I. BÖLÜM
MOĞOL FETİHLERİ

1. MOĞOL YAYILMASININ DÜNYADAKİ GÖRÜNÜMÜ

XIII. Yüz­yıl­da­ki Mo­ğol ya­yıl­ma­sı, za­man za­man dün­ya­nın ka­de­ri­ni de­ğiş­ti­ren ta­rih­te­ki o teh­li­ke­li ve mu­kad­de­ra­ta te­sir edi­ci pat­la­ma­lar­dan bi­riy­di. Dün­ya ta­ri­hi üzerin­de­ki te­si­ri ba­kı­mın­dan V. Yüz­yıl­da Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nu yı­ka­rak es­ki dün­ya­ya bir son ve­ren bar­bar is­ti­lâ­la­rı­na ve VII. Yüz­yıl­da İs­lâ­mi­yet’in mu­zaf­fer iler­le­yi­şi­ne ben­ze­ti­le­bi­lir. Av­ras­ya’­nın kül­tü­rel ve eko­no­mik ta­ri­hi için ha­iz ol­duk­la­rı bü­tün öne­me rağ­men, Hristiyan Ba­tı’­nın İs­lâ­mi­yet’e kar­şı bir mu­ka­bil hü­cu­mu mesabesindeki ha­re­ke­ti tem­sil eden Haç­lı Se­fer­le­ri, Mo­ğol tu­fa­nı bir ya­na, Arap­la­rın hü­cu­mun­dan da­ha mah­dut he­def­le­re ulaş­mış ve da­ha az top­rak ka­zan­cı­na yol aç­mış­tır.

Mo­ğol is­ti­lâ­sı­nın “ger­çek­ten in­san nes­li­nin ba­şı­na gel­miş en kor­kunç fe­lâ­ket­ler­den bi­ri ola­rak tas­vir edi­le­bi­le­ce­ği” söy­len­miş­tir.1 Ve ger­çek­ten Mo­ğol za­fe­ri­nin Çin ve İran gi­bi es­ki me­de­ni­yet­le­re sa­hip ül­ke­le­rin tah­ri­bi, par­lak Ha­rezm (Tür­kis­tan) dev­le­ti­nin kıs­men çö­le dön­me­si, ge­liş­mek­te olan ile­ri bir me­de­ni­ye­te sa­hip Rus şe­hir­le­ri­nin yı­kıl­ma­sı ve hep­sin­den zi­ya­de ka­vim­le­rin müs­tev­li­le­re ne­re­de kar­şı koy­ma­ya kalk­tı­lar­sa top­ye­kûn kat­li gi­bi mey­ve­le­ri­ni dü­şü­nür­sek, Mo­ğol­la­rın hem Müs­lü­man­la­ra hem Hristiyan­la­ra sal­dık­la­rı deh­şe­ti an­la­mak zor de­ğil­dir. İs­ti­lâ yol­la­rı üze­rin­de kat­le­di­len er­kek, ka­dın ve ço­cuk­la­rın sa­yı­sın­da va­ka­nü­vis­ler ta­ra­fın­dan mü­ba­la­ğa ya­pıl­mış­sa dahi, Mo­ğol harp­le­ri­nin top­lam in­san za­yi­atı bir çok mil­yo­nu bul­muş ola­bi­lir.

1Browne 3, s. 4.

So­nuç, deh­şet ve­ri­ci­dir. Hiç­bir yer­de ve hiç­bir dö­nem­de bu ka­dar yo­ğun top­lu ka­til­ler ol­ma­mış­tır. Bu­na rağ­men Mo­ğol­la­rın kar­şı­la­rın­da­ki­le­rin de kan dök­mek­ten çe­kin­me­dik­le­ri­ni ha­tır­la­mak ge­re­kir. Bü­tün ul­vî ide­al­le­ri­ne ve par­lak me­de­ni­yet­le­ri­ne rağ­men hem Or­ta­çağ Av­ru­pa­sı­nın hem Or­ta­çağ Ya­kın Do­ğu­su­nun uzun ta­rih­le­rin­de sa­de­ce ka­vim­ler ara­sın­da­ki sa­vaş­lar­da de­ğil, ka­vim­le­rin için­de­ki di­nî ve sa­ir azın­lık­la­rın bas­tı­rıl­ma­sın­da acık­lı bir za­lim­lik ve bar­bar­lık sa­bı­ka­sı var­dır. Dahası, biz, iki dün­ya har­bi­nin ve bi­ri Kı­zıl di­ğe­ri Kah­ve­ren­gi ol­mak üze­re, iki ih­ti­lâ­lin şa­hit­le­ri ola­rak, tek­no­lo­jik ge­liş­me­nin ya­nı sı­ra katliamlarda da ol­duk­ça ge­liş­me ol­du­ğu­nu bi­li­yo­ruz. As­lın­da bi­zim “ay­dın­lan­mış” nes­li­miz Çin­giz Han ile ku­man­dan­la­rı­nın re­kor­la­rı­nı kır­mış­tır. Ve biz, gün­lük mat­bu­ata gö­re ka­rar ver­mek ge­re­kir­se, İkin­ci Dün­ya Har­bin­de­ki ölü sa­yı­sı­nın eli­mi­zin al­tın­da­ki ye­ni ener­ji kay­nak­la­rıy­la ya­pı­la­cak glo­bal bir sa­vaş­ta fer­sah fer­sah aşı­la­ca­ğı dü­şün­ce­si­ni ya­vaş ya­vaş ka­bul et­mi­yor mu­yuz?

Her ne ise, Mo­ğol is­ti­lâ­sı, mâ­ruz ka­lan ül­ke­ler için ke­sin­lik­le deh­şet verici bir fe­lâ­ket­ti. Fa­kat in­san­la­rın zul­mü­nün ve ha­ta­la­rı­nın acık­lı so­nuç­la­rı­nı an­lat­mak ta­rih­çi­le­rin ye­gâ­ne gö­re­vi de­ğil­di; ta­rih­çi­nin sa­vaş­la­rın ve ih­ti­lâl­le­rin in­san­lı­k ve ta­ri­hi üzerin­de­ki bü­tün te­sir­le­ri­ni araş­tır­ma­sı ge­re­kir. İkin­ci Dün­ya Savaşı ta­rih­çi­le­ri, şim­di sa­de­ce ka­yıp­la­rı ve mas­raf­la­rı say­mak­la de­ğil, harp za­ma­nın­da­ki hü­kü­met ve as­ke­ri­ye si­ya­set­le­ri­nin ve har­bin dün­yadaki te­si­ri­nin şü­mul­lü bir araş­tır­ma­sıy­la meş­gul­dür­ler. Ay­nı şe­kil­de Mo­ğol ya­yıl­ma­sı­nın ta­rih­çi­si hem onun be­şe­ri­ye­te ge­tir­di­ği kor­kunç deh­şe­ti hem de As­ya­lı ve Av­ru­pa­lı ka­vim­ler üzerin­de­ki te­si­ri­ni dü­şün­mek zo­run­da­dır. Es­ki Dün­ya’­nın bü­yük kıs­mı­nın –Pa­si­fik Ok­ya­nu­su’n­dan Ad­ri­ya­tik sa­hi­li­ne, Çin’­den Ma­ca­ris­tan’a mu­az­zam bir ala­nın– Mo­ğol­la­rın el­le­rin­de kaldığını, güç­le­ri­ne gö­re uzun ve­ya kı­sa bir sü­re Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan yu­tul­du­ğu­nu söy­le­mek mü­ba­la­ğa ol­maz. Bir çok güç­lü As­ya­lı ve Av­ru­pa­lı kav­min ta­ri­hi­nin sey­ri ani­den de­ğiş­miş, Mo­ğol ida­re­si­nin te­sir­le­ri ve da­ha son­ra­ki art­çı etkile­ri yüz­yıl­lar bo­yun­ca Çin’­de, İran’­da ve Rus­ya’­da his­se­dil­miştir.

Ba­tı­lı mil­let­ler, Mo­ğol­la­rın Rus­ya’­yı is­ti­lâ­sı­nın ilk ha­ber­le­riy­le ve med ce­zir dal­ga­sı Le­his­tan ve Ma­ca­ris­tan’a ulaş­tı­ğı za­man da­ha da tit­rer­ken,2 Ba­tı Av­ru­pa, Es­ki Dün­ya’­nın Mo­ğol akın­la­rı­nın deh­şe­tin­den mâ­sun ka­lan az sa­yı­da­ki kö­şe­le­rin­den bi­riy­di. Bu­na rağ­men, Ba­tı Av­ru­pa’­nın si­ya­se­ti ve eko­no­mi­sinin, baş­ka yer­ler­deki bü­yük de­ği­şik­lik­le­rin tesirinden uzun süre etkilenmemiş olarak kalması mümkün değildi. Ay­rıca, Os­man­lı Türk­le­ri­nin XIV. Yüz­yı­lın son­la­rın­da ve XV. Yüz­yıl­da Ba­tı’­ya doğ­ru atı­lış­la­rı, ta­ri­hî açı­dan söy­le­mek ge­re­kir­se, Mo­ğol is­ti­lâ­sı­nın bir yan ürü­nüy­dü. Os­man­lı­la­rın Kons­tan­ti­no­po­lis’i fet­hi (1453), Ba­tı­lı mil­let­le­ri Mo­ğol­la­rın iki yüz­yıl ön­ce Ki­ev’i yağ­ma­la­ma­la­rın­dan da­ha çok et­ki­le­miş­ti. Mo­ğol at­lı­la­rı Vi­ya­na ka­pı­la­rı­nın ya­kı­nı­na ka­dar gel­miş ol­ma­la­rı­na rağ­men ora­da uzun sü­re kal­ma­mış­lar­dı; fa­kat Os­man­lı Türk­le­ri­nin Vi­ya­na’­yı teh­di­di XVII. Yüz­yı­lın so­nu­na ka­dar sür­müş­tü. Yâ­ni Mo­ğol sal­dı­rı­sı­nın art­çı te­sir­le­ri, do­lay­lı şe­kil­de Ba­tı Av­ru­pa’­yı Rus­ya’­yı tâ­ciz et­tik­le­ri ka­dar uzun sü­re teh­dit et­miş­ti. Şim­di İs­tan­bul ola­rak bi­li­nen Kons­tan­ti­no­po­lis’in hâ­lâ Türk­le­rin elin­de ol­du­ğu­nu ha­tır­la­mak ge­re­kir. As­lı­na ba­kı­lır­sa, ka­de­rin ga­rip bir cil­ve­si ola­rak, İs­tan­bul bu­gün Ba­tı dün­ya­sı­nın ka­le­si gibi dü­şü­nü­lür­ken “Kut­sal Mos­ko­va” bir­çok Ba­tı­lı için kâ­fir­le­rin baş­ken­ti ve iğ­renç Do­ğu’­nun ka­le­si ol­muş­tur.

2Mo­ğol­la­rın zu­hu­ru hak­kın­da İm­pa­ra­tor II. Fre­de­rick’in İn­gil­te­re kra­lı­na yaz­dı­ğı mek­tup­tan bu­ra­da bir alın­tı ve­ri­yo­ruz: “Do­la­yı­sıy­la bu korkunç müs­tev­li­le­rin deh­şe­tin­den do­la­yı bi­zi kor­ku ve tit­re­me al­dı.” Bkz. Matthew Pa­ris, I, 343.

Fa­kat ta­rih­te gö­rün­tü­ler hep si­yah be­yaz de­ğil­dir. Mil­let­le­rin her ça­tış­ma­sın­da bü­tün al­çak­lar bir ta­raf­ta, bü­tün kah­ra­man­lar di­ğer ta­raf­ta de­ğil­dir. İyi kalp­li hü­küm­dar­la­r gi­bi kö­tü kalp­li hü­küm­dar­la­rın si­ya­set­le­ri­ne de te­sir eden ob­jek­tif güç­ler var­dır. Ta­ri­hî sü­re­cin te­mel güç­le­ri müm­kün olan her ka­nal­dan ya­rar­la­nır­lar. Sör Henry Howorth’un söy­le­di­ği gi­bi, Mo­ğol­lar, lüks için­de­ki­le­ri ve zen­gin­le­ri yok et­mek ve sa­de­ce re­fa­hın ve ra­hat şart­la­rın hi­ma­ye­sin­de ge­li­şen gü­zel sa­nat­la­rı ve me­de­ni­yet­le­ri kü­le çe­vir­mek için “pe­ri­yo­dik şekilde gön­de­ri­len kan­la­rın­da bü­yük mik­tar­da de­mir bu­lu­nan yok­luk ve zor şart­lar için­de ye­tiş­miş ya­man ve güç­lü kuv­vet­li ırk­lar­dan bi­riy­di­ler... Ve­ba ve kıt­lık gi­bi Mo­ğol­lar da as­len bir tah­rip ma­ki­ne­siy­di­ler; oku­ma­sı acı ve üzün­tü ve­ri­ci bir hikaye de ol­sa, şa­yet in­san­lı­ğın ge­liş­me­si­nin bü­yük sey­ri­ni an­la­ya­cak­sak, bu, her şe­ye rağ­men ge­rek­li bir hikaye­dir.”3 Sör Henry’­nin fik­rin­ce Mo­ğol­la­rın tat­bik et­tik­le­ri ka­tı usul­ler, is­ti­lâ­ya mâ­ruz kal­an yoz­laş­mış top­lum­la­ra ye­ni­den ha­yat ver­mek ga­ye­si­ne hiz­met edi­yor­du. O ka­vim­le­rin re­fa­hı “kof ve gös­te­ri­şe yö­ne­lik­ti, ih­ti­şam­la­rı bü­yük öl­çü­de sa­de­ce yü­zey­de­ki bir pı­rıl­tıy­dı ve has­ta­lık­lı vü­cu­dun acı bir ila­ca ih­ti­ya­cı var­dı; yak­laş­mak­ta olan nü­zul an­cak bol­ca ha­ca­mat ya­pıla­rak ön­le­ne­bi­lir­di, ah­lâ­ken sü­kut et­miş olan şe­hir­le­re tuz ekil­me­liy­di ve sâ­kin­le­ri­ne saf kal­mış çöl­den ge­len güç­lü kan­dan bol mik­tar­da ta­ze aşı ya­pıl­ma­lıy­dı.”4

3Howorth, I, X.

4Age., I, XI.

Bu, yüz­yıl­lar bo­yun­ca ta­rih­te sa­vaş­la­rın sos­yo­lo­jik fonk­si­yon­la­rı­nın yo­rum­lan­ma­sı­nda kullanılan “kan ve de­mir” te­zi­nin bir ör­ne­ği­dir. Fa­kat Mo­ğol ya­yıl­ma­sı­nın ta­ri­hî ro­lü­nün da­ha müs­pet bir veç­he­si de var­dır. Moğollar, Av­ras­ya’­nın ek­se­ri kıs­mı­nı tek bir ida­re al­tın­da bir­leş­ti­re­rek, nis­pe­ten sadece kı­sa bir dö­nem için ol­sa bi­le, Çin’­den Ak­de­niz’e uza­nan bü­yük ka­ra yo­lu­nun gü­ven­li­ği­ni sağ­la­ma­yı ba­şar­mış­lar­dı. Pax Mon­go­li­ca, ta­bi­atıy­la Çin, Or­ta Do­ğu ve Av­ru­pa ara­sın­da bir de­re­ce­de kül­tür mü­ba­de­le­si­ne se­bep ol­muş­tu. “Mat­baacılığın, pu­su­la­nın, ateş­li silah­la­rın ve sosyal ha­ya­tın da­ha bir çok te­fer­ru­atı­nın Av­ru­pa’­da icat edil­me­dik­le­ri­ne, bi­lâ­kis Mo­ğol nü­fu­zu sa­ye­sin­de Uzak Do­ğu’­dan it­hal edil­dik­le­ri­ne be­nim şah­sen hiç şüp­hem yok” di­yor Howorth.5 Türk ta­rih­çi A. Ze­ki Ve­li­di To­gan’ın ifa­de et­ti­ği gi­bi “Türk­le­rin ve Mo­ğol­la­rın is­ti­lâ­sı... ci­han­şü­mul bir fe­lâ­ket de­ğil­di. Ta­rih­te ye­ni yö­re­le­rin me­de­ni­ye­tin yö­rün­ge­si­ne gir­di­ği bir anı [un mo­ment historique] vur­gu­lu­yor­du.”6

5A.g.y.

6A. Ze­ki Ve­li­di [To­gan], “Considérations sur la col­la­bo­ra­ti­on scientifique ent­re l’Orient islamique et l’Europe,” REI (1935), s. 269.

İç­ti­maî ola­rak Mo­ğol ya­yıl­ma­sı Av­ras­ya gö­çe­be­le­ri­nin Ba­tı’­ya göç­le­ri­nin son bü­yük dal­ga­sıy­dı. Mo­ğol­lar İs­kit­le­rin, Sar­mat­la­rın ve Hun­la­rın izin­den git­miş­ler­di;7 Ka­ra­de­niz boz­kır­la­rın­da­ki ön­cü­le­ri Pe­çe­nek­ler ve Ku­man­lar­dı.8 VII. Yüz­yıl­da­ki Arap ya­yıl­ma­sı baş­ka bir gö­çe­be ­gru­bu­nun benzer atı­lı­şıy­dı.

7Bkz. An­ci­ent Rus­sia, bö­lüm 2-4.

8Bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 224-225.

Mo­ğol­la­rın fet­het­ti­ği top­rak­la­rın mu­az­zam olu­şu­nu göz önü­ne ala­rak, gö­çe­be ya­yıl­ma­cı­lı­ğı­nın Mo­ğol aşa­ma­sı­nın bü­tün bu atı­lım­la­rın zir­ve­si­ni teş­kil et­ti­ği­ni söy­le­ye­bi­li­riz. Yi­ne de Te­mu­çin’in (Çin­giz Han) bir­leş­tir­di­ği as­lî Mo­ğol ka­bi­le­le­rin sa­yı­sı, Pe­çe­nek­le­rin ve Ku­man­la­rın­kin­den faz­la de­ğil­di. Mo­ğol atı­lı­mı­nın ola­ğa­nüs­tü ba­şa­rı­sı­nın se­bep­le­ri ne­ler­di? Nü­fu­su bir mil­yon­dan faz­la ol­ma­yan bir ka­vim, top­lam nü­fu­su yüz mil­yon ci­va­rın­da olan bir çok baş­ka kav­mi na­sıl fet­het­miş­ti? Mo­ğol sa­vaş­çı­sı­nın teş­vik un­su­ru, sa­vaş ga­ni­me­tin­den ala­ca­ğı pay­dı, ama bu hu­sus ay­nı de­re­ce­de di­ğer gö­çe­be ka­bi­le­le­rin sa­vaş­la­rı için de ge­çer­liy­di. Mo­ğol­la­rın ba­şa­rı­sı­nın esas se­bep­le­ri ara­sın­da düş­man­la­rı­nın ha­zır­lık­sız olu­şu, Mo­ğol ol­ma­yan dün­ya­nın bir­lik için­de ol­ma­yı­şı ve ya­ban­cı­la­rın Mo­ğol atı­lı­mı­nın ka­rar­lı ka­rak­te­ri­ni an­la­ya­ma­ma­sı var­dı. Di­ğer bir se­bep ise, Çin­giz Han’ın or­du teşkilatı­nı mü­kem­mel hâ­le ge­tir­miş ol­ma­sıy­dı. Ba­rut ve ateş­li silah­la­rın ica­dın­dan ön­ce, pek az mil­let tak­tik ve st­ra­te­ji ba­kı­mın­dan Mo­ğol sü­va­ri­le­ri­ne eş­de­ğer­de olan ve­ya on­la­rın ma­ne­vi­ya­tı ve fet­het­me az­mi ile re­ka­bet ede­bi­le­cek bir kuv­vet top­la­yıp ida­me et­ti­re­bi­li­yor­du.

XIII. Yüz­yıl baş­la­rın­da Mo­ğol­lar­da sal­dır­gan bir ener­ji­nin âni­den pat­lak ver­me­si hâ­lâ ­psi­ko­lo­jik bir mu­am­ma ola­rak dur­mak­ta­dır. Fen bi­lim­le­rin­den bir ben­zet­me ya­par­sak, bir ne­vi ru­hî in­fi­lak mey­da­na gel­miş­ti. VII. Yüz­yıl­da­ki Arap ya­yıl­ma­sı­nın baş­lan­gıç­ta­ki gü­cü­nün ­psi­ko­lo­jik ola­rak ye­ni bir di­nin he­ye­can ve fa­na­tiz­min­den kay­nak­lan­dı­ğı ge­nel ka­bul gör­müş­tür. Fa­kat Çin­giz Han bü­yük din­ler­den bi­ri­ne men­sup de­ğil­di; ona hem Müs­lü­man­lar hem Hristiyan­lar ta­ra­fın­dan put­pe­rest de­ni­yor­du. Onun din si­ya­se­ti bü­tün inanç­la­ra kar­şı mü­sa­ma­ha idi. Mo­ğol­la­rın ge­le­nek­sel inanç­la­rı şa­ma­nizmin ve Gö­ğe hür­me­tin bir ka­rı­şı­mıy­dı. Çin­giz Han, ha­ya­tı­nın bü­tün kri­tik an­la­rın­da “Mengü Ma­vi Gö­ğe” ya­ka­rı­yor­du. Fa­kat şa­man­la­rı dev­let iş­le­ri­ne ka­rış­tırt­mı­yor­du. Bu yüz­den biz, Çin­giz Han’ın şa­man “di­ni­ne” men­sup ol­du­ğu­nu söy­le­ye­me­yiz; ak­si­ne o, Gök ile ken­di­si ara­sın­da­ki ra­bı­ta­nın şah­sî ol­du­ğu­na ina­nı­yor­du. Ve bu inanç bir gö­rev his­si ile bir­leş­miş­ti: Ci­han­şü­mul ba­rı­şı sağ­la­mak için dün­ya­yı fet­het­mek. Onun me­sa­jı buy­du ve da­hi­lî kav­ga­lar­dan ve sü­rek­li sa­vaş­lar­dan yo­rul­muş olan Müs­lü­man Or­ta Do­ğu ve Hristiyan Ba­tı’­nın mil­let­le­rin­den en azın­dan ba­zı­la­rı et­ki­len­miş ol­ma­lı­dır­lar. Bir XIII. Yüz­yıl ta­rih­çi­si olan Gre­gory Ebul Fe­rec, Çin­giz Han’ı yön­len­di­ren dü­şün­ce hak­kın­da şu yo­ru­mu yap­mış­tı: “Bu­nun gi­bi dav­ra­nış­lar­da Mo­ğol’un Tan­rı’­ya inan­cı ken­di­ni gös­ter­mek­te­dir. On­lar, bu inanç­la fet­het­ti­ler ve fet­het­me­ye de­vam ede­cek­ler­dir.”9

9Ebul Fe­rec, s. 354.

Özet­ler­sek, Çin­giz Han’ın ci­han dev­le­ti ide­ali ile ka­rış­mış di­nî his­si­yat­lardan il­ham al­mış ol­du­ğu­nu söy­le­ye­bi­li­riz. Fa­kat onun­ki­nin bir dev­let di­ni ol­du­ğu­nu söy­le­ye­me­yiz, çün­kü ­psi­ko­lo­jik ola­rak onun­la Tan­rı ara­sın­da­ki ra­bı­ta doğ­ru­dan­dı, her­han­gi bir yer­leş­miş din va­sı­ta­sıy­la de­ğil­di. Hat­ta Gib­bon bu­na da­ya­na­rak Çin­giz Han’ın di­ni­ni “saf bir de­izm ile mü­kem­mel bir mü­sa­ma­ha­dan mey­da­na ge­len bir sis­tem” ola­rak ta­nım­la­ma­yı müm­kün gör­müş­tü. Onu Çin­giz Han’ın ya­sa­la­rı ile mu­ka­ye­se ede­rek şöy­le de­mek­te­dir: “Bi­zim hay­ran­lı­ğı­mı­zı ve al­kı­şı­mı­zı en çok hak eden Çin­giz’in di­ni­dir.”10

10 Gib­bon, 2, 1203.

2. MOĞOL SALDIRISI ARİFESİNDE MÜSLÜMAN VE HIRİSTİYAN DÜNYALARI

1095 yı­lı­nın Ka­sım ayın­da Fran­sa’­da Cler­mont’­da­ki ki­li­se kon­se­yin­de Ba­tı dün­ya­sı­nın ru­ha­nî lideri olan pa­pa II. Ur­ban, Hristiyan mil­let­le­re bu­nun Tan­rı’­nın ira­de­si ol­du­ğu­nu te­min ede­rek on­la­rı kâ­fir­le­re kar­şı “sa­li­bi al­ma­la­rı” ve Kut­sal Top­rak­la­rı “kur­tar­ma­la­rı” için teş­vik et­ti. Bir kaç haf­ta için­de tüm Av­ru­pa bu­nu duy­muş­tu ve çok geç­me­den bu sal­dı­rı ile he­def­le­nen Do­ğu Ak­de­niz’­de­ki Müs­lü­man­lar da Hristiyan­la­rın plan­la­rı­nı öğ­ren­miş­ler­di. Bu, Or­ta Çağ’­da Hristiyan­lar­la Müs­lü­man­la­rın dün­ya­la­rı ara­sın­da ya­kın bir ba­ğın ol­du­ğu bir an­dır. İs­ter ba­rı­şın ta­dı­nı çı­kar­sın­lar is­ter sa­va­şa tu­tuş­muş ol­sun­lar, bu iki dün­ya bir­bi­ri ile bağ­lan­tı­lı idi. Her­ke­sin bil­di­ği üze­re Bi­rin­ci Haç­lı Se­fe­ri ba­şa­rı­lı ol­du; 1099’da Ku­düs düş­tü. Haç­lı se­fe­ri­nin yü­ce he­def­le­rin­den ne za­man bah­set­sek, bi­zim unut­ma­ya mey­let­ti­ği­miz hu­sus Kut­sal Şeh­rin zap­tı üze­ri­ne ya­pı­lan kor­kunç kat­li­âm­dır. Chart­res’­li Fulc­her’e gö­re haç­lı­lar ka­dın­la­ra ve ço­cuk­la­ra bi­le acı­ma­mış­lar­dı. Baş­ka bir va­ka­nü­vis, Agi­les’­li Ray­mond “Ma­bet’­de ve Sü­ley­man’ın ka­pı­sın­da as­ker­ler diz­le­ri­ne ve diz­gin­le­re ka­dar ge­len kan için­de at sü­rü­yor­lar­dı... Şe­hir ce­set­ler ve kan­la dol­muş­tu.” Ve yi­ne de “bu ye­rin kâ­fir­le­rin ka­nı ile dol­ma­sı o ka­dar uzun sü­re on­la­rın kü­für­le­riy­le kir­len­di­ği için Tan­rı’­nın muh­te­şem bir hük­mü­dür” di­ye dü­şü­nü­yor­du.11 Şe­hir 1187’de Müs­lü­man­lar ta­ra­fın­dan ge­ri alın­dı; Üçün­cü Haç­lı Se­fe­ri şeh­ri on­lar­dan ge­ri al­ma­yı ba­şa­ra­ma­dı. Ve­ne­dik’in kar­ma­şık bir dip­lo­ma­si oyu­nu ve ti­ca­rî em­per­ya­liz­mi­nin so­nu­cu ola­rak Dör­dün­cü Haç­lı Se­fe­ri Müs­lü­man­la­ra kar­şı de­ğil de Bi­zans İm­pa­ra­tor­lu­ğu­na kar­şı yön­len­di­ril­di. Ku­düs “kur­ta­rıl­ma­dı,” ama onun ye­ri­ne Kons­tan­ti­no­po­lis alın­dı ve haç­lı­lar ta­ra­fın­dan acı­ma­sız­ca yağ­ma­lan­dı (1204).12

11Chart­res’­li Fulc­her, E. McGinty ter­cü­me­si, Pennsyl­va­nia Üni­ver­si­te­si, “Trans­la­ti­ons and Rep­rints”, 3. se­ri, S. 69; A.C. Krey’in The First Cru­sa de (Prin­ce­ton Uni­ver­sity Press, 1921), s. 261’de nak­let­ti­ği Agi­les’­li Ray­mond. Her iki alın­tı da Mon­te ta­ra­fın­dan say­fa 342’de zik­re­dil­miş­tir

12 Bkz. H. Grégoire, “The Question of the Fo­urth Cru­sa­de to Cons­tan­ti­nop­le,” By­zan­ti­on, 15 (1940-41), 158-166.

Hristiyan­lar Müs­lü­man­lar­la sa­va­şır ve Ba­tı’­nın Hristiyan­la­rı Ya­kın Do­ğu’nun Hristiyan­la­rı­na sal­dı­rır­ken, Uzak Do­ğu’­da fır­tı­na bu­lut­la­rı top­la­nı­yor­du. 1206’da çok uzak­lar­da­ki Mo­ğo­lis­tan’­da klan li­der­le­ri­nin mec­li­si (ku­rul­tay) iç­le­rin­den bi­ri­ni, Te­mu­çin’i Ci­han İm­pa­ra­to­ru ilan et­miş ve ona ye­ni bir ad ve­rip Çin­giz Han de­miş­ti. Mo­ğol­la­rın haç­lı se­fe­ri baş­la­mak üze­rey­di.

Hem Müslümanlar, hem de Hristiyanlar, bu önem­li ola­yın hiç far­kı­na var­ma­dı­lar. O ta­rih­te Ba­tı’­da hiç kim­se Mo­ğo­lis­tan’ın mev­cu­di­ye­tin­den ha­ber­dar de­ğil­di. MS 1241 gi­bi geç bir ta­rih­te bi­le tah­sil­li bir Av­ru­pa­lı “dün­ya­nın ta­ma­mın­da sa­de­ce ye­di ik­lim var; Hint­li­le­rin, Ha­beş­le­rin ve­ya Arap­la­rın, Mı­sır­lı­la­rın, Ku­düs­lü­le­rin, Yu­nan­lı­la­rın, Ro­ma­lı­la­rın ve Fran­sız­la­rın­ki” di­ye id­dia edi­yor­du. Bu se­bep­ten do­la­yı Mo­ğol­la­rın ger­çek­ten Uzak Do­ğu’­dan gel­dik­le­ri­ne inan­ma­yı red­det­ti­ler.13

13 Matthew Pa­ris, I, 348.

Müs­lü­man Or­ta Do­ğu ta­biî ki Mo­ğo­lis­tan’a Av­ru­pa­lı Ba­tı’­dan da­ha ya­kın­dı. Ha­rezm­li tüc­car­lar Do­ğu Tür­kis­tan’­da­ki Uy­gur­lar­la ti­ca­ret ya­pı­yor­lar­dı ve Uy­gur tüc­car­lar Mo­ğol­la­ra ker­van gön­de­ri­yor­lar­dı. Her şe­ye rağ­men 1206 ku­rul­ta­yı­nın ka­rar­la­rı­nın Ha­rezm’­de du­yul­ma­sı­na ka­dar bir çok yıl geç­ti ve bu ka­rar­la­rın me­şum öne­mi bi­le he­men fark edil­me­di.

O ta­rih­te Ha­rezm İm­pa­ra­tor­lu­ğu Or­ta Do­ğu’­da­ki en güç­lü Müs­lü­man dev­let­ti. Ha­rezm­şa­hın oto­ri­te­si Tür­kis­tan’ın ve İran’ın bü­yük kıs­mın­da ta­nı­nı­yor­du.14 Da­ha gü­ney­de Irak’­ta­ki Ab­ba­si Ha­li­fe­li­ği çö­küş halindey­di. Mı­sır ve Su­ri­ye meş­hur Sa­la­haddin’in 1191’de te­sis et­ti­ği Ey­yu­bi ha­ne­da­nı­nın sul­tan­la­rı ta­ra­fın­dan ida­re edi­li­yor­du. Kü­çük As­ya’­da Sel­çuk­lu sul­tan­lı­ğı en güç­lü dev­let­ti.15 Bu bü­yük dev­let­le­rin ara­sı­na sı­kış­ıp kalmış, iç­le­rin­de Hristiyan Gür­cis­tan ve Er­me­nis­tan kral­lık­la­rı­nın bu­lun­du­ğu bir çok da­ha kü­çük dev­let var­dı. İran’da, Bir ko­lu Lüb­nan’­da bu­lu­nan ken­di­ne has bir İs­la­mî ­grup, ta­raf­tar­la­rı­nın az sa­yı­sı ile kı­yas ka­bul et­me­yen bir nü­fu­za ve gü­ce sa­hip­ti. XI. Yüz­yı­lın son­la­rın­da ku­rul­muş­tu ve İs­la­mi­yet’in Şii ko­lun­da­ki İs­ma­ilî de­nen ha­re­ke­te men­sup­tu. Grup­ta­ki­ler sı­kı bir di­sip­lin­le ve haç­lı­la­rın “Dağ­ın Yaşlı Ada­mı” (Şeyh’ul Cebel) de­dik­le­ri şeyh­le­ri­ne olan sa­da­kat­le­ri ile bir­bir­le­ri­ne bağ­lıy­dı­lar. Şey­hin mu­ha­lif­le­ri ile he­sap­laş­ma­da te­mel me­to­du su­ikast idi. Onu kız­dı­ran hiç kim­se­nin ajan­la­rı­nın han­çer­le­rin­den gü­ven­lik­te ol­ma­dı­ğı gö­rü­lü­yor; fa­na­tizm­le­ri ad­la­rı­nın ve bi­zim “as­sas­sin” tâ­bi­ri­mi­zin tü­re­di­ği ha­şiş kul­la­nı­mı ile ar­tı­yor­du.16 Haş­ha­şi­ler Ab­ba­si­le­re, haç­lı­la­ra ve Sel­çuk­lu­la­ra kar­şı sü­rek­li bir ye­ral­tı sa­va­şı yü­rü­tü­yor­lar­dı. Ku­düs’ün se­çim­le ba­şa ge­len bir kra­lı, (1192’de öl­dü­rü­len) Con­rad ve hü­kü­met ida­re­si hak­kın­da çok dik­ka­ti çe­ki­ci bir eser olan “Si­ya­set­nâ­me”nin ya­za­rı, 1092’de kat­le­di­len Sel­çuk­lu­la­rın meş­hur ve­zi­ri Ni­za­mül­mülk kur­ban­la­rı ara­sın­day­dı­lar.17

14 Ha­rezm im­pa­ra­tor­lu­ğu hakkında bkz. W. Bart­hold, “Kwarizm-shah”, EI, 2, 913-914;aynı yazar: Tur­kes­tan, bö­lüm 3; Tols­tov, Po sle­dam, s.273-289; Ki­evan Rus­sia, say­fa 236 ile mu­ka­ye­se edi­niz. Ha­rezm ta­ri­hi­nin kay­nak­la­rı­nın göz­den ge­çi­ril­me­si için bkz. To­gan, s. 206-207.

15 Sel­çuk­lu­lar hakkında bkz. Gord­levsky; Ki­evan Rus­sia, s. 235-236 ve 361-362 ile mu­ka­ye­se edi­niz. Sel­çuk­lu ta­ri­hi­nin kay­nak­la­rı­nın göz­den ge­çi­ril­me­si için bkz. To­gan, s. 204-206

16 İs­ma­ilî­ler ve Haş­ha­şi­ler hak­kın­da bkz. “As­sas­sins”, EI, I, 412-422; C. Hu­art, “Is­ma­ili­ya”, EI, 2, 249-552; W. Iwanow, Stu­di­es in Early Per­si­an Is­ma­ilism (Ley­den, 1948); aynı yazar, The Al­le­ged Fo­un­der of Is­ma­ilism (Bom­bay, 1946).

17 Si­yãset-na­me; ay­rı­ca bkz. K.E. Sc­ha­bin­ger, “Zur Gesc­hich­te des saldschuqen Re­ichs­kanz­lers Ni­za­mu’l Mulk”, His­to­risc­hes Jahr­buch, 62 (1949), 250-283.

Hristiyan­la­rın dün­ya­sı ­da Müs­lü­man­la­rın­kin­den da­ha faz­la bir­lik içinde değildi. Ba­tı’­da iki mü­es­se­se ci­han­şü­mul ol­mak id­di­asın­day­dı: Ro­ma Ka­to­lik Ki­li­se­si ve Kut­sal Ro­ma-Cer­men İm­pa­ra­tor­lu­ğu. Fa­kat ek­se­ri­ye­ti Rum Or­to­doks ol­du­ğu için otoriteleri Do­ğu Av­ru­pa’­nın ta­ma­mın­da ta­nın­mı­yor­du. Ay­rı­ca as­lî Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun ta­ri­hî bir uzan­tı­sı olan Bi­zans İm­pa­ra­tor­lu­ğu­nun mer­ke­zi 1204’e ka­dar Kons­tan­ti­no­po­lis idi.

Bo­ğa­zi­çi’n­de­ki Rum İm­pa­ra­tor­lu­ğu yı­kıl­ma­dan ve ora­da Latin İm­pa­ra­tor­lu­ğu ku­rul­ma­dan ön­ce bi­le Ro­ma’­da­ki pa­pa­nın oto­ri­te­si haç­lı se­fer­le­ri sa­ye­sin­de mu­az­zam şe­kil­de art­mış­tı. Pa­pa­la­rın şim­di el­le­ri­nin al­tın­da ni­ha­yet is­te­dik­le­ri gi­bi kul­lan­mak ar­zu­su­na ka­pıl­dık­la­rı bir or­du var­dı.18 Haç­lı se­fer­le­ri sa­de­ce Müs­lü­man­la­ra kar­şı de­ğil, ay­nı za­man­da mu­te­zi­li­le­re (Rum Or­to­doks) kar­şı sevk edil­dik­le­ri için ted­rî­cen ye­ni bir an­lam ka­zan­dı­lar. Kons­tan­ti­no­po­lis’e ya­pı­lan sal­dı­rı Ro­ma Ka­to­lik­li­ği­nin ile­ri atı­lı­şı­nın gü­ney yo­lu­nu tem­sil edi­yor­du; ay­nı za­man­da Al­man mis­yo­ner­ler ve şö­val­ye­ler ta­ra­fın­dan Bal­tık yö­re­sin­de bir ku­zey yo­lu açıl­mış­tı. 1202’de Li­von­ya’­da Kı­lıç Ta­şı­yan­lar Ta­ri­ka­tı ku­rul­du. Bu­nu Prus­ya’­da­ki Tö­ton Ta­ri­ka­tı ta­kip ede­cek­ti (1229).19 Böy­le­ce Or­to­doks­la­ra kar­şı bir haç­lı se­fe­ri sü­rat­le vü­cut bu­lu­yor­du. Bu­nun­la bir­lik­te 1209’da da­hil­de­ki “sap­kın­la­rı”, Al­bi­gen­le­ri ve Kat­har­la­rı he­def alan da­hi­lî haç­lı se­fe­ri baş­la­dı.20 Pa­pa­nın oto­ri­te­si sü­rat­le art­mak te­mâ­yü­lün­dey­ken Ro­ma ile Al­man­la­rın “Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu” ara­sın­da­ki anlaşmaz­lık­lar, bu bü­yü­me­nin al­tı­nı bü­yük öl­çü­de oyu­yor­du. İm­pa­ra­tor­la pa­pa­lar ara­sın­da sü­re­gi­den ça­tış­ma her iki ta­ra­fın kuv­ve­ti­ni tü­ket­ti. Fre­de­rick Bar­ba­ros­sa (1155-90) ile pa­pa ara­sın­da­ki dra­ma­tik mü­ca­de­le, im­pa­ra­to­run muh­te­ris plan­la­rı­nın mağ­lu­bi­ye­ti ve uz­laş­ma ile son bul­du. Fre­de­rick’in oğ­lu Con­rad en azın­dan gö­rü­nüş­te pa­pa ile olan mü­ta­re­ke­yi sür­dür­dü, ama onun oğ­lu II. Fre­de­rick’in (1215-50) hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da ki­li­se ile im­pa­ra­tor­luk ara­sın­da ye­ni bir şid­det­li ça­tış­ma mey­da­na gel­di. İm­pa­ra­tor bun­dan baş­ka güç­lü tâ­bi­le­rin­den ba­zı­la­rı­nın ve ba­zı şe­hir­le­rin mu­ha­le­fe­ti ile kar­şı kar­şı­yay­dı; im­pa­ra­tor­luk sı­nır­la­rı­nın ha­ri­cin­de Fran­sa ve İn­gil­te­re gi­bi güç­lü dev­let­ler de var­dı.

18 La Mon­te, s. 335, 413.

19 1237’de iki ta­ri­kat bir­leş­ti ve Tö­ton Ta­ri­ka­tı kont­ro­lü ele al­dı; bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 235.

20 Al­bi­gen­ler ve Cat­har­lar hak­kın­da bkz. La Mon­te, s. 411, 413-416, 505; D. Obo­lensky, The Bo­go­mils (Camb­rid­ge, Camb­rid­ge Uni­ver­sity Press, 1948), s. 156, 157, 215, 216, 242-246, 286-289. Bu “sap­kın­lık­lar” Ma­ni­he­izm’in bir Ba­tı uzan­tı­sı­nı teş­kil edi­yor­lar­dı. Ma­ni­he­iz­min ye­ni bir araş­tır­ma­sı için bkz. H. C. Pu­vech, Le Manichéisme, son fon­da­te­ur, sa doct­ri­ne (Pa­ris, 1949).

Müs­lü­man ve Hristiyan dün­ya­la­rı ara­sın­da­ki si­ya­sî ve di­nî ay­rı­lık­lardan başka, Fi­lis­tin’­de her iki­si­ ara­sın­da­ki ça­tış­malar, Mo­ğo­lis­tan’­dan ge­le­cek olan gi­bi her­han­gi bir dış teh­li­ke­ye kar­şı di­re­niş po­tan­si­yel­le­ri­ni za­yıf­la­tı­yor­du. Ba­tı’­da­ki fe­oda­lizm ile Ya­kın ve Or­ta Do­ğu’­da­ki ik­ta sis­te­mi ara­sın­da sosyal or­ga­ni­zas­yon ba­kı­mın­dan birçok ben­zer­lik­ler var­dı.21 İm­pa­ra­tor­lar ve kral­lar güç­lü bir aris­tok­ra­si ta­ra­fın­dan des­tek­len­mek­le be­ra­ber za­man za­man ba­şı­na buy­ruk tâ­bi­le­ri­nin ken­di­le­ri­ne aşı­rı ge­len ta­lep­le­ri­ne dur de­mek zo­run­da da ka­lı­yor­lar­dı. Her iki du­rum­da ida­re­nin tü­rü­ne bağ­lı ola­rak köy­lü­ler ya efen­di­le­ri ya da ver­gi tah­sil­dar­la­rı ta­ra­fın­dan ezi­li­yor­lar­dı. Şe­hir­ler yük­se­li­şe geç­miş­ti; za­na­at­ ve ti­ca­ret Ha­rezm’­den İtal­ya’­ya ka­dar hem Av­ru­pa’­da hem Or­ta Do­ğu’­da ge­li­şi­yordu.22 Eği­tim ve tek­no­lo­ji­ye ge­lin­ce, Av­ru­pa’­da­ki söz­de “XII. Yüz­yıl Rö­ne­san­sı­na” rağ­men, o za­man­lar Müs­lü­man Do­ğu muh­te­me­len Ba­tı’­dan hâ­lâ da­ha yük­sek bir kül­tür se­vi­ye­sin­dey­di. Bu­nun­la bir­lik­te hem Av­ru­pa’­da hem Ya­kın ve Or­ta Do­ğu’­da ha­yat sa­de­ce az sa­yı­da­ki ki­şi için ra­hat­tı. Şark­lı hü­küm­dar­la­rın des­pot­ça kap­ris­le­ri, bu az sa­yı­da­ki­ler­den ba­zı­la­rı­nı bi­le et­ki­li­yor­, Ba­tı’­da­ki hü­küm­dar­lar da zor­ba ola­bi­li­yor­lar­dı. Bir çok mü­ref­feh İtal­yan şeh­ri im­pa­ra­tor­lar ta­ra­fın­dan yı­kıl­mış­tı ve iç haç­lı se­fe­ri baş­la­dı­ğı za­man hem ger­çek “sap­kın­lar” hem de öy­le ol­du­ğun­dan şüp­he­le­ni­len­ler ayı­rım ya­pıl­mak­sı­zın öl­dü­rül­müş­ler­, ma­sum­la­rın ruh­la­rı­nı kur­tar­mak gö­re­vi ise Tan­rı’­ya bı­ra­kıl­mış­tı.

21 İk­ta hak­kın­da bkz. M. So­bern­he­im, “Ik­ta”, EI, 2, 461-463; Si­yā­set-na­me, bö­lüm 5, 22, 23 ve 27. M. Fu­ad Köp­rü­lü, “Le Féodalisme Turc-Mu­sul­man au Mo­yen-Age”, Bel­le­ten, 5 (1941), 335-350; A. N. Po­li­ak, Fe­uda­lism in Egypt, Sy­ria, Pa­les­ti­ne, and the Le­ba­non, 1250-1900 (Lond­ra, The Ro­yal Asi­atic So­ci­ety, 1939; Mi­norsky, Tadh­ki­rat, s. 27-28 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

22 Ha­rezm el sa­nat­la­rı ve sa­na­yi­si hak­kın­da bkz. W. Bart­hold, Is­to­ri­ia kul­tur­noi zhiz­ni Tur­kes­ta­na (Le­ning­rad, 1927), s. 74-81; A. Iu. Iakubovsky, “Fe­odal­noe obshc­hest­vo sred­nei Azii i ego tor­gov­lia s vos­toch­noi Ev­ro­poi v x-xv ve­kakh”, Ma­te­ri­aly po is­to­rii Uz­beks­koi, Tadz hiks­koi i Turk­mens­koi S.S.R. (Le­ning­rad, 1933), I, 4-9, 27-36; Tols­tov, Po sle­dam, s. 285-287.

Hem Ba­tı’­da hem Ya­kın ve Or­ta Do­ğu’­da “sap­kın­lık­la­rın” sü­rat­le ya­yıl­ma­sı sı­ra­dan in­san­la­rın ka­der­le­rin­den mem­nun ol­ma­yış­la­rı­nın ken­di ba­şı­na bir işa­re­ti­dir. Bu hu­sus, hem Hristiyan hem Müs­lü­man dün­ya­la­rı­nın da­hi­lî za­yıf­lı­ğı­nın bir veç­he­si­ni vur­gu­lu­yor­du.

Me­se­le­yi kar­ma­şık­laş­tır­ma­mak için şim­di­ye ka­dar Rus­ya’­ya bir atıf­ta bu­lun­mak­tan sa­kın­dım. Oku­yu­cu, XII. Yüz­yı­lın son­la­rın­da ve XIII. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da Rus­ya’­da­ki si­ya­sî, ik­ti­sa­dî ve kül­tü­rel va­zi­ye­tin te­si­ri­ni bu se­ri­nin bun­dan ön­ce­ki ki­ta­bın­da bu­la­cak­tır.23 Ba­tı Av­ru­pa gi­bi Rus­ya’­nın da prens­ler ara­sın­da­ki si­ya­sî anlaşmaz­lık­la­ra rağ­men sü­rek­li bir şe­kil­de si­ya­sî ve kül­tü­rel ka­zanç­lar edin­di­ği­ni bu­ra­da söy­le­mek ye­ter­li­dir. Ay­ri­ye­ten ser­best si­ya­sî kurumları Do­ğu’­nun hü­küm­dar­lık­la­rı ile fe­odal Ba­tı­lı dev­let­ler ara­sın­da­ki ko­nu­mu­nu ken­di­ne has bir hâ­le ge­tir­miş­ti. Bü­tün bun­la­ra rağ­men prens­le­ri­nin öl­dü­re­si­ye mü­ca­de­le­le­ri ve Ba­tı’­dan ge­len haç­lı se­fe­ri­nin ar­tan teh­li­ke­si, Rus­ya’­nın ken­di­si­ni Do­ğu’­dan ba­sa­cak olan se­li dur­dur­mak şan­sı­nı cid­di şe­kil­de teh­li­ke­ye so­ku­yor­du.

23 Ki­evan Rus­sia, bö­lüm 8-10.

3. XII. YÜZYILIN SONLARINDA MOĞOL KABİLELERİ

Mo­ğo­lis­tan, Man­çur­ya’­dan Ma­ca­ris­tan’a ka­dar uza­nan Av­ras­ya boz­kır ku­şa­ğı­nın en do­ğu­da­ki bö­lü­mü ola­rak ka­bul edi­le­bi­lir. Bu boz­kır ku­şa­ğı, çok es­ki çağ­lar­dan be­ri İra­nî, Türk, Mo­ğol ve Man­çu so­yun­dan ge­len çe­şit­li gö­çe­be ka­bi­le­le­rin yur­du ol­muş­tu.

Gö­çe­be top­lu­mu çok ha­re­ket­li ve gö­çe­be­le­rin si­ya­se­ti çok di­na­mik­ti. Göçebeler, yer­leş­miş kom­şu ka­vim­le­ri sö­mür­mek ve ka­ra ti­ca­ret yol­la­rı­nı kont­rol et­mek gay­re­tiy­le za­man za­man çok uzak ül­ke­le­re hü­cum et­me­ye muk­te­dir de­vâ­sâ or­du­lar ha­lin­de bir­le­şir­ler­di.24 Fa­kat ço­ğu hal­de kur­duk­la­rı im­pa­ra­tor­luk­lar pek sağ­lam de­ğil­di ve ya­ra­tıl­dık­la­rı ko­lay­lık­la da da­ğı­lır­lar­dı. Gö­çe­be­le­rin böy­le bir­lik ol­du­ğu ve güç­le­ri­nin bel­li bir ka­bi­le­de ve­ya ka­bi­le­ler ­gru­bun­da top­lan­dı­ğı dö­nem­ler, gü­cün par­ça­lan­dı­ğı ve si­ya­sî bir­li­ğin ol­ma­dı­ğı dö­nem­ler­le yer de­ğiş­ti­rir­di. Boz­kır ku­şa­ğı­nın ba­tı bö­lü­mü­nü teş­kil eden Ka­ra­de­niz boz­kır­la­rı­nın ön­ce İra­nî­ler (İs­kit­ler ve Sar­mat­lar)25 ve son­ra peş pe­şe Türk ka­vim­le­ri (Hun­lar, Avar­lar, Ha­zar­lar, Pe­çe­nek­ler ve Ku­man­lar)26 ta­ra­fın­dan kont­rol edil­di­ği­ni ha­tır­la­mak ge­re­kir. Ön­ce­ki dö­nem­ler­de Mo­ğo­lis­tan’ı kont­rol eden­ler de Türk­ler­di: Çok es­ki za­man­lar­dan tak­rî­ben MS II. Yüz­yı­la ka­dar Hun­lar; VI. Yüz­yıl­dan VIII. Yüz­yı­la ka­dar Do­ğu Türk­le­ri; VIII. Yüz­yı­lın son­la­rın­dan IX. Yüz­yı­lın baş­la­rı­na ka­dar Uy­gur­lar. İh­ti­mal­dir ki Türk­le­re se­fer­le­ri­nin bir ço­ğun­da Mo­ğol un­sur­la­rı ka­tıl­mış­lar­dı ve Mo­ğol­lar za­man za­man nis­be­ten güç­lü ken­di dev­let­le­ri­ni (I. Yüz­yıl­dan IV. Yüz­yı­la ka­dar Do­ğu Mo­ğo­lis­tan’­da Si­yen­pi­ler; XI. Yüz­yıl­da Mo­ğo­lis­tan, Man­çur­ya ve Ku­zey Çin’­de Ki­tan­lar) teş­kil et­me­ye mu­vaf­fak ol­muş­lar­dı;27 fa­kat bir bü­tün ola­rak ba­kıl­dı­ğın­da Çin­giz Han’­dan ön­ce Mo­ğol­lar boz­kır si­ya­se­tin­de ge­nel­de ön­de ge­len bir rol oy­na­ya­ma­mış­lar­dı.

24 Gö­çe­be­le­rin ta­rih­te­ki ro­lü hak­kın­da bkz. W. Kotwicz, “O ro­le ludow koczowniczych w his­tor­ji”, Pa­mi­et­nik IV. Zjaz­du historikow pols­kich w Poz­na­niu (1925); A. J. Toyn­bee, A Study of His­tory (Oxford, Oxford Uni­ver­sity Press, 1934; 2. edis­yon, 1935; 3. tab, 1945), 3, 393, 395, 399-402, 421, 431; G. Ver­nadsky, “The Eu­ra­si­an No­mads and The­ir Art in the His­tory of Ci­vi­li­za­ti­on”, Sa­ecu­lum, I (1950), s. 74-85; Age., “Sar­mat. Hin­terg­rund”, s. 340-392.

25 M. I. Ros­tovt­zeff, Ira­ni­ans and Gre­eks in So­uth Rus­sia (Oxford, Cla­ren­don Press, 1922); An­ci­ent Rus­sia, bö­lüm 2 ve 3. Baş­ka re­fe­rans­lar için bkz. G. Ver­nadsky, “Sar­mat. Hin­terg­rund”, s. 340-346.

26 Bkz. Mo­ravc­sik; F. Alt­he­im, At­ti­la und die Hun­nen (Ba­den-Ba­den, 1951); An­ci­ent Rus­sia, bö­lüm 4-6; Ki­evan Rus­sia, s. 224-225.

27 Bkz. Mc Go­vern; W. Bart­hold, Tur­kes­tan; Wittfogel, özel­lik­le ek 5 (Qara-Khi­tay); W. Eber­hard, “Kul­tur und Si­ed­lung der Rand­völ­ker Chi­nas”, TP, 36, İlâ­ve (1942).

XII. Yüz­yıl­da Mo­ğo­lis­tan’­da mer­ke­zî bir dev­let yok­tu. Bir çok ka­bi­le ve klan ­gru­bu, ül­ke­nin çe­şit­li yö­re­le­rin­de ara­la­rın­da ke­sin bir sı­nır çiz­gi­si ol­mak­sı­zın ya­şı­yor­du. Türk­çe­nin de kul­la­nıl­dı­ğı ba­tı böl­ge­si is­tis­na ol­mak üze­re ek­se­ri­si Mo­ğol­ca ko­nu­şu­yor­du. Çok es­ki­de kal­mış olan et­nik geç­miş­le­rin­de hem Türk­ler­de hem Mo­ğol­lar­da güç­lü bir İra­nî kan ka­rı­şı­mı var­dı. Kaf­kas ır­kı­na men­sup in­san­la­rın çok es­ki za­man­lar­dan be­ri Or­ta As­ya’­da ve Çin da­hil ol­mak üze­re Do­ğu As­ya’­da ya­şa­dık­la­rı tah­min edil­mek­te­dir. G. Grum - Grjima­ylo’­ya gö­re Çin ta­rih­le­rin­de bah­so­lu­nan Din­ling adı bu ır­ka ait ol­ma­lı­dır.28 Bu bi­raz müp­hem geç­mi­şe rağ­men, da­ha ke­sin bir ifa­dey­le Hristiyan­lık­tan ön­ce­ki son yüz­yıl­lar­da, ta­ri­hî mer­kez­le­ri Ha­rezm böl­ge­si olan ku­zey İra­nî­le­rin, o mer­kez­den hem ba­tı­ya hem do­ğu­ya doğ­ru ya­yıl­dık­la­rı söy­le­ne­bi­lir. Hem len­gü­is­tik hem ar­ke­olo­jik bul­gu­lar bu ya­yıl­ma­ya şa­ha­det et­mek­te­dir. Ye­ni­sey neh­ri bo­yun­da­ki ka­ya­la­ra ka­zın­mış olan at­lı re­sim­le­ri, şa­şır­tı­cı bir şe­kil­de Kı­rım’­da du­var re­sim­le­rin­de tas­vir edi­len Alan sü­va­ri­le­ri­ne ben­ze­mek­te­dir­ler.29 Mo­ğo­lis­tan’­da bu­lun­muş olan VIII. Yüz­yı­lın baş­la­rı­na ait bir ki­ta­be­de Türk­ler ile As­lar (Alan­lar)30 ara­sın­da­ki sa­vaş­lar­dan bah­se­dil­mek­te­dir.31 Da­ha son­ra Mo­ğol mil­le­ti­nin “sağ ka­na­dı­na”, ya­ni Ba­tı Mo­ğol ka­bi­le­le­ri ara­sı­na da­hil edil­miş olan “Asud­la­rı” (yâ­ni As­lar) gö­rü­yo­ruz.32

28 Grum-Grzy­ma­ilo, 2, 5-27; Men­ges, s. 3. P. A. Bo­od­berg’in araş­tır­ma­sı “Ting-ling and Turks”, Si­no-Al­ta­ica, 2, No. 5 (Ber­ke­ley, Ca­lif., 1934) eli­me geç­me­di.

29 Bkz. M. Ros­tovt­zeff, “The Sar­ma­tae and the Part­hi­ans”, CAH, 11, 100; A. M. Tallg­ren, “In­ner Asi­atic and Si­be­ri­an Rock Pic­tu­res”, ESA, 8 (1933), 174-210, özel­lik­le s. 204. A. P. Ok­lad­ni­kov,” Kon’i zna­mia na lens­kikh pi­sa­nit­sakh”, Ti­ur­ko­lo­gic­hes­kii sbor­nik (Mos­ko­va ve Le­ning­rad, 1951), I, 143-154.

30 As­la­rın ve Alan­la­rın kim­li­ği hak­kın­da bkz. An­ci­ent Rus­sia, s. 105-106; H. W. Ba­iley, “Asi­ca”, TPS (1945), s. 1-2.

31 Bkz. W. Kotwicz ve A. Sa­mo­ilo­vitch, “Le Mo­nu­ment turc d’Ikke khuc­ho­tu en Mon­go­lie cent­ra­le”, RO, 4 (1928), 15 (tıp­kı­ba­sı­mın); Bernsh­tam, s. 47.

32 Vla­di­mirt­sov, s. 131.

XII. Yüz­yıl­da Mo­ğo­lis­tan’­da ya­şa­yan ka­bi­le­le­rin et­nik men­şei ne olur­sa ol­sun, hep­si ha­yat tarz­la­rı ve sosyal teşkilat­la­rı ba­kı­mın­dan bir­bi­ri­ne ben­zi­yor­du ve bu ba­kım­dan ay­nı kül­tür ala­nı­na men­sup ol­duk­la­rı söy­le­ne­bi­lir. Fa­kat o ta­rih­te bu ka­bi­le­le­rin ve klan­la­rın bü­tü­nü­nün ortak bir adı yok­tu. Mo­ğol adı as­lın­da sa­de­ce kü­çük bir ka­bi­le­ye atıf­ta bu­lu­nu­yor­du. Bu ka­bi­le, XII. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da önem ka­zan­mış, ama yüz­yı­lın or­ta­sın­da kom­şu­la­rı Ta­tar­lar ta­ra­fın­dan mağ­lup edi­lip ne­re­dey­se ta­ma­men da­ğıl­mış­tı. Bu­nun üze­ri­ne Ta­tar­lar Mo­ğo­lis­tan’­ın ön­de ge­len ka­bi­le­ler­den bi­ri ol­muş­lar­dı.33 Mer­kit­ler, Ke­ra­yit­ler ve Nay­man­lar di­ğer üç önem­li ka­bi­ley­di­ler.34 Ba­tı Av­ru­pa’­da Ta­tar ke­li­me­si­nin Tar­tar şek­lin­de ge­nel bir ad ola­rak bü­tün Mo­ğol müs­tev­li­le­re şâ­mil edil­di­ği ha­tır­la­na­cak­tır. Adın bu şek­li kıs­men as­lî adın klâ­sik Tar­ta­rus’a35* olan ben­zer­li­ği­ne ya­pıl­mış bir ima­dır. Va­ka­nü­vis Matthew Pa­ris şöy­le izah et­mek­te­dir: “Şey­ta­nın o iğ­renç ır­kı, Ta­tar­lar... Tar­tarus’­dan bo­şan­mış if­rit­ler gi­bi sal­dır­dı­lar (böy­le­ce Tar­ta­rus’un sâ­kin­le­riy­miş gi­bi Tar­tar den­me­si ye­rin­de­dir)”36 Ad Rus­ça­da asıl şek­liy­le (Ta­tary) mu­ha­fa­za edil­miş­tir. Rus­ya’­yı is­ti­la eden Mo­ğol or­du­la­rın­da­ki as­ker­le­rin önem­li bir kıs­mı Mo­ğol­la­rın ida­re­sin­de­ki Türk­ler­di. Bu yüz­den Ta­tar adı Rus­ya’­da ni­ha­yet Mo­ğol is­ti­la­sın­dan son­ra ora­ya yer­le­şen Türk ka­bi­le­le­rin­den Ka­zan Ta­tar­la­rı ve Kı­rım Ta­tar­la­rı gi­bi ba­zı­la­rı­na ve­ril­miş­tir. Mo­dern çağ­lar­da Rus şar­ki­yat­çı­la­rı bü­tün Türk ka­vim­le­ri­ni be­lir­le­mek için Türk-Ta­tar adı­nı yer­leş­tir­miş­ler­dir. Mo­ğol adı­na ge­lin­ce ta­ri­hin bir cil­ve­si sa­ye­sin­de, ge­le­ce­ğin im­pa­ra­to­ru Çin­giz Han’ın te­sa­dü­fen Mo­ğol klan­la­rın­dan bi­ri­ne men­sup ol­ma­sın­dan do­la­yı unu­tul­mak­tan kur­tul­muş­tur. Onun ik­ti­da­ra gel­me­siy­le Mo­ğo­lis­tan’ın bü­tün ka­bi­le­le­ri onun ön­der­li­ğin­de bir­leş­miş ve Mo­ğol­lar di­ye bi­li­nen ye­ni bir “mil­let” ya­ra­tıl­mış­tı. Ko­lay­lık ol­sun di­ye, XII. Yüz­yıl­dan bi­le bah­se­der­ken bü­tün bu ka­bi­le­le­re Mo­ğol di­ye­ce­ğiz.

33 Ta­tar­la­rın Tun­guz­lar­dan zi­ya­de Mo­ğol ­gru­bu­na men­sup ol­duk­la­rı P. Pel­li­ot’un gö­rü­şü­dür; bkz. Gro­us­set, s. 25.

34 Pel­li­ot’a gö­re Ke­ra­yit­ler ve Nay­man­lar Türk ve Mo­ğol un­sur­la­rı­nın bir ka­rı­şı­mı­nı teş­kil edi­yor­lar­dı; Bkz. Gro­us­set, s. 28. Ba­tı Mo­ğo­lis­tan ka­bi­le­le­ri­nin ant­ro­po­lo­ji ve et­no­lo­ji­si hak­kın­da bkz. Grum-Grzy­ma­ilo, 3, kı­sım 1 ve kı­sım 2, bö­lüm 1.

35Tar­ta­rus: Es­ki Yu­nan mi­to­lo­ji­sin­de ce­hen­ne­min en alt ka­tı –çn.

36 Matthew Pa­ris, I, 312.

Ön­de ge­len Mo­ğol ka­bi­le­le­ri boz­kır ku­şa­ğın­da ya­şar­ken baş­ka ka­bi­le ve­ya klan­la­rın boz­kır­la­rın ku­zey ke­na­rın­da ve­ya hat­ta Bay­kal, Yu­ka­rı Ye­ni­sey ve Al­tay böl­ge­le­rin­de or­man ku­şa­ğı­nın tam için­de ya­şa­dık­la­rı­nı kay­det­mek ge­re­kir. Mo­ğol­la­rın er­ken geç­mi­şi­ni da­ha iyi an­la­mak için as­lî Mo­ğol ka­bi­le­le­ri­ni or­man ka­bi­le­le­ri ve boz­kır ka­bi­le­le­ri di­ye ayır­mak çok önem­li­dir.37 Boz­kır ka­bi­le­le­ri bek­le­ne­ce­ği üze­re da­ha zi­ya­de at ve sı­ğır bes­le­yi­ci­le­riy­di­ler; av­cı­lık ikin­ci meş­ga­le­le­riy­di. Or­man ka­bi­le­le­ri­ne ge­lin­ce, on­lar ge­nel­lik­le av­cı ve ba­lık­çıy­dı­lar; iç­le­rin­de çok be­ce­rik­li de­mir­ci­ler de var­dı. Mo­ğol ka­bi­le­le­ri­nin bu iki bö­lü­mü ik­ti­sa­dî ba­kım­dan bir­bir­le­ri­ni ta­mam­lı­yor­lar­dı. Boz­kır­lı­lar özel­lik­le or­man ku­şa­ğı sâ­kin­le­ri­nin te­min et­ti­ği Si­bir­ya kürk­le­ri ile il­gi­le­ni­yor­lar­dı; silah­la­rı­nı yap­tır­mak için us­ta de­mir­ci­le­rin hiz­met­le­ri­ne de ih­ti­yaç­la­rı var­dı.

37 Bkz. Vla­di­mirt­sov, s. 33-36.

Di­nî inanç ba­kı­mın­dan or­man ka­bi­le­le­ri genellikle şa­ma­nistti­ler; boz­kır­lı­lar ise şa­ma­nizmin te­si­ri al­tın­da bu­lun­mak­la be­ra­ber ev­ve­le­mir­de Gö­ğe ta­pı­yor­lar­dı; her iki ­grup için­de ateş kül­tü çok yay­gın­dı. Her iki ­gru­bun to­tem hay­van­la­rı ve ta­bu­la­rı var­dı. Her iki ­grup da ba­zı­la­rı in­sa­na ben­ze­yen ba­zı­la­rı ise hay­van­la­rı tem­sil eden ka­ba­ca yon­tul­muş hey­kel­cik­le­ri kul­la­nı­yor­lar­dı. Bun­lar ilk Av­ru­pa­lı sey­yah­la­rın söy­le­mek alış­kan­lı­ğın­da ol­duk­la­rı gi­bi “put” ve­ya ke­li­me­nin ge­nel an­la­mıy­la “fe­tiş” de­ğil­ler­di, sa­de­ce hür­met edi­len di­nî ve­ya si­hir­li sem­bol­ler­di; on­gon ola­rak bi­li­ni­yor­lar­dı.38

38 “On­gon” hakkında bkz. Ras­hid I, s. 24, 198; Vla­di­mirt­sov, s. 50; D.K. Ze­le­nin, Kult on­go­nov v Si­bi­ri (Mos­ko­va ve Le­ning­rad, 1936). Türk­le­rin Mo­ğol­la­rın­ki­ne ya­kın olan es­ki di­ni hakkında bkz. Sch­midt. Ay­rı­ca Bkz. N. Ve­se­lovsky, “O re­li­gii ta­tar po russ­kim le­to­pi­si­am”, ZMNP, N. S., 64 (1911), 81-101; Pop­pe, “Opi­sa­nie.”

Or­man ka­bi­le­le­ri ara­sın­da şa­man­lar ni­ha­yet bü­yük bir si­ya­sî oto­ri­te sa­hi­bi ol­du­lar. Boz­kır or­ta­mın­da ise iç­le­rin­de Bu­diz­min ve Nesturî Hristiyan­lı­ğın39 XII. Yüz­yıl için­de bir çok ta­raf­tar bul­du­ğu din ada­mı ol­ma­yan güç­lü bir aris­tok­ra­si sü­rat­le ge­li­şi­yor­du. Va­ka­nü­vis Ebul Fe­rec’e gö­re Ke­ra­yit ka­bi­le­si­nin ta­ma­mı XI. Yüz­yıl gi­bi er­ken bir ta­rih­te Nesturî ol­muş­tu.40 Nesturî inan­cı Mo­ğo­lis­tan’a Tür­kis­tan üze­rin­den Ya­kın Do­ğu’­dan gel­miş­ti. VIII. Yüz­yı­lın or­ta­la­rın­da (bu­gün Sin­ki­ang di­ye bi­li­nen) Do­ğu Tür­kis­tan’a yer­leş­miş ve nis­pe­ten yük­sek bir kül­tür se­vi­ye­si­ne ulaş­mış bir Türk kav­mi olan Uy­gur­lar, Ya­kın Do­ğu ile Mo­ğo­lis­tan ara­sın­da bir çok baş­ka hu­sus­lar­da ol­du­ğu gi­bi bu mü­na­se­bet­le de ara­cı­lık ya­pı­yor­lar­dı.

39 Or­ta ve Do­ğu As­ya’­da Nesturî­li­ğin ya­yıl­ma­sı hakkında bkz. W. Bart­hold, Zur Gesc­hich­te des Ch­ris­ten­tums in Mit­tel-As­si­en bis zur mon­go­lisc­hen Ero­be­rung (Tü­bin­gen ve Le­ip­zig, 1901); P. Y. Sa­eki, The Nes­to­ri­an Do­cu­ments and Re­lics in Chi­na (Tok­yo, 1937); J. Da­uvil­li­er, Le Dro­it chaldéen (Pa­ris, 1939; eli­me geç­me­di).

40 Pel­li­ot bu hu­sus­ta Ebul Fe­rec’in hikaye­si­nin otan­tik­li­ğin­den şüp­he duy­mak­ta­dır; Bkz. Gro­us­set, s. 29.

XII. Yüz­yı­lın Mo­ğol top­lu­mu ata­er­kil klan­la­ra da­ya­nı­yor­du.41 Mo­ğol kla­nı (obog), ba­ba ta­ra­fın­dan ak­ra­ba­lar­dan mü­te­şek­kil­di ve dı­şa­rı­dan ev­le­ni­li­yor­du; klan üye­le­ri ara­sın­dan ev­len­mek ya­sak­tı ve böy­le­ce ge­lin­ler baş­ka klan­lar­dan is­te­ni­yor ve­ya sa­tın alı­nı­yor­lar­dı. Ço­keş­li­lik Mo­ğol­lar ara­sın­da ge­le­nek­sel bir mü­es­se­se ol­du­ğun­dan ve her bi­ri bir çok ka­dı­na ih­ti­yaç duy­du­ğun­dan do­la­yı me­se­le da­ha da çap­ra­şık­la­şı­yor­du. Bü­tün bun­lar ço­ğu kez müs­tak­bel eş­le­rin ka­çı­rıl­ma­sı­na ve klan­lar ara­sın­da bir çok ça­tış­ma­ya se­bep olu­yor­du. Ba­rı­şı sağ­la­mak için ba­zı klan­lar dü­zen­li bir de­ğiş-to­kuş sis­te­mi­ne da­ya­na­rak ço­cuk­la­rı­nı ev­len­dir­mek için kar­şı­lık­lı ola­rak anlaşma­lar yap­mış­lar­dı. Ai­le­le­rin ta­biî şe­kil­de bü­yü­me­siy­le bir klan bir bi­rim ola­rak ka­la­ma­ya­cak ka­dar bü­yü­dü­ğü za­man ye­ni klan­lar teş­kil et­mek üze­re kol­lar ay­rı­lı­yor­du. Fa­kat ye­ni klan­lar soy­la­rı­nı müş­te­rek ata­dan yü­rü­tü­yor­lar­dı; ay­nı “ke­mi­ğe” (ya­sun) men­sup ol­duk­la­rı söy­le­ni­yor­du.42 Bü­tün bu klan­la­rın ço­cuk­la­rı ara­sın­da­ki ev­li­lik­ler de ya­sak­lan­mış­tı. Her Mo­ğol’a da­ha kü­çük bir ço­cuk­ken so­yu ve klan ak­ra­ba­lı­ğı öğ­re­ti­lir­di ve bu bil­gi onun için mu­kad­des­ti. Ta­rih­çi Re­şi­düd­din, Mo­ğol­lar ara­sın­da­ki klan bağ­la­rı­nın güç­lü­lü­ğü­nü Arap­la­rın­kiy­le mu­ka­ye­se etmektedir.43

41 Bkz. Vla­di­mirt­sov, s. 46-59.

42 Ke­mik (ya­sun) hak­kın­da bkz. ay­rı­ca W. Kotwicz, “Cont­ri­bu­ti­ons à l’­his­to­ire de l’Asie cent­ra­le”, RO, 15 (1939-49), 161; Cle­aves, Insc­rip­ti­on III, s. 75 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

43 Ras­hid IA, s. 8; Vla­di­mirt­sov, s. 46 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Kla­nın bir­li­ği sa­de­ce kan ba­ğı­na de­ğil, ay­nı za­man­da di­nî his­si­ya­ta da da­ya­nı­yor­du. Hem ha­yat­ta­ki men­sup­la­rı öl­müş olan ata­lar hem de do­ğa­cak olan­lar da­hil ol­mak üze­re, her klan ken­di ken­di­ne ye­ter­li bir di­nî ­grup­tu ve bu ba­kım­dan ölüm­süz te­lak­ki edi­lir­di. Kla­nın ve da­ha kü­çük öl­çek­te ai­le­nin ma­ne­vî ha­ya­tı ocak kül­tü et­ra­fın­da odak­lan­mış­tı. Kla­nın ayin ve iba­det­le­ri­ne ka­tıl­mak hak­kın­dan mah­rum bı­ra­kıl­mak, klan­dan atıl­mak de­mek­ti. Klan li­der­le­ri­nin kı­dem­li ko­lu­nun en bü­yük er­kek ev­lâ­dı ge­le­nek­sel ola­rak klan kül­tü­nün yet­ki­li­siy­di. Çok hür­met edi­len bun­la­ra be­ki un­va­nı ve­ri­lir­di. Bu­na mu­ka­bil ai­le­nin en kü­çük er­kek ev­lâ­dı oca­ğın sa­hi­bi (oçi­gin) ka­bul edi­lir ve ba­ba­sı­nın mal­la­rı­nın önem­li bir kıs­mı­nı te­vâ­rüs eder­di.44 Bu gö­rev­le­rin ve hak­la­rın iki­ye bölün­müş­lü­ğü klan­la­rın ve ai­le­le­rin din ve kan bağ­la­rı sis­te­min­de iki fark­lı an­la­yı­şın mev­cu­di­ye­ti­ne işa­ret eder gö­rü­nü­yor.

44 Bkz. Vla­di­mirt­sov, s. 49-51.

Sü­rü­le­ri­ni ot­lat­mak ve di­ğer klan­la­rın ve­ya ka­bi­le­le­rin âni sal­dı­rı­la­rın­dan bir öl­çü­de ko­run­mak için mev­sim­lik göç za­ma­nın­da bir çok klan ge­nel­lik­le da­ha bü­yük bir bir­lik hâ­li­ne ge­lir­di. Böy­le bir bir­lik, sa­yı­la­rı ba­zen bi­ni aşan ça­dır­la­rı­nı kü­ri­yen45 di­ye bi­li­nen mu­az­zam bir da­ire şek­lin­de ku­ra­rak bir­lik­te ko­nak­lar­dı.

45 Rus­ça ku­ren’ ke­li­me­si (Uk­ray­na­ca ku­rin’) mana­sı baş­ka ol­ma­dık­la be­ra­ber bu Mo­ğol­ca te­rim­den alın­tı­dır. Za­po­rej Ka­zak­la­rı­nın or­du­sun­da Ka­zak bö­lük­le­ri­nin ko­ğu­şu ku­rin’ di­ye bi­li­nir­di. Mo­dern Rus­ça­da ku­ren’ ku­lü­be de­mek­tir (odun­cu­la­rın ve­ya bağ bek­çi­le­ri­nin ku­lü­be­le­ri gi­bi).

Fa­kat en zen­gin ve en güç­lü klan­lar, sü­rü­le­ri­ni ken­di baş­la­rı­na ot­lat­ma­yı ter­cih eder­ler­di. Böy­le bir ­gru­bun nis­pe­ten az sa­yı­da­ki ça­dır­dan mey­da­na ge­len kam­pı­na ayil de­nir­di. Zen­gin klan­lar­dan ba­zı­la­rı­nın ya­nın­da bir tâ­bi ve­ya kö­le kla­nın (una­gan bo­gol) bu­lun­du­ğu­nu kay­det­mek ge­re­kir. Bu du­rum­da kö­le­lik bir ka­bi­le sa­va­şın­da­ki mağ­lu­bi­ye­tin so­nu­cuy­du. Sü­rü­le­re ayil usu­lü bak­mak ön­de ge­len klan­la­rın zen­gin­li­ği­nin ve gü­cü­nün ik­ti­sa­dî te­me­li­ni teş­kil eder­di. Bu min­val üze­ri­ne Mo­ğol­la­rın ara­sın­da Or­ta­çağ Av­ru­pa­sı­nın fe­odal top­lu­mu ile mu­ka­ye­se edi­le­bi­lir bir aris­tok­ra­tik top­lum mey­da­na gel­miş­ti. Mo­ğol şö­val­ye­si ba­ga­tur (yi­ğit; Rus­ça bo­gatyr’ ile mu­ka­ye­se edin) ve­ya se­çen (âkil) ola­rak bi­li­nir­di. Bir ­grup ba­ga­tu­run ba­şı­na no­yan (lord) de­nir­di.

Bo­ga­tur­la­rın al­tın­da, hür ol­ma­la­rı­na rağ­men iç­ti­maî ba­kım­dan aşa­ğı se­vi­ye­de gö­rü­len halk­tan in­san­lar (ke­li­me mana­sı “ka­ra” olan ka­ra­çu) bu­lu­nur­du.46 En alt se­vi­ye­de kö­le­ler var­dı. Bu dö­nem­de bun­la­rın çoğu mün­fe­ri­den no­ya­nın şah­sı­na bağ­lı de­ğil­ler­di, sa­de­ce klan ola­rak mu­zaf­fer kla­na hiz­met­le yü­küm­lü olan fet­he­dil­miş bir kla­nın men­sup­la­rıy­dı­lar. Ba­ga­tur sı­nı­fı­nın te­si­si ile çev­re­de­ki en güç­lü no­yan tâ­bi­le­ri ola­rak di­ğer ba­ga­tur­lar üze­rin­de met­bu­luk oto­ri­te­si­ne sa­hip ola­rak bir fe­odal en­teg­ras­yon sü­re­ci baş­la­mış­tı. Ba­zı no­yan­lar gö­re­ve ta­yi­ni Çin İm­pa­ra­to­run­dan bek­le­dik­le­ri ve tay­şi (dük) ve wang (kral) gi­bi Çin un­van­la­rı al­dık­la­rı için, Çin­li­ler­le kar­şı­lık­lı tebaalık mü­na­se­bet­le­ri­nin de­re­ce­le­ri­nin for­mü­le edil­me­sin­de yar­dım­cı ol­muş­tu. XII. Yüz­yıl­da Çin iki im­pa­ra­tor­lu­ğa bölün­müş­tü: Gü­ney Çin ma­hal­li bir ha­ne­dan olan Sung­lar ta­ra­fın­dan ida­re edi­li­yor­du; ku­zey­de ise 1125’te Pe­kin’e yer­leş­miş olan Man­çu müs­tev­li­ler, Cür­cen­ler (Çin­ce Nu­çen) hü­küm sü­rü­yor­lar­dı. On­la­rın­ki Al­tın Ha­ne­dan (Chin) ola­rak bi­li­ni­yor­du. Ön­ce­ki Çin im­pa­ra­tor­la­rı­nın ge­le­nek­le­ri­ni sür­dü­ren Chin­ler ora­da bir­lik halinde bir dev­le­tin teş­ki­li­ni ön­le­mek ama­cıy­la Mo­ğo­lis­tan’­da­ki olay­la­rı ya­ki­nen ta­kip edi­yor­lar­dı. Chin ajan­la­rı mün­fe­rit Mo­ğol ka­bi­le­le­ri ara­sın­da bir güç den­ge­si­ni ida­me­ye ça­lı­şı­yor­lar­dı. Bir ka­bi­le teh­li­ke­li bir şe­kil­de güç­le­nir güç­len­mez Chin­ler onun­la sa­vaş­ma­la­rı için bir kom­şu ka­bi­le­ye silah ve­ri­yor­lar­dı ve­ya o ka­bi­le­ye kar­şı bir ka­bi­le­ler ko­alis­yo­nu teş­ki­li­ne ça­lı­şı­yor­lar­dı. “Ku­zey­li bar­bar­la­ra” yö­ne­lik bu dip­lo­ma­si, Ro­ma ve Bi­zans’ın ku­zey­li kom­şu­la­rı­yla ilişkilerinde kendilerine reh­ber edindikleri pren­si­be da­ya­nı­yor­du: (Di­vi­de et im­pe­ra)47* XII. Yüz­yı­lın or­ta­sın­da Ta­tar­lar Mo­ğol­la­rı Çin­li­le­rin yar­dı­mıy­la mağ­lup ede­bil­miş­ler­di. 1161’de Ta­tar­la­rı des­tek­le­mek için güç­lü bir Çin or­du­su Mo­ğo­lis­tan’a gön­de­ril­miş­ti. Ta­tar­lar Mo­ğol ha­nı Am­ba­gay’ı iha­net so­nu­cun­da ya­ka­la­mış­lar ve Çin pa­yi­tah­tı Pe­kin’e (o za­man En­kin di­ye bi­li­ni­yor­du) yol­la­mış­lar­dı. Ora­da ca­ni­le­ri idam et­mek için özel­lik­le kullanılan aşa­ğı­la­yı­cı bir usul­le, bir tah­ta eşe­ğe çi­vi­le­ne­rek öl­dü­rül­müş­tü. Çin hü­kü­me­ti şim­di Mo­ğol teh­li­ke­si­nin ber­ta­raf edil­miş ol­ma­sı­nı ümit edi­yor­du. Olay­lar bu­nun sa­de­ce ge­çi­ci ola­rak ge­cik­ti­ril­di­ği­ni gös­ter­di.

46 Vla­di­mirt­sov, s. 70, 118; Mos­ko­va Rus­ya’­sın­da ben­zer bir te­rim (chern­ye li­udi) için bkz. aşa­ğı­da bö­lüm 5, kı­sım 4, s. 375.

47Di­vi­de et im­pe­ra: [Latin­ce] Böl ve yö­net –çn.

4. TEMUÇİN’İN YÜKSELİŞİ

Bir boz­kır aris­tok­ra­tı­nın gü­cü, hem ma­iye­ti­nin ve kla­nı­nın, hem de ay­nı “ke­mi­ğe” men­sup baş­ka klan­la­rın des­te­ği­ne bağ­lıy­dı. Zen­gin­li­ği baş­lı­ca sü­rü­le­rin­den ve bu­nun ya­nı sı­ra ra­kip klan­la­ra ve ka­bi­le­le­re yap­tı­ğı akın­lar­da el­de edi­len ga­ni­met­ler­den ibaretti. Ba­şa­rı­lı bir akım­dan son­ra ra­ki­bin sü­rü­le­ri ken­di­nin­ki­le­re ek­le­ni­yor­du. Ba­şa­rı­sız bir akın li­de­ri hem ak­ra­ba­la­rı­nın hem ma­iye­ti­nin nez­din­de iti­ba­rı­nı yi­ti­ri­yor­du. Hatta ma­iye­tin­den ba­zı­la­rı dahi onu terk edip da­ha güç­lü bir no­ya­nın ya­nı­na gi­de­bi­li­yor­lar­dı. Şa­yet at­la­rı ve sı­ğır­la­rı bu­la­şı­cı bir has­ta­lık­la kı­rı­lır­sa ve­ya ba­şa­rı­lı bir ha­sım ta­ra­fın­dan alı­nıp gö­tü­rü­lür­se bu onun ha­ya­tı­na mal ola­bi­li­yor­du. Ha­yat­ta ka­la­bi­lir­se, o ve ak­ra­ba­la­rı fa­ti­hin kö­le­le­ri ola­bi­lir­ler­di. Kö­le­lik­ten kaç­ma­ya mu­vaf­fak olur­sa yok­sul­luk­la kar­şı kar­şı­yay­dı ve av­cı­lık ve ba­lık­çı­lık­la eli­ne ge­çen­le ge­çin­mek zo­run­day­dı. Bu durumda muh­te­me­len ma­iye­ti­nin ta­ma­mı ve ak­ra­ba­la­rı­nın ek­se­ri­si ta­ra­fın­dan ter­ke­dil­miş olur, sür­ek avı yap­mak için ada­mı ol­maz, bü­yük av hay­van­la­rı­nı av­la­ya­maz ve dağ sı­çan­la­rı ile tar­la fa­re­le­ri­ni ya­ka­la­mak­la ye­tin­mek zo­run­da ka­lır­dı. Bun­lar, müs­tak­bel ci­han fa­ti­hi­nin de genç­li­ğin­de ba­şı­na ge­lmişti. An­cak de­mir gi­bi in­san­lar bu şart­lar al­tın­da ümitsizliğe ka­pıl­maz­lar, ak­si­ne ba­şa­rı şan­sı az bi­le ol­sa so­nun­da öç al­mak için plan yap­ma­ya de­vam eder­ler. Te­mu­çin böy­le bir in­san ol­du­ğu­nu is­pat et­ti. Ço­cuk­lu­ğun­dan be­ri zihnine nakşedilen kla­n ge­le­nek­le­ri ve ka­de­ri­ne olan inan­cı, se­bat et­me­si­ne des­tek ol­du­lar.

Te­mu­çin do­ğuş­tan Mo­ğol­la­rın Bor­ci­gin kla­nı­na men­sup­tu.48 Sa­de­ce Ta­tar­la­ra de­ğil, Çin­li­le­re de sal­dır­mak ce­sa­re­ti­ni gös­ter­miş olan güç­lü Ka­bul Han’ın to­ru­nu­nun ço­cu­ğuy­du. Ta­tar­lar ta­ra­fın­dan mağ­lup edil­dik­ten son­ra Mo­ğol klan­la­rı­nın gü­cü ol­duk­ça azal­mış­tı. Te­mu­çin’in ba­ba­sı Ye­sü­gey Ba­ga­tur de­de­si­ne kı­yas­la önem­siz bir re­is­ti, ama için­de ya­şa­dı­ğı kü­çük dün­ya­da kah­ra­man bir sa­vaş­çı­nın ve ba­ga­tur top­lu­mu­nun şam­pi­yo­nu­nun, kla­nı­nın ge­le­nek­le­ri­ne la­yık bir tem­sil­ci­si ol­ma­nın iti­ba­rı­na sa­hip­ti. Mo­ğol­lar ara­sın­da âdet ol­du­ğu üze­re Ye­sü­gey kla­nı­nın şe­ce­re­si­ni ez­ber­le­miş­ti ve son­ra da oğul­la­rı­na ez­ber­let­miş­ti. 1240’ta bu şe­ce­re ka­le­me alın­mış ve Mo­ğol­la­rın Giz­li Ta­rih de­nen res­mî ta­ri­hi­ne da­hil edil­miş­ti. Kıs­men ger­çek olay­la­ra da­yan­mak­la be­ra­ber il­mî bir ça­lış­ma­dan zi­ya­de ha­ma­sî bir şi­ir­di Giz­li Ta­rih.

48 Te­mu­çin’in bi­yog­ra­fi­si­nin te­mel kay­nak­la­rı şöy­le­dir: Mo­ğol­la­rın Giz­li Ta­ri­hi; Çin­giz Han’ın se­fer­le­ri­nin Çin­ce hikaye­si; ve Re­şi­düd­din’in Cami et-tavarih’i. Bu eser­le­rin edis­yon­la­rı ve ter­cü­me­le­ri için Kay­nak­lar’a bkz.. Çin­giz Han’ın bi­yog­ra­fi­le­ri için Bib­li­yog­raf­ya’­ya bkz.. Ay­rı­ca 1362 yı­lın­da­ki Mo­ğol­ca ki­tâ­be­ye, Cle­aves, Insc­rip­ti­on I, s. 83-85’e bkz..

Bu şe­ce­re­ye gö­re Mo­ğol­lar bir çift to­tem hay­va­nı­nın so­yun­dan gel­miş­ler­dir: boz­kurt (Bor­te Çi­no) ve ka­ra­ca (Koa-Ma­ral).49 Bu mü­na­se­bet­le kur­dun ve ge­yi­ğin (ve­ya ka­ra­ca­nın) Türk­le­rin ve ay­nı za­man­da ku­zey İra­nî­le­rin to­tem hay­van­la­rı ara­sın­da ol­duk­la­rı­nı kay­det­mek ge­re­kir.50 Koa-Ma­ral’a ilave­ten Mo­ğol­lar ata­la­rı olan baş­ka bir ka­dı­nın, as­lî ata çif­ti­nin so­yun­dan ge­len Do­bun-Mer­gan ba­ga­tu­run ka­rı­sı Alan-Ko­a’­nın anı­sı­na hür­met edi­yor­lar­dı. Alan-Koa adı özel bir dik­ka­ti hak etmektedir. “Koa,” “gü­zel” de­mek­tir. “Alan” ise çok muh­te­me­len et­nik bir ad­dır –güç­lü İra­nî ka­vim Alan­la­rın adı­dır.– Ev­vel­ce bah­so­lun­du­ğu üze­re Mo­ğol ka­bi­le­le­ri­nin için­de Alan asıl­lı klan­lar var­dı. Baş­ka ba­zı Mo­ğol klan­la­rın­da ol­du­ğu gi­bi Bor­ci­gin­ler­de de Alan ka­nı ka­rış­mış gö­zü­kü­yor. Mo­ğol­ca “ih­ti­şam” (al­dar) ke­li­me­si­nin Alan­ca­dan alın­mış ol­ma­sı önem­li­dir.51 Oset­çe­de52 “al­dar”, “re­is”, “prens” de­mek­tir.53 Çok muh­te­me­len es­ki za­man­la­rın Alan ba­ga­tur­la­rı Mo­ğol­la­rın ata­la­rı­nı yap­tık­la­rı muh­te­şem iş­ler­le et­ki­le­miş­ler­di. Te­sa­dü­fen Ming­rel­ce­de ala­ni (Alan) “kah­ra­man”, “yi­ğit” de­mek­tir.54 Ez­cüm­le Alan-Koa adı “Alan Gü­ze­li” di­ye ter­cü­me olu­na­bi­lir.

49 “Ma­ral” (Cer­vus ma­ral) Ba­tı Mo­ğo­lis­tan’­da da ya­şa­yan Al­tay ge­yi­ği­dir. bkz. Grum-Grzy­ma­ilo, I, 517-518.

50 Ku­zey İra­nî­ler­de (Alan­lar­da) to­tem hay­va­nı ola­rak kurt ve ge­yik hak­kın­da bkz. Aba­ev, s. 49.

51 Age, s. 85.

52 Oset­çe’­nin Alan­ca’­dan tü­re­di­ği dü­şü­nül­mek­te­dir.

53 Aba­ev, s. 85.

54 Age, s. 45.

Mo­ğol ana­ne­si­ne gö­re Alan-Ko­a’­nın son üç oğ­lu (bun­lar­dan bi­ri Çin­giz Han’ın ata­sıy­dı) ko­ca­sı­nın ölü­mün­den çok son­ra doğ­muş­lar­dı. Bu hu­sus­ta bir ef­sa­ne mey­da­na gel­miş­ti ve bu oğul­la­ra ha­mi­le ka­lı­nış ta­bi­atüs­tü bir mü­da­ha­le­ye at­fe­dil­miş­ti.55 Bu ef­sa­ne Mo­ğol­la­rın şe­ce­re­si­ne da­hil edil­miş ve bir var­yan­tı İran­lı ta­rih­çi Re­şi­düd­din ta­ra­fın­dan Mo­ğol­la­rın Ta­ri­hi ad­lı ese­ri­ne kon­muş­tu. Re­şidüddin, öv­gü­ye lâ­yık bir ih­ti­yat­la hikaye­nin otan­tik­li­ği­nin so­rum­lu­lu­ğu­nu kay­na­ğı­na, bu du­rum­da Mo­ğol­ ge­le­ne­ği­ne yük­le­miş­ti.56 Hem Giz­li Ta­rih’e hem Re­şi­düd­din’e gö­re mey­da­na ge­len mu­ci­ze­yi ak­ra­ba­la­rı­na ve son­ra oğul­la­rı­na Alan-Ko­a’­nın ken­di­si izah et­miş­ti. “Her ge­ce rü­yam­da sa­rı saç­lı ve ma­vi göz­lü bi­ri­nin ses­siz­ce içe­ri­ye gir­di­ği­ni, ba­na yak­laş­tı­ğı­nı ve son­ra git­ti­ği­ni gö­rü­yor­dum.57 Bü­yü­dük­le­ri za­man... do­ğur­du­ğum bu ço­cuk­lar kav­mi­ni­zin ve baş­ka ka­vim­le­rin im­pa­ra­tor­la­rı ve han­la­rı ola­cak­lar­dır.”58 Giz­li Ta­rih Alan-Ko­a’­nın es­ra­ren­giz zi­ya­ret­çi­sin­den ne­şet eden ışık huz­me­sin­den bah­se­di­yor.59

55 Ef­sa­ne­nin muh­te­va­sın­dan Alan-Ko­a’­nın üç oğ­lu­nun üçüz mü ol­duk­la­rı, yok­sa te­ker te­ker mi doğ­duk­la­rı bel­li de­ğil­dir.

56 Ras­hid IA, s. 7, 9.

57 Am­mi­anus Mar­cel­li­nus’a gö­re Alan­la­rın sa­çı­nın “sa­rı­mtrak” ol­du­ğu­nu kay­det­mek ge­re­kir; bkz. An­ci­ent Rus­sia, s. 90. Soy­la­rın­dan ge­len Os­set­le­rin ba­zı­la­rı da sa­rı­şın­dır; bkz. V. Mil­ler, “Ose­tiny”, ES, 43, 263.

58 Ras­hid, IA, s. 10.

59 Ko­zin, s. 81.

Hikaye­nin men­şei ne­dir? Mü­te­vef­fa Ernst Herz­feld, Mo­ğol ef­sa­ne­si­nin Bü­yük İs­ken­der’in ta­bi­atüs­tü do­ğum hikaye­si­nin sa­de­ce bir var­yan­tı ol­du­ğu­nu ile­ri sür­müş­tü.60 Herz­feld, İs­ken­der ef­sa­ne­si­nin İs­lâm dün­ya­sın­da çok yay­gın ol­du­ğu­na işa­ret edi­yor; hat­ta (Alon­goa ola­rak oku­du­ğu) Alan-Koa adı­nın (İs­ken­der’in an­ne­si­nin adı olan) Olym­pi­as’ın bo­zul­muş bir şek­li ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yor ve bu bo­zul­ma­nın Arap­la­rın Olym­pi­as’ı oku­yuş tarz­la­rın­dan kay­nak­lan­dı­ğı­nı iza­ha te­şeb­büs edi­yor. Herz­feld’in te­ori­si par­lak ve çe­ki­ci gö­zük­mek­le be­ra­ber, ile­ri sür­dü­ğü tez inan­dı­rı­cı de­ğil­dir ve kıs­men salt yan­lış an­la­ma­ya da­yan­mak­ta­dır. İs­ken­der ef­sa­ne­si­nin İran da­hil ol­mak üze­re İs­lâm dün­ya­sın­da po­pü­ler ol­du­ğu doğ­ru­dur, ama er­ken Mo­ğol ede­bi­ya­tın­da on­dan bir iz yok­tur. Bir adın Ya­kın Do­ğu’­dan Mo­ğol­la­ra nak­lin­de Arap me­tin­le­ri­ne ve Arap­ça oku­yuş­la­ra bir rol at­fet­mek Çin­giz Han’­dan ön­ce Mo­ğol­la­rın üm­mî ol­duk­la­rı hu­su­su­nu ol­du­ğu gi­bi Mo­ğol folk­lo­ru­nun bü­tün ar­ka planı­nı göz ar­dı et­mek de­mek­tir. As­lı­na ba­kı­lır­sa Herz­feld asıl Mo­ğol şe­ce­re­si­ni ye­te­rin­ce bil­mi­yor gö­zü­kü­yor. Onun bü­tün te­zi, XV. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da Ti­mur’un tür­be­sin­de­ki ki­tâ­be­ye is­ti­nat edi­yor.61 Bu ki­ta­be Ti­mur’un şe­ce­re­si­ni ih­ti­va et­mek­te­dir ve Ti­mur ken­di­si­ni Alan-Ko­a’­nın so­yun­dan gel­miş ola­rak te­lak­ki et­ti­ği için ka­dı­nın hikaye­si an­la­tıl­mış­tır.

60 E. Herz­feld, “Alan­goa”, Der Is­lam, 6 (1916), 317-327; E. Bloc­het, “Les Insc­rip­ti­ons de Sa­mar­kand”, RA, 3. se­ri, 30 (1899), 67-77 ile mu­ka­ye­se edi­niz. Ar­nold J. Toyn­bee, A Study of His­tory, 6, 628 ve dip­not 4, Herz­feld’in te­ori­si­ni ka­bul et­mek­te­dir.

61 Ti­mur (Ti­mur­lenk) hak­kın­da bkz. aşa­ğı­da bö­lüm 4, kı­sım 2, s. 247-248.

Ti­mur Müs­lü­man­dı ve do­la­yı­sıy­la ef­sa­ne ki­tâ­be­de Ku­r’an’­dan na­kil­ler­le İs­lâ­mî bir gö­rü­nüm al­mış­tı. Alan-Koa ile iliş­ki­li ola­rak Ku­r’an’­dan zik­re­di­len iki âyet (19, 17 ve 19,20) as­lın­da Bâ­ki­re Mer­yem hak­kın­da­dır.62 Bu­ra­da Alan-Koa ef­sa­ne­si­nin ger­çek men­şe­inin anah­ta­rı­nı bul­muş gö­rü­nü­yo­ruz. Mo­ğol ka­bi­le­le­rin­den ba­zı­la­rı­nın ara­sın­da Nesturî Hristiyan­lı­ğın çok yay­gın ol­du­ğu göz önü­ne alın­dı­ğın­da Bâ­ki­re Mer­yem hikaye­si­nin Mo­ğol kav­ram­la­rı­na adap­te edil­miş ve ni­ha­yet Giz­li Ta­rih’e sokulmuş ol­ma­sı çok muh­te­mel gö­zük­mek­te­dir.

