ÖNSÖZ
Moğol dönemi, Rusya tarihinin bütün seyri boyunca en önemli devirlerinden biridir. Moğollar, Rusya’nın tamamına bir yüzyıl kadar hâkim oldular ve XIV. Yüzyılın ortalarında Batı Rusya’daki gücü dağıldıktan sonra bile, Doğu Rusya üzerinde –daha hafif bir şekilde olmakla beraber– kontrollerini bir yüzyıl daha sürdürdüler. Bu, bütün ülkenin, özellikle de Doğu Rusya’nın tüm siyasî ve sosyal yapısında köklü değişikliklerin olduğu bir dönemdir. Moğol istilası, dolaysız ve dolaylı olarak Kiyef çağının hür siyasî müesseselerinin çöküşüne ve istibdat ile toprak köleliğinin doğmasına katkıda bulunmuştu.
Rusya’nın durumu Doğu’dan Moğol saldırısıyla eşzamanlı olarak Batı’dan Tötonların Drang nach Osten’inine1* maruz kalmasıyla daha da zorlaşmıştı. İki ateş arasında kalan Ruslar, Töton haçlı seferini durdurmak için serbest kalmak gayesiyle geçici olarak hanların metbuluğunu kabul etmek zorunda kalmışlardı. Moğollar, en azından tebaalarının dinine karışmıyorlardı. Halbuki Almanlar kendi inançlarını fethettikleri “mutezilîlere” zorla kabul ettirmeye çalışıyorlardı. Alman istilası tehdidi önlenebilirken bir kere hanlar tarafından acımasız bir müessiriyetle kabul ettirilen “Moğol boyunduruğundan” kurtulmanın o kadar kolay olmadığı görüldü. Rus halkının Moğol hâkimiyetinden kurtuluş süreci uzun ve zahmetliydi. İlk başta müstevlilere karşı koyacak yeterli kuvveti toplayamayan Rus prensleri, itaat etmek ve tek çare olarak kurnazlığa başvurmak zorunda kaldılar. Şehirlilerin Moğol görevlilere karşı giriştikleri -başarısız olsalar bile,- cüretkâr bir dizi ayaklanmanın gösterdiği gibi, Rus halkının direniş ruhu hiçbir zaman kırılmamıştı.
1Drang nach Osten: Doğu’ya Doğru Hamle; Almanların Doğu’ya doğru yayılma siyasetlerinin ifadesi –çn.
O uzak çağın olayları üzerinde düşünen tarihçiler, Rus halkının hayatta kalma mücadelelerinde sergiledikleri tâvizsiz inatçılıktan bütünüyle etkilenmekten kendilerini alıkoyamazlar. Bütün felâketlere ve normal hayatta meydana gelen inkitalara rağmen her zamanki işlerine güçlerine devam etmişler, yeniden tesis edilebilecek olanları tekrar tesis etmiş ve becerebildiklerini yeniden inşa etmişlerdi. 1350 yılına gelindiğinde, Rusya, yaralarının birçoğunu iyileştirmişti ve millet bir kere daha ekonomik kaynaklarını büyütecek ve kültürünü yeniden yaşatacak duruma gelmişti. Yüzyılın nihayetinde Rusya’nın sinaî ve askerî teknikleri fatihlerinkinden daha ileriydi ve kurtuluş sadece bir zaman meselesiydi. Gerçekten de XV. Yüzyılın ortasında Moskova grandükü handan fiilen ve 1480 yılında hukuken bağımsız olmuştu.
Rusya’da Altın Ordu’nun yıkılmasından sonra daha uzun süre silinmeyen yara izleri bırakmasına rağmen, Moğol idaresi böylece son buldu. Tabiî olarak Moğollara karşı mücadelelerinde Rusların Moğol siyasetinin ve Moğolların hükümet ve idare sisteminin birçok özelliklerini benimsemeleri kaçınılmazdı. Aynı zamanda Rusya’nın acı tecrübeleri, halkını güçlendirmiş ve gelecekte başlarına gelecek daha başka belalar karşısında hayatta kalabilmeleri için daha sağlam bir koruma getirmişti.
