizden geleni yaptı. Fakat bir türlü hakkından gelemedik. Artık işleri sanki ev süpürüyormuş gibi yapıyor. Durmak dinlenmek bilmiyor. Baktık bu iş böyle olmayacak, ustalık isteyen işlere verdik onu. Aklı ermez, bu işleri beceremez dedik ama yine üstesinden geldi. Nasıl yapıyor, nasıl ediyor elini attığı işi başarıyla bitiriyor. Efsunlu mudur nedir? İnanın ne yapacağımızı biz de bilmiyoruz. Fakat ona bu sefer altından kalkılması mümkün olmayan bir iş vermeyi düşünüyoruz. Şöyle ki: “Eğer, Emelyan’ı yanınıza çağırıp, sarayınızın karşısına bir gün içinde bir kilise yapmasını emrederseniz, yapamayınca da emri yerine getirmedi,” diye boynunu vurdurabilirsiniz.

Bu fikir Bey'in aklına yatmıştı. Emelyan’ı yanına çağırtıp:

- Şimdi sana, sarayımın karşısındaki şu meydana bir kilise yapmanı emrediyorum. Yarın akşama kadar hazır olsun tamam mı? Eğer bu işi zamanında yaparsan seni mükafatlandırırım, yok eğer yapamazsan boynunu vurdururum, dedi.

Emelyan emri aldıktan sonra eve döndü. “Artık kurtuluşum yok,” diyordu kendi kendine. Karısının yanına gelince:

- Hazırlan karıcığım. Nereye olursa olsun kaçıp gitmemiz lazım. Yoksa halimiz yaman, dedi.

- Niçin bu kadar korktun? Niye kaçmak istiyorsun?

- Nasıl korkmayayım. Bey, bana yarın akşama kadar yeni bir kilise yapmamı emretti. Yapamazsam boynumu vurduracağını söyledi. Vakit varken kaçalım. Bundan başka kurtuluş yok.

Karısı bu sözlere hiç aldırış etmedi.

- Bey'in bir sürü uşağı var. Nereye gitsek bizi bulur. Kaçarak ondan kurtulamayız. Allah’a sığınarak, emri yerine getirmeye çalışmalı.

- Fakat, biliyorsun ki benim buna gücüm yetmez.

- Üzülme canım! Yemeğini ye, yat uyu. Sabah erkenden kalk. Göreceksin ki herşeyi başaracaksın.

Bunun üzerine Emelyan yatıp uyudu. Sabahleyin karısı onu uyandırıp:

- Haydi gidip şu kiliseyi tez elden bitiriver. Al sana çekiç ve çivi. Topu topu bir günlük işin var, dedi.

Emelyan yola çıktı. Şehre vardığında, meydanda yeni bir kilisenin bulunduğunu gördü. Ufak tefek eksiklikleri vardı. Gördüğü eksikleri tamamlamaya başladı. Akşama doğru işini bitirmişti.

Bey uyanıp sarayın penceresinden baktı ki bir de ne görsün! Meydanda yeni bir kilise durmakta. Emelyan ise elinde bir çekiç, oraya buraya çivi çakıyor, ileri geri koşturup duruyordu.

Kilisenin yapılması beyin hiç hoşuna gitmemişti. Emelyan’ı öldüremeyeceğini, dolayısıyla da karısını elde edemeyeceğini düşünerek hayli öfkelendi. Uşaklarını çağırıp:

- Emelyan bunu da başardı. Şimdi onu öldürmek için ileri sürebileceğimiz hiçbir sebep yok ortada. Daha ustaca bir plan kurun, bu işe bir çare bulun, yoksa hepinizi öldürürüm. Hem de onun gözleri önünde, dedi.

Bunun üzerine uşaklar uzun uzun düşünmüş, nihayet kendilerince bir çıkar yol bulmuşlar. Bey'e gidip:

- Emelyan’a bir nehir yapmasını emret. Bu öyle bir nehir olsun ki sarayın etrafından aksın, üstünde gemiler yüzsün, demişler.

Bey, Emelyan’ı çağırtıp, yeni işini söyledi.

- Kiliseyi yapabildiğine göre bunu da yaparsın. Yarına kadar herşey emrettiğim gibi hazır olmazsa boynunu vurdururum senin.

Emelyan’ı büyük bir tasa almış. Düşünceli bir suratla evine vardığında karısı: “Niçin böyle endişelisin? Yoksa yeni bir iş mi buyurdular sana?” diye sordu.

Emelyan da herşeyi anlattı ve:

- Kaçıp gitmeliyiz, dedi.

- Kaçamayız ki... Nereye gitsek bulurlar. Emri yerine getirmek lazım, başka çare yok.

- İyi de nasıl yapacağım bu işi.

- Böyle şeylere kafanı takıp, üzülme canım. Yemeğini ye de yat. Sabah erkenden kalk. Herşey yoluna girecek, göreceksin.