62 Alan-Ko­a’­nın hikaye­si bu şek­liy­le Ti­mur’un bi­yog­ra­fi­si­ni ya­zan Şe­ra­fed­din Ali Yez­di ta­ra­fın­dan Za­fer-nâ­me’­de tek­rar­lan­mış­tır; bkz. Bloc­het (dip­not 58’de ol­du­ğu gi­bi), s. 202-221.

Şim­di baş­ka bir me­se­ley­le kar­şı kar­şı­ya­yız: Alan-Ko­a’­nın son üç oğ­lu­nun ta­bi­atüs­tü do­ğum ef­sa­ne­si Mo­ğol­la­rın şe­ce­re­si­ne ne za­man da­hil edil­miş­ti? Te­mu­çin an­cak im­pa­ra­tor ol­duk­tan son­ra mı, yok­sa ön­ce mi? So­ru­nun Te­mu­çin’in ma­ne­vi­ya­tı ve zih­ni­ye­tiyle iliş­ki­si var­dır. Şa­yet ef­sa­ne­yi onun do­ğu­mun­dan ön­ce Mo­ğol ge­le­ne­ği­nin bir par­ça­sı ola­rak dü­şü­nür­sek, o za­man ço­cuk Ti­mu­çin’in zih­nin­de­ki tam te­si­ri­ni ka­bul et­me­miz ge­re­kir. Bu tak­dir­de ef­sa­ne Te­mu­çin’in bü­yük ka­de­ri­ne olan inan­cı­nın te­me­li­nin bir kıs­mı­nı teş­kil et­miş ol­ma­lı­dır. So­ru­ya ke­sin bir ce­vap ver­mek müm­kün ol­ma­mak­la be­ra­ber, sa­de­ce Alan-Ko­a’­nın Çin­giz Han’ın so­yun­dan gel­di­ği oğ­lu­nun de­ğil, bi­lâ­kis oğul­la­rın­dan di­ğer iki­si­nin de ta­bi­atüs­tü bir şe­kil­de doğ­duk­la­rı­nın söy­len­me­si hu­su­su bi­le, ef­sa­ne­nin Te­mu­çin im­pa­ra­tor ol­ma­dan çok ön­ce, muh­te­me­len do­ğu­mun­dan da ön­ce oluş­tu­ğu­nun işa­re­ti­dir.63 Ef­sa­ne ile aşi­kâr bir şe­kil­de sa­de­ce (Te­mu­çin’in kla­nı olan) Bor­çi­gin kabilesini de­ğil, bi­lâ­kis onun ve iliş­ki­li ol­du­ğu bü­tün klan­la­rın men­sup ol­du­ğu tüm ­gru­bun ih­ti­şam­lı gös­ter­ilmesi hedeflenmiştir.

63 Yü­an-shi’­ye gö­re Alan-Ko­a’­nın oğul­la­rın­dan sa­de­ce bir ta­ne­si ta­bi­atüs­tü bir şe­kil­de doğ­muş­tu. Bkz. Kra­use, Cin­gis Han, s. 8; Ia­kinf, s. 2.

Gör­dü­ğü­müz üze­re Ye­sü­gey Ba­ga­tur boz­kır top­lu­mun­da bü­yük bir po­pü­la­ri­te­ye sa­hip­ti; kla­nın ka­dın­la­rı gi­bi er­kek­le­ri de ona hay­ran ol­muş ol­ma­lı­lar. Fa­kat ev­len­me­ye ka­rar ver­di­ği za­man ken­di “ke­mi­ği” için­den ev­len­me­si­ne en­gel olan kabile âdet­le­ri­ni he­sa­ba kat­mak zo­run­day­dı. Ye­sü­gey böy­le­ce dı­şa­rı­dan bir ge­lin te­min et­mek zo­run­day­dı ki, bu­nu bir Mer­kit’in ni­şan­lı­sı ola­rak yur­du­na gö­tür­mek­te ol­du­ğu Ol­ko­nut ka­bi­le­sin­den çok gü­zel bir kı­zı ka­çı­ra­rak hal­let­ti.64 Kı­zın adı Oe­lun (Oelün) idi. Bu olay sebebiyle Mer­kit­lerle Bor­çi­gin kabilesi ara­sın­da uzun sü­re­li bir kan da­va­sı başlamıştır.

64 Ol­ko­nut­lar Mo­ğo­lis­tan’ın do­ğu kıs­mın­da ya­şa­yan Un­gi­rat­la­rın bir ko­luy­du­lar. Bu ma­ce­ra hak­kın­da­ki il­ginç bir yo­rum için bkz. L. Olsch­ki, “Oelün’s Che­mi­se”, JAOS, 67 (1947), 54-56.

Te­mu­çin, Oelün ile Ye­sü­gey’in ilk ço­cu­ğuy­du. Do­ğum ta­ri­hi hak­kın­da bir mik­tar be­lir­siz­lik var­dır. Re­şi­düd­din’in he­sap­la­ma­sı­na gö­re MS 1155 yı­lı­nın 7 Ocak ile 5 Şu­bat ara­sın­da­ki dö­ne­mi­ne tekabül eden Hic­ri 547 yı­lı­nın zil­ka­de ayın­da doğ­muş­tu.65 Di­ğer ta­raf­tan (Mo­ğol) Yüan ha­ne­da­nı­nın Çin ta­ri­hi­nin gü­nü­mü­ze ka­dar ge­len nüsha­la­rın­da Çin­giz Han’ın alt­mı­ş al­tı ya­şın­da öl­dü­ğü be­yan edil­mek­te­dir.66 Artık ölüm yı­lı­nın 1227 ol­du­ğu ke­sin ola­rak bi­lin­mek­te­dir. Bun­dan da Te­mu­çin’in 1162’de doğ­du­ğu he­sap­lan­mış­tır.67 Mo­ğol kro­no­lo­ji­sin­de­ki çevrime uy­ma­dı­ğı için 1162 as­lın­da müm­kün de­ğil­dir. Böy­le bir çevrim on iki yıl­dan mey­da­na ge­li­yor­du; her yıl bir hay­van adı ile bi­li­ni­yor­du.68 Re­şi­düd­din’e gö­re Çin­giz Han Do­muz Yı­lın­da doğ­muş­tu.69 1155 yı­lı böy­le bir yıl­dı, ama 1162 At Yı­lıy­dı.

65 Ras­hid, IA, s. 88; Gro­us­set, s. 51.

66 Kra­use, Cin­gis Han, s. 41; Ia­kinf, s. 137.

67 Kra­use, Cin­gis Han, s. 41; Çin âde­ti­ne gö­re ço­cu­ğun doğ­du­ğu gün bir ya­şın­da ka­bul edil­di­ği­ni kay­det­mek ge­re­kir; bkz. Gro­us­set, s. 51.

68 Mo­ğol kro­no­lo­ji­si hak­kın­da bkz. W. Kotwicz, “O ch­ro­no­lo­gu­ji mon­gols­ki­ej”, RO, 2 (1925), 220-250; 4 (1926), 108-166. Mo­ğol­lar ni­ha­yet Ti­bet­li­le­rin 60’lı sis­te­mi­ni be­nim­se­di­ler, bu hu­sus­ta bkz. A. Pozd­ne­ev, Mon­gols­ka­ia le­to­pis’ Er­de­ni in-erik­he (St. Pe­ters­burg, 1833); P. Pel­li­ot, “Le Cyc­le sexagénaire dans la ch­ro­no­lo­gie ti­be­ta­ine”, JA (Ma­yıs-Ha­zi­ran 1913), s. 633-667; Ba­ron A. von Sta­el-Hols­te­in, “On the Sexagenary Cyc­le of the Ti­be­tans”, MS, I (1935), 277-314. Ge­or­ge N. Ro­erich’in Blue An­nals’ı tak­di­mi, s. XXI ile mu­ka­ye­se edi­niz.

69 Ras­hid, IA, s. 88-89; Kha­ra-Da­van, s. 17 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Ha­ne­dan dev­ril­dik­ten son­ra der­len­miş ol­sa bi­le, Yüan ha­ne­da­nı­nın res­mî ta­ri­hin­de na­sıl yan­lış ya­pı­la­bi­lir­di? Yan­lı­şın asıl ta­rih ki­ta­bın­da de­ğil de son­ra­ki nüshalar­da ya­pıl­dı­ğı var sa­yı­la­bi­lir. Baş­pis­ko­pos Pal­la­di’­nin bu ese­rin ter­cü­me­si için kul­lan­dı­ğı “Çin­giz Han’ın Se­fer­le­ri­nin Tas­vi­ri”nin kop­ya­sın­da te­sa­dü­fen Çin­giz Han’ın alt­mış beş ya­şın­da öl­dü­ğü be­yan edil­miş­tir. Fa­kat Pal­la­di ori­ji­na­lin­de­ki ra­ka­mın “alt­mış” ol­du­ğu­nu, “beş sa­yı­sı­nın (Pal­la­di’­nin kop­ya­yı al­dı­ğı) XIX. Yüz­yıl­da Çin­li âlim Ho Ch’iu-t’ao ta­ra­fın­dan Çin­giz’in ölü­mü za­ma­nın­da­ki ya­şı­nı “Tas­vir”in ön­ce­ki bir bö­lü­mün­de be­lir­ti­len Nay­man­la­ra kar­şı se­fe­ri es­na­sın­da­ki ya­şı­na mü­te­kâ­bil ola­rak ek­le­di­ği­ni kay­det­miş­tir.70 Ti­bet ri­va­yet­le­ri­ne gö­re Çin­giz Han’ın alt­mış­ bir ya­şın­da öl­müş ol­ma­sı dik­ka­te de­ğer­dir.71 Ay­ri­ye­ten mü­te­vef­fa Pa­ul Pel­li­ot ya­kın za­man­lar­da ben­zer bir de­li­li Çin do­kü­man­la­rın­da bul­muş­tu.72 Şa­yet Çin­giz Han’ın 1227’de öl­dü­ğü za­man alt­mış ya­şın­da ol­muş ol­du­ğu­nu dü­şü­nür­sek do­ğum ta­ri­hi ola­rak 1167’yi ka­bul et­me­miz ge­re­kir. Bu yıl da yi­ne Do­muz Yı­lı­dır ve 1155 ka­dar ka­bul gö­re­bi­lir.

70 Pal­la­di, Ki­ta­is­koe ska­za­nie, s. 195 ve dip­not 5.

71 Blue An­nals, s. 58.

72 Bkz. Gro­us­set, s. 51; Cle­aves, Insc­rip­ti­on I, s. 99.

Şa­yet Te­mu­çin’in do­ğum ta­ri­hi ola­rak 1167 ka­bul edi­lir­se 1219’da –Tür­kis­tan se­fe­ri­nin baş­lan­gı­cın­da– Çin­giz Han ya­kın za­ma­na ka­dar ge­nel­lik­le dü­şü­nül­dü­ğü gi­bi alt­mış ­dört de­ğil el­li ­iki ya­şın­da imiş de­mek­tir. Yıl­lar­ca sü­ren ve zor­luk­lar­la do­lu olan o se­fer­de Çin­giz’in yo­ru­cu fa­ali­ye­ti mu­hak­kak el­li­li yaş­la­rın­da­ki bir ada­ma da­ha yaş­lı bir adam­dan da­ha uyar. Ay­rı­ca do­ğum ta­ri­hi ola­rak 1155 yı­lı Çin­giz Han’ın ha­ya­tın­da ev­len­di­ği ta­rih­ten he­men he­men 1200 yı­lı­na ka­dar Giz­li Ta­rih’­te an­la­tı­lan hikaye­nin dol­du­ra­ma­dı­ğı bir boş­luk bı­rakmaktadır.

Yesügey, Te­mu­çin do­kuz ya­şı­na gel­di­ği za­man, oğ­lu­nun za­ma­nı gel­di­ğin­de ken­di­si­nin yap­mış ol­du­ğu gi­bi kız ka­çır­masından­sa onun ni­şa­nı­nı gö­rüş­me yo­luy­la yap­ma­ya ka­rar ver­di. Bu ga­ye ile ba­ba oğul Oelün’ün ak­ra­ba­la­rı­na, Ol­ko­nut ka­bi­le­si­ne doğ­ru yo­la çık­tı­lar. Yol­da Ol­ko­nut­la­rın kollarından Un­gi­rat ka­bi­le­sin­e mensup ba­gatur Day-Se­çen’e rast­la­dı­lar. Da­ha şim­di­den gü­zel ol­du­ğu dü­şü­nü­len Bör­te adın­da bir kı­zı var­mış. Ba­ba­lar bir­bir­le­rin­den ve bir­bir­le­ri­nin ço­cuk­la­rın­dan hoş­lan­dı­lar ve he­men bir anlaşma­ya va­rıl­dı. Ço­cuk Te­mu­çin Day-Se­çen’in müs­tak­bel da­ma­dı ola­rak es­ki Mo­ğol âde­ti­ne gö­re onun oba­sın­da ka­la­cak­tı.73

73 Vla­di­mirt­sov, s. 48.

Ye­sü­gey Ba­ga­tur anlaşma­dan mem­nun va­zi­yet­te tek ba­şı­na oba­sı­na doğ­ru yo­la çık­tı. Yol­da gez­me­ye çık­mış bir ­grup Ta­tar ta­ra­fın­dan zi­ya­fe­te da­vet edil­di. Red­det­mek boz­kır ter­bi­ye­si­ne ters dü­şer­di. Kla­nı ile Ta­tar­lar ara­sın­da kan da­va­sı ol­ma­sı­na rağ­men Ye­sü­gey şevk­le eğ­len­ce­ye ka­tıl­dı. Son­ra eve doğ­ru yo­la de­vam eder­ken ken­di­ni fe­na his­set­ti ve ha­in Ta­tar­la­rın iç­ki­si­ne ze­hir koy­muş ol­duk­la­rı­nı fark et­ti. Ge­ri dön­dük­ten birkaç gün son­ra (şa­yet Te­mu­çin 1167’de doğ­duy­sa 1177 yı­lı ci­va­rın­da) öl­dü.

Ye­sü­gey’in öl­me­den ön­ce ver­di­ği ta­li­ma­ta bi­na­en ai­le­si­nin ko­ru­yu­cu­su ola­rak ta­yin et­ti­ği Mun­lik Te­mu­çin’i ge­ri ça­ğır­dı. Ço­cu­ğun an­ne­si Oelün, ce­sur bir ka­dın ol­du­ğu­nu gös­ter­di ve kla­nı ken­di ida­re­si al­tın­da bir ara­da tut­ma­ya ça­lış­tı; ama bu iş, ko­ca­sı­nın ak­ra­ba­la­rı onun li­der­li­ği­ni ka­bul et­me­ye ra­zı ol­ma­dık­la­rı için, ne­re­dey­se imkan­sız­dı. Kı­sa bir sü­re için­de Ye­sü­gey’in bü­tün ak­ra­ba­la­rı ve Tay­çi­yut kabilesi mensuplarının da da­hil ol­du­ğu bü­tün adam­la­rı sı­ğır­la­rı­nın ço­ğu­nu be­ra­ber­le­rin­de gö­tü­re­rek Oelün’ün oba­sın­dan ayrıldılar. Mun­lik bi­le onu terk et­ti. Oelün, beş ço­cu­ğu (en bü­yü­ğü Te­mu­çin’­den baş­ka üç oğul ve bir kız), ko­ca­sı­nın di­ğer eşi ve ço­cuk­la­rı ve bir kaç hiz­met­çi kız ile bir­lik­te ça­re­siz bir va­zi­yet­te kal­dı. Ye­sü­gey’in ai­le­si için zor­luk ve aç­lık yıl­la­rı baş­la­mış­tı; ama Oelün ce­sa­re­ti­ni kay­bet­me­di. Te­mu­çin’e kla­nı­nın ih­ti­şam­lı geç­mi­şi­ni öğ­ret­mek için çok uğ­raş­tı. Ço­cuk me­rak­la din­li­yor ve bü­tün es­ki hikaye­le­ri ha­fı­za­sı­na kay­de­di­yor­du. Fa­kat ai­le­nin kö­tü ta­li­hi son bul­ma­mış­tı. Es­ki yol­daş­la­rı olan Tay­çi­yut­lar oba­ya sal­dı­rıp Te­mu­çin’i esir al­dı­lar, ama o inan­dı­ğı semavi güçlerin yar­dımı sa­ye­sin­de kaç­ma­ya mu­vaf­fak ol­du.

Yıl­lar geç­erken o da sü­rat­le güç­lü kuv­vet­li genç bir sa­vaş­çı olu­yor­du. Bir ta­kım ya­ban­cı­lar ai­le­nin do­kuz atın­dan se­ki­zi­ni ça­lın­ca Te­mu­çin ge­ri­de ka­lan tek ata bi­ne­rek peş­le­rin­den git­ti ve yol­da rast­la­dı­ğı bir de­li­kan­lı­nın yar­dı­mıy­la hay­van­la­rı ge­ri al­ma­ya mu­vaf­fak ol­du. Ye­ni dos­tu silah ar­ka­da­şı ola­rak Te­mu­çin’in ai­le hal­kı­na ka­tıl­ma­ya ka­rar ver­di. Adı Bo­gur­çi idi; son­ra­dan Çin­giz Han’ın or­du­la­rı­nın en ön­de ge­len ku­man­dan­la­rın­dan bi­ri ol­du. Önem­siz gö­rün­se de bu ilk ba­şa­rı Te­mu­çin’e çok ih­ti­ya­cı olan ken­di­ne gü­ven his­si­ni ver­di ve ar­tık ni­şan­lı­sıy­la ev­len­me­ye ka­rar ver­di. O ta­rih­te muh­te­me­len on se­kiz ya­şın­day­dı. Day-Se­çen Te­mu­çin’in ba­ba­sı­na ver­di­ği sö­zü tut­tu ve ev­li­lik onun oba­sın­da ya­pıl­dı. Te­mu­çin son­ra Bör­te’­yi ça­dı­rı­na gö­tür­dü. Çe­yi­zin­de Te­mu­çin’in fa­kir ai­le­si için du­yul­ma­mış bir lüks olan de­ğer­li bir sa­mur kürk var­dı.74 Bu kürk Te­mu­çin’in si­ya­set ha­ya­tı­nın te­me­li­ni teş­kil et­ti. Kür­kü ya­nı­na ala­rak güç­lü Ke­ra­yit ka­bi­le­si­nin hü­küm­da­rı Tog­rul Han’ın hu­zu­ru­na çık­tı. Ye­sü­gey’in iyi za­man­la­rın­da o ve Tog­rul kan kar­de­şi (an­da) ol­muş­lar­dı. Te­mu­çin so­nun­da “ba­ba” di­ye hi­tap et­ti­ği an­da am­ca­sı­na say­gı­sı­nı –ve de kür­kü– sun­ma­ya git­miş­ti. Tog­rul lüt­fe­dip de­li­kan­lı­yı hi­ma­ye­si­ne al­dı (1185 yı­lı ci­va­rın­da).

74 Sa­mur kürk­le­rin özel­lik­le Çin’­de bü­yük de­ğe­ri var­dı. Mar­co Po­lo’­ya gö­re “kol­suz bir kaf­ta­nı as­tar­la­ma­ya ye­te­cek bü­yük­lük­te­ki bir sa­mur kür­kün de­ğe­ri 2.000 al­tın be­zant* ve­ya en azın­dan 1.000 al­tın be­zant’­tır ve bu tür kür­ke Ta­tar­lar ‘Kürk­le­rin Kra­lı’ der­ler. “MPYC, I, 405; MPMP, I, 232.Be­zant: Bi­zans sik­ke­si, al­tın di­nar –çn.

Temuçin, ken­di­si­ni en güç­lü Mo­ğol hü­küm­dar­la­rın­dan bi­ri­si­nin hi­ma­ye­si al­tı­na so­kmak ve böy­le­ce onun tâ­bi­si olmak suretiyle fe­odal top­lum­da bel­li bir yer edin­miş­ti. Her ha­lü­kâr­da ön­ce­den ol­du­ğu ka­dar ça­re­siz de­ğil­di – ve­ya öy­le ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yor­du. Boz­kır­lar­da bir ba­ga­tu­run ha­ya­tın­da pek gü­ven­lik yok­tur. Te­mu­çin’in Tog­rul’u zi­ya­re­tin­den kı­sa bir sü­re son­ra yir­mi yıl ka­dar ön­ce Ye­sü­gey’in bir Mer­kit ba­ga­tu­ru­nun ni­şan­lı­sı­nı ka­çır­ma­sı­nın ge­cik­miş in­ti­ka­mı sa­yı­la­cak şe­kil­de Mer­kit­ler onun oba­sı­nı bas­tı­lar. Sal­dı­ran­la­rın çok­lu­ğun­dan do­la­yı Te­mu­çin oba­sı­nı sa­vun­ma­ya hiç te­şeb­büs et­me­di ve ya­nın­da bir­kaç yol­da­şıy­la dört­na­la Bor­ci­gin kla­nı­na ait olan ve kut­sal ol­du­ğu dü­şü­nü­len ya­kın­lar­da­ki Bur­kan Da­ğı­na git­ti. Bu ara­da Bör­te Mer­kit­le­rin eli­ne geç­miş­ti. Sal­dır­gan­la­rın yurt­la­rı­na ge­ri dön­dük­le­ri­ni duy­duk­tan son­ra Te­mu­çin Gö­ğe ita­ati­nin ni­şa­nı ola­rak ke­me­ri­ni ve bör­kü­nü çı­ka­rıp ha­ya­tı­nı kur­tar­dı­ğı için da­ğa te­şek­kür et­ti ve dua edip do­kuz de­fa ye­re diz vur­duk­tan son­ra adak ola­rak ye­re kı­mız dök­tü. Bu­nu mü­te­akip ka­rı­sı­nı ge­ri al­mak için yar­dı­mı­nı is­te­mek üze­re Tog­rul Han’ın ya­nı­na git­ti. Ha­nın hu­zu­run­da şim­di ön­de ge­len bir ba­ga­tur, bir Se­çen olan ço­cuk­luk ar­ka­da­şı­ Ca­mu­ga’­ya te­sa­düf et­ti. Kan kar­de­şi ol­du­lar ve Ca­mu­ga ile Tog­rul Mer­kit­le­ri ce­za­lan­dır­ma­yı ka­bul et­ti­ler. Sal­dı­rı ba­şa­rı­lı ol­du. Mer­kit­ler da­ğı­tıl­dı ve Bör­te ye­ni­den ko­ca­sı­na ka­vuş­tu. Esa­re­ti es­na­sın­da esir alan­lar­dan bi­ri­nin oda­lı­ğı ol­ma­ya mec­bur bı­ra­kıl­mış­tı. Özel­lik­le ka­dı­nın ba­şı­na ge­len fe­lâ­ke­tin so­rum­lu­su­nun ken­di­si ol­du­ğu­nun bi­lin­cin­de ol­du­ğun­dan do­la­yı, bu olay Te­mu­çin’in ona olan sev­gi­si­ni azalt­ma­dı. Fa­kat Cu­ci adı­nı koy­duk­la­rı ilk ço­cu­ğu­nu do­ğur­du­ğu za­man Te­mu­çin ço­cu­ğun ken­di­sin­den ol­du­ğu­na emin ola­ma­dı ve ço­cu­ğu hiç bir za­man faz­la sev­me­di.

Mer­kit­le­re ya­pı­lan se­fer­de Te­mu­çin çok ce­sa­ret gös­ter­miş ve bir çok ye­ni dost edin­miş­ti. As­lın­da bu ha­ya­tın­da dö­nüm nok­ta­sı ol­du. Te­mu­çin’in Tog­rul Han ile olan iyi mü­na­se­be­tin­den ve Ca­mu­ga ile olan dost­lu­ğun­dan et­ki­le­nen, Ye­sü­gey’in ölü­mün­den son­ra ay­rı­lıp giden ak­ra­ba­la­rı­nın bir ço­ğu şim­di Te­mu­çin’in li­der­li­ği­ni ta­nı­ma­ya ha­zır­dı­lar. Çok geç­me­den Te­mu­çin ba­ba­sı­ ka­dar güç­lü ve po­pü­ler bir li­der ol­muş­tu. Tog­rul Han’ın tâ­bi­si ola­rak Te­mu­çin şim­di yük­sek si­ya­se­te ve ka­bi­le­ler ara­sı sa­vaş­la­ra ka­rış­mış, sa­de­ce ön­de ge­len bir as­ke­rî li­der de­ğil, bi­lâ­kis ay­nı za­man­da bi­rin­ci sı­nıf bir dip­lo­mat ol­du­ğu­nu is­pat et­miş­ti. Chin İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun ajan­la­rı­nın Mo­ğol­la­rın me­se­le­le­ri­ne ak­tif ola­rak ka­tıl­ma­la­rın­dan do­la­yı Te­mu­çin Çin­li­ler­le te­mas et­miş ve on­la­rın dip­lo­ma­si usul­le­ri hak­kın­da çok şey öğ­ren­miş­ti. Bu hu­sus ile­ri­de Çin ile mü­na­se­bet­le­rin­de ona çok ya­rar­lı ola­cak­tı.

Boz­kır si­ya­se­ti­nin te­mel gi­di­şa­tı as­lın­da ba­sit­ti. Bir ka­bi­le aşı­rı de­re­ce­de güç­len­di­ği za­man di­ğer ka­bi­le­ler ona kar­şı bir­le­şi­yor­lar­dı. Klan ak­ra­ba­lık­la­rı­nın sa­yı­sı, ay­nı ka­bi­le için­de­ki klan­la­rın bir­lik olup ol­ma­ma­sı ve li­der­le­rin dost­lu­ğu ve­ya düş­man­lı­ğı de­ği­şik­li­ği sağ­la­yan un­sur­lar­dı. Met­bu­ya kar­şı olan tâ­bi­lik bağ­la­rı ve met­bu­ya ve­ya an­da­ya bes­le­nen sa­da­kat, her iki ta­raf için de si­ya­sî ba­kım­dan ya­rar­lı ol­du­ğu ve ters bir dav­ra­nış dost­lu­ğa hâ­lel ge­tir­me­di­ği sü­re­ce de­vam edi­yor­du. Bu ha­re­ket­li fe­odal top­lum için­de ge­le­nek­sel ola­rak her tâ­bi met­bu­su­na kar­şı çık­mak ve hiz­me­ti­ni bir baş­ka­sı­na sun­mak­ta ser­best­ti. Do­la­yı­sıy­la bir ka­bi­le re­isi bü­yük bir han­lık te­si­si­ne mu­vaf­fak ol­sa bi­le gü­cü hiç bir za­man sağ­lam de­ğil­di ve dev­le­ti ku­rul­du­ğu sü­rat­le da­ğı­la­bi­lir­di. Bu böy­le­ce sü­rüp gi­de­bi­lir­di ve Çin­giz Han ku­ral­la­rı de­ğiş­ti­re­ne ka­dar da böy­le ol­du.

Te­mu­çin’in ilk ha­re­ke­ti Ca­mu­ga ile ya­kın­laş­mak ol­du. Kuv­vet­le­ri­ni bir­leş­tir­di­ler ve bir bu­çuk yıl ka­dar bir­lik­te ko­nak­la­dı­lar. Son­ra mü­na­se­bet­le­ri ger­gin­leş­ti ve ni­ha­yet bir­bir­le­rin­den ay­rıl­ma­ya ka­rar ver­di­ler. Giz­li Ta­rih’e gö­re Te­mu­çin’e kamp­la­rı­nı Ca­mu­ga’­nın­kin­den ayır­ma­sı­nı tav­si­ye eden Bör­te idi. W. Bart­hold, iki li­der ara­sın­da mey­da­na ge­len kop­ma­yı iç­ti­maî fel­se­fe­le­rin­de­ki te­mel fark­lı­lı­ğın so­nu­cu ola­rak yo­rum­la­ma­ya te­şeb­büs et­miş­tir. O, Te­mu­çin’i aris­tok­rat­la­rın ve Ca­mu­ga’­yı da sı­ra­dan adam­la­rın şam­pi­yo­nu ola­rak tak­dim et­miş­ti. B. Vla­di­mirt­sov, bu yo­ru­mu ön­ce ka­bul et­miş, fa­kat son­ra ka­nım­ca hak­lı ola­rak red­det­miş­tir.75 As­lı­na ba­kı­lır­sa Ca­mu­ga’­nın si­ya­se­tin­de bir “de­mok­ra­tik” prog­ram ol­du­ğu­na da­ir hiç bir ipu­cu yok­tur. Onun­la Te­mu­çin ara­sın­da­ki ça­tış­ma ik­ti­dar için bir­bi­riy­le ya­rı­şan iki aris­tok­rat li­de­rin kav­ga­sıy­dı. Te­mu­çin Tog­rul Han’ın hu­zu­ru­na çık­tı­ğı za­man çok­tan ta­nın­mış bir ba­ga­tur olan Ca­mu­ga ken­di­si­ni muh­te­me­len it­ti­fak­la­rı­nın ta­biî li­de­ri ola­rak gö­rü­yor­du. Te­mu­çin bu şart­lar­da­ki bir dost­lu­ğu uzun sü­re ka­bul ede­mez­di.

75Vla­di­mirt­sov, s. 83-86

İki li­de­rin ara­sın­da­ki anlaşmaz­lı­ğın ha­be­ri her iki­si­nin ak­ra­ba­la­rı ve tâ­bi­le­ri ara­sın­da bü­yük bir he­ye­ca­na yol aç­tı. Bun­la­rın bir ço­ğu­nun Te­mu­çin’in şah­si­ye­tin­den ra­ki­bi­nin­ki­ne na­za­ran da­ha çok et­ki­len­dik­le­ri he­men an­la­şıl­dı. Bir çok nü­fuz­lu klan li­de­ri, Ca­mu­ga’­dan zi­ya­de Te­mu­çin’in pe­şin­den git­me­ye ka­rar ver­di­. İç­le­rin­de Te­mu­çin’in am­ca­la­rın­dan bi­ri ve Bor­ci­gin­le­re ak­ra­ba olan bir çok kla­nın re­isi var­dı. Bun­lar­dan bi­ri olan Ba­arin kla­nın­dan Kor­çi Bü­yük Ruh’un ken­di­si­ne Te­mu­çin’in yük­sek is­tik­ba­li­ni ayân et­ti­ği­ni rü­ya­sın­da gör­dü­ğü­nü be­yan et­ti. Bun­dan son­ra Te­mu­çin’in nez­din­de­ki klan li­der­le­rin­den mey­da­na ge­len mec­lis, onu han­ ola­rakseçti, bağ­lı­lık ye­mi­ni et­ti ve ile­ri­de gi­ri­şe­cek­le­ri bü­tün iş­ler­de ga­ni­me­tin en iyi pa­yı­nı ona ayı­ra­cak­la­rı sö­zü­nü ver­di. Bun­dan son­ra ye­ni han­la­rı­na ye­ni bir ad ver­di­ler di­yor Giz­li Ta­rih: Çin­giz.76 Bu, son­ra­ki olay­la­rın öne alın­ma­sı gi­bi gö­zü­kü­yor ve be­nim ka­na­atim­ce Giz­li Ta­rih’i der­le­ye­nin orijinal epik şi­ire yap­tı­ğı bir ilave ol­ma­lı­dır.

76Ko­zin, s. 109

Te­mu­çin’in met­bu­su Tog­rul Han’a Mo­ğol klan li­der­le­ri­nin ka­ra­rı res­men bil­di­ril­di. Tâ­bi­si­ne gös­te­ri­len hür­met­ten mem­nun ol­muş gö­rü­nen Tog­rul ka­ra­rı onay­la­dı. Bun­dan kı­sa bir müd­det son­ra Chin dip­lo­ma­si­si­nin ar­ka çık­tı­ğı Tog­rul ve ba­ba­sı­nın ölü­mü­nün in­ti­ka­mı­nı al­mak fır­sa­tı­nı se­vinç­le kar­şı­la­yan Te­mu­çin, Ta­tar­la­ra kar­şı se­fe­re çık­tı­lar. Ta­tar­lar mağ­lup edil­di ve za­fer­den mem­nun ka­lan Chin hü­kü­me­ti Tog­rul’a “wang” (kral) ün­va­nı­nı ve Te­mu­çin’e cav­ku­ri (hu­dut boy­la­rı­nın böl­ge ku­man­da­nı) ün­va­nı­nı ver­di. Bu ta­rih­ten iti­ba­ren Tog­rul Han Wang Han di­ye bi­lin­di. Te­mu­çin’e ge­lin­ce, ona ba­ğış­la­nan un­van övü­nül­me­ye­cek ka­dar mü­te­va­zi idi.

Bu ara­da Ca­mu­ga et­ki­le­yi­ci sa­yı­da tâ­bi ve ak­ra­ba top­la­ma­ya mu­vaf­fak ol­muş ve ta­raf­tar­la­rı ta­ra­fın­dan Gur Han77 ola­rak ilan edi­le­rek ka­bi­le li­der­li­ği üze­rin­de hak ta­lep et­miş­ti. Wang Han ile Te­mu­çin Han bu mey­dan oku­ma­ya he­men kar­şı­lık ver­me­ye ka­rar ver­di­ler ve sa­vaş­çı­la­rı­nı Ca­mu­ga’­ya kar­şı sevk et­ti­ler. Ca­mu­ga’­nın kuv­vet­le­ri­nin ye­ter­siz ol­du­ğu gö­rül­dü ve o sü­rat­le ge­ri çe­kil­mek zo­run­da kal­dı. Artık gü­cü­nün bi­lin­cin­de olan Te­mu­çin Han ken­di ba­şı­na ha­re­ket et­me­ye ka­rar ver­di. Ön­ce ev­vel­ki iha­net­le­rin­den do­la­yı Tay­çi­yut­la­rı ce­za­lan­dır­dı. Son­ra Ta­tar­la­rın ba­ki­ye­si­ne cep­he al­dı ve ni­ha­yet on­la­ra bo­yun eğ­dir­di. İki Ta­tar gü­ze­li, Ye­süy ve Ye­sü­gen ka­rı­la­rı ol­du­lar. Bu ba­şa­rı­lar Te­mu­çin’in iti­ba­rı­nı mu­az­zam bir şe­kil­de art­tır­dı. Wang Han an­da oğ­lu­nun ni­yet­le­rin­den artık şüp­he­len­me­ye baş­la­mış­tı. Yi­ne de güç­le­ri art­mak­ta olan en ba­tı­da­ki Mo­ğol ka­bi­le­si Nay­man­la­ra kar­şı ha­zır­la­mak­ta ol­du­ğu se­fe­re ka­tıl­ma­sı­nı is­te­di ve Te­mu­çin ka­bul et­ti. Se­fer baş­la­dı­ğı za­man Wang Han plan­la­rı­nı de­ğiş­tir­di ve müt­te­fi­ki­ne ha­ber ver­mek­si­zin ge­ri dön­dü. Te­mu­çin tu­zak­tan güç be­lâ kur­tul­du. Te­lâ­fi ola­rak Wang Han’ın kı­zı ile ev­len­mek is­te­di. Wang Han red­det­ti ve iki hü­küm­dar ara­sın­da­ki dip­lo­ma­tik mü­na­se­bet­ler ke­sil­di.

77 Gur­han un­va­nı hak­kın­da bkz. Wittfogel, s. 431.

Çı­kan sa­vaş­ta Te­mu­çin bü­yük öl­çü­de hi­le­ye baş­vur­du. Te­mu­çin sa­vaş­çı­la­rı ile Ke­ra­yit­le­rin kam­pın­da gö­rün­dü­ğü za­man ga­fil ya­ka­la­nan Wang Han Nay­man­la­rın ya­nı­na kaç­tı ve on­lar ta­ra­fın­dan öl­dü­rül­dü. Ke­ra­yit­ler Te­mu­çin’e bağ­lı­lık ye­mi­ni et­ti­ler. Te­mu­çin şim­di han­la­rı Ca­mu­ga’­nın sı­ğın­ma­sı­nı ka­bul ede­rek ken­di­si­ni da­rılt­tı­ğı için Nay­man­la­ra kar­şı bir se­fe­re ha­zır­lan­dı. Bu saf­ha­da or­du teşkilatın­da önem­li ıs­la­hat­lar yap­ma­ya baş­la­dı. Ken­di­si­nin Wang Han’a yap­tı­ğı gi­bi müs­tak­bel düş­man­la­rı­nın onu ga­fil av­la­ma­sı­nın bü­tün ih­ti­mal­le­ri­ni or­ta­dan kal­dır­mak için Te­mu­çin kam­pı­nı ge­ce gün­düz ko­ru­ya­cak özel bir bir­lik teş­kil et­ti. Bu bir­lik 80 ge­ce bek­çi­sin­den ve 70 gün­düz mu­ha­fı­zın­dan mey­da­na gel­miş­ti. İlâ­ve­ten 1000 ba­ga­tur­luk bir alay Ca­mu­ga’­dan ay­rı­lır ay­rıl­maz Te­mu­çin’e ka­tıl­mış olan Ce­la­yir kabilesinin re­is­le­rin­den bi­ri­nin ku­man­da­sı al­tın­da teş­kil edil­miş­ti.78 Bü­tün or­du bin­lik, yüz­lük ve on­luk bir­lik­le­re bölün­müş­tü.

78 Ko­zin, s. 144.

Ka­rar­gâ­hı­nın ve or­du­nun teşkilatı­nın ye­ni­den ya­pıl­ma­sın­dan son­ra Te­mu­çin Nay­man­lar­la sa­vaş­ma­ya ha­zır­dı. Bun­lar sa­de­ce Mo­ğol ­gru­bu­nun en güç­lü ka­bi­le­le­rin­den bi­ri de­ğil­ler­di, ay­nı za­man­da en me­de­ni­le­rin­den bi­riy­di­ler de. Uy­gur­la­rın kom­şu­la­rıy­dı­lar ve Sür­ya­ni al­fa­be­sin­den tü­re­til­miş Sogd al­fa­be­si­ne is­ti­nat eden Uy­gur al­fa­be­si­ni kul­la­nı­yor­lar­dı.79 Nay­man ha­nı­nın bir kâ­ti­bi ve bir dev­let müh­rü bi­le var­dı.

79 Uy­gur ya­zı­sı hak­kın­da bkz. Bart­hold, Tur­kes­tan, s. 387-391; G. Ver­nadsky, “Ui­gurs”, s. 454; Wittfogel, s. 243, 443, 670.

Sa­vaş­çı­la­rı­na Nay­man­la­ra kar­şı yü­rü­yü­şe geç­me­le­ri­ni em­ret­me­den ön­ce Te­mu­çin klan san­ca­ğı­nı aç­tı ve onu adak­lar­la kut­sa­dı. Nay­man­lar 1204’te mağ­lup edil­di­ler; han­la­rı mu­ha­re­be­de te­lef ol­du ve sa­de­ce oğ­lu kü­çük ma­iye­ti ile bir­lik­te ka­ça­bil­di. Ön­ce Al­tay böl­ge­si­ne kaç­tı, ama ora­da ken­di­ni gü­ven­de his­set­me­ye­rek son­ra Ka­ra Ki­tan­la­rın ül­ke­si­ne git­ti. Bun­lar 1125’te Ku­zey Çin’­de­ki Ki­tan (Li­ao) im­pa­ra­tor­lu­ğu Cür­cen­ler (Chin) ta­ra­fın­dan yı­kıl­dık­tan son­ra ba­tı­ya gi­den ve Transoxania80 ile Çin Tür­kis­ta­nı’­nı­nın (Sin­ki­ang)81 Ho­tan yö­re­sin­de bir kral­lık kur­ma­ya mu­vaf­fak olan Ki­tan­la­rın bir ko­luy­du­lar. Bu ara­da hü­küm­dar­sız ka­lan Nay­man­lar Te­mu­çin’in li­der­li­ği al­tı­na gir­di­ler.

80 Arap­la­rın Tür­kis­tan’ı fet­hin­den son­ra Transoxania, adın Arap­ça eş­de­ğe­ri olan Ma­ve­ra­ün­ne­hir (“neh­rin öte­sin­de­ki böl­ge”) di­ye ta­nın­dı.

81 Ka­ra Ki­tan­lar hak­kın­da bkz. Wittfogel, s. 619-674.

Te­mu­çin, daha son­ra es­ki düş­man­la­rı olan Mer­kit­le­re sal­dır­dı ve on­la­rı ez­di. Bir Mer­kit gü­ze­li olan Ku­lan dör­dün­cü ka­rı­sı ol­du. He­men ar­ka­sın­dan Nay­man­lar mağ­lup edil­di­ği za­man esa­ret­ten kaç­ma­ya mu­vaf­fak olan Te­mu­çin’in ra­ki­bi Ca­mu­ga ken­di adam­la­rı ta­ra­fın­dan tu­tu­lup Te­mu­çin’e ge­ti­ril­di. Te­mu­çin onu ölü­me mah­kum et­ti, ama es­ki dost­luk­la­rı­nı göz önü­ne ala­rak “ka­nı dö­kül­mek­si­zin” öl­me­si­ne mü­sa­ade et­ti. Mo­ğol­la­rın inan­cı­na gö­re bir in­sa­nın ru­hu ka­nın­day­dı; onu kan dök­me­den öl­dür­mek ru­hu için bir lü­tuf ola­rak telakki edili­yor­du. Bu lü­tuf ge­nel­lik­le iha­net­ten suç­lu bu­lu­nan ha­ne­dan men­sup­la­rı­na ve is­tis­naî hal­ler­de sa­ir dev­le­te kar­şı ağır suç iş­le­miş olan­la­ra bah­şe­di­li­yor­du. Te­mu­çin’in ke­sin ta­li­ma­tı ile Ca­mu­ga’­nın ke­mik­le­ri ge­re­ken say­gı gös­te­ri­le­rek özel bir san­dı­ğa kon­du.

Te­mu­çin’in ken­di ba­şı­na üst­len­di­ği “Mo­ğo­lis­tan’ın ta­ma­mı­nı bir ara­ya top­la­ma” gö­re­vi ar­tık ba­şa­rıy­la ta­mam­lan­mış­tı. Ge­ne­ral­le­ri ve onu des­tek­le­yen klan­la­rın li­der­le­ri, bir­li­ği­ne ye­ni ka­vuş­muş olan mil­let­le­ri­nin ve tec­rü­be­li or­du­la­rı­nın baş­ka fe­tih­ler yap­ma­ya ha­zır ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yor­lar­dı. Bu se­bep­ten do­la­yı Mo­ğol si­ya­sî­le­ri­nin ye­ni he­def­le­ri­ni gö­rüş­mek ve dev­le­tin ye­ni­den teşkilat­lan­ma­sı­nı ik­mal et­mek için mil­le­tin bü­yük mec­li­si top­lan­tı­ya çağ­rıl­dı. Ge­le­ce­ği be­lir­le­yen o ku­rul­tay, Do­ğu Mo­ğo­lis­tan’­da Onon neh­ri­nin doğduğu yerin ya­kı­nın­da Kap­lan Yı­lın­da (1206) top­lan­dı.

5. MOĞOL İMPARATORLUĞUNUN KURULUŞU

Mo­ğo­lis­tan’ın bü­tün ka­bi­le­le­ri –Giz­li Ta­rih’in de­yi­miy­le “ke­çe ça­dır­lar­da ya­şa­yan bü­tün in­san­lar”– Bü­yük Ku­rul­tay’a ka­tıl­ma­ya da­vet edil­miş­ler­di.82 Fa­kat ku­rul­tay “de­mok­ra­tik” bir mec­lis de­ğil­di;83 “in­san­lar” ora­da kabile li­der­le­ri ta­ra­fın­dan tem­sil edi­li­yor­lar­dı. Te­mu­çin’in kar­deş­le­ri ve ye­ğen­le­ri­nin ya­nı sı­ra gü­ve­ni­lir ge­ne­ral­ler de ön­de ge­len üye­ler­den­di­ler. Do­kuz tuğ­lu be­yaz bir san­cak Mo­ğol­la­rın mil­lî bay­ra­ğı ola­rak top­lan­tı ma­hal­li­ne di­kil­di.84 Ev­vel­ce kabile li­de­ri Te­mu­çin’in sem­bo­lü ve­ya on­go­nu olan san­cak şim­di Mo­ğol mil­le­ti­nin hü­küm­da­rı Te­mu­çin’in on­go­nu ol­muş­tu. Onun şim­di bü­tün mil­le­ti ko­ru­yan kla­nı­nın gö­rün­mez ru­hu­nun gö­rü­nen yur­du ol­du­ğu­na ina­nı­lı­yor­du.

82 Giz­li Ta­rih, kı­sım 202. Bu defa Ha­enisch’in ter­cü­me­si­ni esas ola­rak al­dım.

83 1206 yı­lın­da­ki ku­rul­ta­yın de­mok­ra­tik bir mec­lis ol­du­ğu L. Kra­der’in dü­şün­ce­si­dir; bkz. onun Ha­enisch’in Giz­li Ta­rih ter­cü­me­si­nin ten­ki­di, JAOS, 70 (1950), 205.

84 Mo­ğol­la­rın san­ca­ğı hak­kın­da bkz. Kha­ra-Da­van, s. 46; A.P. Ok­lad­ni­kov, “Kon’ i zna­mia” (dip­not 29’da ol­du­ğu gi­bi), s. 148-153. Çin­giz Han’ın san­ca­ğı­nın ru­hu­nun ba­rı­na­ğı (sul­de) ol­du­ğu­na ina­nı­lı­yor­du. Bkz. Vla­di­mirt­sov, s. 145; Ok­lad­ni­kov, s. 151; Pop­pe, “Opi­sa­nie”, s. 171-172 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Ku­rul­tay’ın yap­tı­ğı ilk iş ve asıl ga­ye­si, Te­mu­çin Han’ı im­pa­ra­tor (ka­gan ve­ya ka­an)85 ilan et­mek ve ye­ni Çin­giz adı­nı ver­mek­ti. Adın men­şei ile il­gi­li ola­rak âlim­ler ara­sın­da gö­rüş bir­li­ği yok­tur. Türk­çe den­giz (mo­dern Türk­çe­de de­niz) ke­li­me­sin­den tü­re­di­ği Pel­li­ot ta­ra­fın­dan öne sü­rül­müş­tür, ama Te­mu­çin’e “de­niz hü­küm­da­rı”86 de­mek için şa­yet “de­ni­zi” (“de­niz gi­bi uç­suz bu­cak­sız”) di­ye mü­cer­ret mana­sın­da al­maz­sak, pek se­bep yok gi­bi gö­rü­nü­yor. Erich Ha­enisch “Çin­giz” adı­nı mü­te­red­dit bir şe­kil­de Çin­ce Ch’eng (sa­da­kat, dü­rüst, doğ­ru) ke­li­me­sin­den tü­ret­miş­tir. Bu tak­dir­de mana­sı “en doğ­ru hü­küm­dar” olur­du.87 Re­şi­düd­din Çin­giz Han’ı “Ulu Hü­küm­dar” di­ye yo­rum­la­mak­ta­dır.88 E. Kha­ra-Da­van Ba­tı Mo­ğol­la­rı­nın (Oy­rat­lar ve­ya Kal­muk­lar) di­lin­de “Çin­giz”in mana­sı­nın “güç­lü”, “sağ­lam” ol­du­ğu­na işa­ret et­mek­te­dir.89 Kha­ra-Da­van’ın gö­rü­şü­ne gö­re Es­ki Mo­ğol­ca­da ve Te­mu­çin’e uy­gu­lan­dı­ğı şek­liy­le “Çin­giz” hü­küm­da­rın tüm mad­dî ve ma­ne­vî ener­ji­si ile gü­cü mana­sı­na gel­miş ol­ma­lı­dır. W. Kotwicz’e gö­re Çin­giz ke­li­me­si­nin Do­ğu Mo­ğol­la­rı­nın gü­nü­müz­de­ki di­lin­de bu­lun­ma­dı­ğı­nı kay­det­mek ge­re­kir.90 Kha­ra-Da­van, ke­li­me­nin Çin­giz Han dö­ne­min­de Do­ğu Mo­ğol­la­rı ara­sın­da mev­cut ol­muş ola­bi­le­ce­ği­ni, ama onun ölü­mün­den son­ra ta­bu hâ­li­ne gel­miş ol­du­ğu­nu ile­ri sür­mek­te­dir.91

85 Jou-Jan’­lar ara­sın­da tak­rî­ben MS 50’de ka­gan (Ka­kan) un­va­nı­nın kul­la­nıl­ma­sı hak­kın­da bkz. Gim­pu Uc­hi­da, “A Study of the Jou-Jan Tri­be”, ASTH, s. 4-5 (İn­gi­liz­ce öze­ti). Pel­li­ot’un fik­rin­ce Çin­giz’in “ka­gan” de­ğil de “han” un­va­nı­nı al­dı­ğın­dan bah­set­mek ge­re­kir; bkz. Cle­aves, Insc­rip­ti­on I, s. 98-99. Fa­kat Giz­li Ta­rih, kı­sım 123’te Çin­giz’e ka­gan (ka­kan, bkz. Ko­zin, s. 230) den­di­ği bir ger­çek­tir; Ha­enisch, s. 33, te­ri­mi Al­man­ca­ya “chan” di­ye ter­cü­me edi­yor; ver­di­ği iza­hat için bkz. Ha­enisch, s. 153.

86 Bkz. Cle­aves, Insc­rip­ti­on I, s. 98; Kha­ra-Da­van, s. 33-35; O. Tu­ran, “Cin­giz adı hak­kın­da”, Bel­le­ten, 5 (1941), 267-276.

87 Ha­enisch, s. 153.

88 Ras­hid, IA, s. 65.

89 Kha­ra-Da­van, s. 32.

90 Age, s. 34.

91 Age, s. 33-34.

“Çin­giz” ne ifa­de et­miş olur­sa ol­sun, Te­mu­çin’e has­re­di­len sem­bo­lik mana­sı bel­li­dir. Ev­vel­ce bir klan re­isi, son­ra Mo­ğol­la­rın ha­nı iken Te­mu­çin şim­di En Güç­lü İm­pa­ra­tor ola­rak ilan edil­miş­ti. Ak­la ilk ge­len ola­yın her şey­den ön­ce kom­şu Chin İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­na kar­şı bir mey­dan oku­ma ol­du­ğuy­du. Ön­ce Mo­ğo­lis­tan ile Çin ara­sın­da­ki hu­dut böl­ge­le­rin­de bu­lu­nan çe­şit­li Türk ve Tan­gut ka­bi­le­le­ri­nin ya­nı sı­ra Mo­ğo­lis­tan’ın ge­ri­sin­de Si­bir­ya or­man­la­rın­da­ki­le­ri sı­kı bir kont­rol al­tı­na al­ma­dan Mo­ğol­lar o im­pa­ra­tor­lu­ğa sal­dı­rı­da bu­lu­na­maz­lar­dı. Do­la­yı­sıy­la bu ka­bi­le­ler güç­lü Mo­ğol atı­lı­şı­nın dar­be­si­ni ilk ola­rak his­se­de­cek­ler­di.

An­la­şı­lan ye­ni im­pa­ra­to­run kar­şı kar­şı­ya ol­du­ğu baş­lı­ca me­se­le, or­du­su­nu ve ida­re­si­ni güç­len­dir­mek­ti; bu, se­çil­di­ği za­man üst­len­di­ği gö­rev­di. Bir ke­re se­çil­dik­ten son­ra ona tam yet­ki ve­ril­miş­ ve bir ku­ru­cu mec­lis ola­rak baş­la­mış olan ku­rul­tay şim­di ge­rek­li ıs­la­hat­la­rı yap­ma­sı için hü­küm­da­ra yar­dım ede­cek bir im­pa­ra­tor­luk is­ti­şa­re mec­li­si ol­muş­tu.92 Or­du teşkilatı­nın on­luk, yüz­lük ve bin­lik bir­lik­ler şek­lin­de­ki on­lu sis­te­mi şim­di mü­kem­mel bir hâ­le ge­ti­ril­di ve da­ha bü­yük bir bir­lik, on bin­lik (Mo­ğol­ca tü­men; Rus­ça t’­ma) teş­kil olun­du. Bin­lik bir­lik­ler teş­kil olun­du­ğu za­man (he­nüz tam ola­rak bo­yun eğ­di­ril­me­miş olan) “or­man in­san­la­rı­nı say­mak­sı­zın” 95 ta­ne bin ki­şi­lik ta­bur teş­kil et­me­ye ye­te­cek ka­dar sa­vaş­çı ol­du­ğu tes­pit edil­miş­ti.93

92 1206 yı­lın­da­ki in­ki­lap ve dü­zen­le­me­le­rin aşa­ğı­da­ki öze­ti Giz­li Ta­rih, kı­sım 202-234’e is­ti­nat et­mek­te­dir.

93 Lid­del Hart’ın ter­mi­no­lo­ji­si­ne uya­rak yüz ki­şi­lik bir­lik­le­re bö­lük, bin ki­şi­lik­le­re ta­bur ve on bin ki­şi­lik­le­re tü­men di­ye­ce­ğim.

İm­pa­ra­tor bin ki­şi­lik bir­lik­le­rin ye­ni ko­mu­tan­la­rı olan 95 no­ya­nın hep­si­ni şah­sen tayin et­ti. Genç­ken Te­mu­çin’e ça­lın­mış olan at­la­rı­nı ge­ri al­mak­ta yar­dım et­miş olan Bo­gur­çi;94 Tay­çi­yut­la­rın es­ki tâ­bi­si ve bir za­man­lar Te­mu­çin’e mu­ha­lif olan Ce­be; düş­man­lar ta­ra­fın­dan çok sı­kış­tı­rıl­dı­ğı za­man Te­mu­çin’in ka­de­ri­ne olan inan­cı­nı güç­len­dir­enlerden bi­ri olan Mu­ka­li; son­ra­la­rı Mo­ğol­la­rın Ba­tı’­ya atı­lı­mı­na ku­man­da ede­cek olan Su­bu­dey bun­la­r ara­sın­day­dı­lar. Bin­ba­şı rüt­be­si ve­ril­me­sin­den ma­ada Bo­gur­çi ile Mu­ka­li’­ye ye­ni teş­kil edil­miş olan on bin ki­şi­lik bir­lik­ler­den bi­rer ta­ne­si­ne ku­man­da et­mek gö­re­vi ve­ril­di.

94 Bkz. yu­ka­rı­da kı­sım 4, s. 36.

Çin­giz Han’ın bir son­ra­ki em­ri ile Nay­man se­fe­rin­den ön­ce teş­kil edil­miş olan mü­te­va­zi sa­ray mu­ha­fız­la­rı bir­li­ği bü­yü­tül­dü ve on bin ki­şi­lik İm­pa­ra­tor­luk Mu­ha­fız­la­rı­nın (Ke­şik) nü­ve­si­ni teş­kil et­mek üze­re ye­ni­den teşkilat­lan­dı­rıl­dı­lar. Bin ba­ga­tur mu­ha­fız ta­bur­la­rın­dan bi­ri ol­du­lar. Her or­du bir­li­ğin­den en iyi su­bay­lar ve as­ker­ler mu­ha­fız bir­li­ğin­de gö­rev yap­mak üze­re se­çil­di. Yüz ve bin ki­şi­lik bir­lik­le­rin ku­man­dan­la­rı­nın oğul­la­rı oto­ma­tik ola­rak mu­ha­fız bir­li­ği­ne alın­dı­lar; di­ğer­le­ri li­ya­kat esas ol­mak üze­re se­çil­di­ler. Mu­ha­fız­la­rın bu ter­kip usu­lü hem on­la­rın sa­da­ka­ti­ni ve gö­re­ve uy­gun­lu­ğu­nu ga­ran­ti edi­yor­du, hem de baş­ka avan­taj­la­ra sa­hip­ti. Her or­du bir­li­ği mu­ha­fız­lar­da tem­sil edil­miş­ti ve on, yüz ve bin ki­şi­lik bir­lik­ler beş aşa­ğı beş yu­ka­rı klan­la­ra ve klan ­grup­la­rı­na denk düş­tük­le­ri için her klan mu­ha­fız­lar­da tem­sil edil­miş­ti. Çingiz Han, sa­dık mu­ha­fız­la­rı ve on­la­rın or­du bir­lik­le­rin­de­ki ak­ra­ba­la­rı va­sı­ta­sıy­la şim­di tüm Mo­ğol hal­kı üs­tün­de­ki oto­ri­te­si­ni tak­vi­ye ede­bi­li­yor­du. Mu­ha­fız­lar bü­tün or­du teşkilatı­nın ve Çin­giz Han im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun ida­rî sis­te­mi­nin te­mel ta­şı ol­du­lar. Bir­lik ola­rak ken­di­le­ri­ne bir çok im­ti­yaz ve­ril­miş­ti. Çin­giz Han’ın em­ri mu­ci­bin­ce sı­ra­dan bir mu­ha­fız eri bin ki­şi­lik olan­lar da da­hil ol­mak üze­re her­han­gi bir or­du bir­li­ği­nin ku­man­da­nın­dan da­ha yük­sek rüt­be­li ola­rak telakki edi­li­yor­du. Bu ba­kım­dan her mu­ha­fız ih­ti­yaç ol­du­ğu tak­dir­de her­han­gi bir or­du bir­li­ği­ne ku­man­da ede­bi­le­cek se­vi­ye­dey­di. Böy­le­ce mu­ha­fız bir­li­ği, me­zun­la­rı­nın ne za­man ih­ti­yaç du­yul­sa or­du­da en yük­sek gö­rev­le­re gel­di­ği bir as­ke­rî aka­de­mi gi­bi ol­du.

Mu­ha­fız­lar ba­rış za­ma­nın­da bi­le sü­rek­li ola­rak gö­rev­dey­di­ler. Sa­vaş za­ma­nın­da im­pa­ra­to­run şah­sen ku­man­da­sı al­tın­da­ki mer­kez tü­me­ni­ni teş­kil edi­yor­lar­dı. Sü­rek­li ola­rak gö­rev­de ol­duk­la­rı için ken­di ih­ti­yaç­la­rı­nı te­min et­me­le­ri bek­le­ne­mez­di ve bu yüz­den ia­şe ve iba­te­le­ri im­pa­ra­to­run kam­pın­da sağ­la­nı­yor­du. Hem im­pa­ra­tor­luk ai­le­si­nin hem mu­ha­fız­la­rın ih­ti­yaç­la­rı­nı te­min için özel sa­ray gö­rev­li­le­ri (çer­bi) ta­yin edil­miş­ti. Bir sü­re son­ra im­pa­ra­tor­luk ai­le­si­nin men­sup­la­rı­na zen­gin ar­pa­lık­lar ve­ril­di.95 Fe­odal Av­ru­pa’­nın ak­si­ne ba­ğış­lar top­rak­la­rıy­la bir­lik­te ma­li­kâ­ne­ler şek­lin­de de­ğil de, sü­rü­le­riy­le bir­lik­te bel­li ba­zı ­grup in­san­la­rın tah­si­si şek­lin­dey­di. Böy­le­ce ana kra­li­çe Oelün’e oçi­gin­le, yâ­ni Ye­sü­gey’in kü­çük er­kek kar­de­şiy­le be­ra­ber 10.000 yurt (ça­dır, do­la­yı­sıy­la ai­le) ve­ril­miş­ti.96 Çin­giz’in dört oğ­lu­na tah­sis edi­len mik­tar­lar kı­de­me gö­rey­di: en bü­yük olan Cu­çi 9.000 yurt; Ca­ga­tay (Ça­ga­tay, Ça­aday) 8.000 yurt; Üge­dey (Oga­tay) ile Tu­luy 5.000’er yurt al­mış­lar­dı. Çin­giz’in kar­deş­le­rin­den Ka­sar’a 4.000 yurt; Bil­gu­tay’a 1.500 yurt ve­ril­miş­ti. Ye­ğen­ler­den bi­ri olan Al­çı­day’a 2.000 yurt ve­ril­miş­ti. Ar­pa­lık­lar im­pa­ra­to­run kont­ro­lü­ne tâ­biy­di­ler ve bu­na gö­re Çin­giz ba­ğış­ta bu­lu­nu­lan­lar­dan her bi­ri­ne mü­şa­vir­lik yap­ma­sı için bir çok no­yan tayin et­miş­ti. Böy­le­ce im­pa­ra­tor­luk ai­le­si mü­es­se­se ola­rak im­pa­ra­tor­luk sis­te­mi­nin bir par­ça­sı ol­du. Ha­ne­da­na men­sup her üye­nin kam­pı (or­du) bü­yük ha­na bağ­lı bir güç oda­ğı ol­du.97

95 Giz­li Ta­rih, kı­sım 242-243.

96 Giz­li Ta­rih, kı­sım 242’de ir­ke de­yi­mi kul­la­nıl­mış­tır. Ko­zin, s. 566, bu­nu ör­kö “ai­le” ile eş tu­tup “yurt” (bu­ra­da­ki mana­sı “ça­dır”, “ai­le”) di­ye ter­cü­me edi­yor. Ha­enisch ve onu tâ­ki­ben Giz­li Ta­rih’i Türk­çe­ye ter­cü­me eden Ah­met Te­mir ir­ke de­yi­mi­ni “adam­lar” (“men”, “Le­ute”) ola­rak ka­bul edi­yor­lar.

97 Mü­es­se­se ola­rak or­da (or­du, or­do) hak­kın­da bkz. Wittfogel, s. 508-517.

Muh­te­me­len yi­ne bu sı­ra­da Çin­giz Han son­ra­dan Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun en fay­da­lı mü­es­se­se­le­rin­den bi­ri hâ­li­ne ge­le­cek olan ulak ve at­lı pos­ta hiz­me­ti­nin (yam) te­mel­le­ri­ni at­tı. Baş­ka bir önem­li ıs­la­hat baş­kan­lı­ğı­nı Çin­giz’in kar­deş­li­ği, vic­dan­lı ve ehil bir hâ­kim ol­du­ğu­nu is­pat eden Şi­gi-Ku­tu­ku’­nun yap­tı­ğı Yük­sek Mah­ke­me­nin te­si­siy­di.

Ez­cüm­le bü­tün bu ıs­la­hat­lar ve uy­gu­la­ma­lar, ye­ni Mo­ğol im­pa­ra­tor­luk ka­nun­na­me­si­nin, Çin­giz Han’ın Bü­yük Ya­sa­sı­nın te­me­li­ni teş­kil edi­yor­du.98

98 Bü­yük Ya­sa hak­kın­da bkz. aşa­ğı­da bö­lüm 2, kı­sım 6, s. 99-110.

Çin­giz Han, şa­man­la­rı dev­let iş­le­ri­ne ka­rış­tır­ma­ya ni­ye­ti ol­ma­mak­la be­ra­ber, ge­le­nek­sel klan kül­tü­ne olan sa­da­ka­ti­ni vur­gu­la­ma­nın ya­rar­lı ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yor­du ve –Alan-Ko­a’­nın so­yun­dan ge­len­le­rin kı­dem­li bir ko­lu olan– Ba­arin kla­nın­dan ih­ti­yar Usun’u baş be­ki ola­rak tayin et­ti.99 Usun’a be­yaz bir kürk pal­to ve be­yaz bir at ve­ril­di. Gö­re­vi “yıl­la­rı ve ay­la­rı tes­pit edip ay­dın­lat­mak” idi. Muh­te­me­len Mo­ğol tak­vi­min­den so­rum­luy­du. Ay­nı za­man­da mil­lî ka­hin di­ye­bi­le­ce­ği­miz bir kişilikti.

99 Ka­ga­nın gü­cü­nü kut­sa­ma­da be­ki­nin ro­lü hak­kın­da bkz. Hi­ro­sa­to İwai, “Chin­gis Qakhan’s Enth­ro­ne­ment and the Sha­mans”, ASTH, s. 3-4 (İn­gi­liz­ce özet).

Çin­giz Han im­pa­ra­tor­luk tah­tı­na se­çil­di­ği za­man Mo­ğol­lar üm­mî idi­ler. Ye­ni im­pa­ra­tor­lu­ğun ka­yıt­lar tu­tul­mak­sı­zın ve bir kan­çı­lar­ya ol­mak­sı­zın uy­gun bir şe­kil­de gö­rev­le­ri­nin üs­te­sin­den ge­le­me­ye­ce­ği aşi­kâr­dı. Nay­man­lar mağ­lup edil­di­ği za­man han­la­rı­nın kâ­ti­bi Mo­ğol­la­rın eli­ne geç­miş­ti. Te­mu­çin’in önü­ne ge­ti­ril­miş­ti ve o da ya­zı yaz­ma­nın sır­la­rı­nı ve dev­let müh­rü­nün ne mana­ya gel­di­ği­ni izah et­me­si­ni em­ret­miş­ti. Temuçin, ye­ni âlet­le­ri ve ye­ni du­rum­la­rı alı­şıl­mış şe­kil­de ça­bu­cak kav­ra­ma­sıy­la oku­ma yaz­ma­nın po­tan­si­yel öne­mi­ni he­men fark et­miş­ti. Bu yüz­den esi­re ya­kın adam­la­rın­dan seç­me bir ­gru­ba yaz­ma­yı öğ­ret­me­si­ni em­ret­ti. Hâ­kim Şi­gi-Ku­tu­ku, Nay­man kâ­ti­bin kul­lan­dı­ğı Uy­gur ya­zı­sı­nı öğ­re­nen ilk Mo­ğol­la­r ara­sın­day­dı.

Or­man ka­vim­le­ri­nin fet­hi­nin ik­ma­li gö­re­vi Çin­giz’in bü­yük oğ­lu Cu­çi’­ye ve­ril­di. Bay­kal Gö­lü’­nün ba­tı­sın­da­ki Oy­rat­lar ile Yu­ka­rı Ye­ni­sey neh­ri hav­za­sın­da­ki Kır­gız­la­rın da da­hil ol­du­ğu bu ka­vim­le­rin ek­se­ri­si 1207’de faz­la kar­şı çık­mak­sı­zın Mo­ğol im­pa­ra­to­ru­na tâ­bi ol­du­lar ve bu­nun ni­şa­ne­si ola­rak çok de­ğer­li he­di­ye­ler –be­yaz şa­hin­ler, be­yaz sa­mur kürk­le­ri ve be­yaz at­lar– gön­der­di­ler. Şa­hin­le­re ve kürk­le­re ilave­ten Ye­ni­sey böl­ge­sin­de ta­hıl da ye­tiş­ti­ril­di­ğin­den, im­pa­ra­tor­luk için önem­li bir eko­no­mik ka­zanç teş­kil edi­yor­du. Seç­me Mo­ğol genç­le­ri­ne ya­zı sa­na­tı­nı öğ­ret­mek işi o sı­ra­da Uy­gur­la­rın idi­ku­tu­nun Çin­giz Han’ın met­bu­lu­ğu­nu ka­bul et­me­si ile bü­yük öl­çü­de ko­lay­laş­mış­tı.100 Mo­ğol­lar ile çok da­ha me­de­nî olan Uy­gur­lar ara­sın­da­ki ya­kın te­mas bir çok ba­kım­dan Mo­ğol­la­rın men­fa­ati­ne ol­muş­tu. So­nun­da tah­sil­li bir Uy­gur Çin­giz Han’ın kâ­ti­bi ol­du.

100 Uy­gur­la­rın hü­küm­da­rı­nın idi­kut (idi­gut) olan un­va­nı­nın mana­sı “Kut­sal Baht” (idug qut)’tur; bkz. Thom­sen, s. 129-130. 1362 yı­lı­na ait Mo­ğol­ca ki­tâ­be­de idi­kut Çin­giz Han’a bi­at ede­rek “Gö­ğün İra­de­si­ne uy­du­ğu” için övül­müş­tür; bkz. Cle­aves, Insc­rip­ti­on I, s. 84.

Or­man ka­vim­le­ri­nin klan li­der­le­ri Çin­giz’in sa­dık tâ­bi­le­ri olur­ken şa­man­la­rın im­pa­ra­tor­luk gü­cü­nün kuv­vet­len­me­sin­den hoş­nut ol­ma­dık­la­rı gö­rü­lü­yor. Mo­ğol­larda en nü­fuz­lu şa­man, öl­me­den he­men ön­ce Yesügey tarafından ai­le­­nin ko­ru­yu­cu­su ola­rak ta­yin edilen, ama zor za­man­da ai­le­yi terk eden ih­ti­yar Mun­lik’in bü­yük oğ­lu Ko­ko­çu idi.101 Ko­ko­çu ta­raf­tar­la­rı ara­sın­da “Se­ma­vî” (Teb Teng­ri) ola­rak bi­li­ni­yor­du. Çin­giz’i kar­deş­le­rin­den ba­zı­la­rı­nın ni­yet­le­ri hak­kın­da şüp­he­ye dü­şü­re­rek im­pa­ra­tor­luk ai­le­si­ içi­ne fit­ne sok­ma­ya ça­lış­tı. Bir sü­re için ba­şa­rı­lı ol­du ve hat­ta Giz­li Ta­rih’­te Çin­giz’in an­ne­si Oelün’ün ölü­mü­nün oğul­la­rı ara­sın­da­ki anlaşmaz­lık­lar­dan do­la­yı duy­du­ğu de­rin üzün­tü­den tez­leş­ti­ği söy­len­miş­tir. Ko­ko­çu’nun ay­nı za­man­da –hem Mo­ğol­la­rın hem or­man ka­vim­le­ri­nin için­de– sıradan in­san­ ve kö­le­le­rin klan li­der­le­ri­nin aris­tok­ra­tik im­ti­yaz­la­rı­na kar­şı duy­duk­la­rı hoş­nut­suz­lu­ğu is­tis­mar et­me­ye te­şeb­büs ettiği gö­zü­kü­yor. Hatta Giz­li Ta­rih’e gö­re Çin­giz Han’ın se­yis­le­rin­den ve kö­le­le­rin­den ba­zı­la­rı dahi şa­ma­nın ta­ra­fı­na geç­me­ye ha­zır­dı­lar. Çin­giz bu­na mü­sa­ma­ha gös­te­re­mez­di. Do­la­yı­sıy­la kar­deş­le­riy­le ba­rış­tı ve on­la­rın Ko­ko­çu’­ya is­te­dik­le­ri­ni yap­ma­la­rı­na mü­sa­ade et­ti. On­lar da şa­ma­nı “ka­nı­nı dök­mek­si­zin,” yâ­ni bel­ke­mi­ği­ni kı­ra­rak öl­dür­dü­ler.102

101 Bkz. yu­ka­rı­da kı­sım 4, s. 35.

102 Ko­zin, s. 178.

6. ÇİNGİZ HAN’IN HÜKÜMDARLIĞI DÖNEMİNDE MOĞOL YAYILMASI

Mo­ğol or­du­su­nun ve ida­re­si­nin ye­ni­den dü­zen­len­me­si ta­mam­lan­dık­tan ve im­pa­ra­tor­luk Uy­gur­lar ile or­man ka­vim­le­ri ta­ra­fın­dan tak­vi­ye edil­dik­ten son­ra Çin­giz Han Ti­bet men­şe­li bir ka­vim olan Tan­gut­la­rın Or­dos böl­ge­si ve Kan­su’­da­ki kral­lık­la­rı­na sal­dır­ma­ya ha­zır­dı. Pa­yi­taht­la­rı­na var­dı­ğı za­man Mo­ğol­la­ra ha­raç ver­me­yi ka­bul et­ti­ler; ama Çin­giz Han on­la­rın ta­ma­men bo­yun eğ­me­le­ri hu­su­sun­da ıs­rar et­me­di. Yap­tı­ğı akı­nın asıl he­de­fi on­la­rı za­yıf dü­şür­mek ve böy­le­ce plan­la­dı­ğı Çin se­fe­ri es­na­sın­da on­la­rın ken­di­si­ne sal­dır­ma­ teh­li­ke­si­ni ber­ta­raf et­mek­ti.

Çin se­fe­ri için hem dip­lo­ma­tik hem as­ke­rî ba­kım­dan dik­kat­li ha­zır­lık­lar ya­pıl­dı. Chin İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun ge­nel du­ru­mu­nu in­ce­le­mek için bir çok ca­sus gön­de­ril­di. Çin ile ti­ca­ret ya­pan Uy­gur tüc­car­la­rı­na da ge­rek­li bil­gi­le­ri top­la­ma ta­li­mâ­tı ve­ril­di. Chin’in te­mel za­afı, Çin’in sa­de­ce bir kıs­mı­nı kont­rol et­me­le­rin­de ya­tı­yor­du. Ay­rıca gü­ney­de­ki ra­kip im­pa­ra­tor­luk –Sung’­lar– bir yer­li Çin ha­ne­da­nı­nın ida­re­si al­tın­day­dı. Chin’­ler (ha­tır­la­na­ca­ğı üze­re Cür­cen asıl­lı) ye­ni gel­me­ler­di ve Çin­li­ler­le sü­rat­le kaynaş­ma­la­rı­na rağ­men yer­li­ler ta­ra­fın­dan ya­ban­cı ola­rak gö­rü­lü­yor­lar­dı. Kont­rol­le­ri Man­çur­ya’­dan Chih-­li, Han­-si, Shan-­tung ve Ku­zey Ho-­nan eya­let­le­ri da­hil ol­mak üze­re Sa­rı Ir­ma­ğın gü­ne­yin­de­ki böl­ge­ye ka­dar uza­nı­yor­du.103 Cür­cen­le­rin asıl yur­du Ku­zey Man­çur­ya’­day­dı. Gü­ney Man­çur­ya’­da Cür­cen­le­rin fet­hi­ne ka­dar Ku­zey Çin’­de hü­küm sür­müş olan Ki­tan­lar ya­şı­yor­lar­dı. Ki­tan­la­rın Chin ha­ne­da­nı­na sa­da­kat­le­ri şüp­heliydi. Çin­giz Han ve mü­şa­vir­le­ri, bü­tün bu hu­sus­la­rı göz önü­ne al­dı­lar. Müs­tak­bel bir iş­bir­li­ği­ni ha­zır­la­mak için Ki­tan­la­rın nü­fuz­lu kabile li­der­le­ri­ne giz­li­ce gü­ve­ni­lir ajan­lar gön­de­ril­di.

103 Bu­ra­da ve bun­dan son­ra baş­ka tür­lü bil­di­ril­me­di­ği tak­dir­de ka­rı­şık­lı­ğa ma­hal ver­me­mek için Çin’­de­ki yer­le­re ve eyâ­let­le­re mo­dern ad­la­rıy­la atıf­ta bu­lu­nu­la­cak­tır.

Mo­ğol­lar için Chin’le sa­vaş, Chin’­le­rin ev­vel­ce Ta­tar­la­ra ver­miş ol­duk­la­rı des­tek ve özel­lik­le el­li yıl ka­dar ön­ce Am­ba­gay Han’ın aşa­ğı­la­yı­cı bir şe­kil­de ida­mı yü­zün­den ta­biî bir in­ti­kam al­ma ha­re­ke­tiy­di. Boz­kır­lar­da­ki kabile top­lu­mun­da kan da­va­la­rı çok uzun yıl­lar sü­rer ve ata­la­rı­na ya­pı­lan bir düş­man­lık to­run­lar ve on­la­rın ço­cuk­la­rı ta­ra­fın­dan ay­nı şid­det­le his­se­di­lirdi. Mo­ğol mil­le­ti­ni şahsında temsil eden Çin­giz, sa­va­şın kut­sal ol­du­ğu­nu ilan et­ti. Se­fe­rin baş­la­dı­ğı­nı bil­dir­me­den ön­ce otağı­na çe­kil­di ve ora­da Ebe­dî Ma­vi Gö­ğün ata­la­rı­nın ba­şı­na ge­len kö­tü şey­le­rin in­ti­ka­mı­nı al­ma­ya ha­zır olu­şu­nu onay­la­ma­sı­nı di­le­ye­rek dua ile üç gün ge­çir­di. İm­pa­ra­tor­la­rı dua eder­ken otağı­nın et­ra­fı­na top­lan­mış olan as­ker­ler ve in­san­lar bü­yük bir asa­bî he­ye­can için­de Teng­ri, Teng­ri di­ye hay­kı­ra­rak Gö­ğe ya­ka­rı­yor­lar­dı. Dör­dün­cü gün Çin­giz gö­rün­dü ve Gö­ğün on­la­ra za­fer va­at et­ti­ği­ni bil­dir­di.104

104 Vla­di­mirt­sov, Chin­gis-Khan, s. 98-99.

Mo­ğol­la­rın ilk Çin se­fe­ri 1211’de baş­la­dı.105 Chin or­du­la­rı da­ha ka­la­ba­lık­tı­lar, ama Çin­giz Han Chin ge­ne­ral­le­rin­den da­ha kabiliyet­li bir as­ke­rî li­der ol­du­ğu­nu is­pat et­ti. Mo­ğol bir­lik­le­ri bir­bir­le­riy­le mü­kem­mel bir iş­bir­li­ği için­de ha­re­ket eden bir çok askeri ­gru­ba tak­sim edil­miş­ler­di. Bir çok yer­de ay­nı an­da hü­cu­ma uğ­ra­yan Chin ge­ne­ral­le­ri kuv­vet­le­ri­ni da­ğıt­mak zo­run­da kal­dı­lar; bu, Çin­giz Han’ın mu­ha­fız­la­rı­nın Bü­yük Du­va­rı106* düş­ma­nın sal­dı­rı bek­le­me­di­ği bir yer­de aş­ma­la­rı­na imkan ta­nı­dı. Di­ğer bir­lik­ler Chih­-li Kör­fe­zi sa­hil­le­ri­ne ula­şır­ken bir Mo­ğol tü­me­ni doğrudan Pe­kin’e yö­nel­di. Bü­yük bir öne­mi ol­du­ğu gö­rü­len hu­sus Mo­ğol­la­rın Pe­kin’in ku­ze­yin­de­ki bir böl­ge­de tu­tu­lan im­pa­ra­tor­lu­ğa ait at sü­rü­le­ri­nin ek­se­ri­si­ni ele ge­çir­me­ye mu­vaf­fak ol­ma­la­rıy­dı. Bu, Chin sü­va­ri­le­ri­ni ana ye­dek at­ kay­na­ğın­dan mah­rum et­ti. Hem tec­rü­be­le­ri hem mu­ha­sa­ra âlet­le­ri ol­ma­yan Mo­ğol­lar, bu saf­ha­da güç­lü bir şe­kil­de tah­kim edil­miş olan Pe­kin’e sal­dır­mak te­şeb­bü­sün­de bu­lun­ma­dı­lar. Fa­kat Pe­kin yö­re­si­ni sı­kı bir kont­rol al­tın­da tu­tu­yor­lar­dı. Şim­di Çin­giz’in dip­lo­ma­si­si se­me­re ver­me­ye baş­la­dı: 1212’de Ki­tan­lar Chin’­le­re is­yan et­ti­ler ve klan li­der­le­ri Çin­giz Han’ın met­bu­lu­ğu­nu ta­nı­dı­lar. iki yıl son­ra Chin im­pa­ra­to­ru Çin­giz ile bir ba­rış and­laş­ma­sı yap­tı; and­laş­ma şart­la­rı­na binaen Çin­giz, Chin im­pa­ra­to­ru­nun dil­le­re des­tan zen­gin bir çe­yi­zi olan ma­ne­vî kı­zıy­la ev­len­di. İki ta­raf da ri­ayet et­me­ye ni­yet­li ol­ma­dı­ğı için ba­rış uzun sü­re­li ol­ma­dı. Chin im­pa­ra­to­ru Pe­kin’i terk edip pa­yi­tah­tı­nı sa­vun­ma­yı ora­dan dü­zen­le­mek üze­re im­pa­ra­tor­lu­ğun gü­ne­yi­ne ta­şı­ma­ya ka­rar ver­di. Yol­da iken as­ker­le­ri­nin Ki­tan­lar­dan dev­şi­ril­miş kıs­mı ayak­la­nıp Pe­kin’e ge­ri dön­dü. Bu fır­sa­tı ka­çır­mak is­te­me­yen Mo­ğol­lar he­men sa­va­şa ye­ni­den baş­la­dı­lar. Pe­kin, 1215’te tes­lim ol­du.

105 Çin se­fer­le­ri hak­kın­da bkz. Vla­di­mirt­sov, Chin­gis-Khan, s. 102-113; Kha­ra-Da­van, bö­lüm 8; Mar­tin, bö­lüm 5-9.

106Bü­yük Du­var: Çin Sed­di –çn.

Chin’­ler ül­ke­le­ri­nin gü­ne­yin­de di­re­ni­şi sür­dür­dük­le­ri için bu durum sa­va­şa bir son ver­me­di. Ama Çin­giz Han baş­lı­ca he­de­fi­ne ulaş­mış­tı. Hem Ku­zey Çin’­de hem Man­çur­ya’­da Mo­ğol ida­re­si iyi­ce yer­leş­miş­ti ve bu ül­ke­ler Mo­ğol or­du­su­nun ve dev­le­ti­nin ya­pı­sı üze­rin­de ge­niş ölçüde te­sir ic­ra ede­rek Çin­giz im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun yek­pâ­re bir par­ça­sı ol­muş­lar­dı. Artık Çin­giz’in em­rin­de sa­de­ce bir grup Çin­li askeri mü­hen­dis­ yok­tu, aksine o, ay­nı za­man­da tec­rü­be­li, çok kül­tür­lü ve çok iyi eği­til­miş bir bü­rok­rat sı­nı­fı­nın hiz­met­le­rin­den de fay­da­la­na­bi­lir­di. Uy­gur­la­rın ol­du­ğu gi­bi on­la­rın da yar­dı­mıy­la Mo­ğol­lar fet­het­mek üze­re ol­duk­la­rı dün­ya­ya hük­me­de­bi­le­cek­ler­di. Çin­giz Han’ın Çin­li mü­şa­vir­le­rin­den en meş­hu­ru, bir Ki­tan prens ai­le­si­nin so­yun­dan ge­len, ama eği­tim ve kül­tür ba­kı­mın­dan Çin­li olan Yeh-lü Chu-tsai idi.

Çingiz Han, Pe­kin’­de oto­ri­te­si­ni te­sis et­tik­ten son­ra Chin im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun fet­hi­nin ik­ma­li işi­ni Mu­ka­li’­ye bı­ra­ka­rak Mo­ğo­lis­tan’a ge­ri dön­dü. Artık dik­ka­ti­ni Çin me­se­le­le­rin­den bit­me­miş iş­le­ri­n ol­du­ğu Or­ta As­ya’­ya çe­vir­miş­ti. Nay­man­la­rın 1204’te Te­mu­çin ta­ra­fın­dan mağ­lup edil­me­sin­den son­ra son Nay­man ha­nı­nın oğ­lu Küç­lük’ün Ba­tı’­ya ka­çıp ni­ha­ye­tin­de Ka­ra-Ki­tan Kral­lı­ğı­’na ulaş­tı­ğı ha­tır­la­na­cak­tır. Çok geç­me­den Küç­lük ken­di­si­ne sı­ğın­ma sağ­la­yan dev­le­tin da­hi­lî anlaşmaz­lık­la­rın­dan fay­da­la­na­rak ik­ti­da­rı ele ge­çir­di. As­len Nesturî mez­he­bin­den bir Hristiyan olan Küç­lük, son­ra­dan Bu­dist ol­muş­tu. Ka­ra-Ki­tan mül­kü­nün hü­küm­da­rı ola­rak ora­da hem Hristiyan­lı­ğı hem Müs­lü­man­lı­ğı bas­tır­ma­ya ça­lış­tı. Bu da çok mu­ha­le­fe­te se­bep ol­du. Uy­gur­lar va­sı­ta­sıy­la Çin­giz Han bu olay­lar­ı yakından takip ediyordu.

Çin­giz’in st­ra­te­ji­si­nin te­mel pren­sip­le­rin­den bi­ri düş­man­la­rı­nın hiç bi­ri­nin ni­haî ola­rak mah­vol­mak­tan ka­çıp kur­tul­ma­sı­na as­la mü­sa­ade et­me­mek­ti. Çin se­fe­ri­nin ha­zır­lı­ğı ve son­ra yü­rü­tül­me­si ile meş­gul ol­du­ğun­dan do­la­yı yıl­lar­ca Küç­lük’ü ta­ma­men unut­muş gö­rün­müş­tü; şim­di Ku­zey Çin’­de oto­ri­te­si­ni sağ­lam bir şe­kil­de te­sis et­tik­ten son­ra es­ki bir düş­ma­na son dar­be­yi vur­mak­la il­gi­le­ne­bi­lir­di. Bu yüz­den Ce­be No­yan’ın ku­man­da­sın­da iki Mo­ğol tü­me­ni Ka­ra-Ki­tan böl­ge­si­ne gön­de­ril­di. Cebe, düş­man top­rak­la­rı­na gi­rer gir­mez tam bir di­nî ser­bes­tî ilan et­ti. Bu ba­kım­dan Mo­ğol­lar hem Hristiyan­lar hem Müs­lü­man­lar ta­ra­fın­dan kur­ta­rı­cı ola­rak kar­şı­lan­dı­lar. Yer­li halk ta­ra­fın­dan des­tek­le­nen Ce­be, Küç­lük’ün bir­lik­le­ri­ni yıldırım hı­zıy­la yen­di. Küç­lük kaç­ma­ya ça­lı­şır­ken te­lef ol­du. Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun ba­tı hu­du­du, artık Cebe’nin zaferiyle Ha­rezm sa­ha­sı­na ge­lip da­yan­mış­tı.

Ba­tı Tür­kis­tan’­da (şim­di Türk­men Sov­yet Cum­hu­ri­ye­ti­nin107* bir par­ça­sı olan) Aşa­ğı Amu­der­ya neh­ri hav­za­sın­da­ki Ha­rezm (Hva­rezm, Ho­rezm), dün­ya­nın en es­ki me­de­ni­yet alan­la­rın­dan bi­ri­dir. Amu­der­ya’­ya is­ti­nat eden da­hi­yâ­ne bir su­la­ma sis­te­miy­le üs­tün de­re­ce­de bir zi­ra­at müm­kün ol­muş­tu; ze­na­at­ ve sa­na­yi yö­re­de çok es­ki za­man­lar­dan be­ri ge­liş­miş­ti.108 Ha­rezm’in uluslararası ti­ca­ret­te oy­na­dı­ğı rol da­ha az önem­li de­ğil­di. Çin ile Ak­de­niz dün­ya­sı ve Hin­dis­tan ile Gü­ney Rus­ya ara­sın­da­ki kav­şak­ta yer alan Ha­rezm, do­ğu­dan, ba­tı­dan, ku­zey­den ve gü­ney­den ge­len ti­ca­ret ker­van­la­rının bu­luş­ma ye­riy­di. Boz­kır­lar ve çöl­ler, um­ma­nın­da yer­leş­miş bir me­de­ni­yet ada­sı de­ni­le­bi­lir­di; Bart­hold, ye­rin­de bir ifa­dey­le onun boz­kır ti­ca­re­tin­de­ki ro­lü­nü Bri­tan­ya ada­la­rı­nın de­niz ti­ca­re­tin­de­ki ro­lü­ne ben­zet­mek­te­dir.109

107Ar­tık Türk­me­nis­tan Cum­hu­ri­ye­ti ol­muş­tur –çn.

108 Bkz. Tols­tov, Po sle­dam, bö­lüm 11.

109 W. Bart­hold, Is­to­ri­ia kul­tur­noi shiz­ni Tur­kes­ta­na, s. 34.

Ha­rezm’in as­lî hal­kı İra­nî asıl­lıy­dı. IX. ve X. Yüz­yıl­lar­da ül­ke Sâ­mâ­no­ğul­la­rı­nın mü­nev­ver ida­re­si al­tın­da mü­ref­feh bir seviyeye ulaşmıştı. Fa­kat X. Yüz­yı­lın ya­rı­sın­dan iti­bâ­ren Sâ­mâ­no­ğul­la­rı dev­le­ti ken­di­si­ni Oğuz di­ye bi­li­nen Türk ka­bi­le­le­ri­nin bü­yük bir fe­de­ras­yo­nu­nun sü­rek­li ve git­tik­çe ar­tan bas­kı­sı al­tın­da bul­du. Ta­ri­hî ba­kım­dan Oğuz dev­le­ti VI. ilâ VIII. Yüz­yıl­lar ara­sın­da varlığını sürdüren Türk Hakanlığı’­nın bir par­ça­sıy­dı.110 Et­nik ola­rak Oğuz­lar Türk ve İra­nî (Alan) bir ka­rı­şı­mı111* tem­sil edi­yor­lar­dı.112 XI. Yüz­yı­lın or­ta­sın­da Oğuz­la­rın li­der­le­ri­ne iza­fe­ten Sel­çuk­lu­lar denilen bir ko­lu Ha­rezm ve İran’a yer­leş­ti. Sel­çuk­lu­lar son­ra Kü­çük As­ya’­yı is­ti­la et­ti­ler,113 fa­kat ya­vaş ya­vaş Or­ta Do­ğu üze­rin­de­ki kont­rol­le­ri­ni yi­tir­di­ler. On­la­ra Or­ta As­ya’­da­ki mu­ha­le­fet mer­kez­le­rin­den bi­ri Ha­rezm’­di. 1117 yı­lı­nın baş­la­rın­da o böl­ge, ge­nel­lik­le kö­le­ler­den dev­şi­ri­len Türk pa­ra­lı as­ker­le­ri­nin saf­la­rın­dan yük­sel­miş bir as­ke­rî va­li olan Kut­bed­din Mu­ham­med ta­ra­fın­dan ida­re edi­li­yor­du.114 Kutbeddin, kabiliyet­li hü­küm­dar­lar­dan olu­şan bir ha­ne­dan kur­ma­ya mu­vaf­fak ol­du;115 as­len Sel­çuk­lu­la­rın met­bu­lu­ğu al­tın­da bu­lun­mak­la be­ra­ber, so­nun­da ba­ğım­sız ol­du­lar ve ni­ha­yet es­ki İran’ın şah ün­va­nı­nı al­dı­lar. Aşa­ğı Amu­der­ya neh­ri bo­yun­da­ki Ur­genç im­pa­ra­tor­luk­la­rı­nın pa­yi­tah­tı ol­du. XII. Yüz­yı­lın son çey­re­ğin­de Bu­ha­ra ve Ku­zey İran Ha­rezm’e il­hak edil­di­ler. 1206 ile 1215 yıl­la­rı ara­sın­da­ki dö­nem­de Ha­rezm­şah II. Mu­ham­med, İran’ın gü­ney kıs­mı­nın ya­nı sı­ra Af­ga­nis­tan’ı da fet­het­ti. Şim­di ka­de­ri Çin­giz Han ile kar­şı­laş­mak­tı, ama çı­kan ça­tış­ma­da ye­ter­siz ol­du­ğu gö­rül­dü.

110 Türk Hakan­lı­ğı hak­kın­da bkz. An­ci­ent Rus­sia, s. 178-179, 182-184; Türk­le­rin sosyal teşkilatı hak­kın­da Bernsh­tam, bö­lüm 5-6 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

111Yazarın bu görüşü, Aryanizm tezinin klasik bir savunmasıdır. Konuyla ilgili detaylı tenkitler için bkz. Mirfatih Zekiyev, Türklerin ve Tatarların Kökeni (editör).

112 Tols­tov, Po sle­dam, s. 245.

113 Bkz. yu­ka­rı­da kı­sım 2, s. 15.

114 Ha­rezm’­de­ki Türk pa­ra­lı as­ker­le­ri­nin ro­lü Mem­luk­la­rın Mı­sır’­da­ki yük­se­li­şi ile mu­ka­ye­se edi­le­bi­lir.

115 Tols­tov, Po sle­dam, s. 274-276; Zam­ba­ur, s. 209 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

II. Mu­ham­med’in im­pa­ra­tor­lu­ğu bü­yük ve mü­ref­feh ol­mak­la be­ra­ber sı­kı bağ­lar­la bir­bi­ri­ne bağ­lı de­ğil­di ve da­hi­lî çe­kiş­me­ler­le par­ça­lan­mış va­zi­yet­tey­di. Ye­ni ele ge­çi­ri­len İran eyâ­let­le­ri­nin hal­kı­na gö­re Ha­rezm­şah bir ya­ban­cıy­dı; im­pa­ra­tor­lu­ğun bü­tü­nün­de İran­lı te­ba­sı Türk­ler­le iyi­ce kay­naş­mış de­ğil­di. Di­ne ge­lin­ce, im­pa­ra­tor­lu­ğun hal­kı­nın ek­se­ri­si Müs­lü­man­dı, ama Şii ve Sün­ni mez­hep­le­ri ara­sın­da sü­rek­li bir ça­tış­ma var­dı ve sap­kın Şii ta­ri­kat­la­rı hu­zur­suz­lu­ğa kat­kı­da bu­lu­nu­yor­lar­dı. Köy­lü­ler ver­gi yü­kü al­tın­da ezi­li­yor­lar­dı; tüc­car­lar şe­hir va­li­le­ri­nin ir­ti­kâ­bın­dan ve yol­lar­da­ki gü­ven­siz­lik­ten hoş­nut de­ğil­ler­di. Birleşik bir or­du yok­tu. Tı­mar (ik­ta) sa­hip­le­ri or­tak­çı­la­rın­dan der­len­miş olan mi­lis kuv­vet­le­ri­ne ku­man­da edi­yor­lar­dı. Bu as­ker­ler iyi bir ta­lim gör­me­miş­ler­di. Türk­men ka­bi­le­le­ri­nin men­sup­la­rı ce­sur ve sa­vaş­çıy­dı­lar, ama di­sip­lin­siz­di­ler; şa­hın Kang­lı (Kıp­çak)116 mu­ha­fız­la­rı­nın mo­ra­li bo­zuk­tu; man­cı­nık­lar­dan ve sa­ir harp ma­ki­ne­le­rin­den so­rum­lu olan or­du tek­nis­yen­le­ri uz­man­dı­lar, ama or­du­nun ge­ri ka­lan kıs­mı­na en­teg­re edil­me­miş­ler­di. Bu­nun ya­nı sı­ra şa­hın sa­ra­yı ent­ri­ka yu­va­sıy­dı. Kang­lı men­şe­li hırs­lı ve di­na­mik bir ka­dın olan şa­hın an­ne­si bir çok mü­na­se­bet­le oğ­lu­nun plan­la­rı­na mü­da­ha­le edi­yor­du ve onun oğul­la­rı­nın en kabiliyet­li­si olan, halk için­de­ki po­pü­la­ri­te­si ba­ba­sı­nınkinin aksine hız­la ar­tan Ce­la­led­din’e kar­şı duy­du­ğu şüp­he­yi bes­li­yor­du. Şa­hın den­siz­li­ği­nin onun ön­de ge­len mol­la­lar­dan ba­zı­la­rıy­la kav­ga et­me­si­ne se­bep ol­muş ol­ma­sı du­ru­mu da­ha da kö­tü bir hâ­le sok­muş­tu.

116 Ki­evan Rus­si­a’­da Kıp­çak­la­ra (Qypchaks) adın Ba­tı ve Bi­zans kay­nak­la­rın­da­ki şek­liy­le Ku­man­lar di­ye atıf­ta bu­lu­nul­muş­tur. Şark kay­nak­la­rın­da ise on­lar­dan ge­nel­lik­le Kıp­çak­lar ve ül­ke­le­rin­den Kıp­çak ve­ya Deşt-i Kıp­çak di­ye bah­se­di­lir. Mo­ğol dö­ne­mi ile iliş­ki­li ola­rak bu adı kul­lan­mak da­ha uy­gun gö­zük­mek­te­dir. Do­ğu Kıp­çak­la­rı­na ço­ğu kez Kang­lı di­ye atıf­ta bu­lu­nu­lur. Bkz. Bart­hold, Turcs, s. 88-91.