Rusya bir yüzyıl boyunca Moğol imparatorluğunun ve mahallî Altın Ordu hanlığının ve bir yüzyıl da sadece Altın Ordu hanlığının bir parçası olduğu için bu dönemdeki Rusya tarihinin seyri Moğolların bütün mazisini iyice incelemeden anlaşılamaz. Rusya’yı derinden etkileyen birçok önemli siyasî kararlar Moğolistan’da veya Çin’de yaşayan ulu han tarafından alınmış ve onun tarafından idarî emirler verilmişti. Altın Ordu hanına tâbi olan Moskova grandükü, Moğol imparatorluğu var olduğu sürece aynı zamanda Pekin’deki hükümdarın bir alt tebaası idi. Altın Ordu’nun uyguladığı ve Rusya’nın da tâbi olduğu genel hükümet ve idare prensipleri Moğol imparatorluğunun kurucusu Çingiz Han tarafından konmuştu. Çingiz, peşinden gidenlerin kendisine Gök tarafından yeryüzünü idare etmek görevinin verildiğine inandığı kişi ve Moğol milletine rehberlik eden ruhtu. Moğolların Rusya’da tesis ettikleri idarî sistemin analizi için Çingiz Han’ın müesseselerinin incelenmesinin bir ön şart olduğu aşikârdır. Diğer taraftan Rusya –hareketlerinde serbest olmamakla beraber– Altın Ordu’nun ve bütünüyle Moğol imparatorluğu’nun gücüne ve refahına çok katkıda bulunmuştu. Moğol ordularına devşirilen Rus askerleri, Altın Ordu hanlarının olduğu gibi ulu hanların seferlerinde de önemli bir rol oynamışlardı. Anlaşıldığına göre, o tarihte Çin’deki imparatorluk rejimine önemli bir destek olmak üzere 1330 yılında Pekin’de bir Rus Muhafız Tümeni teşkil olunmuştu. Rusya’nın en iyi zenaatkârları zorla hanın hizmetine alınıyorlar ve birçoğu Altın Ordu ve Moğolistan’da çalışıyorlardı. Güyük Han’ın tahtının yanı sıra imparatorluk mührünün bir Rus kuyumcusu tarafından yapılması dikkat çekicidir. Ayrıca haraç veya gümrük resmi olarak Rusya’da toplanan altın ve gümüş, Altın Ordu hanı için önemli bir gelir kaynağı teşkil ediyordu ve onun mahallî hanların Çin’deki ulu hana gönderdikleri “hediyelerden” üstüne düşen payı ödemesine yardımcı oluyordu. Bu payın imparatorluğun refahındaki önemi küçümsenmemelidir. Dolayısıyla Rus tarihinin bu dönemini bilmenin bir bütün olarak Moğol imparatorluğunu ve özellikle de Altın Ordu’yu araştıranlar için oldukça büyük bir önemi haiz olduğu söylenebilir.
Bu hususları göz önünde tutarak bu kitabı okuyanlara sadece Moğol dönemindeki Rusya tarihini değil, aynı dönem içinde Moğollarla Ruslar arasındaki münasebetlerin bir araştırmasını da sunuyorum. Bunun o dönem Rusyasındaki siyasî ve sosyal gelişmelerin temâyüllerini doğru olarak anlamak için yegâne yol olduğu kanaatindeyim. Aynı zamanda benim yaklaşımımın Moğol ve Türk tarihini inceleyenlere de belli ölçüde yardımcı olabileceğine inanıyorum. Planımın pekâlâ farkında olduğum dezavantajı bu kitabın çerçevesi dâhilinde Moğolların hâkimiyeti altındaki Rus sosyal, ekonomik ve kültürel hayatının dengeli bir umumî manzarası için yer bırakılmamış olmasıdır. Bu, özellikle Batı Rus’ya ve Novgorod için geçerlidir. Bu dizinin bir sonraki kitabında geriye dönüş yapmak suretiyle bu eksikliği giderebileceğimi ümit ediyorum.
Kitabıma ilgi gösteren, tavsiyeleriyle yardımcı olan ve bana değerli araştırmalarının tıpkıbasımlarını gönderen bütün dostlara ve meslektaşlara, özellikle de Francis Woodman Cleaves, Nicholas N. Martinovich, Vladimir F. Minorsky, Serge Elisséeff, Roman Jakobson, Akdes Nimet Kurat ve Johannes Rahder’e olan şükranımı ifade etmek, benim için zevkli bir görevdir. Yıllarca önce Moğol-Rus münasebetleri meselesini ilk defa ele aldığım zaman şimdi büyük bir sempati ve derin bir saygı ile hatırladığım müteveffa Wladyslaw Kotwicz’den çok teşvik gördüm. Bu dizinin aslî destekçisi olan müteveffa Boris A. Bakhmeteff’in bu kitabı görmeyeceğini düşünmek beni üzüyor.
Dostça işbirliklerinden dolayı Yale University Library personeline ve manuskripti matbaacılar için hazırlama konusundaki yardımlarından dolayı Yale University Press’in editörlük bölümüne, özellikle de Roberta Yerkes ve Ella Holliday’e candan teşekkür ederim. Kendi çalışmalarının çok yüklü olmasına rağmen ilk baskı örneklerinin okunmasında bana cömertçe yardım eden Mikael Karpovich’e ve indeksleri hazırlayan eşim Nina Vernadsky’e çok şey borçluyum. Haritalar Sterling Memorial Library’deki Cartography Laboratory’nin mensubu Robert L. Williams tarafından çizilmişlerdir.
Yayınladıkları kitaplardan alıntı yapmama izin vermekle gösterdikleri nezâketten dolayı şu kişileri anmak isterim: Sör Henry H. Howorth’un abidevî eseri History of the Mongols’ın (Longmans, Green & Co., 1876) birinci cildinden alıntı yapmama müsaade ettiği için Sör Rupert B. Howorth, K. C. M. G., K.C.V.O., C.B.; E.G. Browne’ın History of Persian Literature under Tartar Dominion’dan alıntı yapmama müsaade ettiği için Cambridge University Press; A. C. Krey’in The First Crusade kitabından alıntı yapmama müsaade ettiği için Princeton University Press.
New York City Humanities Fund’ının malî desteği olmaksızın bu kitabın yayınlanması mümkün olmayacaktı. Yazar bu teşkilata olan şükranını ifade etmek ister.
G.V., New Haven, Connecticut
6 Şubat 1953