Emelyan yatıp uyudu. Karısı sabah erkenden onu uyandırdı:

- Haydi kalk da işinin başına git. Herşey tamam. Yalnızca iskelenin yanında küçük bir tümsek var. Kürekle onu düzeltmen yeterli.

Emelyan yola çıktı. Şehre vardığmda sarayın etrafında bir nehir aktığını gördü. Üstünde de gemiler yüzmekteydi, iskelenin yanına gittiğinde engebeli bir yer olduğunu gördü ve orayı düzeltmeye başladı.

Bey uyandığında bir de baktı ki, sarayın etrafında, üstünde gemiler yüzen bir nehir akmakta. Emelyan da küreğiyle bir tümseği düzlüyor.

Bey, küplere bindi. Ne nehir, ne de gemiler onu sevindirmişti. Emelyan’ı bir türlü öldürtemediği için içi içini yiyordu. “Elinden gelmeyen iş yok ki. Şimdi ne yapsam acaba?” diyordu kendi kendine. Sonra uşaklarını çağırıp:

- Bu adam, bugüne kadar ne söylediysek hepsini yaptı. Öyle bir şey düşünün ki üstesinden gelemesin ve karısı da bana kalsın.

Uşaklar düşünüp taşındılar ve beyin yanına gittiler:

- Efendim, Emelyan’a: “Neresi olduğunu bilmediğin bir yere git ve ne olduğunu bilmediğin birşey getir.” şeklinde emir ver. Bu emri yapabilmesinin imkanı yok. Çünkü nereye gitse, gitmesi gereken yerin orası olmadığını, ne getirse getirmesi gereken şeyin o olmadığını söyleriz. Böylece sen de kendisini öldürür, karısını alabilirsin.

Bu fikir beyin çok hoşuna gitmişti. Sevinçten gözleri parlıyordu. Uşaklarına: “Akıllıca birşey düşünmüşsünüz.” dedikten sonra Emelyan’ı yanına çağırttı. Yeni emrini ona açıkladı. Konuşmasının sonuna da: “Emri yerine getiremezsen boynunu vurdururum,” cümlesini eklemeyi unutmadı.

Emelyan karısının yanına gidip beyin dediklerini anlattığında karısı:

- Bu defa beye iyi akıl vermişler. Akıllıca hareket etmek durumundayız, dedi ve biraz düşündükten sonra kocasına:

- Uzaklara gidip, büyükannemizden yardım istemem gerekiyor. O, sana birşey verecek onu al doğruca beyin yanma git. Beni de orada bulacaksın. Artık ellerinden kurtulmam çok zor. Beni alıp zorla götürecekler. Fakat bu uzun sürmeyecek. Eğer büyükannenin söylediklerini harfiyyen yaparsan beni kurtarabilirsin, dedi.

Kadın kocasının yol hazırlıklarını tamamlayıp, eline küçük bir torba, bir de iğ vererek:

- Bunu ona verirsen, senin benim kocam olduğunu anlar, dedi.

Karısı gideceği yolu gösterdikten sonra Emelyan yola çıktı. Şehir dışında çıktığında atış yapan okçular gördü. Okçular atışlarını bitirip oturduklarında Emelyan yanlarına gelip:

- Kardeşler! Bir yere nasıl gidilir. Bir şey nasıl getirilir biliyor musunuz? diye sordu.

Okçular bu sözler üzerine şaşırıp kaldılar:

- Senden kim istedi bunu, kim verdi bu emri sana?

- Bey verdi.

- Sana yardımcı olmamız mümkün değil.

Emelyan orada biraz oturduktan sonra yoluna devam etti. Gide gide bir ormana vardı. Orada bir kulübe ilişti gözüne. Kulübeden içeri girince ihtiyar bir köylü kadınının oturduğunu gördü. Kadın bir yandan yün eğiriyor, bir yandan da ağlıyordu. Kadın Emelyan'ı görünce yüksek bir sesle:

- Kimsin sen, niye geldin, dedi.

O sırada Emelyan iği ihtiyar kadına uzatıp, kendisini karısının gönderdiğini söyledi. Kadıncağız birdenbire yumuşamış, ardarda sorular sormaya başlamıştı: Emelyan nasıl evlendiklerinden başlayıp, buraya kadar nasıl gelindiğini birer birer arılattı kadına.

İhtiyar kadın anlatılanları dinledikten sonra ağlamayı keserek:

- Peki oğlum, otur da birşeyler ye, dedi.

Emelyan yemeğini yedikten sonra kadın konuşmaya başladı:

- Al şu yumağı ve önünde yuvarla. O nereye giderse sen de ardından git. Bu seni bir deniz kenarına götürecektir. Oraya varınca büyük bir şehir göreceksin. Şehre gir ve şehrin en ucunda bulunan eve geceyi orada geçirmek için rica et. Aradığın şeyi orada bulacaksın.