Harezmşah, Uy­gur­lar ve Çin­li­ler­le ti­ca­ret ya­pan Ha­rezm­li tacirlerden Ku­zey Çin’in Çin­giz Han ta­ra­fın­dan fet­hedildiğini öğ­ren­miş­ti. Mo­ğol hü­küm­da­rı­na gö­rü­nüş­te se­lâ­mı­nı sun­mak ga­ye­siy­le bir el­çi­lik he­ye­ti gön­der­me­ye ka­rar ver­di. Asıl he­de­fi Mo­ğol­la­rın gü­cü­nü öğ­ren­mek­ti. Ay­nı za­man­da Müs­lü­man tüc­car­lar Mo­ğo­lis­tan’a çok bü­yük bir ker­van gön­der­di­ler. Çin­giz Han hem el­çi­le­ri hem tüc­car­la­rı çok iyi kar­şı­la­dı ve kar­şı­lık ola­rak ken­di el­çi­le­ri ile bir­lik­te bir ti­ca­rî ker­va­nı Tür­kis­tan’a gön­der­di. Hem dip­lo­ma­tik mis­yo­nun hem de ker­va­nın per­so­ne­li ek­se­ri­yet­le II. Mu­ham­med’in te­ba­sı olan ve ti­ca­re­ti Uzak Do­ğu’­ya yay­ma­nın ge­ti­re­ce­ği mu­az­zam imkan­la­ra ka­pı­la­rak Çin­giz’in tem­sil­ci­si ol­ma­yı ka­bul eden Ha­rezm­li ve Bu­ha­ra­lı tüc­car­lar­dan mü­te­şek­kil­di. Ha­rezm im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun hu­dut­la­rı­na ge­lin­ce ker­van Sir­der­ya neh­ri­nin kı­yı­sın­da­ki Ot­rar şeh­rin­de mo­la ver­di; el­çi­ler şa­hın hu­zu­ru­na çık­mak üze­re ora­dan Ur­genç’e git­ti­ler. Şah on­lar­la gö­rüş­me­yi ka­bul et­ti, fa­kat ay­nı za­man­da Ot­rar va­li­si –muh­te­me­len şa­hın giz­li ta­li­ma­tı ile– Çin­giz’in tüc­car­la­rı­nın öl­dü­rü­lüp mal­la­rı­nın yağ­ma­lan­ma­sı­nı em­ret­ti. Mo­ğol im­pa­ra­to­ru bu olan­la­rı öğ­re­nin­ce Mu­ham­med’e ye­ni bir el­çi gön­de­re­rek Ot­rar va­li­si­nin ken­di­si­ne tes­lim edil­me­si­ni ta­lep et­ti. Mu­ham­med sa­de­ce bu­nu red­det­mek­le kal­ma­dı, bi­lâ­kis Mo­ğol el­çi­si­nin öl­dü­rül­me­si­ni em­ret­ti. El­çi­nin yol­da­şı­nın an­cak sa­ka­lı ke­sil­dik­ten son­ra, ki bu bü­yük bir ha­ka­ret ola­rak telakki edi­li­yor­du, Mo­ğo­lis­tan’a ge­ri dön­me­si­ne mü­sa­ade edil­di. Ar­tık Çin­giz Han’a sa­vaş­tan baş­ka bir yol bı­ra­kıl­ma­mış­tı. Tür­kis­tan se­fe­ri için ge­rek­li bü­tün ha­zır­lık­la­rın dü­şü­nü­lüp yü­rür­lü­ğe ge­çi­ril­di­ği ola­ğa­nüs­tü bir ku­rul­tay top­la­dı (1218). Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun 1206’da ya­pıl­mış olan te­mel ka­nun­la­rı muh­te­me­len bu otu­rum­da sis­tem­leş­ti­ril­di ve ya­zı­lı bir ka­nun­nâ­me, Bü­yük Ya­sa ola­rak onay­lan­dı.117

117 Ya­sa hak­kın­da bkz. aşa­ğı­da bö­lüm 2, kı­sım 6, s. 99-110.

Ha­rezm­şa­hın im­pa­ra­tor­lu­ğu­na kar­şı ya­pı­la­cak olan Mo­ğol se­fe­ri Çin’e ya­pı­lan ka­dar dik­kat­le ha­zır­lan­dı.118 Ce­be, kom­şu Ka­ra-Ki­tan ül­ke­si­ne yap­tı­ğı akı­na is­ti­nâ­den şüp­he­siz fay­da­lı tav­si­ye­ler­de bu­lu­na­bi­le­cek va­zi­yet­tey­di. İlâ­ve­ten Müs­lü­man tüc­car­lar­dan, Uy­gur­lar­dan ve di­ğer kay­nak­lar­dan el­de edi­le­bi­len Tür­kis­tan hak­kın­da­ki bü­tün bil­gi­le­rin üze­rin­de dü­şü­nül­müş­tü. Tâ­bir ca­iz­se Çin­giz Han, ile­ri­ki olay­la­rın gös­te­re­ce­ği üze­re, Ha­rezm­şa­hın gü­cü­nü ol­du­ğun­dan bü­yük gör­me te­mâ­yü­lün­dey­di. Or­du­su­nun mik­ta­rı­nı art­tır­mak için Tan­gut­la­rın hü­küm­da­rı­na yar­dım­cı bir­lik­ler is­te­mek üze­re el­çi gön­der­di. Ce­vap hiç de dost­ça de­ğil­di: “Ye­ter­li as­ke­rin yok­sa, hü­küm­dar ol­ma­ya lâ­yık de­ğil­sin.” Bu eni­ne bo­yu­na dü­şü­nül­müş bir ha­ka­ret­ten baş­ka bir şey ola­maz­dı. Fa­kat Çin­giz her za­man­ki gi­bi ken­di­ne hâ­kim ola­rak Tan­gut­la­rı ce­za­lan­dır­ma­yı Tür­kis­tan sa­va­şı­nın bi­ti­şin­den son­ra­ya er­te­le­me­ye ka­rar ver­di. Mo­ğol or­du­su­nun Ku­zey Çun­gar­ya’­da top­lan­ma­sı 1219 yı­lı­nın ilk­ba­ha­rın­da ta­mam­lan­dı. Asıl or­du 100.000 at­lı­dan mü­te­şek­kil­di; yar­dım­cı bir­lik­ler­le be­ra­ber top­lam mev­cu­du 150.000 ci­va­rın­da ol­muş ola­bi­lir. Çin­giz’in sa­vaş­çı­la­rı­nın bü­yük kıs­mı ge­ne­ral­le­ri için de mü­kem­mel bir eği­tim fır­sa­tı olan Çin se­fe­ri­nin ga­zi­le­riy­di­ler. Ha­rezm­şa­hın as­ker­le­ri­nin sa­yı­sı 300.000 ci­va­rın­day­dı, ama bü­yük kıs­mı dü­şük ka­li­te­dey­di. Ay­rı­ca II. Mu­ham­med bir li­de­rin zor za­man­lar­da sa­hip ol­ma­sı ge­re­ken azim­den yok­sun­du. Te­ba­sı­nın bir ço­ğu Ce­la­led­din’in baş­ko­mu­tan ola­rak tayin edil­me­si­ni ter­cih eder­di, ama ev­vel­ce söy­len­miş ol­du­ğu gi­bi Mu­ham­med za­fer ka­zan­dı­ğı tak­dir­de ik­ti­da­rı ken­di eli­ne ge­çi­re­ce­ğin­den kor­ka­rak oğ­lu­na iti­mat et­mi­yor­du.

118 Tür­kis­tan se­fe­ri hak­kın­da bkz. Vla­di­mirt­sov, Chin­gis-Khan, s. 125-140; Bart­hold, Tur­kes­tan C. C. Walker, Jeng­hiz Khan (Lond­ra, Lu­zac & Co., 1939), bö­lüm 4-6.

Bu şart­lar al­tın­da Mu­ham­med hem çağ­daş­la­rı­nı hem de hü­küm­dar­lı­ğı­nın ta­rih­çi­le­ri­nin ek­se­ri­si­ni şaş­kı­na çe­vi­ren bir planı onay­la­dı. Mo­ğol­la­rın sal­dı­rı­sı­nı kar­şı­la­mak üze­re or­du­su­nu bir yer­de top­la­mak ye­ri­ne bir­lik­le­ri­ni da­ğıt­tı, ek­se­ri­si­ni Ot­rar, Bu­ha­ra ve Se­mer­kant gi­bi bü­yük müs­tâh­kem şe­hir­le­re yer­leş­tir­di; Ha­rezm or­du­su­nun sa­de­ce bir kıs­mı­na şe­hir­le­rin gar­ni­zon­la­rı ara­sın­da ula­şı­mı gü­ven­ce al­tı­na al­mak ve açık alan­lar­da ma­nev­ra yap­mak gö­re­vi ve­ril­di; bu ara­da İran’­da­ki va­li­le­re ora­da ye­dek bir or­du top­la­ma­la­rı em­re­dil­di. Ka­na­ati­miz­ce Mu­ham­med’in sa­vaş planı, iki hü­küm­da­rın ara­sı açıl­ma­dan ön­ce Çin­giz’e gön­der­miş ol­du­ğu el­çi­le­ri­nin ona Çin­giz’in Çin se­fe­ri hak­kın­da ver­dik­le­ri bil­gi­le­ri de­ğer­len­dir­me­si­ne is­ti­nat et­miş ola­bi­lir. O za­man Mo­ğol­la­rın ka­le­le­ri hü­cum­la al­ma­ya muk­te­dir ol­ma­dık­la­rı gö­rül­müş­tü. Şa­yet Mu­ham­med’in st­ra­te­ji­si­nin se­be­bi buy­sa bü­yük bir ha­ta yap­mış­tı. Şim­di Çin­giz Han’ın em­rin­de ona yar­dı­ma ama­de Çin­li askerî mü­hen­dis­le­r var­dı. Mo­ğol­la­rın Tür­kis­tan se­fe­rin­de kul­lan­dık­la­rı man­cı­nık gi­bi ba­zı mu­ha­sa­ra ma­ki­ne­le­ri­ni ger­çek­ten Çin’­den mi ge­tir­dik­le­ri yok­sa ma­hal­lin­de Çin­li­le­rin ne­zâ­re­ti al­tın­da Müs­lü­man tek­nis­yen­ler ta­ra­fın­dan mı ya­pıl­dık­la­rı açık­lı­ğa ka­vuş­ma­mış­tır. Bi­li­nen hu­sus bu ma­ki­ne­le­rin bir çok ke­re kul­la­nıl­dık­la­rı­dır. Ma­ki­ne­ler kul­la­nıl­ma­dı­ğı za­man Mo­ğol­lar Ot­rar ve Bu­ha­ra gi­bi müs­tâh­kem şe­hir­le­rin mu­ha­sa­ra­sın­da hen­dek­le­ri top­rak ve taş­lar­la dol­dur­mak ve sur­la­ra yak­laş­mak için yol­lar yap­mak gi­bi da­ha ba­sit ça­re­ler ve tak­tik­ler kul­la­nı­yor­lar­dı. Muh­te­me­len bu iş­le­ri Çin­li mü­hen­dis­ler ve­ya Çin­li­le­rin eğit­ti­ği Mo­ğol­lar yö­ne­ti­yor­du. Harp esir­le­ri ve as­ke­re alın­mış olan yer­li­ler iş­gü­cü­nü sağ­lı­yor­lar­dı. Bir çok se­fer de sur­la­ra tır­man­ma­la­rı için ön­ce on­lar öne sü­rü­lü­yor, kor­kunç ka­yıp­la­ra uğ­ru­yor­lar, ama bu Mo­ğol­la­rı pek ra­hat­sız et­mi­yor­du.

1219 yı­lı­nın son­ba­ha­rın­da Çin­giz Han’ın as­ker­le­ri Ot­rar sur­la­rı önün­de gö­rün­dü­ler. Şeh­ri mu­ha­sa­ra et­mek için bir çok tü­men bı­ra­kan Mo­ğol im­pa­ra­to­ru or­du­su­nun seç­me bir­lik­le­riy­le dos­doğ­ru Bu­ha­ra’­ya git­ti. Yol üs­tün­de bu­lu­nan bir çok da­ha kü­çük şe­hir sa­vaş­ma­dan tes­lim ol­du ve yı­kıl­mak­tan kur­tul­du. Mo­ğol­lar her se­fer şe­hir sur­la­rı­nın yı­kıl­ma­sı­nı em­ret­ti­ler; şe­hir hal­kı­na ge­nel­lik­le do­ku­nul­ma­dı, sa­de­ce bel­li sa­yı­da iş­çi te­min et­me­le­ri ve cüz’i bir kat­kı­da bu­lun­ma­la­rı ge­rek­ti. Fa­kat bü­yük Bu­ha­ra şeh­ri­nin yet­ki­li­le­ri şeh­ri sa­vun­ma­ya ka­rar ver­di­ler. An­cak gar­ni­zon mu­ha­sa­ra çem­be­ri­ni yar­mak te­şeb­bü­süy­le şe­hir­den çı­kıp çar­pış­ma­da te­lef ol­duk­tan son­ra Bu­ha­ra tes­lim ol­du. İç ka­le­ye ka­pa­nan ümit­siz­li­ğe ka­pıl­mış bir ­grup as­ker ek­se­ri­si öl­dü­rü­le­ne ka­dar da­ha on iki gün di­ren­me­yi sür­dür­dü. Her şey olup bit­tik­ten son­ra Çin­giz Han hal­kın bü­tün mal­la­rı­nı ge­ri­de bı­ra­ka­rak şe­hir­den çık­ma­sı­nı em­ret­ti. Tüc­car­lar ve ze­na­at­kâr­lar Mo­ğol­la­rın hiz­me­ti­ne alın­dı. Ge­ri­ye ka­lan­lar ka­der­le­ri­ne terk edil­di ve ba­zı kay­nak­la­ra gö­re ek­se­ri­si kat­le­dil­di. Met­ruk şe­hir yağ­ma­lan­mak için as­ke­re ve­ril­di ve yağ­ma es­na­sın­da ya­nıp kül ol­du (1220).

Bu­ha­ra, sa­vaş­ma­dan tes­lim ol­ma­yan bü­tün düş­man şe­hir­le­ri için ör­nek teş­kil et­ti. Ot­rar düş­tü­ğü za­man –Çin­giz’in ker­va­nın­da­ki tâ­cir­le­rin kat­lin­den so­rum­lu olan– şeh­rin va­li­si can­lı ola­rak ya­ka­lan­dı ve iş­ken­cey­le öl­dü­rül­dü. Çok geç­me­den Se­mer­kant da Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan alın­dı. Böy­le­ce baş­lı­ca ka­le­le­ri­ni ve en iyi as­ker­le­ri­ni kay­bet­miş olan Ha­rezm­şah ve oğ­lu gü­ne­ye kaç­tı­lar. Ba­ba ile oğul ara­sın­da­ki ka­rak­ter far­kı şim­di iyi­ce bel­li ol­du. Mu­ham­med sa­de­ce Ha­zar De­ni­zin­de­ki bir ada­da ka­vuş­ma­yı ümit et­ti­ği şah­sî gü­ven­li­ği­ni dü­şün­dü. Fa­kat ada­ya var­dık­tan kı­sa bir müd­det son­ra has­ta­lan­dı ve öl­dü. Ak­si­ne Ce­lâ­led­din di­re­ni­şi sür­dür­me­yi is­ti­yor­du ve Af­ga­nis­tan’­da Gaz­ne’­ye var­dık­tan son­ra he­men ye­ni bir or­du teş­kil et­me­ye baş­la­dı. Ce­be ve Su­bu­dey’in ku­man­da­sın­da­ki iki Mo­ğol tü­me­ni, ka­çan şa­hı ya­ka­la­mak için gü­ne­ye gön­de­ril­di. Mu­ham­med’in izi­ni kay­be­den Mo­ğol ko­lor­du­su Ha­zar De­ni­zi­’nin gü­ney sa­hi­li bo­yun­ca uza­nan böl­ge­yi fet­het­ti ve Ha­rezm­şa­hın im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun en ba­tı­da­ki eyâ­le­ti olan Azer­bay­can’a ulaş­tı. İki ge­ne­ral bu defa “Ba­tı ül­ke­le­ri­ni” keş­fet­mek üze­re Kaf­kas­lar­dan ku­ze­ye doğ­ru git­mek için Çin­giz Han’­dan izin is­te­di. Çin­giz, on­la­rın plan­la­rı­nı onay­la­dı. So­nuç 1221-23’te Gü­ney Rus­ya’­ya ya­pı­lan cü­ret­kâr bir akın ol­du. Bu akın es­na­sın­da Rus­lar Kal­ka mu­ha­re­be­sin­de ağır bir mağ­lu­bi­ye­te uğ­ra­tıl­dı­lar.119

119 Bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 235-239.

Asıl Mo­ğol or­du­la­rı­nın 1220-21’de­ki as­ke­rî ha­re­kâ­tı­nın çif­te he­de­fi var­dı: Ha­rezm’in pa­yi­tah­tı Urgenç’i ele ge­çir­mek ve Ce­lâ­led­din’in ye­ni top­lan­mış olan or­du­su­nu ez­mek. Çin­giz Han, Ce­la­led­din’e kar­şı ön­ce kar­deş­li­ği baş­yar­gıç Şi­gi Ku­tu­ku’­nun ku­man­da­sın­da bir tü­men gön­der­di. Bu bir­lik Ce­lâ­led­din ta­ra­fın­dan mağ­lup edil­di – bu Mo­ğol­la­rın Tür­kis­tan se­fe­ri es­na­sın­da baş­la­rı­na ge­len ye­gâ­ne bü­yük ters­lik­ti. Son­ra Çin­giz Han du­ru­mun cid­di­ye­ti­ni fark et­ti ve ya­nın­da en kü­çük oğ­lu ol­du­ğu halde or­du­su­nun ana kıs­mıy­la Ha­rezm­li şeh­za­de­nin üs­tü­ne yü­rü­dü. Ce­lâ­led­din ge­ri çe­kil­di, ama ni­ha­yet Yu­ka­rı İn­dus neh­ri­nin kı­yı­sın­da mu­ha­re­be­yi ka­bul et­ti. Ora­da or­du­su ye­nil­di ve ka­rı­la­rı ile ço­cuk­la­rı Mo­ğol­la­rın eli­ne geç­ti. Ken­di­si ise atıy­la bir­lik­te az­gın neh­re atıl­dı, kar­şı sa­hi­le yüz­dü ve içe­ri­le­re ka­çıp ni­ha­yet Del­hi’­ye ulaş­tı. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Çin­giz Han bir sü­re se­fe­ri­ni da­ha gü­ne­ye doğ­ru sür­dür­mek ve Hin­dis­tan’ı fet­het­mek ih­ti­mal­le­ri üze­rin­de dü­şün­dü. Fa­kat hem o hem mü­şa­vir­le­ri böy­le bir te­şeb­bü­sün, özel­lik­le de yük­sek dağ­la­rı geç­me­nin mu­az­zam zor­luk­la­rı­nı fark et­ti­ler. Di­ğer­le­ri­nin ya­nı sı­ra Eliu Chu-tsai de şid­det­le bu se­fe­re kar­şı çık­tı. Mo­ğol hakanı ni­ha­yet dü­şün­ce­sin­den vaz­geç­me­ye ka­rar ver­di ve or­du­su­nu ge­ri çe­vir­di.

Bu ara­da Urgenç’i zapt et­mek­le gö­rev­len­di­ril­miş olan üç oğ­lu –Cu­çi, Ca­ga­tay ve Üge­dey– Cu­çi ile di­ğer iki­si­nin ara­sın­da çı­kan bir kav­ga­dan do­la­yı bir sü­re ge­cik­mek­le be­ra­ber bu­nu ba­şar­mış­lar­dı. Mu­ha­sa­ra ha­re­kâ­tı­nın bir par­ça­sı ola­rak Mo­ğol­lar Amu­der­ya üs­tün­de şeh­rin yu­ka­rı­sın­da bu­lu­nan bü­yük ben­di yık­mış­lar­dı ki, bu­nun tüm su­la­ma sis­te­mi­ne ve do­la­yı­sıy­la Ha­rezm zi­ra­atı­na ta­mi­ri müm­kün ol­ma­yan za­ra­rı ol­du. Ya­kın za­ma­na ka­dar bü­yük ben­din yı­kıl­ma­sı­nın bir baş­ka so­nu­cu­nun şim­di bi­lin­di­ği üze­re ba­tı­ya kıv­rı­lan ve ev­vel­ce ol­du­ğu gi­bi Aral Gö­lü’­ne de­ğil de Ha­zar De­ni­zi’­ne dö­kü­len Amu­der­ya neh­ri­nin ya­ta­ğı­nın de­ğiş­ti­ği var­sa­yı­lı­yor­du. Ama son za­man­lar­da ya­pı­lan ar­ke­olo­jik araş­tır­ma­lar bu te­ori­yi te­yit et­me­mek­te­dir­ler.120

120 Tols­tov, Po sle­dam, s. 296-316.

Tür­kis­tan’ın fet­hi­ni ta­mam­la­dık­tan son­ra Çin­giz Han ken­di­si­ne ve or­du­su­na bir is­ti­ra­hat sü­re­si ta­nı­dı. İş­te bu sı­ra­da Ta­oist ke­şiş Chang-chun ile fel­se­fî mu­sa­ha­be­le­ri­ni yap­tı.121

121 Bretsch­ne­ider, I, 93-97; A. Waley, Tra­vels of an Alc­he­mist (Lond­ra, G. Ro­ut­led­ge & Sons, 1931), s. 100-102, 111-120.

Çin­giz, 1219 yı­lı gi­bi er­ken bir ta­rih­te Ta­oist­le­rin sim­ya il­mi­nin us­ta­sı ve ha­yat ik­si­ri­ni keş­fet­mek üze­re ol­duk­la­rı­nı duy­muş­tu. Böy­le­ce eko­lün en meş­hur tem­sil­ci­si ol­du­ğu söy­le­nen Chang-chun’u ken­di­si­ni zi­ya­ret et­me­ye da­vet et­ti. Chang-chun, o za­ma­na ka­dar böy­le da­vet­le­ri ge­ri çe­vir­miş­ti, ama bu se­fer ka­bul et­ti ve zor ve zah­met­li yol­cu­lu­ğa çık­tı. Çin­giz’in or­da­sın­da bü­yük bir say­gı ile kar­şı­lan­dı. İlk bu­luş­ma­la­rın­da im­pa­ra­tor he­men uzun ha­ya­tın sır­rı­nı el­de et­mek ar­zu­su­nu iz­har et­ti. Fi­lo­zof dü­rüst­çe böy­le bir sır­ra sa­hip ol­ma­dı­ğı ce­va­bı­nı ver­di. Çin­giz ha­yal kı­rık­lı­ğı­na uğ­ra­mak­la be­ra­ber Tao dokt­ri­ni­ne olan il­gi­si­ni kay­bet­me­di ve Chang-chun’­la üç gö­rüş­me da­ha yap­tı. Bir Ka­ra-Ki­tan gö­rev­li onun söz­le­ri­ni Mo­ğol­ca­ya çe­vi­ri­yor­du. Çin­giz, an­la­tı­lan­lar­dan mem­nun ol­du ve Chang-chun’un fel­se­fe­si­nin in­sa­noğ­lu­nu ölüm­süz ya­pa­ma­mak­la be­ra­ber ha­ya­tı­nı çe­ki­le­bi­lir ya­pa­bi­le­ce­ği gö­rü­şü­nü be­yan et­ti.

Bu ara­da ye­ni fet­he­dil­miş olan ül­ke de dü­ze­ni ye­ni­den te­sis için ted­bir­ler alı­nı­yor­du; iç­le­rin­den Mu­ham­med Ya­la­vaç’ın Çin­giz Han’ın en gü­ve­ni­lir mü­şa­vir­le­rin­den bi­ri ol­du­ğu yer­li tüc­car­la­rın ehil yön­len­dir­me­siy­le ye­ni bir ver­gi sis­te­mi ih­das edil­di. Halk ba­rış za­ma­nın­da­ki meş­ga­le­le­ri­ni sür­dür­mek için teş­vik edil­di ve yol­lar hay­dut­lar­dan emin hâ­le ge­ti­ril­di. Böy­le­ce baş­lan­gıç­ta­ki kor­kunç im­ha dö­ne­mi son bul­duk­tan son­ra ül­ke sa­de­ce nor­ma­le ge­ri dön­mek­le kal­ma­dı, bi­lâ­kis hat­ta ön­ce­kin­den da­ha iyi bir ida­re­ye ka­vuş­tu. Fa­kat Ha­rezm’in su­la­ma sis­te­mi ta­mir edi­le­ne ka­dar uzun bir sü­re geçecek­ti.

Çin­giz Han, 1225’te Mo­ğo­lis­tan’a ge­ri dön­dü. Artık Tür­kis­tan se­fe­rin­de kendisine yar­dım­cı ol­ma­yı red­det­tik­le­ri için Tan­gut­lar­la il­gi­le­ne­bi­le­cek va­zi­yet­tey­di. Yok ol­mak­tan kur­tu­la­ma­ya­cak­la­rı­nı bil­di­ği için ace­le­si yok­tu. İm­pa­ra­tor­lu­ğu­nun teşkilatı­nın ik­ma­li­ne za­man ayır­dı. Zâ­ten ha­ya­ta ge­çi­ril­miş olan ida­rî mü­es­se­se­le­r, şim­di fet­he­dil­en ve da­ha da fet­he­di­le­cek olan geniş dün­ya­nın kont­ro­lü için ye­ni­den dü­zen­len­me­liy­di­. Ya­sa de­nen ka­nun­nâ­me­nin ni­haî ver­si­yo­nu muh­te­me­len 1225-26’da der­len­miş ve onay­lan­mıştır.

Çingiz Han, 1226 yı­lı­nın son­ba­ha­rın­da Tan­gut­la­ra kar­şı ha­re­ke­te geç­ti. Tan­gut şe­hir­le­ri bir­bi­ri ar­dın­ca düş­tü; Mo­ğol­lar mu­zaf­fer ol­du­lar. Fa­kat se­fer so­na er­me­den ön­ce Çin­giz Han at­tan dü­şüp ya­ra­lan­dı ve öl­dü.122 Ta­li­mâ­tı mu­ci­bin­ce ölü­mü Tür­kis­tan har­bin­de ol­du­ğu gi­bi ona re­fa­kat eden ve şim­di ha­re­kâ­tı ya­pan bir­lik­le­rin ku­man­da­sı­nı ele alan en kü­çük oğ­lu Tu­luy ta­ra­fın­dan giz­len­di. An­cak Tan­gut­la­rın di­re­ni­şi ni­haî ola­rak kı­rıl­dık­tan son­ra ha­ber dos­ta düş­ma­na ilan edil­di. Çin­giz’in na­aşı Mo­ğo­lis­tan’a ge­ri gö­tü­rül­dü. Tam ola­rak ne­re­ye gö­mül­dü­ğü giz­li tu­tul­du; ba­zı kay­nak­la­ra gö­re kut­sal Bur­kan Da­ğı’­nın or­man­la­rın­da gö­mül­dü.123

122 Ba­zı kay­nak­la­ra gö­re Çin­giz Han bir ok­la ölüm­cül bir şe­kil­de ya­ra­lan­mış­tı. Son se­fe­ri ve ölü­mü hak­kın­da bkz. E. Ha­enisch, “Die letz­te Feld­zü­ge Cing­gis Hans und se­in Tod nach der os­ta­si­atisc­hen Über­li­efe­rung”, AM, 9 (1933), 503-551.

123 Mo­ğol han­la­rı­nın de­fin­le­ri hak­kın­da bkz. Grum-Grzy­ma­ilo, 2, 64-66.

Çin­giz ölü­mün­den son­ra bi­le mil­le­tin yol gös­te­ren ru­hu ve vü­cut bul­muş şek­li ola­rak Mo­ğol­la­rın ta­ri­hin­de ya­şa­ma­ya de­vam et­ti.124 Adı ha­lef­le­ri­nin ya­yın­la­dı­ğı öne­mi ha­iz her dev­let do­kü­ma­nın­da anıl­dı; Ya­sa­sı, Mo­ğol im­pa­ra­tor­luk hu­ku­ku­nun te­me­li ola­rak kal­dı; bir ara­ya top­lan­mış olan de­yiş­le­ri (Bi­lik) mü­te­akip ne­sil­lere rehberlik etti; ve sa­de­ce onun so­yun­dan ge­len­ler tah­ta çık­ma­ya lâ­yık gö­rül­dü­ler. Anı­sı­nın muh­te­şem­leş­ti­ril­me­si ta­rih­çi­le­rin im­pa­ra­tor­lu­ğun ya­ra­tıl­ma­sın­da Çin­giz Han’ın şah­si­ye­ti­nin oy­na­dı­ğı ro­lü doğ­ru ola­rak de­ğer­len­dir­me­le­ri­ni hiç de ko­lay­laş­tır­ma­mak­ta­dır. Ba­şa­rı­sı baş­lı­ca ken­di di­na­mik ça­ba­la­rı­nın so­nu­cu muy­du? Ne öl­çü­de yar­dım­cı­la­rı­nın ve mü­şa­vir­le­ri­nin kabiliyet­le­rin­den ve ha­sım­la­rı­nın bir­lik için­de ol­ma­yış­la­rın­dan do­la­yıy­dı? Düş­ma­nı­nın ha­ta­la­rın­dan fay­da­lan­ma­yı her hü­küm­dar bil­mez; Çin­giz, ke­sin­lik­le bun­lar­dan tam mana­sıy­la ya­rar­lan­mış­tı. Yar­dım­cı­la­rı­nın oy­na­dı­ğı ro­le ge­lin­ce Çin­giz’in doğ­ru ada­mı doğ­ru ye­re tayin et­mek kabiliyeti­nin, hem as­ke­rî se­fer­le­rin­de­ki hem im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun teşkilat­lan­ma­sın­da­ki ba­şa­rı­la­rı­na önem­li bir kat­kı­da bu­lun­du­ğu­na şüp­he yok­tur. Ku­man­dan­la­rı­nın ve dev­let er­kâ­nı­nın ona yap­tık­la­rı yar­dı­mı Çin­giz ken­di­si açık­ça ka­bul edi­yor ve on­la­rı bol­ca mü­ka­fat­lan­dı­rı­yor­du. Yi­ne de hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da alı­nan bü­tün önem­li as­ke­rî ve si­ya­sî ka­rar­la­rın ar­ka­sın­da onun bu­lun­du­ğu aşi­kâr­dır. Ast­la­rı­nın fa­ali­ye­ti­ni ko­or­di­ne et­mek is­ti­da­dı şüp­he­ye ma­hal bı­rak­maz. Ve ben, onun hem bir as­ke­rî li­der hem de bir dev­let ada­mı ola­rak ge­niş bir viz­yo­na ve ger­çek­le­ri gör­mek his­si­ne sa­hip ol­du­ğu­nun ra­hat­ça söy­le­ne­bi­le­ce­ği­ne ina­nı­yo­rum.

124 1362 yı­lı­na ait Mo­ğol ki­tâ­be­sin­de Çin­giz Han’a Suu Ja­li den­mek­te­dir ki bu­nun mana­sı Reh­ber Ruh’­dur; bkz. Cle­aves, Insc­rip­ti­on I, s. 92 ve s. 131, dip­not 259. Kotwicz, “For­mu­les ini­ti­ales”, s. 131; Mos­ta­ert, s. 321; Pop­pe, “Opi­sa­nie”, s. 171-172 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Çin­giz Han, ha­ya­tı­nın so­nu­na ka­dar üm­mî ola­rak kal­dı ve alış­kan­lık­la­rı ile ha­yat­tan zevk al­mak an­la­yı­şı ba­kı­mın­dan ti­pik bir gö­çe­bey­di. Bü­tün gö­çe­be­le­rde ol­du­ğu gi­bi av­lan­mak en bü­yük zev­kiy­di; at­lar­dan çok iyi an­lı­yor­du; hal­kı­nın ve ya­şa­dı­ğı ça­ğın alış­kan­lık­la­rı­na ba­ka­rak şeh­vet düş­kü­nü ol­ma­mak­la be­ra­ber bir çok ka­rı­sı ve pek çok oda­lı­ğı var­dı; te­ba­sı­nı aşı­rı iç­ki iç­me­mek ko­nu­sun­da ikaz et­mek­le be­ra­ber ken­di­si şa­ra­bı se­ver­di. Hat­ta ba­zı ba­kım­lar­dan bir­lik­te ol­duk­la­rın­dan da­ha ip­ti­daî ve vah­şiy­di. Re­şi­düd­din’e gö­re Çin­giz Han bir se­fe­rin­de ku­man­dan­la­rı­na bir in­sa­nın en bü­yük zev­ki ola­rak ne­yi dü­şün­dük­le­ri­ni sor­muş­tu. Bo­gur­çi, en bü­yük zev­kin ilk­ba­har­da ko­lun­da bir şa­hin­le iyi bir ata bin­mek ol­du­ğu­nu söy­le­miş­ti. Di­ğer­le­ri de av­lan­ma­yı öv­müş­ler­di. Çin­giz ka­bul et­me­miş­ti. “İn­sa­nın en bü­yük zev­ki” de­miş­ti, “za­fer­de­dir: düş­man­la­rı­nı yen­mek, on­la­rı ta­kip et­mek, on­la­rı sa­hip ol­duk­la­rı şey­ler­den mah­rum et­mek, sev­dik­le­ri­ni ağ­lat­mak, at­la­rı­na bin­mek ve kız­la­rıy­la ka­rı­la­rı­nı ku­cak­la­mak.”125 Bu söz­le­ri söy­le­yen ada­mın ça­ğı­nın tah­sil­li ki­şi­le­riy­le soh­bet et­mek­ten hoş­lan­ma­sı ve da­ha faz­la bil­gi edin­me­ye da­ima is­tek­li ve ha­yat ve ölüm hak­kın­da fel­se­fe yap­ma­ya ha­zır ol­ma­sı te­nâ­kuz ola­rak gö­rü­nü­yor. Mev­cut bil­gi­le­re gö­re Çin­giz Han sıh­hat­li ve sağ­lam ya­pı­lı bir adam­dı. Yi­ne de şah­si­ye­tin­de asa­bî bir ta­ra­fın ol­du­ğu­na işa­ret eden hu­sus­lar var­dır. Bu, ço­cuk­lu­ğun­da ve genç­li­ğin­de ya­şa­dı­ğı bir çok acı şok­la art­mış ol­ma­lı­dır. Çin se­fe­ri­nin baş­lan­gı­cı­na ka­dar ha­ya­tın­da­ki her cid­dî kriz es­na­sın­da gös­ter­di­ği di­nî he­ye­can ve şevk­le dua et­me­si bun­dan­dır. Genç­li­ğin­de adam­la­rı­nı düş­ma­na kar­şı bir çok ke­re şah­sen yö­net­me­si­ne ve ce­sur bir sa­vaş­çı sa­yıl­ma­sı­na rağ­men ba­ba­sı­nın şö­val­ye­ce tav­rın­dan yok­sun gö­rü­nü­yor. Gö­zü ka­ra de­ğil­di ve ti­pik bir Mo­ğol gen­ci­nin sa­de­ce sa­vaş­ma­yı dü­şün­dü­ğü hâl­ler­de o şah­sî gü­ven­li­ği­ni dü­şü­nür­dü. Bu, özel­lik­le Mer­kit­ler oba­sı­na sal­dır­dı­ğı za­man ka­çarak ken­di­si­ni kur­ta­rıp genç ka­rı­sı­nı düş­man­la­rı­nın eli­ne bı­rak­ma­sıy­la belli ol­muş­tu. Ka­bul et­mek ge­re­kir ki ha­ya­tı­nın sa­de­ce ken­di­si için de­ğil, bü­yük ka­de­ri ve ku­ra­ca­ğı müs­tak­bel im­pa­ra­tor­luk için ko­run­ma­sı ge­re­kir­di. Yi­ne de sa­de­ce ken­di­ne hâ­kim olu­şu­nun de­li­li ol­sa bi­le dav­ra­nı­şı kor­kak­lı­ğa çok ben­zi­yor.

125 D’Ohsson, I, bö­lüm 1, 306; Vla­di­mirt­sov, Chin­gis-Khan, s. 166 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Vla­di­mirt­sov, Çin­giz Han’a hak­lı ola­rak “de­ha sa­hi­bi bir vah­şi” de­miş­ti. İp­ti­daî de­ha ko­nu­su­nu ir­de­ler­ken Ra­dos­lav A. Tsa­noff, bel­li ba­zı müm­taz ve şans­lı ki­şi­ler­de Polenezyalıların ma­na de­dik­le­ri ga­rip bir gü­cün bu­lun­du­ğu­na da­ir inan­cı­na atıf­ta bu­lu­nu­yor. Bu, es­ra­ren­giz bir var­lık, “in­san­la­rın sı­ra­dan gü­cü­nün öte­sin­de, ta­bi­atın alı­şıl­mış sü­re­ci­nin dışında” olan bir şey kav­ra­mı­dır.126 Bu ba­kım­dan Çin­giz Han’ın ev­ren­sel mis­yo­nu­na olan ima­nı onu sa­hip­le­nen ma­na’­nın yan­sı­ma­sı ola­rak dü­şü­nü­le­bi­li­nir. O, bu­nu Gö­ğün reh­ber ol­ma­sı ola­rak an­lı­yor­du.

126 Ra­dos­lav A. Tsa­noff, The Ways of Ge­ni­us (New York, Har­per&Brot­hers, 1949), s. 40-41, R. H. Cod­ring­ton, The Me­la­ne­si­ans (1891), s. 119 ve R. R. Ma­rett, The Th­res­hold of Re­li­gi­on (2. edis­yon, 1914), s. 105’e atıfla.

Çin­giz Han’ın gö­rü­nü­şü hak­kın­da gü­ve­ni­lir bir tas­vir yok­tur. Sung’­la­rın 1221’de Pe­kin’i zi­ya­ret eden ajan­la­rı­nın ya­kın za­ma­na ka­dar önem­li bir kay­nak ola­rak ka­bul edi­len ra­po­ru­nun Çin­giz Han’ı tas­vir et­ti­ği­ne ar­tık ina­nıl­ma­mak­ta­dır.127 Fa­kat Pe­kin’­de­ki im­pa­ra­tor­luk sa­ra­yın­da bu­lu­nan bir di­zi Mo­ğol im­pa­ra­to­ru port­re­si­nin için­de onun Çin­li bir res­sa­mın yap­tı­ğı gü­zel bir port­re­si var­dır. Portre 1928’de ya­yın­lan­mış­tır. Pe­der An­to­ine Mos­ta­ert’e gö­re bu port­re­ler Yüan (Mo­ğol) dö­ne­min­de ya­pıl­mış ol­ma­lı­. Her im­pa­ra­to­run baş­lı­ğı­nın ve el­bi­se­si­nin te­fer­ru­atı otan­tik gö­rü­nü­yor.128 Her bi­ri­nin yü­zü­nün çi­zi­mi, çağdaş re­sim­le­re de­ğil­se de muh­te­me­len gü­ve­ni­lir tas­vir­le­re is­ti­nat edi­yor­du.

127 Vla­di­mirt­sov, s. 9 ve dip­not 2.

128 An­to­ine Mos­ta­ert, “A pro­pos de quelques port­ra­its d’em­pe­re­urs mon­gols”, AM, 4 (1927), 147-156. Ba­na 3 Ma­yıs 1951’de yaz­dı­ğı mek­tup­ta Pe­der Mos­ta­ert lüt­fe­dip port­re­ler hak­kın­da ba­zı ilave bil­gi­ler ver­miş­ti. Şöy­le yaz­mış­tı: “Quant à ces port­ra­its des em­pe­re­urs et impératrices mon­go­les, je les ai vu dans l’an­ci­en pa­la­is impérial à Pe­kin - je ne les ava­is pas en­co­re vu au mo­ment où j’ec­ri­va­is cet­te no­te publiée dans AM IV. Mon imp­res­si­on per­son­nel­le est qu’ils da­tent des Iu­en. “Bu port­re­le­rin fo­toğ­raf­la­rı Port­ra­its of Em­pe­rors and Emp­res­ses of Chi­na ad­lı bir al­büm­de ya­yın­lan­dı­ (Shan­gai, The Ti­mes Pub­lis­hing Co., 1927 yı­lı ci­va­rın­da; be­nim eli­me geç­me­di). Port­re­ler Çin­ce ya­yın Ku-kung chou-k’an (“For­mer Pa­la­ce Weekly”), 1932, No. 131-138’de de bu­lun­mak­ta­dır­. (Bu re­fe­rans için Fran­cis W. Cle­aves ve Ric­hard L. Walker’e mü­te­şek­ki­rim.) Çin­giz Han’ın­ki de da­hil ol­mak üze­re ba­zı port­re­le­rin Pe­der Mos­ta­ert’in yu­ka­rı­da zik­re­di­len ma­ka­le­sin­de rep­ro­dük­si­yon­la­rı ya­pıl­mış­tı. Çin­giz Han’ın port­re­le­ri, Kha­ra-Da­van ve H. D. Mar­tin’in­ki­ler de da­hil ol­mak üze­re, 1928’den son­ra ya­yın­la­nan bi­yog­ra­fi­le­ri­nin ek­se­ri­sin­de bu­lun­mak­ta­dır.

7. ÜGEDEY’İN HÜKÜMDARLIĞI ZAMANINDA MOĞOL YAYILMASI

Çin­giz Han, ölü­mün­den ön­ce ilk ka­rı­sı Bör­te’­den olan oğul­la­rın­dan her bi­ri­ne129 im­pa­ra­tor­lu­ğun bi­rer kıs­mı­nı ulus ola­rak ver­miş­ti.130 Tu­luy, en kü­çük oğul ola­rak, Bor­ci­gin kla­nı­nın mül­kü­nün nü­ve­si­ni –Mo­ğo­lis­tan’ın or­ta ve ba­tı kıs­mı­nı– al­dı. Ca­ga­tay’a Ka­ra-Ki­tan­la­rın mer­ke­zi İli neh­ri hav­za­sı olan es­ki mül­kü ve­ril­di. Yu­ka­rı İr­tış neh­ri böl­ge­si da­hil ol­mak üze­re Cun­gar­ya üçün­cü oğul olan Üge­dey’in ar­pa­lı­ğı ol­du. Ni­ha­yet Aral Gö­lü’­nün ku­ze­yin­de­ki ye­ni fet­he­dil­miş olan böl­ge (bu­gün­kü Ka­za­kis­tan) en bü­yük oğul olan Cu­çi’­ye ba­ğış­lan­dı; onun (Çin­giz Han’a ken­di ölü­mün­den kı­sa bir sü­re ön­ce ha­ber ve­ri­len) ölü­mün­den son­ra böl­ge Cu­çi’­nin ikin­ci oğ­lu Ba­tu’­nun ol­du.

129 Sa­de­ce bun­lar tam vâ­ris sa­yı­lı­yor­lar­dı.

130 “Ulus” de­yi­mi fark­lı mana­lar­da kul­la­nıl­mış­tır. “Ar­pa­lık”, “dev­let” ve (bir dev­let ve­ya dev­le­tin bir kıs­mı için­de­ki) “halk” mana­sı­na da ge­li­yor­du; bkz. Vla­di­mirt­sov, s. 59, 98-101.

Bir ulus ve­ril­me­si­ne ilave­ten Çin­giz’in oğul­la­rın­dan her bi­ri­ne Mo­ğol or­du­su­nun bir bö­lü­mü­nün ku­man­da­sı ve­ril­di. Tu­luy as­lan pa­yı­nı al­dı: top­lam 129.000 as­ker­den 101.000’ini. Ne top­rak­la­rın ne de as­ker­le­rin tak­si­mi­nin ga­ye­si im­pa­ra­tor­lu­ğun bir­li­ği­ni boz­mak de­ğil­di. As­ker­le­rin tak­si­mi, sa­de­ce ye­ni ulu ha­nın ku­rul­tay ta­ra­fın­dan se­çil­me­sin­den ön­ce­ki ara dö­nem için ge­çer­li ola­cak­tı. O za­ma­na ka­dar Tu­luy na­ip­li­ği üst­len­di.

Bü­tün Mo­ğol li­der­le­ri, sa­de­ce Çin­giz Han’ın oğul­la­rı­nın taht için se­çi­le­bi­le­cek­le­rin­de hem­fi­kir­di­ler: ku­rul­tay sa­de­ce iç­le­rin­den bi­ri­ni se­çe­cek­ti. Bu mü­na­se­bet­le Tu­luy’un ba­ba­sı­nın göz­de­si ol­du­ğun­dan bah­set­mek ge­re­kir. Çin­giz Han, ölü­mün­den kı­sa bir sü­re ön­ce, ka­na­atim­ce im­pa­ra­tor­lu­ğun idaresi konusunda di­ğer üçün­den da­ha uy­gun ol­du­ğu için Üge­dey’i ha­le­f ola­rak gös­ter­miş­ti. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re, na­ip, kabile li­der­le­ri üze­rin­de hiç bas­kı yap­mak is­te­mi­yor­du ve aday­lar hak­kın­da dü­şün­me­le­ri için on­la­ra bol za­man ta­nı­dı. Se­çi­ci ku­rul­tay 1229’da top­lan­dı. Bir çok üye­si Tu­luy’a ta­raf­tar­dı. Fa­kat Tu­luy aday ol­ma­yı ka­bul et­me­di ve Üge­dey it­ti­fak­la ulu han se­çil­di.131

131 Üge­dey’in hü­küm­dar­lı­ğı hak­kın­da bkz. Ia­kinf, s. 148-287; Gro­us­set, s. 285-301.

Üge­dey, ci­han im­pa­ra­tor­lu­ğu hu­su­sun­da ba­ba­sı­nın dü­şün­ce­le­ri­ni ta­ma­men pay­la­şı­yor­du ve gö­re­vi tüm cid­di­ye­tiy­le üst­len­di. Hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da Mo­ğol dev­le­ti boz­kır ida­re­si­nin es­ki alış­kan­lık­la­rın­dan ke­sin­lik­le ye­ni ida­rî usul­le­re dön­dü. Mo­ğol ha­ne­da­nı­nın Çin­ce ta­ri­hin­de ka­rak­te­ris­tik bir hikaye an­la­tı­lır. Ku­zey Çin’in fet­hin­den son­ra bü­yük bir Mo­ğol asil­zâ­de­si Üge­dey’e Ku­zey Çin hal­kı­nı yok et­me­yi, şe­hir­le­ri ve köy­le­ri yık­ma­yı ve Ku­zey Çin’in bü­tün top­rak­la­rı­nı ot­la­ğa çe­vir­me­yi tek­lif et­miş­ti. Ku­zey Çin­li­le­rin var­lı­ğı­nın Mo­ğol­la­ra fay­da­sı ol­maz di­ye fi­kir yü­rü­tü­yor­du. Bu vah­şi planın ka­bu­lü­ne kar­şı çı­kan Eliu Chu-tsai, Üge­dey’i ti­ca­ret ve sa­na­yi­le­ri­ne ver­gi ve harç tarh ede­rek ve de­mir ma­den­le­ri ile di­ğer ma­den­le­ri­ni iş­le­te­rek Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nun gö­çe­be ol­ma­yan te­bâ­sın­dan kâr el­de et­me sa­na­tı ile ta­nış­tır­dı. Pa­ra, ku­maş ve pi­rinç ola­rak mu­az­zam bir ge­ti­ri va­at et­ti.132 Çin­li­le­rin –ve Mo­ğol­la­rın ken­di­le­ri­nin– şan­sı­na Üge­dey, Eliu Chu-tsa­i’ın prog­ra­mı­nı ka­bul et­ti. Böy­le yap­mak­la Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nun ge­le­cek­te­ki ida­re­si­nin sağ­lam te­mel­le­ri­ni at­mış oldu.

132 Bkz. Ratch­nevsky, s. VII-VIII.

Üge­dey, Çin­kay adın­da bir Uy­gur şan­söl­ye­si­nin ve Müs­lü­man tâ­cir Mah­mud Ya­la­vaç’ın tav­si­ye­le­rin­den de ya­rar­lan­dı. On­la­rın reh­ber­li­ğiy­le im­pa­ra­tor­luk ida­re­si­nin mü­es­se­se­le­ri­ni ge­liş­ti­rip mü­kem­mel­leş­tir­mek ve hem da­hi­lî hem ha­ri­cî me­se­le­ler­de im­pa­ra­to­run oto­ri­te­si­ni güç­len­dir­mek için elin­den ge­le­ni yap­tı. Ha­yat­ta ka­lan en bü­yük kar­de­şi ola­rak bü­tün önem­li me­se­le­ler­de ona da­nı­şa­rak Ca­ga­tay ile ya­kın iş­bir­li­ği için­de ça­lış­tı.

Ye­ni ül­ke­le­rin fet­hi­ni dü­şün­me­den ön­ce Çin ve İran’­da­ki Mo­ğol ida­re­si bu yö­re­ler­de za­yıf du­rum­da ol­du­ğu için ye­ni­den te­sis edil­me­liy­di. Mu­ka­li’­nin 1223’te ölü­mün­den son­ra Çin’­de Mo­ğol atı­lı­mı ya­vaş­la­mış ve 1228’de bir di­zi ye­nil­gi­ye uğ­ra­mış­lar­dı. İran’­dan ise Mo­ğol­lar da­ha Çin­giz Han’ın ölü­mün­den ön­ce ge­ri çe­kil­miş­ler­di; ve ilk fır­sat­ta Del­hi’­den ge­ri dö­nen Ce­lâ­led­din bü­yük İran asil­zâ­de­le­ri ve şe­hir­ler ta­ra­fın­dan sul­tan ola­rak ta­nın­mış­tı. Üge­dey, İran me­se­le­sin­den zi­ya­de da­ha çok Çin’­de­ki du­rum ile il­gi­le­ni­yor­du; ve do­la­yı­sıy­la Mo­ğol or­du­su­nun bü­yük kıs­mı Tu­luy’un ku­man­da­sın­da Chin’­le­re kar­şı gön­de­ril­di. Se­fe­rin ba­şa­rı­sı­nı ga­ran­ti­le­mek için Üge­dey Gü­ney Çin’­de­ki Sung im­pa­ra­tor­lu­ğu ile bir anlaşma yap­tı. Sung’­lar müş­te­rek za­fer­den son­ra Mo­ğol­la­rın sa­bık Chin eyâ­le­ti Ho­nan’ı on­la­ra terk et­me­le­ri şar­tıy­la Chin’­le­re kar­şı bir ko­lor­du gön­der­me­ye is­tek­liy­di­ler. Sung’­la­rın iş­bir­li­ği ile Mo­ğol­lar 1234’te Chin İm­pa­ra­tor­lu­ğu­nun fet­hi­ni ta­mam­la­dı. Tu­luy, se­fer bit­me­den ön­ce öl­müş­tü.

Çin’­de­ki bü­yük ham­ley­le eş za­man­lı ola­rak, baş­ka Mo­ğol bir­lik­le­ri de Ko­re ve İran’a gön­de­ril­di. Ko­re 1231’de Mo­ğol­la­rın met­bu­lu­ğu­nu ka­bul et­ti. Çor­ma­gan No­yan’ın ku­man­da­sın­da­ki üç Mo­ğol tü­me­ni 1230’da İran’a gir­di.133 Mo­ğol­la­rın şan­sı­na ve ken­di şans­sız­lı­ğı ba­kı­mın­dan Sul­tan Ce­lâ­led­din, kendi devletlerine karşı yapılan saldırının yakın bir gelecekte burada da kaçınılmaz olduğunu fark etmemişti. Ken­di­si­ni ve or­du­su­nu Mo­ğol­lar­la ni­haî mü­ca­de­le için ha­zır­la­mak ye­ri­ne mül­kü­nü Irak’ın, Ku­zey Su­ri­ye’­nin ve Gür­cis­tan’ın aleyhine ol­mak üze­re bü­yüt­mek ama­cıy­la Ya­kın Do­ğu si­ya­se­ti­ne dal­mış­tı. Bu­nun ta­biî so­nu­cu ola­rak Ba­tı’­da­ki bü­tün kom­şu­la­rı ile ça­tış­mış ve Mo­ğol­lar o sı­ra­da or­du­gâ­hı­nın bu­lun­du­ğu Azer­bay­can’­da gö­rün­dük­le­ri za­man dost­suz kal­mış va­zi­yet­tey­di. Ta­ma­men ga­fil av­lan­ma­sı­na rağ­men Ce­lâ­led­din o çok meş­hur kıl­pa­yı ka­çış­la­rın­dan bi­ri­ni da­ha yap­tı. Fa­kat ye­ni bir or­du teş­kil et­me ça­ba­la­rı ba­şa­rı­lı ol­ma­dı. Ta­raf­tar­la­rı­nın ço­ğu ta­ra­fın­dan terk edi­len ve ken­di ve­zi­ri ta­ra­fın­dan iha­ne­te uğ­ra­yan sul­ta­nın Ana­do­lu’­ya gi­der­ken et­ra­fı bir ke­re da­ha sa­rıl­dı. Bir ke­re da­ha kaç­tı ve Kür­dis­tan dağ­la­rı­na doğ­ru git­ti, ora­da onun kim ol­du­ğu­nu bi­le bil­me­yen hay­dut­lar ta­ra­fın­dan 1231’de öl­dü­rül­dü. Sul­ta­nın ölü­mü üze­ri­ne Do­ğu­lu ya­zar­lar­dan bi­ri­si, “Galiba ka­der bu en ce­sur as­la­nın til­ki­ler ta­ra­fın­dan kat­le­dil­me­si­ni ön­gör­müş olmalı,” diye yazdı.134

133 Üge­dey’in hü­küm­dar­lı­ğı es­na­sın­da İran’­da­ki Mo­ğol se­fer­le­ri için bkz. Spu­ler, Iran, s. 35-38.

134 An-Nasawi, His­to­ire du Sul­tan Dje­lal el-Din Man­ko­bir­ti, O. Ho­udas ter­cü­me­si ve edis­yo­nu, s. 230; Grum-Grzy­ma­ilo, 2, 461 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Ce­lâ­led­din’in mağ­lu­bi­ye­ti­nin so­nuç­la­rın­dan bi­ri Türk­men (Oğuz) as­ker­le­rin­den ge­ri­ye ka­lan­la­rın da­ğıl­ma­sı ol­du. Bir çok Türk­men kabilesi, Ce­lâ­led­din’in Mo­ğol sal­dı­rı­sın­dan ön­ce­ki ilk ge­ri çe­ki­li­şin­de pe­şin­den git­mişti. Del­hi’­den İran’a ge­ri dön­me­sin­den son­ra ona des­tek ol­mak için bir ke­re da­ha ya­nı­na koş­tu­lar. Şim­di li­der­siz kal­mış­lar­dı. Ba­zı­la­rı Tür­kis­tan’a ge­ri dö­nüp Mo­ğol­la­rın met­bu­lu­ğu­nu ta­nı­ma­ya ka­rar ver­di. Di­ğer­le­ri ise Ba­tı’­ya Su­ri­ye ve Kü­çük As­ya’­ya göç et­me­yi ter­cih et­tiler. Er­tuğ­rul’un yö­ne­ti­min­de­ki beş yüz ai­le bun­la­rın ara­sın­day­dı. Bu ­grup Sel­çuk­lu sul­tan­lı­ğı­na ulaş­ma­ya mu­vaf­fak ol­du; Er­tuğ­rul, sul­ta­nın tâ­bi­si ol­du ve ken­di­si­ne Bi­zans hu­du­dun­da Frig­ya’­da Sö­ğüt ya­kı­nın­da top­rak ba­ğış­lan­dı. Bu olay o sı­ra­da önem­siz gö­rün­se bi­le, Er­tuğ­rul’un oğ­lu Os­man so­nun­da Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nun ku­ru­cu­su ol­du­ğu için Ya­kın Do­ğu’­nun ge­le­cek­te­ki ta­ri­hin­de önem­li bir âmil ol­du­ğu gö­rül­dü.

Ge­nel­lik­le “Ha­rezm­li­ler” di­ye atıf­ta bu­lu­nu­lan çok da­ha bü­yük bir Türk­men sa­vaş­çı ­gru­bu Irak’a geç­ti ve ma­hal­lî Müs­lü­man hü­küm­dar­la­ra hiz­met­le­ri­ni sun­du­lar. Mo­ral­le­ri bo­zul­muştu. Di­sip­lin­siz bir halde çev­re­le­rin­de­ki mem­le­ke­ti ta­lan için hiç bir fır­sa­tı ka­çır­ma­dı­lar.135

135 Halp­hen, s. 415.

Chin İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nun düş­me­si ve Ce­lâ­led­din’in İran’­da or­ta­dan kalk­ma­sıy­la Mo­ğol­lar da­ha baş­ka fe­tih­ler için ha­zır­la­na­cak va­zi­yet­tey­di­ler. Plan­la­rı onay­la­mak için 1235’te ku­rul­tay otu­ru­ma çağ­rıl­dı. O ta­ri­hî top­lan­tı­da Mo­ğol li­der­le­ri, iki­si Uzak Do­ğu’­da, ilk bo­yun eğ­me­le­rin­den he­men son­ra is­yan eden Ko­re’­ye ve Gü­ney Çin’­de Sung İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­na kar­şı; bi­ri Or­ta Do­ğu’­da Irak, Su­ri­ye, Trans­kaf­kas­ya ve Kü­çük As­ya’­da Sel­çuk­lu sul­tan­lı­ğı­na kar­şı; ve bi­ri de Ba­tı’­da Av­ru­pa’­ya kar­şı ol­mak üze­re eş zamanlı dört taarruz seferi yapmaya karar verdiler.

En iyi Mo­ğol bir­lik­le­ri Ko­re ve Av­ru­pa için ay­rıl­dı; Or­ta Do­ğu’­da­ki Çor­ma­gan No­yan’a ba­zı tak­vi­ye­ler gön­de­ril­di. Gü­ney Çin’­de kul­la­nı­lan or­du­nun ek­se­ri­si Chin’­le­rin sa­bık te­bâ­la­rı olan Cür­cen­ler­den ve Ku­zey Çin­li­ler­den dev­şi­ril­miş­ti. An­la­şıl­dı­ğı kadarıyla Ügedey Ho­nan eyâ­le­ti­ni Sung’­la­ra terk et­me­yi red­det­tik­ten son­ra Gü­ney Çin’­le sa­vaş ka­çı­nıl­maz ol­muş­tu. Mo­ğol­la­rın ku­man­da­sın­da­ki üç or­du Gü­ney Çin’i is­ti­la et­ti, ama baş­lar­da­ki ba­zı ba­şa­rı­lar­dan son­ra ge­ri çe­kil­mek zo­run­da kal­dı­lar; du­rum sey­yal­leş­ti ve Üge­dey’in hü­küm­dar­lı­ğı­nın son yıl­la­rın­da önem­li bir de­ği­şik­lik ol­ma­dı. Mo­ğol­lar yıl­lar­ca sü­ren şid­det­li çar­pış­ma­lar­dan son­ra di­re­ni­şin kı­rıl­dı­ğı Ko­re’­de da­ha ba­şa­rı­lı ol­du­lar (1241).

Or­ta Do­ğu’­da Çor­ma­gan No­yan’ın em­rin­de­ki Mo­ğol kuv­vet­le­ri­nin Ku­zey İran’­da Mo­ğol­la­rın kont­ro­lü­nü ye­ni­den te­sis et­mek için ye­ter­li ol­mak­la be­ra­ber Irak’­ta­ki Bağ­dat ha­li­fe­li­ği­ne kar­şı bir se­fer için ye­te­rin­ce güç­lü ol­ma­dık­la­rı gö­rül­dü. Fa­kat Mo­ğol­lar Azer­bay­can, Er­me­nis­tan ve Gür­cis­tan’ı fet­het­me­ye mu­vaf­fak ol­du­lar. 1220-21 yı­lın­da Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan, 1226’da Ce­lâ­led­din ta­ra­fın­dan tek­rar tah­rip edi­len baht­sız Gür­cis­tan, 1239’da Mo­ğol­la­rın hi­ma­ye­si al­tı­na gir­di. Üge­dey’in hü­küm­dar­lı­ğı dö­ne­min­de Sel­çuk­lu­la­ra kar­şı ge­nel bir hü­cum ol­ma­ma­sı­na rağ­men Mo­ğol­lar şim­di Kü­çük As­ya’­da­ki Sel­çuk­lu sul­tan­la­rı­nın mül­kü­ne sal­dır­ma­ya ha­zır­la­na­cak du­rum­day­dı­lar.

Üge­dey’in hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da en dik­kat çe­ki­ci Mo­ğol ba­şa­rı­la­rı Ba­tı’­da el­de edil­di. “Ba­tı Ül­ke­le­ri” Cu­çi ulu­su­nun po­tan­si­yel ya­yıl­ma ala­nı ola­rak gö­rü­lü­yor­lar­dı. Bu yüz­den onun ikin­ci oğ­lu ve ha­le­fi Ba­tu (Rus­ça Bat­ıy) Ba­tı’­ya doğ­ru atı­lı­şın baş­ku­man­dan­lı­ğı­na tayin edil­di. Fa­kat Ba­tu’­nun kuv­vet­le­ri­nin bu iş için ye­ter­li ol­ma­dığı aşi­kâr­dı. Çin­giz Han’ın buy­ruk­la­rı­na gö­re Mo­ğol as­ker­le­ri­nin oğul­la­rı ara­sın­da tak­si­mi sırasında Cu­çi 4.000 Mo­ğol sa­vaş­çı­sı­nın ku­man­da­sı­nı ala­cak­tı; ona da­ha faz­la Mo­ğol as­ke­ri ve­ril­di­ği­ne da­ir bir ipu­cu yok­tur. Fa­kat Ba­tu’­ya Türk­men ka­bi­le­le­ri men­sup­la­rın­dan ve ulu­su için­de ya­şa­yan di­ğer Türk­ler­den Mo­ğol su­bay­la­rı­nın ku­man­da­sı al­tın­da ye­ni bir or­du teş­kil et­me yet­ki­si ve­ril­di. Türk­le­rin sa­da­ka­ti­nin da­ha sı­nan­ma­sı lâ­zım­dı ve her hâ­lü­kâr­da Ba­tu’­nun ma­hal­lî or­du­su Türk­ler­le tak­vi­ye edil­miş ol­sa bi­le amaçlanan fetih için ye­te­rin­ce güç­lü de­ğil­di. Bu yüz­den Üge­dey Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun di­ğer bü­tün ulus­la­rı­nın Ba­tu’­nun yar­dı­mı­na bir­lik­ler gön­der­me­le­ri­ni bu­yur­du. Böy­le­ce Ba­tı se­fe­ri bir pan-Mo­ğol te­şeb­bü­sü ol­du.

Ba­tu, ken­di­si­ni Çin­giz Han’ın so­yun­dan ge­len her­ke­si tem­sil eden bir prens­ler kon­se­yi­ne baş­kan­lık eder­ken bul­du. Bunların ön­de ge­len­leri Üge­dey’in oğul­la­rı Gü­yük ve Ka­dan; Tu­luy’un oğ­lu Möng­ke (Men­gü); ve Ca­ga­tay’ın oğ­lu ile to­ru­nu olan Bay­dar ve Bu­ri idi. Hep­si seç­me Mo­ğol as­ker­le­rin­den mü­te­şek­kil bü­yük bir­lik­ler ge­tir­miş­ti ya­nın­da. Ordunun başkumandanı Batu olmakla ol­mak­la birlikte Mo­ğol ge­ne­ral­le­ri­nin en iyi ve en tec­rü­be­li­le­rin­den bi­ri olan Su­bu­dey (Su­bu­tay) ge­nel­kur­may baş­ka­nı di­ye­bi­le­ce­ği­miz bir gö­re­ve tayin edil­miş­ti. Su­bu­dey, Rus harp sah­ne­si­ni Rus­ya’­ya 1222-23’te ya­pı­lan bir ön­ce­ki akı­nın­dan iyi ta­nı­yor­du. Ba­tu’­nun or­du­la­rı­nın Mo­ğol çe­kir­de­ği muh­te­me­len 50.000 ci­va­rın­day­dı. Ye­ni teş­kil olu­nan Türk bir­lik­le­ri ve çe­şit­li yar­dım­cı bir­lik­ler­le top­lam sa­yı 120.000 ka­dar ve­ya hat­ta da­ha faz­la ola­bi­lir. Ama is­ti­la ge­liş­tik­çe kont­rol edi­le­cek ve gar­ni­zon yer­leş­ti­ri­le­cek mın­tı­ka­la­rın genişliği yü­zün­den bü­yük se­fe­rin­de Ba­tu’­nun harp mey­da­nı­na sür­dü­ğü or­du, ha­re­kâ­tın hiç bir aşa­ma­sın­da 50.000’den bü­yük ola­maz.

Se­fer Çin­giz Han’ın klâ­sik se­fer­le­rin­den her bi­ri ka­dar dik­kat­le ha­zır­lan­mış­tı. İz­ci­ler ve ca­sus­lar çok ön­ce­den ge­rek­li bil­gi­le­ri top­la­mış­lar­dı. İle­ti­şi­min ve Rus­ya’­da ha­re­kât ya­pan Mo­ğol or­du­la­rı­nın ge­ri­si­nin em­ni­yet al­tı­na alın­ma­sı için ön­ce Bul­gar­la­rın ve Rus­ya’­nın do­ğu ucun­da Vol­ga neh­ri bo­yun­ca ya­şa­yan di­ğer ka­vim­le­rin ya­nı sı­ra Aşa­ğı Vol­ga ve Aşa­ğı Don yö­re­sin­de­ki Kıp­çak­la­rın (Ku­man­lar) ve di­ğer ka­bi­le­le­rin mağ­lup edil­me­si ka­rar­laş­tı­rıl­dı. İki yıl (1236-37) için­de bu he­def­le­rin ek­se­ri­si­ne ba­şa­rıy­la ula­şıl­dı. Möng­ke Ku­man­la­ra ya­pı­lan se­fe­rin ba­şı­na ge­ti­ri­lir­ken, Ba­tu, Su­bu­dey’in yar­dı­mıy­la Vol­ga Bul­gar­ han­lı­ğı­nın fet­hi­ne gi­riş­ti. Han­lı­ğın pa­yi­tah­tı Bü­yük Bul­gar 1237’de yı­kıl­dı. Ay­nı yı­lın son­ba­ha­rın­da Ba­tu’­nun asıl or­du­su Bul­gar böl­ge­sin­de Vol­ga’­yı geç­ti.

Mo­ğol­la­rın 1222-23’te­ki ilk akı­nı­nın Gü­ney Rus­ya’­ya mü­te­vec­cih ol­ma­sı­na mu­ka­bil Su­bu­dey’in bu defa ön­ce Ku­zey­do­ğu Rus­ya’­yı fet­het­me­ye ka­rar ver­di­ği­ni bu mü­na­se­bet­le kay­det­mek ge­re­kir. İlk Rus­ya se­fe­ri es­na­sın­da Kal­ka mu­ha­re­be­sin­de­ki ba­şa­rı­sı­nın kıs­men Vla­di­mir gran­dü­kü­nün âtıl kal­ma­sın­dan do­la­yı ol­du­ğu­nu pek âlâ fark et­miş ol­ma­lıy­dı.136 O za­man esir­ler­den o pren­sin Rus prens­le­ri­nin en güç­lü­sü ol­du­ğu­nu öğ­ren­miş ol­ma­lı­dır. Su­bu­dey, se­fe­ri Ba­tı’­da epe­yi uzak­la­ra ka­dar, Ki­yef’e ve son­ra Ma­ca­ris­tan’a ta­şı­ma­yı dü­şün­dü­ğü için, ile­ri­de­ki ha­re­kât­lar ba­kı­mın­dan ku­zey ka­na­dı­nı em­ni­ye­te al­mak zo­run­day­dı. Bu, ba­tı­ya doğ­ru ya­yıl­mak için Ku­zey Rus prens­le­ri­nin gü­cü­nü yok et­me­yi ön şart hâ­li­ne ge­tir­di. Hem Na­pol­yon’un hem Hit­ler’in or­du­la­rı­nın “Ge­ne­ral Kış”tan çek­tik­le­ri hak­kın­da bil­dik­le­ri­miz göz önü­ne alın­dı­ğın­da mo­dern oku­yu­cu­ya te­zat ola­rak gö­zük­se de, Su­bu­dey, Ku­zey Rus­ya’­da as­ke­rî ha­re­kât için en iyi mev­sim ola­rak kı­şı tav­si­ye et­miş­ti. As­lı­na ba­kı­lır­sa Mo­ğo­lis­tan’­da kış­lar sert ge­çer ve Mo­ğol­lar onun zor­luk­la­rı­na alış­kın­dır­lar; ay­rı­ca da kürk el­bi­se­le­riy­le so­ğuk­tan iyi ko­run­muş­lar­dı. Mo­ğol at­la­rı da şid­det­li so­ğu­ğa ta­ham­mül ede­bi­lir­ler­di ve kar çok ka­lın ol­ma­dı­ğı za­man onun al­tın­da­ki yap­rak­la­rı ve kök­le­ri bul­ma­sı­nı bi­li­yor­lar­dı. Kış se­fe­ri­nin en bü­yük avan­ta­jı Ku­zey Rus­ya’­da­ki sa­yı­sız ne­hir ve gölün don­ma­sı, bu­nun da müs­tev­li­le­rin ha­re­kâ­tı­nı çok ko­lay­laş­tır­ma­sıy­dı.

136 Bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 237-238.

Rus­lar, Vol­ga Bul­gar han­lı­ğı­na vâ­ki olan Mo­ğol sal­dı­rı­sı­nı bil­mek­le be­ra­ber, muh­te­me­len Mo­ğol­la­rın Bul­gar­la­rın di­re­ni­şi­ni kır­ma­la­rı­nın za­man ala­ca­ğı­nı var­sa­ya­rak du­ru­mun cid­di­ye­ti­ni kav­ra­ya­ma­mış­lar­dı. Bu yüz­den Ba­tu Vol­ga’­yı geç­ti­ği za­man Rus­lar on­la­rın ham­le­si­ni kar­şı­la­ma­ya ha­zır de­ğil­di­ler.137 Dos­doğ­ru Vla­di­mir şeh­ri­ne git­mek ye­ri­ne Mo­ğol­lar ön­ce Oka neh­ri­nin or­ta bo­yun­da yer alan Ri­azan’a hü­cum et­ti­ler. Şe­hir 21 Ara­lık 1237’de düş­tü. Ora­dan Mos­ko­va’­ya yol­lan­dı­lar. Bu­ra­sı he­nüz bü­yük bir Rus şeh­ri ol­ma­mak­la be­ra­ber mer­ke­zî ko­nu­mu onu Su­bu­dey’in st­ra­te­ji­sin­de önem­li bir he­def hâ­li­ne ge­ti­ri­yor­du. Ate­şe ver­di­ği Mos­ko­va’­yı al­mak­la Su­bu­dey sa­de­ce Vla­di­mir’in ar­ka­sı­nı çe­vir­mek­le kal­ma­mış­tı, bi­lâ­kis gran­dü­kün gü­cü­nün ma­lî te­me­li­ni teş­kil eden zen­gin Bü­yük Nov­go­rod şeh­ri da­hil ol­mak üze­re Rus­ya’­nın bü­tün ku­ze­yi­ni teh­dit edi­yor­du.

137 Ba­tu’­nun Rus­ya se­fe­ri hak­kın­da bkz. Ka­ram­zin, 3, 281-293 ve 4, 9-15; So­lo­vi­ev, 3, 171-176; Kha­ra-Da­van, s. 171-176; Spu­ler, s. 16-20; ZO, s. 207-217; Mi­norsky, Ca­uca­sia III.

Gran­dük II. Yu­ri’­nin Yu­ka­rı Vol­ga neh­ri­nin üst kı­sım­la­rın­da di­re­ni­şi ha­zır­la­mak için ma­iye­ti ile bir­lik­te ku­ze­ye doğ­ru çe­kil­mek­ten baş­ka ya­pa­ca­ğı şey yok­tu ar­tık. Pa­yi­tah­tı olan Vla­di­mir şeh­ri­nin is­tih­kâm­la­rı­nın kuv­vet­li olu­şu­na gü­ve­ne­rek, an­la­şıl­dı­ğı­ kadarıyla, ku­zey­de top­la­ma­yı plan­la­dı­ğı ye­ni or­du ile kur­tar­ma­ya ge­le­cek du­rum­da ola­na ka­dar şeh­rin mu­ha­sa­ra­ya mu­ka­ve­met ede­ce­ği­ ümidiyle ka­rı­sı ile oğul­la­rın­dan iki­si­ni ol­duk­ça bü­yük bir gar­ni­zon­la ora­da bı­rak­tı. Yu­ri, ka­rar­gâ­hı­nı Yu­ka­rı Vol­ga’­ya dö­kü­len Mo­lo­ga’­nın bir ko­lu olan Sit’ neh­ri­nin sa­hil­le­rin­de kur­du. Du­rum mu­ha­se­be­si ya­pan Su­bu­dey, ora­da­ki Rus­la­rın ha­re­ket­le­ri­ni gö­zet­le­mek üze­re ön­cü­le­ri­ni ku­ze­ye yol­la­dı, ken­di­si de asıl or­du­su­nu Vla­di­mir’e gö­tür­dü. Al­tı gün sü­ren bir mu­ha­sa­ra­dan son­ra şe­hir 8 Şu­bat 1238’de hü­cum­la alın­dı ve gran­dü­kün ai­le­si da­hil ol­mak üze­re ha­yat­ta ka­lan her­kes kat­le­dil­di. Son­ra Vla­di­mir yı­kıl­dı. Mo­ğol­lar der­hal Sit’ neh­ri­ne yü­rü­dü­ler. Rus­la­rın ma­nev­ra­la­rı­nı bo­şa çı­ka­ra­rak gran­dü­kün or­du­su­na bir çok yön­den sal­dır­dı­lar. Rus­lar mağ­lup edil­di­ler ve II. Yu­ri 4 Mart­ta mu­ha­re­be­de te­lef ol­du. Artık Nov­go­rod yo­lu açıl­mış­tı ve Mo­ğol­lar o ta­ra­fa dön­dü­ler. Fa­kat he­def­le­ri­ne alt­mış beş mil ka­la dur­du­lar. Mo­ğol li­der­le­ri iyi­ce dü­şü­nüp ta­şın­dık­tan son­ra ba­ha­rın yak­laş­ma­sı ve yol­la­rı ge­çil­mez hâ­le ge­ti­re­cek buz­la­rın çö­zül­me­si en­di­şe­si ile ge­ri dön­me­ye ka­rar ver­di­ler. Gel­dik­le­ri yol­dan –bü­tün şe­hir­le­rin ve yi­ye­cek ve yem de­po­la­rı­nın tah­rip edil­di­ği yö­re­ler­den– ge­ri dön­mek ye­ri­ne Mo­ğol or­du­su dos­doğ­ru gü­ne­ye git­ti. Yol üs­tün­de­ki bo­yar ma­li­kâ­ne­le­ri ile köy­le­ri yağ­ma­la­ma­la­rı­na rağ­men an­la­şıl­dı­ğı­ kadarıyla ge­cik­me­le­ri­ne se­bep ola­cak iş­ler­den ka­çı­na­rak bir tek istisnası ile şe­hir­le­re do­kun­ma­dan geç­ti­ler. Tam yol­la­rı­nın üs­tün­de bu­lu­nan Ka­lu­ga vi­lâ­ye­tin­de­ki kü­çük Ko­zelsk ka­sa­ba­sı tes­lim ol­ma­yı red­det­ti. Zap­tı­nın faz­la za­man al­ma­ya­ca­ğı­nı dü­şü­nen Mo­ğol­lar ka­sa­ba­yı ele ge­çir­me­ye ka­rar ver­di­ler. Bu se­fer yan­lış he­sap yap­mış­lar­dı; Ko­zelsk mu­ha­sa­ra­sı ye­di haf­ta sür­dü ve an­cak mü­da­fi­le­rin hep­si öl­dü­rül­dük­ten son­ra son bul­du. Bun­dan son­ra Mo­ğol­lar gü­ney­do­ğu­ya Aşa­ğı Don hav­za­sı­na git­ti­ler. Ora­da or­du­ya hem as­ker­le­rin hem at­la­rın çok ih­ti­yaç duy­duk­la­rı uzun bir is­ti­ra­hat ve­ril­di. Ku­man­lar­dan ele ge­çi­ri­len at sü­rü­le­ri ile Ka­za­kis­tan’­dan ge­ti­ri­len di­ğer sü­rü­ler meb­zul mik­tar­da ye­dek bi­nek sağ­la­dı­lar.

Mü­te­akip yıl için­de, 1239’da Mo­ğol­lar sa­de­ce kü­çük as­ke­rî ha­re­kât­la­ra gi­riş­ti­ler. Möng­ke Ku­zey Kaf­kas­ya yö­re­sin­de Alan­la­rın ve Çer­kez­le­rin önem­li bir kıs­mı­nı fet­het­ti. Ba­tu, Ku­man­la­rın ek­se­ri­si­ni ni­ha­yet Mo­ğol hâ­ki­mi­ye­ti­ni ta­nı­ma­ya mec­bur et­ti. Ama Ko­t­an Han’ın138 ön­der­li­ğin­de­ki 40.000 ka­dar Ku­man Ma­ca­ris­tan’a göç et­me­yi ter­cih et­ti. Do­nets böl­ge­sin­den çok sa­yı­da Alan (Yaş)139* on­lar­la bir­lik­te git­ti.140

138 Ko­tian hak­kın­da bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 237-239.

139Yaş: Ya­zıg –çn.

140 Ku­man­la­rın Ma­ca­ris­tan’a gö­çü hak­kın­da bkz. E. Csu­day, Die Gesc­hich­te der Un­garn (2. edis­yon, Bu­da­peş­te, 1900), I, 265-266; Hóman, I, 537-539; Alan­la­rın (Yaş­lar) ay­nı za­man­da gö­çü hak­kın­da bkz. Ku­la­kovsky, Alany, s. 71-72; S. Sza­bo, Un­ga­risc­hes Volk (Bu­da­peş­te ve Le­ip­zig, 1944), s. 41, 42.

1240’ta Ba­tu’­nun din­len­miş ve ye­ni­den teşkilat­lan­mış olan or­du­la­rı Ba­tı’­ya doğ­ru atıl­ma­yı sür­dür­me­ye ha­zır­dı­lar. O yı­lın ya­zın­da Mo­ğol­lar Pe­re­yas­lav ve Çer­ni­gov şe­hir­le­ri­ni alıp tah­rip et­ti­ler. Anlaşıldığı kadarıyla daha sonra ön­cü kuv­vet­le­ri­ne ku­man­da eden Möng­ke, baş eğ­me­le­ri­ni ta­lep et­mek üze­re Ki­yef’e el­çi gön­der­di. Ki­yef o ta­rih­te Ga­liç­ya pren­si Da­ni­el’in tayin et­ti­ği bir va­li ta­ra­fın­dan ida­re edi­li­yor­du.141 Şe­hir­de bu­gün “uz­laş­ma” par­ti­si di­ye­bi­le­ce­ği­miz bir ­grup mev­cut ol­muş gö­zü­kü­yor. Bun­la­rın her­han­gi bir şe­kil­de ha­re­ke­te geç­me­le­ri­ne mâ­ni ol­mak için Ki­yef’­te­ki yet­ki­li­ler Möng­ke’­nin el­çi­le­ri­nin öl­dü­rül­me­si­ni em­ret­ti­ler. Bu, şeh­rin kö­tü ka­de­ri­ni be­lir­le­di. Çok geç­me­den Mo­ğol­lar şe­hir ka­pı­la­rı­na da­yan­dı­lar ve şe­hir bir kaç gün ümit­siz­ce di­ren­dik­ten son­ra 6 Ara­lık 1240’ta hü­cum­la alın­dı. Ha­yat­ta ka­lan­la­rın ek­se­ri­si kat­le­dil­di ve şe­hir tah­rip edil­di. Sağ Yaka Uk­ray­na­sın­da­ki142 bir çok kü­çük prens ve köy­lü top­lu­lu­ğu şim­di Mo­ğol hâ­ki­mi­ye­ti­ni ta­nı­dı ve “Mo­ğol­lar için top­ra­ğı iş­le­me­yi”, yâ­ni ih­ti­yaç­la­rı olan da­rı ve di­ğer zı­raî ürün­le­ri te­min et­me­yi ka­bul et­ti.

141 Ga­liç­ya­lı Da­ni­el’in ön­ce­ki fa­ali­yet­le­ri hak­kın­da bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 226-227, 228-229, 230, 237-238, 240.

142 Sağ Yaka Uk­ray­na­sı Din­ye­per neh­ri­nin ba­tı­sın­da­ki Uk­ray­na’­dır.

Fa­kat Ba­tı Rus­ya prens­le­ri­nin ek­se­ri­si Ma­ca­ris­tan ve Le­his­tan’a il­ti­ca et­me­yi ter­cih et­ti. Bu da Ba­tu’­ya san­ki ba­ha­ne­ye ih­ti­ya­cı var­mış gi­bi bu iki mem­le­ke­te sal­dır­mak için ba­ha­ne ya­rat­tı. Ba­tu ay­nı za­man­da Ko­t­an Han ve Ku­man­la­rı­na sı­ğın­ma sağ­la­dı­ğı için Ma­ca­ris­tan kra­lı IV. Béla’yı pro­tes­to et­ti. Mo­ğol­la­rın Ma­ca­ris­tan ile il­gi­len­me­le­ri­nin asıl se­be­bi boz­kır ku­şa­ğı­nın en ba­tı ucu­nu teş­kil et­me­si ve se­kiz yüz­yıl ön­ce Atil­la ve Hun­la­rı­na ol­du­ğu gi­bi Mo­ğol sü­va­ri­le­ri­ne Or­ta Av­ru­pa’­da ile­ri­de­ki ha­re­kât­la­rı için mü­kem­mel bir üs ol­ma­sı hu­su­suy­du.143 Ay­rı­ca Ma­car­lar as­len gö­çe­bey­di­ler ve er­ken ta­rih­le­rin­de Türk­ler­le ya­kından iliş­ki­liy­di­ler.144 Bu da on­la­rı Mo­ğol-Türk it­ti­fa­kı­na ka­tıl­mak için ter­cih edi­lir kı­lı­yor­du.

143 Atil­la’­nın im­pa­ra­tor­lu­ğu hak­kın­da bkz. An­ci­ent Rus­sia, s. 137-146; E. A. Thomp­son, His­tory of At­ti­la and the Huns (Oxford, Oxford Uni­ver­sity Press, 1948); F. Alt­he­im, At­ti­la und die Hun­nen (yu­ka­rı­da dip­not 27’de ol­du­ğu gi­bi).

144 Mo­ravc­sik, I, 27-28, 58-64; L. Li­ge­ti, edi­tör, A Magyarság Östörténete (Bu­da­peş­te, 1943); Ki­evan Rus­sia, s. 319 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Mo­ğol­lar Le­his­tan ile he­men il­gi­len­mi­yor­lar­dı, ama Su­bu­dey’in st­ra­te­ji­si Ma­ca­ris­tan’a kar­şı ha­re­kât­la­rın­da Mo­ğol­la­rın sağ ka­na­dı­na vâ­ki ola­cak po­tan­si­yel bir teh­di­di ber­ta­raf et­mek için bu ül­ke­ye sal­dır­ma­yı ge­rek­ti­ri­yor­du. Böy­le­ce yıl so­nun­da sa­de­ce Or­ta Av­ru­pa de­ğil Ba­tı Av­ru­pa da teh­dit al­tın­day­dı. Ba­tı­lı mil­let­le­rin fa­ali­yet­le­ri­ni eş­gü­düm­lü kıl­mak kabiliyet­le­ri­ne ve müs­tev­li­le­re kar­şı müt­te­hit bir mü­da­faa teş­kil et­me­le­ri­ne çok şey bağ­lıy­dı. Fa­kat bu­nu söy­le­mek yap­mak­tan da­ha ko­lay­dı. Fe­odal Av­ru­pa iç kav­ga­lar­la par­ça­lan­mış­tı ve Ro­ma Ka­to­lik Av­ru­pa­sın­da en üst se­vi­ye­de bü­yük bir ça­tış­ma –im­pa­ra­tor ile pa­pa ara­sın­da mü­ca­de­le– var­dı ve her iki ra­kip bir di­ğe­ri­nin iti­ba­rı­nı dü­şür­mek için elin­den ge­le­ni ya­pı­yor­du.

Mo­ğol­la­rın iler­le­yi­şi­nin ha­be­ri Ba­tı­lı mil­let­le­re 1238’de iki yer­den, Nov­go­rod ve Su­ri­ye’­den ulaş­tı. İn­gi­liz va­ka­nü­vis Matthew Pa­ris, “on­la­rın [Mo­ğol­la­rın] sal­dı­rı­la­rın­dan kor­kan Goth­land ve Fri­es­land145 sâ­kin­le­ri âdet­le­ri ol­du­ğu üze­re rin­ga ba­lı­ğı avı mev­si­min­de ge­nel­lik­le ge­mi­le­ri­ni yük­le­dik­le­ri İn­gil­te­re’­de­ki Yar­mo­uth’a gel­me­di­ler; bu yüz­den çok bol ol­duk­la­rı için o yıl rin­ga­la­r para etmedi” di­ye an­la­tı­yor.146 Fri­es­land, o dö­nem­de Hol­lan­da’­nın alışılmış adıy­dı; o ül­ke­nin 1238’de Mo­ğol­la­rın Rusya’yı is­ti­la­sın­dan doğ­ru­dan et­ki­len­me­ye­ce­ği aşi­kâr­dır. Fa­kat hem Fri­es­land’ın hem Bal­tık De­ni­zi’n­de­ki Goth­land ada­sı­nın 1195 yı­lın­da­ki anlaşma­ya is­ti­nâ­den Nov­go­rod ile çok sı­kı ti­ca­rî bağ­la­rı var­dı.147 Goth­land ve Fri­es­land tek­ne­le­ri gi­bi Nov­go­rod ge­mi­le­ri de Bal­tık De­ni­zi ile Ku­zey De­ni­zi’n­de sey­re­di­yor­lar­dı. Bu hu­sus­la­rın ışı­ğı al­tın­da Matthew Pa­ris’in hikaye­si­ni da­ha iyi an­la­ya­bi­li­riz. Nov­go­rod hal­kı 1238’de Mo­ğol­la­ra kar­şı şe­hir­le­ri­nin mü­da­fa­ası için ha­zır­lık yap­mak zo­run­da ol­duk­la­rın­dan şeh­rin bü­tün kay­nak­la­rı ve tüm eli silah tu­tan er­kek­le­ri se­fer­ber edil­miş ol­ma­lı­dır. Do­la­yı­sıy­la Nov­go­rod tüc­car­la­rı ne ge­mi­le­ri­ni Ku­zey De­ni­zi’­ne gön­de­re­bi­le­cek ne de o yıl­ki rin­ga ti­ca­re­ti ile iliş­ki­li ola­rak so­rum­lu­luk­la­rı­nı üst­le­ne­cek du­rum­daydılar.148

145 Latin­ce ori­ji­na­lin­de, “Got­hia et Fri­sia”, Matt­ha­ei Pa­ri­si­en­sis Ch­ro­ni­ca Ma­jo­ra, H. R. Lu­ard, edi­tör (Lond­ra, Long­man&Co., Trüb­ner&Co.) 3 (1876), 488.

146 Matthew Pa­ris, I, 131.

147 Bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 121.

148 Matthew Pa­ris’in ki­ta­bın­da Got­hia ve Fri­sia ad­la­rı ile il­gi­li bilgilerin ol­duk­ça ka­rı­şık­ ol­du­ğun­u belirtmek ge­re­kir. Pa­ris’in trans­krip­si­yo­nu­nu yap­tı­ğı (I, 339) İm­pa­ra­tor II. Fre­de­rick’in mek­tu­bun­da Ta­tar­lar “Fri­es­land, Goth­land, Le­his­tan ve Bo­hem­ya ül­ke­le­ri­ni çö­le çe­vir­di­ler” vs. den­mek­te­dir. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re bu­ra­da Got­hia ve Fri­sia ile ba­zı Rus­ya ve­ya hu­dut böl­ge­le­ri­ne atıf­ta bu­lu­nul­mak­ta­dır.

Bal­tık De­ni­zi üze­rin­den Moğol istilası haberleri gelirken, ay­nı za­man­da Fran­sa ve İn­gil­te­re’­ye Ya­kın Do­ğu’­daki Mo­ğol sal­dı­rı­la­rı­nın hikaye­sine dair haberler Suriye’den gelmeye başladı. Sa­ra­sen­le­rin149* “Dağ­la­rın Yaş­lı Ada­mı­nın (yâ­ni Haş­ha­şin­le­rin şey­hi­nin) na­mı­ndan gelen” özel el­çi­le­ri Ba­tı­lı mil­let­ler­den yar­dım is­te­di­ler.150 Ya­kın Do­ğu’­da­ki Müs­lü­man­la­rın bu ha­re­ke­ti­ni an­la­mak için İm­pa­ra­tor II. Fre­de­rick’in, pa­pa ta­ra­fın­dan (im­pa­ra­tor­la olan ça­tış­ma­sın­dan do­la­yı) ger­çek bir haç­lı se­fe­ri ola­rak ka­bul edil­me­me­si­ne rağ­men, ge­nel­lik­le al­tın­cı de­nen haç­lı se­fe­ri es­na­sın­da­ki uz­laş­ma­cı si­ya­se­tin­den do­la­yı Fi­lis­tin’­de Müs­lü­man­lar ile Hristiyan­lar ara­sın­da­ki ge­ri­li­min bir mik­tar azal­mış ol­du­ğu­nu ha­tır­la­mak ge­re­kir. Fre­de­rick’in si­ya­se­ti “ka­fir­ler­le” her tür anlaşma­ya kar­şı çı­kan pa­pa­lık ta­raf­tar­la­rın­ca uz­laş­ma ola­rak dam­ga­lan­mış­tı. Bu se­bep­ten ve ay­nı za­man­da Haş­ha­şi­ler pek say­gı­de­ğer müt­te­fik­ler ola­rak gö­rü­lmedik­le­rin­den, Sa­ra­sen elçiler 1238’de Fran­sa’­da ve İn­gil­te­re’­de pek yüz bul­ma­dı­lar. Winchester pis­ko­po­su­nun ce­va­bı ye­te­rin­ce dikkat çekiciydi: “Bı­ra­ka­lım bu kö­pek­ler bir­bir­le­ri­ni ye­sin­ler ki hep­si pe­ri­şan ve mah­vol­sun­lar; ve biz İsa’­nın düş­man­la­rın­dan ge­ri­ye ka­lan­la­rın üs­tü­ne yü­rü­dü­ğü­müz za­man on­la­rı te­lef ede­lim ve yer­yü­zü­nü te­miz­le­ye­lim ki bü­tün dün­ya tek bir Ka­to­lik ki­li­se­si­ne tâ­bi ve tek bir ço­ban ve tek bir sü­rü ol­sun.”151

149Sa­ra­sen: Es­ki­den Av­ru­pa­lı­la­rın Arap­la­ra ver­di­ği ad –çn.

150 Matthew Pa­ris, I, 131.

151 Age., I, 132.

Ka­to­lik Ki­li­se­si­nin pis­ko­po­su­nun söz­le­rin­den yan­sı­yan sal­dır­gan ruh hâ­li­nin sa­de­ce Hristiyan ol­ma­yan “kâ­fir­le­re” kar­şı de­ğil, ay­nı za­man­da Rum Or­to­doks­la­rın da da­hil ol­du­ğu “sap­kın­la­ra” ve “râfızîlere” kar­şı ol­du­ğu­nu da kay­det­mek ge­re­kir. Bu yüz­den Ya­kın Do­ğu’­da­ki Müs­lü­man­lar­la iş­bir­li­ği yap­ma fik­ri Ka­to­lik mil­let­ler ta­ra­fın­dan sa­de­ce red­de­dil­mek­le kal­ma­dı, bi­lâ­kis iç­le­rin­den iki­si, İs­veç­li­ler ve Tö­ton Şö­val­ye­le­ri Rus­ya’­ya sal­dır­mak için za­ma­nı uy­gun bul­du­lar. O ta­rih­te hem İs­veç­li­ler hem Tö­tan Şö­val­ye­le­ri put­pe­rest yer­li­le­re –Fin­lan­di­ya Kör­fe­zi’­nin ku­ze­yin­de Fin­ler ve Ka­rel­ler, gü­ne­yin­de Lit­van­lar, Le­ton­lar ve Es­ton­lar– kı­lıç ve ra­hip­le din de­ğiş­tirt­me­ye gi­riş­miş bu­lu­nu­yor­lar­dı. Her iki­si de Rum Or­to­doks­ put­pe­rest­ler ka­dar “kur­ta­rıl­ma­ya” muh­taç bu­lu­yor­lar­dı. Her iki­si de o dö­nem­de Ku­zey Rus­ya şe­hir­le­ri Nov­go­rod ve Ps­kov’un za­yıf­lı­ğı­nı he­sa­ba kat­mış gö­rü­nü­yor­lar. Bu iki şe­hir Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan tah­rip edil­me­miş ol­mak­la be­ra­ber, her iki­si de pe­ri­şan vaziyete düşen Vla­di­mir gran­dük­lü­ğün­den ge­le­bi­le­cek bir des­tek­ten en azın­dan ge­çi­ci ola­rak mah­rum­du­lar.

Bu yüz­den 1240 yı­lı­nın Tem­muz ayın­da güç­lü kont Bir­ger’in ku­man­da­sın­da­ki İs­veç­li­ler Nov­go­rod’un de­nizle olan bağ­lan­tı­sı­nı kes­mek ama­cıy­la Ne­va neh­ri­nin ağ­zın­da gö­rün­dü­ler. Fa­kat on­lar da­ha ile­ri­ye git­me­ye va­kit bu­la­ma­dan, Nov­go­rod’un II. Yu­ri’­nin ye­ğe­ni olan genç pren­si Alexander, kü­çük fa­kat azim­li or­du­su­nu Ne­va’­ya gö­tür­dü ve İs­veç­li­le­re bü­yük bir dar­be in­dir­di. İs­veç­li­ler kuv­vet­le­ri­nin bü­yük bir kıs­mı­nı kay­bet­ti­ler ve an­cak Bir­ger’in de aralarında bulunduğu bir kaç ki­şi de­niz yo­luy­la Fin­lan­di­ya’­ya ge­ri dön­me­ye mu­vaf­fak ol­du. Bu za­fer­den son­ra Prens Alexander Nevsky (“Ne­va’­lı”) ola­rak ta­nın­dı.152 Bü­tün bun­lar, Mo­ğol­la­rın Çer­ni­gov’u zapt et­tik­le­ri sı­ra­lar­da ol­du.

152 Ne­va mu­ha­re­be­si hak­kın­da bkz. Ka­ram­zin, 4, 25-28; So­lo­vi­ev, 3, 186-188.

İs­veç­li­le­rin Nov­go­rod te­şeb­bü­sü mey­da­na ge­lir­ken Li­von­ya Şö­val­ye­le­ri Ps­kov’a kar­şı ha­re­ke­te geç­ti­ler, fakat 1240’ta ke­sin bir ba­şa­rı el­de ede­me­di­ler. Bu sı­ra­da Mo­ğol­lar Le­his­tan ile Si­lez­ya’­ya sal­dır­mış­lar­dı ve Li­von­ya Şö­val­ye­le­ri­nin bağ­lı ol­du­ğu Tö­ton ta­ri­ka­tı Ps­kov’a as­ker gön­der­mek ye­ri­ne Si­lez­ya dü­kü­nün yar­dım çağ­rı­la­rı­na ce­vap ver­mek zo­run­day­dı. 9 Ni­san 1241’de Mo­ğol ön­cü ko­lor­du­su müt­te­hit Leh-Al­man or­du­su­nu Si­lez­ya’­da Li­eg­nitz (Leh­ni­ca) ya­kın­la­rın­da ez­di.153 Leh ta­rih­çi Miechow’lu Matthew’e gö­re mu­zaf­fer Mo­ğol­lar mu­ha­re­be mey­da­nın­da bul­duk­la­rı her düş­man ölü­sü­nün bir ku­la­ğı­nı kes­ti­ler; do­kuz bü­yük çu­val do­lu­su ku­lak top­lan­dı.154 On­dan daha ön­ce asıl Mo­ğol or­du­su Kar­pat dağ­la­rı­nı aşıp Ma­ca­ris­tan’a gir­miş­ti. 11 Ni­san’­da Ba­tu ile Su­bu­dey Ma­car­la­rı Ti­sa (Tis­za, The­iss) ve Sza­jo (So­lo­na) ne­hir­le­ri­nin ka­vuş­tuk­la­rı yer­de yen­di­ler. Mo­ğol or­du­su­nun Ba­tı se­fe­rî ko­lor­du­su şim­di Si­lez­ya’­dan gü­ney Bo­hem­ya ve Mo­rav­ya’­ya dön­dü. Ma­ca­ris­tan’a yü­rü­me em­ri­ni al­mış olan bu kuv­vet, şe­hir­le­ri mu­ha­sa­ra ede­rek za­man kay­be­de­mez­di. Ge­çer­ken ül­ke­yi ta­lan eden bir çok kü­çük ko­la bölün­dü. Bo­hem­ya kra­lı Vac­lov bu kol­lar­dan bi­ri­ni Klads­ko’­da püs­kürt­tü. Bu, Çek­le­rin mo­ra­li­ni dü­zelt­ti, ama Mo­ğol st­ra­te­ji­si üze­rin­de te­si­ri ol­ma­dı. Yay­gın bir ri­va­ye­tin ak­si­ne Mo­rav­ya’­da önem­li bir mu­ha­re­be ol­ma­dı; bir ve­ya iki haf­ta için­de bü­tün kol­lar eyâ­le­ti geç­miş­ti.155

153 Ba­tu’­nun Ba­tı se­fer­le­ri hak­kın­da bkz. Gro­us­set, s. 298-300; Spu­ler, s. 20-24; Ha­rold T. Ches­hi­re, “The Gre­at Ta­tar In­va­si­on of Eu­ro­pe”, Sla­vo­nic Review, 5 (1926-27), 89-105; Shi­no­bu İwamura, “Mon­gol In­va­si­on of Po­land in the Thir­te­enth Cen­tury”, MTB, 10 (1938), 103-157. Ta­tar­la­rın Bo­hem­ya ve Mo­rav­ya’­da­ki ha­re­ket­le­ri­nin en iyi hikaye­si Vac­lav No­vot­n# ta­ra­fın­dan ya­pıl­mış­tır; özel­lik­le bkz. No­vot­ny, I, bö­lüm 3, 1005-1009. Or­ta Av­ru­pa’­da­ki Mo­ğol se­fer­le­ri hak­kın­da mü­kem­mel bir kay­nak ve il­mî li­te­ra­tür tah­li­li için bkz. No­vot­ny, I, bö­lüm 3, 715-748.

154 Mat­vei Mek­hovsky [Mat­hi­as de Mi­ec­hov]. Trak­tat o dvukh Sar­ma­ti­iakh [Trac­ta­tus de du­abus Sar­ma­ti­is] (Mos­ko­va ve Le­ning­rad, 1936), s. 54 (Rus­ça ter­cü­me­sin­de “on çu­val” den­mek­te­dir) ve s. 136 (Latin­ce as­lın­da “do­kuz çu­val” –no­vem sac­cos– den­mek­te­dir). Mek­hovsky’­nin ki­ta­bı ilk de­fa 1517’de ba­sıl­mış­tı.

155Mo­rav­ya­lı şö­val­ye Stern­berg’­li Ya­ros­lav’ın ku­man­da­sın­da­ki Çek­ler ta­ra­fın­dan Mo­ğol­la­rın Mo­rav­ya’­da ağır mağ­lu­bi­yet­le­re uğ­ra­tıl­dık­la­rı ef­sa­ne­si No­vot­ny’­nin nâ­fiz ten­ki­di ile yı­kıl­mış­tır. Yi­ne de ef­sa­ne ya­kın za­man­lar­da hem Spu­ler (s 23) hem Gre­kov (ZO, s. 217) ta­ra­fın­dan tek­rar­lan­mış­tır; H. T. Ches­hi­re da Stern­berg’in za­fe­rin­den bah­set­mek­te­dir, fa­kat onun (dip­not 146’da bah­so­lu­nan) ça­lış­ma­sı No­vot­ny’­nin ki­ta­bı­nın ya­yın­lan­ma­sın­dan ön­ce çık­mış­tı.

Mo­ğol­lar 1241 yı­lı­nın ya­zı bo­yun­ca Ma­ca­ris­tan’­da ka­lır ve ta­lih­siz ül­ke­yi yağ­ma­lar­ken, Kral Béla Hır­va­tis­tan’­da di­re­ni­şi teş­kil et­me­ye te­şeb­büs edi­yor­du. Çılgına dönmüş gibi Zag­reb’­den pa­pa­ya, im­pa­ra­to­ra ve kral­la­ra âci­len yar­dım is­te­yen me­saj­lar gön­der­di.

Béla’nın çağ­rı­sın­dan ön­ce de Ba­tı­lı mil­let­le­re ben­zer me­saj­lar Le­his­tan ve Bo­hem­ya’­dan ve­ya on­la­rın na­mı­na ulaş­mış­tı. Lor­ra­ine kon­tu Bra­bant dü­kü­ne Le­his­tan’ın için­de bu­lun­du­ğu müş­kül du­ru­mu an­la­tan bir mek­tup yaz­dı. Bra­bant dü­kü Pa­ris pis­ko­po­su­na yaz­dı; Köln baş­pis­ko­po­su da İn­gil­te­re kra­lı­na yaz­dı. Pa­ris pis­ko­po­su he­men IX. Lo­uis’­nin an­ne­si Kra­li­çe Blanc­he’i mek­tu­bun muh­te­va­sın­dan ha­ber­dar et­ti ve ka­dın, oğ­lu­nu ça­ğı­rıp teh­li­ke hak­kın­da ne yap­ma­yı dü­şün­dü­ğü­nü sor­du. O, ka­rak­te­ris­tik bir de­rin di­nî his­si­yat ve ka­de­re tes­li­mi­yet ile ce­vap ver­di: “An­acığım, cen­net­ten ge­le­cek te­sel­li bi­zi aya­ğa kal­dır­sın. Ve şa­yet bi­zim Tar­tar de­di­ği­miz bu in­san­lar bi­ze sal­dı­rır­lar­sa, ya biz on­la­rı ne­şet et­tik­le­ri Tar­ta­rus’a ge­ri­sin ge­ri­ye gön­de­ri­riz ya da on­lar he­pi­mi­zi cen­ne­te yol­lar.”156

156Matthew Pa­ris, I, 341.

İmparator II. Frederick, Ma­ca­ris­tan’ın fe­ci du­ru­mu­nun ha­be­ri­ni al­dık­tan son­ra ken­di he­sa­bı­na bü­tün Ba­tı Av­ru­pa­lı hü­küm­dar­la­ra on­la­rı Ma­ca­ris­tan, Bo­hem­ya ve Le­his­tan’a yar­dıma da­vet eden bir ta­mim gön­der­di. Pa­pa IX. Gre­gory de Mo­ğol­la­ra kar­şı haç­lı se­fe­ri çağ­rı­sın­da bu­lun­du. İm­pa­ra­tor ile pa­pa ara­sın­da­ki kav­ga de­vam et­ti­ği için, her iki­si­nin çağ­rı­sı­nın te­si­ri ola­bi­le­ce­ğin­den az ol­du. Fre­de­rick, Fran­sa kra­lı­nı “pa­pa­lı­ğın hi­le­kâr­lı­ğı ve ta­mah­kâr­lı­ğı ba­kı­mın­dan” ikaz et­ti. “Çün­kü, doy­mak bil­me­yen hır­sı ile o [pa­pa] şim­di İn­gil­te­re’­nin ta­cı­nı ayak­lar al­tı­na al­ma­sı­nı ve­si­le addederek bü­tün Hristiyan kra­li­yet­le­ri ken­di­si­ne tâ­bi kıl­mak ga­ye­si­ni gü­dü­yor; ve şim­di da­ha bü­yük bir küs­tah­lık ve ken­di­ni be­ğen­miş­likle im­pa­ra­tor­lu­ğun haş­me­ti­ni ba­şı­nın bir işa­re­ti­ne bend et­me­ye ça­lış­ma­ya cü­ret edi­yor.”157 Di­ğer ta­raf­tan pa­pa­nın ta­raf­tar­la­rı “im­pa­ra­tor ken­di ba­şı­na Tar­tar­la­rın bu be­lâ­sı­nın komp­lo­su­nu kur­du ve bu kur­naz­ca mek­tup­la al­çak­ça iğ­renç ci­na­ye­ti­ni giz­li­yor ve dal­bu­dak sa­lan hır­sı ile Lu­ci­fer158* ve­ya Dec­cal gi­bi Hristiyan inan­cı­nın büs­bü­tün mah­vı­na se­bep ola­cak şe­kil­de dün­ya­nın ta­ma­mı­nın hü­küm­dar­lı­ğı­na kar­şı fit­ne çıkarı­yor” di­ye de­di­ko­du ya­pı­yor­lar­dı.159

157Age, I, 347.

158Lu­ci­fer: Şey­tan, İb­lis –çn.

159Age, I, 348.

Bü­tün bun­la­rın ta­biî ne­ti­ce­si olarak Kral Béla, Ba­tı’­dan kay­da de­ğer bir yar­dım al­amadı. Ger­çek­ten ya­pı­lan tek haç­lı se­fe­ri, Tö­ton Şö­val­ye­le­ri­nin Ps­kov ve Nov­go­rod’a kar­şı düzenledikleri seferdi. Li­eg­nitz mu­ha­re­be­sin­de­ki ka­yıp­la­rı­na rağ­men Tö­ton Ta­ri­ka­tı şim­di Li­von­ya atı­lı­mı­nı des­tek­le­ye­bi­le­cek va­zi­yet­tey­di. 1241’de Ps­kov alın­dı ve 1242 yı­lı­nın Mart ayın­da şö­val­ye­ler Nov­go­rod’a doğ­ru yü­rü­yü­şe geç­ti­ler. Fa­kat çok ile­ri­ye gi­de­me­di­ler. Prens Alexander on­la­rı Pe­ipus gölünün buz tut­muş sat­hı üs­tün­de kar­şı­la­dı ve meş­hur “buz üs­tün­de­ki mu­ha­re­be­de” ez­di (5 ni­san 1242).160

160“Buz üs­tün­de­ki mu­ha­re­be” hak­kın­da bkz. Ka­ram­zin, 4, 30-32; So­lo­vi­ev, 3, 189-190.

Ma­ca­ris­tan’­da­ki Mo­ğol­lar buz tut­muş Tu­na’­yı 1241 yı­lı Ara­lık ayı­nın son­la­rın­da geç­ti­ler ve Hır­va­tis­tan’ı is­ti­la edip kı­sa sü­re son­ra Zag­reb’i al­dı­lar. Dal­maç­ya’­ya ka­çan Kral Béla’nın ar­ka­sın­dan bir bir­lik gön­de­ril­di. Mo­ğol sü­va­ri­le­ri Sp­lit (Spa­la­to) ya­kın­la­rın­da Ad­ri­ya­tik’e ulaş­tık­la­rı za­man kral ge­mi­ye bi­nip bir ada­da em­ni­ye­te ka­vuş­muş­tu. Mo­ğol­lar aşa­ğı­da Dub­rov­nik’e (Ra­gu­za) ve Cat­ta­ro’­ya ka­dar Dal­maç­ya sa­hi­li­ni çiğ­ne­di­ler. Baş­ka bir Mo­ğol bir­li­ği muh­te­me­len Ba­tı’­ya gi­den yol­la­rın keş­fi­ni yap­mak üze­re Ma­ca­ris­tan’­dan Vi­ya­na ya­kı­nın­da­ki Klos­ter­ne­uburg’a gön­de­ril­di. Asıl Mo­ğol or­du­su Ma­ca­ris­tan’­da uzun bir is­ti­ra­hat­tan son­ra şim­di Av­ru­pa’­da ye­ni bir hü­cu­ma ha­zır va­zi­yet­tey­di. Bir­lik­ten yok­sun oluş­la­rı göz önü­ne alın­dı­ğın­da Ba­tı­lı mil­let­le­rin ge­le­cek olan sal­dı­rı­ya da­yan­mak için he­men hiç şans­la­rı yok­tu.

Ba­tı, çok uzak­lar­da­ki Mo­ğo­lis­tan’­da mey­da­na ge­len bir olay­dan do­la­yı bek­len­me­dik bir şe­kil­de kur­tul­du. Ulu han Üge­dey, 11 Ara­lık 1241’de öl­dü. Ba­tu 1242 yı­lı­nın ilk­ba­ha­rın­da ha­be­ri alın­ca sa­de­ce bü­tün ta­ar­ruz ha­zır­lık­la­rı­nı ip­tal et­mek­le kal­ma­dı, bi­lâ­kis bü­tün or­du­su­nu Ku­zey Sır­bis­tan ve Bul­ga­ris­tan üze­rin­den Gü­ney Rus­ya’­ya ge­ri gö­tür­dü. Ge­ri çe­kil­me­si­nin se­be­bi ta­ma­men si­ya­sî idi: özel­lik­le ken­di­si de po­tan­si­yel bir aday ol­du­ğu için Ba­tu, ye­ni ulu ha­nın se­çi­mi­ne te­sir ede­cek bir ko­num­da ol­mak is­ti­yor­du. Ay­rı­ca Ma­ca­ris­tan se­fe­ri es­na­sın­da Üge­dey’in oğ­lu Gü­yük ve Ca­ga­tay’ın to­ru­nu Bö­ri ile kav­ga et­miş ve her iki­si de bü­yük bir hı­şım­la Mo­ğo­lis­tan’a ge­ri dön­müş­ler­di. Ba­tu’­nun şi­ka­ye­ti üze­ri­ne Üge­dey bu iki pren­si şid­det­le tek­dir et­miş­ti. Şim­di Üge­dey’in ölü­mün­den son­ra Ba­tu’­ya kar­şı ent­ri­ka çe­vi­re­rek in­ti­kam al­ma­la­rı bek­le­ne­bi­lir­di. Ba­tu, aşi­kâr bir şe­kil­de en­di­şe­liy­di; Mo­ğol si­ya­se­tin­de güç­lü bir ko­nu­ma gel­mek için uğ­raş­mak ona Av­ru­pa’­nın fet­hi­ne de­vam et­mek­ten da­ha önem­li gö­zük­tü.

Üge­dey öl­dü­ğü sı­ra­da el­li bir yaş­la­rın­da ol­muş ol­ma­lı­dır. Sağ­lı­ğı­nı aşı­rı iç­ki iç­mek­le mah­vet­miş gö­rü­nü­yor. Ölü­mün­den kı­sa bir sü­re ön­ce ba­şa­rı­la­rı­nı ve gü­nah­la­rı­nı de­ğer­len­di­rir­ken tak­di­re şa­yan bir dü­rüst­lük­le iki bü­yük za­afı­nın şa­rap ve ha­fif­meş­rep ka­dın­lar ol­du­ğu­nu be­lirt­miş­ti.161 Pe­der Mos­ta­ert’in işa­ret et­ti­ği gibi, Üge­dey’in Yüan se­ri­sin­de­ki port­re­si ger­çek­ten bir iç­ki müp­te­la­sı­nın yüz hat­la­rı­nı gös­ter­mek­te­dir.162 Fa­kat ta­biî bir ölüm­le öl­dü­ğün­den şüp­he edi­le­bi­lir. Pla­no Car­pi­ni’­li John’a gö­re oğ­lu Gü­yük’ün bir “tey­ze­si” ta­ra­fın­dan ze­hir­len­miş­ti.163 Her kim olur­sa ol­sun, bu ka­dın Ba­tı Av­ru­pa’­nın kur­ta­rı­cı­sı ola­rak gö­rül­me­li­dir.

161Ko­zin, s. 199.

162A. Mos­ta­ert, AM, 4, 147.

163Pla­no Car­pi­ni M, s. 56-57.

II.BÖLÜM
MOĞOL İMPARATORLUĞU

1. GÜYÜK’ÜN HÜKÜMDARLIĞI

1206 yı­lı­na ka­dar sa­de­ce Te­mu­çin ile bir­kaç di­ğer Mo­ğol kabile li­de­ri­nin zi­hn­in­de sa­de­ce bir hül­ya ola­rak yer eden MOĞOL İM­PA­RA­TOR­LU­ĞU, Çin­giz Han’ın hü­küm­dar­lı­ğın­da vü­cut bul­muş­tu. Üge­dey’in hü­küm­dar­lı­ğı­nın ni­ha­ye­tin­de im­pa­ra­tor­luk pa­yi­tah­tı Mo­ğo­lis­tan’­da­ki Ka­ra­ku­rum ol­mak üze­re çok­tan sağ­lam bir şe­kil al­mış­tı. Böy­le­ce otuz­beş yıl­lık bir sü­re için­de mu­az­zam bir dev­let ku­rul­muş ve dün­ya li­der­li­ği üs­tün­de hak ta­lep et­miş­ti. Moğollar, nis­be­ten kı­sa müd­det için­de As­ya ve Av­ru­pa’­da geniş top­rak­lar fet­het­miş­ler­di; as­lı­na ba­kı­lır­sa Av­ras­ya boz­kır ku­şa­ğı­nın efen­di­le­ri ola­rak şim­di Ku­zey As­ya’­nın ta­ma­mı­nı ve Do­ğu Av­ru­pa’­nın büyük kıs­mı­nı –Av­ras­ya alt kı­ta­sı­nı– kont­rol ede­cek bir du­rum­day­dı­lar.

Mo­ğol­la­rın hem Çin’­de hem Or­ta Do­ğu’­da da­ha fazla top­rak el­de ede­cek ol­ma­la­rı­na rağ­men, te­mel­de Mo­ğol fe­tih­le­ri bit­miş­ti. İm­pa­ra­tor­lu­ğun hü­küm­dar­la­rı şim­di fet­het­tik­le­ri­ni pe­kiş­ti­rip özüm­sem­ek zo­run­day­dı­lar. Bu ko­lay bir iş de­ğil­di. İpa­ra­tor­lu­ğun sü­rek­li­li­ği­ni sağ­la­mak için hâ­lâ mu­az­zam bir ça­ba gös­ter­mek ge­re­ki­yor­du ve Üge­dey’in ve­fa­tı­nı takip eden yüz­yıl için­de im­pa­ra­tor­luk mü­es­se­se­le­ri, bü­tün iç çe­kiş­me­le­re rağ­men, im­pa­ra­tor­lu­ğun büyük kısmında müm­kün ola­bil­di­ğin­ce mü­es­sir ve da­kik bir şe­kil­de ça­lış­tı­lar.

Üge­dey’in 1241’de­ki ve­fa­tı, hem uluslar arası ilişkiler, hem Mo­ğol si­ya­se­t ta­ri­hin­de önem­li bir dö­nüm nok­ta­sı ola­rak gö­rü­le­bi­lir. Bu ölüm, Ba­tı Av­ru­pa’­yı is­ti­la­dan kur­tar­mak­la be­ra­ber Mo­ğo­lis­tan’­da sonu gelmez bir si­ya­sî kri­ze yol aç­tı. Ca­ga­tay kı­sa bir sü­re son­ra öl­dü ve Çin­giz’in to­run­la­rı, ai­le­de ira­de­si­ni di­ğer­le­ri­ne ka­bul et­ti­re­cek yaş­ta ve ye­te­rin­ce oto­ri­te sa­hi­bi kim­se ol­madığı için, du­ru­mu is­te­dik­le­ri gi­bi hal­let­mek zo­run­da kal­dı­lar. Üge­dey’in dul ka­rı­sı Tu­ra­ki­na (To­ra­ga­na)164 Hatun, tah­tı bü­yük oğ­lu Gü­yük’e mal et­mek ga­ye­siy­le na­ip­li­ği üst­len­di. Fa­kat Ba­tı’­nın güç­lü fa­ti­hi Ba­tu ile olan hu­su­me­tin­den do­la­yı bir­çok pren­sin ve kabile li­de­ri­nin Gü­yük’e şid­det­le mu­ha­le­fet et­me­si bek­le­ne­bi­lir­di. Bu yüz­den ku­rul­tay top­lan­ma­dan ön­ce bir hayli si­ya­sî ma­nev­ra yap­mak ge­re­ki­yor­du. As­lı­na ba­kı­lır­sa ara dö­nem dört yıl sür­dü (1242-46).

164Ha­tun; asil bir ha­nım, kra­li­ye­t ailesine men­sup ha­nım de­mek­tir.

Ha­tun, ken­di­si­ne ha­re­ket ser­bes­ti­si sağ­la­mak için Üge­dey’in yar­dım­cı­la­rın­dan üçü­nü gö­rev­den al­dı: Çin­li mü­şa­vir Eliu Chu-tsai, Uy­gur kâ­tip Çin­kay ve Ha­rezm­li Müslüman Mah­mud Ya­la­vaç. Şim­di Abdurrahman adlı baş­ka bir Müslüman, im­pa­ra­tor­lu­ğun Çin eyâ­let­le­rin­den el­de et­ti­ği ge­li­ri iki­ye kat­la­ma­yı ka­dı­na va­ad et­tik­ten son­ra na­ibin baş­mü­şa­vi­ri ol­du. Ha­yal kı­rık­lı­ğı­na uğ­ra­yan ve kal­bi kı­rı­lan Eliu Chu-tsai, bir­kaç ay son­ra öl­dü. Dış me­se­le­le­re ge­lin­ce, ara dö­nem­de Mo­ğol hü­cu­mu sa­de­ce Ya­kın Do­ğu’­da sür­dü­rül­dü. O böl­ge­de­ki Mo­ğol or­du­su­nun ye­ni ku­man­da­nı Bay­cu No­yan 1243’de Sel­çuk­lu­la­rı ezi­ci bir mağ­lu­bi­ye­te uğ­rat­ma­yı ba­şar­dı. Bun­dan son­ra Sel­çuk­lu sul­ta­nı Mo­ğol­la­ra tâ­bi ol­du. Bu ika­zı mü­te­akip Kü­çük Er­me­nis­tan kra­lı I. Het­hum, Mo­ğol­la­ra bi­atı­nı ve yar­dı­mı­nı sun­mak­ta ace­le et­ti. Hethum, Kıb­rıs ada­sı­nın kar­şı­sı­na dü­şen Ki­lik­ya yö­re­si­ni kont­rol edi­yor­du. Onun va­sı­ta­sıy­la Mo­ğol nü­fu­zu şim­di Ak­de­niz’in do­ğu kıs­mı­na uzan­mış­tı.

Si­ya­sî ba­kım­dan o yıl­lar­da Mo­ğol İmpa­ra­tor­lu­ğu’n­da­ki en önem­li ge­liş­me, Batu’nun Gü­ney Rus­ya’­da başkenti Aşağı Volga boyundaki ye­ni Sa­ray şeh­ri olan ve mü­te­aki­ben Al­tın Or­du di­ye bi­li­nen Kıp­çak Han­lı­ğı’­nı te­si­si ol­du. Ba­tu’­nun yap­tı­ğı ilk iş­ler­den bi­ri, tâ­bi ola­rak bağ­lı­lık ye­min­le­ri­ni al­mak üze­re ön­de ge­len Do­ğu Rus­ya prens­le­ri­ni Sa­ray’a ça­ğır­mak ol­du. Batu’nun ku­man­da et­ti­ği Mo­ğol or­du­su Ma­ca­ris­tan’­dan Gü­ney Rus­ya’­ya ge­ri dö­nün­ce Cu­çi so­yun­dan gel­me­yen prens­le­rin çoğu emir­le­rin­de­ki Mo­ğol bir­lik­le­riy­le Mo­ğo­lis­tan’a ge­ri git­miş­ler­di. Fa­kat bir­ka­çı hoş­la­rı­na gi­den ye­ni fet­he­dil­miş ül­ke­de kal­ma­ya ka­rar ver­di­ler. Böy­le­ce Batu’nun hâ­ki­mi­ye­ti al­tın­da­ki Mo­ğol bir­lik­le­ri­nin sa­yı­sı bi­raz art­tı ve ta­bi­atıy­la ken­di­si­ne sa­dık olan Mo­ğol su­bay­la­rın ku­man­da et­ti­ği güç­lü ve iyi ta­lim­li bir Türk or­du­su eli­nin al­tın­day­dı. Or­ta As­ya­lı Türk­men­le­re ilave­ten bir­çok Ku­man ve Alan sa­vaş­çı­sı Batu’nun kuv­vet­le­ri­ne ka­tıl­mış­lar­dı.

Ba­tu as­ke­rî açı­dan ye­te­rin­ce güç­lü ol­mak­la be­ra­ber, Mo­ğol or­du ve klan li­der­le­ri­nin sa­de­ce kü­çük bir kıs­mı ona bağ­lı ol­du­ğu için, Mo­ğol si­ya­se­ti için­de­ki ye­ri ol­duk­ça za­yıf­tı. Mec­bu­ren Av­ru­pa se­fe­rin­den be­ri ya­kın dos­tu olan Tu­luy’un oğ­lu Möng­ke ile it­ti­fak te­sis et­ti. Fa­kat ortak ça­ba­la­rı dahi Gü­yük’ün aday­lı­ğı konu­sun­da­ki se­çim ön­ce­si ka­ra­rı yalnızca er­te­le­ye­bil­di, ama mâ­ni ola­ma­dı. 1246 yı­lı­na ge­lin­di­ğin­de Mo­ğol prens­le­ri­nin ve klan li­der­le­ri­nin çoğu Gü­yük’ü des­tek­le­me­yi ka­bul et­miş­ler­di ve son­ra se­çi­ci ku­rul­tay Ka­ra­ku­rum ya­kın­la­rın­da Or­hon neh­ri­nin doğduğu yere yakın bir mevkide top­lan­dı. Ro­ma­tiz­ma ol­du­ğu ma­ze­re­ti­ni be­yan eden Ba­tu, ku­rul­ta­ya ka­tıl­ma­yı red­det­ti ve Sa­ray’­da kal­dı. Fa­kat Mo­ğo­lis­tan’a Vla­di­mir gran­dü­kü ola­rak onay­la­dı­ğı mü­te­vef­fa II. Yu­ri’­nin kar­de­şi Ya­ros­lav’ı (Alexander Nevsky’­nin ba­ba­sı­nı) gön­der­me­yi ka­bul et­ti.

Ya­ros­lav’ın ya­nı sı­ra Mo­ğol­la­rın Sel­çuk­lu sul­ta­nı IV. Kı­lıç Ars­lan ve Gür­cis­tan kra­lı V. Da­vid gi­bi di­ğer tâ­bi­le­ri de Mo­ğo­lis­tan’a ça­ğı­rıl­mış­lar­dı; Kü­çük Er­me­nis­tan kra­lı I. Het­hum, kar­de­şi Sam­bat ta­ra­fın­dan tem­sil edi­li­yor­du. Te­sa­dü­fen pa­pa­nın el­çi­si, Pla­no Car­pi’­li keşiş John da Gü­yük’ün se­çi­mi es­na­sın­da im­pa­ra­tor­luk ka­rar­gâ­hın­da bu­lu­nu­yor­du. Ke­şiş John’un mis­yo­nu 1243 yı­lın­da se­çi­len pa­pa IV. İn­no­cent’in Mo­ğol me­se­le­si­ne ye­ni yak­la­şı­mı­nın bir so­nu­cuy­du. Ro­ma’­nın İm­pa­ra­tor II. Fre­de­rick’e kar­şı aman­sız mü­ca­de­le­si­ni sür­dür­me­nin ya­nı sı­ra bu pa­pa Ka­to­lik Ki­li­se­si­nin hâ­ki­mi­ye­ti­ni üç dü­şün­ce­ye is­ti­nat eden cü­ret­kâr bir uluslar arası si­ya­set­le ye­ni­den te­sis et­me­ye te­şeb­büs edi­yor­du: 1) Fi­lis­tin’­de haç­lı se­fe­ri­nin sür­dü­rül­me­si; 2) pa­pa­nın hâ­ki­mi­ye­ti­nin Do­ğu ki­li­se­le­ri­ne sa­vaş­tan zi­ya­de dip­lo­ma­si ile teşmil edil­me­si; 3) ve müm­kün olur­sa Hristiyan yap­mak va­sı­ta­sıy­la Mo­ğol­lar­la anlaşma­ya var­ılması. Prog­ra­mın­da­ki üçün­cü hu­su­sun en önem­li­si ol­du­ğu gö­rü­le­cek­ti.165

165Pa­pa IV. In­no­cent’in Şark si­ya­se­ti için bkz. J. Umins­ki, Niebezpieczénstwo ta­tars­kie w polowie XIII w.i pa­pi­ez In­no­centy IV (Lwów, 1922).

Ba­tı­lı hü­küm­dar­la­rın (im­pa­ra­tor is­tis­na ol­mak üzer) Müslüman­lar­la anlaşma­ya var­ma­ya is­tek­siz ol­duk­la­rın­dan do­la­yı Ya­kın Do­ğu’­da­ki va­zi­ye­tin kö­tü­leş­miş ol­du­ğu­nu kay­det­mek ge­re­kir. 1244’de Mı­sır sul­ta­nı Ha­rezm­li­le­ri166 Irak’­dan Su­ri­ye’­ye gel­me­le­ri için teş­vik et­ti. O yı­lın Ağus­tos ayın­da on­lar Ku­düs şeh­ri­ni hü­cum­la alıp yağ­ma­la­dı­lar. Bu­nun üze­ri­ne pa­pa ye­ni bir haç­lı se­fe­ri –ye­din­ci­si– için çağ­rı­da bu­lun­ma­ya ka­rar ver­di. Bu­nu baş­lat­mak için 1245’de Fran­sa’­da Lyon’­da Ro­ma Ka­to­lik­le­ri­nin Onü­çün­cü Ekü­me­nik Kon­sil167 ola­rak ka­bul et­tik­le­ri bir ki­li­se kon­si­li­ni top­la­dı. Fran­sa kra­lı IX. Lo­uis he­men ye­ni haç­lı se­feri­nin li­der­li­ği­ni üst­len­di, ama bu­nun ger­çek­leş­me­si ya­vaş ol­du. Lo­uis’­nin or­du­su­nun Kıb­rıs’­da top­lan­ma­sı 1248 yı­lı­nın Ey­lül ayı­nın or­ta­sın­dan ön­ce ol­ma­dı.

166Ha­rezm­li­ler Ce­la­led­din’in Türk­men as­ker­le­ri­nin ba­ki­ye­siy­di­ler; bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm I, kı­sım 7, s. 48.

167Rum Or­to­doks Ki­li­se­si ikin­ci İz­nik kon­si­lin­den (M.S. 787) son­ra­ki hiç­bir ki­li­se kon­si­li­ni ekü­me­nik ola­rak ka­bul et­mez.

Lyon kon­si­lin­de Mo­ğol me­se­le­si de gö­rü­şül­dü. Su­nu­lan bil­gi­le­rin ek­se­ri­si­ni bir Rus din ada­mı, pis­ko­pos Pe­ter168 sağ­la­mış­tı. Kon­sil Av­ru­pa­lı dev­let­le­ri Mo­ğol­la­ra kar­şı mü­ca­de­le için to­par­la­ma­ya te­şeb­büs et­miş­ti, ama ay­nı za­man­da pa­pa­nın on­lar­la mü­za­ke­re planı­nı onay­la­mış­tı. Papa, kon­si­lin açı­lı­şın­dan kı­sa bir sü­re ön­ce Mo­ğol­lar­la te­ma­sa geç­mek için bir­çok heyet yol­la­mış­tı. Bun­lar­dan iki­si gö­rev­le­ri­ni ifa­ya mu­vaf­fak ol­du­lar. Do­mi­ni­ken ke­şiş As­ce­lin ve yol­daş­la­rı ku­zey­ba­tı İran’a git­ti­ler. Ya­nın­da Le­his­tan­lı ke­şiş Be­ne­dict’in bu­lun­du­ğu Fran­sis­ken ke­şiş Pla­no Car­pi­ni’­li John Mo­ğo­lis­tan’a ulaş­tı. Ke­şiş John, Hristiyan dün­ya­sı­nın ba­şı ola­rak ko­nu­şan pa­pa­nın Mo­ğol­la­rı Hristiyan ül­ke­le­ri­ne te­ca­vüz­le­rin­den do­la­yı tek­dir ve Tan­rı’­nın ga­za­bı ile teh­dit eden, ge­le­cek­te böy­le sal­dı­rı­lar­dan im­ti­na et­me­le­ri ve Hristiyan­lı­ğı ka­bul et­me­le­ri için na­si­hatte bulunan “Tar­tar­la­rın Kra­lı­na ve Hal­kı­na” hi­tâ­ben bir mek­tu­bu­nu hâ­mil ola­rak 1245 yı­lı­nın Ni­san ayın­da Lyon’­dan yo­la çık­mış­tı. Ke­şiş­ler Ba­tı Rus­ya’­dan ge­çe­cek ol­duk­la­rın­dan pa­pa on­la­ra Ba­tı Rus­ya prens­le­ri­ne ve din adam­la­rı­na “kut­sal ki­li­se ana­nın bir­li­ği­ne av­det et­me­le­ri” için ten­bih­te bu­lun­ma ta­li­mâ­tı­nı da ver­miş­ti.

168Pis­ko­pos Pe­ter’in ra­por­la­rı Pa­ris­li Matthew ta­ra­fın­dan da kul­la­nıl­mış­tır. Dö­ne­min Rus ki­li­se­si­nin yıl­lık­la­rın­da bir pis­ko­pos Pe­ter’­den bah­so­lun­ma­dı­ğı­nı ve kim­li­ği­nin ol­duk­ça mu­am­ma­lı ol­du­ğu­nu kay­det­mek ge­re­kir.

Ke­şiş John, Bo­hem­ya ve Si­lez­ya’­dan ge­çe­rek boz­kır­la­ra yol­cu­luk için yol­daş­la­rıy­la bir­lik­te ay­lar­ca ha­zır­la­na­rak uzun süre kal­dı­ğı Kraków’a gel­di. O sı­ra­da Ba­tu’­nun or­du­gâ­hın­da bu­lu­nan ağa­be­yi Ga­liç­ya­lı Da­ni­el’in tav­si­ye­si ol­mak­sı­zın ka­to­lik­li­ği ka­bul et­me­ye ya­naş­ma­yan Volinya’­lı prens Va­sil­ko ta­ra­fın­dan dost­ça ka­bul edil­di­ler. 1246 yı­lı­nın Şu­bat ayın­da ke­şiş John ve yol­daş­la­rı tah­rip edil­miş olan Ki­yef’­ten geç­ti­ler; Ni­san ayın­da Ba­tu’­nun or­du­gâ­hı­na var­dı­lar; Ba­tu ta­ra­fın­dan he­men ka­bul edil­di­ler ve ona pa­pa­nın mek­tu­bu­nu tes­lim et­ti­ler. Ke­şiş­ler mek­tu­bu Rus, “Sa­ra­zen” (Fars) ve “Tar­tar” (Mo­ğol) dil­le­ri­ne çe­vir­mek için Ba­tu’­nun mü­ter­cim­le­ri­ne yar­dım et­ti­ler. Ba­tu, bü­tün bu ver­si­yon­la­rı he­men özel ulak­la Ka­ra­ku­rum’a gön­der­di ve Fran­sis­kenlere Mo­ğo­lis­tan’a git­me­le­ri­ni tav­si­ye et­ti. 22 Tem­muz’­da im­pa­ra­tor­luk ka­rar­gâ­hı­na ulaş­tı­lar ve ne­zâ­ket­le kar­şı­lan­dı­lar, ama se­çi­le­cek olan ha­nın cü­lu­sun­dan ön­ce pa­pa­nın me­sa­jı­na ce­vap ve­ri­le­me­ye­ce­ği söy­len­di on­la­ra.

Bu olay, 24 Ağus­tos’­da vu­ku bul­du. Me­ra­si­min en önem­li anı, ye­ni ha­nın bir ke­çe par­ça­sı­na otur­tu­lup ha­va­ya kal­dı­rıl­ma­sıy­dı.169 Bü­tün Mo­ğol prens­le­ri ve kabile li­der­le­ri gi­bi tâ­bi hü­küm­dar­lar da ye­ni ka­ga­na ka­yıt­sız şart­sız ita­at ye­mi­ni etti­ler. Ke­şiş John, Gü­yük’ü şu söz­ler­le tas­vir et­miş­ti: “Bu im­pa­ra­tor, kırk ve­ya kırk­beş ya­şın­da ve­ya da­ha bü­yük ola­bi­lir;170 or­ta boy­lu, çok ba­si­ret­li ve aşı­rı de­re­ce­de kur­naz, tav­rı cid­dî ve va­kur­dur; hiç­bir za­man su­dan se­bep­ler­le gül­dü­ğü ve­ya hop­pa­lık yap­tı­ğı gö­rül­me­miş­tir ki, bu hu­sus­ta bi­zi sü­rek­li ola­rak onun­la bir­lik­te olan Hristiyan­lar te­min et­ti­ler. Ay­nı za­man­da sa­ray hal­kı­na men­sup olan Hristiyan­lar bi­zi onun Hristiyan ol­mak üze­re ol­du­ğu­na ke­sin­lik­le inan­dık­la­rı hu­su­sun­da te­min et­ti­ler.”171 Gü­yük’ün sa­ra­yın­da­ki Hristiyan­la­rın ek­se­ri­si Nesturî idi, ama –baş­lı­ca ha­nın hiz­me­tin­de­ki Rus za­na­at­kâr­lar ol­mak üze­re– bir­çok Rum Or­to­doks da var­dı. Bun­la­rın için­de­ki en müm­ta­zı Fran­sis­kenlere çok iyi dav­ra­nan ve on­la­ra yi­ye­cek te­min eden ku­yum­cu us­ta­sı Cos­mas (Kuz­ma) idi.172 Cos­mos ke­şiş­le­re ken­di­si­nin yap­mış ol­du­ğu im­pa­ra­to­r tah­tı­nı gös­ter­di. “Taht aba­noz­dan­dı, oy­ma­la­rı ha­ri­ku­lâ­dey­di; ay­nı za­man­da [üs­tün­de] al­tın, kıy­met­li taş­lar ve şa­yet doğ­ru ha­tır­lı­yor­sam in­ci­ler var­dı. Bir­kaç ba­sa­mak­la çı­kı­lı­yor­du ve ar­ka ta­ra­fı yu­var­lak bi­çim­dey­di.”173 Gü­yük’ün im­pa­ra­tor­luk müh­rü­nün hak­kak­lı­ğı­nı ya­pan da Cos­mos idi.174

169Rock­hill, s. 21, dip­not 1 (Be­au­va­is’­li Vin­cent’in “Spe­cu­lum his­to­ri­ale,” ki­tap 31, bö­lüm 22’de­ki St. Quentin’in ra­po­ru­na is­ti­na­den). Ke­çe­nin si­hir­li vas­fı için bkz. L. Olsch­ki, The Myth of Felt (Ber­ke­ley, Uni­ver­sity of Ca­li­for­nia Press, 1949).

170As­lın­da Gü­yük o ta­rih­te otuz ya­şın­dan bü­yük ol­muş ola­maz.

171Rock­hill, s. 29.

172Age., s. 26.

173Age., s. 24.

174Age., s. 26.

Gü­yük’ün yap­tı­ğı ilk iş­ler­den bi­ri an­ne­si­nin işbaşına getirdiği Ab­dur­rah­man’ı gö­rev­den al­mak (son­ra da öl­dü­rül­dü) ve Çin­kay ile Mah­mud Ya­la­vaç’ı tek­rar es­ki gö­rev­le­ri­ne ia­de et­mek ol­du.

Pa­pa­nın el­çi­le­ri­, misyonlarının konusunu Nesturi bir Hristiyan olan Çinkay ve iki yardımsıyla görüşüyorlardı. Ulu ha­nın ce­va­bı­nın Mo­ğol­ca met­ni ha­zır ol­du­ğu za­man onu Latin­ce ola­rak kâ­ğı­da dö­ken Fran­sis­kenlere şi­fa­hî ola­rak ter­cü­me edil­di; Mo­ğol­ca as­lı­na ilave­ten on­la­ra dö­kü­ma­nın Fars­ça bir ter­cü­me­si de ve­ril­di. Son­ra Çin­kay, on­la­ra, im­pa­ra­to­run se­fir­le­ri­ni on­lar­la bilrlikte Av­ru­pa’­ya gön­der­me­yi tek­lif et­ti­ği­ni an­lat­tı. Fran­sis­kenler Mo­ğol­la­rı bun­dan vaz­ge­çir­mek için çok uğ­raş­tı­lar. Ke­şiş John, mis­yo­nu hak­kın­da­ki ra­po­run­da Mo­ğol el­çi­le­rin ken­di­le­riy­le bir­lik­te gel­me­le­ri­ni red­det­me­si­nin bir­çok se­be­bi­ni açık­söz­lü­lük­le be­yan edi­yor. “İlk se­bep, on­la­rın bi­zim içi­miz­de­ki anlaşmaz­lık­la­rı ve sa­vaş­la­rı gö­rüp bu­nun on­la­rı bi­ze kar­şı ha­re­ke­te geç­mek için ce­sa­ret­len­dir­me­sin­den kork­ma­mız­dı. İkin­ci se­bep ise, on­la­rın ca­sus­luk yap­mak ni­ye­tin­de ol­ma­la­rın­dan endişe etmemizdi.”175 Bi­raz te­red­düt et­tik­ten son­ra Mo­ğol­lar bu pro­je­den vaz­geç­ti­ler.

175Age., s. 29. Mo­ğol el­çi­le­ri­ni yan­la­rı­na al­ma­mak için üç baş­ka se­bep ke­şiş John ta­ra­fın­dan ra­po­run­da ve­ril­miş­tir. Age., s. 29-30.

Ha­nın pa­pa­ya ce­va­bı, Mo­ğol­la­rın im­pa­ra­tor­luk gü­cü­nü an­la­yış­la­rı ba­kı­mın­dan ti­pik­ti. Pa­pa­nın Hristiyan ol­ma­yı dü­şün­me­si ri­ca­sı­nı ka­bul et­me­ye­rek ve pa­pa­nın onu ten­kid et­me hak­kı ol­du­ğu­nu red­de­de­rek ken­di­si­ne bi­at et­me­le­ri için pa­pa­nın ve kral­la­rın şah­sen Mo­ğo­lis­tan’a gel­me­le­ri­ni em­re­di­yor­du. “Şa­yet kar­şı ko­yar­sa­nız ne ola­ca­ğı­nı ne­re­den bi­le­lim? Sa­de­ce Tan­rı bi­lir.”176

176Vo­ege­lin, s. 386-387.

Fran­sis­kenler 1246 yı­lı­nın Ka­sım ayı­nın or­ta­sın­da Ka­ra­ku­rum’­dan ay­rıl­dı­lar ve 1247 yı­lı­nın Aziz­ler Yor­tu­su177* gü­nü ci­va­rın­da Lyon’a var­dı­lar. On­dan daha ön­ce ke­şiş As­ce­lin heyeti Or­ta Do­ğu’­da­ki Mo­ğol ku­man­da­nı Bay­cu No­yan’ın bir mek­tu­bu­nun ya­nı sı­ra Gü­yük Han’ın Bay­cu No­yan’a gön­der­di­ği bir mek­tu­bu da ge­ti­re­rek İran’­dan ge­ri dön­müş­tü. Bu iki dö­kü­ma­nın muh­te­va­la­rı ke­şiş John’un pa­pa­ya ge­tir­di­ği mek­tu­bun­ki­nin ben­ze­riy­di­. Bir­bi­riy­le kar­şı kar­şı­ya ge­len Ba­tı ile Do­ğu’­nun güç­le­ri­nin oranı şim­di açık­lı­ğa ka­vuş­tu­rul­muş­tu. Pa­pa­nın ev­ren­sel li­der­lik id­di­ala­rı Mo­ğol im­pa­ra­to­ru­nun eşit de­re­ce­de­ki ev­ren­sel­lik id­di­ala­rı ile ça­tı­şı­yor­du. İki­si­nin ara­sın­da uz­laş­ma ve­ya iş­bir­li­ği ol­ma­sı pek bek­le­ne­mez­di.

177Aziz­ler Yor­tu­su: Bü­tün öl­müş Aziz­le­rin Yor­tu­su, 2 Ka­sım –çn.

As­lın­da en yük­sek se­vi­ye­de ka­tı ve uz­laş­maz ol­mak­la be­ra­ber, Mo­ğol si­ya­se­ti özel­lik­le as­ke­rî mü­la­ha­za­lar ge­rek­tir­di­ği tak­dir­de ma­hal­lî se­vi­ye­de şart­la­ra uyar­la­na­bi­li­yor­du. Gü­yük’ün en azın­dan şim­di­lik bü­tün gay­re­ti­ni Ya­kın Do­ğu’­ya tek­sif et­me­yi plan­la­dı­ğı gö­rü­lü­yor. Bay­cu No­yan’ın ye­ri­ni al­mak üze­re ora­ya ye­ni bir ku­man­dan, Al­ci­gi­day yol­lan­dı.178 Al­ci­gi­day, Er­me­nis­tan’­da­ki Mo­ğol ka­rar­gâ­hı­na 1247 yı­lı Tem­muz ayı­nın or­ta­sın­da ye­ni ta­li­mât­lar­la gel­di. Gü­yük’ün Ya­kın Do­ğu’­da ya­yıl­mak için hazırlanan ye­ni planı Müslüman­la­ra kar­şı Hristiyan­lar­la tam bir iş­bir­li­ği­ne is­ti­nat et­miş gö­rü­nü­yor. Ke­şiş John’un bah­set­ti­ği Hristiyan­lar bu planı tüm cid­di­yet­le des­tek­le­miş ol­ma­lı­dır­lar. Gü­yük’ün ken­di­si­nin de şim­di Hristiyan –ve şa­yet öy­ley­se Nesturî ki­li­se­si­nin men­su­bu– ol­muş ol­ma­sı muh­te­mel­dir. Her ne ol­muş ise Al­ci­gi­day, Kral IX. Lo­uis’­nin Kıb­rıs’a gel­di­ği ha­be­ri­ni alır al­maz Fi­lis­tin’­de­ki Hristiyan­la­rı “ha­las et­mek” üze­re müş­te­rek ça­ba­la­rı­nı eş­gü­düm­lü kıl­mak için el­çi­ler gön­der­di. Bu el­çi­ler Kıb­rıs’a 14 Ara­lık 1248’de var­dı­lar ve 20 Ara­lık’­ta Fran­sa kra­lı ta­ra­fın­dan ka­bul edil­di­ler. Bir ay son­ra yan­la­rın­da Long­ju­me­au’­lu Andrew’un baş­kan­lık yap­tı­ğı Fran­sız heyeti ol­du­ğu halde ge­ri dö­nüş yol­cu­lu­ğu için ge­mi­ye bin­di­ler. Al­ci­gi­day’ın ka­rar­gâ­hı­na Ni­san ve­ya Ma­yıs’­da var­dı­lar. Fa­kat Gü­yük Han 1248 yı­lı­nın son­ba­ha­rın­da öl­müş­tü;179 ve Al­ci­gi­day ta­li­mât­la­rı­nın hâ­lâ ge­çer­li ol­duğun­dan emin ola­mı­yor­du. Bu yüz­den Fran­sız el­çi­le­ri­nin hü­küm­da­rı gör­mek üze­re Mo­ğo­lis­tan’a git­me­le­rin­de ıs­rar et­ti.

178Pel­li­ot, “Mon­gols et papauté,” Bö­lüm 2, s. 312-313.

179Grum-Grzy­ma­ilo, 2, 467’ye gö­re Gü­yük 1428 yı­lı­nın Ni­san ayın­da öl­müş­tü; Ti­esen­ha­usen, 2, 66, dip­not 4’e gö­re Hic­rî 646 yı­lın­da (26 Ni­san 1248’den 15 Ni­san 1249’a ka­dar) öl­müş­tü.

Gü­yük’ün iktidarı, ke­sin ba­şa­rı­lar sergileyebilmek için çok kı­say­dı. Di­ğer hal­ler­de, her bü­yük Mo­ğol se­fe­rin­den ön­ce dik­kat­li bir ha­zır­lık dö­ne­mi­nin ol­du­ğu­ için, Ya­kın Do­ğu plan­la­rı­nın müs­tak­bel ba­şa­rı­sı­nı ga­ran­ti altına almayı ih­mal et­me­di­ğin­den de emin ola­bi­li­riz. Gü­yük hak­kın­da bil­dik­le­ri­mi­ze da­ya­na­rak Mo­ğo­lis­tan’­da da im­pa­ra­tor­lu­ğun oto­ri­te­si­ni pe­kiş­tir­mek için müm­kün olan her şe­yi yap­tı­ğın­dan da emin ola­bi­li­riz. Bu­nu ya­par­ken bir­çok nü­fuz­lu pren­si ve kabile li­de­ri­ni in­cit­miş ol­ma­lı­dır. Şa­yet doğ­ruy­sa Hristiyan ol­ma­sı ve en azın­dan Hristiyan­la­ra kar­şı ha­yır­hah tav­rı, aza­la­rı­nın hâ­lâ ge­le­nek­sel inanç­la­ra bağ­lı ol­du­ğu Es­ki Mo­ğol fır­ka­sı di­ye­bi­le­ce­ği­miz ­gru­bun mu­ha­le­fe­ti­ne yol aç­mış ol­ma­lı­dır.

Si­ya­sî açı­dan Gü­yük ile Ba­tu ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­ler, kıs­men Ba­tu’­nun se­çi­ci ku­rul­ta­ya ka­tıl­ma­yı red­det­me­sin­den do­la­yı Gü­yük’ün hü­küm­dar­lı­ğı­nın baş­lan­gı­cın­dan be­ri ger­gin­di­. Gü­yük, Ba­tu’­nun ken­di­si­ni zi­ya­ret et­me­sin­de ıs­rar edip du­ru­yor­du. Batu, 1248 yı­lı­nın ya­zın­da Gü­yük’ün ulu­su­na doğ­ru yo­la çık­tı. Cun­gar­ya hu­dut­la­rı da­hi­lin­de bu­lu­nan Ala­kul Gö­lü’­ne var­dı­ğı za­man Tu­luy’un dul eşin­den Gü­yük’ün onu ya­rı yol­da kar­şı­la­mak için gel­mek­te ol­du­ğu ha­be­ri­ni al­dı. Ka­dın ka­ğa­nın ni­ye­ti­nin kö­tü ol­du­ğu­nu ve Ba­tu’­nun te­tik­te ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni ilave et­miş­ti. Ba­tu Ala­kul’­da kal­dı ve ted­bir al­dı. Gü­yük, Ba­tu’­nun or­du­gâ­hı­na bir haf­ta­lık me­sa­fe­de öl­dü.180 Bu­nun ta­biî bir ölüm ol­du­ğun­dan şüp­he edi­le­bi­li­r; muh­te­me­len ya Tu­luy’un dul eşi­nin ve­ya Ba­tu’­nun ajan­la­rı ta­ra­fın­dan ze­hir­len­miş­ti.

180Gü­yük’ün ölü­mü ile il­gi­li hu­sus­lar hak­kın­da bkz. Ti­esen­ha­usen, 2, 66; E. Bloc­het, “La Mort du Kha­gan Ko­uyo­uk,” ROC, 23 (1922-23), 160-171.

2. MÖNGKE’NİN HÜKÜMDARLIĞI

Gü­yük’ün ölü­mü, Mo­ğo­lis­tan’­da ba­ba­sı­nın ölü­mün­den son­ra­ çıkan krizden da­ha cid­dî bir si­ya­sî kri­ze yol aç­tı. Na­ip­li­ği, şa­yet çoğu ra­kip ­gru­bun gö­rüş­le­ri­ni yan­sı­tan kay­nak­la­ra iti­bar ede­cek olur­sak, mu­ta­as­sıp bir şa­ma­nist ve ba­tıl inanç­lı ve ta­mah­kâr bir ka­dın olan Gü­yük’ün dul eşi Ha­tun Oğul-Gay­mış üst­len­di. Ha­tu­nun Mo­ğol re­is­le­ri­nin nez­din­de iti­ba­rı­nın ol­ma­dı­ğı ke­sin­dir. Bu şart­lar al­tın­da mü­te­vef­fa ko­ca­sı­nın Ya­kın Do­ğu si­ya­se­ti­ni sür­dü­re­cek du­rum­da de­ğil­di ve muh­te­me­len bu si­ya­se­ti tas­vip bi­le et­mi­yor­du. IX. Lo­uis’­nin se­fir­le­ri sa­ra­yı­na 1250 yı­lı­nın baş­la­rın­da var­dı­lar. Eşit şart­lar­da bir iş­bir­li­ği va­adi ye­ri­ne ha­tun kra­la gön­der­di­ği mek­tup­ta onun yıl­lık ver­gi öde­me­si­ni ta­lep et­ti.181 Bu mek­tup IX. Lo­uis’­ye 1251 yı­lı­nın Ni­san ayın­da ulaş­tı.

181Vo­ege­lin, s. 390-391.

Kra­lın el­çi­le­ri­nin Ka­ra­ku­rum’a gi­dip ge­ri dön­me­le­riy­le ge­çen iki yıl için­de Kral Lo­uis’­nin ba­şı­na çok şey gel­miş­ti. Ye­din­ci haç­lı se­fe­ri fe­lâ­ket­le son bul­muş­tu. Mı­sır’ı is­ti­la eden ve saf­la­rı ve­ba­dan sey­rel­miş olan Fran­sız şö­val­ye­le­ri tam bir mağ­lu­bi­ye­te uğ­ra­mış­lar ve IX. Lo­uis 1250 yı­lın­da Müslüman­lar ta­ra­fın­dan esir alın­mış­tı. Son­ra mu­az­zam bir fid­ye mu­ka­bi­lin­de ser­best bı­ra­kıl­mış­tı. Ha­tu­nun mek­tu­bu sa­de­ce uğ­ra­dı­ğı ha­yal kı­rık­lı­ğı­nı ar­tır­dı. Ta­rih­çi Jo­in­vil­le’e gö­re “Kral bir he­yet gön­der­miş ol­mak­tan çok piş­man ol­du.”182

182Je­an Si­re de Jo­in­vil­le, His­to­ire de Sa­int-Lo­uis, N. de Wailly edis­yo­nu (Pa­ris, 1868), s. 175; Vo­ege­lin, s. 381 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

1250 yı­lın­da ulu ha­nın tah­tı­na geç­mek hu­su­sun­da Mo­ğol li­der­le­ri ara­sın­da­ki ger­gin gö­rüş­me­ler çık­ma­za gir­di ve Çin­gi­zo­ğul­la­rı­nın –bir ta­raf­ta Cu­çi ve Tu­luy’un, di­ğer ta­raf­ta Ca­ga­tay ve Üge­dey so­yun­dan ge­len­ler– iki mu­ha­lif ­gru­bu ara­sın­da tam bir ko­puş ol­du­ğu aşi­kâr ol­du. İkin­ci ­gru­bun ön­de ge­len li­der­le­ri ol­ma­dı­ğı için Ba­tu ve Möng­ke ken­di­le­ri­ni mu­ha­lif­le­rin­den da­ha güç­lü his­set­ti­ler ve ni­ha­yet me­se­le­yi ken­di el­le­ri­ne alıp ra­kip hi­zi­be ken­di ira­de­le­ri­ni ka­bul et­tir­me­ye ka­rar ver­di­ler.183 1250 yı­lın­da Ca­ga­tay’ın ulu­sun­da Isık Göl ya­kın­la­rın­da top­la­nan se­çi­ci ku­rul­ta­yın ilk otu­ru­mu bir ka­ra­ra va­ra­ma­yın­ca Ba­tu ku­rul­ta­yın Mo­ğo­lis­tan’­da Ke­ru­len neh­ri­nin kı­yı­sın­da, yâ­ni Tu­luy’un ulu­sun­da ikin­ci otu­rum için top­lan­ma­sı­nı te­min et­me­le­ri için oğ­lu Sar­tak ile kar­de­şi Ber­ke’­yi (Ber­kay) üç tü­men­le do­ğu­ya gön­der­di. Ca­ga­tay’ın ve Üge­dey’in so­yun­dan ge­len­le­rin en nü­fuz­lu­la­rı bu top­lan­tı­ya ka­tıl­ma­yı red­det­ti­ler. Bu, ra­kip ­gru­bun otu­ru­mun meş­ru­lu­ğu hu­su­sun­da ıs­rar et­me­le­ri­ne en­gel ol­ma­dı. Ba­tu tahta geçme tek­li­fi­ni ge­ri çe­vi­rin­ce Möng­ke 1 Tem­muz 1251’de ulu han ilan edil­di. Möng­ke ile Ba­tu ara­sın­da Ba­tu’­ya ulu­su için tam bir muh­ta­ri­yet va­ad eden giz­li bir anlaşma ol­muş ol­ma­lı­dır. Bu min­val üze­ri­ne iki ye­ğen tam bir iş­bir­li­ği yap­tı­lar.

183Möng­ke’­nin se­çi­mi ile il­gi­li hu­sus­lar hak­kın­da bkz. Gro­us­set, s. 306-308; Ti­esen­ha­usen, 2, 66-67.

Möng­ke’­nin ilk işi, ra­kip hi­zi­bi acı­ma­sız­ca ez­mek ol­du. Ca­ga­tay ve Üge­dey ha­ne­dan­la­rı­na men­sup bir­çok prens ye­ni ha­na kar­şı fe­sat ter­ti­bi ile it­ham edil­di ve ta­raf­tar­la­rıy­la bir­lik­te idam ve­ya ha­pis olun­du. Di­ğer­le­ri­nin ya­nı sı­ra İran’­da­ki Mo­ğol ku­man­da­nı Al­ci­gi­day Mo­ğo­lis­tan’a ge­ri ça­ğı­rıl­dı ve öl­dü­rül­dü. Kâ­tip Çin­kay da Üge­dey ha­ne­da­nı­na olan sa­da­ka­ti­ni ba­şıy­la öde­di. Kur­naz Mah­mud Ya­la­vaç es­ki im­pa­ra­tor­luk mü­şa­vir­le­rin­den ha­yat­ta ka­lan tek ki­şiy­di. 1252’de Ha­tun Oğul-Gay­mış ölü­me mah­kûm edil­di. Möng­ke’­nin on­dan nef­re­ti­nin de­re­ce­si iki yıl son­ra res­mî bir dö­kü­man­da, IX. Lo­uis’­ye yaz­dı­ğı mek­tup­ta anı­sı­na ka­ra çal­ma­sın­da gö­rü­le­bi­lir? “o bir kan­cık it­ten da­ha re­zil­di” di­ye yaz­mış­tı ulu han Fran­sa kra­lı­na.184 Möng­ke, Rub­ruck’­lu keşiş William’a Oğul-Gay­mış için “en kö­tü­sün­den bir ca­dıy­dı ve bü­yü­cü­lü­ğü ile bü­tün ai­le­si­ni mah­vet­ti” de­miş­ti.185

184Vo­ege­lin, s. 19.

185Rock­hill, s. 250.

Tah­ta çı­kı­ş sırasının Üge­dey ha­ne­da­nın­dan Tu­luy ha­ne­da­nı­na geç­me­si ger­çek­ten bir hü­kü­met dar­be­siy­di. Möng­ke’­nin ka­rar­lı te­rör si­ya­se­ti­ is­yan çık­ma­sı­na ge­çi­ci bir sü­re için mâ­ni ol­mak­la be­ra­ber, açı­lan ya­ra ko­lay­ca ka­pa­na­maz­dı ve ha­le­fi­nin hü­küm­dar­lı­ğın­da ye­ni bir ça­tış­ma ola­cak­tı. Fa­kat Möng­ke kabiliyet­li ve di­na­mik bir hü­küm­dar ol­du­ğu­nu is­pat et­ti­ği için şim­di­lik Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğun­da her şey par­lak gö­rü­nü­yor­du. Onun hü­küm­dar­lı­ğın­da bi­ri Ya­kın Do­ğu’­da di­ğe­ri Gü­ney Çin’­de ol­mak üze­re iki bü­yük Mo­ğol atı­lı­mı­na gi­ri­şil­di. Ya­kın Do­ğu’­da Kral IX. Lo­uis bir iş­bir­li­ği te­şeb­bü­sün­de da­ha bu­lun­du. Ba­tu’­nun Hristiyan­la­ra kar­şı ha­yır­hah tav­rı­nı ve Ba­tu’­nun oğ­lu Sar­tak’ın Hristiyan ol­du­ğu­nu du­yan kral, Gü­ney Rus­ya’­ya yu­ka­rı­da bah­so­lu­nan ke­şiş William’ın baş­kan­lı­ğın­da ye­ni bir Fransisken heyetini yol­la­dı. Bu se­fer Fran­sis­kenlere dip­lo­mat kim­lik­le­ri­ni açığa vurmamaları, sa­de­ce mis­yo­ner ola­rak se­ya­hat et­me­le­ri ta­li­mâ­tı ve­ril­di. On­lar 1253 yı­lı­nın Ma­yıs ayın­da Cons­tan­ti­no­po­lis’­den yo­la çık­tı­lar ve 31 Tem­muz’­da Ba­tu’­nun ka­rar­gâ­hı­na var­dı­lar. Ba­tu ke­şiş William’ın yol­daş­la­rın­dan bi­ri­nin Gü­ney Rus­ya’­da Sar­tak’ın ya­nın­da kal­ma­sı­nı, di­ğer iki­si­nin ise Mo­ğo­lis­tan’a git­me­le­ri­ni bu­yur­du.

Ke­şiş­ler, Möng­ke’­nin or­du­gâ­hı­na 1253 yı­lı­nın Ara­lık ayın­da var­dı­lar ve 4 Ocak 1254’de ulu ha­nın hu­zu­ru­na ka­bul edil­di­ler. Mis­yo­nu hak­kın­da­ki ra­por­da ke­şiş William ka­bu­lü şöy­le tas­vir edi­yor: Möng­ke “bir se­dir­de otu­ru­yor­du ve fok ba­lı­ğı de­ri­si gi­bi be­nek­li ve par­lak bir de­ri­ye bü­rün­müş­tü. Or­ta boy­lu ufak te­fek bir adam­dır, kırk­beş ya­şın­da­dır ve ya­nın­da genç bir ka­rı­sı otu­ru­yor­du; Ci­ri­na adın­da çok çir­kin ve tam ge­liş­miş bir kız­la di­ğer ço­cuk­lar on­la­rın ar­ka­sın­da­ki bir se­dir­de otu­ru­yor­lar­dı. Bu yer çok sev­miş ol­du­ğu ve on­dan bu kı­zı edin­di­ği Hristiyan bir ha­nı­ma ait­miş.”186 Ke­şiş­le­re iç­ki –ter­cih­le­ri­ne gö­re pi­rinç ra­kı­sı, “ka­ra kı­mız”187 ve­ya bal– su­nul­du. Pi­rinç ra­kı­sı­nı ter­cih et­ti­ler. Son­ra Mo­ğo­lis­tan’­da kal­dık­la­rı sü­re­ce han ve ai­le­si için “âyin yap­mak” üzere mü­sa­ade is­te­di­ler. Ba­tu’­nun Hristiyan­la­ra olan dost­lu­ğu­na ve Sar­tak’ın Hristiyan olu­şu­na atıf­ta bu­lun­du­lar. Bu mü­na­se­bet­le Möng­ke, Ba­tu ile olan samimi bir­lik­te­li­ği­ni va­kur bir şe­kil­de be­yan et­ti: “Gü­ne­şin huz­me­le­ri­ni her ye­re yol­la­ma­sı gi­bi ay­nı şe­kil­de be­nim hük­müm ve Ba­tu’­nun­ki her ye­re ula­şır.” Bu sı­ra­da ke­şiş William’a gö­re ter­cü­ma­nı sar­hoş ol­muş­tu ve onu an­la­mak zor­laş­mış­tı. Ulu han da ke­şi­şe iç­ki­nin te­si­rin­de kal­mış ola­rak gö­rün­müş­tü.188 Ka­bu­lün res­mî kıs­mı bit­tik­ten son­ra soh­bet Fran­sa ile il­gi­li ol­muş ve Mo­ğol­lar “ora­da çok ko­yun, sı­ğır ve at var mı, en iyi­si he­men ora­ya gi­dip hep­si­ni al­ma­lı mı?” di­ye ke­şi­şi sor­gu­la­ma­ya baş­la­mış­lar­dı.189

186Age., s. 172.

187“Ka­ra kı­mız” hak­kın­da bkz. aşa­ğı­da bö­lüm 3, dip­not 22.

188Rock­hill, s. 174.

189Age., s. 175.

Ke­şiş­le­rin Mo­ğo­lis­tan’­da iki ay kal­ma­la­rı­na izin ve­ril­miş­ti. As­lın­da çok da­ha uzun kal­dı­lar. Pla­no Car­pi­ni’­li John’un mis­yo­nu gi­bi ke­şiş William ve yol­da­şı Ka­ra­ku­rum’­da pek çok Hristiyan esi­re rast­la­dı­lar. İç­le­rin­de bir Rus ma­ran­goz­la ev­li olan Lo­ren’­de­ki Metz’­den Pasc­ha adın­da bir ka­dın var­dı. Ka­dın ke­şiş­le­re “William [Gu­il­la­ume] adın­da Pa­ris’in yer­li­si bir ku­yum­cu us­ta­sı ol­du­ğu­nu, so­ya­dı­nın Buc­hi­er [Bo­uc­her] ve ba­ba­sı­nın adı­nın La­urent Buc­hi­er ol­du­ğu­nu, zan­nın­ca hâ­lâ Grand Pont’­da ya­şa­yan Ro­ger Buc­hi­er adın­da bir kar­de­şi bulun­du­ğu­nu” an­lat­tı.190 Son­ra­dan ke­şiş­ler Ka­ra­ku­rum’­da Gu­il­la­ume Bo­uc­her ile kar­şı­laş­tı­lar ve onun ulu ha­nın sa­ra­yı için yap­tı­ğı “si­hir­li fıs­ki­ye­yi” hay­ran­lık­la sey­ret­ti­ler.191 Ke­şiş William 5 Ni­san 1254’de bir ke­re da­ha hu­zu­ra ka­bul edil­di ve son­ra ha­nın kral IX. Lo­uis’­ye gön­der­di­ği mek­tup ve­ril­di. O, 1254 yı­lı­nın Ağus­tos ayın­da Ka­ra­ku­rum’­dan ay­rıl­dı ve 16 Ha­zi­ran 1255’de Kıb­rıs’a var­dı. O ta­rih­te kral çok­tan Fran­sa’­ya ge­ri dön­müş­tü ve Fran­sis­ken Ta­ri­ka­tı­nın met­ro­po­li­ti bir se­bep­ten do­la­yı ke­şiş William’ın ora­ya git­me­si­ne mü­sa­ade et­me­yi red­det­ti. Ha­nın mek­tu­bu ve ke­şi­şin ra­por­la­rı IX. Lo­uis’­ye ta­ri­kat ta­ra­fın­dan gön­de­ril­di­. Kral, ni­ha­yet Möng­ke’­nin mek­tu­bu­nu al­dı­ğı za­man onu pek ce­sa­ret ve­ri­ci bul­ma­dı, çün­kü ulu han müs­tak­bel bir iş­bir­li­ği­nin te­me­li ola­rak onun Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğu­na re­sen tâ­bi ol­ma­sı­nı ta­lep edi­yor­du.192

190Age., s. 176-177.

191Age., s. 207-208; bkz. L. Olsch­ki, Gu­il­la­ume Bo­uc­her (Bal­ti­mo­re, Johns Hop­kins Uni­ver­sity Press, 1946).

192Vo­ege­lin, s. 391-392.

Möng­ke, Rub­ruck ile mü­za­ke­re­ler­de bu­lu­nur­ken ulu ha­nın kar­de­şi Hü­la­gu’­nun baş­ku­man­dan ol­du­ğu Ya­kın Do­ğu’­da­ki Mo­ğol ham­le­si çok­tan baş­la­mış­tı.193 Onun asıl or­du­su­nun Mo­ğo­lis­tan’­da top­lan­ma­sı 1253 yı­lın­da ol­muş­tu. Se­fe­rin mu­vaf­fa­ki­ye­ti­ni te­min için her ça­ba gös­te­ril­miş­ti. Düş­man şe­hir­le­ri­ne taş, ka­las ve ya­nan zift ata­bi­len sa­vaş ma­ki­na­la­rı­nı kul­la­na­cak dört bin Çin­li or­du tek­nis­ye­ni se­fer­ber edil­miş­ti. Mo­ğo­lis­tan’­dan İran’a ka­dar uzanan be­lir­len­miş gü­zer­gâh üs­tün­de sü­va­ri at­la­rı için ot­lak­lar ve Hü­la­gu’­nun or­du­su için ye­dek bi­nek­ler ay­rıl­mış­tı. Bü­yük ne­hir­le­rin üs­tü­ne köp­rü­ler in­şa et­mek ve­ya mev­cut olan­la­rı ta­mir et­mek için mü­hen­dis­ler ön­den gön­de­ril­miş­ti; İran’­da mu­az­zam er­zak ve şa­rap stok­la­rı ya­pıl­mış­tı.194

193Hü­la­gu’­nun se­fe­ri hak­kın­da bkz. Gro­us­set, His­to­ire, s. 99-102; Spu­ler, Iran, s. 48-53.

194Grum-Grzy­ma­ilo, 2, 474.

1255 yı­lı­nın Ey­lül ayın­da Hü­la­gu Se­mar­kant’a var­dı ve 1256 yı­lı­nın Ocak ayın­da seç­me bir­lik­ler­le Amu­der­ya neh­ri­ni geç­ti. Bu­ra­da or­du­su Kıp­çak Han­lı­ğı or­du­su­nun bir­çok bir­li­ği ile tak­vi­ye edil­di. Hü­la­gu’­nun ilk dar­be­si Haş­ha­şi­le­re in­di. Bir yıl için­de mu­te­zi­li­le­rin ana ka­le­le­ri Ala­mut da­hil ol­mak üze­re yüz ka­dar hi­sa­rı ve ka­le­si yı­kıl­dı. Ta­ri­kat men­sup­la­rı­nın çoğu öl­dü­rül­dü ve­ya hap­se­dil­di; ba­zı­la­rı Mo­ğol­la­rın hiz­me­ti­ne gir­di. Hülagu, Haş­ha­şi­le­ri bas­tır­dık­tan son­ra Bağ­dat ha­li­fe­li­ği­ne hü­cum et­ti. 1258 yı­lı­nın Şu­bat ayın­da Bağ­dat hü­cum­la alın­dı ve yağ­ma­lan­dı. Ab­ba­si ha­ne­da­nı­nın so­nun­cu­su olan ha­li­fe esir alınarak idam edil­di. Bü­tün Sün­ni dün­ya­sı bu ha­ber­le şok olur­ken Şi­iler “sap­kın­la­rın” li­de­ri­nin mah­vın­dan do­la­yı mem­nu­ni­yet duy­mak­tan ge­ri ka­l­ma­mış­lar­dı.195

195Krymsky, Per­sia, 3, 10. V. Mi­norsky, or­to­doks İs­lâ­mi­ye­tin ölüm­cül düş­man­la­rı olan Haş­ha­şi­le­ri yok et­mek­le Mo­ğol­la­rın far­kın­da ol­mak­sı­zın İs­lâ­mi­ye­tin bir­li­ği­ne kat­kı­da bu­lun­duk­la­rı­nı söy­ler. Mi­norsky, “Midd­le East,” s. 431.

Hü­la­gu’­nun bir son­ra­ki he­de­fi hü­küm­dar­la­rı Mı­sır sul­ta­nı­nın met­bu­lu­ğu al­tın­da olan Su­ri­ye idi. 1250 yı­lın­dan be­ri Mı­sır ye­ni bir ha­ne­dan, es­ki sul­ta­nın çoğunluğu Kıp­çak asıl­lı olan ya­ban­cı esir­ler­den der­len­miş mem­luk mu­ha­fız­la­rı­n li­de­ri­nin kur­du­ğu Mem­luk ha­ne­da­nı ta­ra­fın­dan yö­ne­ti­li­yor­du. Ye­ni ha­ne­dan Mı­sır’a güç­lü bir ida­re ver­miş­ti ve sul­ta­nın Mo­ğol­la­ra güç­lü bir şe­kil­de di­ren­me­si bek­len­di­ğinden Hü­la­gu asıl dar­be­yi in­dir­me­den ön­ce da­ha faz­la ya­yıl­mak için ha­zır­lan­mak zo­run­day­dı. Bu­ yüzden Bağ­dat’ın zap­tın­dan son­ra Mo­ğol­la­rın Ya­kın Do­ğu’­da­ki ha­re­kâ­tın­da bir du­rak­la­ma ol­du.

Bu ara­da 1253 yı­lın­da baş­la­yan Çin se­fe­ri, Möng­ke’­nin bir baş­ka kar­de­şi­nin, iç­le­rin­de en kabiliyet­li­si olan Ku­bi­lay’ın ku­man­da­sı al­tın­da iyi gi­di­yor­du.196 Mo­ğol li­der­le­rin cü­ret­kâr bir st­ra­te­jik planı mu­ci­bin­ce Ku­bi­lay’ın şah­sen ku­man­da et­ti­ği kuv­vet­li bir or­du ­gru­bu Sung İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun mer­ke­zi­nin ar­ka­la­rı­na sark­mış­tı. Szechwan eyâ­le­ti­ni ge­çen Ku­bi­lay’ın bir­lik­le­ri Yün­nan’a gir­miş ve 1257 yı­lın­da ba­zı­la­rı Ton­king’e ka­dar git­miş­ti. Ku­bi­lay’ın ba­şa­rı­la­rı ve ar­tan po­pü­le­ri­te­si Möng­ke’­nin sa­ra­yın­da onun hak­kın­da şüp­he uyan­dır­mış­tı. 1257’de Möng­ke Ku­bi­lay’ı Ka­ra­ku­rum’a ça­ğır­dı ve Ku­bi­lay’ın ida­re­sin­de var ol­du­ğu id­dia edi­len dü­zen­siz­lik suç­la­ma­la­rı­nı tah­kik için Gü­ney Çin’e bir baş­mü­fet­tiş gön­der­di. İki kar­de­şin ara­sı­nın açıl­ma­sı bek­le­ni­yor­du. Ama Ku­bi­lay akıl­lı­ca dav­ra­nıp Möng­ke’­nin em­ri­ne uy­du ve Su­bu­dey’in oğ­lu Uri­an­ge­dey’i Ton­king yö­re­sin­de­ki bir­lik­le­rin ba­şın­da bı­ra­kıp Mo­ğo­lis­tan’a ge­ri dön­dü. Ulu han, kar­de­şi­nin yap­tı­ğı iza­hat ile tat­min ol­mak­la be­ra­ber, yi­ne de se­fe­rin baş­ku­man­dan­lı­ğı­nı şah­sen üst­len­me­ye ka­rar ver­di. Ku­bi­lay’a Hu­nan, Hu­peh ve Anhwei’de ha­re­kât­ta bu­lu­na­cak olan or­du ­gru­bu­nun ku­man­dan­lı­ğı ve­ril­di; Uri­an­ge­dey’e Ku­bi­lay’ın bir­lik­le­ri ile bu­luş­mak üze­re Ton­king’­den ku­ze­ye doğ­ru git­me­si em­re­dil­di. Ulu han, Szechwan’ın fet­hi­nin ik­ma­li işi­ni bizzat de­ruh­te et­ti. Bir bü­tün ola­rak ba­kıl­dı­ğın­da bü­tün ha­re­kât­lar ba­şa­rıy­la ge­liş­ti. Ama çok geç­me­den Szechwan’da ulu ha­nın as­ker­le­ri­ni kı­ran bir di­zan­te­ri sal­gı­nı pat­lak ver­di. Kur­ban­la­rı ara­sın­da Möng­ke de var­dı. Möngke, 1259 yı­lı­nın Ağus­tos ayın­da öl­dü.

196Möng­ke’­nin ku­man­da­sın­da­ki Çin se­fe­ri için bkz. Grum-Grzy­ma­ilo, 2, 470-472; Gro­us­set, s. 314-317.

3. KUBİLAY’IN HÜKÜMDARLIĞI

Möng­ke’­nin hü­küm­dar­lı­ğı es­na­sın­da Ca­ga­tay ve Üge­dey ha­ne­dan­la­rı­na men­sup prens­le­rin Tu­luy ha­ne­da­nı­na bo­yun eğ­mek­ten baş­ka ya­pa­bi­le­cek­le­ri bir şey yok­tu. Bir bü­tün ola­rak ba­kıl­dı­ğın­da Mo­ğol­la­rın ek­se­ri­si ke­sin­lik­le Möng­ke’­nin li­der­li­ği­ni ka­bul et­miş gö­rü­nü­yor­lar. Bir di­zi par­lak as­ke­rî mu­vaf­fa­ki­yet onun iti­ba­rı­nın ya­nı sı­ra kar­deş­le­ri Ku­bi­lay ve Hü­la­gu’­nun iti­bar­la­rı­nı da art­tır­mak­tan ge­ri ka­la­maz­dı. Ba­tı’­da Ba­tu 1255 yı­lı ci­va­rın­da öl­müş­tü.197 Oğ­lu Sar­tak Ka­ra­ku­rum’a gel­miş ve Möng­ke ta­ra­fın­dan Kıp­çak ha­nı ola­rak onay­lan­mış­; fa­kat dö­nerken 1256’da Sa­ray’­da öl­müş­tü. Ye­ri­ne ge­çen kar­de­şi Ulag­çı’­nın da hü­küm­dar­lı­ğı çok kı­sa ol­muş­tu.198 Muh­te­me­len hem Sar­tak hem Ulag­çı 1258 yı­lı ci­va­rın­da Kıp­çak’­da ik­ti­da­rı üst­le­nen am­ca­la­rı, Ba­tu’­nun kar­de­şi Ber­ke ta­ra­fın­dan ze­hir­len­miş­ler­di.199 Ber­ke’­nin Möng­ke ile olan mü­na­se­be­ti ol­duk­ça dos­tâ­ne gö­rü­nü­yor­du ve Tu­luy ha­ne­da­nı­na sa­dık kal­ma­sı bek­le­ne­bi­lir­di.

197Ba­tu’­nun ölüm ta­ri­hi için bkz. Pel­li­ot, s. 29; Sar­tak’ın ve Ulag­çı’­nın hü­küm­dar­lık ta­rih­le­ri hak­kın­da, s. 34-35.

198Ulag­çı’­nın Sar­tak’ın kar­de­şi mi yok­sa oğ­lu mu ol­du­ğu be­lir­siz­dir. Pel­li­ot, s. 35-44.

199Ber­ke hak­kın­da bkz. W. Bart­hold, “Ber­ke,” EI, 1, 707-709; Pel­li­ot, s. 47-51.

Böy­le­ce taht sağ­lam bir şe­kil­de Tu­luy’un so­yun­dan ge­len­le­rin elin­deydi ve onun ha­yat­ta­ki en bü­yük oğ­lu Ku­bi­lay im­pa­ra­tor­luk ün­va­nı­nın ta­biî ada­yı ola­rak gö­zü­kü­yor­du. Fa­kat bek­len­me­dik bir şe­kil­de baş­ka bir aday, Ku­bi­lay’ın kü­çük kar­de­şi Arık Bu­ka or­ta­ya çık­tı. Onun kar­şı id­di­ala­rı Tu­luy ha­ne­da­nın­da bölün­me­ye se­bep ol­du ve ni­ha­yet ra­kip ha­ne­dan­la­rın prens­le­ri­nin Tu­luy’un so­yun­dan ge­len­le­rin oto­ri­te­si­ne kar­şı çık­ma­la­rı­na imkan ta­nı­dı. Arık Bu­ka Oçi­gin ola­rak Ka­ra­ku­rum’­da ya­şı­yor­du ve Möng­ke’­nin ölü­mün­den son­ra na­ip­li­ği üst­len­mek hak­kıy­dı. Yet­ki­si­nin sı­nır­la­rı­nı çiğ­ne­di ve ne Ku­bi­lay’ın ne de Hü­la­gu’­nun gel­me­le­ri­ni bek­le­me­den Mo­ğo­lis­tan’­da bu­lu­nan prens­le­rin ve kabile li­der­le­ri­nin ka­tıl­dı­ğı bir ku­rul­tay top­la­dı. Bun­la­rın için­de Alan­dar’ın da­ aralarında bulunduğu bir­kaç nam­lı ge­ne­ral dahi var­dı. Arık Bu­ka’­nın aşi­kâr ni­ye­ti tah­tı ken­di­si­nin ele ge­çir­me­siy­di.

Bu ara­da Ku­bi­lay Möng­ke’­nin ve­fa­tı­nı öğ­re­nin­ce, im­pa­ra­tor­luk­la­rı çök­mek üze­re olan ve şim­di bek­len­me­dik bir ra­hat­la­ma­ya ka­vu­şan Sung’­lar­la ale­la­ce­le bir mü­ta­re­ke yap­tı. Son­ra her ih­ti­ma­le kar­şı ha­zır ol­mak için kuv­vet­li bir as­ke­rî bir­lik­le ku­ze­ye koş­tur­du. Bu ted­bi­ri sa­ye­sin­de Pe­kin’e va­rıp Arık Bu­ka’­nın ni­ye­ti­ni öğ­re­nin­ce oto­ri­te­si­ni te­sis için ye­te­rin­ce güç­lü ol­du­ğu­nu is­pat et­ti. İlk kar­şı ha­re­ke­ti, Ku­zey Chih­li’­de Do­lon-nor ya­kın­la­rın­da bir kar­şı ku­rul­tay top­la­mak ol­du. Bu top­lan­tı­ya Ku­bi­lay’ın ak­ra­ba­la­rın­dan ba­zı­la­rı­nın ya­nı sı­ra Üge­dey’in oğ­lu Ka­dan ve Çin­giz’in en kü­çük kar­de­şi Te­mu­ga Oçi­gin’in bir to­ru­nu ka­tıl­dı. Pek meş­ru de­ne­mez­di, ama Arık Bu­ka’­nın top­la­dı­ğı da meş­ru de­ğil­di. 6 Ma­yıs 1260’da Ku­bi­lay ku­rul­ta­yı ta­ra­fın­dan ulu han ilan edil­di; bir­kaç haf­ta son­ra öbür ku­rul­tay Arık Bu­ka’­yı im­pa­ra­tor seç­ti. Ku­bi­lay’ın bir uz­laş­ma­ya var­mak için bü­tün te­şeb­büs­le­ri ba­şa­rı­sız ol­du ve iki kar­deş ara­sın­da sa­vaş baş­la­dı. Alan­dar ve Arık Bu­ka’­nın di­ğer ta­raf­tar­la­rı Szechwan ve Kan­su’­da­ki or­du­la­rı onun ta­ra­fı­na çek­me­ye ça­lış­tı­lar, ama Ku­bi­lay’ın ge­ne­ral­le­ri ta­ra­fın­dan mağ­lup edil­di­ler. Er­te­si yıl Ku­bi­lay’ın or­du­su Mo­ğo­lis­tan’ı is­ti­la et­ti. Bunun üzerine Cun­gar­ya’­ya giden Arık Buka, Ca­ga­tay’ın Mâverâünnehir ha­nı ola­rak ka­bul et­ti­ği to­ru­nu Alu­gu ile it­ti­fak te­sis et­ti.200 Ku­bi­lay sa­vaş ye­ri­ne dip­lo­ma­si kul­lan­dı ve Alu­gu’­yu Arık Bu­ka’­dan ayır­ma­yı ba­şar­dı. Arık Bu­ka ni­ha­yet tes­lim ol­mak zo­run­da kal­dı. Ku­bi­lay ta­ra­fın­dan azar­lan­dı, ama af edil­di; fa­kat iş­bir­lik­çi­le­ri tev­kif edil­di­ler (1264). Bir­kaç haf­ta son­ra Arık Bu­ka’­nın bir has­ta­lık­tan do­la­yı öl­dü­ğü ilan edil­di.201

200Bkz. Şe­ce­re III.

201Grum-Grzy­ma­ilo, 2, 481, dip­not 2; Gro­us­set, s. 323-324.

Möng­ke’­nin ölü­mü ve or­ta­ya çı­kan dert­ler Mo­ğol­la­rın Ya­kın Do­ğu’­da­ki du­ru­munu cid­dî bir şe­kil­de za­yıf­lat­mış­tı. Üge­dey’in ölü­mü­nün Ba­tı Av­ru­pa’­yı kur­tar­ma­sı gi­bi Möng­ke’­nin ve­fa­tı da Su­ri­ye’­yi kur­tar­dı. Bu, Mo­ğol­la­rın si­ya­se­ti­nin sa­vaş gay­ret­le­ri­ne te­sir de­re­ce­si­nin ka­tı bir ör­ne­ği­dir. Hülagu, 1259’da Su­ri­ye’­yi ka­la­ba­lık bir şe­kil­de is­ti­la et­mek için ni­haî ha­zır­lık­la­rı yap­mış­tı. Ulu ha­nın ve­fat et­ti­ği­ni öğ­re­nin­ce ku­rul­tay­da­ki mev­cu­di­ye­ti­nin Su­ri­ye se­fe­rin­den da­ha önem­li ol­du­ğu­nu dü­şün­dü. En iyi as­ker­le­ri­ni ya­nı­na ala­rak Mo­ğo­lis­tan’a git­me­ye ka­rar ver­di.

Su­ri­ye se­fe­ri­nin komutası tec­rü­be­li bir ge­ne­ral olan Kit Bu­ka’­ya tev­di edil­di. Kit Buka bir Nesturî Hristiyan­dı ve Müslüman­la­ra kar­şı mü­ca­de­le­sin­de Ya­kın Do­ğu Hristiyan­la­rı­nın sem­pa­ti­si­ne sa­hip ola­bi­lir­di. René Gro­us­set’in ifa­de­siy­le bu bir “Sa­rı Haç­lı Se­fe­ri” idi.202 Hem Mo­ğol­la­rın hem Hristiyan­la­rın ta­lih­siz­li­ğin­den Kit Bu­ka’­nın em­rin­de­ki kuv­vet­ler bu gö­rev için ye­ter­li de­ğil­di. Asıl or­du­su Mo­ğol su­bay­la­rı­nın yö­net­ti­ği sa­de­ce bir tü­men Türk as­ke­rin­den mü­te­şek­kil­di. Ön­ce bir mik­tar ba­şa­rı el­de et­ti. Hem Ha­lep hem Şam sa­rı haç­lı­la­rın eli­ne düş­tü (Ocak-Mart 1260). Bu rad­de­de Mı­sır sul­ta­nı müs­tev­li­le­ri dur­dur­mak için Su­ri­ye’­ye en iyi as­ker­le­ri­ni gön­der­me­ye ka­rar ver­di. Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan yö­ne­ti­len ha­sım­la­rı gi­bi Mem­luk as­ker­le­ri­nin de çoğu Kıp­çak asıl­lı olan Türk­ler ol­du­ğu­nu ha­tır­la­mak ge­re­kir. Böy­le­ce “Mo­ğol­lar” ile “Mı­sır­lı­la­rın” 3 Ey­lül 1260’da Ga­li­le’­de yap­tık­la­rı mu­ha­re­be as­lın­da iki ­grup Türk as­ke­ri ara­sın­da­ki bir dü­el­loy­du.203 Mo­ğol­lar ağır bir mağ­lu­bi­ye­te uğ­ra­dı­lar; Kit Bu­ka esir alın­dı ve idam edil­di. Bu, Ya­kın Do­ğu’­da­ki Mo­ğol ya­yıl­ma­sı­na bir set çek­ti. İs­lâ­mi­ye­tin bir za­fe­ri ol­du­ğu için Ga­li­le mu­ha­re­be­si Fi­lis­tin’­de­ki Ba­tı­lı haç­lı dev­let­le­ri ba­ki­ye­le­ri­nin kı­ya­met gü­nü de­mek­ti.

202Gro­us­set, His­to­ire, s. 100.

203Türk as­ker­le­ri­nin Mem­luk dev­le­tin­de oy­na­dık­la­rı rol hakkında bkz. Po­li­ak, “Caractòre co­lo­ni­al,” s. 233-235.

Hü­la­gu, Su­ri­ye ham­le­si­nin ba­şa­rı­sı­nı ye­ni ulu ha­nın se­çi­mi­ne te­sir et­me­ye ça­lı­şa­rak fe­da et­me­si­ne rağ­men Mo­ğol yük­sek si­ya­se­ti­ne bil­fi­il ka­rı­şa­ma­dı. Ku­bi­lay ve Arık Bu­ka’­nın her bi­ri­nin ken­di ku­rul­ta­yı­nı top­la­ya­rak ça­buk ha­re­ket et­me­si, İran ile Mo­ğo­lis­tan ara­sın­da­ki bü­yük me­sa­fe gö­zö­nü­ne alın­dı­ğın­da, Hü­la­gu’­nun bi­rin­den bi­ri­ne ka­tıl­ma­sı­na imkan ta­nı­ma­mış­tı. Hü­la­gu, Ku­bi­lay’ı câ­nı yü­rek­ten des­tek­le­di­ği­ni ilan ederek, o ül­kede­ki hâ­ki­mi­ye­ti­ni pe­kiş­tir­mek ve Mem­luk­la­ra kar­şı ye­ni bir se­fer dü­zen­le­mek için İran’­da­ki ka­rar­gâ­hı­na ge­ri dön­dü. Fa­kat Kıp­çak ha­nı Ber­ke ile olan ça­tış­ma­sın­dan do­la­yı bu plan­lar­dan vaz­geç­mek zo­run­da kal­dı. Hü­la­gu Haş­ha­şi­ler ve Bağ­dat ha­li­fe­li­ği ile sa­va­şır­ken, Kıp­çak ha­nı onun or­du­su­nu tak­vi­ye için as­ker gön­der­miş­ti. Se­fer so­na er­dik­ten son­ra Ber­ke Azer­bay­can’ı el­de et­me­k is­te­di­ği­ni be­lir­te­rek ga­ni­met­ten pay ta­lep et­ti. Di­ğer se­bep­le­rin ya­nı sı­ra, Mu­gan boz­kı­rın­da sü­va­ri bir­lik­le­ri­nin at­la­rı için mü­kem­mel ot­lak­lar bulunması sebebiyle Azer­bay­can’­la bizzat il­gi­le­nen Hü­la­gu’­ya bu be­del çok yük­sek gö­zük­tü. Hü­la­gu ile Ber­ke ara­sın­da­ki sür­tüş­me, Ber­ke Arık Bu­ka’­ya sem­pa­ti bes­le­di­ği ve ay­rı­ca İs­lâm di­ni­ne de geç­ti­ği için sert­leş­ti. İki am­ca ço­cu­ğu ara­sın­da­ki mü­za­ke­re­ler ke­sin bir so­nuç ver­mek­si­zin yıl­lar­ca sür­dü. Ni­ha­yet Ber­ke or­du­su­nu Trans­kaf­kas­ya’­ya sok­tu; mu­ha­re­be Hü­la­gu’­nun as­ker­le­ri­nin ağır bir mağ­lu­bi­ye­ti ile son bul­du (1263-64).204

204Kıp­çak han­la­rı ile Hü­la­gu ve onun so­yun­dan ge­len­ler ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­ler için bkz. bö­lüm 3.

Hü­la­gu 1265’de, Ber­ke 1266’da öl­dü­ler. İl­han­lar (Hü­la­gu’­nun ha­lef­le­ri) ve Kıp­çak han­la­rı ara­sın­da­ki ça­tış­ma azal­mak­sı­zın sü­rüp git­ti, ama bu­na rağ­men hem Hü­la­gu­oğul­la­rı hem Cu­çi­oğul­la­rı Ku­bi­lay’ı met­bu­la­rı ola­rak ka­bul et­ti­ler. Her iki­si de Sung İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun fet­hi­ni ta­mam­la­mak için as­ker gön­der­di­ler. Böy­le­ce Ku­bi­lay 1267’de baş­la­yan Gü­ney Çin’­de­ki ye­ni se­fer­de Mo­ğol sa­vaş­çı­la­rı­nı sa­kı­na­bil­di. Or­du­su­nun büyük çoğunluğu İran ve Rus­ya’­dan der­len­miş as­ker­ler­den mü­te­şek­kil­di. Ku­zey Çin’­den bir Çin­li ge­ne­ral Sze Tang-tse baş­ku­man­dan tayin edil­di.205 Ku­bi­lay’ın Çin’e kar­şı bü­tün tav­rı se­lef­le­ri­nin­kin­den çok fark­lıy­dı. 1264’de Han­ba­lık’ı (Pe­kin) pa­yi­tah­tı yap­tı; 1271’de Çin âde­ti­ne uya­rak ha­ne­da­nı­na ye­ni bir ad verdi: Yüan. Çin’i mül­kü­nün en de­ğer­li par­ça­sı ola­rak gö­rü­yor­du ve Bu­diz­mi ka­bul ede­rek git­gi­de Çin kül­tü­rü­nün te­si­ri al­tı­na gir­di.

205Bkz. Grum-Grzy­ma­ilo, 2, 487.

Ku­bi­lay ye­ni si­ya­se­ti­ni as­ke­rî ha­re­kât­la­rı­na da uy­gu­la­dı. Çin­li­le­ri har­bin deh­şe­tin­den ko­ru­mak için her ça­ba­yı sar­fet­ti ve gö­nül­lü ola­rak tes­lim olan her Çin şeh­ri­ne şe­ref­li bir ba­rış va­ad et­ti. Bu si­ya­set se­me­re ver­di ve Mo­ğol ge­ne­ra­li Ba­yan, ana im­pa­ra­to­ri­çe­nin oğ­lu ço­cuk im­pa­ra­tor­la bir­lik­te sı­ğın­dı­ğı Che­ki­ang’­da­ki Hang-çu’yu 1276’da ele ge­çir­di. Ba­yan, on­la­rı Pe­kin’e gön­der­di. Ora­da ço­cuk im­pa­ra­tor an­ne­si­nin tav­si­ye­siy­le im­pa­ra­tor­luk hak­la­rı­nı res­men Ku­bi­lay’a dev­ret­ti. Ku­bi­lay da Sung’­la­rın so­nun­cu­su­nun ge­çi­mi­ni cö­mert­çe sağ­la­dı.206 Bun­dan son­ra bi­le Sung prens­le­rin­den bi­ri Kan­ton’­da di­re­ni­şe de­vam et­ti. An­cak 1279’da Çin’in ta­ma­mı Mo­ğol im­pa­ra­to­ru­na bo­yun eğ­di.

206Gro­us­set, s. 325.

Ku­bi­lay’ın üs­tün­lü­ğü Çin’­de ta­nı­nır­ken Mo­ğol dün­ya­sın­da­ki hâ­ki­mi­ye­ti­ne Üge­dey’in to­ru­nu Kay­du mey­dan oku­du. Möng­ke ik­ti­da­ra gel­di­ği za­man Kay­du idam edil­me­ye­cek ka­dar teh­li­ke­siz sa­yı­lan ra­kip hiz­bin önem­siz prens­le­ri ara­sın­day­dı. Hat­ta ken­di­si­ne İli yö­re­sin­de kü­çük bir ar­pa­lık ba­ğış­lan­mış­tı. Kay­du Mo­ğol me­se­le­le­rin­de Tu­luy ha­ne­da­nı prens­le­ri­nin öne çı­kış­la­rın­dan ra­hat­sız ol­muş ol­mak­la be­ra­ber şim­di­lik on­la­ra mu­ha­le­fet et­mek için imkan­la­rı­nın ye­ter­siz ol­du­ğu­nun far­kın­day­dı.207 Bu yüz­den Üge­dey ulu­su­nun bir­li­ği­nin te­si­si­ni ön­de ge­len he­de­fi yap­tı. 1269’da Mâverâünnehir ve Kaş­gar­ya’­nın efen­di­siy­di ve li­der­li­ği ak­ra­ba­la­rı­nın çoğu ta­ra­fın­dan ol­du­ğu gi­bi Ca­ga­tay ha­ne­da­nı­na men­sup ba­zı prens­ler ta­ra­fın­dan da say­gı gö­rü­yor­du. Ay­rı­ca bir­çok yıl bo­yun­ca Ku­bi­lay’ın im­pa­ra­tor­luk oto­ri­te­si­ne açık­ça kar­şı çık­ma­ma­ya dik­kat et­miş­ti. Kaydu, 1274’e ka­dar ken­di­si­ni ba­ğım­sız­lı­ğı­nı ilan ede­cek ka­dar güç­lü his­set­me­di.

207Kay­du’­nun Ku­bi­lay ile ça­tış­ma­sı hakkında bkz. Grum-Grzy­ma­ilo, 2, 480-482, 488-494; Gro­us­set, s. 325-331. Kay­du hak­kın­da ay­rı­ca Bkz. Wassaf, s. 126-146 (Al­man­ca ter­cü­me­si).

Kay­du’­nun ilk işi, Ku­bi­lay’ın adam­la­rı­nı Kaş­gar, Yar­kent ve Ho­tan’­dan at­mak ol­du. Uy­gur­la­rın idi­ku­tu­nun tâ­bi­yet it­ti­fa­kı­nı ta­lep et­mek için 1276’da Uy­gur ül­ke­si­nin mer­ke­zi­ni –Ku­ça-Tur­fan yö­re­si­ni– is­ti­la et­ti. Ku­bi­lay oğul­la­rın­dan bi­ri olan No­mo­gan’ın ku­man­da­sın­da Or­ta As­ya’­ya bir se­fe­rî kuv­vet gön­de­re­rek ça­bu­cak tep­ki ver­di. Çok geç­me­den im­pa­ra­tor­luk oto­ri­te­si Kaş­gar­ya ve Ho­tan’­da ye­ni­den te­sis edil­di. Fa­kat ener­jik Kay­du ken­di­si­ni mağ­lup edil­miş say­ma­dı. Möng­ke’­nin bir oğ­lu ve Ku­bi­lay’ın bir baş­ka kar­deş ço­cu­ğu ile iş­bir­li­ği ya­pa­rak ale­la­ce­le Mo­ğo­lis­tan’a geç­ti ve 1277’de es­ki pa­yi­taht Ka­ra­ku­rum’a el koy­du. Bu olay bir­çok Mo­ğol re­isi­nin üs­tün­de de­rin bir te­sir ya­rat­tı. Es­ki Mo­ğol fır­ka­sı­na men­sup ol­duk­la­rı söy­le­ne­bi­le­cek olan­la­rın ve Ku­bi­lay’ın Çin yan­lı­sı si­ya­se­ti­ne iti­raz eden­le­rin hep­si artık Kaydu’yu li­der­le­ri ola­rak görüyorlardı.

Du­ru­mun cid­di­ye­ti­nin far­kı­na va­ran Ku­bi­lay, en iyi ge­ne­ra­li olan Ba­yan’ı Mo­ğo­lis­tan’a gön­der­di. Kay­du ve iş­bir­lik­çi­le­ri mağ­lup edil­di­ler ve Ka­ra­ku­rum 1278’de yi­ne Ku­bi­lay’ın hâ­ki­mi­ye­ti al­tı­na so­kul­du. Fa­kat Kay­du hâ­lâ Ba­tı Mo­ğo­lis­tan’ı ve Tür­kis­tan’ın önem­li bir kıs­mı­nı kont­rol edi­yor­; Çin ile Ba­tı han­lık­la­rı (İran ve Kıp­çak) ara­sın­da­ki ile­ti­şim hat­tı­nı ke­si­yor­du. Şa­yet Kay­du’­nun is­ya­nı­nı bas­tır­mak is­ter­se Ku­bi­lay’ın di­ğer bü­tün iş­le­ri­ni bir ke­na­ra bı­ra­kıp kuv­ve­ti­ni tek­sif et­me­si ge­rek­ti­ği bel­li ol­muş­tu. Ku­bi­lay bu­nu yap­ma­ya ha­zır de­ğil­di; sa­de­ce Kay­du’­nun Or­ta ve Do­ğu Mo­ğo­lis­tan’a mü­te­ad­dit akın te­şeb­büs­le­ri­ne (1287-88 ve 1293) mâ­ni ol­ma­ya ye­ter­li kuv­vet­i ha­zır tut­makla yetindi.

Kubilay, Gü­ney Çin’in fet­hi­ni mü­te­akiben asıl dik­ka­ti­ni ba­zı­la­rı Chin veya Sung ha­ne­dan­la­rı­nın ger­çek­ten ve­ya is­men met­bu­lu­ğu al­tın­da bu­lun­muş olan uç­lar­da­ki dev­let­le­re çe­vir­di. Tan­gut Kral­lı­ğı’­nın 1227’de Çin­giz Han ta­ra­fın­dan yı­kıl­ma­sın­dan be­ri Ti­bet yo­lu Mo­ğol­la­ra açık­tı. Çin ile mü­te­akip sa­vaş­lar es­na­sın­da Mo­ğol­lar Ti­bet’in do­ğu kıs­mın­dan geç­miş ve eyâ­let­le­rin­den ba­zı­la­rı­nı iş­gal et­miş­ler­di. Bu­dist ol­duk­tan son­ra Ku­bi­lay ken­di­si­ni Ti­bet­li ra­hip­le­rin ta­biî hâ­mi­si ola­rak gö­rü­yor­du ve 1261’de la­ma Pags­pa’­yı (Pas­se­pa) Ka­nu­nun Kra­lı ola­rak tayin edip, ona Ti­bet’­te ma­ne­vî ve dün­ye­vî yet­ki ver­di. Bu­na mu­ka­bil la­ma Yüan ha­ne­da­nı­nı kut­sa­dı.208 Mo­ğol­la­rın Yüan dö­ne­mi bo­yun­ca kul­lan­dık­la­rı “dört­ kö­şe harf­ler” de­nen ye­ni Mo­ğol al­fa­be­si­ni icat eden bu Pags­pa idi.209

208Gro­us­set, His­to­ire, s. 79; Cor­di­er, 2, 337-338.