- İyi ama bu şeyin aradığım şey olduğunu nasıl anlayacağım nine?

Anne-babadan daha fazla sözü dinlenen birşey görürsen bil ki aradığın şey odur. Onu Bey'e götürdüğünde o sana getirmen gereken şeyin o olmadığını söyleyecek. O zaman: “Madem ki bu değil, öyleyse bunu parçalamalı.” de, ve o şeye vur. Nehir kenarına gidip onu parçala ve suya at. İşte o zaman karına kavuşacaksın.

Emelyan ihtiyar kadına: “Allah’a ısmarladık.” deyip yola çıktı. Kadının dediği gibi yumağı yuvarladı ve onu takip etti. Nihayet bir deniz kenarına vardı. Etrafına bakınca deniz kıyısında bir şehir, şehir kenarında da bir ev gördü. Evin kapısını çalıp, geceyi orada geçirmek için ricada bulundu. Onlar da kabul ettiler. Bunun üzerine geceyi orada geçirdi. Ertesi sabah erkenden uyandı. O sırada bir konuşma işitti. Baba oğlunu uyandırıp ormana odun kesmeye göndermek istiyordu. Oğul ise babasını dinlemiyor: “Daha çok erken baba, sonra giderim.” diyordu.

Bu sefer annesi oğlanı kaldırmak için uğraşmaya başladı:

- Haydi oğlum kalk. Biliyorsun babanın sızıları var. O mu gitsin şimdi.

Oğul annesinin dediklerine de aldırmıyor uyumaya devam ediyordu. O sırada sokakta gümbürdeyen birşey duyuldu.

Oğul yerinden sıçradığı gibi giyinip sokağa fırladı. Emelyan da yerinden kalkıp, anne babadan daha çok sözü dinlenen bu şeyi görmek için sokağa koştu. Sokakta, omzunda yuvarlak birşey taşıyan bir adam gördü. Adam tokmakla bu şeye vuruyor, o şey de vuruldukça gümbürdüyordu. Emelyan aradığı şeyin bu olduğunu anladı. O şeye doğru yaklaşıp bakmaya başladı: Yuvarlak birşeydi bu. Üstüne gerilerek bir deri geçirilmişti. Emelyan bu şeyin adını sordu:

- Davul dediler.

Emelyan bu şeyi kendisine vermeleri için yalvarmaya başladı. Fakat vermediler. Bunun üzerine yalvarmayı kesip, onları takip etmeye başladı. Bütün gün peşlerinden gitti. Onların yattığını görünce de davulu kaptığı gibi kaçtı. Sonra koşarak evine gitti. Karısını görmek için etrafa bakındı ama karısı evde yoktu. Gittiğinin ertesi günü onu alıp Bey'in yanına götürmüşlerdi.

Bunun üzerine Emelyan Bey'in yanına gitti ve: “Bilmediği bir yere giden, bilmediği bir şey getiren adam geldi.” diye haber yolladı. Uşaklar Bey'e haberi iletti. Fakat Bey onlara ertesi günün sabahı gelmesini söylemişti.

Emelyan tekrar haber vermeleri için yalvarıp yakarmaya başladı.

- Biraz önce geldim. Emredilen şeyi de getirdim. Ya Bey buraya gelsin, ya da ben yanına giderim, dedi.

Bey Emelyan’ın yanına gelip:

- Nereye gittin? diye sordu.

- Bilmiyorum.

- Peki ne getirdin?

Bu soru üzerine Emelyan getirdiği şeyi çıkarıp göstermek istedi. Fakat Bey, başını çevirip bakmadı bile. Sadece:

- İstediğim şey o değil, değil.

Bunun üzerine Emelyan:

- Madem ki bu değil, bu şeyi parçalamalı, diyerek davulu alıp dışarı çıktı. Üzerine vurmaya başladı. O vurdukça Bey'in askerleri Emelyan’ın etrafında toplanıyor, ona selam duruyor, ondan emir bekliyorlardı.

Bey olup bitenleri pencereden görüyor, askerlerine: “Onun arkasından gitmeyin.” diye emirler veriyordu. Fakat askerler onu dinlemiyor, Emelyan’ın peşinden gidiyorlardı. Bey bu durumu görünce karısını götürüp Emelyan’a vermelerini emretti. Sonra da davulu kendisine vermesi için Emelyan’a yalvarmaya başladı.

Emelyan ise:

- Hayır, olmaz. Bana bunu parçalamamı, sonra da nehre atmamı söylediler. İşte bu sebeple bunu sana veremem, dedi.

Sonra elinde davulla nehir kenarına gitti. Askerler de peşisıra gelmişlerdi. Emelyan orada davulu parçalayıp nehre attı.

İşte tüm bu olup bitenlerden sonra Emelyan karısını alıp evine gitti. O günden sonra Bey Emelyan'ı rahatsız etmedi. Emelyan da yoksulca, fakat alın teriyle yaşamını sürdürdü.