209Mo­ğol­la­rın dört ­kö­şe harf­ler ya­zı­sı hakkında bkz. B. Vla­di­mirt­sov, Srav­ni­tel­na­ia gram­ma­ti­ka mon­gols­ko­go pis­men­no­go iazy­ka I khalk­has­ko­go na­rec­hi­ia (Le­ning­rad, 1929), s. 22-23; A. Dra­gu­nov, “The Phags-pa Sc­ript and An­ci­ent Man­da­rin,” OGN (1930), s. 627-647; 755-797; M. Lewicki, “Les Insc­rip­ti­ons mon­go­les inédites en écriture carrée,” CO, 12 (1937); N. Pop­pe, Kvad­rat­na­ia pis­men­nost’ (Mos­ko­va ve Le­ning­rad, 1941).

Mo­ğol­lar ile Ti­bet ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­le­rin dos­tâ­ne ol­ma­sı­na mu­ka­bil Ku­bi­lay hü­küm­dar­la­rı­nın baş eğ­me­si­ni sağ­la­mak için Bur­ma ve Hin­di­çi­ni’­ye as­ker gön­der­mek zo­run­da kal­dı. 1280’ler­de An­nam, Cham­pa, Kam­boç­ya ve Bur­ma’­ya yap­tık­la­rı se­fer­ler­de Mo­ğol­lar baş­lan­gıç­ta bir­çok za­fer el­de et­ti­ler, ama genellikle as­ker­le­ri di­zan­te­ri ve di­ğer tro­pi­kal has­ta­lık­lar­dan muz­da­rip olu­yor­lar­dı. Gerek Moğol, gerek Türk ve gerekse diğer halklara mensup savaşçılar, o yeni savaş alanlarının nem­li ik­li­mi­ne alı­şa­mı­yor­lar­dı. Sonuçta bu durum, Mo­ğol­la­rın ya mağ­lubiyetiyle ya da ge­ri çe­kil­me­siy­le so­nuç­lan­dı. Bu­na rağ­men Hin­di­çi­ni dev­let­le­ri­nin hü­küm­dar­la­rı Mo­ğol­la­rın gü­cün­den ye­te­rin­ce et­ki­len­miş­ler­di ve 1288 yı­lı­na ge­lin­di­ğin­de bir­ço­ğu Ku­bi­lay’ın met­bu­lu­ğu­nu ta­nı­mış­tı. Sa­de­ce Mo­ğol­la­rın 1293’de Ja­va’­ya deniz yoluyla gerçekleştirdikleri saldırı ke­sin bir şe­kil­de püs­kür­tül­dü ve ulu ha­nın oto­ri­te­si­ne Mad­ja­pa­hit ra­ca­sı ta­ra­fın­dan ka­ti bir şe­kil­de mey­dan okun­du.

Mo­ğol­la­rın bir de­niz­ci dev­let ol­ma­dı­ğı, 1274 ve 1281’de Ja­pon­ya’­yı fet­het­mek için giriştikleri iki te­şeb­büs­ün ba­şa­rı­sız­lı­ğı ile de is­pat­lan­mış­tı. Bun­la­rın ikin­ci­si için Ku­bi­lay se­fe­rî kuv­ve­ti Kyus­hu ada­sın­da­ki Ha­ka­ta’­ya nak­let­mek üze­re Ku­zey Çin ve Ko­re li­man­la­rın­da mu­az­zam bir do­nan­ma­yı bir ara­ya ge­tir­miş­ti. Or­du­nun ka­ra­ya çık­ma­sı plana uy­gun ola­rak ya­pıl­dı, ama he­men son­ra Mo­ğol ge­mi­le­ri bir tay­fun yü­zün­den bat­tı­lar ve­ya da­ğıl­dı­lar. Üs­le­ri ile ir­ti­ba­tı ke­si­len or­du­nun et­ra­fı Ja­pon­lar ta­ra­fın­dan çe­vi­ri­lip mağ­lup edil­di. Bu fe­lâ­ket­ten son­ra Ku­bi­lay Ja­pon­ya’­yı ken­di gü­cü­ne tâ­bi kıl­mak dü­şün­ce­sin­den vaz­geç­ti.

Ku­bi­lay’ın Ba­tı’­ya kar­şı tav­rı, Çin si­ya­se­ti ka­dar ra­di­kal bir şe­kil­de se­lef­le­ri­nin­kin­den fark­lıy­dı. Çin im­pa­ra­tor­lu­ğu­nu te­sis işi ve Mo­ğol prens­le­ri üze­rin­de­ki kont­ro­lü­ ida­me ile ta­ma­men meş­gul ol­du­ğu için, Av­ru­pa’­yı fet­het­mek dü­şün­ce­sin­den vaz­geç­miş­ti. Dün­ya­da­ki en güç­lü hü­küm­dar­dı; As­ya’­nın bü­yük kıs­mı­nın ya­nı sı­ra Av­ru­pa’­nın do­ğu kıs­mı onun yük­sek oto­ri­te­si­ni ta­nı­yor­du. İm­pa­ra­tor­lu­ğu­nu da­ha Ba­tı’­ya doğ­ru ge­niş­let­me­si­nin onun için çe­ki­ci bir ta­ra­fı yok­tu; şa­yet bun­dan bir avan­taj ha­sıl ola­cak­sa, bu, im­pa­ra­tor­lu­ğun de­ğil de ma­hal­lî han­lık­la­rın men­fa­ati­ne ola­cak­tı. Ay­rı­ca Ku­bi­lay şa­yet Av­ru­pa­lı hü­küm­dar­lar Ya­kın Do­ğu’­da Mo­ğol­lar­la iş­bir­li­ği yap­ma­yı ka­bul eder­ler­se bu­nu tâ­bi­si de­ğil de müt­te­fi­ki ola­rak ya­pa­cak­la­rı­nı gö­re­cek ka­dar ger­çek­çiy­di. Ve Bu­dist di­ni­ne gir­me­si­ne rağ­men Hristiyan­lı­ğa kar­şı bü­yük bir say­gı bes­li­yor­du. Nesturî Ki­li­se­si onun im­pa­ra­tor­lu­ğun­da tam bir ser­bes­ti­ye sa­hip­ti ve o, ay­nı za­man­da Ro­ma Ka­to­lik­le­ri­ni mül­kü­ne ka­bul et­me­ye ha­zır­dı.210

210Cor­di­er, 2, 299-301; Gro­us­set, His­to­ire, s. 71; Fran­ke, Gesc­hich­te, s. 439-442. Bu ma­ce­ra hak­kın­da özel bir mo­nog­raf var­dır, N. Ya­ma­da, Ghen­ko, The Mon­gol In­va­si­on of Ja­pan, (New York, Dut­ton, 1916).

İl­han­lı211 hü­küm­dar­la­rı Mı­sır ile olan mü­ca­de­le­le­ri­ni sür­dür­me­ye is­tek­li ol­duk­la­rı için Hristiyan­lar­la anlaşma­ya var­mak si­ya­sî açı­dan İran’­da­ki Mo­ğol han­lı­ğı için özel­lik­le önem­liy­di. 1267 yı­lı gi­bi er­ken bir ta­rih­te Hü­la­gu’­nun ha­le­fi Aba­ka, Si­cil­ya­lı Manf­red Ho­hens­ta­ufen’e kar­şı ka­zan­dı­ğı za­fer mü­na­se­be­tiy­le pa­pa­ya teb­rik­le­ri­ni yol­la­mış­tı.212 Or­ta Do­ğu’­da­ki Nesturî­le­re ge­lin­ce on­lar da Mo­ğol­lar ile Ba­tı ara­sın­da bir anlaşma sağlanmasına ça­lı­şı­yor­lar­dı. Aba­ka’­nın mü­sa­ade­siy­le iki Nesturî din ada­mı 1274’de Lyon’­da­ki On­dör­dün­cü Ekü­me­nik Kon­sil’e ka­tıl­mış­tı.213

211“İl­han” ün­va­nı es­ki Türk­çe­de “ka­vim,” “ka­bi­le” de­mek olan il (el), ke­li­me­sin­den tü­re­me­dir; asıl mana­sı “bir kav­min ha­nı” (bir “ulus”un ha­nı), yâ­ni “ma­hal­lî han” de­mek­tir. Gro­us­set, Extrême-Ori­ent, 2, 458, dip­not 1 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

212Spu­ler, Iran, s. 228.

213Nesturî­le­rin bu dö­nem­de Or­ta ve Uzak Do­ğu’­nun di­nî ha­ya­tın­da oy­na­dık­la­rı rol ve Ro­ma ile mü­na­se­bet­le­ri hakkında bkz. A. C. Mo­ule, Ch­ris­ti­ans in Chi­na be­fo­re the Ye­ar 1550 (Lond­ra, So­ci­ety for Pro­mo­ting Ch­ris­ti­an Knowledge, 1930), bö­lüm 4; K. S. La­to­uret­te, A His­tory of the Expansion of Ch­ris­ti­anity (New York ve Lond­ra, Har­pers, 1938), 2, 331-338; Age., A His­tory of Ch­ris­ti­an Mis­si­ons in Chi­na (New York, Mac­mil­lan, 1932), s. 61-77.

Ku­bi­lay’ın hü­küm­dar­lı­ğı es­na­sın­da üç Ve­ne­dik­li tüc­ca­rın, Maf­fio ve Nic­co­lo Po­lo ile Nic­co­lo’­nun oğ­lu Il Mi­li­one di­ye meş­hur olan Mar­co’­nun Mo­ğol­lar­la Ba­tı ara­sın­da ara­cı ola­rak oy­na­dık­la­rı önem­li rol çok iyi bi­lin­mek­te­dir. Maf­fio ile Nic­co­lo Çin’e ilk de­fa 1262’de gel­miş­ler­di. 1266’da Ku­bi­lay te­ba­sı­na Ba­tı ha­yat tar­zı­nı ve di­ni­ni öğ­ret­me­le­ri için Çin’e yüz Hristiyan âlim ve tek­nis­yen gön­de­ril­me­si­ni is­te­ye­rek on­la­rı pa­pa­ya özel bir mis­yon­la Av­ru­pa’­ya ge­ri gön­der­di. Po­lo kar­deş­ler 1269’da Ro­ma’­ya var­dık­la­rı za­man önceki pa­pa artık görevde değildi. Pololar, 1271’de ye­ni pa­pa X. Gre­gory se­çi­lir se­çil­mez kut­sa­ma­la­rı ve iş­bir­li­ği va­ad­le­ri ile Mo­ğo­lis­tan’a ge­ri gön­de­ril­di­ler. Bu se­fer genç Mar­co ba­ba­sı­na ve am­ca­sı­na re­fa­kat edi­yor­du. Mar­co’­nun Çin’­de­ki fa­ali­ye­ti­nin ya­nı sı­ra Ku­bi­lay’ın im­pa­ra­tor­lu­ğu hak­kın­da­ki in­ti­ba­la­rı ölüm­süz ki­ta­bın­da can­lı bir şe­kil­de tas­vir edil­miş­tir ve her­kes­çe bi­lin­mek­te­dir. Ulu ha­nın gö­rü­nü­mü­nü şu söz­ler­le anlatıyor: “O, sağ­lam ya­pı­lı­dır, ne uzun ne kı­sa­dır, bi­lâ­kis or­ta boy­lu­dur. Boyu ile mütenasip ki­lo­lu­dur ve her uz­vu­nun şek­li çok mun­ta­zam­dır. Ten ren­gi pem­be ve be­yaz­dır, göz­le­ri ka­ra ve gü­zel­dir, bur­nu­nun şek­li gü­zel­dir ve hoş dur­mak­ta­dır.”214 Mar­co Po­lo, Ku­bi­lay’ın sa­ra­yın­da on­ ye­di yıl (1275-92) ge­çir­di ve ken­di­si­ne Uzak Do­ğu’­da önem­li dip­lo­ma­tik mis­yon­la­rın ya­nı sı­ra çe­şit­li ida­rî gö­rev­ler tev­di edil­di. Onun Çin’­de­ki ba­şa­rı­sı Ku­bi­lay’ın Ba­tı’­ya kar­şı ha­yır­hah tav­rın­da önem­li bir âmil­di.

214MPYC, 1, 356; MPMP, 1, 204. Ku­bi­lay’ın port­re­si için bkz. Kha­ra-Da­van, s. 187; Mos­ta­ert, AM, 4, 149.

Lyon kon­si­li­nin Ya­kın Do­ğu’­da Mo­ğol-Hristiyan iş­bir­li­ği dü­şün­ce­si­ne sı­cak bak­ma­sı, İl­hanlı­lar ta­ra­fın­dan ken­di­le­ri ile pa­pa ara­sın­da bir it­ti­fa­kın teyiti ola­rak an­la­şıl­dı. As­lın­da Ba­tı iç anlaşmaz­lık­lar yü­zün­den on­la­ra as­ke­rî bir yar­dım­da bu­lu­na­bi­le­cek du­rum­da de­ğil­di. Fa­kat İl­hanlılar so­nun­da Ba­tı ile bir anlaşma­ya va­rı­la­ca­ğı ümi­di­ni kay­bet­me­di­ler. 1285 ile 1290 ara­sın­da­ki dö­nem­de İl­han Ar­gun, Ba­tı­lı hü­küm­dar­la­ra –pa­pa IV. Nic­ho­las’a, Fran­sa kra­lı IV. Phi­lips’e ve İn­gil­te­re kra­lı I. Edward’a– Mı­sır’a kar­şı plan­la­dı­ğı hü­cu­ma ka­tıl­ma­la­rı için ıs­rar ede­rek bir­çok dip­lo­ma­tik heyet gön­der­di.215 Bu diplomatik girişimlerden bir as­ke­rî iş­bir­li­ği hasıl ol­ma­dı ve 1291’de Mı­sır sul­ta­nı Kalawun’un bir­lik­le­ri haç­lı­la­rın Fi­lis­tin’­de­ki son ka­le­si olan Ak­ka’­yı hü­cum­la al­dı­lar. Di­ğer ta­raf­tan Mo­ğol­larla Ba­tı ara­sın­da­ki mü­za­ke­re­ler Ka­to­lik heyetlerin Or­ta ve Uzak Do­ğu’­da ya­yıl­ma­sı­nın ze­mi­ni­ni ha­zır­la­dı. 1289’da Pa­pa IV. Nic­ho­las, Fran­sis­ken Mon­te­cor­vi­no’­lu John’u mek­tup­lar­la İl­han Ar­gun’a ve Ulu Han Ku­bi­lay’a gön­der­di. John’un gö­re­vi Şark’­da Ka­to­lik hi­ye­rar­şi­si­ni te­sis et­mek­ti. 1290’da Teb­riz’e var­dı ve er­te­si yıl ora­da­ki Nesturî ce­ma­at­le­re reh­ber­lik et­mek üze­re Hin­dis­tan’a git­ti. Ni­ha­yet Pe­kin’e ulaş­tı­ğı za­man Ku­bi­lay öl­müş­tü.

215İl­han­la­rın Ba­tı­lı hü­küm­dar­la­ra mek­tup­la­rı hak­kın­da bkz. Spu­ler, Iran, s. 229-230; Kotwicz, “Lett­res,” 1, 2; E. Ha­enisch, “Zu den Bri­efen der mon­go­lisc­hen Il-Kha­ne Ar­gun und Öl­je­itu an den Ko­enig Phi­lipp den Sc­hö­nen von Frank­re­ich,” Ori­ens, 2 (1949), 216-235; Cle­aves, “Chan­cel­lery.” Mi­norsky, “Midd­le East,” s. 434-437 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Ku­bi­lay’ın iç re­form­la­rı as­ke­rî ve dip­lo­ma­tik fa­ali­yet­le­rin­den da­ha az önem­li de­ğil­di­ler. En iyi Çin ge­le­nek­le­ri­ne uy­gun ola­rak sa­na­tın ve ili­min ge­liş­me­si­ni teş­vik et­ti. Çin’­de çok es­ki çağ­lar­dan be­ri bir âlim­ler kon­se­yi iyi bir hü­kü­me­tin önem­li bir par­ça­sı ola­rak telakki edi­li­yor­du.216 Bir ne­vi il­mî aka­de­mi olan böy­le bir kon­sey Ku­bi­lay za­ma­nın­da teş­kil olun­du ve ha­lef­le­ri za­ma­nın­da de­vam et­ti.217 O, Mo­ğol ve Çin kurumlarının eş­gü­dü­mü işi­ne de gi­riş­ti. Mo­ğol fet­hin­den son­ra­ki ilk dö­nem­de Çin ör­fî ida­re­ye tâ­biy­di. Mo­ğol ku­man­dan­la­rı ay­nı za­man­da si­vil ida­re­nin de ba­şın­day­dı­lar. Mo­ğol­la­rın ken­di­le­ri yal­nız­ca ken­di ka­nun­la­rı­nı, Ya­sa’­yı ta­nı­yor­lar­dı. Fa­kat bu, es­ki bir me­de­ni­ye­te sa­hip yer­le­şik bir mil­let olan Çin­li­ler için pek uy­gu­la­na­bi­lir de­ğil­di. Fet­hin ilk yı­kı­cı aşa­ma­sı son bul­duk­tan son­ra Mo­ğol hü­küm­dar­la­rı Çin’­de ma­hal­lî ka­nun­la­rın ve dü­zen­le­me­le­rin ol­du­ğu­nu ses­siz se­da­sız ka­bul et­mek zo­run­da kal­dı­lar. Ku­zey Çin fet­he­dil­dik­ten son­ra Mo­ğol im­pa­ra­tor­la­rı Chin’­le­rin ka­nun­nâ­me­si­ni aşi­kâr bir şe­kil­de Ya­sa ile te­zat teş­kil et­me­di­ği sü­re­ce Çin hal­kı için yü­rür­lük­te bı­rak­tı­lar. Fa­kat Ku­bi­lay, yönetimin Ku­zey Çin’­de sağ­lam bir şe­kil­de yer­leş­ti­ği­ni dü­şün­dü­ğü za­man mev­cut hu­kuk ve ida­re sis­te­mi­ de­ğiş­tir­me­ye ka­rar ver­di. Chin’­le­rin ka­nun­nâ­me­si­ni 1271’de lağ­vet­ti ve bir­çok ye­ni ka­rar­lar ya­yın­la­dı. Bun­lar Çin hu­kuk sis­te­mi­nin ru­hu­na ay­kı­rıy­dı­lar ve Ku­bi­lay’ın Çin­li mü­şa­vir­le­ri al­çak­gö­nül­lü­lük­le ama ıs­rar­la her­ke­se şa­mil ola­cak ye­ni bir ka­nun­nâ­me­nin ha­zır­lan­ma­sı ge­rek­ti­ği­ne işa­ret et­ti­ler. Ku­bi­lay ni­ha­yet ra­zı ol­du ve 1291’de müs­tak­bel ka­nun­nâ­me­nin tas­la­ğı onay­lan­dı.218

216Es­car­ra, s. 15.

217Bkz. Ot­to Fran­ke, “Kub­lai Khan und se­ine chi­ne­sisc­hen Be­ra­ter,” Forsc­hun­gen und Fortsch­rit­te, 18 (1942), 283-285; ay­rıca, Gesc­hich­te, s. 470-471.

218Ratsch­nevsky, s. X-XI.

Ku­bi­lay Çin’i ida­rî ola­rak oni­ki eyâ­le­te (sheng) tak­sim et­ti. Pe­kin’­de üç ta­ne mer­ke­zî ida­re da­ire­si te­sis edil­di: İç me­se­le­ler için Hü­kü­met Da­ire­si (chung-shu-sheng); dış me­se­le­ler ve or­du­nun ida­re­si için Giz­li Dev­let Kon­se­yi (shu-mi-yü­an); ve si­vil me­mur­la­rın işi­ne ne­zâ­ret et­mek için Kont­rol Da­ire­si (yü-shih-t’ai).219 F.E.A. Kra­use’­nin gö­rü­şü­ne gö­re Ku­bi­lay’ın te­sis et­ti­ği ida­rî sis­tem Çin’in şim­di­ye ka­dar sa­hip ol­duk­la­rı­nın en iyi­siy­di.220

219Kra­use, Gesc­hich­te, s. 183-184. Yüan ha­ne­da­nı za­ma­nın­da Çin’­de Mo­ğol ida­re­si­nin sis­te­mi hak­kın­da bkz. Cor­di­er, 2, 324 vd.; Ratsch­nevsky; Fran­ke, Geld; Mat­suo Ota­gi, “The Cen­sus of Nort­hern Chi­na Ta­ken by the Mon­gols in the Midd­le of the XIIIth Cen­tury,” ASTH, s. 9-10 (İn­gi­liz­ce özet).

220Kra­use, Gesc­hich­te, s. 184; ay­rı­ca bkz. Fran­ke, Gesc­hich­te, s. 470-490.

Eği­tim ve ma­lî ida­re, es­ki Çin ör­nek­le­ri­ne gö­rey­di. Mo­ğol­lar Çin’i fet­het­tik­le­ri za­man ka­ğıt pa­ra ile ta­nış­mış­lar­dı; Ku­bi­lay onu im­pa­ra­tor­lu­ğun res­mî pa­ra­sı yap­tı. 1282’de bank­not­la­rın emis­yo­nu, al­tın ve gü­mü­şe oran­la pa­ri­te­si ve ha­sar gö­ren bank­not­la­rın te­dâ­vül­den çe­kil­me­si ile il­gi­li önem­li bir ka­nun va­ze­dil­di. Beş yıl son­ra ka­ğıt pa­ra­nın al­tın ve gü­mü­şe oran­la pa­ri­te­siyle il­gi­li ye­ni dü­zen­le­me­ler çık­tı.221 Se­lef­le­ri gi­bi Ku­bi­lay da yol­la­rın gü­ven­li­ği­ne ve dü­zel­til­me­si­ne bü­yük önem ve­ri­yor­du. Bu­na Çin’­de su yol­la­rı ile il­gi­len­mek de da­hil­di. Yangt­se neh­ri­nin ağ­zı­nı Pei-ho’­nun­ki ile bir­leş­ti­ren Bü­yük Ka­nal’ın in­şa­sı Ku­bi­lay’ın hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da ta­mam­lan­dı.222 Bu, Pe­kin’in hız­la bü­yü­yen hal­kı için di­ğer şey­le­rin ya­nı sı­ra bol mik­tar­da pi­rinç üretimine imkan sağ­la­dı.

221Bkz. Fran­ke, Geld, s. 57-82. Ku­bi­lay za­ma­nın­da Çin’­de ka­ğıt pa­ra hak­kın­da ay­nı za­man­da bkz. Mar­co Po­lo, MPYC, 1, 423-426; MPMP, 1, 238-240.

222Re­şi­düd­din’in Bü­yük Ka­nal’ın in­şa­sı hak­kın­da ver­di­ği bil­gi için bkz. J. Klap­roth, “Desc­rip­ti­on de la Chi­ne so­us le règne de la dy­nas­tie mon­go­le,” JA, 2.ci se­ri, 11 (1833), 341-345; Cat­hay, 3, 115-116.

Ku­bi­lay yet­miş gi­bi ile­ri bir ya­şa ka­dar ya­şa­dı. Bu, onun şart­la­rın­da­ki bir kim­se için alı­şıl­ma­dık bir ömür sü­re­siy­di. 1294’de öl­dü.

4. KUBİLAY’DAN SONRA YÜAN HANEDANI

I





Gör­dü­ğü­müz üze­re Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun er­ken dö­ne­min­de Çin­giz Han’ın dört oğ­lun­dan ve on­la­rın so­yun­dan ge­len­le­rin her bi­ri aday se­çi­mi ku­rul­tay ta­ra­fın­dan ya­pıl­mak kay­dıy­la tah­ta se­çi­le­bi­lir ola­rak gö­rü­lü­yor­du. Möng­ke’­nin se­çil­me­si ile as­lın­da taht hak­kı Tu­luy’un so­yun­dan ge­len­ler­le tah­dit edil­di. Möng­ke’­nin ölü­mün­den son­ra re­ka­bet baş­ka bir ko­la men­sup hiç­bir perns hak id­di­asın­da bu­lu­na­cak ka­dar güç­lü ol­ma­dı­ğı için Tu­luy ha­ne­da­nı­nın iki üye­si ara­sın­da ol­du. Yi­ne de Tu­luy’un ha­yat­ta­ki en bü­yük oğ­lu ile en kü­çük oğ­lu ara­sın­da­ki ça­tış­ma ne­re­dey­se im­pa­ra­tor­lu­ğun bir­li­ği­ni par­ça­lı­yor­du ve sa­de­ce Ku­bi­lay üze­rin­de de­ğil onun mü­şa­vir­le­ri­nin bir­ço­ğu­nun üze­rin­de acı bir in­ti­ba bı­rak­mış ol­ma­lı­dır. Tah­ta ge­çiş ka­nu­nun­da ıs­la­hat yap­mak ka­çı­nıl­maz gö­rü­nü­yor­du. Çin’­de Ku­bi­lay ta­ra­fın­dan Yüan ha­ne­da­nı­nın te­si­siy­le bu ger­çek­ten ya­pıl­dı. Çin­li­le­rin dev­let ör­ne­ği­ni ta­ki­ben Ku­bi­lay tah­ta ge­çi­şi doğ­ru­dan so­yun­dan ge­len er­kek­ler­le tah­dit et­ti. Mar­co Po­lo’­ya gö­re Ku­bi­lay’ın ka­rı­la­rın­dan dör­dü meş­ru eşi ola­rak ka­bul edi­li­yor­lar­dı, “ve bu ka­dın­lar­dan il­ki­nin en bü­yük oğ­lu­nun hak­kıy­dı im­pa­ra­tor ol­mak.”223 Bu­nun Çin­li­le­rin ge­le­nek­sel dev­let ve top­lum kav­ra­mı ile mu­ta­ba­kat için­de ol­du­ğu­nu kay­det­mek ge­re­kir. Bu­na gö­re ai­le kül­tün­de ba­ba­nın ye­ri­ni al­mak sa­de­ce en bü­yük oğu­lun hak­kıy­dı; kült­te­ki bu ye­ri­ni alış da ba­ba mül­kü­nü ve dev­let se­vi­ye­si ba­kıl­dı­ğın­da ise ik­ti­da­rı dev­ral­ma­yı ih­ti­va edi­yor­du.224

223MPYC, 1, 356; MPMP, 1, 205. İlk zev­ce­nin en bü­yük oğ­lu­nun ve­li­aht ola­rak telakki edil­di­ği Mo­ule-Pel­li­ot ta­ra­fın­dan be­lir­len­miş­tir; Yu­le-Cor­di­er ter­cü­me­sin­de “dört ka­rı­sın­dan olan oğul­la­rı­nın en bü­yü­ğü” den­mek­te­dir.

224Bkz. Es­car­ra, s. 19. Gör­müş ol­du­ğu­muz gi­bi (bö­lüm 1, kı­sım 3) Mo­ğol­lar ara­sın­da klan kül­tü­nün ba­şı olan en bü­yük oğu­lun yet­ki­si ile ba­ba­nın mül­kü­nü te­vâ­rüs eden ve ai­le oca­ğı­nın ba­şı olan en kü­çük oğu­lun yet­ki­si ara­sın­da de­rin bir ayı­rı­mı var­dı.

Ku­bi­lay’ın en bü­yük oğ­lu bu­na gö­re tah­tın vâ­ri­si ola­rak ilan edil­di. Ba­ba­sın­dan ön­ce öl­dü­ğü için onun oğ­lu ve Ku­bi­lay’ın to­ru­nu olan Ti­mur (Mo­ğol ta­pı­nak adı Ol­cay­tu ve Çin­ce ün­va­nı Ch’eng-tsung idi) 1293’de ha­lef ola­rak be­lir­len­di.225 En bü­yük oğu­lun va­kit­siz ölü­mün­den do­la­yı tah­ta ge­çiş­te be­lir­siz­lik mey­da­na gel­di­ği du­rum­lar­da ha­le­fi­ni be­lir­le­mek muh­te­me­len ik­ti­dar­da bu­lu­nan im­pa­ra­to­run uh­de­sin­dey­di. Yüan ha­ne­da­nı­nın so­nu­na ka­dar sa­de­ce Ku­bi­lay’ın so­yun­dan ge­len­ler tah­ta çı­ka­bi­lir ola­rak ka­bul edil­dik­le­ri ba­kım­dan ye­ni dü­zen­le­me­ler he­def­le­ri­ne ulaş­tı­lar. Fa­kat en bü­yük ol­mak ka­ide­si­ne her za­man ri­ayet edil­me­di. Bir­çok du­rum­da ye­ni im­pa­ra­to­run ku­rul­tay ta­ra­fın­dan onay­lan­ma­sı vaz­ge­çi­le­mez ola­rak gö­rül­dü.

225MPYC, 1, 360; MPMP, 1, 206; Fran­ke, Geld, s. 84. Yüan im­pa­ra­tor­la­rı­nın Mo­ğol­ca ve Çin­ce ün­van­la­rı bu­ra­da ve bun­dan böy­le A.C. Mo­ule, “A Tab­le of the Em­pe­rors of the Yü­an Dy­nasty,” JNCB (1914), s. 124’e gö­re ve­ril­miş­tir. Dik­ka­ti­mi bu ma­ka­le­ye çek­ti­ği için Ric­hard L. Walker$a mü­te­şek­ki­rim.

Ku­bi­lay öl­dü­ğü za­man böl­ge­yi Kay­du’­nun muh­te­mel bir sal­dı­rı­sı­na kar­şı ko­ru­mak gö­re­vi ve­ril­miş olan ve­li­aht Ti­mur Mo­ğo­lis­tan’­da bu­lu­nu­yor­du. Ti­mur’un an­ne­si Pe­kin’­de ve çev­re­sin­de bu­lu­nan Çin­gi­zo­ğul­la­rı­nın ka­tıl­dı­ğı ku­rul­ta­yı top­la­dı. Ön­ce Ti­mur’un aday­lı­ğı­na mu­ha­le­fet ol­muş gö­zü­kü­yor.226 Me­se­le, Ku­bi­lay ta­ra­fın­dan be­lir­len­di­ği için Ti­mur’a mu­ha­le­fe­te mü­sa­ma­ha gös­ter­me­ye­ce­ği­ni be­yan eden im­pa­ra­tor­luk mu­ha­fız­la­rı­nın ku­man­da­nı Ba­yan ta­ra­fın­dan hal­le­dil­di.227 Ba­yan’ın ul­ti­ma­to­mu ka­bul gör­dü ve mec­lis Ti­mur’un le­hi­ne oy kul­lan­dı. He­men pa­yi­tah­ta ça­ğı­rıl­dı ve im­pa­ra­tor ilan edil­di.

226D’Ohsson, 2, 646.

227Age., 2, 645-646; Cor­di­er, 2, 342 ile mu­ka­ye­se edi­niz. Ba­yan’ın bir Çin­gi­zoğ­lu ol­ma­mak­la be­ra­ber müm­taz bir Mo­ğol kla­nı olan Ba­arin’e men­sup ol­du­ğu­nu kay­det­mek ge­re­kir.

Ti­mur’un hü­küm­dar­lı­ğı (1294-1307) es­na­sın­da Ku­bi­lay’ın ta­mam­la­ma­dan bı­rak­mış ol­du­ğu dev­let me­se­le­le­ri­nin ek­se­ri­si az ve­ya çok tat­min­kâr bir şe­kil­de so­nuç­lan­dı­rıl­dı­lar. Kam­boç­ya ve Bur­ma kral­la­rı im­pa­ra­to­ra bağ­lı­lık ye­mi­ni et­ti­ler (1296-97). Pa­si­fik ok­ya­nu­su ta­ra­fın­da baş­ka mü­da­ha­le­ler­den uzak du­ran Ti­mur Mo­ğol me­se­le­le­ri­ne da­ha faz­la dik­ka­ti­ni ve­re­cek bir du­rum­day­dı. Bir­lik­le­ri 1297-98’de Kay­du ve iş­bir­lik­çi­le­ri­nin­ki­ler­le bir di­zi mu­ha­re­be­ler yap­tı­lar. As­ke­rî sal­dı­rı­lar ve kar­şı sal­dı­rı­lar dip­lo­ma­tik ha­re­ket­ler ve kar­şı ha­re­ket­ler­le, prens­le­rin sü­rek­li yön de­ğiş­ti­ren bağ­lı­lık­la­rıy­la ve şah­sî re­ka­bet­ler ve iha­net­ler­le kar­ma­şık­la­şı­yor­lar­dı. Kay­du ge­nel­de sü­rek­li ola­rak ge­ri­le­di. Fa­kat bir dur­gun­luk anın­dan fay­da­lan­dı ve 1301’de Ka­ra­ku­rum’u ele ge­çir­mek için bü­yük bir ça­ba sar­fet­ti. Mağ­lup edil­di ve ay­nı yıl için­de öl­dü. Li­der­siz ka­lan Kay­du’­nun oğul­la­rı ve Üge­dey ve Ca­ga­tay ha­ne­dan­la­rı­na men­sup bir­çok baş­ka prens Ti­mur’un met­bu­lu­ğu­nu ta­nı­ma­yı ve ge­le­cek­te prens­ler ara­sın­da ola­bi­le­cek bü­tün sür­tüş­me­le­ri sa­vaş ye­ri­ne mü­za­ke­re ile hal­let­me­yi ka­bul et­ti­ler (1303). Bu önem­li anlaşma İran il­ha­nı­nı da­hil et­mek­le ta­mam­lan­dı. İl­han Ga­zan’ın 1304’de ölü­mü üze­ri­ne Ti­mur Ga­zan’ın kar­de­şi Ol­cay­tu’­yu ye­ni il­han ola­rak tah­ta ge­çir­mek ve onu Or­ta As­ya’­nın hu­zu­ra ka­vuş­tu­rul­du­ğun­dan ha­ber­dar et­mek için İran’a bü­yük bir se­fa­ret he­ye­ti yol­la­dı. Al­tın Or­du ha­nı Tok­ta da ye­ni anlaşma­yı des­tek­le­di. Ona ge­lin­ce ken­di tâ­bi­le­ri­ni, Rus prens­le­ri­ni, Suz­da­li­a’­da­ki Pereyaslavl’­da top­lan­tı­ya ça­ğır­ma­sı ve el­çi­si­nin ön­de ge­len Mo­ğol hü­küm­dar­la­rın al­dı­ğı ka­rar­la­rı teb­liğ et­me­si ye­te­rin­ce ken­di­ne has­tır.228 Ti­mur’un si­ya­se­ti­nin ba­şa­rı­sı ger­çek­ten et­ki­le­yi­ci­dir ve Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun onun hü­küm­dar­lı­ğı dö­ne­min­de gü­cü­nün do­ru­ğu­na eriş­ti­ği söy­le­ne­bi­lir. Bü­tün bun­lar Pe­kin’­de­ki ulu ha­nın ri­ya­set et­ti­ği ye­ni pan-Mo­ğol fe­de­ras­ya­nu şek­lin­de im­pa­ra­tor­lu­ğun bir­li­ği­nin ye­ni­den te­si­si de­mek­ti.229

228Na­so­nov, s. 79-80.

229W. Kotwicz, “Mon­gols,” s. 2; Grum-Grzy­ma­ilo, 2, 504-505.

Da­hi­lî si­ya­set­te ol­du­ğu gi­bi Ba­tı’­ya kar­şı tav­rın­da da Ti­mur Ku­bi­lay’ın yo­lun­dan git­ti. Mon­te­cor­vi­no’­lu John ni­ha­yet Pe­kin’e ulaş­tı­ğı za­man (1295) ha­yır­hah bir şe­kil­de ka­bul edil­di ve ken­di­si­ne Hristiyan­lık pro­pa­gan­da­sı yap­mak ve Ka­to­lik ki­li­se­si­nin bir pis­ko­pos­lu­ğu­nu teş­kil et­mek için mü­sa­ade edil­di. John’un ça­ba­la­rı ol­duk­ça ba­şa­rı­lı ol­du; 1304’de Pe­kin’­de 6.000 ki­şi Ro­ma Ka­to­lik usul­le­ri­ne gö­re vaf­tiz edil­di. Bir kıs­mı muh­te­me­len Çin­li de­ğil­di. Çin’­de ya­şa­yan ya­ban­cı­lar­dı.230 150 gen­ce Latin­ce ve Yu­nan­ca ile Ti­mur’un çok hoş­lan­dı­ğı Gre­gor­yen te­gan­ni­si­ni öğ­ret­mek için bir ilâ­hi­yat mek­te­bi te­sis edil­di.231 1305’de im­pa­ra­tor­luk sa­ra­yı­nın ya­kı­nın­da pa­ra­sı­nı bir İtal­yan tüc­ca­rın te­min et­ti­ği bir Ka­to­lik ki­li­se­si in­şa edil­di. İki yıl son­ra pa­pa V. Cle­ment John’u Çin baş­pis­ko­pos­lu­ğu­na ta­yin et­ti ve üç Fran­sis­ken ke­şi­şi mu­avin pis­ko­pos ola­rak gön­der­di.232

230A. C. Mo­ule, Ch­ris­ti­ans in Chi­nat (dip­not 50’de­ki gi­bi), s. 150, dip­not 17’ye gö­re Mo­ğol dö­ne­min­de Hristiyan olan ger­çek Çin­li­le­rin sa­yı­sı dü­şük gö­zü­kü­yor. K. S. La­to­uret­te, A His­tory of the Expansion of Ch­ris­ti­anity, 2, 339 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

231Gro­us­set, His­to­ire, s. 93.

232Çin’­de­ki Ka­to­lik mis­yon­lar için bkz. A. C. Mo­ule (dip­not 50 ve 67’de­ki gi­bi) bö­lüm 7; K. S. La­to­uret­te, A His­tory of Ch­ris­ti­an Mis­si­ons in Chi­na, bö­lüm 5. Mis­yo­ner ke­şiş­le­rin Çin ve Hin­dis­tan’­dan yol­la­dık­la­rı mek­tup­lar ve ra­por­lar için bkz. Cat­hay, 3, 3-105.

İran’­da il­han Ga­zan (1295-1304) ve Ol­çay­tu (1304-1316), il­ki­nin hü­küm­dar­lı­ğı­nın baş­la­rın­da Müslüman ol­ma­sı­na as­len Hristiyan olan ikin­ci­si­nin hü­küm­dar­lı­ğı­nın or­ta­la­rın­da (1307) İs­lâm di­ni­ne geç­me­si­ne rağ­men, Ba­tı ile te­ma­sı sür­dür­me­ye ni­yet­li ol­duk­la­rı­nı gös­ter­di­ler. Ol­cay­tu pa­pa­nın mis­yon­la­rı­nın Şark’­ta iş­le­ri­ni sür­dür­me­le­ri­ne mü­sa­ade et­ti. 1300’de Ara­gon kra­lı II. Ja­cob Ga­zan’a Mı­sır’a kar­şı as­ke­rî yar­dım­da bu­lun­ma­yı tek­lif et­ti,233 ala tek­li­fin el­le tu­tu­lur bir ne­ti­ce­si ol­ma­dı. 1303-5’de­ki pan-Mo­ğol anlaşma­sı­nı mü­te­akip Ol­cay­tu Mo­ğol si­ya­se­ti­nin ta­kip et­ti­ği ye­ni ro­lü hem Mı­sır’a hem Ba­tı Av­ru­pa’­ya bil­dir­me­yi ve Müslüman ve Hristiyan hü­küm­dar­la­rı dün­ya üs­tün­de­ki bü­tün mil­let­ler ara­sın­da ba­rış­çı mü­na­se­bet­ler te­si­si için teş­vik et­me­yi ge­rek­li gör­dü.234 Bu çağ­rı­nın öne­mi Ba­tı’­da ye­te­rin­ce an­la­şıl­ma­dı. İn­gil­te­re kra­lı II. Edward ce­va­ben Ol­cay­tu’­nun Fi­lis­tin’i Müslüman­lar­dan “kur­tar­ma­sı­nı” is­te­di (1307).235 Si­ya­sî açı­dan bu mü­za­ke­re­le­rin ön­ce­ki­ler ka­dar bey­hu­de ol­duk­la­rı gö­rül­dü.

233Spu­ler, Iran, s. 232.

234Bkz. Kotwicz, “Lett­res,” 2; Kotwicz, “Mon­gols,” s. 3-5; E. Ha­enisch, “Zu­den Bri­efen der mon­go­lisc­hen Il-Kha­ne Ar­gun und Öl­je­itu an den Kö­nig Phi­lipp den Sc­hö­nen von Frank­re­ich,” Ori­ens, 2 (1949), 216-235.

235Spu­ler, Iran, s. 232.

II

Ti­mur’un ölü­mün­den (1307) tah­ta son Yüan im­pa­ra­to­ru To­gan-Ti­mur’un çık­ma­sı­na (1333) ka­dar ge­çen yir­mi­al­tı yıl­da se­kiz im­pa­ra­tor hü­küm sür­dü.236 Ek­se­ri­si­nin hü­küm­dar­lı­ğı kı­sa ömür­lüy­dü. Bu dö­nem­de dış âlem­de sa­vaş­la­rın ve fe­tih­le­rin yok­lu­ğun­da ek­se­ri va­ka­nü­vis­le­rin dik­ka­ti­ni baş­lı­ca sa­ray ent­ri­ka­la­rı ve tah­tın çev­re­sin­de­ki şah­sî re­ka­bet­ler çek­miş­ti. Bu ya­kın za­man­la­ra ka­dar ta­ri­hî li­te­ra­tür­de dö­ne­mi –as­lın­da Ku­bi­lay’ın ölü­mün­den 1368’de Yüan ha­ne­da­nı­nın yı­kıl­ma­sı­na ka­dar ge­çen sü­re­yi– bir çök­me ve du­rak­la­ma dö­ne­mi ola­rak gör­mek te­mâ­yü­lü­nün se­be­bi ola­bi­lir. Fa­kat sa­ray ha­ya­tı­nı bir ke­na­ra bı­ra­kıp bu dö­nem­de im­pa­ra­tor­luk hü­kü­me­ti­nin ge­nel si­ya­se­ti­ne bak­ma­yı ter­cih eder­sek ya­pı­cı iş­le­re da­ir bir­çok de­li­li gör­me­mez­lik ede­me­yiz.

236Bkz. Şe­ce­re II.

Ti­mur er­kek ço­cuk bı­rak­ma­mış­tı. Am­ca­oğ­lu Anan­da ile Dhar­ma­pa­la’­nın oğul­la­rı olan iki kar­deş ço­cu­ğu taht için mü­ca­de­le et­ti­ler. Anan­da’­nın ta­raf­tar­la­rı mağ­lup edil­di­ler ve Ti­mur’un kar­deş­le­ri­nin var­dık­la­rı anlaşma so­nu­cun­da Dhar­ma­pa­la’­nın bü­yük oğ­lu Kay­şan (Mo­ğol ta­pı­nak adı Kü­lük; Çin­ce ün­va­nı Wu-tsung idi) im­pa­ra­tor ol­du (1307-1311).237 Tüm ta­raf­la­rın se­çim kam­pan­ya­sın­da yap­tık­la­rı bol bol har­ca­ma­lar im­pa­ra­tor­luk ha­zi­ne­si­ni teh­li­ke nok­ta­sı­na ka­dar bo­şalt­mış­tı. 1308’de açık ye­di mil­yon kâ­ğıt pa­ra bi­ri­mi ting’­den da­ha faz­la ol­muş­tu. Gü­müş ser­ti­fi­ka­la­rı (1309) ve ba­kır pa­ra (1310) çı­kar­mak için bir te­şeb­büs­te bu­lu­nul­du. Fa­kat ıs­la­hat ba­şa­rı­lı ol­ma­dı ve 1311’de kâ­ğıt pa­ra sis­te­mi yi­ne yü­rür­lü­ğe kon­du.238 Kü­lük’ün ha­le­fi kü­çük kar­de­şi Ayur­pa­rib­had­ra ol­du (Mo­ğol ta­pı­nak adı Bu­yan­tu; Çin­ce ün­va­nı Jén-tsung idi; 1311-20). Bu­yan­tu’­nun ol­duk­ça kabiliyet­li bir hü­küm­dar ol­du­ğu gö­rü­lü­yor ve ken­di­si­ne bir ­grup ön­de ge­len dev­let ada­mı yar­dım edi­yor­du. Ca­ga­tay’ın so­yun­dan ge­len Or­ta As­ya ha­nı Esen-Bu­ka239 1316’da im­pa­ra­tor­lu­ğa kar­şı is­yan et­ti­ği za­man ida­re­si­nin ka­rar­lı­lı­ğı göz­ler önü­ne se­ril­di.

237Grum-Grzy­ma­ilo, 2, 506; Fran­ke, Geld, s. 83-84.

238Fran­ke, Geld, s. 85-93, 102.

239Bkz. Şe­ce­re IV.

Esen-Bu­ka’­nın bu te­şeb­bü­sün­de Al­tın Or­du ha­nı Üz­beg’in des­te­ği­ni al­ma­ya ça­lış­tı­ğı­nı kay­det­mek ge­re­kir. “Re­şi­düd­din’in Yıl­lık­la­rı­nın De­va­mı” de­nen ki­ta­ba gö­re Esen-Bu­ka Üz­beg’e “Ka­an’ın (yâ­ni Bu­yan­tu’­nun) onu taht­tan in­di­rip ye­ri­ne baş­ka bir Çu­ci­oğ­lu­nu ge­çir­mek ni­ye­tin­de ol­du­ğu­nu bil­dir­mek için bir ha­ber­ci gön­der­miş­ti. Ha­be­ri alan Üz­beg ön­ce çok öf­ke­len­miş ve is­ya­na ka­tıl­ma­yı dü­şün­müş­tü, ama mü­şa­vir­le­ri onu Esen-Bu­ka’­ya iti­mat edi­le­me­ye­ce­ği hu­su­sun­da ik­na et­me­ye mu­vaf­fak ol­du­lar. Bu yüz­den Üz­beg Bu­yan­tu’­ya sa­dık kal­dı.240 İm­pa­ra­tor­luk or­du­la­rı ayak­lan­ma­yı ça­bu­cak bas­tır­dı­lar ve Esen-Bu­ka’­nın kuv­vet­le­ri­ni mağ­lup et­tik­ten son­ra Isık Kul gölüne ka­dar ba­tı­da iler­le­di­ler. İm­pa­ra­tor­luk kuv­vet­le­ri­nin za­fe­ri ke­sin­di ve im­pa­ra­tor­luk yı­kı­la­na ka­dar Or­ta As­ya prens­le­ri bun­dan son­ra ulu ha­na mu­ha­le­fe­te te­şeb­büs et­me­di­ler.

240Ti­esen­ha­usen, 2, 141-142.

Bu­yan­tu her hü­kü­met ku­ru­mu­na Mo­ğol­lar ve­ya Çin­li ol­ma­yan­lar ka­dar Çin­li me­mur ta­yin et­ti.241 Ay­rı­ca –sa­ray ent­ri­ka­la­rı­na mâ­ni ol­mak ça­ba­sıy­la– dev­let için­de yük­sek mev­ki­le­re ha­dım­la­rın ge­ti­ril­me­si­ni ya­sak­la­yan bir fer­man çı­kar­dı.242 Bu­yan­tu baş­ka bir fer­man­la ma­nas­tır­la­rı ve Hristiyan­la­rın­ki­ler de da­hil ol­mak üze­re di­ğer di­nî mü­es­se­se­le­ri ver­gi ve sa­ir ta­ah­hüt­ler­den mu­af kıl­dı.243 O. Kowalewski’ye gö­re Bu­yan­tu sa­na­tın ve ili­min hâ­mi­siy­di. Se­mer­kant, Bu­ha­ra, İran, Ara­bis­tan ve Bi­zans’­tan ge­len âlim­ler onun sa­ra­yın­da bu­lu­şu­yor­lar­dı.244 Ku­bi­lay za­ma­nın­da baş­la­mış olan ve onun ha­lef­le­ri za­ma­nın­da ya­vaş bir iler­le­me gös­ter­miş olan ka­nun yap­ma işi­ne Bu­yan­tu’­nun hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da ye­ni bir hız ve­ril­di. 1316’da ev­vel­ce ya­yın­lan­mış olan im­pa­ra­tor­luk bil­di­ri­le­ri­ni ve fer­man­la­rı­nı, dü­zen­le­me­le­ri ve mah­ke­me ka­rar­la­rı­nı te­mel ola­rak alan bir ka­nun­nâ­me der­len­di. 1323’de Bu­yan­tu’­nun oğ­lu ve ha­le­fi Sudd­hi­pa­la’­nın (Mo­ğol ta­pı­nak adı Ge­gen; Çin­ce ün­va­nı Ying-tsung idi; 1320-23) hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da bu ka­nun­nâ­me özel bir ko­mis­yon ta­ra­fın­dan onay­lan­dı.245

241D’Ohsson, 2, 664.

242Cor­di­er, 2, 345.

243G. Devéria, “No­tes d’e­pig­rap­hie mon­go­le-chi­no­ise,” JA, 8 (1896), 396-398 ; Lewicki, “Les Insc­rip­ti­ons mon­go­les inédites (dip­not 46’da ol­du­ğu gi­bi), s. 20-36. Di­nî ce­ma­at­ler­le il­gi­li Mo­ğol ka­nun­la­rı hak­kın­da bkz. Ratsch­nevsky, s. LXVIII-LXXXVI; E. Ha­enisch, “Ste­uer­ge­recht­sa­me der chi­ne­sisc­hen Klös­ter un­ter der Mon­go­len­herrsc­haft,” BVSAW, 92, bö­lüm 2 (1940), H. Sc­hur­mann ta­ra­fın­dan HJAS, 14 (1951), 291-306’da göz­den ge­çi­ril­miş­tir. Ay­rı­ca bkz. Shunjô No­ga­mi, “The Hsü­an-chêng-yü­an of the Mon­gol Dy­nasty of Chi­na,” ASTH, s. 17 (İn­gi­liz­ce özet).

244Grum-Grzy­ma­ilo, 2, 507, dip­not 2; D’Ohhson, 2, 664 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

245Ratsch­nevsky, s. XVI-XVII.

Bun­dan kı­sa bir sü­re son­ra Ge­gen ev­vel­ki sa­ray ent­ri­ka­la­rı­nın bir so­nu­cu olan bir su­ikas­ta kur­ban git­ti. Ku­bi­lay’ın so­yun­dan ge­len ra­kip bir ko­lun ta­raf­tar­la­rı bu fır­sat­tan o sı­ra­da Ka­ra­ku­rum­da bu­lu­nan aday­la­rı Ye­sün-Ti­mur’u (Çin­ce ün­va­nı T’ai-ting idi) tah­ta ge­çir­mek için ya­rar­lan­dı­lar. Ye­sün-Ti­mur beş yıl (1323-28) hü­küm sür­dü. Es­ki Mo­ğol fır­ka­sı­na men­sup gö­rü­nü­yor. Bu­yan­tu ve Ge­gen’in hü­küm­dar­lık­la­rı za­ma­nın­da dev­let iş­le­ri­ni el­le­rin­de bu­lun­dur­muş olan dev­let adam­la­rı ­gru­bu şim­di muh­te­me­len nü­fuz­la­rı­nı kay­bet­ti­ler. Ye­ni im­pa­ra­to­ra kar­şı mu­ha­le­fet­le­ri­ni an­la­mak müm­kün gö­rü­nü­yor. Sa­ik­le­ri sa­de­ce şah­sî de­ğil si­ya­sî de ol­muş ola­bi­lir. İda­re ve ka­nun koy­ma iş­le­rin­de el­de et­tik­le­ri ba­şa­rı­lar­dan gu­rur duy­muş ol­ma­lıy­dı­lar ve si­ya­set de­ği­şik­li­ğin­den hoş­nut de­ğil­ler­di. Ye­sün-Ti­mur ha­yat­ta ol­du­ğu ve taht­ta sağ­lam otur­du­ğu sü­re­ce ha­re­ke­te geç­me şans­la­rı yok­tu. Fa­kat o ölür öl­mez mu­ha­le­fet or­ta­ya çık­tı ve li­der­le­ri Ye­sün’ün oğ­lu­nu ye­ni im­pa­ra­tor ola­rak ta­nı­ma­yı red­det­ti­ler. Bu­nun ye­ri­ne Kü­lük’ün oğul­la­rı­nın taht üze­rin­de hak sa­hi­bi ol­duk­la­rı­nı ile­ri sür­dü­ler. Bu­nu kı­sa fa­kat şid­det­li bir iç sa­vaş ta­kip et­ti ve mu­ha­le­fe­tin za­fe­ri ile so­nuç­lan­dı. Kü­lük’ün bü­yük oğ­lu Ku­sa­la (Mo­ğol ta­pı­nak adı Ku­tu­ku; Çin­ce ün­va­nı Ming-tsung idi) im­pa­ra­tor ilan edil­di. Muht­me­len ra­kip fır­ka ta­ra­fın­dan ze­hir­len­di­ğin­den do­la­yı bir­kaç gün için­de öl­dü. Kar­de­şi Tug-Ti­mur (Mo­ğol ta­pı­nak adı Ca­ya­ga­tu; Çin­ce ün­va­nı Wên-tsung idi; 1329-32) ha­le­fi ol­du.246

246İm­pa­ra­tor Wên-tsung’un Mo­ğol­ca ad­la­rı (şa­hıs adı ve ta­pı­nak adı) hak­kın­da bkz. L. li­ge­ti, “Les Noms mon­gols de Wen-tsong des Yüan,” TP, 27 (1930), 57-61; Cle­aves, Insc­rip­ti­on II, s. 52, dip­not 172 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

III

Tug-Ti­mur “Çin kül­tü­rü­ne bü­yük bir sem­pa­ti bes­li­yor ve ona il­gi du­yu­yor­du. Ken­di­si Çin şi­ir­le­ri ya­zı­yor, Çin ka­lig­ra­fi­si ile ya­zı ya­zı­yor ve ge­le­nek­sel Çin tar­zın­da re­sim ya­pı­yor­du.”247 Onu tah­ta çı­ka­ran ih­ti­lâl sa­de­ce bir as­ke­rî dar­be de­ğil­di. Bu­yan­tu’­nun ve Ge­gen’in za­ma­nın­da fa­al ol­muş olan ay­nı dev­let ada­mı ­gru­bu ik­ti­da­ra ge­ri dön­müş gö­rü­nü­yor. Ye­sün-Ti­mur’a mu­ha­le­fe­tin ön­de­ri olan El-Ti­mur’a mu­ha­le­fe­tin ön­de­ri olan El-Ti­mur (Yan-Ti­mur) ye­ni ve­zir ol­du. Ev­vel­ce ya­yın­lan­mış olan ni­zam­nâ­me­le­ri bir ara­ya ge­tir­mek gö­re­vi ve­ril­miş olan ka­nun ya­pı­cı ko­müs­yo­nun ba­şı­na ge­ti­ril­di. Bu ka­nun­lar mec­mu­ası 1331’de me­ri­ye­te ge­çi­ril­di.248

247Küc­hi­râ Kan­da, “The At­ti­tu­de of Em­pe­ror Wên-tsung of the Mon­gol Dy­nasty towards Chi­ne­se Cul­tu­re,” ASTH, s. 11 (İn­gi­liz­ce özet).

248Ratsch­nevsky, s. XX-XXI; Fran­ke, Geld, s. 26-27.

He­men he­men ay­nı sı­ra­lar­da Pe­kin Âlim­ler Kon­se­yi Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun bir ge­nel ha­ri­ta­sı­nı ha­zır­la­dı.249 Bu “ha­ri­ta” as­lın­da im­pa­ra­tor­lu­ğun baş­lı­ca bö­lüm­le­ri­nin ve her bö­lüm­de­ki önem­li yö­re­le­rin ve şe­hir­le­rin şe­ma şek­lin­de bir çi­zi­mi­dir. Ge­nel­de doğ­ru­dur ve zik­re­di­len bü­tün isim­ler teş­his edi­le­bi­lir­ler. İm­pa­ra­tor­lu­ğun ha­ri­ta üze­rin­de gös­te­ri­len Çin ha­ri­cin­de­ki üç baş­lı­ca bö­lü­mü Du-lai T’ie-mu-rh’un (Ca­ga­tay’ın so­yun­dan ge­len Du­va-Ti­mur) hü­küm­dar­lık yap­tı­ğı Or­ta As­ya han­lı­ğı;250 Bu-sa-yin’in (Hü­la­gu’­nun so­yun­dan ge­len il­han Ebu Sa­id) ida­re et­ti­ği İran;251 ve Yüe-dsu-bu’­nun (Cu­çi’­nin so­yun­dan ge­len Üz­beg) hü­küm­ran ol­du­ğu Al­tın Or­du. Üz­beg’in mül­kü­nün ku­zey­ba­tı kıs­mın­da A-lo-sz de­nen bir böl­ge­nin ol­du­ğu­nu gö­rü­yo­ruz; bu­ra­sı Rus­ya’­dır.252

249Bu ha­ri­ta­nın tıp­kı­ba­sı­mı için bkz. Bretsch­ne­ider, 2.

250Du­va-Ti­mur Esen-Bu­ka’­nın kü­çük kar­de­şiy­di.

251Bkz. Şe­ce­re IV.

252“Rus­ya”nın Çin­ce adı olan A-lo-sz Mo­ğol­ca ve Türk­çe şek­li olan “Orus” ve­ya “Urus”dan tü­re­me­dir.

Ha­ri­ta Pe­kin hü­kü­me­ti­nin im­pa­ra­tor­luk me­şa­le­le­ri­ne duy­du­ğu il­gi­nin ve im­pa­ra­tor­lu­ğun bir­li­ği­ne da­ir bi­lin­ci­nin de­li­li­dir. Ka­nun Mec­mu­ası ay­nı za­man­da hü­kü­me­tin da­hi­lî me­se­le­ler­de­ki ga­ye­si­nin cid­di­ye­ti­ni ve iyi ni­ye­ti­ni vur­gu­la­mak­ta­dır. Bü­tü­nüy­le ba­kıl­dı­ğın­da im­pa­ra­tor­lu­ğun bu dö­nem­de bel­li bir viz­yon vü­sa­tı­na sa­hip ve so­rum­lu­luk duy­gu­su­nu ha­iz dev­let adam­la­rı ta­ra­fın­dan yö­ne­til­di­ği gö­rü­lü­yor.

İm­pa­ra­tor­lu­ğun bir­li­ği­nin sa­de­ce ha­ri­ta üs­tün­de mev­cut ol­ma­dı­ğı­nı gös­te­ren ba­zı mu­asır de­lil­ler var­dır. 1330 yı­lı ci­va­rın­da Sal­ta­nia baş­pis­ko­po­su­nun pa­pa XXII. John için “Ulu Han’ın Mül­kü­nün Ki­ta­bı” baş­lı­ğıy­la ha­zır­la­dı­ğı Yü­an im­pa­ra­tor­lu­ğu hak­kın­da­ki muh­tı­ra şu be­yan­la baş­lı­yor: “Cat­hay’ın [Çin’in] Bü­yük Ca­an’ı [Ka­an’ı] dün­ya üze­rin­de­ki bü­tün kral­la­rın en güç­lü­le­rin­den bi­ri­dir ve o mem­le­ket­te­ki bü­tün lord­lar onun tâ­bi­le­ri­dir­ler ve ona ita­at eder­ler; baş­lı­ca üç bü­yük im­pa­ra­tor var­dır; Ar­ma­lech [Al­ma­lık] im­pa­ra­to­ru,253 im­pa­ra­tor Bo­us­say [Ebu Sa­id] ve im­pa­ra­tor Uz­bech [Üz­beg]. Bu üç im­pa­ra­tor efen­di­le­ri mez­kur Ca­an’a her yıl pek çok de­ğer­li mü­cev­he­rin ya­nı sı­ra pars­lar, de­ve­ler ve kra­lî şa­hin­ler yol­lar­lar. Çün­kü onu efen­di­le­ri hü­küm­dar ola­rak ta­nı­yor­lar.”254

253İli neh­ri yö­re­sin­de­ki Al­ma­lık o ta­rih­te Or­ta As­ya’a­ki Ca­ga­ta­yo­ğul­la­rı­nın pa­yi­tah­tı idi; bkz. Cat­hay, 3, 87, dip­not 1.

254A.g.e., 3,89.

Ay­ri­ye­ten bu dö­nem­de Çin ile Al­tın Or­du ara­sın­da can­lı bir ti­ca­ret var­dı. Hem el Umu­ari’­ye hem (1332 yı­lı ci­va­rın­da Sa­ray’ı zi­ya­ret eden) İb­ni Ba­tu­ta’­ya gö­re Al­tın Or­du’­nun pa­yi­tah­tı­nın pa­zar­la­rın­da pek çok Çin ma­lı sa­tın alı­na­bi­lir­di. Bir İtal­yan ve­ya Ma­car tüc­ca­rın Çin ipe­ği al­mak için Çin’e git­me­si­ne ge­rek ol­ma­dı­ğı söy­len­miş­ti; bun­la­rı Sa­ray’­da ko­lay­ca ala­bi­li­yor­lar­dı.255

255ZO, s. 151.157; R. S. Lo­pez, “Chi­na Silk in Eu­ro­pe in the Yüan Pe­ri­od”, JAOS, 72 (1952), 72-76.

Al­tın Or­du ile ulu ha­nın bu dö­nem­de­ki sı­kı iş­bir­li­ği­nin bir baş­ka vec­he­si Çin’­de çok sa­yı­da Rus as­ke­ri­nin mev­cut ol­ma­sıy­dı. Kıp­çak, Alan ve Rus bir­lik­le­ri­nin Ku­bi­lay’ın or­du­la­rı­nın bir kıs­mı­nı teş­kil et­tik­le­ri ha­tır­la­na­cak­tır.256 Ti­mur’un hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da Or­ta As­ya üze­rin­de­ki im­pa­ra­tor­luk kont­ro­lü­nün ye­ni­den te­si­sin­den son­ra ve yi­ne Bu­yan­tu’­nun hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da Al­tın Or­du ha­nı ta­ra­fın­dan Çin’e Kıp­çak ve Rus as­ker­le­rin­den mü­te­şek­kil ye­ni bir­lik­ler gön­de­ril­miş ol­ma­lı­dır. Tug-Ti­mur’un za­ma­nı­na ka­dar Rus as­ker­le­ri­nin (yüz ve muh­te­me­len bin ki­şi­lik) bir­lik­le­ri im­pa­ra­tor­luk or­du­su­nun bir çok tü­me­ni­ne da­ğı­tı­lı­yor­lar­dı. Şim­di (1330’da) özel bir Rus tü­me­ni (Rus­ça­sı t’­ma) teş­kil olun­du. Yü­an Ha­ne­da­nı­nın Ta­ri­hi’­ne gö­re ku­man­da­nı­na (Rus­ça­sı tem­nik) “Sa­da­kat Mü­na­di­si [adıy­la] ha­yat Mu­ha­fız­la­rı­nın on bin ki­şi­lik bir­li­ği­nin ku­man­da­nı” ün­va­nı ve­ril­di.257 İm­pa­ra­tor­lu­ğun me­ra­tip sis­te­min­de üçün­cü rüt­be­yi ha­iz bir gö­rev­li ola­rak gö­rü­lü­yor­du ve doğ­ru­dan doğ­ru­ya Giz­li Dev­let Kon­se­yi­ne bağ­lıy­dı. Rus tü­me­ni­ne Pe­kin’in ku­ze­yin­de bir as­ke­rî ko­lo­ni te­sis et­me­le­ri için top­rak ba­ğış­lan­mış­tı. Rus­la­ra el­bi­se, öküz, zi­raî âlet­ler ve to­hum ve­ril­miş­ti. Ko­lo­ni­le­ri­nin bu­lun­du­ğu yö­re­nin or­man­la­rı, ne­hir­le­ri ve göl­le­rin­de bu­lu­nan her tür­den av hay­va­nı ve ba­lı­ğı im­pa­ra­to­run sof­ra­sı için te­min et­mek­le yü­küm­lüy­dü­ler. 1331’de Rus tü­me­ni­nin tem­ri­ki­nin adı ün­va­nı ge­ne Sa­da­kat Mü­na­di­si ola­rak kal­mak üze­re “Rus Ha­yat Mu­ha­fı­zı Kı­ta­la­rı­nın Ku­man­da­nı” ola­rak de­ğiş­ti­ril­di. Gü­müş bir gö­rev müh­rü ve­ril­di.258 Ku­man­da­nın ün­va­nı­nın de­ğiş­ti­ril­me­si­nin se­be­bi bel­li de­ğil­dir. Bu Rus as­ker­le­ri­nin sa­yı­sı­nın azal­ma­sın­dan do­la­yı ar­tık tam bir tü­men teş­kil ede­mi­yor ola­bi­lir­ler. Bu­nun al­ter­na­ti­fi sa­yı­la­rı­nın art­ma­sın­dan do­la­yı bir tü­men­den da­ha faz­la ol­muş ol­ma­la­rı­dır. Ay­nı yı­la ait baş­ka bir ka­yıt­ta ger­çek­ten de ye­ni dev­şi­ril­miş 600 Rus as­ke­rin­den bah­se­dil­mek­te­dir.259 Bu mü­na­se­bet­le ay­nı za­man­da Li­ao-yang eyâ­le­tin­de (Gü­ney Man­çur­ya ve Ko­re’­nin ba­zı kı­sım­la­rı) Rus ve Alan as­ker­le­ri­nin bir as­ke­rî ko­lo­ni­si­nin da­ha te­sis edil­di­ği söy­le­ne­bi­lir.260

256Yüan ha­ne­da­nı za­ma­nın­da Çin’­de­ki ya­ban­cı as­ker­ler için bkz. Chang Hsi­ang-lang, “The Re­bel­li­on of the Per­si­an Gar­ri­son in Ch’ü­an-chou, A.D. 1357-1366”, MS, 3 (1938), 611-627; Fran­ke, “Eu­ro­pa”, s. 70 ile mu­ka­ye­se edi­niz. Çin’­de­ki Alan­lar hak­kın­da ay­rı­ca bkz. Pal­la­di, “Sta­rinn­ye sledy kh­ris­ti­anst­va v Ki­tae”, VS, 1, 47-48; Bretsch­ne­ider, 2, 84-90; Cat­hay, 3, 184 vd.

257Fran­ke, “Eu­ro­pa”, s. 70. Pal­la­di, VS, 1, 49-50 ve Bretsch­ne­ider, 2, 80 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

258Fran­ke, “Eu­ro­pa”, s. 71.

259A.g.e.

260A.g.e.

Rus­ya’­da­ki Mo­ğol yö­ne­ti­mi­nin ora­da as­ke­re al­dık­la­rı­na ilave­ten Mo­ğol­la­rın Rus­ya’­ya yap­tık­la­rı ce­za­lan­dır­ma akın­la­rı es­na­sın­da ele ge­çi­rip kö­le yap­tık­la­rı Rus­lar da za­man za­man Çin’e ge­ti­ri­lip ora­da is­kân edi­li­yor­lar­dı. 1331’de Sa­un (El-Ti­mur’un kar­de­şi) im­pa­ra­to­ra 16 Rus ai­le­si­ni “sun­du”. Bu­na kar­şı­lık im­pa­ra­tor ona “he­di­ye” ola­rak 107 kül­çe (ting) gü­müş ve 5.000 ting ka­ğıt pa­ra ver­di.261 Bu Rus­la­ra ko­yun ve ot­lak­lar ba­ğış­lan­dı. 1332’de prens Chang-ki (muh­te­me­len Ca­ga­ta­yo­ğul­la­rın­dan prens Cink­şi) im­pa­ra­to­ra 170 Rus esi­ri­ni sun­du. Bu­nun kar­şı­lı­ğın­da ken­di­si­ne 72 kül­çe gü­müş ve 5.000 ting ka­ğıt pa­ra ve­ril­di. Ay­nı za­man­da ve­zir El-Ti­mur im­pa­ra­to­ra 2500 Rus esir ver­di.262 Bun­lar çok muh­te­mel­dir ki Mo­ğol­lar ile Mos­kof­la­rın 1327-28 kı­şın­da Tver prens­li­ği­ne yap­tık­la­rı ce­za­lan­dır­ma akın­la­rın­da ele ge­çi­ril­miş­ler­di.263

261A.g.e.

262A.g.e. Fran­ke’­nin “İm­pa­ra­tor­luk Ai­le­si Pren­si” di­ye ter­cü­me et­ti­ği ün­van onun ta­ra­fın­dan chu-wang ola­rak ve­ril­miş­tir. Bretsch­ne­ider prens Chang -ki (can­gi) ile Ca­ga­tay so­yun­dan Cink­şi’­nin kas­te­dil­di­ği­ni öne sür­müş­tü. 1362 yı­lı­na ait olan Mo­ğol­ca ki­tâ­be­de Can­ki (Chang Ch’i) adın­da­ki bir gö­rev­li­den bah­se­dil­mek­te­dir; fa­kat onun ün­va­nı dük (kuo-kung - se­kiz asa­let mer­te­be­sin­den üçün­cü­sü) idi, prens (chu-wang) de­ğil­di. bkz. Cle­aves, Insc­rip­ti­on I, s. 30, 83, 85; s. 40, dip­not 14; s. 96, dip­not 13.

263Bkz. aşa­ğı­da bö­lüm 3, kı­sım 6, s. 201.

IV

Tug-Ti­mur’un ve­fa­tın­dan son­ra ye­di ya­şın­da­ki ye­ğe­ni (Ku­sa­la’­nın en kü­çük oğ­lu) im­pa­ra­tor ilan edil­di; bir kaç ay son­ra öl­dü ve ye­ri­ne ağa­be­yi To­gan-Ti­mur (Çin­ce ün­va­nı Shun-ti, 1333-68) geç­ti. Bun­dan kı­sa bir sü­re son­ra Tug-Ti­mur’un hü­küm­dar­lı­ğı­nın ön­de ge­len ki­şi­si olan El-Ti­mur öl­dü. Kar­de­şi Sa­tun ve Sa­tun’un dos­tu Ba­yan şim­di öne çık­tı­lar. Ba­yan 1339’da Rus Ha­yat Mu­ha­fız­la­rı­nın ku­man­dan­lı­ğı­na tayin edil­di;264 ama ay­nı yıl için­de Gü­ney Çin’e gön­de­ril­di ve ora­ya gi­der­ken yol­da öl­dü.265

264Fran­ke, “Eu­ro­pa”, s. 72 Pal­la­di, VS, 1,50 ve Bretsch­ne­ider, 2, 81 ile mu­ka­ye­se edi­niz (her iki­si de Ba­yan’ın 1334 yı­lın­da­ki tayini­ne atıf­ta bu­lun­mak­ta­dır­lar).

265Cor­di­er, 2, 351’e gö­re Ba­yan göz­den düş­müş ve Gü­ney Çin’e sü­rül­müş­tü.

1307 ile 1332 yıl­la­rı ara­sın­da­ki dö­nem­de Ka­to­lik mis­yo­ner­ler İran, Hin­dis­tan ve Çin’­de­ki fa­ali­yet­le­ri­ni sür­dür­müş­ler­di. Bu üç ül­ke­nin hep­si­ni zi­ya­ret eden Fran­sis­ken ke­şiş Por­de­no­ne’­li Odo­ric’in mis­yo­nu özel bir öne­mi ha­iz­di.266 Odo­ric Pe­kin’­de Mon­te­cor­vi­no’­lu John’un mi­sa­fi­ri ol­muş­tu. John 1332 yı­lı ci­va­rın­da ölün­ce Pe­kin pis­ko­pos­lu­ğun­da ha­le­fi ev­vel­ce Pa­ris Üni­ver­si­te­sin­de pro­fe­sör olan ve Çin’e da­ha baş­ka 26 ke­şiş ge­ti­ren Fran­sız Fran­sis­keni Nic­ho­las ol­du. 1336’da bu ke­şiş­ler­den bi­ri olan Andrew To­gan-Ti­mur’un pa­pa XII. Be­ne­dict’e yaz­dı­ğı mek­tu­bu tes­lim et­mek üzere Av­ru­pa’­ya ge­ri dön­dü – çün­kü ulu han se­lef­le­ri­nin Hristiyan­lı­ğa kar­şı ha­yır­hah si­ya­se­ti­ni de­vam et­ti­ri­yor­du. Bu mek­tu­ba ce­va­ben pa­pa Çin’e iki mis­yon da­ha gön­der­di; bun­lar­dan bi­ri 1342’de To­gan-Ti­mur ta­ra­fın­dan hu­zu­ra ka­bul edil­di.267

266Bkz. Cat­hay, 2.

267Gro­us­set, His­to­ire, s. 93; Cat­hay, 3, 213-214.

İm­pa­ra­tor hu­kuk el­ki­tap­la­rı­nın ye­ni­den göz­den ge­çi­ril­me­si­ni de em­ret­ti ve 1346’da im­pa­ra­tor­luk fer­man­la­rı­nın ve ka­rar­la­rı­nın ye­ni bir mec­mu­ası çık­tı.268 Fa­kat To­gan-Ti­mur’un hü­kü­me­ti­nin hü­küm­dar­lı­ğı­nın ilk ya­rı­sın­da uğ­raş­mak zo­run­da kal­dı­ğı en bü­yük me­se­le bir neh­rin -Sa­rı Ir­ma­ğın (Hwang-ho)- yol aç­tı­ğı sü­rek­li taş­kın­lar­dı. MS 1300 ci­va­rın­da mec­ra­sı bü­yük bir sap­ma ya­pa­rak Ka­ifeng’­den do­ğu­ya dö­nüp Chih­li Kör­fe­zi­ne dö­kül­müş­tü.269 Ku­zey Çin’in bu en bü­yük ır­ma­ğı­nın mec­ra­sın­da mey­da­na ge­len de­ği­şik­lik ba­zı­la­rı sel­ler yü­zün­den ba­zı­la­rı ise tar­la­la­rı­nın su­la­ma­sız kal­ma­sı yü­zün­den mil­yon­lar­ca in­sa­nın ha­ya­tı­na te­sir et­miş­ti. Dö­nem dö­nem ge­len sel­ler­den son­ra bir di­zi kıt­lık olu­yor­du. du­rum 1330’lar­da özel­lik­le teh­li­ke­li ol­muş­tu. 1334’te ve bir de 1342’de yay­gın bir kıt­lık ol­du.270

268Ratsch­nevsky, s. XXI.

269Kra­use, s. 189.

270Grum-Grzy­ma­ilo, 2, 508.

Ulu ha­nın hü­kü­me­ti bir bent­ler sis­te­mi in­şa ede­rek ve­ya ta­mir ede­rek ır­ma­ğın mec­ra­sı­nı dü­zen­le­me­ye te­şeb­büs et­ti. 1351’de bü­yük bent­ler çök­tü ve or­ta­ya âcil du­rum çık­tı; ır­mak kı­yı­la­rı­nı tak­vi­ye et­mek için 170.000 ame­le işe alın­dı.271 Bun­lar ve To­gan-Ti­mur’un hü­kü­me­ti­nin gi­riş­ti­ği di­ğer ka­mu iş­le­ri bü­yük meb­lağ­la­rı ge­rek­ti­ri­yor­du ve bu da ha­zi­ne için ilave bir yük de­mek­ti. Te­da­vül­de­ki mik­ta­rı hal­kın ih­ti­yaç­la­rı­na uyar­la­mak te­şeb­bü­süy­le 1350’de ka­ğıt pa­ra ile il­gi­li ye­ni dü­zen­le­me­ler ilan edil­di. 1341’de 1.000.000 ting’­den da­ha az pa­ra te­da­vü­le çı­ka­rıl­mış­ken 1352’de bu mik­tar iki­ye kat­lan­dı; 1356’da 6.000.000 ting ka­ğıt pa­ra ba­sıl­dı.272

271A.g.e., Fran­ke, Geld, s. 94; Eber­hard, s. 268.

272Fran­ke, Geld, s. 93-98, 103.

Hem ta­biî afet­ler hem im­pa­ra­tor­luk ma­li­ye­si­nin bo­zul­ma­sı hal­kın için­de bü­yü­mek­te olan mem­nu­ni­yet­siz­li­ği bes­le­di­ler. Her ül­ke­de ve her dö­nem­de in­san­lar ye­ter­siz­lik­ler ve dert­ler yü­zün­den hü­kü­met­le­ri­ni suç­la­ma­ya mey­yal­dir­ler. Bu ka­dim Çin özel­lik­le ge­çir­liy­di, zi­ra ge­le­nek­sel Çin dü­şün­ce­si­ne gö­re hü­küm­dar ta­biî afet­ler­den bi­le so­rum­lu tu­tu­lu­yor­du. Be­şe­rî top­lu­mun ev­ren­sel dü­ze­ni­nin par­ça­sı ol­du­ğu dü­şü­nül­mek­te­dir. Hü­küm­da­rın gü­nah­la­rı sa­de­ce in­san­la­rın de­ğil ta­bi­atın da is­yan et­me­si­ne se­bep olur­lar.273

273Es­car­ra, s. 77; La­to­uret­te, 2, 27 ile mu­ka­ye­se edi­niz. Ben­zer gö­rüş­le­rin Or­ta­çağ Rus­ya­sın­da da var ol­duk­la­rı­nı kay­det­mek ge­re­kir; bkz. Ki­evan rus­sia, s. 289-290.

So­nuç ola­rak im­pa­ra­to­run iti­ba­rı Ku­zey Çin’­de cid­dî şe­kil­de ze­de­len­di. ha­ne­da­nın ya­ban­ca men­şe­in­den do­la­yı Gü­ney Çin’­de za­ten hiç bir za­man yük­sek de­ğil­di. Bu mü­na­se­bet­le Ku­zey­li ve Gü­ney­li Çin­li­le­rin Yü­an ha­ne­da­nı­na kar­şı ta­vır­la­rın­da ba­riz bir fark­lı­lık ol­du­ğu­nu kay­det­mek ge­re­kir. Ku­zey Çin Mo­ğol fet­hin­den ön­ce de bir çok ke­re ya­ban­cı men­şe­li im­pa­ra­tor­lar ta­ra­fın­dan ida­re edil­miş­ti; ve Yü­an ha­ne­da­nı­nın se­le­fi olan Chin ha­ne­da­nı­nın Çin de­ğil de Man­çu asıl­lı ol­du­ğu ha­tır­lan­ma­lı­dır. bu yüz­den özel­lik­le de ya­ban­cı­lar en azın­dan bir öl­çü­de Çin’in kül­tür ör­ne­ği­ni ta­kip et­tik­le­ri için Ku­zey­li Çin­li­le­rin ya­ban­cı­la­rın ida­re­si­ni ka­bul et­me­le­rin­de alı­şıl­ma­dık bir şey yok­tu. Gü­ney Çin da­ima bir yer­li ha­ne­dan ta­ra­fın­dan ida­re edil­miş ol­du­ğu için du­rum Gü­ney­li Çin­li­ler için fark­lıy­dı. Sung­lar Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan dev­ril­dik­ten son­ra ka­çı­nıl­ma­zı ka­bul et­mek ve Ku­bi­lay ile ha­lef­le­ri­nin ida­re­si­ne bo­yun eğ­mek zo­run­da kal­mış­lar­dı, ama yü­rek­le­rin­de Yü­an ha­ne­da­nı­nı ya­ban­cı ola­rak gö­rü­yor­lar­dı ve ona kar­şı olan sa­da­kat­le­ri şüp­he­liy­di.

Yıl­lar­ca Mo­ğol gar­ni­zon­la­rı­nın mev­cu­di­ye­ti Gü­ney Çin’­de ge­nel bir ayak­lan­ma en­gel ol­du. Fa­kat za­man za­man ma­hal­lî is­yan­lar ve kal­kış­ma­lar olu­yor­du. Çin’e yer­leş­miş olan Mo­ğol sa­vaş­çı­la­rı -İran gi­bi es­ki me­de­ni­yet­le­ri olan di­ğer ül­ke­ler­de ol­du­ğu gi­bi- za­man­la as­ke­rî şevk­le­ri­ni kay­bet­ti­ler ve Mar­co Po­lo’­nun ifa­de­siy­le “bü­yük öl­çü­de de­je­ne­re ol­du­lar.”274 1352’de Yangt­ze böl­ge­si­nin tü­mün­de ol­du­ğu gi­bi Can­ton yö­re­sin­de bir çok yer­de ay­nı za­man­da is­yan­lar pat­lak ver­di. Köy­lü­le­rin ve or­tak­çı­la­rın hem Mo­ğol hem Çin­li bü­yük top­rak sa­hip­le­ri­ne kar­şı ayak­lan­ma­sı ol­du­ğu için bu ha­re­ket as­lın­da bir sos­yal ih­ti­lâl­di.275 1360’ta Gü­ney Çin’in ta­ma­mı ço­ğu kez ken­di ara­la­rın­da da kav­ga eden bir çok ma­hal­lî li­de­rin kont­ro­lü al­tın­day­dı.

274MPYC, 1, 263.

275Bkz. Fran­ke, Geld, s. 2, dip­not 1’de Meng Su-ming, So­ci­al Clas­ses of the Yü­an Dy­nasty’e (Pe­kin, 1938) (Çin­ce) atıf­ta bu­lun­mak­ta­dır. W. Eber­hard’ın bu ça­lış­ma­yı göz­den ge­çir­me­si Ori­en­ta­lisc­he Li­te­ra­tur­ze­itung (1941), s. 540’ta­dır.

He­men he­men ay­nı za­man­da im­pa­ra­tor­lu­ğun bir­li­ği İl­han­lar dev­le­ti­nin da­ğıl­ma­sıy­la cid­dî şe­kil­de teh­li­ke­ye düş­müş­tü. Ebu Sa­id’in ölü­mün­den (1335) son­ra İran’­da ka­rı­şık­lık­lar çık­mış ve bu­nun so­nu­cun­da tah­ta peş pe­şe her bi­ri güç­lü ma­hal­lî top­rak sa­hip­le­ri­nin elin­de sa­de­ce bir oyun­cak olan ra­kip aday­lar çık­mış­tı. Al­tın Or­du han­la­rı bu du­rum­dan fay­da­lan­mış­lar ve Azer­bay­can üs­tün­de­ki bas­kı­la­rı­nı art­tır­mış­lar­dı. Ni­ha­yet 1356’da Ca­ni­beg han Teb­riz’i zap­tet­ti ve oğ­lu Ber­di­beg’i ve­ki­li ola­rak ora­da bı­rak­tı. Ca­ni­beg mem­le­ke­ti­ne gi­der­ken 1357’de yol­da öl­dü ve Ber­di­beg ik­ti­da­rı ele al­mak için ace­ley­le Sa­ray’a gi­der­ken276 İran’ı Ber­told Spu­ler’in ifa­de­siy­le ha­re­be halinde ge­ri­de bı­rak­tı.277 Ber­di­beg’in ölü­mün­den (1359) he­men son­ra Al­tın Or­du uzun sü­re­li bir ha­ne­dan ve si­ya­set kri­zi dö­ne­mi­ne gir­di.278 Or­ta As­ya’­da Ca­ga­tay’ın ulu­su da si­ya­sî hu­zur­suz­luk­lar­dan pa­yı­na dü­şe­ni al­dı. Özel­lik­le bir yan­da Ka­ra­de­niz ile Do­ğu Ak­de­niz böl­ge­si di­ğer yan­dan Çin ile olan ka­ra ti­ca­re­ti ol­mak üze­re bük­tün bu olay­lar pan-Mo­ğol ti­ca­re­ti­nin ge­liş­me­si­ni cid­dî şe­kil­de et­ki­le­di­ler. Bu­nun ise Pe­kin re­ji­mi­nin ma­lî den­ge­si­ne men­fi te­sir et­me­si ka­çı­nıl­maz­dı. Bu­nun ya­nı sı­ra İran ve Al­tın Or­du’­dan ge­len yıl­lık ha­raç pa­yı da ar­tık gel­mi­yor­du ve­ya en azın­dan mun­ta­za­man gel­mi­yor­du.

276Ba­zı kay­nak­la­ra gö­re Ca­ni­beg Ber­di­beg’in ta­raf­tar­la­rın­ca öl­dü­rül­müş­tü; Bkz. aşa­ğı­da bö­lüm 3, kı­sım 6, say­fa 208.

277Spu­ler, Iran, s. 137.

278Bkz. aşa­ğı­da s. 245-246.

Gü­ney Çin’e ge­ri dö­ner­sek 1360 yı­lı ci­va­rın­da bir­bi­ri­ne ra­kip ma­hal­lî re­is­ler­den Chu Yü­an-chang di­ğer ­grup­la­rın li­der­le­ri­nin ek­se­ri­si­ni ber­ta­raf et­me­yi ve­ya ken­di­si­ne tâ­bi kıl­ma­yı ba­şar­dı. Sos­yal is­yan şim­di mil­lî ih­ti­lâ­le dö­nüş­müş­tü. Pe­kin hü­kü­me­ti bu kriz­le kar­şı kar­şı­yay­ken Mo­ğo­lis­tan’­da bir çok klan li­de­ri To­gan-Ti­mur’a is­yan et­ti­ler.279 To­gan-Ti­mur na­sıl Çin­li­ler için aşı­rı de­re­ce­de Mo­ğol idiy­se Es­ki Mo­ğol fır­ka­sı için de ışı­rı de­re­ce­de Çin­li idi. Pe­kin’e sal­dı­rı­sı püs­kür­tü­lür­ken Pe­kin hü­kü­me­ti Bü­yük Du­va­rı ko­ru­mak için en iyi bir­lik­le­ri­ni ku­zey­de tut­mak zo­run­da kal­mış­tı. Bu şart­lar al­tın­da ih­ti­lâl­ci Çin kuv­vet­le­ri­nin sü­rat­le iler­le­me­si ka­çı­nıl­maz­dı. Chu Yü­an-chang 1363’te Hu­peh, Ho­nan ve Anhwei eyâ­let­le­ri­ni ve 1367’de Che­ki­ang ve Ki­ang­si’­yi iş­gal et­ti. 1368’de Pe­kin’in do­ğu­sun­da Mo­ğol or­du­su­nu mağ­lup et­ti ve mu­zaf­fe­ra­ne bir şe­kil­de pa­yi­tah­ta gir­di. To­gan-Ti­mur 1369’da öl­dü­ğü Go­bi çölüne kaç­tı. Oğul­la­rı ve or­du­sun­dan ge­ri­ye ka­lan­lar Mo­ğo­lis­tan’a ge­ri çe­kil­di­ler. Bu sı­ra­da Chu Yü­an-chang ken­di­si­ni Pe­kin’­de im­pa­ra­tor ilan et­miş­ti. Onun kur­du­ğu ha­ne­dan Ming ola­rak bi­lin­di.

279Gro­us­set, His­to­ire, s. 261-262.

5. MOĞOLLARIN İMPARATORLUK FİKRİ

Mo­ğol ya­yıl­ma­sı sa­vaş­çı­la­rı­nın zen­gin ga­ni­met hır­sın­dan Mo­ğol hü­küm­dar­la­rı­nın da­ha ya­pı­cı bir ti­ca­rî em­per­ya­liz­mi­ne ve ni­ha­yet ci­han­şü­mul bir im­pa­ra­tor­lu­ğun haş­met­li ta­sa­rı­mı­na ka­dar uza­nan bir çok de­ği­şik âmil ve mâ­li­fin bir­le­şi­mi­nin so­nu­cuy­du.

Mo­ğol­la­rın fe­odal bir klan top­lu­mu­nun ip­ti­daî man­ta­li­te­si­nin üs­te­sin­den ge­len ha­re­ke­te ge­çi­ri­ci fe­tih ru­hu­nun be­lir­gin özel­li­ği im­pa­ra­tor­luk ül­kü­sü idi. Mo­ğol im­pa­ra­tor­la­rı sa­vaş­la­rı­nı ci­han­şü­mul ba­rı­şı ve bey­nel­mi­lel den­ge­yi sağ­la­mak ola­rak be­yan et­tik­le­ri he­def uğ­ru­na ya­pı­yor­lar­dı. He­de­fe ula­şıl­dık­tan son­ra in­san­lı­ğın gü­ven­de ol­ma­sı­nın be­de­li is­tis­na­sız her­ke­sin dev­le­te da­imî ola­rak hiz­met et­me­si ola­cak­tı; bu ha­ya­tın dü­zen­li ol­ma­sı­nı ve iç­ti­maî eşit­li­ği sağ­la­ya­cak­tı. Zen­gin­ler dev­le­te yok­sul­lar ka­dar çok hiz­met ede­cek­ler­di; ve fa­kir­ler var­lık­la­rı­nın ada­let­siz­li­ği­ne ve sö­mü­rü­sü­ne kar­şı ko­ru­na­cak­tı. Er­me­ni ta­rih­çi Akanc’­lı Gri­gor’a gö­re Ya­sa’­nın hü­küm­le­rin­den bi­ri “Yaş­lı­la­ra ve yok­sul­la­ra say­gı gös­ter” idi.280 İb­nü­le­sir Mo­ğol­la­rın sa­de­ce zen­gin­le­re kar­şı acı­ma­sız ol­duk­la­rı­nı söy­lü­yor.281

280Akanc, s. 291.

281ZO, s. 228-229.

İm­pa­ra­tor­luk oto­ri­te­si­nin ta­bi­atı­nın te­mel kav­ra­mı ilk bü­yük han­la­rın Ba­tı­lı hü­küm­dar­la­ra yol­la­dık­la­rı mek­tup­lar­da açık­ça ifa­de edil­miş­ti.282 Gi­riz­gâh her se­fe­rin­de ka­rak­te­ris­tik­tir. Her mek­tup Gö­ğe atıf­la baş­lar ve bu­nu Çin­giz Han ile ik­ti­dar­da bu­lu­nan ha­na atıf ta­kip eder. Ör­nek ola­rak ke­şiş Pla­no Car­pi­ni’­li John’un Av­ru­pa’­ya gö­tür­dü­ğü Gü­yük’ün pa­pa­ya mek­tu­bu­na (1246) ve ke­şiş Rub­ruck’­lu William’ın gö­tür­dü­ğü Möng­ke’­nin Sa­int Lo­uis’e mek­tu­bu­na ve Möng­ke’­nin mek­tup ile bir­lik­te gön­der­di­ği fer­ma­na ba­ka­lım.

282Hem Mo­ğol hem Çin kay­nak­la­rın­da Mo­ğol­la­rın yet­ki for­mül­le­ri­nin ha­ri­ku­lâ­de bir ir­de­len­me­si için bkz. Kotwicz, “For­mu­les ini­ti­ales”.

Gü­yük’ün mek­tu­bu­nun Mo­ğol­ca ori­ji­na­li gü­nü­mü­ze ulaş­ma­mış­tır ve­ya he­nüz bu­lun­ma­mış­tır. Mek­tup uzun sü­re sa­de­ce ke­şiş John’un Latin­ce ter­cü­me­siy­le bi­li­ni­yor­du; 1920’ler­de (Türk­çe te­rim­le­rin yer al­dı­ğı) Fars­ça ter­cü­me­si bu­lun­du. Latin­ce ter­cü­me­de ön­sö­zü şöy­le­dir:

“Dei for­ti­tu­do, om­ni­um ho­mi­num im­pe­ra­tor.”283 Pel­li­ot’un Fars­ça met­nin Fran­sız­ca­ya ter­cü­me­si: “Dans la for­ce du Ci­el éternel, (no­us) le Khan océanigue du grand pe­up­le to­ut en­ti­er; not­re ord­re.”284 Ke­şiş John’un Mo­ğol­ca met­ni taf­si­lâ­tı göz ar­dı ede­rek kı­sa bir be­yan hâ­li­ne ge­tir­di­ği aşi­kâr­dır. Fars­ça ver­si­yon Mo­ğol­ca ori­ji­na­le çok da­ha ya­kın gö­zü­kü­yor. Fran­sız­ca ter­cü­me­de océanigue ke­li­me­si­nin kul­la­nıl­ma­sı­nın sor­gu­la­na­bi­lir ol­du­ğu­nu kay­det­mek ge­re­kir. Bu, Mo­ğol­ca da­lay ke­li­me­si­nin kar­şı­lı­ğı­nı ver­mek için bir ça­ba­dır. Pel­li­ot onu “ok­ya­nus” ola­rak yo­rum­lu­yor ve mana­sı­nın da­ha zi­ya­de “hâ­kim-i mut­lak,” “bü­yük” ol­ma­sı­na rağ­men “de­niz” mana­sı­na alıp “Çin­giz” adı ile mu­ka­ye­se edi­yor.285 Gü­yük’ün mek­tu­bun­da kul­la­nıl­dı­ğı şek­liy­le da­lay’ın mana­sı “bü­yük” ol­ma­lı­dır. E. Kha­ra Da­van’a gö­re Oy­rat­la­rın (Kal­muk­lar) di­lin­de da­lay’ın ori­ji­nal mana­sı “bü­yük” ve “hu­dut­suz”dur; “ok­ya­nus” sa­de­ce bun­dan tü­re­me bir ifa­de­dir.286 Pel­li­ot’un ter­cü­me­sin­de­ki “du grand pe­up­le to­ut en­ti­er” (“bü­tün bü­yük kav­min”) de­yi­mi­ne ge­lin­ce onu yi­ne Pel­li­ot ta­ra­fın­dan ter­cü­me edi­len Gü­yük’ün mü­hü­rün­de­ki ben­zer de­yim ile mu­ka­ye­se ede­bi­li­riz: “Dans la for­ce du ci­el éternel, du Khan océanigue du pe­up­le des grands Mon­gols, l’ord­re.”287 Bü­tün yu­ka­rı­da­ki­le­ri na­zar-ı iti­bâ­re ala­rak ön­sö­zü şöy­le ifa­de eder­dim: “Ebe­dî Gö­ğün, [ve] bü­yük [Mo­ğol] kav­mi­nin Ulu Han’ı­nın ina­ye­tiy­le, em­ri­miz­dir.”

283Vo­ege­lin, s. 388.

284Age., 386; Kotwicz, “For­mu­les ini­ti­ales”, s. 134-135 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

285Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 1, kı­sım 5, s. 28.

286Kha­ra-Da­van, s. 33-35. A. de Smedt ve A. Mos­ta­ert, Dic­ti­on­na­ire mon­gu­orf­ran­ça­is (Mon­gur leh­çe­sin­de dalē “de­niz” (Fran­sız­ca mer) de­mek­tir. A. R. Rinc­hi­ne, Krat­kii mon­gols­ka-russ­kii slo­var’ (Mos­ko­va, 1947), s. 63’te da­lay için iki mana ve­ril­miş­tir: (1) de­niz; bü­yük göl; ve (2) ci­han­şü­mul, çok üs­tün (ikin­ci mana­nın “ta­ri­hî” ol­du­ğu be­lir­til­miş­tir. İs­ter mü­ces­sem (“de­niz”) is­ter mü­cer­ret (“hu­dut­suz”, “ci­han­şü­mul”) mana­sı as­lî olan ol­sun -en azın­dan be­nim ka­na­atim­ce- Gü­yük’ün mek­tu­bun­da ke­li­me­nin mü­cer­ret mana­sıy­la kul­la­nıl­dı­ğı aşi­kâr­dır. Giz­li Ta­rih’­te (kı­sım 280) Üge­dey’e “Da­lay Ka­gan” den­di­ği ilave edi­le­bi­lir. Ha­enisch bu ün­va­nı “Ci­han Hâ­ki­mi” (Weltherrscher) di­ye ter­cü­me et­miş­tir. F.W. Cle­aves bu­ra­da “ ‘WeH’ ke­li­me­si Pel­li­ot’un ‘Oce­ani­gu­e’i­ne eş­de­ğer­dir ve ben­ce oku­yu­cu için da­ha an­la­şı­la­bi­lir­dir” yo­ru­mu­nu yap­mış­tır; bkz. Cle­aves’in Ha­enisch’in Giz­li Ta­rih’in Al­man­ca ver­si­yo­nu­nu göz­den ge­çi­ri­şi HJAS, 12 (1949), 533.

287Pel­li­ot, “Mon­gols et papauté”, bö­lüm 1, s. 15.

Möng­ke’­nin kral IX. lo­uis’­ye gön­der­di­ği mek­tup sa­de­ce ke­şiş Rub­ruck’­lu William’ın Latin­ce ver­si­yo­nun­da­ki şek­liy­le bi­lin­mek­te­dir. Mek­tup­la bir­lik­te gön­de­ri­len fer­man Çin­giz’in ha­lef­le­ri­nin bey­nel­mi­lel dö­kü­man­lar­da esas ola­rak al­mak zo­run­da ol­duk­la­rı ge­nel hu­ku­kî for­mü­lü hâ­vi­dir. Eric Vo­egel’in işa­ret et­ti­ği üze­re bu for­mül Ya­sa’­dan kay­nak­lan­mak­ta­dır.288

288Vo­ege­lin, s. 412.

Aşa­ğı­da­ki Latin­ce ver­si­yon fer­man­da tav­si­ye olu­nan ön­sö­zün ve as­lın­da mek­tup­ta­ki ön­sö­zün şek­li­dir.

Fer­man: Pre­cep­tum eter­ni Dei est. In co­elo non est ni­si unus De­us eter­nus, su­per ter­ram non sit ni­si unus do­mi­nus Chin­gisc­han, Fi­lii [sic] Dei. Hoc est ver­bum gu­od vo­bis dic­tum est.

Mek­tup: Per vir­tu­tem eter­ni Dei, per mag­num mun­dum Mo­al­lo­rum, pre­cep­tum Man­gu chan.289

289 Met­nin Wyngaert ta­ra­fın­dan ye­ni­den dü­zen­len­miş şek­li; Vo­ege­lin ta­ra­fın­dan s. 391’de tıp­kı­ba­sı­mı ya­pıl­mış­tır.

W.W. Rock­hill’­sin İn­gi­liz­ce ter­cü­me­sin­de:

Fer­man: [Bu] Ebe­dî Gö­ğün hük­mü­dür. Gök­te sa­de­ce tek bir ebe­dî Tan­rı ve yer­yü­zün­de sa­de­ce tek bir efen­di, Tan­rı’­nın Oğ­lu Çin­giz Han var­dır. Si­ze bil­di­ri­len bu­dur.

Mek­tup: Ebe­dî Tan­rı’­nın, Mo­al’­la­rın [Mo­ğol­la­rın] bü­yük dün­ya­sı sa­ye­sin­de, Möng­ke Han’ın sö­zü bu­dur.290

290Rock­hill, s. 248-249. Ter­cü­me ta­ra­fım­dan bi­raz de­ğiş­ti­ril­miş­tir.

Yu­ka­rı­da zik­re­di­len üç do­kü­ma­nı (Gü­yük’ün mek­tu­bu, Möng­ke’­nin fer­ma­nı ve Möng­ke’­nin mek­tu­bu) esas ola­rak ve dö­ne­min sa­ir Mo­ğol han­lık mek­tup­la­rı­nı na­zar-ı iti­bâ­re ala­rak Mo­ğol­la­rın im­pa­ra­tor­lu­ğun gü­cü kav­ra­mın­da­ki üç ana un­su­ru aşa­ğı­da­ki sı­ra­la­ma­ya gö­re be­lir­le­ye­bi­li­riz:

1. Tan­rı (Gök-Ebe­dî Gök).

2. Çin­giz Han (Gök ta­ra­fın­dan ve­ril­miş).291

291Ha­nın mek­tup­la­rı­nın edis­yo­nu­nu Hristiyan­la­rın yap­tı­ğı Latin­ce ter­cü­me­sin­de Çin­giz’e “Tan­rı­nın Oğ­lu” den­mek­le be­ra­ber bu es­ki Mo­ğol­ca for­mül­de “Gö­ğün Ver­di­ği” ola­rak gö­zü­kü­yor. Çin­giz Han’ın yet­ki pla­ka­la­rın­da ona Çin­ce T’i­en-t’­se den­di­ği ve bu­nu Tôru Ha­ne­da’­nın MTB, 8, 87’de (Fran­sız­ca­ya) “gu’ a donné le Ci­el” ve­ya “re­çu du ci­el” di­ye ter­cü­me et­ti­ği ha­tır­lan­ma­lı­dır. Fa­kat son­ra­ki dö­nem­de La­ma­iz­min Mo­ğol­lar ara­sın­da ya­yıl­ma­sıy­la bir­lik­te Çin­giz’e Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan ger­çek­ten Gö­ğün Oğ­lu den­miş­tir. Or­dos Mo­ğol­la­rı­nın “Müh­rün Açıl­ma­sı” ktö­re­nin­de ma­hal­lî prens­le­ri­ne ya­pı­lan hi­tap­lar­da Çin­giz Han “l’in­com­pa­rab­le fils du Ci­el, ce pu­is­sant Bogh­da Su­tu Tsc­hin­gis-Khan” di­ye anı­lı­yor­du. Bkz. A. Mos­ta­ert, “L’Ouverture du sce­au”, s. 321.

3. İk­ti­dar­da­ki im­pa­ra­tor.

2. hu­su­sa ge­lin­ce Çin­giz Han’­dan adıy­la sa­de­ce Möng­ke’­nin fer­ma­nın­da -Bü­yük Ya­sa’­nın tav­si­ye et­ti­ği im­pa­ra­tor­luk mek­tup­la­rı­nın ör­nek al­dı­ğı şe­kil­de- bah­se­dil­miş­tir. Fa­kat ben hem Gü­yük’ün hem Möng­ke’­nin mek­tup­la­rın­da adın­dan bah­set­mek­si­zin Çin­giz Han’a atıf­ta bu­lu­nul­du­ğu­na kâ­ni­yim. Gü­yük’ün mek­tu­bun­da ona “Ulu Han” (Da­lay-Han) den­mek­te­dir. Pel­li­ot’un (Fran­sız­ca­ya ter­cü­me­sin­de) ün­va­nın önü­ne “we” (no­us) ke­li­me­si­ni ek­le­me­si sa­de­ce ge­rek­siz de­ğil, ay­nı za­man­da ya­nıl­tı­cı­dır. Zi­ra bu ün­va­nı be­nim ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ne emin ol­du­ğum şe­kil­de Mo­ğol mil­le­ti­nin bâ­ri­si­ne (Çin­giz Han) de­ğil de ik­ti­dar­da bu­lu­nan im­pa­ra­to­ra (Gü­yük) ma­let­mek­te­dir. Son ke­li­me­ler olan “our or­der” (not­re ord­re) ik­ti­dar­da­ki im­pa­ra­to­ra atıf­ta bu­lun­mak­ta­dır­lar; Möng­ke’­nin fer­ma­nın­da bu­na tekabül eden de­yim “Si­ze bil­di­ri­len bu­dur” ve Möng­ke’­nin mek­tu­bun­da ise “Möng­ke Han’ın sö­zü bu­dur”dur.

Gü­yük’ün mek­tu­bu­nun Fars­ça ver­si­yo­nun­da­ki bir­bi­rin­den fark­lı iki un­sur (Ulu Han ve Mo­ğol kav­mi) Rub­ruck’un Möng­ke’­nin mek­tu­bu­nu Latin­ce­ye ter­cü­me­sin­de bir­leş­ti­ril­miş­ler­dir: “Mo­ğol­la­rın bü­yük dün­ya­sı.” Mo­ğol­ca ori­ji­na­lin­de de­yi­min “Bü­tün Mo­ğol­la­rın Ulu Ha­nı” gi­bi bir şe­kil­de ol­du­ğu­nu var­sa­ya­bi­li­riz. Mo­ğol­la­rın dü­şün­ce tar­zın­da Mo­ğol mil­le­ti­nin bâ­ri­si Çin­giz Han’­la me­ta­fi­zik ola­rak bağ­lan­tı­lı ol­du­ğu aşi­kâr­dır. Güç un­sur­la­rı­nın sı­ra­lan­ma­sın­da Çin­giz Han Gö­ğün Oğ­lu ola­rak Gök ile ik­ti­dar­da­ki im­pa­ra­to­run ara­sın­da yer al­mak­ta­dır. Mo­ğol mil­le­ti­nin Ulu Ha­nı ola­rak Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu­na yol gös­te­ren Ruh’­dur.

Bu tak­dir­de Mo­ğol li­der­le­rin an­la­dı­ğı şek­liy­le Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu yer­yü­zün­de dü­ze­ni te­sis et­mek için Tan­rı’­nın bir ara­cı­dır. Eric Vo­gel’in de­yi­şiy­le, “Han, ci­han hâ­ki­mi­ye­ti id­di­ası­nı ken­di­si­ni tâ­bi kıl­dı­ğı bir se­ma­vî emi­re is­ti­nat et­tir­mek­te­dir. Sa­de­ce Tan­rı’­nın Em­ri’n­den kay­nak­la­nan bir hak­kı yok­tur, bi­lâ­kis bu­nu gö­rev ola­rak ka­bul ede­rek dav­ran­mak­ta­dır.”292

292Vo­ege­lin, s. 405.

Ken­di­si­nin Tan­rı’­nın ara­cı ol­du­ğu­nu dü­şü­nen Mo­ğol im­pa­ra­to­ru düş­man­la­rı­na hi­tap eder­ken or­du­la­rı­nın gü­cüy­le öğün­me­mek­te­dir, sa­de­ce me­se­le­yi Tan­rı’­ya ha­va­le et­mek­te­dir. Çin­giz Han’ın Bü­yük Ya­sa­sı şu for­mü­lü tav­si­ye et­miş­ti: “Şa­yet kar­şı ko­yar­sa­nız -ne ola­ca­ğı­nı biz ne bi­le­lim? Ba­şı­nı­za ne ge­le­ce­ği­ni ebe­dî Tan­rı bi­lir.”293 Gör­müş ol­du­ğu­muz gi­bi bu for­mül ger­çek­ten Gü­yük Han ta­ra­fın­dan pa­pa­ya gön­der­di­ği mek­tup­ta kıl­la­nıl­mış­tı.294 Bü­tün mil­let­ler as­lın­da Mo­ğol­la­rın oto­ri­te­si­ni ka­bul et­me­se­ler bi­le ilk bü­yük han­la­rın na­za­rın­da hu­ku­ken bü­tün mil­let­ler on­la­rın tâ­bi­le­riy­di­ler. Bu pren­si­be is­ti­na­den hem Gü­yük hem Möng­ke pa­pa­ya ve kral­la­ra yaz­dık­la­rı mek­tup­lar­da Ba­tı­lı hü­küm­dar­la­rın ken­di­le­ri­ni ulu ha­nın tâ­bi­le­ri ola­rak ta­nım­la­ma­la­rın­da ıs­rar edi­yor­lar­dı.

293Verndsky, “Ya­sa”, s. 345.

294Vo­ege­lin, s. 387-388.

An­cak Ku­bi­lay’ın hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da han­la­rın tav­rı de­ğiş­ti ve bey­nel­mi­lel den­ge için fark­lı bir yak­la­şı­ma te­şeb­büs edil­di. Di­ğer mil­let­le­rin Mo­ğol­la­rın ida­re­si­ne ta­ma­men tâ­bi ol­ma­la­rı dü­şün­ce­si­nin ye­ri­ni ar­tık ulu ha­nın baş­kan­lık ede­ce­ği bir ci­han fe­de­ras­yo­nu planı al­dı.295 Fa­kat bu geç dö­nem­de bi­le im­pa­ra­tor­luk gü­cü­nün se­ma­vî bir men­şei ol­du­ğu­na da­ir olan te­mel kav­ram de­ğiş­mek­si­zin kal­dı. Böy­le­ce Ar­gun il­ha­nın Fran­sa kra­lı­na gön­der­di­ği mek­tup­ta (1289) Gü­yük’ün ve Möng­ke’­nin mek­tup­la­rın­da­ki ön­sö­ze çok ben­ze­yen bir for­mül ol­du­ğu­nu gö­rü­yo­ruz.

295Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 2, kı­sım 4, s. 82.

W. Kotwicz’in Fran­sız­ca ter­cü­me­sin­de şöy­le den­mek­te­dir. “Par la for­ce de l’Eternel Ci­el, par le suu de l’Empereur, no­us, Ar­gun, di­sons...”296

296Kotwicz, “Lett­res” 1, 11.

Suu (ve­ya ) “ta­lih” de­mek­tir.297 Böy­le­ce İn­gi­liz­ce ver­si­yon şu şek­li al­mak­ta­dır: “Ebe­dî Gö­ğün ina­ye­tiy­le, im­pa­ra­tor­luk ta­li­hi­nin ina­ye­tiy­le, biz, Ar­gun, di­yo­ruz ki...”

297Bkz. Kotwicz, age 2, 15; ke­zâ “For­mu­les ini­ti­ales”, s. 144-147; P. Pel­li­ot, “Les Do­cu­ments mon­gols du Musée de Te­he­ran”, At­har-e Iran, 1 (1936), 37. Cle­aves, Insc­rip­ti­on I, s. 83, 85, 91 ve M. Lewicki, “Tur­ci­ca et Mon­go­li­ca”, RO, 15 (1949), 239-267 ile mu­ka­ye­se edi­niz. Sü kav­ra­mı Uy­gur hü­küm­dar­la­rı­nın (idi­kut) ün­van­la­rı­nın ikin­ci kıs­mın­da ifa­de edi­le­ne tekabül et­mek­te­dir. Bu hu­sus­ta bö­lüm 1, dip­not 98’e bkz.. Pa­ris’­te Arc­hi­ves Na­ti­ona­les’­de­ki Mo­ğol­ca mek­tup­lar hak­kın­da ye­ni ve­ri­ler için bkz. Cle­aves, “Chan­cel­lery”, s. 508-526.

Ol­cay­tu il­ha­nın Fran­sa kra­lı­na gön­der­di­ği 1305 ta­rih­li mek­tup­ta ön­söz yok­tur. Mek­tu­bun ba­şın­da Ol­cay­tu bü­yük bü­yük­ba­ba­sı­na (Hü­la­gu) ka­dar ata­la­rı­na ve mek­tu­bun met­nin­de im­pa­ra­tor Ti­mur’a ve Çin­giz Han’ın so­yun­dan ge­len di­ğer hü­küm­dar­la­ra atıf­ta bu­lun­mak­ta­dır; Gö­ğün ver­di­ği il­ham­dan ve hi­ma­ye­sin­den de bah­set­mek­te­dir.298 Hem Ar­gun’un hem Ol­cay­tu’­nun ulu han de­ğil de ma­hal­lî han­lar ol­duk­la­rı­nı unut­ma­mak ge­re­kir; do­la­yı­sıy­la kul­lan­dık­la­rı for­mü­lün ulu han­la­rın­kin­den bi­raz fark­lı­lık ar­zet­me­si ka­çı­nıl­maz­dır.

298Kotwicz, “Mon­gols”, s. 3-4; Age., “Lett­res” 1, 34.

Mo­ğol­la­rın im­pa­ra­tor­luk fik­ri­nin ma­zi­si ve men­şei ne­dir? Baş uy­gu­la­yı­cı­sı ve sem­bo­lü ol­ma­sı­na rağ­men Çin­giz Han’ın ica­dı ol­ma­dı­ğı aşi­kâr­dır. O sa­de­ce ken­di çev­re­sin­de, yâ­ni Mo­ğol klan li­der­le­ri­nin gü­zi­de­le­ri, özel­lik­le de Bor­ci­gin kla­nı­nın ve onun bir şu­be­si ol­du­ğu klan­lar ­gru­bu­nun (“ke­mik”) için­de olu­şan bir kav­ra­mı di­le ge­tir­miş­ti. Ge­nel ola­rak gö­çe­be ço­ban mil­let­le­rin hâ­mi­si olan Gök (Ebed”i Ma­vi Gök) kav­ra­mı Mo­ğol ve Türk ka­vim­le­rin­de te­mel bir inanç­tı.

Alan-Ko­a’­nın üç oğ­lu­nun se­ma­vî men­şei ef­sa­ne­si Mo­ğol­lar­da im­pa­ra­tor­luk gü­cü­nün se­ma­vî te­me­li ol­du­ğu fik­ri­nin or­ta­ya çık­ma­sın­da Hristiyan­lık kav­ram­la­rı­nın mü­es­sir ol­du­ğu ih­ti­ma­li­ne işa­ret et­mek­te­dir.

Yi­ne de Mo­ğol­la­rın im­pa­ra­tor­luk fik­ri­nin bir baş­ka kö­kü Mo­ğo­lis­tan ve Or­ta As­ya’­da­ki hem Türk (Hun) hem İra­nî olan ön­ce­ki gö­çe­be im­pa­ra­tor­luk­la­rın ta­ri­hî ge­le­nek­le­ri­dir. Bu nok­ta-i na­zar­dan Çin­giz’e 1206 yı­lın­da­ki ku­rul­tay­da ve­ri­len “ka­gan” (“ka­an”) ün­va­nı ken­di ba­şı­na ye­ter­li bir özel­li­ğe sa­hip­tir, çün­kü hem VI. ilâ VIII. yüz­yıl­lar­da Al­tay Türk­le­ri­nin hem VII. ilâ IX. yüz­yıl­lar­da Ha­zar­la­rın kul­lan­mış ol­duk­la­rı es­ki bir Türk­çe te­rim­dir. “Ulu han” ün­va­nı­nı299 IX. yüz­yıl­da Tu­na Bul­gar­la­rın­da da gö­rü­yo­ruz; on­lar bil­di­ği­miz üze­re VI. yüz­yıl­da Hun­la­rın Av­ru­pa’­yı is­ti­la eden ko­lu­nun ba­ki­ye­siy­di­ler ve ger­çek­ten de o Hun­la­rın ulu ha­nı olan Atil­la gü­ya sa­vaş tan­rı­sı Mars’ın kı­lı­cı­nı bul­ma­sı mü­na­se­be­tiy­le Tan­rı’­nın ken­di­si­ni bü­tün ci­ha­nın hü­küm­da­rı ola­rak tayin et­ti­ği­ni ilan et­miş­ti.300 Al­tay Türk­le­ri­nin im­pa­ra­to­ru­na “Gö­ğe Ben­ze­yen, Gök’­te doğ­muş, âkil Ka­gan” di­ye atıf­ta bu­lu­nu­lu­yor­du.301 VIII. yüz­yı­la ait bir Or­hon ki­tâ­be­sin­de bir Türk pren­si Türk Ka­ğan­lı­ğı­nın men­şe­ini şu söz­ler­le tas­vir edi­yor: “Ma­vi Gök ve onun al­tın­da Ya­ğız Yer ya­ra­tıl­dı­ğın­da iki­si­nin ara­sın­da in­sa­noğ­lu ya­ra­tıl­dı ve be­nim atam Bu­min-İs­te­mi Ka­gan [taht­ta] otur­du.”302

299Ka­nas üvi­gi, Mo­ravc­sik, 2, 277.

300Pris­cus, bö­lüm 4, kı­sım 10 (Latys­hev, Scyt­hi­ca et Ca­uca sia, 1, 839). E. A. Thomp­son, a His­tory of At­ti­la and the Huns (Oxford, Cla­ren­don Press, 1948), s. 89 ile mu­ka­ye­se edi­niz. Pris­ca­us’un kı­lı­cın bu­lu­nu­şu hikaye­si­nin ver­si­yo­nu ka­fa ka­rış­tı­rı­cı­dır ve ön­yar­gıy­la ma­lül­dür, ama ne mana­ya gel­di­ği bel­li­dir.

301Thom­sen, s. 140; Bernsh­tam, s. 106.

302Thom­sen, s. 144-145. Thom­sen bu­ra­da iki ka­ga­na atıf gör­mek­te­dir: Bu­min ve İs­te­mi. W. Rad­loff’a (V. Rad­lov) gö­re bir ka­ga­nın iki adı var­dır; bkz. Bernsh­tam, s. 106.

Alan­la­rın Or­ta As­ya ve Cun­gar­ya’­da er­ken ya­yıl­ma­la­rın­dan ve Türk ve İra­nî ka­bi­le­le­rin Ha­rezm sa­ha­sın­da­ki ya­kın mü­na­se­bet­le­rin­den do­la­yı Türk­le­rin (Hun­la­rın) si­ya­sî dü­şün­ce­le­ri­nin kra­li­ye­tin gü­cü­ne da­ir İra­nî kav­ram­lar­dan et­ki­len­miş ol­du­ğu­nu var­sa­ya­bi­li­riz. Gü­ney Rus­ya’­da­ki İs­kit­ler ve Sar­mat­la­rın hü­küm­dar­la­rı­nın oto­ri­te­si­ne se­ma­vî bir men­şe at­fet­tik­le­ri Mikael I. Ros­tovt­zeff ta­ra­fın­dan ke­sin­lik­le tes­pit edil­miş­tir.303 Hun dö­ne­min­de Sa­sa­ni ha­ne­da­nı ta­ra­fın­dan yö­ne­ti­len Pers im­pa­ra­tor­lu­ğu hü­küm­dar­lık dü­şün­ce­le­ri­nin bir baş­ka oku­luy­du. Bu ba­kım­dan Ha­rezm’in oy­na­dı­ğı rol de hiç ih­mal edi­le­mez.304 İra­nî­le­rin si­ya­sî fi­kir­le­ri­nin Türk-Mo­ğol or­ta­mı­na gi­ri­şi­nin önem­li bir ka­na­lı özel­lik­le Do­ğu Tür­kis­tan’­da ka­dim bir me­de­ni­ye­te sa­hip olan Sog­di­ana vi­le­ati­nin ya­kın­la­rı­na yer­leş­me­le­rin­den son­ra Uy­gur­lar­dı.

303M. I. Ros­tovt­zeff, “Preds­tav­le­nie o mo­nark­hic­hes­koi v Ski­fii i na Bos­po­re”, AK, 49 (1913), 1-62.

304Bkz. Tols­tov, Kho­rezm, s. 173-187.

Mo­ğol­la­rın fi­kir­le­ri­nin bir baş­ka hat­ta da­ha önem­li bir kay­na­ğı Çin­li­le­rin si­ya­sî dü­şün­ce tar­zın­da aran­ma­lı­dır. Mo­ğo­lis­tan ve Cun­gar­ya’­da­ki es­ki Türk (Hun) im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun Çin ile ba­rış ve uz­laş­ma dö­nem­le­ri ile yer de­ğiş­ti­ren bir di­zi sü­rek­li sa­vaş­lar yap­tık­la­rı akıl­da tu­tul­ma­lı­dır. Bu­nun so­nu­cun­da bek­le­ne­ce­ği gi­bi Hun hü­küm­dar­la­rı ve aris­tok­ra­si­si ol­duk­ça bü­yük bir Çin te­si­ri­ne mâ­ruz kal­mış­lar­dı. Hun­la­rın si­ya­sî dü­şün­ce tar­zı­nın ge­le­nek­sel Çin fi­kir­le­ri­nin ba­zı­la­rı­nı yan­sıt­ma­ma­sı müm­kün de­ğil­di. Bu ba­kım­dan Mo­ğol­la­rın im­pa­ra­tor­luk fik­ri üze­rin­de Çin­li­le­rin ta­sav­vur­la­rı­nın te­si­ri hak­kın­da dü­şü­nür­ken hem gö­çe­be­le­rin si­ya­sî kav­ram­la­rı­nın ka­dim Çin ar­ka planı­nı hem de XII. ve XIII. yüz­yıl­lar­da Mo­ğol­lar üze­rin­de­ki da­ha ye­ni Çin te­sir­le­ri­ni he­sa­ba kat­ma­mız ge­rek­mek­te­dir. Çin’in Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan fet­hi­ni mü­te­akip Mo­ğol­la­rın dü­şün­ce tar­zın­da­ki Çin un­su­ru­nun iza­fî öne­mi sü­rat­le art­tı, ama bu Mo­ğol­la­rın im­pa­ra­tor­luk gü­cü kav­ra­mı­nın te­mel un­sur­la­rı za­ten di­le ge­ti­ril­dik­ten son­ra ol­du. Ge­le­nek­sel Çin ta­sav­vu­ru­na gö­re im­pa­ra­tor “Gö­ğün em­ri” ile (t’i­en ming) me­mur edi­li­yor­du.305 O, Gök ile yö­net­ti­ği ka­vim ara­sın­da­ki mis­tik bağ­lan­tı idi.306 Bu, Mo­ğol­la­rın im­pa­ra­tor­luk gü­cü­nün se­ma­vî men­şei ol­du­ğu dü­şün­ce­si­ne çok ya­kın gö­zü­kü­yor. Fa­kat Çin­li­le­rin Gö­ğün em­ri kav­ra­mı bir çok ba­kım­dan Mo­ğol­la­rın­kin­den fark­lıy­dı. O, Çin­li­le­rin an­la­dı­ğı şek­liy­le “ta­bi­at ka­nu­nu­nun”, yâ­ni iç­ti­maî dü­ze­nin ta­bi­at­ta­ki dü­zen ile uyuş­ma­sı­na da­ir ge­nel ka­nu­nun bir par­ça­sıy­dı.307 İm­pa­ra­to­run ta­bi­atın te­mel ka­nu­nu­na uy­ma­sı ve müm­kün ol­du­ğun­ca az “yö­net­me­si” bek­le­ni­yor­du.308

305La­to­uret­te, 2, 27; Es­car­ra, s. 15, 128.

306Es­car­ra, s. 128-129.

307Age., s. 7.

308Age., s. 129.

Çin­li­le­rin im­pa­ra­tor­luk ida­re­si hak­kın­da­ki dü­şün­ce­le­ri­nin Mo­ğol­la­rın dü­şün­ce­sin­den da­ha az di­na­mik ol­du­ğu söy­le­ne­bi­lir. Di­ğer ta­raf­tan ise Mo­ğol­la­rın XI. ve XII. yüz­yıl­lar­da ma­hal­lî bir Çin ha­ne­da­nı ile de­ğil de bir­bi­ri pe­şi sı­ra Ku­zey Çin’­de hü­küm sü­ren iki ya­ban­cı ha­ne­dan­la, ön­ce Ki­tan­lar­la son­ra da Chin­ler­le mü­na­se­bet­le­ri ol­du­ğu­nu kay­det­mek ge­re­kir. Ki­tan­lar Mo­ğol men­şe­li gö­zü­kü­yor­lar ve Chin­ler Man­çu idi­ler. Her iki­si­nin man­ta­li­te­si de Mo­ğol klan li­der­le­ri­nin­ki­ne saf­kan Çin­li­le­rin ta­sav­vur­la­rın­dan çok da­ha ya­kın­dı.309

309Ki­tan top­lu­mu için bkz. Wittfogel

Ez­cüm­le Mo­ğol­la­rın im­pa­ra­tor­luk gü­cü­nün se­ma­vî bir men­şei ol­du­ğu fik­ri hem es­ki ge­le­nek­le­re hem de Ki­tan­la­rın ve Chin­le­rin hü­kü­met­le­rin­de hâ­kim olan si­ya­sî ta­sav­vur­lar­la da­ha ya­kın bir za­man­da­ki aşi­na­lık­la­rı­na is­ti­nat edi­yor­du. XII. yüz­yı­lın son­la­rın­da­ki Mo­ğol klan li­der­le­ri ken­di­le­ri­ne reh­ber­lik eden pren­sip­le­ri bu bü­yük fi­kir ha­zi­ne­sin­den al­dık­la­rı gi­bi ni­ha­ye­tin­de Çin­giz Han ola­rak li­der­li­ği üst­le­ne­cek olan genç Te­mu­çin bu fi­kir or­ta­mın­da ye­tiş­miş­ti. İzah et­me­si o ka­dar ko­lay ol­ma­yan hu­sus hem Çin­giz Han’ın hem de ya­kın mü­şa­vir­le­ri­nin özel­li­ği olan his­si­ya­tın yo­ğun­lu­ğu ve ga­ye­nin cid­di­ye­tiy­di. İm­pa­ra­tor­luk fik­ri sa­de­ce ha­yal güç­le­ri­ni ha­re­ke­te ge­çir­me­miş­ti, bi­lâ­kis ha­yat­la­rın­da önem­li bir âmil ol­muş­tu. Ne ol­du­ğu­nu bel­ki Çin­giz Han’ın im­pa­ra­tor­luk dü­şü­nü di­nî bir ye­ni­den can­la­nış­la, hat­ta ye­ni bir di­nin do­ğu­şuy­la kı­yas­lar­sak an­la­ya­bi­li­riz. Çin­giz Han sa­de­ce bu di­nin pey­gam­be­ri de­ğil­di; onun vü­cut bul­ma­sı ol­muş­tu.

6. BÜYÜK YASA

Mo­ğol­ca ya­sa (ya­sak, ca­sak) ke­li­me­si “emir” ve­ya “fer­man” de­mek­tir. Ya­kın za­ma­na ka­dar Bü­yük Ya­sa hak­kın­da Mo­ğol­la­rın mu­tad ka­nun­la­rı­nın mec­mu­ası di­ye söz et­mek alı­şıl­mış bir şey­di. Bu­nun se­be­bi kıs­men ya­kın za­ma­na ka­dar Ya­sa’­nın ce­za hu­ku­ku ve ce­za­lar­la il­gi­li mad­de­le­ri­nin ta­rih­çi­le­rin dik­ka­ti­ni ka­nun­na­me­nin di­ğer bö­lüm­le­rin­den da­ha çok çek­miş ol­ma­sıy­dı.

XIII. ilâ XV. yüz­yıl­lar­da bir çok Şark­lı ya­za­rın böy­le kop­ya­la­rın mev­cu­di­ye­ti­ne şe­ha­det et­me­le­ri­ne rağ­men Bü­yük Ya­sa’­nın hiç bir kop­ya­sı­nın gü­nü­mü­ze ulaş­tı­ğı bi­lin­me­mek­te­dir. Ta­rih­çi Cuveynî’ye gö­re (ölü­mü 1293) Çin­giz Han’ın so­yun­dan ge­len hü­küm­dar­la­rın her bi­ri­nin ha­zi­ne­sin­de bir kop­ya sak­la­nı­yor­du.310 Re­şi­düd­din (1247-1318) bu kop­ya­la­rın mev­cu­di­ye­tin­den bir çok mü­na­se­bet­le bah­se­der.311 Na­sı­red­din Tu­sî’­ye (ölü­mü 1274) at­fe­di­len Fars­ça bir mu­ha­se­be ri­sa­le­sin­de Ya­sa’­ya bir çok ke­re atıf­ta bu­lu­nul­muş­tur.312 Mak­ri­zî’­ye (1364-1442) dos­tu Ebû Ha­şim Bağ­dat’­ta­ki bir kü­tüp­ha­ne­de bir kop­ya­nın bu­lun­du­ğu­nu an­lat­mış­tı.313 Ebû Ha­şim’in ver­di­ği bil­gi­ye is­ti­na­den Mak­ri­zî Ya­sa’­nın muh­te­va­sı hak­kın­da tam bir ra­por sun­ma­ya ça­lış­mış­tı. As­lın­da ka­nun­na­me­si­nin sa­de­ce bir kıs­mı­nı, baş­lı­ca ce­za hu­ku­ku ve ce­za­larla il­gi­li mad­de­le­ri ana hat­la­rıy­la ver­me­ye mu­vaf­fak ol­muş­tu. Re­şi­düd­din’e ge­lin­ce, Çin­giz Han’ın ba­zı­la­rı muh­te­me­len Ya­sa’­nın par­ça­la­rı ve di­ğer­le­ri “düs­tur­lar” (bi­lik) olan bir çok ta­li­ma­tı­nı ve de­yi­şi­ni nak­let­miş­ti. Ya­sa ile il­gi­le­nen ta­rih­çi­ler, uzun bir sü­re var­dık­la­rı so­nuç­la­rı baş­lı­ca Mak­ri­zî ve Re­şi­düd­din’in sağ­la­dı­ğı bil­gi­le­re da­yan­dır­mış­lar­dır. Ya­kın za­ma­na ka­dar Gre­gory Ebul Fe­rec’in (Bar Heb­ra­eus, 1225/26-86) yap­tı­ğı Ya­sa’­nın kı­sa öze­ti­ne ve­ya Cu­vey­nî­nin sun­du­ğu da­ha mu­fas­sal an­la­tı­ma ye­te­rin­ce dik­kat edil­me­miş­ti. Ama bu iki ya­zar Ya­sa’­nın en önem­li kıs­mı olan Mo­ğol­la­rın ida­rî hu­ku­ku­nu ana hat­la­rıy­la ver­miş­ler­di.

310Cu­vey­nî, fars­ça me­tin, Mir­za Mu­ham­med edis­yo­nu, s. 17-18.

311Be­re­zin, s. 404 vd.

312Mi­norsky, “Na­sir al-Din”, s. 773, 775, 776.

313Sly­vest­re de Sacy, Ch­res­to­ma­tie ara­be (1826), 2, 160-161.

Ka­nım­ca Ya­sa bir bü­tün ola­rak hiç bir za­man ör­fî ka­nun ola­rak gös­te­ri­le­mez. O, Çin­giz Han’ın ifa­de et­ti­ği Mo­ğol­la­rın im­pa­ra­tor­luk ka­nu­nu­nu­dur; Mo­ğol­lar onu böy­le gö­rü­yor­lar­dı. On­lar için Ya­sa im­pa­ra­tor­luk­la­rı­nın bâ­ni­si­nin bilgece sözlerinin bir ara­ya ge­ti­ril­miş şek­liy­di; ve bil­indiği gibi on­lar, Çin­giz Han’ı Gö­ğün se­ma­vî il­ha­ma sa­hip Oğ­lu ola­rak gö­rü­yor­lar­dı. Er­me­ni ta­rih­çi Akanc’­lı Gri­gor, Ya­sa’­nın men­şei hak­kın­da­ki hikaye­si­ni Mo­ğol­lar­dan duy­muş ol­duk­la­rı­na is­ti­na­den der­le­miş­ti.314 De­tay­lar ba­kı­mın­dan tam doğ­ru ola­rak ka­bul edi­le­me­se de Mo­ğol­la­rın Çin­giz Han’a ve onun ha­ya­tı­nın ese­ri­ne kar­şı ta­vır­la­rı­nı esas ola­rak ye­te­rin­ce ve­rir. Gri­gor’a gö­re Mo­ğol­lar “se­fil ve yok­sul ha­yat­la­rın­dan çok acı çe­kip du­rum­la­rı­nın ne va­zi­yet­te ol­du­ğu­nu fark edin­ce Tan­rı’­nın, gö­ğün ve ye­rin Ya­ra­tı­cı­sı­nın yar­dı­ma gel­me­si için ya­kar­mış­lar ve onun emir­le­ri­ne uya­cak­la­rı­na da­ir onun­la bü­yük bir ahit­leş­me yap­mış­lar­dı. Tan­rı’­nın em­ri üze­ri­ne on­la­ra al­tın tüy­lü bir kar­tal kis­ve­sin­de bir me­lek gö­rün­müş315 ve on­la­rın di­liy­le adı Chan­kez [Çin­giz] olan re­is­le­ri­ne hi­tap et­miş­ti... Son­ra me­lek on­la­ra Tan­rı’­nın buy­ruk­la­rı­nı an­lat­mış­tı... on­lar bu­na ya­sak di­yor­lar.”

314Akanc, s. 289-291.

315Kar­tal, İs­kit­ler ve Sar­mat­lar­da kra­li­yet gü­cü­nün sem­bo­lüy­dü. Re­şi­düd­din’e gö­re Türk klan­la­rı­nın ba­zı­la­rı kar­ta­la on­gon­la­rı ola­rak say­gı gös­te­ri­yor­lar­dı; ba­zı­la­rı da ay­nı şe­yi şa­hin için ya­pı­yor­lar­dı; bkz. Ras­hid 1, s. 25-28. Al­tan Tob­çi, s. 124’e gö­re şa­hin (Çin­giz Han’ın men­sup ol­du­ğu) Mo­ğol kla­nı Ki­yat-Bor­ci­gin’in on­go­nuy­du. Çin­giz Han’ın ölü­mü­ne da­ir bir ef­sa­ne­de şa­hi­ne dö­nü­şüp gök­le­re yük­sel­di­ği söy­len­mek­te­dir. Al­tan Tob­çi, s. 146. Ko­zin, s. 68-69 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Cu­vey­nî de Ya­sa’­nın kay­na­ğı ola­rak Çin­giz Han’ın se­ma­vî il­ham alan zih­ni­ni gö­rü­yor­du:

Ulu­la­rın Ulu­su [Tan­rı] Çin­giz Han’ı ak­lı ve ze­ka­sı­na hür­me­ten mu­asır­la­rı ara­sın­da te­mâ­yüz et­tir­di­ği za­man... o [Çin­giz Han] ve [ta­ri­hî] yıl­lık­la­rın yo­ru­cu bir araş­tır­ma­sı­nı yap­mak­sı­zın, es­ki çağ­la­rın [ge­le­nek­le­ri­nin] de­tay­la­rı­na uy­mak­sı­zın sa­de­ce ken­di ru­hu­nun de­rin­lik­le­rin­den [dev­let adam­lı­ğı­nın] bü­tün va­sı­ta­la­rı­nı icat et­ti.316

316Ver­nadsky, “Juwaini”, s. 37.

Hem Cu­veynî’­nin hem de el Mak­ri­zî’­nin ka­na­atin­ce Ya­sa, mu­ha­re­be mey­da­nın­da za­fer ge­ti­ren bir tıl­sım­dı.317 A. N. Po­li­ak’ın işa­ret et­ti­ği gibi, Mo­ğol­lar ve Türk­ler Bü­yük Ya­sa’­ya ya­rı ya­rı­ya si­hir­li bir güç at­fe­di­yor­lar­dı.318

317Age., s. 38; Mak­ri­zî Khi­tat (Hic­rî 1270 edis­yo­nu), 2, 211, Po­li­ak ta­ra­fın­dan “Ya­sa”, s. 862’de nak­le­dil­di­ği üze­re.

318Po­li­ak, “Ya­sa”, s. 863.

Bü­yük Ya­sa’­nın tam bir kop­ya­sı ol­mak­sı­zın eli­miz­deki mev­cut mad­de­le­rin han­gi sı­ra­ya gö­re tan­zim edil­dik­le­ri­ni söy­le­ye­me­yiz. Muh­te­me­len Çin­giz Han’ın ha­lef­le­ri­nin ya­ban­cı hü­küm­dar­lar­la ya­zış­ma­la­rın te­me­li­ni teş­kil eden bir ön­söz­le baş­lı­yor­du. Bu, Gö­ğe bir ya­ka­rı­şı ve Mo­ğol mil­le­ti­nin Ulu Ha­nı Çin­giz Han’­dan bah­se­di­li­şi ih­ti­va et­miş ol­ma­lı­dır. Ön­söz for­mü­lü­nün üçün­cü mad­de­si­ni teş­kil eden “em­ri­miz­dir” ile aşi­kâr bir şe­kil­de Çin­giz Han’ın ken­di em­ri kas­te­dil­miş ol­sa gerektir, çün­kü o, hem mil­le­tin bâ­ni­si hem de o ta­rih­te ik­ti­dar­da olan im­pa­ra­tor­dur. Bun­dan son­ra zan­nı­mız­ca ge­nel pren­sip­le­rin tak­di­mi ve uluslar arası hu­kuk, or­du ve dev­let teşkilatı mad­de­le­ri ge­li­yor­du ki, bu dü­zen­le­me, yak­la­şık ola­rak Cu­vey­nî ile Ebul Fe­rec’in ana hat­la­rı­nı çiz­dik­le­ri dü­zen­le­me­dir.

I. Ge­nel Hü­küm­ler

Bü­yük Ya­sa’­nın bu kıs­mı­nın muh­te­va­sı çe­şit­li re­dak­si­yon­lar­da mev­cut olan fragman­lar­dan de­ne­me ola­rak ye­ni­den be­lir­le­ne­bi­lir.

Han­gi kav­me men­sup olur­sa ol­sun­lar saf ve ma­sum ve sa­lih olan­la­rı ve âlim ve âkil ki­şi­le­ri ulu­la­ma­lı ve on­la­ra say­gı gös­te­ril­me­li­dir; kö­tü ve hak­sız ki­şi­ler hor gö­rül­me­li­dir. [Ebul Fe­rec, kı­sım 2].319

319Bun­dan böy­le Ebul Fe­rec’in Ya­sa’­nın ana hat­la­rı­nı an­la­tan kıs­mı­na atıf­lar Bud­ge’­nin İn­gi­liz­ce ver­si­yo­nu­na (1, 354-355) gö­re­dir. Bruns ve Kirsch’in Latin­ce ter­cü­me­si­ni de na­zar-ı iti­bâ­re al­dım.

Bir: Bir­bi­ri­ni­zi se­vin; iki, zi­na yap­ma­yın; çal­ma­yın; ya­lan­cı şa­hit­lik yap­ma­yın; kim­se­ye iha­net et­me­yin. Yaş­lı­la­ra ve yok­sul­la­ra say­gı gös­te­rin [Akanc’­lı Gri­gor].320

320Akanc, s. 291.

O [Çin­giz Han] on­la­ra [Mo­ğol­la­ra] ye­me­ğe buyur etmeden bir baş­ka­sı­nın ya­nın­da her­han­gi bir şey ye­me­yi ya­sak­la­dı; bir kim­se­nin yol­daş­la­rın­dan da­ha faz­la ye­me­si­ni ya­sak­la­dı [Mak­ri­zî, kı­sım 12].321

321Bun­dan böy­le Mak­ri­zî’­nin ver­si­yo­nun­da­ki Ya­sa ile il­gi­li kı­sım­la­ra atıf­lar Ri­asa­novsy’e gö­re­dir.

Çin­giz Han, her­han­gi bir di­ne men­sup ol­ma­mak­la ve her­han­gi bir iti­ka­da sa­hip bulun­ma­mak­la bir­lik­te, fa­na­tik­lik­ten ka­çın­dı ve bir inan­cı di­ğe­ri­ne ter­cih et­me­di ve­ya bi­ri­ni di­ğe­rin­den üs­tün kıl­ma­dı. Ak­si­ne bu­nun Tan­rı’­nın ho­şu­na gi­de­cek bir yol ol­du­ğu­nu dü­şü­ne­rek her ka­bi­le­nin se­vi­len ve say­gı du­yu­lan hik­met­li ki­şi­le­ri­ne ve mün­ze­vî­le­ri­ne de­ğer ve­rir­di. [Cu­vey­nî, kı­sım 2].322

322Bun­dan böy­le Cu­vey­nî’­nin ver­si­yo­nun­da­ki Ya­sa ile il­gi­li kı­sım­la­ra atıf­lar be­nim ter­cü­mem­dir.

O [Çin­giz Han] bü­tün din­le­re say­gı gös­te­ril­me­si­ni ve her­han­gi bi­ri­nin di­ğe­ri­ne ter­cih edil­me­me­si­ni em­ret­ti [Mak­ri­zî, kı­sım 11].

Ya­sa’­nın bu kıs­mı Mo­ğol­la­rın di­nî to­le­rans si­ya­se­ti­nin te­me­li ol­du.

II. Uluslar arası Hu­kuk

Asi­le­re mek­tup yaz­mak ve on­la­ra el­çi gön­der­mek ge­rek­ti­ği za­man, on­la­rı or­du­nu­zun gü­cü ve bü­yük­lü­ğü ile teh­dit et­me­yin, bi­lâ­kis sa­de­ce şu­nu söy­le­yin: “Şa­yet ita­at gös­te­rip tâ­bi olur­sa­nız iyi mu­ame­le ve hu­zur bu­lur­su­nuz, ama şa­yet kar­şı ko­yar­sa­nız ne ola­ca­ğı­nı biz ne bi­le­lim? Ba­şı­nı­za ne ge­le­ce­ği­ni ebe­dî Tan­rı bi­lir [Ebul Fe­rec, kı­sım 1].323

323“Juwaini”, kı­sım 1, s. 39 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Ya­sa’­ya göre ulu ha­nın üs­tün­lü­ğü­nü ka­bul et­me­yi red­de­den her mil­le­tin asi ola­rak gö­rül­dü­ğü­nü vur­gu­la­mak ge­re­kir. Eric Vo­gel’in işa­ret et­ti­ği gibi, bu bi­zim ba­ğım­sız dev­let­le­rin mev­cu­di­ye­ti­ni var­sa­yan uluslar arası hu­kuk ta­sav­vur­la­rı­mı­za ters düş­mek­te­dir: “Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu bu dün­ya­da­ki dev­let­ler ara­sın­da­ki bir dev­let de­ğil­dir, bi­lâ­kis bir im­pe­ri­um mun­di in sta­tu nas­cen­di, yâ­ni oluş­mak­ta olan bir Ci­han İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­dur.”324 Ulu han­lar Gü­yük ve Möng­ke’­nin Ba­tı­lı hü­küm­dar­la­ra gön­der­dik­le­ri mek­tup­la­rın325 Ya­sa’­nın yu­ka­rı­da zik­re­di­len mad­de­si­ne ta­ma­men uy­duk­la­rı­nı ha­tır­la­mak gerekir.

324Vo­ege­lin, s. 404.

325Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 2, kı­sım 1-2, s. 64, 69.

Mo­ğol­la­rın uluslar arası hu­ku­ku­nun önem­li bir pren­si­bi, el­çi­le­rin do­ku­nul­maz­lı­ğı­dır. Düş­man­la­rın bu pren­si­bi her­han­gi bir şe­kil­de ve her ih­lâ­li şid­det­li mi­sil­le­me­le­re se­bep ol­muş­tur. Fa­kat Ya­sa’­nın mev­cut olan fragman­la­rın­da bu hu­sus­la il­gi­li ke­sin bir be­yan yok­tur.

III. Hü­kü­met, Or­du ve İda­re

A. İMPARATOR VE İMPARATORLUK AİLESİ

Ya­sa’­nın mev­cut olan fragman­la­rın­da im­pa­ra­tor ün­va­nı­nı ele alan tek bir mad­de bu hu­sus hak­kın­da­dır.

[Mo­ğol­lar] kral­la­rı­na ve asil­zâ­de­le­ri­ne di­ğer mil­let­ler, özel­lik­le de Müs­lü­man­lar gi­bi bir çok öğü­cü ad ve­ya ün­van ver­me­ye­cek­ler­dir. Ve kral­lı­ğın tah­tın­da otu­ra­nın [adı­na] sa­de­ce Han ve­ya Ka­an adı­nı ek­le­ye­cek­ler­dir. Ve er­kek kar­deş­le­ri ve kız kar­deş­le­ri ve ak­ra­ba­la­rı onu do­ğu­mun­da ve­ri­len ilk adı ile ça­ğı­ra­cak­lar­dır [Ebul Fe­rec, kı­sım 3].326

326“Juwaini”, kı­sım 3, s. 39-40 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

“Ka­an” (ka­gan) ün­va­nı­nın tek ba­şı­na im­pa­ra­to­run her şe­ye şâ­mil olan oto­ri­te­si­ni ifa­de et­ti­ği­ni kay­det­me­k gerekir. Ay­nı za­man­da im­pa­ra­tor ai­le­si men­sup­la­rı için sa­de­ce kabile li­de­ri­dir, ya­kın bir ak­ra­ba­dır; bu yüz­den ak­ra­ba­la­rı­na ona şah­sen hi­tap et­me­le­ri tav­si­ye edil­mek­te­dir.

Çin­giz Han’ın im­pa­ra­to­run ma­iye­ti­nin ia­şe­si ve im­pa­ra­tor­luk ai­le­si­nin men­sup­la­rı­nın ar­pa­lık­la­rı için özel ta­li­mat­lar ver­di­ği­ni Giz­li Ta­rih’­ten bi­li­yo­ruz. Bu me­se­le­ler­le il­gi­li te­mel ka­ide­ler muh­te­me­len Ya­sa’­ya da­hil edil­miş­ti.

B. MOĞOL MİLLETİ

Han’ın ya­ban­cı hü­küm­dar­la­ra gön­der­di­ği mek­tup­la­rın ön­sö­zün­de gör­dü­ğü­müz üze­re, Çin­giz’e Mo­ğol mil­le­ti­nin Ulu Ha­nı di­ye atıf­ta bu­lu­nul­mak­ta­dır. Bu ön­söz, Ya­sa’­nın ön­sö­zü­nü ör­nek ola­rak al­mış ol­ma­lı­dır. Ya­sa’­nın mev­cut olan frag­man­la­rın­da mil­le­tin oto­ri­te­si hak­kın­da be­lir­li bir mad­de ol­ma­mak­la be­ra­ber, bu hu­sus­la il­gi­li ba­zı dü­zen­le­me­ler Ya­sa’­nın ta­li­mat­la­rı içi­ne da­hil edil­miş ola­bi­lir­. 1338 yı­lı­na ait Çin­ce ki­tâ­be­de Mo­ğol­la­ra ti­pik ola­rak “dev­let kabilesi” (kuo-tsu), yâ­ni “hâ­kim mil­let” den­mek­te­dir.327 Mo­ğol mil­le­ti im­pa­ra­tor­luk re­ji­min­de ken­di­si­ni bir han öl­dü­ğü za­man ye­ni ulu ha­nın se­çi­mi va­sı­ta­sıy­la si­ya­sî ola­rak ifa­de ede­bi­li­yor­du. Gör­müş ol­du­ğu­muz üze­re se­çi­ci ku­rul­tay­lar­da her za­man her şey düz­gün git­me­se de, ka­ide­le­re her za­man ri­ayet edil­me­se de, otu­rum­lar­la il­gi­li bir­ta­kım ke­sin ku­ral­la­rın ol­du­ğu aşi­kâr­dır. İm­pa­ra­tor­lu­ğun her ulu­sun­da ma­hal­lî ku­rul­tay­lar ma­hal­lî han­la­rı seç­me iş­le­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­ri­yor­lar­dı. Bu ulus mec­lis­le­ri hak­kın­da­ki bil­gi­le­ri­mi­zin çoğu İl­han­lıla­rın ül­ke­si (İran) ile il­gi­li­dir; ora­da ri­ayet edi­len ka­ide­ler bü­yük ku­rul­tay­la­rı ör­nek al­mış gö­rü­nü­yor­lar. Bü­yük bir ih­ti­mal­le bu ör­nek Bü­yük Ya­sa’­nın ta­li­mat­la­rı­na girdiril­miş­ti.

327Bkz. Cle­aves, Insc­rip­ti­on III, s. 27 ve 36, dip­not 28.

C. ORDU VE İDARE

1. Av Ka­nu­nu. Mo­ğol­lar sa­vaş­la iş­ti­gal et­me­dik­le­ri za­man av­la meş­gul ola­cak­lar­dır. Ve oğul­la­rı­na vah­şi hay­van­la­rın na­sıl av­la­na­ca­ğı­nı öğ­re­te­cek­ler­dir ki, on­lar da on­lar­la mü­ca­de­le eder­ken ta­lim gör­sün­ler ve kuv­vet ve yor­gun­lu­ğa da­yan­mak için güç ka­zan­sın­lar ve na­sıl vah­şi ve yır­tı­cı hay­van­la­rın kar­şı­sı­na dö­vü­şe çı­kı­yor­lar­sa düş­man­la­rın kar­şı­sı­na da o şe­kil­de çı­ka­bil­sin­ler ve [ken­di­le­ri­ni] sa­kın­ma­sın­lar [Ebul Fe­rec, kı­sım 4].328

328Bu hük­mün taf­si­lât­lı bir tas­vi­ri için bkz. “Juwaini”, kı­sım 4, s. 39-40.

Av­lan­ma­nın Mo­ğol­la­rın en se­vi­len spo­ru ol­ma­sı­nın ya­nı sı­ra, Çin­giz Han ta­ra­fın­dan bir dev­let mü­es­se­se­si ve as­ke­rî eği­ti­min te­me­li ola­rak gö­rül­dü­ğü aşi­kâr­dır.329

329“Juwaini”, kı­sım 5-6 s. 41-43 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

2. Or­du Ka­nu­nu. Sa­vaş­çı er­ler yir­mi ya­şın­da ve üs­tün­de­ki er­kek­ler ara­sın­dan der­le­ne­cek­tir. Her on ki­şi­nin, yüz ki­şi­nin, bin ki­şi­nin ve on bin ki­şi­nin ba­şın­da bir ku­man­dan bu­lu­na­cak­tır...

Hiç bir as­ker sa­yı­mı­nın ya­pıl­dı­ğı bin­lik ve­ya yüz­lük ve­ya on­luk­tan baş­ka bir ye­re git­me­ye­cek­tir; şa­yet böy­le ya­par­sa öl­dü­rü­le­cek­tir ve onu ka­bul eden ku­man­dan da öl­dü­rü­le­cek­tir [Ebul Fe­rec, kı­sım 5 ve 7].330

330Ya­sa’­da as­ker­le­rin gö­rev­le­ri­nin be­lir­til­me­si­nin ya­nı sı­ra, sa­vaş ga­ni­me­tin­den ala­cak­la­rı pay hak­kın­da da ka­ide­ler bu­lun­muş ol­ma­lı­dır. Na­sı­red­din’e gö­re ilk seç­me hak­kı mu­ha­fız­la­rın (ba­ga­dur­lar) idi; ge­ri­ye ka­la­nın beş­te bi­ri ulu ha­na ait­ti; kalanı as­ker­ler ara­sın­da pay­laş­tı­rı­la­cak­tı. Bkz. Mi­norsky, “Na­sır al-Din”, s. 774.

O [Çin­giz Han] sa­vaş­çı­la­rın se­fer­den dö­nüş­te hü­küm­da­ra hiz­met için bel­li ba­zı iş­le­ri yap­ma­la­rı­nı em­ret­ti [Mak­ri­zî, kı­sım 20].

Has­sa Mu­ha­fız­la­rı­nın ih­da­sı Çin­giz Han’ın as­ke­rî teş­ki­lat­lan­ma­da yap­tı­ğı ıs­la­hat­la­rın en önem­li­le­rin­den bi­riy­di. Mev­cut olan frag­man­lar­da bun­dan ba­his ol­ma­mak­la be­ra­ber mu­ha­fız­la­rın üs­tün ko­nu­mu bü­yük bir ih­ti­mal­le Ya­sa’­da be­lir­len­miş­ti.

Mo­ğol or­du­sun­da­ki on­lu teş­ki­lat pren­si­bi ve mü­es­se­se ola­rak Has­sa Mu­ha­fız­la­rı ev­vel­ce ele alın­mış­tı.331 Baş­ka bir pren­sip, her ada­mın hiz­met için ken­di ye­ri­ne bağ­lı ol­ma­sı, bu­ra­da dik­ka­ti çe­ker. Or­du, özel­lik­le ilk fe­tih­ler dö­ne­min­de bir bü­tün ola­rak Mo­ğol ida­re­si­nin bel­ke­mi­ğiy­di. Bu yüz­den her ada­mın bağ­lı ol­du­ğu ve terk ede­me­ye­ce­ği bel­li bir ye­ri­nin ol­du­ğu­na da­ir ge­nel hiz­met pren­si­bi sa­de­ce Mo­ğol or­du­su­nun de­ğil, Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu­nun da te­me­li­ni teş­kil et­ti. Ona Mec­bu­rî Hiz­met Ka­nu­nu di­ye­bi­li­riz ve el-Mak­ri­zî’­nin be­ya­nın­dan hiz­me­tin sa­de­ce as­ke­rî gö­rev­ler­le sı­nır­lı ol­ma­dı­ğı anlaşılıyor. Dev­le­te hiz­met mec­bu­ri­ye­ti­nin önem­li bir yanı, yü­kün ha­nın bü­tün te­ba­sı­na eşit ola­rak da­ğı­tıl­ma­sı zo­run­lu­lu­ğuy­du.

331Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 1, kı­sım 5, s. 28-29.

Eşit­lik var­dır. Her adam bir di­ğe­ri ka­dar ça­lı­şır; fark yok­tur. Bir ada­mın zen­gin­li­ği­ne ve­ya öne­mi­ne dik­kat edi­l­mez [Cu­vey­nî, kı­sım 5].

Sa­de­ce er­kek­ler de­ğil, ka­dın­lar da hiz­met et­mek­le yü­küm­lüy­dü­ler.

O [Çin­giz Han] as­ker­le­re re­fa­kat eden ka­dın­la­rın er­kek­ler sa­vaş­ma­ya git­tik­le­ri za­man on­la­rın işi­ni yap­ma­la­rı­nı ve gö­re­vi­ni ifa et­me­le­ri­ni em­ret­ti [Mak­ri­zî, kı­sım 19].

Mec­bu­rî Hiz­met Ka­nu­nu, ke­şiş Pla­no Car­pi­ni’­li John’u o ka­dar et­ki­le­yen ulu ha­nın her şe­ye ka­dir olu­şu­nun te­me­li ol­du.

Fa­kat gö­rü­nüş­te çok ka­tı olan ku­ral­la­rın is­tis­na­la­rı var­dı. Her di­ne men­sup ra­hip­ler gi­bi ha­kim­ler ve âlim­ler de ka­ide­le­re bağ­lı gö­rev­ler­den ve ver­gi­ler­den mu­af­tı­lar (Mak­ri­zî, kı­sım 10). On­lar­dan bek­le­nen hiz­met baş­ka tür­den­di, ma­ne­vî ve­ya mes­le­kiy­di. Bü­tün bir sosyal sı­nı­fın bu ge­nel mu­afi­ye­ti­ne ilave­ten baş­ka ­grup­la­ra men­sup fert­le­re de mu­afi­yet için özel im­ti­yaz­lar ve­ri­le­bi­lir­di. Böy­le bir mu­afi­yet be­ra­tı alan­lar Mo­ğol­ca­da dar­kan (Türk­çe­si tar­kan; ke­li­me Rus­ça’­ya bu şek­liy­le alın­mış­tır) di­ye bi­li­nir­ler­di.332 Bu mü­es­se­se tam ola­rak öne­mi­ni da­ha geç bir dö­nem­de (XIV. ve XV. yüz­yıl­lar­da) edin­di; Ya­sa’­nın mev­cut olan frag­man­la­rın­da bah­si geç­mez.

332Dar­kan (tar­kan) te­ri­mi hak­kın­da bkz. Vla­di­mirt­sov, s. 69, 93, 117, 164; R. N. Fr­ye, “Tarxun-türxün and Cent­ral Asi­an His­tory”, HJAS, 14 (1951), 105-129; Men­ges, s. 54-57.

Bü­yük Ya­sa’­da­ki ida­rî hu­kukla il­gi­li di­ğer hu­sus­lar ara­sın­da bu­ra­da şun­lar­dan bah­se­de­bi­li­riz: at­lı ulak men­zil­le­ri­nin te­si­si (Ebul Fe­rec, kı­sım 8; Cu­vey­nî, kı­sım 9; Mak­ri­zî, kı­sım 25); mec­bu­rî ola­rak as­ke­re al­mak ve ver­gi­ler (Ebul Fe­rec, kı­sım 6; Cu­vey­nî, kı­sım 9); Mo­ğol­la­rın kız­la­rı­nı (muh­te­me­len sa­hip ol­duk­la­rı esir kız­la­rı da) en gü­zel­le­ri­nin (Cu­vey­nî on­la­ra “ay gi­bi kız­lar” de­mek­te­dir) ha­nın ve ai­le­si­ne men­sup prens­le­rin eş­le­ri ve­ya oda­lık­la­rı ola­rak se­çi­le­cek­le­ri gü­zel­lik ya­rış­ma­la­rı­na sok­mak mec­bu­ri­ye­ti (Cu­vey­nî, kı­sım 7; Mak­ri­zî, kı­sım 21).

IV. Ce­za Hu­ku­ku

El-Mak­ri­zî’­nin Ya­sa ver­si­yo­nu, Mo­ğol ce­za hu­ku­ku ba­kı­mın­dan bil­gi­le­rin bü­yük bir kıs­mı­nı ve­rir. Bu­na baş­ka kay­nak­lar­dan mün­fe­rit frag­man­lar da ek­le­ne­bi­lir.

Ya­sa’­nın ce­za hu­ku­ku­nun asıl ga­ye­si dev­let ve toplum için­de ba­rış ve dü­ze­ni mu­ha­fa­za et­mek­ti. Akanc’­lı Gri­gor’un ana hat­la­rı çiz­di­ği gi­bi, ge­nel ah­la­kî hü­küm şu mü­ey­yi­de ile son bu­lu­yor­du. “İç­le­rin­de böy­le bir ni­za­ma kar­şı çı­kan bu­lun­du­ğu tak­dir­de ka­nu­nu ih­lâl eden­ler öl­dü­rül­me­li­dir­ler.”333 Böy­le­ce ni­haî he­def ge­niş mana­da in­sa­nî ola­rak gö­rün­mek­le be­ra­ber, ka­nun acı­ma­sız bir şid­det­le uy­gu­lan­ma­lıy­dı.

333Akanc, s. 291.

Ge­nel ola­rak, Ya­sa ce­za­lan­dır­ma­ya tâ­bi suç­lar ola­rak şu cü­rüm ­grup­la­rı­nı ta­nım­lı­yor­du: di­ne, ah­lâ­ka ve yer­leş­miş âdet­le­re kar­şı olan­lar; ha­na ve dev­le­te kar­şı olan­lar; ve özel şa­hıs­la­rın ca­nı­na ve ma­lı­na kar­şı olan­lar.334

334Ya­sa’­da­ki ce­za hu­ku­ku ve ce­za­la­rın taf­si­lâ­tı için bkz. Ri­asa­novsky, s. 31, 35-37 ve Ver­nadsky, “Ya­sa”, s. 354-356.

Ya­sa’­dan an­la­şıl­dı­ğı üze­re ce­za­nın ana he­de­fi suç­lu­nun fi­zi­kî ola­rak yok edil­me­siy­di. Bu yüz­den ka­nun­nâ­me­nin bü­tü­nün­de ölüm ce­za­sı önem­li bir rol oy­nar. Yasa, ta­lî he­def­ler ola­rak suç­lu­nun ha­pis, sür­gün ve­ya ten­zi­li rüt­be ile ge­çi­ci ola­rak ber­ta­raf edil­me­si­ni ve­ya acı çek­ti­re­rek ve­ya ce­za ke­se­rek kor­ku­tul­ma­sı­nı ka­bul eder. Ba­zı du­rum­lar­da sa­de­ce suç­lu de­ğil, ka­rı­sı ve ço­cuk­la­rı da ce­za­lan­dı­rı­lır­dı.

Ölüm ce­za­sı he­men her tip cü­rüm için ön­gö­rül­müş­tü. Bu ce­za, di­ne, ah­lâ­ka ve­ya yer­leş­miş âdet­le­re kar­şı iş­le­nen suç­la­rın çoğunda, ha­na ve dev­le­te kar­şı iş­le­nen suç­la­rın büyük bir kısmında, ma­la kar­şı iş­le­nen suç­la­rın ba­zı­la­rın­da, üçün­cü de­fa if­las edin­ce, at hır­sız­lı­ğı ya­pan ce­za öde­ye­mez­se uy­gu­la­nır­dı.

Ha­pis ve sür­gün ce­za­sı Ya­sa’­yı ih­lal eden han kabilesi men­sup­la­rı­na ve­ri­lir­di. Her as­ke­rî bir­li­ğin ku­man­da­nı gö­re­vi­ni ifa ede­mez­se ten­zi­li rüt­be­ye uğ­rar­dı. As­ke­rî di­sip­li­ne kar­şı kü­çük suç­lar iş­le­yen as­ker­ler ve av­cı­lar acı çek­ti­ri­le­rek ce­za­lan­dı­rı­lır­lar­dı. At hır­sız­lı­ğın­da suç­lu­ya hem mi­sil­le­me ya­pı­lır hem ay­nı tür­den ce­za öde­ti­lir­di; bu­nun al­ter­na­ti­fi ölüm­dü.

V. Me­de­nî Hu­kuk

Ya­sa’­da­ki fer­dî ka­nun­lar hak­kın­da­ki bil­gi­ler çok az­dır. Bu, muh­te­me­len sa­de­ce mev­cut olan fragman­la­rın tam ol­ma­ması sebebiyle, böy­le me­se­le­le­rin ge­le­nek­sel kabile ka­nun­la­rı ile dü­zen­len­di­ği ile de izah edi­le­bi­lir. Fa­kat Ya­sa’­ya mi­ras ile il­gi­li önem­li bir mad­de da­hil edil­miş­ti.

Ölen ve vâ­ri­si ol­ma­yan ki­şi­den kral için hiç bir şey alın­maz, aksine mal­la­rı ona bak­mış olan ki­şi­ye ve­ri­lir [Ebul Fe­rec, kı­sım 9; Cu­vey­nî, kı­sım 10 ile mu­ka­ye­se edi­niz].

VI. Ti­ca­ret Hu­ku­ku

Çin­giz Han’ın ti­ca­re­te bü­yük önem verdiği bi­lin­mek­te­dir. Ti­ca­ret yol­la­rı­nı uluslar arası ti­ca­ret için gü­ven­li tut­mak onun si­ya­se­ti­nin baş­lı­ca he­def­le­rin­den bi­riy­di. Bu yüz­den Ya­sa’­nın bir ne­vi ti­ca­ret ka­nu­nu ih­ti­va et­miş ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni var­say­mak ta­bi­idir. Fa­kat ti­ca­ret hu­ku­ku­nun sa­de­ce bir kıs­mı fragman­lar ara­sın­da gü­nü­mü­ze ulaş­mış­tır.

Kim [kre­di ile] mal alır ve if­las eder­se, son­ra yi­ne mal alır ve bir ke­re da­ha if­las eder­se, son­ra mal alır ve yi­ne if­las eder­se, üçün­cü kez if­la­sın­dan son­ra ölü­me mah­kum edi­lir [Mak­ri­zî, kı­sım 5].

Çin­giz Han’ın Ya­sa’­nın ya­pıl­ma­sın­da oy­na­dı­ğı di­na­mik ro­lü ka­bul et­mek ka­nun­nâ­me­nin kay­nak­la­rı­nı in­ce­le­me­yi ge­rek­siz kıl­maz. Hem Çin­giz hem mü­şa­vir­le­ri bel­li bir za­man­da bel­li bir çev­re­de ya­şı­yor­lar­dı; ta­sav­vur­la­rı ve ka­rar­la­rı ta­bi­atıy­la ge­nel ta­ri­hî, ik­ti­sa­dî ve sosyal ar­ka plan ta­ra­fın­dan şart­lan­mış­lar­dı.

Mo­ğol­la­rın im­pa­ra­tor­luk fik­ri­nin kay­nak­la­rı ön­ce­ki kı­sım­da ele alın­mış­tı. Ya­sa’­nın ilan et­ti­ği ah­la­kî hü­küm­ler ci­han im­pa­ra­tor­lu­ğu ta­sav­vu­ru ile ya­kından ir­ti­bat­lıy­dı ve en azın­dan kıs­men ay­nı kül­tü­rel ve ma­ne­vî çev­re­ye ait­ti. İda­rî ka­nun­la­ra ge­lin­ce, on­lar bel­li bir öl­çü­de Mo­ğol-Türk ge­le­nek­le­rin­den kay­nak­lan­mış­lar­dı ve ay­nı za­man­da kom­şu dev­let­le­rin -Chin’­le­rin, Uy­gur­la­rın ve Ki­tan­la­rın- ör­nek­le­ri­nin ba­zı te­sir­le­ri­ni gös­te­rir­ler. Po­li­ak, Bü­yük Ya­sa’­nın kay­nak­la­rın­dan bi­ri­nin Or­ta Do­ğu’­nun Müs­lü­man Türk hü­küm­dar­la­rı­nın ma­hal­lî ka­nun­la­rı­nın ola­bi­le­ce­ği­ni ile­ri sür­müş­tür.335 Bu şüp­he­li­dir ve bu­ra­da ele alın­ma­yı hak et­me­si için hi­po­te­zin baş­ka­ca de­lil­le­re ih­ti­ya­cı var­dır.336

335Po­li­ak, “Ya­sa”, s. 863.

336Bkz. V. F. Mi­norsky’­nin Po­li­ak, “Ya­sa”, s. 875’e düş­tü­ğü not.

Her hâ­lü­kâr­da es­ki Mo­ğol ve Türk ana­ne­le­ri Çin­giz Han ve mü­şa­vir­le­ri ta­ra­fın­dan ye­ni­den göz­den ge­çi­ril­miş, de­ği­şik­li­ğe uğ­ra­tıl­mış­ ve bir di­zi ye­ni kav­ram­lar ve ni­zam­lar or­ta­ya çı­ka­rıl­mış­tı. Bir ör­nek ver­mek ge­re­kir­se, or­du teşkilatın­da­ki on­lu sis­tem, ge­nel­lik­le boy ve ka­bi­le teşkilatı ile pa­ra­lel git­me­si­ne rağ­men Türk­le­rin ol­du­ğu gi­bi İra­nîle­rin de es­ki bir mü­es­se­se­siy­di. Çin­giz Han sis­te­mi sa­de­ce ye­ni­le­mek­le kal­ma­dı, bi­lâ­kis onu mec­bu­rî hiz­met pren­si­bi ile bir­leş­tir­di ve böy­le­ce ken­di­sin­den ön­ce­ki­le­rin yap­tı­ğın­dan çok da­ha sağ­lam bir ha­le ge­tir­di. Ye­ni or­du teşkilatı­nın ka­tıl­dı­ğı es­ki kabilelerin sey­yal iş­bir­li­ği­ne be­nim­se­til­di.

Ya­sa’­nın ce­za hu­ku­ku­nun mad­de­le­ri kıs­men Mo­ğol­la­rın ör­fî ka­nun­la­rı­na is­ti­nat edi­yor­du; ama bu­ra­da yi­ne kom­şu im­pa­ra­tor­luk­la­rın hu­kuk norm­la­rı göz önü­ne alın­mış ol­ma­lı­. Bir bü­tün ola­rak ba­kıl­dı­ğın­da, Ya­sa’­nın ce­za ka­nun­la­rı Mo­ğol­la­rın ge­le­nek­sel boy-ka­bi­le ka­nun­la­rın­dan da­ha sert değildi.

Hem Re­şi­düd­din hem Mak­ri­zî, Ya­sa’­nın me­ri­ye­te kon­ma­sı­nı 1206 yı­lın­da­ki Bü­yük Ku­rul­tay ile ta­rih­len­di­rir­ler.337 Fa­kat bu ka­nun­nâ­me­nin sa­de­ce ilk neş­ri­dir. Ya­sa, 1210 ve 1218 yıl­la­rın­da­ki ku­rul­tay­lar­da ye­ni hü­küm­ler ile ik­mal edil­di. Ni­ha­yet Çin­giz Han Tür­kis­tan se­fe­rin­den dön­dük­ten son­ra ve Tan­gut­la­ra kar­şı son se­fe­rin­den ön­ce, yâ­ni 1226 yı­lı ci­va­rın­da göz­den ge­çi­ri­lip ta­mam­lan­dı.

337Ri­asa­novsky, s. 10.

Çin­giz Han’ın ni­ye­ti, ya­rat­tı­ğı ka­nun­nâ­me­nin de­ğiş­memesiydi. Ha­lef­le­ri­ne ka­nun­nâ­me­yi sa­bit kıl­ma­la­rı­nı em­ret­ti.338 Sa­da­ka­ti ve se­bat­kâr­lı­ğı ile ta­nı­nan ikin­ci oğ­lu Ca­ga­tay, Ya­sa’­nın ko­ru­yu­cu­su ola­rak tayin edil­di. “O, Ca­ga­tay’a Ya­sa’­ya ri­ayet edil­me­si­ne ne­zâ­ret et­me­si­ni em­ret­ti “(Mak­ri­zî, kı­sım 26). İs­ter bü­tün im­pa­ra­tor­lu­ğa is­ter­se ken­di ulu­su­na hük­met­sin, her ye­ni han hü­küm­dar­lı­ğı­na Ya­sa’­nın ge­çer­li­li­ği­ni te­yit ede­rek baş­la­mak zo­run­day­dı.339 İb­ni Ba­tu­ta’­ya gö­re Çin­giz han’ın so­yun­dan ge­len­ler se­ne­de bir de­fa her mül­kün yük­sek gö­rev­li­le­riy­le Çin­giz Han’ın ka­nın­dan olan hiç bir pren­sin ge­çen dö­nem için­de Ya­sa’­yı ih­lâl et­me­di­ği­ni be­lir­le­mek için top­lan­mak zo­run­day­dı­lar. Suç­lu bu­lu­nan her pren­sin ica­bı­na ba­kıl­ma­sı ge­re­kir­di.340 “Ya­sa’­yı her kim ih­lâl eder­se kel­le­si gi­der” sözü, Kıp­çak ha­nı Ba­tu’­nun ti­pik bir em­riy­di.341

338Bi­lik (Düs­tur­lar), Re­şi­düd­din’in ver­si­yo­nu, mad­de 2, Ri­asa­novsky, s. 86.

339Ju­vey­nî, Fars­ça me­tin, s. 18.

340İb­ni Battuta, 3, 40-41.

341Be­re­zin, s. 404.

Bü­yük Ya­sa’­nın mev­cu­di­ye­ti Çin­giz Han’ın ha­lef­le­ri­nin ta­mam­la­yı­cı ka­nun­lar çı­kar­ma­la­rı­na en­gel de­ğil­di. Fa­kat bu ka­nun­lar Ya­sa’­nın pren­sip­le­ri­ne ters dü­şe­mez­ler­di ve baş­lı­ca ma­hal­lî önem­le­ri var­dı. Ni­te­kim Al­tın Or­du han­la­rı han­lık­la­rı­nın ida­re­si ile il­gi­li ola­rak bir çok fer­man ve ta­li­mat çı­kar­mış­lar­dı. Bun­la­ra yar­lık de­ni­yor­du. ka­rak­te­ris­tik­tir ki Al­tın Or­du han­la­rı­nın Rus ki­li­se­si­ne mâtuf yar­lık­ların­da din adam­la­rı­nın ver­gi­den mu­af ol­duk­la­rı­na da­ir Bü­yük ya­sa’­nın oto­ri­te­si­ne doğ­ru­dan atıf var­dır.342 Çin’­de­ki Yüan ha­ne­da­nı­nın ka­nun­nâ­me­le­rin­de de Ya­sa’­ya atıf­lar var­dır.343

342Pri­sel­kov, Yarly­ki, s. 96; Gri­go­ri­ev, Yarly­ki, s. 124.

343Bkz. Ratsch­nevsky, s. VII ve dip­not 5.

Çin­giz Han’ın ha­lef­le­ri­nin Bü­yük Ya­sa’­nın ya­rı si­hir­li bir gü­cü ol­du­ğu­na da­ir inanç­la­rın­dan do­la­yı Mo­ğol ve Türk hü­küm­dar­la­rı­nın ka­nun­nâ­me­yi tâ­bi halk­lar­dan ol­du­ğu gi­bi ya­ban­cı mil­let­ler­den de ge­nel­lik­le sak­la­dık­la­rı­nı kay­det­mek ge­re­kir.344 Ye­gâ­ne is­tis­na Mı­sır’a ya­pıl­mış gö­rü­nü­yor. Arap yazar İb­ni Tag­ri­bir­di’­ye gö­re Mı­sır­lı emir Er­taş’ın Ya­sa hak­kın­da tam bir bil­gi­si var­dı.345 Es­su­yutî, Sul­tan Bay­bars’ın Ya­sa ka­nun­la­rı­nı ve ka­ide­le­ri­ni Mı­sır’­da uy­gu­la­mak ni­ye­tin­de ol­du­ğu­nu be­yan edi­yor.346 As­lı­na ba­kı­lır­sa Mem­luk ül­ke­si­nin Es Si­ya­sa de­nen şe­ri ol­ma­yan hu­ku­ku ger­çek­ten Çin­giz Han’ın ka­nun­nâ­me­si­ne is­ti­nat edi­yor­du.347 Fa­kat Mı­sır özel bir va­kay­dı. O ül­ke­nin Mem­luk hü­küm­dar­la­rı Türk asıl­lıy­dı­lar ve ay­rıca bir sü­re için ken­di­le­ri­ni Al­tın Or­du han­la­rı­nın tâ­bi­le­ri ola­rak gör­müş­ler­di.348 Po­li­ak’un açık­lı­ğa ka­vuş­tur­du­ğu gibi, Mem­luk dev­le­ti­nin ge­nel teşkilatı Mo­ğol ör­ne­ği­ne gö­rey­di.349

344Po­li­ak, “Ya­sa”, s. 863.

345Ti­esen­ha­usen, 1, XI-XII; Ver­nadsky, “ZOEV”, s. 82 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

346Ti­esen­ha­usen, 1, s. XI.

347Po­li­ak, “Caractère co­lo­ni­al”, s. 235-236. Po­li­ak’ın “Ya­sa”, s. 875’te öne sür­dü­ğü “Es-Si­ya­sa” ve “Ya­sa” te­rim­le­ri ara­sın­da­ki len­gu­is­tik bağ­lan­tı ka­bul edi­le­mez.

348Po­li­ak, “Ceractère co­lo­ni­al”, s. 233.

349Po­li­ak, “Ya­sa”, s. 862.

7. MOĞOL ORDUSU VE HARP SANATI

XIII. Yüz­yı­lın Mo­ğol or­du­su, kar­şı ko­nu­la­maz bir sa­vaş ma­ki­ne­siy­di. O dö­ne­min dün­ya­sın­da şüp­he­siz en iyi as­ke­rî mü­es­se­sey­di. Te­mel­de bir mü­hen­dis ­gru­bu­nun eş­lik et­ti­ği bir sü­va­ri or­du­suy­du. Ta­ri­hî açı­dan ba­kıl­dı­ğın­da Mo­ğol or­du­su ve harp sa­na­tı boz­kır­lı gö­çe­be­le­rin çok es­ki çağ­lar­dan be­ri sü­re­ge­len sa­vaş ge­le­nek­le­ri­nden besleni­yor­du. Çin­giz Han za­ma­nın­da Mo­ğol­lar es­ki ör­nek­le­ri mü­kem­mel hâ­le ge­tir­di­ler. St­ra­te­ji ve tak­tik­le­ri, boz­kır­lı ka­vim­le­rin en iyi­le­ri­ olan es­ki sü­va­ri or­du­la­rı­nın­ en yük­sek de­re­ce­si­ni teş­kil edi­yor­du.

Çok es­ki za­man­lar­da dün­ya­nın en iyi sü­va­ri­le­ri­ne sa­hip ol­mak­la övü­ne­bi­len­ler İra­nî­ler­di: İran’­da Part­lar ve Sâsânî­ler ve Av­ras­ya boz­kır­la­rın­da Alan­lar. İran­lı­lar baş­lı­ca si­lah­la­rı kı­lıç ve mız­rak olan ağır sü­va­ri­lerle ok ve yay­la­rı olan ha­fif sü­va­ri­ler ayı­rı­mı­nı ya­pı­yor­lar­dı.350 Alan­lar, baş­lı­ca ağır sü­va­ri­le­re da­ya­nı­yor­lar­dı. On­lar­la iş­bir­li­ği ya­pan Do­ğu Cer­men ka­vim­le­ri -Got­lar ve Van­dal­lar- on­la­rı ör­nek al­dı­lar.351 V. Yüz­yıl­da Av­ru­pa’­yı is­ti­la eden Hun­lar as­len ok­çu bir mil­let­ti­ler. Alan ve Hun sü­va­ri­le­ri­nin üs­tün­lü­ğü yü­zün­den güç­lü Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu, boz­kır­lı ka­vim­le­rin sü­rek­li bas­kı­sı ile kar­şı­la­şın­ca ça­re­siz kal­dı. Cer­men­ler ve Alan­lar Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nun Ba­tı ya­rı­sın­da yer­leş­tik­ten ve ye­ni Cer­men dev­let­le­ri ku­rul­duk­tan son­ra Or­ta­çağ şö­val­ye­le­ri Alan sü­va­ri­le­ri­ni ör­nek al­dı­lar. Di­ğer ta­raf­tan Mo­ğol­lar, Hun­la­rın teç­hi­za­tı­nı ve usul­le­ri­ni ge­liş­ti­rip mü­kem­mel hâ­le ge­tir­di­ler. Ama Mo­ğol harp sa­na­tın­da Alan ge­le­nek­le­ri de önem­li bir rol oy­na­mıştır, çünkü Mo­ğol­lar ha­fif sü­va­ri­le­re ila­ve­ten ağır sü­va­ri­le­ri de kul­la­nı­yor­lar­dı.

350Bkz. F. Alt­he­im, Weltgeschichte Asi­ens im gri­ec­hisc­hen Ze­ital­ter (Hal­le a.d. Sa­ale, 1947-48), 1, 173 vd., 187 vd.; 2, 28 vd.; Tols­tov, Kho­rezm, s. 211 ve de­va­mı ile mu­ka­ye­se edi­niz.

351Ver­nadsky, “Sar­mat. Hin­terg­rund”, s. 368-371.

Mo­ğol­la­rın as­ke­rî mü­es­se­se­le­ri­ni de­ğer­len­di­rir­ken aşa­ğı­da­ki hu­sus­la­rı göz önü­ne al­mak ge­re­kir: 1. As­ker­ler ve at­lar; 2. Silah­lar ve teç­hi­zat; 3. Ta­lim; 4. Or­du teşkilatı; 5. St­ra­te­ji ve tak­tik­ler.

1. As­ker­ler ve At­lar

“At kül­tü­rü” boz­kır­lı gö­çe­be­le­rin ha­ya­tı­nın aslî bir un­su­ru ve or­du­la­rı­nın te­me­li­dir. İs­kit­le­rin, Alan­la­rın ve Hun­la­rın ha­yat tarz­la­rı­nı tas­vir eden es­ki ya­zar­lar ve Mo­ğol­la­rı an­la­tan Or­ta­çağ sey­yah­la­rı, as­lın­da gö­çe­be top­lu­mu­nun ay­nı gö­rü­nü­mü­nü su­nar­lar. Her gö­çe­be do­ğuş­tan sü­va­ri­dir; her ço­cuk da­ha kü­çük yaş­tan iti­ba­ren ata bin­me­ye baş­lar; her genç mü­kem­mel bir bi­ni­ci­dir. Alan­lar ve Hun­lar için ge­çer­li olan, Mo­ğol­lar için de ge­çer­li­dir. Bel­ki Mo­ğol­lar da­ha da da­ya­nık­lı­dır­lar. Bu, kıs­men ül­ke­le­ri­nin sa­pa kal­ma­sın­dan ve o dö­nem­de da­ha me­de­nî kom­şu­la­rın yu­mu­şa­tı­cı te­si­ri­nin az­lı­ğın­dan, kıs­men de ik­li­min İra­nî­le­rin ya­şa­dı­ğı352* Tür­kis­tan, İran ve Gü­ney Rus­ya’­da­kin­den da­ha sert ol­ma­sın­dan do­la­yı­dır.

352Burada herhalde dünya çapında ün yapmış Vernadsky’ye “Türkistan’da hangi İranilerin yaşadığını?” sormak gerekir. (editör)

Bu­na ilâave­ten boz­kır­lar­da­ki her Mo­ğol ve­ya Türk do­ğuş­tan iz­ci­dir. Gö­çe­be ha­yat or­ta­mın­da gö­zün kes­kin­li­ği ve ara­zi­de­ki her de­ta­yın ha­fı­za­ya kay­de­dil­me­si en yük­sek de­re­ce­de ge­li­şir. Eren­jen Kha­ra-Da­van’ın işa­ret et­ti­ği gibi, za­ma­nı­mız­da bi­le “Mo­ğol­lar ve Kır­gız­lar beş ve­ya al­tı verst [tak­ri­ben dört mil]353* uzak­ta bir ça­lı­nın ve­ya ta­şın ar­ka­sı­na sak­lan­ma­ya ça­lı­şan bir ada­mı fark eder­ler. Kamp ate­şi­nin du­ma­nı­nı ve­ya kay­na­yan su­yun bu­ha­rı­nı çok uzak­lar­dan gö­rür­ler. Şa­fak sö­ker­ken ha­va ber­rak ol­du­ğu sı­ra­da 25 verst (tak­ri­ben 18 mil)354* uzak­ta­ki in­san­la­rı ve hay­van­la­rı ayırt ede­bi­lir­ler.355 Mü­şa­he­de güç­le­rin­den do­la­yı Mo­ğol­lar bü­tün ger­çek gö­çe­be­ler gi­bi boz­kır­la­rın ik­lim ve mev­sim şart­la­rı, su kay­nak­la­rı ve bitki örtüsü hak­kın­da bü­yük bir bil­gi­ye sa­hip­tir­ler. Bu, se­fer­le­ri­ni plan­lar­ken on­la­ra çok yar­dım­cı ol­du.

353 5-6 verst: tak­rî­ben 4 mil = yaklaşık 6,5 ki­lo­met­re –çn.

354 25 verst: tak­rî­ben 18 mil = yaklaşık 29 ki­lo­met­re –çn.

355Kha­ra-Da­van, s. 166.

Mo­ğol­lar -her hâ­lü­kâr­da XIII. Yüz­yıl­da­ki­ler- ola­ğa­nüs­tü bir da­ya­nık­lı­lı­ğa sa­hip­ti­ler. Pek az bir gı­da ile peş pe­şe gün­ler­ce bü­tün gün bo­yun­ca ata bi­ne­bi­lir­ler­di.

Mo­ğol at­la­rı bi­ni­ci­le­ri­ne lâayık bir dost­tu­. Çok kı­sa din­len­me sü­re­le­ri ile çok uzun me­sa­fe­le­ri ka­te­de­bi­lir­ler ve yol­da bul­duk­la­rı ot tu­tam­la­rı ve yap­rak­lar­la ye­ti­ne­bi­lir­ler­di. Mo­ğol­lar at­la­rı­na iyi ba­kar­lar­dı. Se­fer es­na­sın­da her sü­va­ri­nin bir ilâ dört ye­dek atı olur ve bun­la­ra sı­ray­la bi­ner­di. Mo­ğol at­la­rı Çin­li­le­rin çok es­ki za­man­lar­dan be­ri bil­dik­le­ri bir ırk­tan­dı­lar.356 MÖ II. Yüz­yıl­da hem Çin­li­ler hem de Hun­lar İra­nî­le­rin kul­lan­dık­la­rı Or­ta As­ya at ır­kı ile ta­nış­mış­lar­dı. Çin­li­ler bu at­la­ra çok de­ğer ve­ri­yor­lar­dı ve Or­ta As­ya’­ya gön­de­ri­len Çin el­çi­le­ri im­pa­ra­to­ra ora­da­ki en iyi at­la­rın “se­ma­vî ay­gır­la­rın” so­yun­dan ol­duk­la­rı­nı bil­di­ri­yor­lar­dı.357 Bir çok Or­ta As­ya atı Çin’e ve muh­te­me­len de Mo­ğo­lis­tan’a it­hal edil­miş­ti. XIII. Yüz­yıl­da­ki Mo­ğol at­la­rı­nın bu tak­dir­de me­lez bir ırk ol­ma­sı ge­re­kir. Mo­ğol­lar için at­la­rın hem ır­kı hem de ren­gi önem­liy­di. Kır at­lar kut­sal sa­yı­lır­dı.358 Has­sa Mu­ha­fız­la­rı­nın her ta­bu­ru bel­li renk­te­ki at­la­ra bi­ner­di; me­se­la Ba­ga­tur ta­bu­ru­nun sa­vaş­çı­la­rı ya­ğız at­la­ra bi­ner­ler­di.359 Bu hu­sus Rus­ya se­fe­ri­nin ba­şın­da Ba­tu’­nun Ri­azan prens­li­ğin­de ya­şa­yan­la­ra Mo­ğol­la­ra “her şe­yin on­da bi­ri­ni” ver­me­le­ri em­ri­ne ışık tu­tu­yor. At­la­rın on­da bi­ri is­te­nen renk­ler­de­ki at­lar­dan ay­rı ay­rı top­la­na­cak­tı: ya­ğız, do­ru, ku­la ve de­mir­kı­rı at­lar­dan bah­se­di­li­yor­du.360

356İp­ti­daî ya­ban atı­nın (Egu­us Przewalskii) ya­kın za­ma­na ka­dar Mo­ğo­lis­tan’­da mev­cut ol­du­ğun­dan bu mü­na­se­bet­le bah­set­me­li­dir. Bkz. Grum-Grzy­ma­ilo, 1, 507-509; Age., Opi­sa­nie pu­tes­hest­vi­ia v Za­padn­yi Ki­tai (St. Pe­ters­burg, 1896), 1, 188-211. J. Hil­laby, “To­ugh Pri­mi­ti­ve An­ces­tor of Hor­se is ‘Bi­olo­gi­cally Re­sur­rec­ted’ in Zoo”, New York Ti­mes, 20 Ka­sım 1952 nüs­ha­sı ile kar­şı­laş­tı­rı­nız.

357Gro­ot, 2, 12, 28, 100. Mc Go­vern, s. 143-151 ve F. Alt­he­im, Weltge­schichte Asi­ens, 2, 127 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

358Bkz. Wittfogel, s. 214, 261.

359Kha­ra-Da­van, s. 77.

360PSRL, 1, Fa­si­kül 3 (1928), col. 514.

II. Si­lah­lar ve Teç­hi­zat

Ok ve yay, Mo­ğol­la­rın ha­fif sü­va­ri­le­ri­nin stan­dart si­lah­la­rıy­dı­lar. Her ok­çu­nun ge­nel­lik­le iki ya­yı ve iki sa­da­ğı var­dı. Mo­ğol ya­yı çok bü­yük­tü ve bi­le­şik tip­ten­di; en azın­dan 83 ki­log­ram­lık bir güç sarf ede­rek ge­ril­me­si ge­re­kir­di ki, bu, İn­gi­liz­le­rin bü­yük ya­yı için ge­re­ken­den da­ha faz­lay­dı; mü­es­sir men­zi­li 200 ilâ 300 yar­da361* idi.362

361200-300 yar­da: 180-270 met­re –çn.

362Mar­tin, s. 19-20.

Ağır sü­va­ri sa­vaş­çı­la­rın silah­la­rı sü­va­ri kı­lı­cı ve mız­rak, ayrıca sa­vaş bal­ta­sı ve­ya gürz ve ke­ment idi. Ko­ru­yu­cu silah­la­rı miğ­fer (ön­ce­le­ri de­ri­den son­ra­la­rı de­mir­den) ve de­ri bir gö­ğüs­lük ve zırh­lı üst­lük­tü. At­lar da de­ri baş­lık­lar ve omuz ve gö­ğüs cebeleri ile ko­ru­nu­yor­du. Eyer­ler sağ­lam ya­pıl­mış­tı ve uzun me­sa­fe­ler için mü­sa­it­ti­ler. Sağ­lam üzen­gi­ler, yay kul­la­nan sü­va­ri­ye iyi bir des­tek ve­ri­yor­du.

Kış se­fer­le­rin­de Mo­ğol­lar kürk­lü baş­lık­lar ve kürk kaf­tan­lar, ke­çe ço­rap­lar ve ağır de­ri çiz­me­ler gi­yi­yor­lar­dı. Çin’i fet­het­tik­ten son­ra bü­tün yıl bo­yun­ca ipek­li ça­ma­şır giy­me­ye baş­la­dı­lar. Her Mo­ğol sa­vaş­çı­sı­nın ya­nın­da ku­ru­tul­muş et ve ku­ru­tul­muş süt­ten olu­şan er­zak, bir kır­ba su ve­ya kı­mız, ok­la­rın ucu­nu siv­rilt­mek için bir eğe, bir biz ve di­kiş iğ­ne­le­ri ve ip­lik bu­lu­nur­du.

Çin­giz Han’­dan ön­ce Mo­ğol­la­rın ağır silah­la­rı yok­tu. Mu­ha­sa­ra ma­ki­ne­le­ri ile Çin’­de ta­nış­tı­lar ve on­la­rı Tür­kis­tan’­da tek­rar gör­dü­ler. Mo­ğol­la­rın kul­lan­dık­la­rı ma­ki­ne­ler çoğunlukla Ya­kın Do­ğu ti­piy­di­ler ve men­zil­le­ri ne­re­dey­se 400 yar­da363* idi. Yük­sek bir atış yo­lu çi­ze­rek taş fır­la­tan­lar (Ba­tı’­da­ki tre­buc­het’­ler gi­bi) bü­yük bir kar­şı ağır­lık­la ça­lış­tı­rı­lı­yor­du. Ci­rit atan ma­ki­ne­ler (bal­lis­ta’­lar) da­ha iyi nok­ta atı­şı ya­pa­bi­li­yor­du.364

363 400 yar­da: 360 met­re –çn.

364Age., s. 30; Oman, 1, 136 vd.; 2, 45-46; MPYC, 1, 121-131 (dip­not­lar)

III. Ta­lim

Kamp ha­ya­tı için ta­lim Mo­ğol­lar­da kü­çük ço­cuk­ken baş­lı­yor­du. Her er­kek ve kız ço­cu­ğu sü­rü­le­ri­ni ot­la­tan kabilenin mev­sim­lik göç­le­ri­ne ken­di­si­ni alış­tır­mak zo­run­day­dı. Ata bin­mek bir lüks de­ğil, ih­ti­yaç­tı. Av­lan­mak sı­ğır­lar kay­be­dil­di­ği tak­dir­de ha­yat­ta kal­mak için ka­çı­nıl­maz olan ika­me meş­ga­lesiy­di. Bu yüz­den Mo­ğol­lar­da her er­kek ço­cuk üç ya­şın­day­ken ok ve yay kul­lan­ma­yı öğ­ren­me­ye baş­lar­dı.

Bü­yük Ya­sa’­ya bir av ko­nu­su­nun da­hil edil­me­sin­den bil­di­ği­miz gi­bi av­lan­mak ye­tiş­kin sa­vaş­çı­lar için de ha­ri­ku­lâ­de bir ta­lim ola­rak telakki edi­li­yor­du. Bü­yük sür­gün av­la­rı için konulan Ya­sa ku­ral­la­rı bun­la­rın or­du ma­nev­ra­sı ro­lü­nü oy­na­dı­ğı­nı açık­ça gös­ter­mek­te­dir.

Her kim sa­va­şa­cak­sa silah ta­li­mi ya­pa­cak­tır. Av­cı­la­rın ava na­sıl yak­laş­tık­la­rı­nı, dü­ze­ne na­sıl uy­ma­la­rı ge­rek­ti­ği­ni ve av­cı­la­rın sa­yı­sı­na bağ­lı ola­rak avın et­ra­fı­nı na­sıl çe­vir­me­le­ri ge­rek­ti­ği­ni öğ­ren­mek için sür­ek avı­na aşi­na ol­ma­lı­dır. Sür­ek avı­na baş­la­dık­la­rı za­man bil­gi edin­mek için ön­ce iz­ci­le­ri gön­der­sin­ler. [Mo­ğol­lar] sa­vaş­la iş­ti­gal et­me­dik­le­ri za­man sür­ek avıy­la meş­gul ola­cak­lar­dır ve or­du­la­rı­nı bu­na alış­tı­ra­cak­lar­dır. He­def sür­ek avı­nın ken­di­sin­den zi­ya­de güç ka­zan­ma­la­rı ve yay çek­mek­le di­ğer iş­le­re aşi­na ol­ma­la­rı ge­re­ken sa­vaş­çı­la­rın ta­lim yap­ma­sı­dır [Cu­vey­nî, kı­sım 4].

Kış baş­lan­gı­cı bü­yük sür­ek avı mev­si­mi ola­rak be­lir­len­miş­ti. Ulu ha­nın ka­rar­ga­hı­na bağ­lı bir­lik­le­re ve ha­ne­da­na men­sup prens­le­rin or­du­la­rı­na ve­ya kamp­la­rı­na ön­ce­den emir­ler gön­de­ri­lir­di. Her or­du bir­li­ği­nin se­fer için bel­li sa­yı­da as­ker te­min et­me­si ge­re­ki­yor­du. Av­cı­lar her bi­ri­ne özel ola­rak ta­yin edil­miş bir ge­ne­ra­lin ku­man­da et­ti­ği bir mer­kez ve sağ ve sol ka­nat­lar­la bir or­du gi­bi ya­yı­lır­lar­dı. Son­ra im­pa­ra­to­run ağır­lık­la­rı -ulu ha­nın ken­di­si ile ha­tun­la­rı, oda­lık­la­rı ve er­zak- asıl avın ya­pı­la­ca­ğı ye­re doğ­ru yo­la çı­kar­dı. Sür­gün avı için be­lir­len­miş olan bin­ler­ce ki­lo­met­re­ka­re­lik mu­az­zam bir sa­ha­nın et­ra­fın­da çem­ber teş­kil edi­lir ve bu çem­ber avı ulu ha­nın bek­le­mek­te ol­du­ğu mer­ke­ze doğ­ru sü­re­rek bir ilâ üç ay­lık bir sü­re için­de ya­vaş ya­vaş da­ral­tı­lır­dı. Özel ulak­lar ha­na ha­re­kâ­tın ge­liş­me­si­ni ve avın ye­ri ile mik­ta­rı­nı bil­di­rir­ler­di. Şa­yet çem­ber ye­te­rin­ce sı­kı tu­tul­ma­mış­sa ve her­han­gi bir av kaç­mış­sa ku­man­da eden su­bay­lar -bin­ba­şı­lar, yüz­ba­şı­lar ve on­ba­şı­lar- şah­sen so­rum­lu tu­tu­lur ve ağır ce­za­la­ra çarp­tı­rı­lır­lar­dı. Ni­ha­yet çem­ber ka­pa­tı­lır ve mer­ke­zin et­ra­fı­na çev­re­si on beş ki­lo­met­re­yi bu­lan ip­ler çe­ki­lir­di. Son­ra han ar­tık her tür­den de­li­ye dön­müş, bö­ğü­ren hay­van­la­rın do­lu ol­du­ğu çem­be­rin içi­ne gi­rer ve ok­la­ma­yı baş­la­tır­dı; onu her rüt­be sı­ra­sı­na gö­re ok ata­rak ha­ne­da­na men­sup prens­ler, or­du ku­man­dan­la­rı ve ni­ha­yet sı­ra­dan as­ker­ler ta­kip eder­di. Kat­li­âm gün­ler­ce sü­rer­di. Ni­ha­yet bir ­grup yaş­lı adam ha­na yak­la­şır ve ge­ri­ye ka­lan av hay­van­la­rı­nın ha­ya­tı­nın ba­ğış­lan­ma­sı için say­gıy­la ri­ca­da bu­lu­nur­lar­dı. Bu ya­pıl­dık­tan son­ra ha­yat­ta ka­lan hay­van­lar en ya­kın su ve meranın bu­lun­du­ğu is­ti­ka­met­te çem­ber­den sa­lı­nı­ve­rir­, vu­ru­lan­lar top­la­nıp sa­yı­lır­dı. Her av­cı­ya ge­le­ne­ğe gö­re pa­yı­na dü­şen ve­ri­lir­di.365

365 Bkz. Ver­nadsky, “Juwaini”, kı­sım 4, 40-41. Cu­vey­nî’­nin met­nin­de çem­ber (av sa­ha­sı­nın et­ra­fın­da oluş­tu­ru­lan çem­ber) için kul­la­nı­lan Fars­ça te­rim ner­ge’­dir. Bu hu­sus­ta Ste­in­gass, s. 1395’e bkz.. V. Mi­norsky’­ye gö­re (Po­li­ak, “Ya­sa”, s. 876’ya düş­tü­ğü not­ta) bu Mo­ğol­ca cer­ge, “hat”, te­ri­mi­ne tekabül et­mek­te­dir; bu hu­sus­ta bkz. Pel­li­ot, Cam­pag­nes, s. 143. Mi­norsky, Ca­uca­sia III, s. 225, dip­not 3 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

IV. Or­du Teşkilatı

Çin­giz Han’ın as­ke­rî sis­te­mi­nin iki te­mel un­su­ru -has­sa Mu­ha­fız­la­rı ve or­du teşkilatı­nın on­lu dü­ze­ni- ev­vel­ce ir­de­len­miş­ler­di.366 Bir kaç ilave mü­la­ha­za ge­rek­li gö­rü­nü­yor. Mu­ha­fız­lar ve ka­rar­gâh bir­lik­le­ri Çin­giz Han’­dan ön­ce de Ki­tan­lar da­hil ol­mak üze­re bir çok gö­çe­be hü­küm­da­rın ka­rar­gâ­hın­da bu­lu­nu­yor­du.367 Fa­kat ön­ce­den hiç bir za­man Çin­giz’in za­ma­nın­da ol­du­ğu gi­bi or­du­nun ta­ma­mıy­la bu ka­dar sı­kı bir şe­kil­de bü­tün­leş­ti­ril­me­miş­ler­di.

366Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 1, kı­sım 5, s. 28-30 ve bö­lüm 2, kı­sım 6, s. 105.

367Wittfogel, s. 508-517.

İm­pa­ra­to­ra ilave­ten im­pa­ra­tor­luk ai­le­si­nin ar­pa­lık ba­ğış­lan­mış olan her er­kek ve­ya ka­dın üye­si­nin mu­ha­fız kı­ta­sı var­dı. İm­pa­ra­tor­luk ai­le­si­nin ar­pa­lık sa­hi­bi her üye­si­nin or­du­su­na bel­li sa­yı­da yurt ve­ya ai­le­nin tah­sis edil­di­ği ha­tır­la­na­cak­tır.368 Ha­ne­da­na men­sup her ha­tun ve­ya pren­sin bu yurt­lar­da ya­şa­yan­lar­dan as­ker dev­şir­me­le­ri­ne mü­sa­ade edil­miş­ti. Bu or­du bir­lik­le­ri­ne ya ar­pa­lık sa­hi­bi ai­le­ye mü­şa­vir­lik eden im­pa­ra­tor ta­ra­fın­dan tayin edi­len bir ge­ne­ral (no­yan) ya da or­du­da şah­sen yük­sek bir mev­ki­ye sa­hip­se pren­sin ken­di­si ku­man­da edi­yor­du. Özel­lik­le ba­his mev­zu olan prens bin­ba­şı rüt­be­si­ne sa­hip­se ve bin­li­ğe ken­di­si ku­man­da edi­yor­sa, bu as­ker­ler­den teş­kil edi­len bir­lik bü­yük­lü­ğü­ne bağ­lı ola­rak muh­te­me­len ni­za­mî “bin­lik­ler” gi­bi bir ta­bur ad­de­di­li­yor­du.

368Bkz. yu­ka­rı­da, bö­lüm 1, kı­sım 5, s. 30

Ni­za­mî or­du­da da­ha kü­çük bir­lik­ler (on­luk­lar ve yüz­lük­ler) ge­nel­lik­le klan­la­ra ve klan ­grup­la­rı­na tekabül edi­yor­du. Bin­lik bir bir­lik bir klan­lar ter­ki­bi­ni ve­ya kü­çük bir ka­bi­le­yi tem­sil ede­bi­lir­di. Fa­kat bir çok du­rum­da Çin­giz Han her bin ki­şi­lik bir­li­ği de­ği­şik klan­la­ra ve ka­bi­le­le­re men­sup sa­vaş­çı­lar­dan teş­kil et­miş­ti.369 On bin ki­şi­lik bir­lik (tü­men) he­men he­men da­ima fark­lı sosyal bi­rim­ler­den mü­te­şek­kildi. Bu, en azın­dan kıs­men Çin­giz Han’ın bü­yük or­du bir­lik­le­ri­ni es­ki klan­lar ve ka­bi­le­ler­den zi­ya­de im­pa­ra­tor­lu­ğa sa­dık kıl­mak te­şeb­bü­sü olan bi­linç­li si­ya­se­ti­nin so­nu­cu ola­rak gö­rü­lü­yor.370 Bu si­ya­set mu­ci­bin­ce bü­yük or­du bir­lik­le­ri­nin ku­man­dan­la­rı -bin­ba­şı­lar ve tü­men­ba­şı­lar- im­pa­ra­tor ta­ra­fın­dan şah­sen tayin edi­li­yor­lar­dı ve Çin­giz Han’ın pren­si­bi sosyal du­ru­mu­na bak­mak­sı­zın her kabiliyet­li ki­şi­yi ter­fi et­tir­mek­ti.

369 Vla­di­mirt­sov, s. 109

370 Kha­ra-Da­van, s. 66.

Fa­kat çok geç­me­den ye­ni bir te­mâ­yül gö­rül­dü. Bin­lik ve on­bin­lik­le­rin ku­man­dan­la­rı şa­yet kabiliyet­li bir oğul­la­rı var­sa ku­man­dan­lı­ğa ile­ri­de onu ge­çir­me­ye ça­lı­şı­yor­lar­dı. Bu du­rum, özel­lik­le ha­ne­da­na men­sup bir prens ku­man­da­yı de­ruh­te edi­yor­sa, or­da bir­lik­le­ri­nin ku­man­dan­la­rı ara­sın­da en­der gö­rü­lür bir şey de­ğil­di. Gö­re­vin ba­ba­dan oğu­la dev­re­dil­di­ği hal­ler ol­du­ğu bi­lin­mek­te­dir. Fa­kat her se­fe­rin­de im­pa­ra­to­run şah­sen ona­yı ge­re­ki­yor­du371 ve bu her za­man ve­ril­mi­yor­du.372

371Vla­di­mirt­sov, s. 104-106.

372Bkz. Age., s. 105-109.

Mo­ğol­la­rın silah­lı kuv­vet­le­ri üç or­du ­gru­bu­na bölün­müş­tü: Mer­kez, sağ ve sol ka­nat­lar. Ça­dır­la­rı­nı da­ima gü­ne­ye ba­kar şe­kil­de kur­duk­la­rı için373 sol ka­nat do­ğu or­du ­gru­bu ve sağ ka­nat ba­tı or­du ­gru­bu de­mek­ti. Bir­lik­le­rin yer­leş­me­si­ni plan­la­mak, se­fer­ler es­na­sın­da or­du­la­rın ha­re­ket­le­ri­ni yön­len­dir­mek ve or­du­gâh­la­rın yer­le­ri­ni tes­pit et­mek için özel su­bay­lar (yurt­çı) tayin edil­miş­ti. Bun­lar ay­nı za­man­da iz­ci­le­rin ve ca­sus­la­rın fa­ali­yet­le­ri­ni yö­ne­ti­yor­lar­dı. Baş yurt­çı­nın gö­re­vi mo­dern or­du­lar­da­ki ka­rar­gâh su­bay­la­rı­nın ku­man­da­nın­ın göreviyle mu­ka­ye­se edi­le­bi­lir. Çer­bi­ler, le­va­zım iş­le­rin­den so­rum­luy­du­lar.

373Kha­ra-Da­van, s. 72, dip­not 1.

Çin­giz Han’ın hü­küm­dar­lı­ğı es­na­sın­da bü­tün as­ke­rî ku­rum­lar im­pa­ra­to­run ken­di­si­nin sü­rek­li ne­za­re­ti ve kont­ro­lü al­tın­day­dı­lar ve Bü­yük Ya­sa, bu­nu ge­le­cek­te­ki bü­tün im­pa­ra­tor­la­ra tav­si­ye edi­yor­du.

O, ha­lef­le­ri­ne sa­va­şa gir­me­den ön­ce as­ker­le­ri ve teç­hi­zat­la­rı­nı şah­sen de­net­le­me­le­ri­ni, as­ker­le­re se­fer için ih­ti­yaç­la­rı olan her şe­yi te­min et­me­le­ri­ni ve iğ­ne ve ip­li­ğe ka­dar her şe­yi göz­den ge­çir­me­le­ri­ni, şa­yet as­ker­den her­han­gi bi­ri­nin ih­ti­yaç du­yu­lan bir şe­yi yok­sa o as­ke­rin ce­za­lan­dı­rıl­ma­sı­nı em­ret­ti [Mak­ri­zî, kı­sım 18].

Mo­ğol or­du­su te­pe­den tır­na­ğa hem su­bay­la­rın hem de era­tın tâ­bi ol­duk­la­rı sı­kı bir di­sip­lin­le bir­bi­ri­ne ke­net­len­miş­ti. Her bir­li­ğin ku­man­da­nı ast­la­rı­nın hep­sin­den so­rum­luy­du ve şa­yet ken­di­si bir ha­ta ya­par­sa ce­za­sı çok da­ha ağır olur­du. As­ke­rin di­sip­li­ni ve ta­li­mi ve teşkilatın dü­zen­li olu­şu Mo­ğol or­du­su­nu da­ima se­fer­ber­li­ğe ha­zır halde tu­tu­yor­du. Ve or­du­nun çe­kir­de­ği­ni teş­kil eden Has­sa Mu­ha­fız­la­rı ba­rış za­ma­nın­da bi­le gö­rev ba­şın­day­dı­lar.

V. St­ra­te­ji ve Tak­tik­ler

Önem­li bir Mo­ğol se­fe­ri­ne baş­lan­ma­dan ön­ce sa­va­şın plan­la­rı­nı ve he­def­le­ri­ni gö­rüş­mek üze­re bir ku­rul­tay top­la­nır­dı. Bü­tün bü­yük or­du bir­lik­le­ri­nin ku­man­dan­la­rı top­lan­tı­da ha­zır olur­lar ve ge­rek­li ta­li­mat­la­rı im­pa­ra­tor­dan alır­lar­dı. Sal­dı­rı için be­lir­le­nen ül­ke­ye git­miş olan iz­ci­ler ve ca­sus­lar sor­gu­la­nır­lar ve da­ha faz­la bil­gi top­la­mak ge­re­ki­yor­sa ye­ni iz­ci­ler gön­de­ri­lir­di. Son­ra or­du­nun se­fer­den ön­ce top­la­na­ca­ğı yer be­lir­le­nir ve as­ker­le­rin ge­çe­ce­ği yol­lar bo­yun­ca ot­lak­lar ay­rı­lır­dı.

Pro­pa­gan­da ve ­psi­ko­lo­jik har­be bü­yük önem ve­ri­li­yor­du. Bir­lik­ler düş­man mem­le­ke­ti­ne var­ma­dan çok ön­ce ora­da­ki giz­li ajan­lar di­nî ay­rı­lık­çı­la­rı Mo­ğol­la­rın di­nî to­le­rans sağ­la­ya­ca­ğı, fa­kir­le­ri Mo­ğol­la­rın on­la­ra zen­gin­le­re kar­şı yar­dım­cı ola­cak­la­rı ve zen­gin tüc­car­la­rı Mo­ğol­la­rın yol­la­rı ti­ca­ret için gü­ven­li kı­la­cak­la­rı hu­sus­la­rın­da ik­na et­me­ye ça­lı­şır­lar­dı. Her­ke­se şa­yet sa­vaş­ma­dan tes­lim olur­lar­sa ba­rış ve gü­ven­lik va­ad edi­lir ve şa­yet kar­şı ko­yar­lar­sa mi­sil­le­me kor­kunç ola­cak di­ye ikaz edi­lir­ler­di.

Or­du düş­man mem­le­ke­ti­ne bir­bi­rin­den bel­li bir me­sa­fe­de ha­re­ket eden bir çok kol halin­de gi­rer­di. Her kol beş kı­sım­dan mü­te­şek­kil­di: mer­kez, sağ ve sol ka­nat­lar, art­çı­lar ve ön­cü­ler. Kol­lar ara­sın­da ha­ber­leş­me ulak­lar ve­ya du­man işa­ret­le­ri va­sı­ta­sıy­la sağ­la­nır­dı. Or­du iler­le­dik­çe her bü­yük düş­man ka­le­si­nin önün­de bir göz­cü bir­lik bı­ra­kır ve bu sı­ra­da sey­yal bir­lik­ler düş­man or­du­su ile te­ma­sı sağ­la­mak için hız­la ile­ri­ye atı­lır­lar­dı.

Mo­ğol­la­rın st­ra­te­ji­si­nin te­mel he­de­fi düş­ma­nın esas or­du­su­nu çe­vir­mek ve yok et­mek­ti. Bu he­de­fe ulaş­mak için bü­yük sür­gün avı­nın usu­lü olan çem­be­ri kur­ma­ya ça­lı­şır­lar ve ge­nel­lik­le de ba­şa­rı­lı olur­lar­dı. Ön­ce mu­az­zam bir böl­ge­yi çe­vi­rir­ler ve son­ra ya­vaş ya­vaş iler­le­yip çem­be­ri da­ral­tır­lar­dı. Mün­fe­rit kol­la­rın ku­man­dan­la­rı­nın fa­ali­yet­le­ri­ni eş­gü­düm­lü yü­rüt­mek kabiliyeti ger­çek­ten şa­şır­tı­cıy­dı. Bir çok ke­re­ler esas he­def­le­ri­nin üs­tü­ne sa­at da­kik­li­ği ile git­me­ye mu­vaf­fak ol­muş­lar­dı. Su­bu­dey’in Ma­ca­ris­tan’­da yap­tı­ğı ha­re­kat bu me­to­dun klâ­sik bir ör­ne­ği ola­rak gö­rü­le­bi­lir. Mo­ğol­lar, düş­ma­nın esas or­du­su ile te­ma­sı sağ­la­dık­tan son­ra şa­yet onun saf­la­rı­nı bo­za­cak gü­ce sa­hip de­ğil­ler­se, ge­ri çe­ki­li­yor­muş gi­bi ya­par­lar­dı; ek­se­ri­yet­le düş­man bu­nu dü­zen­siz bir ka­çış zan­ne­der ve ta­kip et­mek için ile­ri atı­lır­dı. O za­man ka­rak­te­ris­tik bir ma­nev­ra kabiliyeti ile Mo­ğol­lar bek­len­me­dik bir şe­kil­de ge­ri dö­ner­ler ve ha­sım­la­rı ken­di­le­ri­ni çem­ber­den ka­çış imkanı bu­lu­na­ma­yan bir va­zi­yet­te et­raf­la­rı çev­ril­miş ola­rak bu­lur­lar­dı. Leh­ni­ca mu­ha­re­be­si böy­le bir st­ra­te­ji ba­kı­mın­dan ti­pik­tir. Sit’ neh­ri mu­ha­re­be­sin­de Rus­la­rın et­ra­fı da­ha cid­dî bir kar­şı sal­dı­rı­ya geç­me­ye te­şeb­büs ede­me­den çev­ril­miş­ti.

Sa­va­şa ilk tu­tu­şan­lar Mo­ğol­la­rın ha­fif sü­va­ri­le­ri olur­du. Bun­lar düş­ma­nı sü­rek­li sal­dı­rı­lar ve ge­ri çe­ki­liş­ler­le tâ­ciz eder­ler ve ok­çu­la­rı düş­man saf­la­rı­nı uzak­tan kı­rar­lar­dı. Bü­tün bu ma­nev­ra­lar es­na­sın­da sü­va­ri­le­rin ha­re­ket­le­ri ku­man­dan­la­rı ta­ra­fın­dan işa­ret fla­ma­la­rı ile ve ge­ce­le­yin de fark­lı renk­ler­de­ki fe­ner­ler­le yö­ne­ti­lir­di. Düş­man ye­te­rin­ce za­yıf dü­şü­rü­lüp ma­ne­vi­ya­tı bo­zu­lun­ca, ağır sü­va­ri bir­li­ği ya mer­ke­ze ya da ka­nat­lar­dan bi­ri­ne hü­cum et­ti­ri­lir­di. Bu sal­dı­rı­nın şo­ku, ge­nel­lik­le di­re­ni­şi kı­rar­dı. Fa­kat Mo­ğol­lar ke­sin bir mu­ha­re­be­yi ka­zan­dık­la­rı za­man bi­le gö­rev­le­ri­nin bit­ti­ği­ni dü­şün­mez­ler­di. Çin­giz Han’ın st­ra­te­ji­si­nin pren­sip­le­rin­den bi­ri, düş­ma­nın ar­tık­la­rı­nı ni­haî ola­rak yok ede­ne ka­dar ta­kip et­mek­ti. Bu mü­na­se­bet­le düş­ma­nın teşkilat­lı di­re­ni­şi­ni kır­mak için bir ve­ya iki tü­men ye­ter­li ol­du­ğu için di­ğer Mo­ğol bir­lik­le­ri kü­çük ­grup­la­ra ay­rı­lır ve ül­ke­yi sis­te­ma­tik bir şe­kil­de ta­lan et­me­ye baş­lar­lar­dı.

Mo­ğol­la­rın ilk Tür­kis­tan se­fe­rin­de müs­tah­kem şe­hir­le­ri mu­ha­sa­ra et­mek ve so­nun­da hü­cum­la al­mak için mü­es­sir bir tek­nik ge­liş­tir­dik­le­ri­ni kay­det­mek ge­re­kir. Şa­yet uzun bir mu­ha­sa­ra ola­ca­ğı ön­gö­rül­müş­se dı­şa­rı­dan er­zak gel­me­si­ni ön­le­mek ve gar­ni­zo­nun ha­riç­te­ki ma­hal­lî or­du­lar­la ir­ti­ba­tı­nı kes­mek için şeh­rin et­ra­fı­nı bel­li bir me­sa­fe­de tah­ta bir du­var­la çe­vi­rir­ler­di. Son­ra esir­le­rin ve zor­la top­lan­mış olan yer­li hal­kın yar­dı­mıy­la şe­hir sur­la­rı­nın et­ra­fın­da­ki hen­dek ça­lı de­met­le­ri, taş, top­rak ve ele ne ge­çer­se onun­la dol­du­ru­lur­du; şeh­re ka­ya, zift do­lu kap­lar ve ci­rit yağ­dır­mak için mu­ha­sa­ra ma­ki­ne­le­ri yer­le­ri­ne yer­leş­ti­ri­lir­di; ve koç­baş­la­rı ka­pı­la­rın ya­kı­nı­na ge­ti­ri­lir­di. Mo­ğol­lar ni­ha­yet mu­ha­sa­ra­lar­da mü­hen­dis kı­ta­sı­na ilave­ten pi­ya­de as­ker­le­ri­ni kul­lan­ma­ya baş­la­dı­lar. Bun­lar Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan ev­vel­ce fet­he­dil­miş olan ya­ban­cı ül­ke­le­rin hal­kı ara­sın­dan dev­şi­ri­li­yor­lar­dı.

Or­du­nun bü­yük ha­re­ket gü­cü­nün ya­nı sı­ra sa­vaş­çı­la­rın da­ya­nık­lı­lı­ğı ve ka­na­at­kâr­lı­ğı, se­fer­ler es­na­sın­da Mo­ğol­la­rın le­va­zım iş­le­ri­ni çok ko­lay­laş­tı­rı­yor­du. Her as­ke­rî ko­lu as­ga­rî mik­tar­da ia­şe ta­şı­yan bir de­ve ker­va­nı ta­kip edi­yor­du. As­lı­na ba­kı­lır­sa or­du­nun ia­şe­si­ni fet­he­di­len top­rak­lar­dan te­min et­me­si bek­le­ni­yor­du. Her bü­yük se­fer­de Mo­ğol or­du­su­nun ana ia­şe üs­sü­nün ge­ri­de de­ğil de po­tan­si­yel ola­rak ile­ri­de ol­du­ğu söy­le­ne­bi­lir. Bu, Mo­ğol­la­rın st­ra­te­ji­sin­de or­du­lar kü­çük ol­sa bi­le mu­az­zam düş­man top­rak­la­rı­nı ele ge­çir­me­nin sa­de­ce müm­kün de­ğil bi­lâ­kis kâr­lı bir iş ol­du­ğu ken­di­ne has du­ru­mu izah edi­yor­du. Mo­ğol­lar iler­le­dik­çe fet­he­di­len ül­ke­nin in­san­la­rı­nın kul­la­nıl­ma­sıy­la or­du­la­rı bü­yü­yor­du. Şe­hir­li ze­na­at­kâr­lar mü­hen­dis kı­ta­sın­da hiz­met et­mek için ve­ya silah ve alet ede­vat imal et­mek için dev­şi­ri­li­yor­lar­dı; köy­lü­ler mu­ha­sa­ra ka­le­le­ri ve ara­ba­la­rı sür­mek için iş­gü­cü te­min et­mek zo­run­day­dı­lar. Ev­vel­ce düş­man hü­küm­dar­la­rın te­ba­sı olan Türk ka­bi­li­le­ri ve di­ğer gö­çe­be ve­ya ya­rı gö­çe­be ka­bi­le­ler, Mo­ğol­la­rın silah ar­ka­daş­lı­ğı­na ka­bul edi­li­yor­lar­dı. Mo­ğol su­bay­la­rı­nın ku­man­da­sı al­tın­da bun­lar­dan ni­za­mî or­du bir­lik­le­ri teş­kil edi­li­yor­du. Bu­nun so­nu­cu ola­rak Mo­ğol or­du­la­rı ço­ğu kez bir se­fer so­na er­di­ği za­man sa­yı­ca baş­lan­gı­cın­dan da­ha kuv­vet­liy­di­ler. Bu mü­na­se­bet­le Çin­giz Han öl­dü­ğü za­man asıl Mo­ğol or­du­su­nun mev­cu­du­nun 129.000 ol­du­ğu­nu ha­tır­la­ma­lı­dır. Muh­te­me­len bu sa­yı­yı hiç bir za­man aş­ma­mış­tı. Mo­ğol­lar an­cak fet­het­tik­le­ri ül­ke­ler­den as­ker dev­şi­re­rek o ka­dar geniş böl­ge­le­re bo­yun eğ­di­rip kont­rol ede­bi­li­yor­lar­dı. Her ül­ke­nin kay­nak­la­rı sı­ra­sı ge­lin­ce bir son­ra­ki­nin fet­hi için kul­la­nı­lı­yor­du.

Mo­ğol or­du mü­es­se­se­si­nin acı­ma­sız ka­rak­te­ri­ni ge­rek­ti­ği şe­kil­de an­la­yan ve ana hat­la­rıy­la an­la­tan ilk Av­ru­pa­lı ke­şiş Pla­no Car­pi­ni’­li John’­du.374 Mar­co Po­lo, Ku­bi­lay za­ma­nın­da­ki or­du­yu ve ha­re­kât­la­rı­nı tas­vir et­miş­ti.375 Mo­ğol or­du­su mo­dern çağ­lar­da ya­kın za­ma­na ka­dar pek az bilim adamının il­gi­si­ni çek­ti. Al­man as­ke­rî ta­rih­çi­si Hans Delb­rück, His­tory of the Art of War376* ad­lı ese­rin­de Mo­ğol­la­rı ta­ma­men göz ar­dı edi­yor­du. Bil­di­ğim ka­da­rıy­la Mo­ğol­la­rın st­ra­te­ji­si­nin ve tak­tik­le­ri­nin cü­ret­kâr­lı­ğı ile ya­ra­tı­cı­lı­ğını -Delb­rück’­den çok ön­ce- hak et­ti­ği şe­kil­de de­ğer­len­dir­me­ye te­şeb­büs eden ilk as­ke­rî ta­rih­çi bir Rus, kor­ge­ne­ral M. İ. İva­nin (1801-74) idi. İva­nin 1839-40’ta Hi­ve Han­lı­ğı’­na kar­şı ya­pı­lan ve te­sa­dü­fen ba­şa­rı­sız olan Rus se­fe­ri­ne ka­tıl­mış­tı. Bu se­fer­de Or­ta As­ya’­da, yâ­ni Çin­giz Han’ın Tür­kis­tan se­fe­ri­ni ha­tır­la­tan bir çev­re­de ya­rı gö­çe­be Öz­bek­ler­le çar­pı­şıl­mış­tı. Bu, İva­nin’in Mo­ğol ta­ri­hi­ne olan il­gi­si­ni do­ğur­muş ol­ma­lı­dır. The Art of War of the Mon­gols and the Cent­ral Asi­an Pe­op­les377* ad­lı ese­ri 1846 yı­lın­da ya­yın­lan­dı.378 İva­nin, 1854 yı­lın­da iç Kır­gız Or­da­sı iş­le­rin­den so­rum­lu Rus ke­mi­ser­li­ği­ne tayin edil­di ve böy­le­ce Or­ta As­ya’­da­ki Türk ka­bi­le­le­ri hak­kın­da da­ha faz­la bil­gi top­la­ya­bil­di. Son­ra ta­rih ça­lış­ma­la­rı­na ge­ri dön­dü; ki­ta­bı­nın göz­den ge­çi­ril­miş ve ge­niş­le­til­miş edis­yo­nu ölü­mün­den son­ra 1875 yı­lın­da ya­yım­lan­dı.379 İva­nin’in ese­ri Çar­lık As­ke­rî Aka­de­mi­si’­nin ta­le­be­le­ri­ne ders ki­ta­bı ola­rak tav­si­ye olun­du.

374Pla­no Car­pi­ni M, s. 27-32.

375MPYC, 1, 260-263; MPMP, 1, 172-175.

376His­tory of the Art of War: Harp Sa­na­tı­nın Ta­ri­hi –çn.

377The Art of War of the Mon­gols and the Cent­ral Asi­an Pe­op­les: Mo­ğol­la­rın ve Or­ta As­ya Ka­vim­le­ri­nin Harp Sa­na­tı –çn.

378M. Iva­nin, O vo­en­nom is­kusst­ve Mon­go­lov (St. Pe­ters­burg, 1846).

379Age., O vo­en­nom is­kusst­ve i za­vo­eva­ni­iakh Mon­go­la - Ta­tar i sred­ne­azi­ats­kikh na­ro­dov (St. Pe­ters­burg, 1875). Ben ula­şa­ma­dım; Kha­ra-Da­van’ın ki­ta­bın­da bu eser­den çok na­kil var­dır.

Ba­tı­lı mil­let­le­rin as­ke­rî ta­rih­çi­le­ri an­cak Bi­rin­ci Dün­ya Har­bin­den son­ra Mo­ğol­lar­la il­gi­len­di­ler. 1922 yı­lın­da Hen­ri Mo­rel’in XIII. Yüz­yıl­da­ki Mo­ğol se­fer­le­ri hak­kın­da­ki bir ma­ka­le­si Re­vue mi­li­ta­ire fran­ça­ise’­de ya­yın­lan­dı.380 Beş yıl son­ra yüz­ba­şı B. H. Lid­dell Hart Gre­at Cap­ta­ins Un­ve­iled381* ad­lı ese­ri­nin ilk bö­lü­mü­nü Çin­giz Han’a ve Su­bu­dey’e has­ret­ti.382 Ay­nı za­man­da “Mo­ğol­la­rın bü­yük akın­la­rı dö­ne­mi”ne da­ir bir araş­tır­ma Bri­tan­ya İm­pa­ra­tor­lu­ğu Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı ta­ra­fın­dan me­ka­ni­ze tu­gay su­bay­la­rı­na tav­si­ye edil­di.383 1932 ve 1933 yıl­la­rın­da Çin­giz Han hak­kın­da bir di­zi ma­ka­le Ca­na­di­an De­fen­se Quarterly’ye ha­va fi­lo­su ku­man­da­nı C. C. Walker ta­ra­fın­dan ve­ril­di. Bun­lar son­ra re­vi­ze edi­lip Jen­giz Khan baş­lık­lı bir mo­nog­raf ola­rak ya­yın­lan­dı­lar (1939).384 Al­man­ya’­da Alf­red von Pawlikowski - Cholewa De­utsc­he Ka­val­le­rie Ze­itung’un eki ola­rak Or­ta As­ya­lı sü­va­ri­le­rin as­ke­rî teşkilatı ve tak­tik­le­ri hak­kın­da bir in­ce­le­me ya­yın­lan­dı (1937) ve son­ra ge­nel ola­rak Do­ğu or­du­la­rı hak­kın­da­ki bir in­ce­le­me­yi Mi­li­ta­erisc­he Be­it­ra­ege zur Gesc­hich­te des Na­hen und Fer­nen Os­tens’­de neşredildi (1940).385 William A. Mitc­hell, 1940 yı­lın­da Ame­ri­ka Bir­le­şik Dev­let­le­rin­de ya­yın­la­nan Out­li­nes of the World’s Mi­li­tary His­tory386* baş­lık­lı ese­rin­de Çin­giz Han’a Bü­yük İs­ken­der ve Se­zar ka­dar yer ayır­dı.387 Böy­le­ce ne ga­rip­tir ki tank­lar ve uçak­lar ça­ğın­da Mo­ğol­la­rın tak­tik­le­ri­ne ve st­ra­te­ji­si­ne du­yu­lan il­gi ye­ni­den can­lan­dı. “Bu­ra­da gü­nü­mü­zün or­du­la­rı için edi­ni­le­bi­le­cek bir ders yok mu?” di­ye so­ru­yor al­bay Lid­dell Hart. Onun fik­rin­ce “zırh­lı pa­let­li araç ve­ya ha­fif tank Mo­ğol at­lı­la­rı­nın ta­biî vâ­ri­si ola­rak gö­rü­nü­yor... Ay­rıca uçak­lar ay­nı özel­lik­le­ri da­ha yük­sek de­re­ce­de ha­iz gö­zü­kü­yor­lar ve ge­le­cek­te on­lar Mo­ğol at­lı­la­rı­nın ha­lef­le­ri ola­bi­lir­ler.”388 Tank­la­rın ve uçak­la­rın İkin­ci Dün­ya Har­bin­de oy­na­dık­la­rı rol, Lid­dell Hart’ın tah­min­le­ri­ni en azın­dan bel­li bir öl­çü­de hak­lı çı­kar­dı. Gö­çe­be­ dün­ya­sı ile gü­nü­mü­zün tek­no­lo­jik bir dev­rim ya­şa­nan dün­ya­sı ara­sın­da­ki bü­tün fark­la­ra rağ­men, Mo­ğol­la­rın sey­ya­li­yet ve ta­ar­ruz kuv­ve­ti pren­si­bi hâ­lâ ge­çer­li gö­rü­nü­yor.

380H. Mo­rel, “Les Cam­pag­nes mon­go­les au XIII-me siècle”, Re­vue mi­li­ta­ire fran­ça­ise 92 (1922); Spu­ler, s. 504’te lis­te­len­di­ği gi­bi.

381Gre­at Cap­ta­ins Un­ve­iled: Bü­yük Ku­man­dan­la­rın İç­yü­zü –çn.

382B. H. Lid­dell Hart, Gre­at Cap­ta­ins Un­ve­iled (Edin­burgh ve Lond­ra, W. Blackwood & Sons, 1927).

383Wittfogel, s. 532-533.

384Mar­tin, s. 326.

385Spu­ler, s. 503

386Out­li­nes of the World’s Mi­li­tary His­tory: Dün­ya As­ke­rî Ta­ri­hi­nin Ana­hat­la­rı –çn.

387Wittfogel, s. 533.

388Lid­dell Hart, s. 32-33.

8. MOĞOLLARDA HÜKÜMET VE İDARE

Ulu han, müs­te­bit bir hü­küm­dar­dı ve oto­ri­te­si en azın­dan na­za­rî ola­rak sı­nır­sız­dı. Pla­no Car­pi­ni’­li John’un ifa­de­siy­le “Onun bü­tün te­ba­ası üze­rin­de şaş­kın­lık ve­ren bir gü­cü vardı.”389 St. Quentin’li Si­mon’un nak­let­ti­ği Le­his­tan­lı ke­şiş Be­ne­dict’in be­ya­nı­na gö­re se­çi­ci ku­rul­tay­da taht Gü­yük’e tek­lif edil­di­ği za­man, ba­ron­la­ra şöy­le de­miş­ti: “Şa­yet be­nim si­ze hü­küm­dar­lık et­me­mi is­ti­yor­sa­nız, her bi­ri­niz be­nim em­ret­tik­le­ri­mi yap­ma­ya, ça­ğır­dı­ğım za­man gel­me­ye, ne­re­ye gön­der­mek is­ter­sem git­me­ye, si­ze ki­mi em­re­der­sem öl­dür­me­ye ha­zır mı­sı­nız?” On­lar ha­zır ol­duk­la­rı ce­va­bı­nı ver­di­ler.390 Re­şi­düd­din’in söz­le­riy­le “Çin­giz Sey­ya­re­le­rin Efen­di­si, Ze­mi­nin ve Za­ma­nın Hâ­ki­mi idi ve bü­tün Mo­ğol boyla­rı ve ka­bi­le­le­ri onun ku­lu ve hiz­met­kâ­rı ol­muş­lar­dı.”391

389Pla­no Car­pi­ni M, s. 23; Risch, s. 142.

390Rock­hill, s. 21, dip­not 1; Risch, s. 242.

391Bkz. Vla­di­mirt­sov, s. 99.

Ulu ha­nın gü­cü­nü tas­vir eden baş­ka bir il­ginç for­mül, da­ha geç bir Mo­ğol va­ka­yi­nâ­me­si olan Al­tan Tob­çi’­de (Al­tın Defter) bu­lun­mak­ta­dır. Bu­na gö­re Çin­giz Han Beş Ren­gin Efen­di­si idi.392 Bu de­yi­min mana­sı­nı tam ola­rak an­la­mak için çok es­ki za­man­lar­dan be­ri Çin­li­le­rin ana yön­le­ri renk­ler­le be­lir­le­dik­le­ri­ni ha­tır­la­ma­mız ge­re­kir. Si­yah ku­ze­yin, kır­mı­zı gü­ne­yin, ma­vi do­ğu­nun ve be­yaz ba­tı­nın ren­giy­di. Mer­ke­zi sa­rı renk tem­sil edi­yor­du.393 Beş renk hep bir­lik­te tüm dün­ya­nın sem­bo­lüy­dü­.394

392Al­tan-Tobči, s. 129; Kha­ra-Da­van, s. 132.

393Çin­li­le­rin ana yön­le­ri renk­ler­le be­lirt­me sis­te­mi hak­kın­da bkz. Gro­ot, 1, 20; ay­rı­ca bkz. W. Kotwicz, “Cont­ri­bu­ti­ons à l’­his­to­ire de l’Asie cent­ra­le”, RO, 15 (1949), 169.

394Ti­bet sem­bo­liz­min­de beş ren­gin (ma­vi, kır­mı­zı, sa­rı, be­yaz, si­yah) beş ele­men­te (tah­ta, ateş, top­rak, de­mir ve su) tekabül et­ti­ği­ni kay­det­mek ge­re­kir. Altmş­lık çevrimde her on iki yıl­lık dö­ne­me ken­di­ne has bir renk (ve­ya ele­ment at­fe­dil­miş­ti. Son­ra­dan bu sis­tem La­ma­izm va­sı­ta­sıy­la Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan be­nim­sen­di. Fa­kat Çin­giz Han’ın gü­cü­nü be­lir­ler­ken “beş renk” de­yi­mi an­la­şıl­dı­ğı­ kadarıyla es­ki Çin usu­lün­e uygun olarak ana yön­ler için kul­la­nıl­mış­tı.

Sa­rı al­tı­nın ren­gi ol­du­ğu için, bu, muh­te­me­len Cür­cen ha­ne­da­nı­nın al­tın anlamına gelen Chin adı­nı al­ma­sı­nın se­be­biy­di. Çin­li­le­rin beş renk ta­sav­vu­ru Mo­ğol­la­rın da da­hil ol­du­ğu bir çok Av­ras­ya gö­çe­be­si ta­ra­fın­dan ka­bul gör­müş­tü. Sa­rı, im­pa­ra­tor­lu­ğun ren­gi ol­du. Ulu ha­nın ka­rar­gâ­hın­da­ki dev­let ota­ğı Al­tın Or­du (Or­da Au­rea, Al­tan Or­du) ola­rak bi­lin­di. Gü­yük, böy­le bir otağ­da tah­ta otur­tul­du.395 Ben­zer se­bep­ler­den do­la­yı Mo­ğol im­pa­ra­tor­luk ai­le­si -Çin­giz Han’ın so­yun­dan ge­len­ler- Al­tın Ak­ra­ba­lar (Al­tan Urug) ola­rak bi­li­ni­yor­lar­dı.396

395Rock­hill, s. 22.

396Vla­di­mirt­sov, s. 99.

Ulu ha­nın bü­tün te­ba­ası -is­ter Mo­ğol is­ter ye­ni fet­he­dil­miş ka­vim­ler­den ol­sun­lar- dev­le­te hiz­met et­mek­le mü­kel­lef­ti­ler ve ha­nın ira­de­si­ne ri­a­yet et­me­le­ri bek­le­ni­yor­du. Yi­ne de ita­atin de­re­ce­sin­de en azın­dan ­psi­ko­lo­jik bir fark var­dı. Mo­ğol­lar hâ­kim mil­let­ti­ler ve ulu ha­nın te­ba­ası ol­mak­la be­ra­ber ay­nı za­man­da onun hü­küm­dar­la­rı ol­du­ğu se­çil­miş ka­vim­di­ler. On­la­rın kabile li­der­le­ri Çin­giz Han’ı taht için seç­miş­ti­ler. Fet­hin ga­ni­met­le­ri on­la­rın­dı ve or­du ku­man­dan­la­rı ile ida­re­ci­ler on­la­rın için­den se­çi­li­yor­du. Ye­ni han ola­rak se­çi­len Gü­yük’e ka­yıt­sız şart­sız ita­at ede­cek­le­ri­ne da­ir ye­min ver­mek­le be­ra­ber, bü­yük Mo­ğol asil­zâ­de­le­ri onun “ih­san­lar­da bu­lun­ma­sı­nı, ada­let­li dav­ran­ma­sı­nı ve prens­ler­le ba­ron­la­rın her bi­ri­ne mev­ki­si­ne gö­re iti­bar et­me­si­ni” bek­li­yor­lar­dı.397 Or­ta As­ya ve Gü­ney Rus­ya Türk­le­ri gi­bi Alan­lar da Mo­ğol­la­rın li­der­li­ği al­tın­da­ki boz­kır­lı mil­let­le­rin kar­deş­li­ği­ne ka­bul edil­miş­ler­di. Mo­ğol­la­rın fet­het­ti­ği yer­le­şik halk­lar si­ya­sî mer­di­ve­nin en alt ba­sa­ma­ğın­da yer alı­yor­lar­dı.

397Rock­hill, s. 21, dip­not 1; Risch, s. 242.

Bu mer­di­ve­nin en üst ba­sa­ma­ğı­nı Çin­giz Han’ın ken­di kabilesi, özel­lik­le onun so­yun­dan ge­len­ler, Al­tın Ak­ra­ba­lar iş­gal edi­yor­lar­dı. Ge­le­ce­ğin im­pa­ra­tor­la­rı ve han­la­rı, sa­de­ce er­kek ak­ra­ba­la­rın ara­sın­dan se­çi­le­bi­lir­ler­di. Baş­lan­gıç­ta bü­tün Mo­ğol mil­le­ti­ne kabile li­der­le­ri va­sı­ta­sıy­la on­la­rın için­den bir se­çim yap­ma­la­rı­na mü­sa­ade olu­nur­ken, son­ra­ki dö­nem­de se­çi­ci ku­rul­tay sa­de­ce ak­ra­ba­lar­dan mü­te­şek­kil­di. Her ulu ha­nın se­çi­min­den son­ra im­pa­ra­tor­luk ai­le­si­nin men­sup­la­rı­nın onu ve onun si­ya­se­ti­ni bü­tün zen­gin­lik­le­ri ve nü­fuz­la­rı ile des­tek­le­me­le­ri bek­le­ni­yor­du. Şa­yet her­han­gi bir sa­da­kat­siz­lik gös­te­rir ve­ya her­han­gi bir şe­kil­de Bü­yük Ya­sa’­yı ih­lâl eder­se, ulu han ta­ra­fın­dan ih­tar­da bu­lu­nu­lur­du ve şa­yet ser­keş­lik eder­se ha­psedi­le­bi­lir­di; fa­kat da­va­sı ak­ra­ba­lar mec­li­sin­de gö­rül­me­den idam edi­le­mez­di.398

398Bi­lik, kı­sım 23, Ri­asa­novsky, s. 89.

Ön­de ge­len ak­ra­ba­la­rın zen­gin­li­ği­nin ve oto­ri­te­si­nin te­me­li Çin­giz Han’ın on­la­ra ve­ya on­la­rın ata­la­rı­na ba­ğış­la­dı­ğı ar­pa­lık­lar­dı. Bu ar­pa­lık­la­rın hu­ku­kî ko­nu­mu mü­na­ka­şa­lı bir mev­zu­dur. B. Vla­di­mirt­sov on­la­rın hep­si­ne ulus (dev­let) de­mek te­mâ­yü­lün­de­dir.399 Fa­kat iki tip ulus ara­sın­da bâ­riz bir fark var­dır. Ha­ne­da­na men­sup bir çok pren­se bel­li sa­yı­da yurt ba­ğış­lan­mış­tı; bu ai­le­ler, bil­di­ği­miz kadarıyla iç­le­rin­den as­ker dev­şi­re­bi­len ba­ğış ya­pı­la­nın ge­çi­mi­ni te­min et­mek­le mü­kel­lef­ti­ler. Çin­giz Han’ın oğul­la­rın­dan her bi­ri­ne böy­le bir ar­pa­lık ve­ril­miş­ti. İla­ve­ten her oğu­la bel­li sa­yı­da ni­za­mî or­du ta­bu­ru ve­ya bir­lik ve­ril­miş­ti. Bu, fe­odal tip­te bir ar­pa­lı­ğa sa­hip ol­ma­nın ya­nı sı­ra, ay­nı za­man­da ulu­su­nun hü­küm­da­rı ya­pıl­mış ol­ma­sı de­mek­ti; po­zis­yo­nu, im­pa­ra­tor­lu­ğun bir kıs­mı­nı ida­re et­mek­le gö­rev­len­di­ril­miş im­pa­ra­tor yar­dım­cı­lı­ğı idi. İran’­da­ki İl­hanlı­lar ve Gü­ney Rus­ya’­da­ki Al­tın Or­du gi­bi ma­hal­lî han­lık­lar böy­le oluş­muş­tu. Aşi­kâr­dır ki bu bü­yük, dev­let gi­bi ulus­lar ma­hal­lî öne­me sa­hip da­ha kü­çük prens­le­rin ar­pa­lık­la­rı ile ay­nı se­vi­ye­de de­ğil­ler­di. Bu so­nun­cu mülk­lere in­cü deniliyordu.400 İk­ti­dar­da­ki im­pa­ra­to­run da ken­di mülk­le­ri­nin bu­lun­du­ğu­nu ve bun­la­rın bir kural olarak ak­ra­ba­la­rı­nın­kin­den çok da­ha bü­yük ol­duk­la­rı­nı söy­le­me­ye ha­cet yok­tur. Bu ba­kım­dan Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun top­rak­la­rı­nın ve hal­kı­nın önem­li bir kıs­mı­nın ni­za­mî dev­let ida­re­sin­den çok ya­rı fe­odal bir re­ji­me tâ­bi ol­duk­la­rı söy­le­ne­bi­lir.

399Vla­di­mirt­sov, s. 100.

400İn­cü (in­ce) hak­kın­da bkz. Vla­di­mirt­sov., s. 100, dip­not 3; W. Rad­loff, Ui­gu­risc­he Sp­rach­denk­ma­eler (Le­ning­rad, 1928); S. E. Ma­lov, “Ui­gurs­kie ru­ko­pisn­ye do­ku­menty eks­pe­dit­sii S. F. Ol­den­bur­ga”, ZIV, 1 (1932), 129-150; Ver­nadsky, “Ui­gurs”, s. 457-459. 1335 ve 1338 yıl­la­rı­na ait olan Mo­ğol­ca ki­tâ­be­ler bü­yük öne­mi ha­iz­dir­ler; bkz. Cle­aves, Insc­rip­ti­on II, s. 75 (ay­rı­ca s. 54-55, dip­not 184) ve Ins­rip­ti­on II, s. 13, 67, 69.

İm­pa­ra­to­run mülk­le­ri mu­az­zam bir ik­ti­sa­dî ya­pı­ya sa­hip ol­muş ol­ma­lı­dır­lar. On­la­rın odak nok­ta­sı­nı ulu ha­nın sa­ra­yı teş­kil edi­yor­du. Çin­giz Han za­ma­nın­da sa­ray ida­re­si her bi­ri or­du di­ye bi­li­nen dört kı­sım­dan mey­da­na ge­li­yor­du.401 Ku­bi­lay’ın za­ma­nın­da sa­ray ida­re­si mer­ke­zî­leş­miş gö­rü­nü­yor. İm­pa­ra­to­run mülk­le­ri­ne tah­sis edi­len in­san­lar sa­ra­yın am­bar­la­rı­na ha­nın ev hal­kı­nın ih­ti­ya­cı olan ve ha­nın zev­ki için ge­re­ken her şe­yi te­min et­mek­le mü­kel­lef­ti­ler. 1330’lar­da Pe­kin ya­kın­la­rı­na is­kân edi­len Rus­la­rın im­pa­ra­to­run sof­ra­sı için av hay­va­nı ve ba­lık te­min et­mek­le yü­küm­lü ol­duk­la­rı ha­tır­la­na­cak­tır. Rus­la­rın ko­lo­ni­si, bu­na ben­zer bir çok te­da­rik­çi ­grup­tan sa­de­ce bir ta­ne­siy­di. Hiz­met­le­ri­ne sa­ray ida­re­si­nin her bi­ri at ve sı­ğır bes­le­mek, buğ­day ve seb­ze ye­tiş­tir­mek, av­lan­mak ve ba­lık tut­mak gi­bi özel bir bö­lü­mün ba­şın­da­ki gö­rev­li­le­rin­ce ne­zâ­ret edi­li­yor­du. Şa­hin gi­bi alı­cı kuş­lar­la av­cı­lık önem­li bir bö­lüm ol­muş ol­ma­lı­dır. İlâ­ve­ten Gü­yük’ün or­du­sun­da­ki Rus Co­amas ve Möng­ke’­nin sa­ra­yın­da­ki Fran­sız Bo­uc­her gibi en üst mer­te­be­den ku­yum­cu­la­rın da da­hil ol­du­ğu her mes­lek­ten ze­na­at­kâr sa­ray­da ve­ya sa­ray için ça­lı­şı­yor­du.

401Wittfogel, s. 517.

Şim­di ge­nel dev­let ida­re­si­ne bir ba­ka­lım. Her şey­den ön­ce Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nun as­ke­rî fe­tih sü­re­cin­de ya­ra­tıl­dı­ğı vur­gu­lan­ma­lı­dır. Bu yüz­den or­du­nun en azın­dan im­pa­ra­tor­lu­ğun ge­liş­me­si­nin ilk dö­ne­min­de ida­re­nin bel­ke­mi­ği ol­muş ol­ma­sı sa­de­ce ta­bi­îdir. Tü­men­ba­şı­dan on­ba­şı­ya ka­dar su­bay­lar va­sı­ta­sıy­la ulu ha­nın emir­le­ri hal­ka ula­şı­yor­du. Su­bay­la­rın im­pa­ra­tor­la sü­rek­li ola­rak şah­sen te­mas­ta ol­ma­la­rı bek­le­ni­yor­du. “Her yı­lın ba­şın­da ve so­nun­da dü­şün­ce­le­ri­mi­zi duy­mak için ge­len ve son­ra [gö­rev yer­le­ri­ne] ge­ri dö­nen tü­men­ba­şı­lar, bin­ba­şı­lar ve yüz­ba­şı­lar as­ker­le­ri­mi­ze ku­man­da ede­bi­lir­ler; yurt­la­rın­da otu­ran ve bu dü­şün­ce­le­ri duy­ma­yan­la­rın du­ru­mu de­rin su­ya dü­şen bir taş ve­ya saz­lık­la­ra atı­lan bir ok gi­bi­dir - on­lar kay­bo­lur gi­der­ler. Böy­le in­san­lar ku­man­dan­lık et­me­ye uy­gun de­ğil­dir [Bi­lik, kı­sım 3].” Bil­di­ği­miz kadarıyla im­pa­ra­to­run or­du­yu kont­ro­lü Has­sa mu­ha­fız­la­rı va­sı­ta­sıy­la olu­yor­du. Mu­ha­fız­la­rın en yük­sek rüt­be­li su­bay­la­rı, im­pa­ra­tor­a da­nış­mak ve­ya on­dan emir al­mak için da­ima ha­zır bu­lu­nu­yor­lar­dı. Muh­te­me­len im­pa­ra­to­run çev­re­sin­de sü­rek­li bir mec­lis teş­kil edi­yor­lar­dı. Ge­rek­li ol­du­ğu za­man ha­nın mec­li­si her­ke­sin ka­tıl­dı­ğı bir otu­rum için top­la­nı­yor­du. Üge­dey za­ma­nın­da­ki böy­le bir top­lan­tı­da, ulu ha­nın kar­deş­le­ri ve kı­dem­li ak­ra­ba­la­rı­nın ya­nı sı­ra, bü­tün or­du bir­lik­le­ri­nin ku­man­dan­la­rı ha­zır bu­lun­muş­lar­dı.402

402Giz­li Ta­rih, kı­sım 280; Ha­enisch, s. 147-148.

Ulu ha­nın her bi­ri bir na­zır­la kı­yas­la­na­bi­le­cek bir ko­num­da olan bir kaç yük­sek eği­tim­li ve tec­rü­be­li si­vil da­nış­ma­nının oy­na­dı­ğı rol, da­ha az öne­mi ha­iz ol­ma­mak­la be­ra­ber, da­ha az gö­ze çar­pı­yor­du. Baş­lan­gıç­ta bun­la­rın he­men hiç bi­ri Mo­ğol asıl­lı de­ğil­di. Gör­müş ol­du­ğu­muz üze­re Çin­giz Han ve Üge­dey za­ma­nın­da­ki en yük­sek ma­kam sa­hip­le­rin­den bi­ri Çin­li, bir di­ğe­ri Uy­gur ve bir üçün­cü­sü de Or­ta As­ya­lı bir Müs­lü­man­dı. Sa­de­ce baş­yar­gıç bir Mo­ğol­du. Baş­lan­gıç­ta bun­lar­dan hiç bi­ri­ne Müs­lü­man Ya­kın Do­ğu’­da ve­zir­le­rin sa­hip ol­duğu yet­ki ve­ril­me­miş­ti. Bi­ri­si­nin, bir Müs­lü­ma­nın Tu­ra­ki­na’­nın na­ip­li­ği za­ma­nın­da ve­zir­lik gü­cü­nü el­de et­me­ye te­şeb­büs et­ti­ği, ama Gü­yük’ün tah­ta çı­kı­şın­dan he­men son­ra dev­ril­di­ği ha­tır­la­na­cak­tır. Mo­ğol ta­ri­hi­nin an­cak geç dö­ne­min­de, özel­lik­le de İl­hanlı­la­rın mül­kün­de ve­zir­lik önem­li bir mü­es­se­se ol­muş­tur. Çin’­de ise Ku­bi­lay za­ma­nın­dan baş­la­ya­rak mer­ke­zî ida­re ku­rul­la­rı Çin ör­ne­ği­ne gö­re ge­liş­miş­ti.

İm­pa­ra­tor, mü­şa­vir­le­ri­nin yar­dı­mıy­la hü­kü­me­tin pren­sip­le­ri­ni ve baş­lı­ca gö­rev­le­ri­ni va­ze­di­yor­du; ay­nı za­man­da eya­let ve böl­ge yö­ne­tim­le­ri­nin ba­şın­da­ki­le­re ta­li­mat ve­ri­yor ve on­la­rı de­net­li­yor­du. Bu yö­ne­tim ül­ke­nin tak­sim edil­di­ği as­ke­rî böl­ge­le­rin et­ra­fın­da odak­lan­mış­tı.

Pla­no Car­pi­ni’­li John’un aşa­ğı­da­ki be­ya­nı, Çin­giz Han’ın as­ke­rî bir­lik­le­ri ül­ke­nin bü­tü­nü­ne yay­ma sis­te­mi­ni ve o sis­te­mi de­net­le­me­si­ni an­la­ma­mı­za yar­dım­cı ola­bi­lir. “O [Han] dük­le­rin [tü­men­baş­la­rı] ne­re­de otu­ra­cak­la­rı­nı em­re­der; dük­ler de ay­nı em­ri bin­ba­şı­la­ra ve­rir; on­lar yüz­ba­şı­la­ra; yüz­ba­şı­lar da on­ba­şı­la­ra. Ay­rı­ca ister savaş, ister barış, ister ölüm olsun, her yerde, her şartta ve her zaman imparator ne emrederse, itirazsız yerine getirirler.”403

403Risch, s. 142.

Her bir­li­ğin ku­man­da­sı­na rüt­be­si­ni gös­te­ren bir ni­şan ve­ri­lir­di. Çok es­ki za­man­lar­da Türk­ler ara­sın­da -ve muh­te­me­len Mo­ğol­lar­da da- ok ve yay yet­ki ni­şa­nı işi­ni gö­rür­ler­di. Efsaneye gö­re Türk­le­rin ata­sı olan Oğuz Han, ya­yın sağ ka­nat bir­lik­le­ri ku­man­da­sı­nın ni­şa­nı ve okun sol ka­na­dın­da­ki­nin ni­şa­nı ol­ma­sı­na hük­met­miş­ti.404 V. Yüz­yıl­da­ki Hun İm­pa­ra­tor­lu­ğu’n­da al­tın yay At­ti­la’­nın yar­dım­cı­la­rı­nın yet­ki işa­re­tiy­di.405 Giz­li Ta­rih’e gö­re Çin­giz Han ken­di­si­ne çok ya­kın olan­la­rın ba­zı­la­rı­nı sa­dak ve ok yay ta­şı­mak hak­kı ile mü­ka­fat­lan­dır­mış­tı;406 bu tec­hi­zat Türk­çe­de sa­dak ve­ya say­dak (es­ki Rus­ça’­da say­dak ve­ya sa­gay­dak) ola­rak bi­li­ni­yor­du. Her Mo­ğol at­lı­sı­nın sa­da­ğı, ya­yı ve ok­la­rı ol­du­ğun­dan do­la­yı Çin­giz Han bu­nun­la ger­çek silah­la­rı de­ğil de ta­şı­ya­nın im­ti­yaz­lı du­ru­mu­nu, özel­lik­le de ver­gi­den mu­af dar­kan sta­tü­sü­nü gös­te­ren bir işa­ret ola­rak kul­la­nı­lan tem­si­lî bir say­da­kı kas­tet­miş­tir. Fa­kat Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun alı­şıl­dık ida­re­sin­de ni­şan ola­rak kul­la­nı­lan yay (ve­ya sa­dak) de­ğil­di, Mar­co Po­lo’­nun de­yi­miy­le “yet­ki pla­ka­sı” idi. Bu, peyza (Rus­ça’­da ba­isa) di­ye bi­li­ni­yor­du. Çin­giz Han za­ma­nın­da bi­rin­ci de­re­ce­den gö­rev­li­nin ni­şa­nı üs­tün­de kap­lan ba­şı olan al­tın bir lev­hay­dı; üs­tü­ne Çin­ce işa­ret­ler­le “T’i­en-tsé’nin (‘Gö­ğün Ver­di­ği­nin’), İm­pa­ra­tor Çin­giz’in Kut­sal Em­ri. İş­ler onun ira­de­si­ne gö­re dü­zen­len­sin” iba­re­si ka­zı­lıy­dı. İkin­ci de­re­ce­den olan­la­rın ni­şa­nı ay­nı for­mü­lün ar­ka­sın­da bir tek “Âcil” ke­li­me­si­nin yer al­dı­ğı sa­de bir al­tın lev­hay­dı. Ay­nı iba­re­nin yer al­dı­ğı gü­müş bir lev­ha, üçün­cü de­re­ce­den olan­la­rın ni­şa­nıy­dı.407 Ga­zan İl­han za­ma­nın­da (1295-1304) İran’­da en yük­sek rüt­be­nin ni­şa­nı yu­var­lak ve al­tın­dan­dı, üs­tün­de bir kap­lan ba­şı var­dı; ikin­ci de­re­ce­den rüt­be sa­hip­le­ri­nin­ki ben­zer şe­kil­dey­di ve özel bir sü­sü var­dı.408 Ku­bi­lay za­ma­nın­da tü­men­ba­şı­nın ni­şa­nı al­tın­dan­dı ve üs­tü­ne bir as­lan ba­şı ka­zın­mış­tı; bin­ba­şı­nın­ki al­tın ve­ya gü­müş yal­dız­lıy­dı; yüz­ba­şı­nın­ki gü­müş­ten­di. Şa­yet du­rum bir gö­rev­li­ye en yük­sek yet­ki­nin ve­ril­me­si­ni ge­rek­ti­ri­yor­sa, ni­şa­nın üs­tün­de­ki sem­bol ulu şa­hin­di.409

404Ras­hid 1, s. 23.

405Gy. lászló, “The Sig­ni­fi­can­ce of the Hun Gol­den Bow”, AA, 1 (1951), 91-104; J. Har­mat­ta, “The Gol­den Bow of the Huns”, AA, 1, 105-149.

406Ha­enisch, s. 102; Ko­zin, s. 167; Har­mat­ta (bir ev­vel­ki dip­not­ta ol­du­ğu gi­bi), s. 132-133 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

407Tôru Ha­ne­da, “Une tab­let­te du dec­ret sacré de l’em­pe­re­ur Geng­his”, MTB, 8 (1936), 85-91; Cle­aves, Insc­rip­ti­on II, s. 55, dip­not 188 ile mu­ka­ye­se edi­niz

408Ras­hid 3, s. 277-278.

409MPYC, 1, 356-357; MPMP, 1, 203-204.

Her or­du ku­man­da­nı­nın or­du­gâ­hı bir ma­hal­lî ida­re mer­ke­zi ol­muş­tu. Has­sa Mu­ha­fız­la­rı­nın ak­si­ne or­du­nun sü­rek­li ola­rak gö­rev­de ol­ma­dı­ğı akıl­da tu­tul­ma­lı­dır; fa­kat bir işa­ret­le se­fer­ber ola­bil­me­le­ri bek­le­ni­yor­du. Bu ga­ye ile ül­ke­nin ta­ma­mı or­du bir­lik­le­ri­nin bü­yük­lü­ğü­ne ve sa­yı­sı­na tekabül eden ve bu­na gö­re ad­lan­dı­rı­lan bir çok as­ke­rî mın­tı­ka­ya tak­sim edil­miş­ti. Böy­le­ce en bü­yük mın­tı­ka­lar tü­men ola­rak bi­li­ni­yor­lar­dı; ve her tü­men bin­lik­le­re, yüz­lük­le­re ve on­luk­la­ra bölün­müş­tü. Yüz­lük­le­re ka­dar olan böy­le mın­tı­kalar­da se­fer­ber­lik mer­ke­zi gö­re­vi­ni ifa et­mekle yükümlü or­du bir­li­ği­nin bir is­ke­let kad­ro­su bu­lu­nu­yor­du.

Her mın­tı­ka­nın sâ­kin­le­ri, ha­ber ve­ri­lir ve­ril­mez, üst­le­ri­ne dü­şen sa­yı­da as­ker ve tam teç­hi­zat­lı at te­min et­mek­le yü­küm­lüy­dü­ler. Böy­le­ce her bin­lik­te ya­şa­yan­lar da­ha kü­çük bi­rim­ler­le iş­bir­li­ği ya­pa­rak 1.000 sa­vaş­çı ve 2.000-5.000 at çı­kar­mak zo­run­day­dı­lar. Tam ra­kam­lar el­de ol­ma­dı­ğı için çı­ka­rı­la­cak as­ker­le­rin hal­kın bü­tü­nü­ne olan ora­nı an­cak tah­min edi­le­bi­lir. Mo­ğo­lis­tan’ın bü­tün nü­fu­su­nun Çin­giz Han’ın ölü­mün­de bir mil­yon ci­va­rın­da ol­du­ğu var­sa­yıl­mak­ta­dır. Onun sa­hip ol­du­ğu gi­bi ta­ma­mı 129.000 ki­şi olan bir or­du çı­kar­mak için her mın­tı­ka hal­kı­nın ne­re­dey­se yüz­de 13’ünü ver­mek zo­run­day­dı. Bu ra­kam XI. ve XII. yüz­yıl­lar­da Li­ao (Ki­tan) ha­ne­da­nı za­ma­nın­da Çin’­de­ki “or­do or­du­la­rı­nın” as­ker­le­ri­nin oran­tı­sı ile mu­ka­ye­se edi­le­bi­lir. O dö­ne­min Çin kay­nak­la­rı­na gö­re bu or­du­la­rın aza­mî ye­kû­nu 101.000 at­lı as­ker­di; bun­lar, 408.000 ye­tiş­kin er­ke­ğin ol­du­ğu 203.000 ha­ne­den top­la­nı­yor­du.410 Bu ha­ne­le­rin bü­tün ye­tiş­kin nü­fu­su 800.000 ki­şi ci­va­rın­da ol­muş ol­ma­lı­dır. Bu ba­kım­dan as­ker­le­rin tüm ye­tiş­kin nü­fu­sa gö­re ora­nı yüz­de 12,5 ka­dar­dı.

410Wittfogel, s. 515; ay­rı­ca bkz. s. 55-56, 516.

Mo­ğol or­du­su­nun 129.000 ki­şi olan sa­yı­sı ya­yıl­ma­nın kri­tik dö­ne­min­de mil­lî gay­re­tin do­ru­ğu­nu teş­kil edi­yor­du. Asıl fe­tih­ler bit­tik­ten son­ra ge­ri­lim azal­mış ol­ma­lı­dır. İm­pa­ra­tor­luk or­du­la­rın­da­ki saf­kan Mo­ğol bir­lik­le­rin nor­mal ola­rak tüm mev­cu­du 100.000 ki­şi­yi pek geç­me­miş ol­ma­lı­dır. Bu esas ola­rak alın­dı­ğın­da as­ker­le­rin hal­kın top­la­mı­na olan ora­nı, yak­la­şık ola­rak Ki­tan or­du­su­nun­ki ka­dar -yüz­de 10’un üs­tün­de de­ğil,- ol­muş ol­ma­lı­dır. Bu, bi­zim as­ke­rî mın­tı­ka­la­rın nü­fu­su hak­kın­da tah­mi­nî bir ra­kam bul­ma­mı­zı sağ­lar. Bir yüz­lü­ğün nü­fu­su 1.000’den az ol­ma­mış ol­ma­lı­dır, muh­te­me­len de da­ha faz­lay­dı, bin­li­ğin nü­fu­su ise 10.000 ve­ya da­ha faz­la, tü­me­nin­ki ise 100.000 ve­ya da­ha çok ol­ma­mış ol­ma­lı­dır.411

411W. Bart­hold “tü­men, en kü­çük ida­rî ve­ya ver­gi böl­ge­si­dir” de­mek­te­dir, EI, 4, 836. Bu görüş, son­ra­ki dö­nem­ler­de Or­ta As­ya’­da­ki böl­ge tak­si­ma­tı­nın ba­zı­la­rı için doğ­ru ola­bi­lir, ama Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun ve ulu­la­rı­nın mın­tı­ka­la­rı için ge­çer­li de­ğil­dir. Bart­hold’un ken­di­si İb­ni Arap­şah’ın be­ya­nı­nı nak­len tü­me­nin 10.000 sa­vaş­çı çı­ka­ran böl­ge ol­du­ğu­nu söy­le­mek­te, ama ga­rip­tir ki me­se­le­nin son­ra­ki ir­de­len­me­sin­de bu­nu unut­mak­ta­dır. Bart­hold, İb­ni Arap­şah’ın Hic­rî 1285 ta­rih­li Ka­hi­re edis­yo­nu­nun 17.ci say­fa­sı­na atıf­ta bu­lun­mak­ta­dır. S. H. Man­ger’in edis­yo­nun­da 1,80 (Arap­ça me­tin) ve 81 (Latin­ce ter­cü­me­si­dir). Man­ger’in Latin­ce ter­cü­me­sin­de­ki pa­saj şöy­le­dir: “Ta­uma­na [yâ­ni tü­men’in Fars­ça­sı olan tu­man] au­tem vul­go di­ci­tur so­ci­etas, gu­ae edu­cit de­cem mi­lia mi­li­tum.”

Bölge ka­rar­gâh­la­rı, as­ke­rî ol­du­ğu gi­bi si­vil ida­re­nin de mer­kez­le­riydi. Bun­la­r va­sı­ta­sıy­la hem at­lı pos­ta (yam) ve ulak hiz­met­le­ri, hem de ver­gi­le­rin top­lan­ma­sı işi sür­dü­rü­lü­yor­du. Bu ba­kım­dan da­ha bü­yük or­du bir­lik­le­ri­nin ku­man­dan­la­rı­nın her bi­ri ay­rı za­man­da mın­tı­ka­sı­nın si­vil va­li­si ol­muş­tu. At­lı pos­ta hiz­me­ti­nin usu­lü­ne uy­gun ola­rak teşkilat­lan­ma­sı, mer­ke­zî hü­kü­met ile ma­hal­lî uzan­tı­la­rı ara­sın­da ol­du­ğu gi­bi or­du bir­lik­le­ri­nin fa­ali­ye­ti­nin eş­gü­dü­mü için de ulak­lar va­sı­ta­sıy­la sü­rat­le ha­ber­leş­me ba­kı­mın­dan önem­liy­di. Ya­ban­cı el­çi­le­re de pos­ta at­la­rı­nı kul­lan­ma im­ti­ya­zı ve­ril­miş­ti. Tüc­car­la­rın yam im­kan­la­rın­dan ön­ce­le­ri üc­ret­siz ola­rak fay­da­lan­ma­la­rı­na mü­sa­ade edil­miş­ti, ama Möng­ke son­ra­dan on­la­rın mas­raf­la­rı ken­di­le­ri­ne ait ola­rak se­ya­hat et­me­le­ri ge­rek­ti­ği­ne hük­met­ti. Tüc­car­lar her ha­lü­kâr­da yol­la­rın gü­ven­li olu­şun­dan do­la­yı bü­yük ka­zanç­lar el­de edi­yor­lar­dı. At­lı pos­ta men­zil­le­ri ana yol­lar­da bel­li ara­lık­lar­la te­sis edil­miş­ler­di.412 Üge­dey’in em­riy­le her men­zi­le be­lir­len­miş sa­yı­da bi­ni­ci, sü­rü­cü ve sa­ir hiz­met­li­le­rin ya­nı sı­ra at­lar, öküz­ler ve ara­ba­lar tah­sis edil­miş­ti. Yol­cu­lara kı­mız ve et te­mi­ni için her men­zil­de kıs­rak­lar ve ko­yun­lar bu­lun­du­ru­la­cak­tı; 413 ve im­pa­ra­to­run ha­ber­ci­le­ri için bir çok at eyer­len­miş ola­rak ha­zır va­zi­yet­te bek­li­yor­du. Her ha­ber­ci çın­gı­rak­lar ta­kıl­mış bir ke­mer ku­şa­nı­yor­du: “Ve bir son­ra­ki men­zil­de­ki­ler çın­gı­rak­la­rın se­si­ni duy­duk­la­rı za­man baş­ka bir atı ve ay­nı şe­kil­de teç­hiz edil­miş bir ada­mı ha­zır edi­yor­lardı.”414

412Mar­co Po­lo’­ya gö­re at­lı pos­ta men­zil­le­ri ara­sın­da­ki me­sa­fe 25 mil­di, MPMP, 1, 242.

413Ko­zin, s. 198.

414MPYC, 1, 436; MPMP, 1, 247.

At­lı pos­ta hiz­me­ti­ni de­net­le­mek için bir Yam Da­ire­si te­sis edil­miş­ti. Da­ha iyi ida­re ede­bil­mek için pos­ta yol­la­rı bir çok mın­tı­ka­ya ay­rıl­mış­tı. Mü­ca­vir tü­men­ler, her yam mın­tı­ka­sın­da hiz­me­ti ida­me için ih­ti­yaç du­yu­lan her şe­yi te­min­le mü­kel­lef­ti­ler.415 Mo­ğol­la­rın at­lı pos­ta hiz­me­ti Pla­no Car­pi­ni’­li John, Mar­co Po­lo ve da­ha bir çok sey­yah ta­ra­fın­dan tas­vir edi­lip övül­müş­tür. Ke­sin­lik­le çok ya­rar­lı ve iyi ida­re olu­nan bir mü­es­se­sey­di.

415Ko­zin, s. 98; Ebul Fe­rec, kı­sım 8; P. Pel­li­ot. “Sur yam ou jam, ‘re­la­is pos­tal’” TP, 27 (1930), 192-195 ile mu­ka­ye­se edi­niz. W. Kotwicz’in araş­tır­ma­sı­na, “cont­ri­bu­ti­ons aux études al­ta­igu­es: les ter­mes con­cer­nant le ser­vi­se des re­la­is postaux”, CO, 2 (1932), ula­şa­ma­dım.

Yan­lış an­la­ma­la­ra ve su­iis­ti­mal­le­re ma­hal ver­me­mek için res­mî gö­rev­li­le­re ve gö­rev ica­bı yol­cu­luk ya­pan ulak­la­ra ol­du­ğu gi­bi ya­ban­cı el­çi­le­rin de her bi­ri­ne or­du ku­man­dan­la­rı­nın ni­şan­la­rı­na (peyza) ben­ze­yen bir yet­ki levhası ve­ri­li­yor­du. Bu levha­lar yol­cu­nun mev­ki­ine gö­re fark­lı mal­ze­me­ler­den ya­pıl­ıyordu. Üç adet gü­müş ve bir adet de­mir peyza Le­ning­rad’­da­ki Her­mi­ta­ge Mü­ze­si’n­de bu­lun­mak­ta­dır. En dü­şük rüt­be­li­ler için hazırlanan peyzalar tah­ta­dan­dı.416 Da­ha üst de­re­ce­den bir peyzaya sa­hip olan yol­cu da­ha alt de­re­ce­de bir peyza sa­hi­bin­den da­ha çok at kul­lan­ma hak­kı­na sa­hip­ti. Ma­hal­lî gö­rev­li­le­re peyzala­rın sa­hip­le­ri­ne müm­kün olan her yar­dım­da bu­lun­ma ta­li­ma­tı ve­ril­miş­ti.417 Peyzalara ben­zer işa­ret­le­rin İran’­da Mo­ğol­lar­dan çok ön­ce kul­la­nıl­dık­la­rın­dan bah­set­mek ye­rin­de olur. Tya­na’­lı Apol­lo­ni­us I. Yüz­yı­lın or­ta­sın­da Ek­ba­ta­na’­dan Hin­dis­tan’a se­ya­hat eder­ken “[Ker­va­nın­da] ba­şı çe­ken de­ve, rast­la­dık­la­rı her­ke­se yol­cu­nun kra­lın dost­la­rın­dan bi­ri ol­du­ğu­nu ve kra­li­ye­tin ver­di­ği yet­kiy­le se­ya­hat et­ti­ği­ni gös­ter­mek için al­nın­da al­tın bir pla­ka ta­şı­yor­du.”418

416ZO, s. 138-139; Ras­hid, 3, s. 278.

417MPYC, 1, 15, 16, 34; MPMP, 1, 79, 80, 90.

418Phi­lost­ra­tus, The Li­fe of Apol­lo­ni­us of Tya­na, kı­sım 2, bö­lüm 1. Bu­ra­da nak­le­di­len İn­gi­liz­ce ter­cü­me E. Herz­feld, Zo­ro­as­ter and His World (Prin­ce­ton, Prin­ce­ton Uni­ver­sity Press, 1947), 1, 230’dan­dır. F. C. Cony­be­are (Phi­lost­ra­tus, 1, 119’un Lo­eb Clas­si­cal Lib­rary edis­yo­nun­da) (al­tın) “pla­ka” ye­ri­ne “zin­cir” de­mek­te­dir. Yu­nan­ca as­lın­da­ki psa­li­on ke­li­me­si “zin­cir” mana­sı­na gel­mek­le be­ra­ber at ko­şu­mu­nun bir par­ça­sı ola­rak bü­tü­nüy­le gem ve­ya onun süs­le­ri de­mek­tir; bkz. Minns, s. 75 ve dip­not 4. Bu tak­dir­de an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re alın­lık kas­te­dil­mek­te­dir. İs­kit­le­rin at alın­lık­la­rı için bkz. Minns, s. 166, şe­kil 54 ve 55; ve s. 185, şe­kil 78.

Mo­ğol ida­re­si­nin dik­ka­ti çe­ken bir hu­su­si­ye­ti sosyal yardım prog­ra­mıy­dı. İh­ti­yaç sa­hip­le­ri­ne ve yok­sul­la­ra yar­dım et­mek, im­pa­ra­to­run gö­rev­le­ri ar­sın­day­dı. Üge­dey za­ma­nın­da yük­sek gö­rev­li­ler­den ve as­ke­rî li­der­ler­den mü­te­şek­kil bir ku­rul bir sosyal yardım fo­nu ya­rat­mak için özel bir ver­gi alın­ma­sı­nı tav­si­ye et­miş­ti.419 Üge­dey, ay­rı bir fer­man­la ya­şa­na­bi­lir ha­le ge­tir­mek için ço­rak yö­re­ler­de ku­yu­lar ka­zıl­ma­sı­nı em­ret­miş­ti.420 Da­ha geç bir dö­nem­de ih­ti­yaç sa­hip­le­ri­ne kıt­lık za­man­la­rın­da yar­dım et­mek için hü­kü­me­tin te­sis et­ti­ği hu­bu­bat de­po­la­rı ve am­bar­la­rın mev­cu­di­ye­ti­ne da­ir ipuç­la­rı var­dır. Ev­vel­ce söy­len­miş ol­du­ğu üze­re Yüan ha­ne­da­nı­nın son im­pa­ra­tor­la­rı Sa­rı Ir­ma­ğın mec­ra­sı­nı tan­zim et­mek için bir ka­mu ça­lış­ma­sı prog­ra­mı­ ih­das et­miş­ler­di.

419Ko­zin, s. 198. Muh­taç­lar için ka­nun hak­kın­da ay­rı­ca bkz. Na­sı­red­din Tu­sî’­nin ri­sa­le­si, Mi­norsky, “Na­sir al-Din”, s. 771.

420Ko­zin, s. 198-199.

Dev­let ge­lir­le­ri­ne ge­lin­ce, ver­gi­le­rin esas yü­kü fet­he­dil­miş ül­ke­le­rin halk­la­rı­na çek­ti­ri­li­yor­du. Çin­giz Han za­ma­nın­da Mo­ğol­lar hiç ver­gi ver­mi­yor­lar­dı. Üge­dey za­ma­nın­da ay­nî ver­gi tarh edil­di. Her yıl her ko­yun sü­rü­sün­den ulu ha­nın sof­ra­sı­nın ih­ti­yaç­la­rı için iki ya­şın­da bir koç ve sosyal yardım fo­nu için her yüz ko­yun­dan bir ta­ne bir ya­şın­da mar­ya ve­ri­li­yor­du.421 Son­ra­ki dö­nem­de Mo­ğo­lis­tan’­da ilave ver­gi­ler kon­muş ola­bi­lir. Fa­kat XIV. ve XV. yüz­yıl­lar­da Mo­ğol­la­rı tâ­ciz eden dev­let ver­gi­le­ri de­ğil de özel­lik­le o dö­nem­de prens­le­rin mülk­le­ri çok bü­yü­dü­ğü için bu mülk­ler­de ya­şa­yan­la­rın mü­kel­lef ol­duk­la­rı çe­şit­li harç­lar ve hiz­met­ler­di. Her ha­ne­den is­te­nen ay­nî ver­gi ve hiz­me­tin bi­le­şi­mi al­ban di­ye bi­li­ni­yor­du.422

421Age., s. 198.

422Vla­di­mirt­sov, s. 164.

Bu­na kar­şı­lık fet­he­di­len halk­la­ra zor­la ka­bul et­ti­ri­len ver­gi yü­kü Mo­ğol ya­yıl­ma­sı­nın ta ba­şın­dan be­ri ağır­dı. Fet­he­di­len her mil­let Mo­ğol­la­ra ön­ce yıl­lık bir ha­raç son­ra da mu­tad ver­gi­le­ri ver­mek zo­run­day­dı. Bun­lar, baş­lı­ca halkın sosyo-ekonomik durumuna gö­re baş­lı­ca üç çeşitti. Şe­hir­ler­de ya­şa­yan­lar (tüc­car­lar ve ze­na­at­kâr­lar) tam­ga di­ye bi­li­nen bir ver­gi öde­mek zo­run­day­dı­lar;423 sı­ğır ye­tiş­ti­ren­ler sı­ğır ver­gi­si (kop­çur) ve­ri­yor­lar­dı;424 çift­çi­lik ya­panlar ise top­rak ver­gi­si (ka­lan) ver­mek­le mü­kel­lef­ti­ler.425 Üçün­cü ola­rak, asıl ver­gi­le­re ilave­ten fet­he­di­len halk­la­rın özel ola­rak salınan ver­gi­ler­le ye­ri­ne ge­tir­mek zo­run­da ol­duk­la­rı hiz­met­ler var­dı. Mo­ğol prens­le­ri ile or­du ku­man­dan­la­rı­na da fet­he­dil­miş ül­ke­ler­de mülk­le­rin ve­ril­di­ği­ni akıl­da tut­mak ge­re­kir. Bu mülk­ler, in­cü tü­rün­den­di; böy­le top­rak­lar­da ya­şa­yan yer­li halk top­rak kö­le­li­ği­ne ben­zer bir du­rum­day­dı­.

423Tam­ga hak­kın­da bkz. aşa­ğı­da bö­lüm 3, kı­sım 8.

424Kop­çur hak­kın­da bkz. Mi­norsky, “Na­sir al-Din”, s. 788.

425Ka­lan hak­kın­da bkz. aşa­ğı­da bö­lüm 3, kı­sım 8.

Üs­tü­ne üst­lük ulu ha­nın ol­du­ğu gi­bi ma­hal­lî ha­nın da or­du­su­nun saf­la­rı­nı dol­dur­mak için her tâ­bi mil­let­ten as­ker dev­şi­ri­li­yor­du. Yukarıda belirtilen tüm bu ta­lep­le­rin ak­sa­ma­dan ye­ri­ne ge­ti­ril­me­si­ni sağ­la­mak için fet­he­di­len her ül­ke, Mo­ğo­lis­tan­da­ki­le­re ben­ze­r tarzda as­ke­rî mın­tı­ka­lara tak­sim edil­miş­ti. Böy­le her mın­tı­ka­da Mo­ğol ve Türk su­bay­la­rın­dan mey­da­na ge­len bir is­ke­let kad­ro ha­nın or­du­la­rı için yer­li as­ker­le­ri se­fer­ber et­mek­le ve ver­gi­le­rin top­lan­ma­sı­nı de­net­le­mek­le gö­rev­liy­di. Hal­kın gös­ter­me­si ge­re­ken ita­ati te­min et­mek için her as­ke­rî mın­tı­ka­nın ku­man­da­nı­na, yönetimi al­tın­daki yer­li­ler­den dev­şi­ril­miş ma­hal­lî bir­lik­ler teş­kil et­me yet­ki­si ve­ril­miş­ti.

Bir bü­tün ola­rak ele alın­dı­ğın­da fet­he­dil­miş ül­ke­ler­de­ki Mo­ğol ida­re­si, bas­kı­cı ol­mak­la be­ra­ber ha­nın yer­li halk üs­tün­de­ki de­ne­ti­mi­ni te­min ve ida­me ede­cek ka­dar güç­lü ol­mak zorunda olan acı­ma­sız ga­ye­si­ne hiz­met edi­yor­du. An­cak, ha­nın ida­re­si üst se­vi­ye­ler­de ha­ne­dan me­se­le­le­ri ve sa­ir ga­ile­ler­le za­yıf­la­dı­ğı za­man yer­li­ler ken­di­le­ri­ni Mo­ğol­la­rın ida­re­sin­den kur­tar­mak şan­sı­nı gö­rü­yor­lar­dı.

9. MOĞOL İMPARATORLUĞU’NUN İÇ ÇELİŞKİLERİ

Moğollar, or­du­ ve ida­re­le­ri­nin gü­cü ve et­ki­si sayesinde Üge­dey’in ölü­mün­den son­ra bir yüz­yıl daha fet­het­tik­le­ri geniş top­rak­lar üze­rin­de de­ne­tim­le­ri­ni ida­me et­tir­me­ imkanı buldular. Fa­kat Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu var ol­du­ğu sü­re­ce iç ça­tış­ma­lar­la par­ça­lan­mış du­rum­day­dı ve git gi­de ar­tan ga­ile­ler­le kar­şı kar­şı­yay­dı. Bir çok mü­na­se­bet­le can­lı­lı­ğı­nı is­pat et­me­si­ne ve bir çok buh­ra­nı at­la­ta­bil­me­si­ne rağ­men ni­ha­yet da­ğıl­dı ve hâ­kim mil­le­ti Mo­ğo­lis­tan’ın boz­kır­la­rı­na ve çöl­le­ri­ne ge­ri dön­dü.

Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun tüm ya­pı­sı­nı teh­dit eden iç tezatlar, çok ve çe­şit­liy­di­ler. Öncelikle im­pa­ra­tor­lu­ğun üs­tü­ne in­şa edil­di­ği pren­sip­ler ara­sın­da te­mel bir uyum­suz­luk var­dı: im­pa­ra­tor­luk sis­te­mi ile Mo­ğol top­lu­mu­nun fe­odal ya­pı­sı ara­sın­da­ki bağdaşmaz­lık. Diğer yandan im­pa­ra­tor­luk ile ma­hal­lî han­lık­lar ara­sın­da ol­du­ğu gi­bi o han­lık­la­rın ba­zı­la­rı­nın ara­sın­da da iş­bir­li­ği ek­sik­li­ği ve bir çok ça­tış­ma var­dı. Üçüncü olarak, o de­vir­de­ki tek­no­lo­ji­nin ip­ti­daî şart­la­rın­da im­pa­ra­tor­lu­ğun o ka­dar geniş olu­şu, hükümdar için daimi dert kaynağıydı.

Ay­rıca hâ­kim mil­le­tin -Mo­ğol­la­rın- mik­ta­rı ile tebaa halk­la­rın­ki ara­sın­da ke­sin bir oran­tı­sız­lık var­dı; oran 1’e 100 gi­biy­di. Mo­ğol­la­rın büyük çoğunluğu tâ­bi­le­ri­nin ço­ğun­lu­ğu­nun ak­si­ne gö­çe­be ola­rak kal­mış­lar­dı ve bun­dan gu­rur du­yu­yor­lar­dı. Do­ğuş­tan ma­ne­vî ve zih­nî ka­bi­li­yet­le­re sa­hip Moğollar arasında kom­şu­la­rı­nın ve tebaalarının ba­zı­la­rı­nın ka­dim me­de­ni­yet­le­ri ile te­mas­lar­dan çok ya­rar­lan­an bir elit ta­ba­ka oluş­muş ol­ma­sı­na rağ­men, yine de onlar, bir bü­tün ola­rak fet­het­tik­le­ri halk­la­rın ba­zı­la­rın­dan da­ha aşa­ğı bir kül­tür se­vi­ye­sin­dey­di­ler.

Bu te­mas­la­rın çe­şit­li­li­ği, Mo­ğol­la­rın geç­miş­te­ki as­lî bir­li­ği­ni par­ça­la­dı­ğı için, ken­di ba­şı­na po­tan­si­yel teh­li­ke yük­lüy­dü­. Di­nî bağ­lı­lık ba­kı­mın­dan Gö­ğe ta­pan ve­ya şa­ma­nist ola­rak ka­lan es­ki eko­le men­sup Mo­ğol­lar­la Bu­diz­me, İs­la­mi­yet ve Hristiyan­lı­ğa ge­çmiş olan­lar ara­sın­da­ki fark­lı­lık, bü­tün bu ­grup­lar ara­sın­da­ki ma­ne­vî bağ­la­rın gev­şe­me­sine zemin hazırlamıştı. Bu­nun ya­nı sı­ra fet­he­di­len ül­ke­le­rin her bi­ri­ne yer­le­şen Mo­ğol­la­rın ay­nı kül­tür se­vi­ye­si­ne ge­liş sü­reç­le­ri hiç bir za­man ta­mam­lan­ma­mış­tı. Moğollar, Karl A. Wittfogel’in ve Fêng Chia-shêng’in de belirttikleri gibi bir “fe­tih top­lu­mu” ol­duk­la­rı için, hiç bir za­man ken­di kül­tü­rel alış­kan­lık­la­rı­nı terk et­me­ye ve yer­li­le­rin­ki­ni bü­tü­nüy­le ka­bul et­me­ye mey­yal ol­ma­mış­lar­dı. Bu­nun için tâ­bi kı­lı­nan ül­ke­le­rin her bi­rin­de fe­tih­le­rin top­lu­mu ile fet­he­di­len­le­rin­ki­nin ara­sın­da bir fark­lı­lık kal­mış­tı ve bu, so­nun­da bu ül­ke­le­rin çoğunda Mo­ğol­la­ra kar­şı mil­lî direnişin ge­liş­me­si­ni ko­lay­laş­tır­mış­tı.

Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu, je­opo­li­tik ola­rak iki fark­lı kı­sım­dan mey­da­na ge­li­yor­du: Mo­ğol-Türk nü­ve, yâ­ni Mo­ğo­lis­tan, Cun­gar­ya, Yedisu (İli neh­ri yö­re­si), Do­ğu Tür­kis­tan, Ma­ve­ra­ün­ne­hir, Ka­za­kis­tan ve Deşt-i Kıp­çak; ve uç­lar­da yer alan, hal­kı­nın çoğunluğu çift­çi­lik ya­pan, Mo­ğol­la­rın hâ­kim ol­du­ğu dev­let­ler. Boz­kır ku­şa­ğı po­tan­si­yel ola­rak Mo­ğol­la­rın as­ke­rî gü­cü­nün ana kay­na­ğıy­dı. Uç­lar­da­ki dev­let­le­rin hü­küm­dar­la­rı­nın çoğu bu­nu ga­yet iyi an­lı­yor­lar­dı. Çin’­de Yüan ha­ne­da­nı­nın pa­yi­tah­tı ola­rak Pe­kin’in ve Kıp­çak Han­lı­ğı’n­da Sa­ray’ın se­çil­me­le­ri bi­le bu du­ru­ma işa­ret eder. Bu şe­hir­le­rin her bi­ri bir uç dev­le­tin ke­na­rın­da ve boz­kır ku­şa­ğı­nın ya­kı­nın­da bu­lu­nu­yor­du. Sa­de­ce İran İl­han­la­rı bi­raz fark­lı bir si­ya­se­ti be­nim­se­di­ler. Şa­yet Çin’­de­ki ve Gü­ney Rus­ya’­da­ki ak­ra­ba­la­rı­nın ör­ne­ği­ne gö­re dav­ran­sa­lar­dı ka­rar­gâh­la­rı­nı Türk­me­nis­tan’­da de­ğil­se bi­le Ku­zey Ho­ra­san’­da bir yer­ler­de bu­lun­dur­ma­la­rı man­tı­klı olur­du. Bu­nun ye­ri­ne Gü­ney Azer­bay­can’­da­ki Teb­riz’i ilk pa­yi­taht­la­rı yap­tı­lar. Bu ter­ci­he için­de bu­lun­duk­la­rı ka­rı­şık si­ya­sî du­rum -Mı­sır ile olan uzat­ma­lı mü­ca­de­le­le­rin­de uy­gun bir üsse sa­hip ol­mak ama­cıy­la Irak ve Kü­çük As­ya üze­rin­de­ki de­ne­tim­le­ri­ni güç­len­dir­mek ar­zu­su- âmil ol­muş ol­ma­lı­dır. Son­ra­la­rı Kıp­çak han­la­rı­nın bas­kı­sıy­la İl­han­lılar pa­yi­taht­la­rı­nı gü­ne­ye, Teb­riz ile Tah­ran ara­sın­da­ki dağ­lık yö­re­de yer alan Sul­ta­ni­ye’­ye ta­şı­mak zo­run­da kal­dı­lar. Ku­zey Azer­bay­can’­da­ki Mu­gan böl­ge­sin­de el­le­ri­nin al­tın­da sü­va­ri at­la­rı­nı ot­lat­mak için kul­lan­dık­la­rı bir boz­kır par­ça­sı­nın bu­lun­du­ğu­nu ha­tır­la­mak ge­re­kir. Her ne ise pa­yi­taht­la­rı­nı boz­kır­lar­da­ki te­mel Mo­ğol nü­ve­sin­den çok uza­ğa ta­şı­mak­la İl­han­lar Mo­ğol­la­rın da­hi­lî si­ya­set­le­rin­de mü­es­sir ol­ma şans­la­rı­nı da azalt­tı­lar. Kıp­çak han­la­rı bu hu­sus­tan Ha­rezm’­de­ki ken­di ko­num­la­rı­nı güç­len­dir­mek için fay­da­lan­dı­lar. Ni­ha­yet baş­lan­gıç­ta Ma­ve­ra­ün­ne­hir’­de kü­çük bir re­is olan Ti­mur­lenk faz­la kar­şı koy­ma­ya mâ­ruz kal­mak­sı­zın İl­hanlı­la­rın es­ki mül­kü­nü ele ge­çir­di.

İm­pa­ra­tor­lu­ğun Mo­ğol nü­ve­si­nin mer­ke­zî ko­nu­mu­nu ve onun iç ile­ti­şim yol­la­rı­nı de­net­le­me­si göz önü­ne alın­dı­ğın­da, im­pa­ra­tor­lu­ğun sağ­lam­lı­ğı bü­yük öl­çü­de o iç ku­şa­ğın doğ­ru bir şe­kil­de en­teg­ras­yo­nu­na bağ­lıy­dı. As­lın­da Or­ta As­ya böl­ge­si im­pa­ra­tor­lu­ğun bir­li­ği ba­kı­mın­dan çok yı­kı­cı olan fe­odal Moğol po­li­ti­ka­la­rı­nın ci­rit at­tı­ğı yer haline gelmişti. Mo­ğol-Türk iç boz­kır ku­şa­ğı Mo­ğol mil­le­ti­nin müş­te­rek ba­ba mi­ra­sı ola­rak ka­bul edil­di­ğin­den, im­pa­ra­tor­luk ai­le­si­nin her ko­lu o böl­ge­de­ki ulus­lar ve mülk­ler­den ken­di pa­yı­nı ta­lep edi­yor­du. Tu­luy’un so­yun­dan ge­len­le­rin baş­lı­ca ulu­su olan asıl Mo­ğo­lis­tan’ın bü­yük kıs­mı Yüan im­pa­ra­tor­la­rı­nın de­ne­ti­mi al­tın­da bu­lun­mak­la be­ra­ber, gör­müş ol­du­ğu­muz üze­re on­lar hak­la­rı­nı mahfuz tu­ta­bil­mek için bir çok kez sa­vaş­mak zo­run­da kal­mış­lar­dı.

Mo­ğo­lis­tan ile Ka­za­kis­tan ara­sın­da ka­lan as­lî Türk böl­ge­si, Üge­dey ve Ca­ga­tay’ın so­yun­dan ge­len­le­rin ar­pa­lı­ğı ol­muş­tu. Ni­ha­yet Ca­ğa­ta­yo­ğul­la­rı o böl­ge­nin büyük kıs­mı­nı de­net­le­me­ye mu­vaf­fak ol­du­lar. Fe­odal da­ğıl­ma sü­re­cin­den do­la­yı o ko­lun hiç bir kı­dem­li pren­si güç­lü bir mer­ke­zî­leş­miş dev­let kur­ma­yı ba­şa­ra­ma­dı. Bi­raz is­tek­siz de ol­sa­lar Ca­ga­ta­yo­ğul­la­rı ulu ha­nın üs­tün­lü­ğü­nü ka­bul­len­mek zo­run­da kal­dı­lar. Fa­kat şa­yet (im­pa­ra­tor­lu­ğun bir­li­ği açı­sın­dan) Ça­ğa­ta­yo­ğul­la­rı­nın bir yan­dan Pe­kin di­ğer yan­dan Sa­ray ve Sul­ta­ni­ye ara­sın­da­ki ile­ti­şim yol­la­rı­nı blo­ke et­me­le­ri teh­li­ke­si ber­ta­raf edil­miş­se de, Or­ta As­ya­lı prens­ler­den im­pa­ra­tor­luk si­ya­set­le­ri­nin ak­tif bir şe­kil­de des­tek­len­me­si bek­le­ne­mez­di. Böy­le­ce im­pa­ra­tor­lu­ğun boz­kır nü­ve­si­nin as­ke­rî ve si­ya­sî de­ğe­ri bü­yük öl­çü­de azal­tıl­mış olu­yor­du. Ba­tı­da­ki iki han­lı­k -İl­han­lar ile Kıp­ça­ğın- ara­sın­da­ki sü­rek­li ça­tış­ma im­pa­ra­tor­lu­ğun ga­ile­le­ri­ni art­tı­rı­yor­du.

Mo­ğol prens­le­ri­nin ken­di ara­la­rın­da­ki mü­na­se­bet­le­rin kar­ma­şık­lı­ğı­nı da­ha iyi an­la­mak için Çin­giz Han’ın so­yun­dan ge­len her kol­dan pren­sin fet­he­di­len ül­ke­le­rin sö­mü­rül­me­sin­den pay ta­lep et­me­le­ri hak­kın­da bir kaç şey söy­le­mek ge­re­kir. Bil­di­ği­miz üze­re is­ter Çin’­de, Tür­kis­tan’­da, İran’­da ve­ya Rus­ya’­da ol­sun bü­tün bü­yük Mo­ğol se­fer­le­rin­de Çin­giz Han’ın so­yun­dan ge­len dört ko­lun prens­le­ri ya şah­sen ka­tı­la­rak ya da as­ker gön­de­re­rek iş­bir­li­ği ya­pı­yor­lar­dı. Kar­şı­lık ola­rak da her bi­ri ye­ni fet­he­di­len ül­ke­nin ve­ya ora­da­ki özel mülk­le­rin ge­li­rin­den bir pay al­ma­yı bek­li­yor­du. Böy­le­ce Cuz­ca­nî’­ye gö­re Kıp­çak ha­nı Ba­tu’­nun İran’­da­ki her böl­ge­nin ge­li­rin­den pa­yı var­dı ve adam­la­rı ona tah­sis edil­miş yer­ler­de ver­gi top­lan­ma­sı­na ne­zâ­ret edi­yor­lar­dı.426 Ba­tu’­nun Çin’­de Shan-­si eya­le­tin­de de ya­tı­rım­la­rı var­dı. XIV. Yüz­yıl­da Uz­beg Han ora­dan hâ­lâ ge­lir el­de edi­yor­du.427 Hem Üge­dey’in hem Ca­ğa­tay’ın so­yun­dan ge­len­ler de Çin ge­li­rin­den pay sa­hi­biy­di­ler. Ben­zer şe­kil­de Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nun Ba­tı kıs­mın­da Kı­rım li­man­la­rın­dan el­de edi­len ge­lir Mı­sır­lı mu­har­rir İb­ni Mu­fad­dal’ın ifa­de­si­ne gö­re “dört han ara­sın­da” pay edi­li­yor­du, yâ­ni muh­te­me­len Çin­gi­zo­ğul­la­rı­nın dört ko­lu­nun kı­dem­li prens­le­ri ara­sın­da.428 Çin­gi­zo­ğul­la­rı­nın çe­şit­li kol­la­rı­nın im­pa­ra­tor­lu­ğun kay­nak­la­rın­dan ya­rar­lan­ma konusundaki bu or­tak­lı­ğın te­si­ri iki tür­lüy­dü. Bir yan­dan da­ya­nış­ma­yı sür­dür­mek ve ulu ha­na sa­dık ol­mak her­ke­sin men­fa­ati­ney­di. Di­ğer yan­dan za­man za­man id­di­alar ve kar­şı id­di­alar or­ta­lı­ğı ka­rış­tı­rı­yor ve so­nuç İl­han­lar ile Kıp­çak han­la­rı­nın ça­tış­ma­sın­da ol­du­ğu gi­bi hu­zur­suz­luk olu­yor­du.

426Ti­esen­ha­usen, 2, 15; ZO, s. 71 ve Howorth, 2, bö­lüm 1, s. 172 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

427Ia­kinf, s. 260; Gro­us­set, s. 537.

428Bkz. Ve­se­lovsky, s. 46.

İm­pa­ra­tor­luk ai­le­si­nin sü­rat­le bü­yü­me­si Mo­ğol dev­le­ti­nin ve top­lu­mu­nun de­ği­şen ya­pı­sın­da baş­ka bir âmil­di. Çin­gi­zo­ğul­la­rı­nın her ko­lu bü­yü­düğü ve her prens bir ar­pa­lık al­ma bek­len­ti­sin­de ol­du­ğu için,­ Mo­ğo­lis­tan’­da­ki ot­lak­la­rın ve yurt­la­rın çoğu prens­ler ara­sın­da pay­laş­tı­rıl­mış­tı.429 Bu­nun so­nu­cun­da “hâ­kim mil­let” Mo­ğol­lar ken­di­le­ri­ni Al­tın Ak­ra­ba­la­ra tâ­bi va­zi­yet­te bul­muş­lar­dı ve her bi­ri ken­di li­de­ri­nin buy­ru­ğu al­tın­da­ki klan­la­rın hür iş­bir­li­ği­nin ye­ri­ni prens­le­rin ida­re­si al­mış­tı. Böy­le­ce im­pa­ra­tor­lu­ğun üs­tü­ne bi­na edil­di­ği mil­lî Mo­ğol te­me­li ol­duk­ça kü­çül­müş ve ha­ya­ti­ye­tin­den çok şey kay­bet­miş­ti.

429Vla­di­mirt­sov, s. 172-173.

Bu sü­reç ku­rul­ta­yın ol­du­ğu gi­bi or­du­nun ya­pı­sı­na da te­sir et­miş­ti. XIV. Yüz­yıl­da da­ha bü­yük or­du bir­lik­le­ri­nin (tü­men­ler ve bin­lik­ler) ku­man­da mev­ki­le­ri ha­ne­da­na men­sup prens­ler­le dol­muş­tu. Hem Mo­ğol top­lu­mun­da hem de or­du­da oy­na­dık­la­rı ön­de ge­len rol­den do­la­yı, prens­ler, se­çi­ci mec­li­si de de­net­le­ye­bi­li­yor­lar­dı. Bu­yan­tu’­nun im­pa­ra­tor ola­rak se­çil­di­ği ku­rul­ta­ya (1311) 1400 prens ka­tıl­mış­tı.430 As­lın­da XIV. Yüz­yıl­da prens­ler her im­pa­ra­to­run ve ha­nın he­sa­ba al­mak zo­run­da kal­dık­la­rı bir sosyal ve as­ke­rî oli­gar­şi teş­kil edi­yor­lar­dı. Çin’­de bu oli­gar­şi­nin gü­cü bü­rok­ra­si­nin bü­yü­me­si ile bir öl­çü­de nöt­ra­li­ze edil­miş­ti. Hem İran’­da hem Gü­ney Rus­ya’­da oli­gar­şi ni­ha­yet han­la­rın hü­kü­me­ti­ni yık­mış­tı. Bü­tün bun­lar­la bir­lik­te prens­le­rin yük­se­li­şi­nin or­du­nun et­kin­li­ği­ne te­sir et­me­si ka­çı­nıl­maz­dı. As­lın­da Çin­giz Han’ın iki önem­li pren­si­bi­ni ih­lâl edi­yor­du: hiz­met­te eşit­lik ve ter­fi­de kabiliyetin esas alın­ma­sı. Prens­ler ara­sın­da da kabiliyet­li ge­ne­ral­le­rin bu­lun­muş ol­ma­sı­nın ge­rek­me­si­ne rağ­men yük­sek ma­kam­lar üs­tün­de­ki te­kel­le­ri şüp­he­siz Çin­giz ha­ne­da­na men­sup ol­ma­yan bir çok ile­ri ge­len Mo­ğol su­ba­yın ter­fi­si­ne mâ­ni olu­yor­du. Ti­mur­lenk gi­bi ba­zı su­bay­lar bü­tün iti­ba­rı Çin­giz ha­ne­da­nın­dan bir kuk­la ha­na mal edip onun na­mı­na hü­kü­met et­mek yo­luy­la engel­le­re rağ­men ik­ti­da­rı ele ge­çir­me­ye mu­vaf­fak ol­du­lar. Fa­kat bir ço­ğu Ti­mur­lenk ka­dar ba­şa­rı­lı de­ğil­di. Al­tın Or­du’­da­ki Ma­may gi­bi ba­şa­rı­sız olan­la­rın ne­ti­ce­siz ka­lan te­şeb­büs­le­ri hü­kü­met­te za­ten mev­cut olan kar­ga­şa­yı artı­rı­yor­du.

430D’Ohsson, 2, 663.

Mo­ğol­lar­la fet­he­dil­miş mil­let­ler ara­sın­da­ki kül­tür­ler ara­sı mü­na­se­bet­ler me­se­le­si­ne bak­arken, ay­nı kül­tür se­vi­ye­si­ne ge­liş sü­re­ci­nin iş­gal edil­miş olan böl­ge­le­rin ta­ri­hî ve et­nik ar­ka planı­na gö­re de­ğiş­ken­lik ar­zet­ti­ği­ni ak­lı­mız­da tut­ma­mız ge­re­kir. Mo­ğo­lis­tan ile Gü­ney Rus­ya ara­sın­da ka­lan Türk boz­kır yö­re­sin­de faâtih­ler­le fet­he­di­len­le­rin kay­naş­ma­sı hal­kı­nın ek­se­ri­ye­ti zi­ra­at­la uğ­ra­şan ka­dim kül­tür­le­re sa­hip ül­ke­ler­den da­ha ko­lay ve da­ha ça­buk ol­muş­tu. Mo­ğol­lar Or­ta As­ya Türk­le­ri­ne as­ke­rî li­der­lik sun­muş­lar ve ida­re­le­ri­nin ça­tı­sı­nı ka­bul et­tir­miş­ler­di. Fa­kat böl­ge hal­kı­nın sa­de­ce bir azın­lı­ğı­nı teş­kil et­tik­le­ri için ted­rî­cen ül­ke­nin di­li­ni be­nim­se­miş­ler­di. Ça­ğa­day (Ca­ga­tay) adı­nın XV. ve XVI. yüz­yıl­lar­da Yedisu ve Ma­ve­ra­ün­ne­hir böl­ge­le­rin­de par­lak bir şe­kil­de ge­li­şen Türk di­li ve ede­bi­ya­tı­nı be­lirt­mek için kul­la­nıl­ma­sı ka­rak­te­ris­tik­tir. Ça­ğa­tay Türk­çe­si as­len men­şe ola­rak es­ki bir Mo­ğol kabilesinden gel­me­si­ne rağ­men kor­ku­lan fâ­tih Ti­mur­lenk’in ana di­liy­di.

Mo­ğol­la­rın Or­ta As­ya böl­ge­sin­de­ki Türk­ler ta­ra­fın­dan özüm­sen­me­si, her iki ­gru­bun di­nî alt ya­pı­sı­nın öz­deş ol­ma­sıy­la çok ko­lay­laş­mış­tı. Bil­di­ği­miz gi­bi Mo­ğo­lis­tan’­da­ki ba­zı ka­bi­le­le­rin ya­nı sı­ra Do­ğu Tür­kis­tan ve Ma­ve­ra­ün­ne­hir’­de­ki Türk­le­rin bir çok yüz­yıl­dan be­ri Bu­dizm, Nesturî Hristiyan­lık ve İs­lâ­mi­yet ile ta­nış­mış ol­ma­la­rı­na rağ­men XIII. Yüz­yıl­da Cun­gar­ya ve Ka­za­kis­tan’­da­ki Türk ka­bi­le­le­ri­nin ek­se­ri­ye­ti Ça­ğa­tay ulu­su­nun ön­de ge­len klan­la­rı gi­bi Gö­ğe ta­pan ve­ya şa­ma­nist ola­rak gö­rü­nü­yor­lar. XIV. Yüz­yıl­da bi­le Çağa­tay’ın so­yun­dan ge­len bir çok prens hâ­lâ ge­le­nek­sel Mo­ğol di­nî inanç­la­rı­na bağ­lıy­dı­lar. Fa­kat İs­lâ­mi­yet hız­la iler­le­me kay­de­di­yor ve hem yö­re­de­ki Mo­ğol­la­rı hem de Türk­le­ri et­ki­li­yor­du. Ti­mur­lenk Çin­giz Han’ın as­ke­rî dokt­ri­ni­ni ör­nek al­ma­sı­na rağ­men iyi bir Müs­lü­man­dı, ama bu onun si­ya­se­ti­ni Çin­giz han’ın­kin­den da­ha az acı­ma­sız yap­mı­yor­du.

Bil­di­ği­miz üze­re Çin’­de Ku­bi­lay Bu­diz­mi ken­di inan­cı ola­rak be­nim­se­miş ve Yüan ha­ne­da­nı­nın res­mî di­ni yap­mış­tı, hat­ta Ti­bet’in di­nî ya­pı­sın­da hi­ma­ye­siy­le onu da­ha da güç­len­dir­miş­ti. Fa­kat Bu­dizm Çin­li­le­rin sa­hip ol­duk­la­rı ye­gâ­ne din de­ğil­di ve böy­le­ce onun yap­tı­ğı Çin hal­kı­nın an­cak bir kıs­mı üze­rin­de müs­pet te­sir ya­rat­mış ola­bi­lir. Bu­nun ya­nı sı­ra ne­re­dey­se Bu­dist ma­nas­tır­la­rı­nın do­ku­nul­maz­lı­ğı­na va­ran çe­şit­li im­ti­yaz­lar ba­ğış­lan­mış olan Bu­dist ra­hip­ler de Yüan ha­ne­da­nı­nın âle­ti de­ğil­di­ler. Kı­sa sü­re­de ba­ğım­sız bir güç ol­duk­la­rı­nı ve bir çok mü­na­se­bet­le de ko­lay­ca ba­şa çı­kı­la­ma­ya­cak­la­rı­nı gös­ter­di­ler. İl­ginç­tir ki, Ming ih­ti­la­li­nin li­de­ri Chu Yü­an-chang genç­li­ğin­de bir sü­re için bir Bu­dist ma­nas­tı­rın­da ra­hip ada­yıy­dı.

Çin’­de hü­küm­dar­lık eden Mo­ğol ha­ne­da­nı­nın bu ülkedeki din­ler­den bi­ri­ni ka­bul et­miş ol­ma­sı­na rağ­men, Mo­ğol­lar hü­küm­dar­lık et­tik­le­ri Çin hal­kın­dan ida­rî ve iç­ti­maî ola­rak ­grup ha­lin­de ay­rı du­ru­yor­lar­dı. Mo­ğol di­li­ne sımsıkı bağ­lıy­dı­lar. Mar­co Po­lo’­nun şa­hit­li­ği bu ba­kım­dan ay­dın­la­tı­cı­dır. Wittfogel’de Fêng’in hak­lı ola­rak işa­ret et­tiği gi­bi ik­ti­dar­da­ki Mo­ğol ­gru­bu­nu ya­ki­nen ta­nı­ma­sı­na ve Çin’­de çok se­ya­hat et­miş ol­ma­sı­na rağ­men, Mar­co Po­lo’­nun Çin hal­kı hak­kın­da söy­le­ye­cek pek bir şe­yi yok­tu.431 Aşi­kâr­dır ki Çin’­de­ki Mo­ğol­lar ken­di­le­ri­ne has bir dün­ya­da ya­şı­yor­lar­dı. Sa­ray me­ra­sim­le­rin­de ol­du­ğu gi­bi ida­rî mü­es­se­se­le­rin­de de Çin­li­le­rin bir çok şe­yi­ni ör­nek ola­rak al­mak­la be­ra­ber Bü­yük Ya­sa’­ya ri­ayet et­me­ye de­vam edi­yor­lar­dı. Es­ki ha­yat tarz­la­rı ve ye­mek alış­kan­lık­la­rı­nın bir ço­ğu­nun ya­nı sı­ra ge­le­nek­sel sür­ek avı ri­tü­eli­ni mu­ha­fa­za edi­yor­lar­dı. Ku­bi­lay za­ma­nın­da im­pa­ra­tor­luk sa­ray­la­rın­dan bi­ri­nin ya­kı­nın­da kı­mız el­de et­mek için be­yaz kıs­rak yıl­kı­la­rı bu­lun­du­ru­lu­yor­du. Bun­lar kut­sal telakki edi­li­yor­lar­dı ve süt­le­rin­den el­de edi­len kı­mız sa­de­ce im­pa­ra­to­run, im­pa­ra­to­run so­yun­dan ge­len­le­rin ve özel bir im­ti­yaz ola­rak Kor­yat boyu men­sup­la­rı­nın tü­ke­ti­mi için­di.432 Çin­giz Han’ın koy­du­ğu sür­ek avı kurallarına ha­lef­le­ri ta­ra­fın­dan ke­sin­lik­le uyu­lu­yor­du. Odo­ric de Por­de­no­ne’­nin muh­te­me­len res­mî ta­li­mat­la­rın bir kop­ya­sı­nı kul­la­na­rak tas­vir et­ti­ği im­pa­ra­tor Tuğ-Ti­mur za­ma­nın­da­ki bir sür­ek avı aşi­kâr bir şe­kil­de Ya­sa kurallarına is­ti­nat edi­yor­du.

431Wittfogel, s. 9.

432MPMP, 1, 187.

Çin’­de bir çok Mo­ğol bir ba­kım­dan es­ki ge­le­nek­ler­den ay­rıl­mış­lar­dı. Bir ço­ğu Çin’in ta içlerin­de top­rak edin­me­ye he­ves­li ol­muş­tu. Bu­nun so­nu­cun­da sosyo-ekonomik men­fa­at­le­ri­nin Çin­li top­rak sa­hip­le­ri­nin üst ta­ba­ka­sı­nın­ki­ler­le öz­deş­leş­me­si ka­çı­nıl­maz­dı. Gör­müş ol­du­ğu­muz gi­bi, bu, XIV. Yüz­yı­lın or­ta­sın­da Gü­ney Çin’­de köy­lü­le­rin Mo­ğol­la­ra kar­şı olan his­si­ya­tı­na kat­kı­da bu­lu­nan hu­sus­lar­dan bi­riy­di. Mo­ğol­lar ben­zer şe­kil­de top­rak edin­mek ar­zu­su­nu İran’­da da gös­ter­di­ler. Bu te­mâ­yül İl­han­lıla­rın mül­kün­de fe­oda­liz­min ve ma­hal­lî ay­rı­lık­çı­lı­ğın yük­se­li­şi­ne kat­kı­da bu­lun­du ve mül­kün si­ya­sî da­ğıl­ma­sı­nı sü­rat­len­dir­di.

İl­han­lıla­rın de­ne­ti­min­de­ki halk­lar Şii ve Sün­ni olarak bölün­müş ol­ma­la­rı­na rağ­men din ba­kı­mın­dan yüz­yıl­lar­dır Müs­lü­man­dı­lar. İl­hanlı­lar ha­ne­da­nı­nın ku­ru­cu­su Hü­la­gu bir Gö­ğe ta­pan­dı. Ha­lef­le­ri XIII. Yüz­yı­lın so­nun­da Müs­lü­man ola­na ka­dar din far­kı fa­tih­le­rin yo­ğun bir şe­kil­de özüm­sen­me­si­ni en­gel­le­di. Ay­ri­ye­ten İran’­da­ki Mo­ğol ha­ki­mi­ye­ti­nin ilk dö­ne­min­de hem han­lar hem de bü­yük Mo­ğol asil­zâ­de­le­ri Çin’­de ol­du­ğu gi­bi ge­le­nek­sel âdet­le­ri­ne ve ha­yat tarz­la­rı­na bağ­lı kal­dı­lar.433

433Cat­hay, 2, 234-237.

Kıp­çak han­la­rı­nın de­net­le­di­ği böl­ge­ler­de­ki halk­la­rın kül­tü­rel et­nik ar­ka planı ta­bir ca­iz­se Çin ve İran’­da­kin­den da­ha kar­ma­şık­tı. Ka­ra­de­niz boz­kır­la­rın­da­ki Kıp­çak­lar (Ku­man­lar) -ve­ya on­la­rın ek­se­ri­si- Mo­ğol is­ti­la­sı es­na­sın­da hâ­lâ put­pe­rest­ti­ler. Ha­rezm­li­ler ile Vol­ga Bul­gar­la­rı Müs­lü­man­dı­lar. Don yö­re­si, Ku­zey Kaf­kas­ya ve Kı­rım’­da­ki Alan­la­rın çoğu Rum Or­to­doks Hristiyan­dı. Kı­rım’­da­ki Got­la­rın ba­ki­ye­si de öy­ley­di. Boz­kır ku­şa­ğın­da -Aşa­ğı Don ve Aşa­ğı Bug yö­re­le­ri- ya­şa­yan Rus­lar (Brod­ni­ki) da Rum Or­to­doks’­tu.434 Ez­cüm­le Al­tın Or­du’­da Rum Or­to­doks Hristiyan­lı­ğın baş­lı­ca ka­le­si­ni teş­kil eden asıl Rus­ya, boz­kır­la­rın ku­ze­yin­de­ki Rus fe­de­ras­yo­nuy­du.

434Brod­ni­ki hak­kın­da bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 158, 237, 238.

Sı­ğır ye­tiş­ti­ri­ci­le­ri­nin ve man­dı­ra­cı­la­rın yur­du olan Kıp­çak boz­kır­la­rı (Deşt-i Kıp­çak) zi­ra­at ya­pı­lan ve or­man ürün­le­ri sa­na­yi­si bu­lu­nan Ku­zey Rus­ya ile ik­ti­sa­di ve kül­tü­rel ba­kım­dan bâ­riz bir te­zat teş­kil edi­yor­lar­dı. Gü­ney­de­ki ve ku­zey­de­ki kay­nak­la­rın fark­lı­lık ar­zet­me­si, iki böl­ge ara­sın­da can­lı bir ti­ca­re­ti teş­vik edi­yor­du ve bu­nun­la Rus­la­rın ya­nı sı­ra Vol­ga Bul­gar­la­rı iş­ti­gal edi­yor­lar­dı. Bul­gar şe­hir­le­ri ile bir çok Rus şeh­ri­nin Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan tah­ri­bi so­nu­cun­da ti­ca­ret­te üs­tün­lük Or­ta As­ya­lı Müs­lü­man tüc­car­la­ra geç­ti. On­lar, Çin­giz han’ın za­ma­nın­dan be­ri Mo­ğol hü­küm­dar­la­rın hi­ma­ye­si al­tın­day­dı­lar ve Mo­ğol­la­rın ma­li­ye­sin­de önem­li bir rol oy­nu­yor­lar­dı.

Kıp­çak Han­lı­ğı’n­da­ki di­nî ve kül­tü­rel ar­ka planın çe­şit­li­li­ği göz önü­ne alın­dı­ğın­da han­la­rın ni­haî ola­rak din se­çi­min­de te­red­düt et­me­le­ri ta­bi­îdir. İlk Kıp­çak ha­nı olan Ba­tu, Gö­ğe ta­pı­yor­du. Oğ­lu Sar­tak Hristiyan­lı­ğı ka­bul et­miş­ti. Ba­tu’­nun kar­de­şi Ber­ke Müs­lü­man ol­muş­tu. Ha­lef­le­ri Gö­ğe tap­ma­ya ge­ri dön­müş­ler­di ve an­cak XIV. Yüz­yıl­da Uz­beg İs­la­mi­ye­ti ni­ha­yet han­lı­ğın res­mî di­ni yap­mış­tı. Müs­lü­man­la­rın Or­ta As­ya ve Ya­kın Do­ğu’­da­ki ma­lî ve ti­ca­rî üs­tün­lü­ğü Mo­ğol­la­rın Ka­ra­de­niz ­gru­bu­nun ve on­la­rın Türk te­ba­ası­nın Müs­lü­man ol­ma­sın­da şüp­he­siz önem­li bir âmil ol­muş­tu.

Al­tın Or­du han­la­rı Müs­lü­man­lı­k ye­ri­ne Hristiyan­lı­ğa geç­se­ler­di, en azın­dan bir sü­re için Ku­bi­lay ve ha­lef­le­ri­nin Çin’­de ol­duk­la­rı gi­bi Rus­ya’­nın ya­rı ya­rı­ya özüm­sen­miş hü­küm­dar­la­rı ko­nu­mu­nu ala­bi­le­cek­le­ri ile­ri sü­rü­le­bi­lir. Bu tak­dir­de ora­da bir Müs­lü­man azın­lı­ğı olan bir­leş­miş bir Hristiyan dev­let te­sis edi­le­bi­lir­di. Han­lar İs­lâ­mi­ye­te geç­tik­le­ri için böy­le bir dev­le­tin te­si­si yüz­yıl­lar­ca son­ra­sı­na er­te­len­miş­ti. Mev­cut şart­lar al­tın­da XIV. ve XV. yüz­yıl­lar­da Mo­ğol­lar ile Rus­lar ara­sın­da uzun boy­lu bir kül­tü­rel kay­naş­ma ol­ma­sı imkanı yok­tu. Bu­nun yüzden Al­tın Or­du, Müs­lü­man ve Hristiyan olmak üzere ikiye bölünmüştür.

III. BÖLÜM
ALTIN ORDU

1. CUÇİ ULUSU

Ge­le­nek­sel ola­rak Al­tın Or­du di­ye bi­li­nen Kıp­çak Han­lı­ğı, Cu­çi Ulu­su denilen da­ha bü­yük bir si­ya­sî olu­şu­mun sa­de­ce bir par­ça­sıy­dı. Ölü­mün­den kı­sa bir sü­re ön­ce Çin­giz Han’ın oğul­la­rın­dan her bi­ri­ni ulu ha­nın üs­tün oto­ri­te­si­ne bağ­lı ol­mak kay­dıyla im­pa­ra­tor­lu­ğun bi­rer par­ça­sı­nın, bir ulu­sun hü­küm­da­rı yap­tı­ğı ha­tır­la­na­cak­tır. Ka­za­kis­tan ve fet­he­di­le­cek olan “Ba­tı Ül­ke­le­ri”, Çin­giz’in en bü­yük oğ­lu Cu­çi’­ye tah­sis edil­di­ğin­den, Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun o kıs­mı Cu­çi Ulu­su ve­ya Ba­tı Han­lı­ğı di­ye bi­li­nir­di; Mar­co Po­lo Cu­çi­oğul­la­rın­dan “Ba­tı’­nın Tar­tar­la­rı” di­ye bah­se­der.

Cu­çi’­nin ölü­mün­den son­ra ikin­ci oğ­lu Ba­tu, ulu­sun hü­küm­da­rı ola­rak ka­bul edil­di. Batu, Rus­ya’­nın fet­hi­ni mü­te­akip pa­yi­tah­tı­nı bil­di­ği­miz üze­re Aşa­ğı Vol­ga bo­yun­da Sa­ray’­da te­sis et­ti. Cu­çi ulu­su­nun as­lî kıs­mı Ba­tu’­nun ağa­be­yi Or­da’­nın ar­pa­lı­ğı idi. Ba­tı Si­bir­ya, Ka­za­kis­tan ve Sir­der­ya neh­ri­nin aşa­ğı hav­za­sı­nın da­hil ol­du­ğu geniş bir böl­ge­yi ih­ti­va edi­yor­du.435 Cu­çi’­nin di­ğer oğul­la­rın­dan iki­si­ne, Şey­ban ve Tu­ka-Ti­mur’a da bu böl­ge­den pay ve­ril­di. Ba­tu’­nun Cu­çi Ulu­su­nun do­ğu kıs­mı­na hük­me­den kar­deş­le­ri, ev­vel­ce onun met­bu­lu­ğu­na tâ­bi iken son­ra­dan Do­ğu Han­lı­ğı ne­re­dey­se ba­ğım­sız ol­du.

435ZO, s. 295-296; Spu­ler, s. 25, 275.

Cu­çi’­nin ulu­su im­pa­ra­tor­lu­ğun en ba­tı­da­ki kıs­mı ol­du­ğu için, ana yön­le­ri renk­ler­le be­lir­le­me sis­te­mi­ne gö­re be­yaz renk­le gös­te­ril­di­ği­ni var­sa­ya­bi­li­riz. Pla­no Car­pi­ni’­li John’a gö­re Gü­yük’ün se­çi­min­de dört gün sü­ren tö­ren­le­rin her gü­nün­de ku­rul­ta­ya ka­tı­lan Mo­ğol­lar özel renk­te kaf­tan­lar gi­yi­yor­lar­dı. Bi­rin­ci gün­kü renk be­yaz­dı.436 Kha­ra-Da­van’ın fik­rin­ce birinci gün Cu­çi Ulu­su­nun se­çim­le­re ka­tı­lı­şı­nı sem­bo­li­ze edi­yor­du.437 O gün­kü ka­bul bü­yük bir be­yaz ka­di­fe­ otağ­da ya­pıl­mış­tı. Bu tak­dir­de Cu­çi Ulu­su muh­te­me­len Ak Or­du di­ye bi­li­ni­yor­du. Do­ğu ve ba­tı di­ye iki alt ulu­sa bölün­me­siy­le renk­ler me­se­le­si da­ha da kar­ma­şık­laş­tı. Kay­nak­lar­da alt ulus­lar için iki ad –Ak ve Kök Or­du­– zik­re­di­lir, ama han­gi ren­gin han­gi han­lı­ğa atıf­ta bu­lun­du­ğu bel­li de­ğil­dir.

436Rock­hill, s. 19.

437Kha­ra-Da­van, s. 199.

Artık bilim adamlarının çoğu, Do­ğu Han­lı­ğı­na Be­yaz Or­du (Türk­çe­si Ak Or­du) ve Ba­tı Han­lı­ğı­na Ma­vi Or­du (Türk­çe­si Kök Or­du) den­di­ğin­de mu­ta­bık­tır­lar.438 Ka­na­atim­ce bu yo­rum şüp­he­li­dir. Öncelikle Rus va­ka­yi­nâ­me­le­ri­nin şe­ha­det­le­ri­ni na­zar-ı iti­bare al­ma­mız ge­re­kir. Bun­lar­da (Rus­ya’­nın doğ­ru­dan bağ­lı ol­du­ğu) Ba­tı Han­lı­ğı­na Bü­yük Or­du (Bolşa­ya Or­da) ve­ya sa­de­ce Or­du (Or­da) ve Do­ğu Han­lı­ğı­na Ma­vi Or­du (Si­nyaya Or­da) den­mek­te­dir. Rus­lar Ma­vi adı­nı kul­la­nır­ken şüp­he­siz ken­di­le­ri­ne bu bil­gi­yi ve­ren Ta­tar­lar gi­bi dav­ra­nı­yor­lar­dı. Ay­rıca Do­ğu Han­lı­ğı­na uy­gu­lan­dı­ğı za­man ad man­tı­kî gö­zük­mek­te­dir, zi­ra ma­vi do­ğu­nun ren­gi­dir. Şark kay­nak­la­rın­da Kök Or­du ve Ak Or­du ad­la­rı hu­su­sun­da bir mu­ta­ba­kat yok­tur. Ger­çi İs­ken­der Ano­ni­mi de­nen XV. Yüz­yıl va­ka­yi­nâ­me­si gi­bi ba­zı İran kay­nak­la­rın­da do­ğu or­du­su­na be­yaz ve ba­tı­da­ki­ne ma­vi di­ye atıf­ta bu­lu­nul­du­ğu doğ­ru­dur.439 Fa­kat baş­ka bir İran kay­na­ğı, Kut­ba’­nın “Hüs­rev ve Şi­rin” şi­iri XIV. Yüz­yıl­da Kıp­çak ha­nı olan Ti­ni­beg’­den Ak Or­du’­nun hü­küm­da­rı di­ye söz eder.440 XV. Yüz­yıl­da Kıp­çak Han­lı­ğı­’nı zi­ya­ret eden Al­man sey­yah Jo­hann Sc­hilt­ber­ger ona Bü­yük Tar­ta­ris­tan (ki bu Rus va­ka­yi­nâ­me­le­rin­de­ki Bü­yük Or­du’­ya tekabül eder) ve­ya Be­yaz Tar­ta­ris­tan (ki bu Ak Or­du’­ya tekabül eder) de­miş­ti.441 Al­tın Or­du’­nun son han­la­rın­dan bi­ri olan Ah­med’in 1481’de Tü­men ha­nı İbak ta­ra­fın­dan kat­li hikaye­sin­de Ah­med’in “be­yaz ça­dı­rın­da” öl­dü­rül­müş ol­du­ğu­nun söy­len­di­ği ilave edi­le­bi­lir.442

438Spu­ler, s. 25; ZO, s. 261-262.

439Ti­esen­ha­usen, 2, 127. W. Bart­hold, va­ka­nü­vi­sin ta­nık­lı­ğın­da­ki bir ta­kım ka­rı­şık­lı­ğa işa­ret et­mek­te­dir; bkz. Bart­hold, Turcs, s. 135.

440Ti­esen­ha­usen, 2, 4.

441Sc­hilt­ber­ger, s. 7, 33, 34. Sc­hilt­ber­ger’in Al­man­ca met­ni­nin Ne­umann edis­yo­nu s. 39’da Ham­mer-Purgs­tall’ın mü­la­ha­za­la­rı ile mu­ka­ye­se edi­niz.

442Va­ka­yi­nâ­me­le­rin Us­ti­ag Der­le­me­si, s. 94.

Bu tak­dir­de öncelikle bir bü­tün ola­rak Cu­çi Ulu­su­nun ve son­ra da ba­tı kıs­mı olan Kıp­çak Han­lı­ğı’­nın Ak Or­du ola­rak bi­lin­diği gö­rü­lü­yor. Ve yi­ne de mo­dern ta­rih ya­zı­mın­da Ak Or­du’­ya Al­tın Or­du de­ni­yor. Bu adın se­be­bi ve men­şei ne­dir? Gör­dü­ğü­müz üze­re sa­rı ren­gi tem­sil eden al­tın, Mo­ğol­la­rın im­pa­ra­tor­luk gü­cü­nün tim­sa­liy­di. Ay­nı za­man­da sa­rı coğ­ra­fî ola­rak or­ta­nın, yâ­ni mer­ke­zî dev­le­tin ren­giy­di.

Al­tın Or­du adı kay­nak­la­rı­mız­da ilk de­fa Ulu Han Gü­yük’ün im­pa­ra­tor­luk ota­ğı­nı be­lirt­mek için gö­rü­lü­yor. Ve ma­lu­mu­nuz ol­du­ğu üze­re, Çin­giz Han’ın so­yun­dan ge­len­ler Al­tın Ak­ra­ba­lar di­ye bi­li­ni­yor­lar­dı ve en azın­dan Müs­lü­man Uz­beg Han (1313-1341 yıl­la­rın­da han­lık yap­mış­tır) res­mî ka­bul­ler­de “al­tın otağ”da (İb­ni Ba­ttu­ta’­nın Se­ya­hat­ler’i­nin Fran­sız­ca ter­cü­me­sin­de pa­vil­lon d’or) otur­mak iti­ya­dın­day­dı.443 Ha­nın bu otağ­da­ki tah­tı yal­dız­lı gü­müş va­rak­lar­la kap­lıy­dı. Yi­ne de ne ota­ğı ve tah­tı taf­si­lât­la bir şe­kil­de tas­vir eden İb­ni Ba­ttu­ta, ne de XIV. ve XV. Yüz­yıl­lar­da­ki baş­ka bir Do­ğu­lu ya­zar Kıp­çak Han­lı­ğı’­na Al­tın Or­du de­mez.

443İb­ni Ba­ttu­ta, 2, 383.

Al­tın Or­du’­dan Rus kay­nak­la­rın­da­ki ilk ba­his (1564 yı­lı ci­va­rın­da ya­zıl­mış olan) Ka­zan Çar­lı­ğı­nın Ta­ri­hi’n­de gö­rü­lür. Bu ki­ta­bın Ka­zan Han­lı­ğı’­nın ta­ri­hî geç­mi­şi­ne iyi­ce aşi­na olan ya­za­rı, bil­gi­le­ri­ni en azın­dan kıs­men Ka­zan Ta­tar­la­rın­dan al­mış­tır.444 Kı­rım ve Ka­zan han­lık­la­rı Ak Or­du’­dan ay­rıl­dık­tan son­ra Ka­zan’ın bu üç ha­lef dev­let ­gru­bun­da or­ta dev­let ola­rak telakki edil­me­si muh­te­mel gö­zü­kü­yor ve do­la­yı­sıy­la ona “or­ta or­du” mana­sı­na Al­tın Or­du den­miş­tir.

444Ka­zan Va­ka­yi­nâ­me­si, PSRL, 19, G. Z. Kunt­se­vich, Is­to­ri­ia o Ka­zans­kom Tsarts­ve (St. Pe­ters­burg, 1905).

Al­tın Or­du adı ta­ri­hî li­te­ra­tür­de ge­le­nek­sel­leş­ti­ği için, onun ye­ri­ne da­ha uy­gun olan Ak Or­du’­yu ika­me et­mek sa­de­ce ka­fa ka­rış­tı­rır ve yan­lış an­la­ma­la­ra se­bep ola­bi­lir. Bu yüz­den ko­lay­lık ol­sun di­ye Kıp­çak Han­lı­ğı’­na ve­ya Ak Or­du’­ya bun­dan böy­le Al­tın Or­du di­ye atıf­ta bu­lu­nu­la­cak­tır.

2. BATU’NUN VE OĞULLARININ HÜKÜMDARLIKLARI

Or­du’­nun Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu da­hi­lin­de muh­tar bir dev­let ola­rak te­mel­le­ri Ba­tu Han ta­ra­fın­dan 1242 yı­lın­da Ma­ca­ris­tan se­fe­rin­den dö­nü­şün­den son­ra atıl­mış­tı. Dört yıl son­ra Pla­no Car­pi­ni’­li John’un Mo­ğo­lis­tan’a se­ya­ha­ti za­ma­nın­da ye­ni dev­le­tin ana hat­la­rı çok­tan ke­sin şek­li­ni al­mış­tı. Gü­ney­ba­tı Rus­ya ve Ku­man boz­kır­la­rı ora­lar­da ko­nuş­lan­dı­rıl­mış olan Mo­ğol bir­lik­le­ri­nin ku­man­dan­la­rı­nın hâ­ki­mi­ye­ti al­tın­day­dı. İda­re güç­lü ve se­ya­hat et­mek gü­ven­liy­di.

Ba­tu’­nun Vol­ga neh­ri­nin kı­yı­sın­da­ki pa­yi­tah­tı John’un ifa­de­siy­le “çok muh­te­şem”di. Han ve ai­le­si, daha önce Ma­ca­ris­tan kra­lı­na ait olan bü­yük ke­ten otağ­lar­da otu­ru­yor­lar­dı. Ha­nın sa­ra­yın­da­ki ka­bul John ta­ra­fın­dan şu söz­ler­le tas­vir edil­miş­tir: “O [Ba­tu] ka­rı­la­rın­dan bi­ri ile bir­lik­te taht gi­bi yük­sek bir yer­de otu­ru­yor­du; fa­kat [ai­le­sin­den] di­ğer her­ke­sin ya­nı sı­ra er­kek kar­deş­le­ri ve oğul­la­rı ve dü­şük mev­ki­li di­ğer­le­ri, da­ha aşa­ğı­da [ota­ğın] or­ta­sın­da­ki bir sı­ra­nın üs­tün­de otu­ru­yor­lar­dı. Di­ğer her­kes, er­kek­ler sağ­da, ka­dın­lar sol­da ol­mak üze­re, on­la­rın ar­ka­sın­da yer­de otu­ru­yor­lar­dı.”445

445Rock­hill, s. 10.

Ye­di yıl son­ra baş­ka bir sey­yah, Rub­ruck’­lu William, Ba­tu’­nun or­du­gâ­hı­nı “Onun ikametgâhı, in­san­ların çevresinde üç ve­ya dört lig446* me­sa­fe­ye ya­yıl­mış ola­rak ­yaşadığı bü­yük bir şe­hir. Her­ke­sin ça­dı­rı­nı ce­ma­atin iba­det ça­dı­rı­nın ne ta­ra­fı­na ku­ra­ca­ğı­nı bil­di­ği İs­ra­ilo­ğul­la­rı gi­bi bun­lar da yer­le­şe­cek­le­ri za­man or­du­nun han­gi ta­ra­fı­na ko­na­cak­la­rı­nı bi­li­yor­lar” di­ye tas­vir edi­yor­du.447 Ke­şiş William’ın ka­bul tö­re­ni ke­şiş John’un­ki­nin ben­ze­riy­di. Ba­tu’­nun şah­sî gö­rü­nü­mü hak­kın­da ke­şiş William “ba­na efen­dim, ru­hu mu­az­zez olan, John de Be­au­mont ile ay­nı boy­da gö­rün­dü”448 di­yor. N. M. Ka­ram­zin de “Ne ya­zık ki biz Mon­si­eur de Be­au­mont ile kar­şı­laş­mak şe­re­fi­ne hiç na­il ola­ma­dık!” di­ye fik­ri­ni be­lir­ti­yor.449 Ke­şiş William’ın se­ya­ha­tin­den he­men son­ra Ba­tu, ika­met­gâ­hı­nı ye­ni ku­rul­muş olan Sa­ray şeh­ri­ne ta­şı­dı.

446Lig: Fer­sah, tak­rî­ben 5 ki­lo­met­re –çn.

447Age., s. 122.

448Age., s. 123.

449Ka­ram­zin, 4, dip­not 49; No­tes, 4, 30.

Ar­ke­olo­jik bul­gu­la­ra gö­re Ba­tu’­nun pa­yi­tah­tı Ast­ra­han’ın 65 mil ka­dar ku­ze­yin­de Ak­tübe’nin (Aşa­ğı Vol­ga del­ta­sın­da bir kol) do­ğu ya­ka­sın­da bu­lu­nu­yor­du.450

450ZO, s. 68-69.

Ba­tu’­nun ma­ne­vî özel­lik­le­ri­ne ba­zı Şark yıl­lık­la­rı­nın ya­nı sı­ra Türk folk­lo­run­da ona ve­ri­len sa­in [sayın] lâka­bı işa­ret edmektedir. Bu kelime, ge­nel­lik­le “iyi” şeklinde ter­cü­me edil­miş­tir. Fa­kat Pa­ul Pel­li­ot ke­li­me­nin bir de “ze­ki” mana­sı­na gel­di­ği­ni be­lir­ti­yor ki Ba­tu söz ko­nu­su ol­du­ğun­da böy­le an­la­şıl­ma­sı ge­re­kir.451 Böy­le­ce sa­in han “ak­lı ba­şın­da han” ve­ya “âkil han” de­mek ola­bi­lir.

451Pel­li­ot, s. 106.

Deşt-i Kıp­çak (Ku­man boz­kır­la­rı) Ba­tu’­nun han­lı­ğı­nın nü­ve­si­ni teş­kil edi­yor­du. Ba­tı uzan­tı­sı Bul­ga­ris­tan ve do­ğu­su Ha­rezm idi. Ku­zey­de Rus­ya’­nın di­ren­ci kı­rıl­mış­tı, ama iş­gal ve kont­rol me­ka­niz­ma­sı­nın henüz ku­rul­ma­sı ge­re­ki­yor­du. Ba­tu’­nun hâ­ki­mi­ye­ti gü­ney­de Kı­rım’a ve Ku­zey Kaf­kas­ya’­ya ka­dar uza­nı­yor­du. Üge­dey’in hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan iş­gal edi­len Trans­kaf­kas­ya ile Üge­dey’in dul eşi­nin na­ip­li­ği es­na­sın­da fet­he­di­len Kü­çük As­ya Sel­çuk­lu Sul­tan­lı­ğı res­men Ba­tu’­nun hâ­ki­mi­yet sa­ha­sı­na da­hil de­ğil­di­ler. Fa­kat o böl­ge­ler­de­ki Mo­ğol or­du­la­rı­na Çin­giz’in so­yun­dan ge­len prens­ler de­ğil, ge­ne­ral­ler (no­yan­lar) ku­man­da edi­yor­lar­dı. Bu ba­kım­dan Ba­tu, olay­la­rın ce­re­yan et­ti­ği yer­le­re coğ­ra­fî ola­rak en ya­kın Çin­gi­zoğ­lu ol­du­ğu gi­bi kı­dem­liy­di de. Bu şart­lar al­tın­da bu ye­ni fet­he­di­len böl­ge­ler­le bi­raz il­gi­len­me­si bek­le­ne­bi­lir­di ve bu­ra­la­rın hü­küm­dar­la­rı onun­la te­ma­sa geç­mek­te ace­le et­ti­ler. Me­se­lâ Sel­çuk­lu sul­ta­nı II. Gı­ya­sed­din Key­hüs­rev, Ba­tu’­ya üç he­yet gön­der­di. Gür­cü pren­si Da­vid (ge­le­ce­ğin Gür­cis­tan kra­lı V. Da­vid) bir sü­re Ba­tu’­nun ya­nın­da re­hi­n ola­rak kal­dı.452

452Spu­ler, Hor­de, s. 30; Spu­ler, Iran, s. 45.

Rus­ya’­ya ge­lin­ce Ba­tu’­nun kar­şı kar­şı­ya kal­dı­ğı iki esas me­se­le var­dı: Rus prens­le­ri­nin ira­de­si­ne ita­at­la­rı­nı sağ­la­mak ve ha­raç ve ver­gi tah­si­li­nin teşkilatlanması­nı yap­mak. Pla­no Car­pi­ni’­li John’un yol­cu­lu­ğu es­na­sın­da Ku­zey Rus­ya’­da Mo­ğol bir­lik­le­ri yok­tu; gü­ney­ba­tı­da Ku­rem­sa’­nın (Ku­rum­şi)453 ku­man­da­sın­da­ki bir tü­men Ki­yef’in gü­ne­yin­de Din­ye­per böl­ge­sin­de ko­nuş­lan­dı­rıl­mış­tı. 1246 yı­lın­da Ki­yef’­te bir Rus pren­si yok­tu; Ki­yef böl­ge­si­nin ya­nı sı­ra Çer­ni­gov böl­ge­si­nin bir kıs­mı ve Po­dol­ya doğ­ru­dan doğ­ru­ya Mo­ğol­la­rın kont­ro­lü al­tın­day­dı­. John’a gö­re Mo­ğol­lar 1254 yı­lı ci­va­rın­da bü­tün o yö­re­nin hal­kın­dan or­du­la­rı için as­ker dev­şir­miş­ler­di.

453Rus va­ka­yi­nâ­me­le­rin­de Ku­rem­sa; adın Mo­ğol­ca oku­nu­şu için bkz. Cle­aves, “Mon­go­li­an Na­mes”, s. 433-435.

Kont­rol­le­ri­ni da­ha ba­tı­ya, ku­ze­ye ve do­ğu­ya doğ­ru yay­gın­laş­tır­mak için Rus prens­le­ri­nin iş­bir­li­ği yap­ma­la­rı­na ih­ti­yaç­la­rı var­dı. İlk ola­rak bağ­lı­lık­la­rı­nı su­nan­lar Do­ğu Rus­ya prens­le­ri ol­du­lar. 1242 yı­lı gi­bi er­ken bir ta­rih­te Vla­di­mir gran­dü­kü I. Ya­ros­lav, Ba­tu’­nun or­du­su­na git­ti ve hü­küm­dar­lı­ğı te­yit edil­di. Oğ­lu Cons­tan­ti­ne, ken­di­si­nin ve ba­ba­sı­nın sa­da­ka­ti­ni na­ibe sun­mak üze­re Mo­ğo­lis­tan’a gön­de­ril­di. Bil­di­ği­miz üze­re 1246 yı­lın­da Ya­ros­lav’ın ken­di­si Ka­ra­ku­rum’a git­ti ve Gü­yük’ün tah­ta çı­kış tö­ren­le­rin­de ha­zır bu­lun­du.454 Ya­ros­lav Rus­ya’­ya bir da­ha ge­ri dön­me­di; has­ta­lan­dı ve Mo­ğo­lis­tan’­da öl­dü. Ke­şiş John’a gö­re Gü­yük’ün an­ne­si olan ha­tun ta­ra­fın­dan ze­hir­len­miş­ti. Hem Ka­ram­zin hem de Rock­hill, ulu ha­nın is­te­se Ya­ros­lav’ı ale­nen idam et­ti­re­bi­le­ce­ği­ni ve bu yüz­den Mo­ğol­la­rın el al­tın­dan iş yap­ma­ya ih­ti­yaç­la­rı­nın ol­ma­dı­ğı­nı ile­ri sü­re­rek John’un hikaye­si­ni şüp­hey­le kar­şı­lar­lar.455 Fa­kat John’un Ka­ra­ku­rum’­da­ki Rus­lar­dan edin­di­ği bil­gi­ler ge­nel­lik­le doğ­ru­dur. Bi­zim Gü­yük ile Ba­tu ara­sın­da­ki mü­na­se­be­tin ger­gin­li­ği­ni de he­sa­ba kat­ma­mız ge­re­kir. Şa­yet Gü­yük Ya­ros­lav’ın Ba­tu’­nun âle­ti ol­du­ğu­nu dü­şün­düy­se on­dan ses­siz­ce kur­tul­ma­yı ge­rek­li gör­müş ola­bi­lir. Ay­rıca bil­di­ği­miz üze­re Gü­yük an­ne­si­nin na­ip­li­ği es­na­sın­da ta­kip et­ti­ği si­ya­se­ti tas­vip et­mi­yor­du. Bu ba­kım­dan ha­tu­nun Ya­ros­lav’ı oğ­lu­na inat ol­sun di­ye ze­hir­le­me ih­ti­ma­li var­dır. Ba­ba­la­rı­nın ölüm ha­be­ri­ni alın­ca Ya­ros­lav’ın oğul­la­rı Alexander Nevsky ve Andrew, bağ­lı­lık­la­rı­nı sun­mak için Ba­tu’­nun or­da­sı­na git­ti­ler. Ba­tu her iki­si­ne de ulu ha­na say­gı­la­rı­nı sun­mak üze­re Ka­ra­ku­rum’a git­me­le­ri ta­li­ma­tı­nı ver­di (1247).

454Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 2, kı­sım 1, s. 61.

455Ka­ram­zin, 4, 35-35; Rock­hill, s. 25-26.

Bu za­man zar­fın­da Ba­tu, Ba­tı Rus­ya me­se­le­le­ri­ne ken­di usu­lün­ce hal­let­ti. Uğ­raş­ma­sı ge­re­ken ön­de ge­len iki Rus pren­si Ga­liç­ya­lı Da­ni­el ile Çer­ni­gov’­lu Mikael idi­ler.456 1240-41 yıl­la­rın­da­ki Mo­ğol is­ti­la­sın­dan alı­nan kan­lı ders­ten son­ra bi­le hem prens­lik­ler hem de mil­let­ler ara­sın­da­ki sür­tüş­me ve re­ka­bet­le­rin azal­mak­sı­zın de­vam et­me­si, Or­ta Av­ru­pa’­nın do­ğu­sun­da­ki fe­odal top­lum için ka­rak­te­ris­tik­tir. Bir çok uz­laş­ma te­şeb­büs­le­ri­ne rağ­men Ga­liç­ya prens­le­ri Çer­ni­gov prens­le­ri ile ne­re­dey­se de­vam­lı bir ça­tış­ma içe­ri­sin­dey­di­ler. Ni­hai he­def­le­ri Ga­liç­ya’­yı kontrol altında tutmak olan Le­his­tan ve Ma­ca­ris­tan, bir o ta­ra­fı bir bu ta­ra­fı des­tek­le­ye­rek du­rum­dan ya­rar­lan­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar­dı. Bu da Ma­car­lar ile Leh­ler ve bu iki mil­let ile Rus­lar ara­sın­da sü­rek­li ça­tış­ma­la­ra yol açı­yor­du. Kuv­vet­le­ri­ni bir Leh­ler­le bir Ma­car­lar­la bir­leş­tir­mek zo­run­da olan Ga­liç­ya prens­le­ri, Ma­car-Çek ve Çek-Leh re­ka­bet­le­ri­ne mü­da­ha­le ede­rek bir çok defa Or­ta Av­ru­pa ça­tış­ma­la­rı­na ka­rış­mış­lar­dı.

456Ga­liç­ya­lı Da­ni­el ile Çer­ni­gov­lu Mikael’in ön­ce­ki mü­na­se­bet­le­ri için bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 239-240.

Hü­küm­dar­lı­ğı­nın ilk yıl­la­rın­da Ba­tu’­nun dik­ka­ti ge­le­cek­te ye­ni ulu ha­nın se­çi­mi mü­na­se­be­tiy­le Mo­ğol li­der­le­riy­le yapılacak mü­za­ke­re­ler üzerinde yo­ğun­laş­mış­tı; Trans­kaf­kas­ya ve Ana­do­lu ile olan mü­na­se­bet­ler de onu meş­gul edi­yor­du. Bu yüz­den 1245 yı­lı­na ka­dar Ba­tı Rus­ya prens­le­ri­nin iş­le­ri­ne mü­da­ha­le et­me­di. O ta­rih­te Gü­yük’ün taht için aday­lı­ğı ile il­gi­li ola­rak Mo­ğo­lis­tan’­da ka­ra­ra va­rıl­mış­tı. Ba­tu onay­la­ma­sa bi­le bu­nu ka­bul et­mek zo­run­day­dı. Şim­di ar­tık Ba­tı Rus­ya üs­tün­de­ki kont­ro­lü­nü güç­len­dir­mek için ser­best­ti.

Bu ara­da Ga­liç­ya­lı Da­ni­el ve kar­de­şi Volinyalı Va­sil­ko hem Ma­car­lar hem Leh­ler ta­ra­fın­dan des­tek­le­nen (Çer­ni­gov’lu Mikael’in oğ­lu) Prens Ros­tis­lav’ı 1245 yı­lın­da ağır bir mağ­lu­bi­ye­te uğ­rat­mış­lar­dı. Bu za­fer, Da­ni­el’i Or­ta Av­ru­pa’­nın do­ğu­sun­da­ki en güç­lü hü­küm­dar yap­tı ve Ba­tu Da­ni­el ta­ra­fın­dan Mo­ğol­lar­dan ba­ğım­sız­lı­ğı­nı el­de et­mek için muh­te­mel bir te­şeb­bü­sü ön­le­me hu­su­sun­da ace­le et­ti. Da­ni­el’e Ga­liç­ya’­nın ida­re­si­ni bir Mo­ğol ge­ne­ra­li­ne dev­ret­me­si­ni em­ret­ti. Da­ni­el bu­nun ye­ri­ne tâ­bi ola­rak bağ­lı­lı­ğı­nı Ba­tu’­ya şah­sen sun­ma­ya ka­rar ver­di ve bu amaç­la ha­nın or­da­sı­na git­ti. Ha­nın önün­de ye­re ka­pan­ma­sı ge­rek­ti, ama bu­nun dışında hüsn-ü ikbal gör­dü ve her tür­lü iyi mu­ame­le ya­pıl­dı. Ba­tu, Da­ni­el’e “Bi­zim iç­ki­le­ri­mi­zi, ka­ra süt ve kı­mı­zı içi­yor mu­sun?” di­ye sor­du.457 “Şim­di­ye ka­dar iç­me­miş­tim, ama şim­di em­ret­ti­ği­niz gi­bi ya­par içe­rim.” An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Ba­tu mem­nun ol­muş­tu. “Şim­di biz­den bi­ri­sin” de­di ve Rus pren­si­ne bir ku­pa şa­rap su­nul­ma­sı­nı em­ret­ti. “Sü­te alı­şık de­ğil­sin, öy­ley­se bi­raz şa­rap iç.” Hüs­n-ü ka­bul gör­me­si­ne rağ­men Da­ni­el’in ol­du­ğu gi­bi şö­val­ye­le­ri­nin gu­ru­ru da de­rin­den ya­ra­lan­mış­tı. “Ah, Ta­tar’ın onur­lan­dır­ma­sı kö­tü­den de kö­tü­dür” di­ye yo­rum ya­pı­yor Ga­liç­ya­lı va­ka­nü­vis. “Da­ni­el bü­yük prens, Rus ül­ke­si­nin efen­di­si şim­di diz çö­kü­yor ve ken­di­si­ne ha­nın ku­lu di­yor.”458

457Hyp., s. 185. Kı­mız ta­ham­mür et­miş kıs­rak sü­tü­dür; ta­ham­mür et­miş inek sü­tü­ne ar­yan de­nir. Süt­ten, ar­yan ve­ya kı­mız­dan Kal­mak­lar ve di­ğer Mo­ğol­lar ark­hi (ve­ya ar’­ka) di­ye bi­li­nen süt ra­kı­sı­nı da­mı­tır­lar. Kha­ra-Da­van’a gö­re ar’­ka ev­de iç­mek ve­ya dost­la­ra ik­ram et­mek için ya­pı­lır; hiç bir za­man sa­tış için de­ğil­dir, Kha­ra-Da­van, s. 78, dip­not 2. MPYC, 1, 259-260 ile mu­ka­ye­se edi­niz. Sü­tü da­mıt­mak pro­se­si Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re XIII. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da keş­fe­dil­miş­ti. Bu Rub­ruck’­lu William’ın “ca­ra-cos­mos” (ka­ra kı­mız) ve Rus va­ka­nü­vis­le­rin “ka­ra süt” de­dik­le­ri iç­ki­dir. Mo­ğol­ca ve Türk­çe’­de su (ve­ya her­han­gi bir sı­vı) ile il­gi­li ola­rak “ka­ra” sı­fa­tı “ber­rak”, “şef­faf” de­mek­tir (süt ra­kı­sı şef­faf­tır).

458Hyp., s. 185.

Da­ni­el’in Sa­ray’a git­me­sin­den bir kaç ay son­ra Çer­ni­gov’lu prens Mikael Ba­tu’­yu gör­me­ye git­ti. Şan­sı ra­ki­bin­den da­ha az ya­ver git­ti. Ba­tu’­nun iki pren­se kar­şı dav­ra­nı­şın­da­ki fark­lı­lık Da­ni­el’in Mi­ha­el’­den da­ha güç­lü ol­ma­sı ve Ba­tu’­nun onun gön­lü­nü ya­pa­rak bo­yun eğ­dir­me­yi ge­rek­li bul­muş ol­ma­sıy­la izah edi­le­bi­lir. Ay­rı­ca Ga­liç­ya Le­his­tan ve Ma­ca­ris­tan’a ya­kın­dı ve Da­ni­el her za­man bu iki ül­ke­den bi­ri­si­ne sı­ğı­na­bi­lir­di. Hem Mikael hem de oğ­lu Ros­tis­lav yıl­lar­ca Ma­ca­ris­tan’­da kal­mış­lar­dı ve Ros­tis­lav Da­ni­el’e kar­şı yap­tı­ğı se­fer­de­ki ba­şa­rı­sız­lı­ğın­dan son­ra ora­ya ge­ri dön­müş­tü.459 Fa­kat Mikael Çer­ni­gov’a ge­ri dön­me­yi ter­cih et­miş ve ken­di­si­ni ora­da Ba­tu’­nun mer­ha­me­ti­ne kal­mış ola­rak bul­muş­tu. Ay­rı­ca an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Ba­tu, Mikael’in ni­ye­ti­ne iti­mat et­mi­yor­du. Mikael’i an­cak iki ateş ara­sın­da yü­rü­ye­rek arın­dık­tan son­ra hu­zu­ru­na ka­bul et­ti. Bu, Mo­ğol­la­rın ha­nın hu­zu­ru­na çık­ma­yı ar­zu eden ya­ban­cı­lar için mu­tad uy­gu­la­ma­sıy­dı ve on­la­rın ate­şin si­hir­li özel­lik­le­ri­ne olan inanç­la­rı­na da­ya­nı­yor­du. Hal­bu­ki Da­ni­el’e bu ya­pıl­ma­mış­tı.

459Ros­tis­lav, kral IV. Béla’nın kı­zı olan Ma­car pren­se­si Ann ile ev­len­miş ve tı­mar ola­rak Tu­na neh­ri bo­yun­da­ki Mac­hin prens­li­ği­ni al­mış­tı. Bkz. S. Pa­la­uzov, Ros­tis­lav Mik­ha­ilo­vich (St. Pe­ters­burg, 1851); V. Pro­ko­fi­ev, “Ros­tis­lav Mik­ha­ilo­vich, russ­ki kni­az’ XIII ve­ka”, Sbor­nik Russ­ko­go Ark­he­olo­gic­hes­ko­go Obshc­hest­va (Belg­rad, 1936), s. 131 vd., G. Ost­ro­gorsky ta­ra­fın­dan “Urum-Des­po­tes”, BZ, 44 (1951), 455’te nak­le­dil­di­ği gi­bi.

Üs­te­lik Pla­no Car­pi­ni’­li John’a gö­re Ba­tu, Mikael’in Çin­giz Han’ın pu­tu (on­gon) önün­de ye­re ka­pan­ma­sı­nı is­te­di. Mikael Ba­tu’­nun ta­le­bi­ni ye­ri­ne ge­tir­me­yi red­det­ti ve hat­ta küs­tah­ça dav­ra­na­rak “iğ­renç put­la­rı” lâ­net­le­di. Bu yüz­den ken­di­si­ne ha­nın or­da­sı­na ka­dar re­fa­kat et­miş olan ve ken­di­si­ni “din şe­hit­le­ri­nin ta­cı­nı ka­zan­ma­sı” için teş­vik eden sa­dık bo­yar­la­rın­dan bi­riy­le bir­lik­te idam edil­di.460 Çer­ni­gov ha­ne­da­nın­dan bir baş­ka prens, Ms­tis­lav’ın oğ­lu Andrew da he­men he­men ay­nı za­man­da idam edil­di.461 Pla­no Car­pi­ni’­li John’a gö­re izin al­mak­sı­zın yurt dı­şı­na at ih­raç et­me­sin­den do­la­yı ce­za­lan­dı­rıl­mış­tı.462

460Mikael’in din şe­hi­di ol­ma­sı­nın Hyp., s. 181 ve La­ur. 2, col, 471’de kı­sa bir an­la­tı­lı­şı ve Ni­kon, 10, 130-133’te ge­niş­le­til­miş bir ver­si­yo­nu var­dır. Ay­rı­ca bkz. Pla­no Car­pi­ni’­li John’un hikaye­si, Risch, s. 67-70; Se­reb­ri­ansky, Zhi­ti­ia, s. 110-111; Lik­hac­hev, s. 283. Mikael’in ida­mı­nın se­bep­le­ri hak­kın­da bkz. Gri­go­ri­ev, Yarly­ki, s. 55-57.

461Bkz. Bavm­gar­ten 1, Tab­lo 4, No. 64; Rog., s. 31.

462Risch, s. 71.

Prens Mikael’in ida­mı Da­ni­el’in es­ki ra­ki­bi­ni or­ta­dan kal­dır­mış ve böy­le­ce po­zis­yo­nu­nu güç­len­dir­miş­ti. Ay­rı­ca tâ­bi­si sıfatıyla Ba­tu’­nun hi­ma­ye­si­ne maz­har ola­rak Da­ni­el şim­di ken­di­siy­le dost­luk kur­ma­ya ça­lı­şan kom­şu hü­küm­dar­la­rın nez­din­de iti­bar ka­zan­mış­tı. Ma­ca­ris­tan kra­lı Béla, kı­zı­nı Da­ni­el’in oğ­lu Leo ile ev­len­dir­miş ve Da­ni­el’in bir di­ğer oğ­lu Ro­man’ın mü­te­vef­fa Avus­tur­ya dü­kü­nün ye­ğe­ni Gert­ru­de ile ev­len­me­sin­de ara­cı ol­muş­tu. Ro­man böy­le­ce Avus­tur­ya tah­tı­na müd­dei ol­muş­tu. Bu, Béla’nın Da­ni­el’in il­gi­si­ni Avus­tur­ya tah­tı­na çı­kış me­se­le­si­ne çek­me­si­ni ve Kut­sal Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­na kar­şı on­dan as­ke­rî yar­dım al­ma­sı­nı sağ­la­mış­tı.463

463Da­ni­el ile Béla’nın Avus­tur­ya me­se­le­le­ri ile iliş­ki­li mü­na­se­bet­le­ri hak­kın­da bkz. Flo­rovsky, 1, 212-223; Pas­hu­to, s. 255-256.

1246 yı­lın­da Ba­tu’­nun or­da­sın­dan ge­ri dön­dük­ten son­ra Da­ni­el’in or­du­su­nu Mo­ğol usu­lü­ne gö­re ye­ni­den teşkilat­lan­dı­rıp ye­ni baş­tan teç­hiz et­ti­ği­ni kay­det­mek ge­re­kir. Avus­tur­ya el­çi­le­ri or­du­gâ­hı­na gel­dik­le­ri za­man Da­ni­el’in sü­va­ri­le­ri­ni Mo­ğol tar­zın­da zırh­la­ra bü­rün­müş ve at­la­rı­nın baş­lık­lar, omuz ve gö­ğüs cebeleri ile ko­run­muş ol­duk­la­rı­nı gö­rün­ce şa­şır­mış­lar­dı. “Ve si­lah­la­rı pı­rıl pı­rıl­dı.” Fa­kat Da­ni­el’in ken­di­si va­ka­nü­vi­sin tâ­bi­riy­le “Rus âde­ti­ne gö­re” gi­yin­miş­ti. Yu­nan bro­ka­rın­dan ya­pıl­mış ve al­tın dan­tel­le tez­yin edil­miş bir süvari kaf­ta­nı gi­yi­yor­du; çiz­me­le­ri ye­şil me­şin­den­di. Kı­lı­cı al­tın kak­ma­lıy­dı ve muh­te­şem bi­ne­ği­nin eye­ri yal­dız­lıy­dı.464

464Hyp., s. 187. Bi­zans sü­va­ri kaf­ta­nı (ska­ra­man­gi­on) hak­kın­da bkz. N. Kon­da­kov, “Les Cos­tu­mes orientaux à la co­ur by­zan­ti­ne”, By­zan­ti­on, 1, (1924), 7-49; Age., Oc­her­ki i za­met­ki po is­to­rii sred­ne­ve­ko­vo­go is­kusst­va i kul­tury (Prag, 1929), s. 232-240.

Béla’nın ve Da­ni­el’in ça­ba­la­rı­na rağ­men so­nun­da Kut­sal Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nun des­tek­le­di­ği aday olan Bo­hem­ya­lı Ot­to­kar (1253 yı­lın­dan iti­bâ­ren Bo­hem­ya kra­lı) Avus­tur­ya dü­kü ol­du.465 As­lı­na ba­kı­lır­sa, Da­ni­el Or­ta Av­ru­pa’­yı ate­şe ver­me­ye ni­yet­li de­ğil­di. Ak­si­ne o ta­rih­te Mo­ğol­la­ra kar­şı Ba­tı’­nın des­te­ği­ne ih­ti­ya­cı ol­du­ğu­ so­nu­cu­na var­mış­tı. Ger­çek­ten de Ba­tu’­ya kar­şı alt­tan alı­şı sa­de­ce bir tak­tik­ti. Uzun va­de­li st­ra­te­ji­si Mo­ğol­la­ra kar­şı mü­ca­de­le için ha­zır­lan­mak­tı. Fa­kat ih­ti­yat­lı ha­re­ket et­mek zo­run­day­dı ve baş­lan­gıç­ta ni­ye­ti­ni bel­li et­me­di.

465Ot­to­kar’ın ka­rı­sı bir Avus­tur­ya pren­se­siy­di. 1276 yı­lın­da Ot­to­kar Avus­tur­ya’­yı Haps­burg kra­lı I. Ru­dolph’a terk et­mek zo­run­da kal­dı.

Da­ni­el’in ye­ni dip­lo­ma­tik oyu­nun­da­ki ilk işi, 1250 yı­lın­da can düş­ma­nı im­pa­ra­tor II. Fre­de­rick’in ölü­mün­den son­ra oto­ri­te­si bü­yük öl­çü­de art­mış olan pa­pa ile te­ma­sa geç­mek ol­du. Bir kaç yıl ön­ce Pla­no Car­pi­ni’­li John va­sı­ta­sıy­la Ba­tı Rus­ya prens­le­ri­nin oto­ri­te­si­ni ka­bul et­me­le­ri için za­rar ede­nin pa­pa­nın ken­di­si ol­du­ğu ha­tır­la­na­cak­tır. John’un Volinya’­da bu­lun­du­ğu sı­ra­da (muh­te­me­len 1245 yı­lı­nın Ara­lık ayın­da) Da­ni­el Ba­tu’­nun or­du­gâ­hın­day­dı ve kar­de­şi Va­sil­ko pa­pa­nın ta­sav­vu­ru­na sem­pa­ti bes­le­mek­le be­ra­ber ki­li­se­ler bir­li­ği me­se­le­sin­de her­han­gi bir so­rum­lu­luk al­ma­yı red­det­miş­ti. Ke­şiş­ler Mo­ğo­lis­tan’a doğ­ru yol­cu­luk­la­rı­na de­vam edin­ce pa­pa uz­laş­ma için ze­min ha­zır­la­mak üze­re Da­ni­el’e baş­ka bir din ada­mı­nı gön­der­miş­ti.466 Mo­ğo­lis­tan’­dan ge­ri ge­lir­ken John ve yol­da­şı Ga­liç­ya’­da mo­la ver­di­ler. (1247 yı­lı­nın Ha­zi­ran ayın­da) ve Da­ni­el ile Va­sil­ko on­la­rı “bü­yük bir se­vinç­le” kar­şı­la­dı­lar. John’a gö­re her iki prens “Efen­di­miz Pa­pa’­nın ken­di has efen­di­le­ri ve ba­ba­la­rı ol­ma­sı­nı ve Ro­ma Ki­li­se­si­nin ha­nım­la­rı ve an­ne­le­ri ol­ma­sı­nı ar­zu et­tik­le­ri­ni söy­le­di­ler... Ve bun­dan son­ra bi­zim­le Efen­di­miz Pa­pa’­ya mek­tup­la­rı­nı ve se­fir­le­ri­ni gön­der­di­ler.”467 Bu­nu se­fa­ret he­yet­le­ri­nin te­ati­si ta­kip et­ti. Da­ni­el Ga­liç­ya ve Volinya’­nın din adam­la­rı ile hal­kı­nı Pa­pa’­yı ki­li­se­le­ri­nin ba­şı ola­rak ka­bu­le ik­na et­me­ye ra­zı ol­du. Bu­na mu­ka­bil Pa­pa Da­ni­el’e kra­li­yet ta­cı­nı ve Ro­ma Ka­to­li­ği mil­let­le­rin as­ke­rî yar­dı­mı­nı va­at et­ti.468

466HRM, 1. No. 63, No. 65 ile mu­ka­ye­se edi­niz; Pas­hu­to, s. 251-252.

467Rock­hill, s. 32.

468Hrus­hevsky, 3, 68-73; Flo­rovsky, 1, 233-240.

Da­ni­el ay­nı za­man­da 1251 yı­lın­da kız­la­rın­dan bi­rini ev­len­dir­di­ği Vla­di­mir gran­dü­kü Andrew, (Alexander Nevsky’­nin kar­de­şi) ile mü­za­ke­re­le­re gi­riş­ti. Andrew, Da­ni­el ile iş­bir­li­ği yap­ma­yı ka­bul et­ti, ama çok şey ya­pa­ma­dı, zi­ra ile­ri­de izah edi­le­cek se­bep­ler yü­zün­den 1252 yı­lın­da tah­tı­nı kay­bet­ti. Böy­le­ce Da­ni­el’in ye­gâ­ne ümi­di Ba­tı’­dan yar­dım al­mak ol­du. Pa­pa ona res­men kra­li­yet ala­met­le­ri­ni gön­der­di ve Da­ni­el 1253 yı­lın­da Dro­gic­hin şeh­rin­de kral ola­rak taç giy­di. Fa­kat Pa­pa’­nın Ka­to­lik dev­let­le­ri Da­ni­el’e yar­dım için Mo­ğol­la­ra kar­şı bir haç­lı se­fe­rin­de bir ara­ya ge­tir­me ça­ba­la­rı so­nuç ver­me­di.

Şim­di Do­ğu Rus­ya’­da­ki olay­la­ra ge­ri dö­ne­bi­li­riz. Alexander Nevsky ile kar­de­şi Andrew, 1247 yı­lı­nın son­la­rın­da ve­ya 1248 yı­lı­nın baş­la­rın­da Gü­yük’ün hu­zu­ru­na çık­tık­la­rı za­man, han, Andrew’u Vla­di­mir gran­dü­kü ve Alexander’ı Ki­yef pren­si yap­mış­tı. Bu ikin­ci ta­yin önem­li­dir, çün­kü Gü­yük’ün ken­di­si­ne ba­ğım­lı bi­ri­nin Ba­tı Rus­ya’­da hü­küm­dar­lık et­me­si­ni is­te­di­ği­ni gös­ter­mek­te­dir. Kar­deş­ler, 1249 yı­lın­da Rus­ya’­ya ge­ri dön­müş­ler­di. Bu sı­ra­da Gü­yük öl­müş­tü, ama ara dö­nem­de prens­lik mev­ki­le­ri ye­ni­den tak­sim edil­me­miş­ti. Andrew Vla­di­mir’e yer­le­şir­ken, Alexander Ki­yef ye­ri­ne Nov­go­rod’a git­miş­ti. Rus­ya’­nın ye­ni baş­pis­ko­po­su 1251 yı­lın­da onu ora­da zi­ya­ret et­miş­ti. Es­ki met­ro­po­lit Jo­seph’in 1240 yı­lın­da Ki­yef’­te te­lef ol­du­ğu­nu bu mü­na­se­bet­le kay­det­mek ge­re­kir. Ga­liç­ya­lı Da­ni­el an­cak al­tı yıl­lık bir ara­dan son­ra met­ro­po­lit­li­ği ye­ni­den te­sis için ini­si­ya­ti­fi ele al­mış ve ada­yı olan Cy­ril adın­da­ki Ba­tı Rus­ya­lı bir ke­şi­şi pat­ri­ğin ona­yı­nı al­mak için İz­nik’e gön­der­miş­ti.469 Cy­ril res­men Ki­yef met­ro­po­li­ti gö­re­vi­ne ge­ti­ril­miş­ti, ama Ya­kın Do­ğu’­da­ki ka­rı­şık du­rum­dan do­la­yı 1249 ve­ya 1250 yı­lı­na ka­dar Rus­ya’­ya ge­ri dön­me­miş­ti. Ki­yef’i ta­ma­men tah­rip ol­muş ve pis­ko­pos­luk ida­re­si­nin te­si­si için na­mü­sa­it va­zi­yet­te bu­lun­ca bu­nun ye­ri­ne Do­ğu Rus­ya’­ya git­miş­ti. Da­ni­el’in Pa­pa ile mü­za­ke­re­le­ri­ni onay­la­ma­ma­sı, ka­ra­rı için ilave bir âmil­di. Ay­rıca Nov­go­rod’­da bu­lun­sa bi­le Alexander res­men Ki­yef pren­si idi.

4691204 yı­lın­da Cons­tan­ti­nop­le’­de La­tin İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nun ku­rul­ma­sın­dan son­ra Bi­zans pat­ri­ği Cons­tan­ti­nop­le’­den İz­nik’e ta­şın­mış­tı.

Bu ara­da Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğun­da­ki ara dö­nem Möng­ke’­nin ye­ni ulu han ola­rak se­çil­me­siy­le son bul­muş­tu (1251). Bu olay bü­tün prens­lik be­rat­la­rı­nın ye­ni­len­me­si­ni ge­rek­ti­ri­yor­du. Fa­kat Möng­ke ile Ba­tu ara­sın­da­ki ya­kın dost­luk­tan ve Möng­ke’­nin Ba­tu’­ya ba­ğış­la­dı­ğı bü­yük yet­ki­ler­den do­la­yı Rus prens­le­ri bu se­fer gö­rev­le­ri­nin teyiti için Ka­ra­ku­rum ye­ri­ne Sa­ray’a gi­de­cek­ler­di. As­lı­na ba­kı­lır­sa Ba­tu da Rus­ya me­se­le­le­rin­de yet­ki­yi –an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Nesturî iti­ka­dın­da bir Hristiyan olan– oğ­lu ve müş­te­rek hü­küm­dar Sar­tak’a dev­ret­miş­ti. Rus­lar bun­dan böy­le Sar­tak’a mu­ha­tap ola­cak­lar­dı. Alexander Nevsky, te­red­düt et­mek­si­zin Sa­ray’a git­ti. Fa­kat Andrew, ge­rek­li yol­cu­lu­ğu yap­ma­yı red­det­ti. Ha­na mu­ha­le­fe­tin­de şa­yet Da­ni­el’in yar­dı­mı­na gü­ven­diy­se he­sa­bı­nı yan­lış yap­mış­tı. Da­ni­el, Mo­ğol­la­ra kar­şı ke­sin bir ta­vır ta­kın­ma­ya he­nüz ha­zır de­ğil­di. Sar­tak, he­men Vla­di­mir’e ce­za­lan­dır­mak için as­ker sevk et­ti. Andrew Suz­dal­ya’­da­ki Pe­re­yas­lavl şeh­ri ya­kı­nın­da Mo­ğol­la­rın kar­şı­sı­na çık­tı.470 Or­du­su mağ­lup edil­di ve kendisi Nov­go­rod’a kaç­mak zo­run­da kal­dı. Ora­dan Koly­van’a (Re­vel, şim­di Tal­linn) geç­ti ve son­ra İs­veç’e sı­ğın­dı. Mo­ğol­lar Suz­dal­ya’­yı yağ­ma et­ti­ler.

470Suz­da­lya’­da­ki Pe­re­yas­lavl Pe­re­yas­lavl-Za­les­kii (Or­ma­nın Ar­ka­sın­da) di­ye de bi­lin­mek­te­dir.

Sar­tak, şim­di Vla­di­mir tah­tı­nın be­ra­tı­nı Alexander Nevsky’­ye ba­ğış­la­dı. Alexander Vla­di­mir’e var­dı­ğı za­man met­ro­po­lit Cy­ril, din adam­la­rı ve bir şe­hir­li ka­la­ba­lı­ğı ta­ra­fın­dan kar­şı­lan­dı.471 Bo­yar­lar­dan kar­şı­la­ma hikaye­le­rin­de bah­se­dil­me­me­si dik­kat çe­ki­ci­dir. Fa­kat va­ka­nü­vis­ler­den bi­ri, Andrew’un, Nov­go­rod’a “bo­yar­la­rıy­la bir­lik­te” kaç­tı­ğı­nı be­yan edi­yor.472 An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Vla­di­mir bo­yar­la­rı bir bü­tün ha­lin­de Andrew’u Mo­ğol­la­ra kar­şı mu­ha­le­fe­tin­de des­tek­li­yor­lar­dı ve Alexander’a ve onun ha­na sa­da­kat si­ya­se­ti­ne kar­şıy­dı­lar.

471Lavr. 1, Fasc. 2, col. 473; Ni­kon, 10, 139.

472Ni­kon, 10, 138 (sol sü­tun).

Alexander’ın si­ya­se­ti­nin mo­tif­le­ri­ni da­ha iyi an­la­mak için on­la­rı Da­ni­el’in­ki­ler ile mu­ka­ye­se et­mek uy­gun gö­rü­nü­yor. Öncelikle iki mül­kün coğ­ra­fî planın­da­ki fark­lı­lık önem­li­dir. Ga­liç­ya Sa­ray’a Vla­di­mir’e na­za­ran da­ha uzak­tı. Da­ni­el han­dan ba­ğım­sız­lı­ğı­nı ka­zan­mak ümit­le­ri bes­le­ye­bi­lir­ken Alexander bu­nu ya­pa­maz­dı. Bil­di­ği­miz gi­bi Da­ni­el Ba­tı’­dan des­tek gel­me­si­ni bek­li­yor­du. Alexander Ba­tı’­ya gü­ven­mi­yor­du. Bu mü­na­se­bet­le prens­le­rin kar­şı kar­şı­ya ol­duk­la­rı Ba­tı­lı dev­let­le­rin ya­pı­sın­da bâ­riz bir fark­lı­lık ol­du­ğu­nu vur­gu­la­mak ge­re­kir. Da­ni­el’in Le­his­tan ve Ma­ca­ris­tan ile ça­tış­ma­la­rı­na rağ­men bu iki ül­ke­nin hü­küm­dar­la­rı onun düş­man­la­rın­dan zi­ya­de sa­de­ce ra­kip­le­riy­di­ler (ve ba­zen de dost­la­rıy­dı­lar). İç­ti­maî ve ­psi­ko­lo­jik ola­rak Slav Le­his­tan ile ya­rı Slav Ma­ca­ris­tan Ga­liç­ya ve Volinya ile ay­nı Or­ta Av­ru­pa çev­re­si­ne men­sup­tu­lar. Bu­na mu­ka­bil Alexander’in genç­li­ğin­de kar­şı­la­rı­na di­kil­mek zo­run­da kal­dı­ğı Tö­ton Şö­val­ye­le­ri ile İs­veç­li­ler, haç­lı ru­hu ve her yö­nüy­le sö­mür­ge­ci ya­yıl­ma­ya duy­duk­la­rı il­gi ile do­lu ol­duk­la­rı için, o ta­rih­te Rus­ya’­nın aman­sız düş­man­la­rıy­dı­lar. Da­ni­el, Ga­liç­ya’­yı bir dost dev­let­ler fe­de­ras­yo­nu­nun or­ta­ğı yap­ma­yı ümit ede­bi­lir­ken, Alexander şa­yet Ba­tı’­dan hiç yar­dım alır­sa bu­nun Ba­tı’­nın ken­di şart­la­rıy­la ola­ca­ğı­nı bi­li­yor­du. Tö­ton Şö­val­ye­le­ri­nin hi­ma­ye­si­ni el­de et­mek on­la­rın met­bu­lu­ğu­nu ta­nı­ma­yı da be­ra­be­rin­de ge­ti­ri­yor­du. Ay­rı­ca Alexander on­la­rın yar­dı­mı ile dahi Vla­di­mir’i Mo­ğol as­ker­le­rin­den ko­ru­ma­yı ümit ede­mez­di. Ku­zey Rus­ya Tö­ton Şö­val­ye­le­ri ile Mo­ğol­lar ara­sın­da bö­lü­şü­lür ve Nov­go­rod şö­val­ye­le­rin Vla­di­mir ise Mo­ğol­la­rın olur­du. Alexander ül­ke­yi böl­mek­ten­se Mo­ğol­la­ra sa­dık kal­ma­yı ter­cih et­ti.

Alexander ile Da­ni­el’in ken­di ki­li­se­le­ri­ne bağ­lı­lık ba­kı­mın­dan ta­vır­la­rın­da te­mel bir fark­lı­lık var­dı. Or­ta Av­ru­pa’­nın kül­tü­rel or­ta­mın­da­ki Da­ni­el için Ro­ma Ka­to­lik Ki­li­se­si eşit si­ya­sî ve iç­ti­maî se­vi­ye­de ol­du­ğu kom­şu­la­rı­nın ki­li­se­siy­di. Ba­tı Rus­ya’­nın prens­lik ha­ne­dan­la­rı ile kom­şu Or­ta Av­ru­pa mil­let­le­ri ara­sın­da sık sık ev­li­lik­ler ya­pı­lı­yor­du.473 Di­ğer ta­raf­tan Alexander için Ro­ma Ka­to­lik Ki­li­se­si haç­lı şö­val­ye­le­ri ta­ra­fın­dan tem­sil edi­li­yor­du. Bu hu­su­sa iki pren­sin ru­hî du­ru­mu hak­kın­da­ki fark­ı ilave et­mek ge­re­kir. Alexander ken­di­si için ci­han­şü­mul ger­çe­ğin tim­sa­li olan Rum Or­to­doks Ki­li­se­si­nin Da­ni­el’­den çok da­ha ateş­li bir men­su­bu ola­rak gö­zü­kü­yor. Ka­rak­ter ve şah­si­yet ola­rak Da­ni­el da­ha kay­gı­sız­ken ve Ba­tı şö­val­ye­li­ği­nin alış­kan­lık­la­rı­na ve ta­sav­vur­la­rı­na ba­ğım­lıy­ken, Alexander ga­ye­si ba­kı­mın­dan da­ha cid­diy­di ve ül­ke­si ve hal­kı için da­ha de­rin bir so­rum­lu­luk his­si bes­li­yor­du. Müm­taz bir as­ke­rî li­der olan Alexander, ay­nı za­man­da se­rin­kan­lı bir dev­let ada­mıy­dı ve ne ka­dar zor da ol­sa ka­de­rin ka­çı­nıl­maz sey­ri­ni ka­bul ede­cek ka­dar ger­çek­çiy­di. Bir ke­re bu sey­ri ka­bul et­tik­ten son­ra on­dan sap­maz­dı ve onu te­ba­sı­na, hat­ta ba­şı­na buy­ruk Nov­go­rod­lu­la­ra ka­bul et­tir­me­yi ba­şar­mış­tı.

473Bkz. Ba­um­gar­ten 1, Tab­lo 11.

Ba­tu, 1255 yı­lı ci­va­rın­da öl­dü ve ye­ri­ne oğ­lu Sar­tak geç­ti. Ölü­mü Rus prens­le­ri­ni hiç bir şe­kil­de et­ki­le­me­di, çün­kü on­lar zâ­ten Sar­tak’ın oto­ri­te­si­ne tâ­biy­di­ler. O ta­rih­te Rus hal­kı­nın sır­tı­na ye­ni müş­kül­ler yük­len­mek­le be­ra­ber, bun­la­rı baş­la­tan Sar­tak de­ğil, Ulu Han Möng­ke idi. Çin se­fe­ri­nin ya­nı sı­ra Ya­kın Do­ğu’­nun plan­la­nan fet­hi için da­ha çok as­ke­re ih­ti­ya­cı olan Möng­ke, as­ker dev­şir­mek ve ver­gi top­la­mak amacıyla, 1252 yı­lı gi­bi er­ken bir ta­rih­te im­pa­ra­tor­lu­ğun bü­tü­nün­de ye­ni bir nü­fus sa­yı­mı ya­pıl­ma­sı­nı em­ret­miş­ti.474 Sar­tak, 1256 yı­lı ci­va­rın­da öl­dü. Ye­ni han Ulag­çı be­rat­la­rı­nı ye­ni­le­mek üze­re bü­tün Rus prens­le­ri­ni Sa­ray’a ça­ğır­dı. Di­ğer­le­ri­nin ya­nı sı­ra, sa­bık ser­keş Vla­di­mir gran­dü­kü Andrew, “bir çok he­di­ye ile bir­lik­te” Ulag­çı’­nın hu­zu­ru­na çık­tı. Ka­çak kar­de­şi­nin İs­veç’­ten ge­ri dön­me­si­ni ha­zır­la­yan muh­te­me­len Alexander Nevsky idi. Andrew af­fe­dil­di ve Suz­dal prens­li­ği­ne ta­yin edil­di. Ulag­çı Rus tâ­bi­le­ri­ni hoş­ça ka­bul eder­ken nü­fus sa­yı­mı ve as­ke­re alım için verilen im­pa­ra­tor­luk em­ri­ni te­yit et­ti.

474Spu­ler, s. 31. Nü­fus sa­yı­mı Çin’­de 1252 yı­lın­da ya­pıl­mış­tı; bkz. M.Ota­gi, ASTH, s. 9-10 (İn­gi­liz­ce özet).

Bu gö­rev­le­rin ve­ril­di­ği Mo­ğol me­mur­la­rı 1257 yı­lın­da Do­ğu Rus­ya’­da –Ri­azan ve Mu­rom prens­lik­le­ri ile Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğın­da– gö­rün­dü­ler. 1252 yı­lın­da­ki ce­za­lan­dır­ma ha­re­ke­ti­nin deh­şe­ti­ni ha­tır­la­yan Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın hal­kı, di­ren­me­ye hiç te­şeb­büs et­me­di. Mo­ğol ida­re­si­nin ka­lı­cı iş­le­yiş tar­zı şim­di Do­ğu Rus­ya’­da te­sis edil­di ve ül­ke hem as­ke­re al­ma­yı hem ver­gi top­la­ma­yı ko­lay­laş­tır­mak için as­ke­rî mu­ta­ba­ka­la­ra (tü­men, bin­lik, yüz­lük ve on­luk) tak­sim edil­di.475 Böy­le­ce Do­ğu Rus­ya’­da ida­re­nin ye­ni­den teşkilat­lan­ma­sı­nı ta­mam­la­dık­tan son­ra Mo­ğol­lar dik­kat­le­ri­ni Nov­go­rod’a ter­cih et­ti­ler.

475Ni­kon, 10, 141.

Nov­go­rod­lu­lar Mo­ğol me­mur­la­rın şe­hir­le­ri­ne gir­me­si­ni ön­ce ka­bul et­me­di­ler. Silah­lı di­re­ni­şin on­la­rın ba­şı­na ne fe­lâ­ket­ler ge­ti­re­ce­ği­ni çok iyi bi­len Alexander Nevsky on­la­rı nü­fus sa­yı­mı­nı ka­bu­le ik­na et­me­yi üs­tü­ne al­dı. Nov­go­rod­lu­lar onun ara­cı­lı­ğı­nı ge­ri çe­vi­rin­ce zor kul­lan­ma­ya gi­riş­ti. Nov­go­rod’­da­ki ve­ki­li olan oğ­lu Va­si­li bi­le bu se­fer ona asi ol­muş­tu; Alexander onu tev­kif et­ti­rip Vla­di­mir’e sür­dü ve ma­iye­tin­den bir çok ki­şi­yi ağır bir şe­kil­de ce­za­lan­dır­dı. Bir Mo­ğol se­fe­rî kuv­ve­ti­nin Nov­go­rod üze­ri­ne yü­rü­me­ye ha­zır ol­du­ğu ikaz edi­lin­ce, halk ni­ha­yet şim­di tas­vir edi­le­cek şart­lar al­tın­da nü­fus sa­yı­mı­nı ka­bul et­ti.

1258 yı­lın­da Mo­ğol me­mur­lar yan­la­rın­da gran­dük Alexander Nevsky, kar­de­şi Suz­dal pren­si Andrew, ve Ros­tov pren­si Bo­ris ol­du­ğu halde ku­ze­yin met­ro­po­lü­ne gel­di­ler. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Mo­ğol­lar ön­de ge­len Do­ğu Rus­ya prens­le­ri­nin bu et­ki­le­yi­ci gö­rü­nü­mü ile Nov­go­rod­lu­la­rı şa­yet ye­ni­den di­re­ni­şe ge­çer­ler­se Rus oto­ri­te­le­rin­den des­tek bek­le­me­me­le­ri hu­su­sun­da ikaz et­mek ni­ye­tin­dey­di­ler. Bu dip­lo­ma­tik bas­kı­ya rağ­men me­mur­lar şe­hir hal­kı­nı “say­ma­ya” baş­la­yın­ca şe­hir­de bir is­yan pat­lak ver­di. Mo­ğol­lar Alexander Nevsky’­den ko­run­ma ta­lep et­ti­ler. Aleksander, as­ker­le­ri­ne ka­rı­şık­lık­la­rı bas­tır­ma­la­rı­nı em­ret­ti. Ka­rar­lı tav­rı Nov­go­rod­lu­la­rı çok et­ki­le­miş­ti ve on­lar ni­ha­yet Mo­ğol­la­rın nü­fus sa­yı­mı­na de­vam et­me­si­ni ka­bul et­ti­ler. Bu olay­la­rın İlk Nov­go­rod Va­ka­yi­nâ­me­sin­de ve­ciz bir şe­kil­de an­la­tı­lı­şı halk­tan çe­şit­li ­grup­la­rın çe­liş­ki­li his­le­ri­nin vü­sa­tı­nı ve Alexander’ın “ya­tış­tır­ma” si­ya­se­ti­ne duy­duk­la­rı bas­tı­rıl­mış öf­ke­le­ri­ni yan­sı­tır.476 Mağ­rur şe­hir fâ­tih­le­re bo­yun eğ­mek zo­run­da kal­mış ve is­te­nen sa­yı­da as­ker res­men tes­lim edil­miş­ti. Bu nü­fus sa­yı­mı Nov­go­rod hal­kı­nın mü­kel­le­fi­yet­le­ri­ni tah­mi­nin te­me­li­ni teş­kil et­mek­le be­ra­ber böl­ge­de ka­lı­cı Mo­ğol as­ke­rî mın­tı­ka­la­rı te­sis edil­me­di. Muh­te­me­len Nov­go­rod­lu yet­ki­li­ler ge­le­cek­te hem as­ker hem ver­gi top­lan­ma­sı için ken­di­le­ri­ni so­rum­lu kıl­mış­lar­dı. Bu­na ben­zer anlaşma­la­ra muh­te­me­len ön gö­rüş­me­ler es­na­sın­da va­rı­lmış­tı. Bu, Mo­ğol­lar ba­kı­mın­dan önem­li bir tâ­viz, Alexander Nevsky’­nin iş­bir­li­ği için öde­nen be­del­di. As­lı­na ba­kı­lır­sa Al­tın Or­du tüc­car­la­rı Nov­go­rod’un Bal­tık ti­ca­re­tin­den bü­yük bir ka­zanç sağ­lı­yor­lar­dı ve bu­nu ge­le­cek­te da­ha da art­tır­ma­yı bek­li­yor­lar­dı. On­lar al­tın yu­murt­la­yan ta­vu­ğu öl­dür­mek­ten­se al­tın yu­mur­ta­la­rı top­la­ma­yı ter­cih edi­yor­lar­dı.

476Nov­go­rod, s. 310-311.

3. BERKE’NİN HÜKÜMDARLIĞI

Ulag­çı’­nın ölü­mü (1258) Ba­tu’­nun sert ve muh­te­ris kar­de­şi Ber­ke’­ye Kıpçak tahtına giden yolu aç­tı. Berke’yle bir­lik­te Mo­ğol­la­rın Ba­tı ko­lu­nun si­ya­se­ti­ne ye­ni bir di­nî un­sur gir­di: İs­la­mi­yet. Ber­ke genç­ken Müs­lü­man ol­muş­ ve ye­ni inan­cı­nı Ya­kın do­ğu si­ya­se­ti­nin te­mel ta­şı yap­mıştı. Bir Müs­lü­man ola­rak Mı­sır Mem­luk dev­le­ti ile dos­tâ­ne mü­na­se­bet­ler ku­ra­cak bir ko­num­day­dı. Bu, İran Mo­ğol­la­rı­nın ha­nı olan am­ca­za­de­si Hü­la­gu ile ça­tış­ma­ya yol aç­tı.

Ha­tır­la­na­ca­ğı üze­re Ya­kın Do­ğu’­da­ki Mo­ğol ya­yıl­ma­sı­nın baş­lan­gıç dö­ne­min­de ulu han ile Kıp­çak ha­nı­nın Ya­kın Do­ğu’­da­ki et­ki alan­la­rı­nın ke­sin bir sı­nır­la­ma­sı yok­tu. Gör­dü­ğü­müz gibi Ba­tu bir çok kez Ya­kın Do­ğu me­se­le­le­ri­ne mü­da­ha­le et­miş­ti. Bü­tün bun­lar 1253 yı­lın­da­ki ku­rul­ta­yın Möng­ke’­nin kar­de­şi Hü­la­gu’­nun ku­man­da­sın­da Ya­kın Do­ğu’­ya ye­ni bir Mo­ğol se­fe­ri dü­zen­le­me ka­ra­rıy­la de­ğiş­miş­ti. Mo­ğol­ prens­leri ara­sın­da­ki si­ya­se­tin te­rim­le­riy­le söy­le­mek ge­re­kir­se, bu, Ya­kın Do­ğu me­se­le­le­ri­ne ne­zâ­re­tin Cu­çi oğul­la­rın­dan Tu­luy oğul­la­rı­na dev­re­dil­me­si de­mek­ti. Cu­çi oğul­la­rı ilk baş­ta ka­ra­rı ve yar­dım için ken­di bir­lik­le­ri­ni gön­de­re­rek Hü­la­gu ile iş­bir­li­ği­ni ka­bul et­ti­ler. Fa­kat po­tan­si­yel anlaşmaz­lık to­hum­la­rı çok­tan atıl­mış­tı. Kıp­çak han­la­rı­nın ki­şi­lik­le­ri­ne ve özel si­ya­sî il­gi­le­ri­ne çok şey bağ­lıy­dı. Hem Sar­tak hem Ulag­çı sa­de­ce Ulu Han Möng­ke’­ye sa­dık ol­mak­la kal­mı­yor­lar­dı, fa­kat ay­nı za­man­da Yakın Doğu meselelerinden ziyade Rus­ya’­da­ki mülk­le­rin­den ge­lir el­de et­mekle il­gi­le­ni­yor­lar­dı. Ber­ke Kıp­çak tah­tı­na çık­tı­ğı za­man Möng­ke’­ye tam bir sa­da­kat ye­mi­ni ver­di ve ye­mi­ni­nin şart­la­rı mu­ci­bin­ce Hü­la­gu’­nun Ya­kın Do­ğu’­da­ki atı­lı­mı­nı des­tek­le­mek zo­run­day­dı. Ber­ke’­nin se­le­fi Ulag­çı’­nın gön­der­di­ği bir­lik­ler 1258 yı­lı­nın Şu­bat ayın­da Bağ­dat’ın fet­hi­ne ka­tıl­dı­lar.

Bilindiği gibi Möng­ke’­nin 1259 yı­lın­da­ki ölü­mü, Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğun­da uzat­ma­lı bir kri­ze, iki taht müd­de­isi kar­de­şin, Ku­bi­lay ile Arık-Buka ara­sın­da bir çatışmaya yol açmıştı. Hülagu ile Berke arasındaki anlaşmazlık, kaçınılmaz olarak her birinin bir adayı desteklemesine zemin hazırlamıştı. Hü­la­gu Ku­bi­lay’ı im­pa­ra­tor ola­rak ka­bul eder­ken Ber­ke Arık-Bu­ka’­ya ar­ka çık­tı.

Ku­bi­lay ile Arık-Bu­ka ara­sın­da­ki iç harp 1264 yı­lı­na ka­dar sür­dü. Bu ge­nel be­lir­siz­lik ve ka­rı­şık­lık at­mos­fe­rin­de Ber­ke ile Hü­la­gu arı­sın­da­ki ça­tış­ma da ni­ha­yet kendini gösterdi.

1261 yı­lın­da VIII. Mikael Pa­le­olo­gus (1259 yı­lın­dan be­ri İz­nik im­pa­ra­to­ru) ta­ra­fın­dan Cans­tan­ti­nop­le’­de­ki Latin İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nun dev­ri­lip Bi­zans İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun ye­ni­den te­si­si ile Ya­kın Do­ğu’­da­ki za­ten kar­ma­şık olan du­ru­ma ye­ni bir etken ilave edilmiş ol­du. Bu, Do­ğu Ak­de­niz’­de­ki si­ya­sî ve ti­ca­rî te­mâ­yül­le­rin ge­nel olarak ye­ni­den yön­lendiril­me­si­ne yol aç­tı. Latin İm­pa­ra­tor­lu­ğu Ve­ne­dik­li­ler ta­ra­fın­dan des­tek­len­miş ol­du­ğu için, Mikael, bu­nun ye­ri­ne Ce­ne­viz­li tüc­car­la­ra ra­kip­le­ri­ne kar­şı üs­tün­lük sağ­la­yan im­ti­yaz­lar ba­ğış­la­dı.477 İz­nik İm­pa­ra­tor­lu­ğu ge­le­nek­sel ola­rak İran’­da­ki Mo­ğol­lar’la dost ol­muş idi. Şim­di Rum pa­yi­tah­tı­nın tek­rar Cons­tan­ti­nop­le’e ta­şın­ma­sı ile VIII. Mikael Kıp­çak Mo­ğol­la­rı ile de mü­za­ke­re­de bu­lun­mak için avan­taj­lı bir du­rum­day­dı. As­lın­da Bo­ğa­zi­çin­de­ki si­ya­sî ve ti­ca­rî ih­ti­lâl Kıp­çak ile Mı­sır ara­sın­da Bi­zans üze­rin­den Ber­ke ile Mem­luk sul­tan­la­rı­nı se­fa­ret he­yet­le­ri te­ati ede­bi­le­cek­le­ri mü­sa­it bir de­niz­yo­lu­nu aç­mış­tı.

477Ost­ro­gorsky, s. 319-321; Lo­pez, s. 208-213.

Rus­ya’­dan Cons­tan­ti­nop­le’e İz­nik’­ten da­ha ko­lay ula­şı­la­bil­di­ği ve Rus­ya ki­li­se­si ile di­nî hi­ye­rar­şi ba­kı­mın­dan bağ­lı ol­du­ğu pat­rik ara­sın­da­ki nor­mal mü­na­se­bet­ler ye­ni­den baş­la­ya­bi­le­ce­ği için, Bi­zans im­pa­ra­to­ru­nun ve pat­ri­ğin Cons­tan­ti­nop­le’e ge­ri dön­me­le­ri Rus­ya için de önem­li bir olay­dı. Ta­bi­atıy­la Rus­ya si­ya­sî ba­kım­dan şim­di Mo­ğol­la­rın hâ­ki­mi­ye­ti al­tın­day­dı ve Kıp­çak ha­nı Rus­lar için “çar” ol­muş­tu. Yi­ne de Bi­zans ça­rı Rus­la­rın nez­din­de bel­li bir de­re­ce­de ma­ne­vî ve his­sî iti­ba­ra sa­hip­ti ve ay­rı­ca pat­ri­ğin Rus­ya ki­li­se­si­ne kar­şı si­ya­se­ti­ni et­ki­le­ye­bi­le­cek du­rum­day­dı. Fa­kat 1274’te Lyon kon­se­yin­de ilan olu­nan kı­sa ömür­lü ki­li­se­ler bir­li­ği sü­re­sin­ce Pa­pa’­nın oto­ri­te­si­ni ta­nı­ma­ya rı­za gös­ter­di­ği için, im­pa­ra­tor VIII. Mikael hem Cons­tan­ti­nop­le’­de­ki hem de Rus­ya’­da­ki Rum Or­to­doks din adam­la­rı ara­sın­da cid­dî bir mu­ha­le­fe­te se­bep ol­muş­tu. Rus­ya’­nın siyasî yönden Moğollara bağlı olması, kilisenin papanın baskısından kurtulmasına zemin hazırlamıştı. Mo­ğol­la­ra ge­lin­ce, on­lar da Rus din adam­la­rı­nı Bi­zans ile mü­na­se­bet­le­rin­de ara­cı ola­rak kul­lan­mak im­kâanı­nın pe­kâ­lâ far­kın­day­dı­lar. Ber­ke 1261 yı­lın­da hem Alexander Nevsky’­nin hem met­ro­po­lit Cy­ril’in des­tek­le­di­ği Sa­ray’­da bir Rus pis­ko­pos­lu­ğu te­si­si tek­li­fi­ni ka­bul edin­ce, Rus­ya ki­li­se­si­nin me­se­le­le­ri­nin Mo­ğol ida­re­si ile iş­bir­li­ği­ne doğ­ru önem­li bir adım atıl­mış­tı.478 Bu mü­na­se­bet­le Ba­tu’­nun kur­du­ğu Sa­ray adın­da­ki es­ki şeh­re ilave­ten Ber­ke’­nin de yi­ne Sa­ray de­nen ye­ni bir şe­hir in­şa et­tir­di­ği­ni kay­det­mek ge­re­kir. Şe­hir Yu­ka­rı Ak­tübe’nin do­ğu ya­ka­sın­da bu­gün­kü Le­ninsk şeh­ri­nin (ev­vel­ce adı Tsa­rev idi) ya­kın­la­rın­da Sta­ling­rad’ın 30 mil ka­dar do­ğu­sun­day­dı.479 Fa­kat pa­yi­tah­tın Ye­ni Sa­ray’a nak­le­dil­di­ği Uz­beg’in hü­küm­dar­lı­ğı­na (1313-41) ka­dar Es­ki Sa­ray, hem Ber­ke’­nin, hem ha­lef­le­ri­nin za­ma­nın­da Al­tın Or­du’­nun res­mî pa­yi­tah­tı ola­rak kal­dı.

478Na­so­nov, s. 45-47; Ma­ka­ri, 4, 109-110; Go­lu­binsky, 2, 60-61.

479ZO, s. 68-69.

Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu’n­da­ki ça­tış­ma­nın ya­nı sı­ra Ya­kın Do­ğu si­ya­se­ti­nin pek çok do­lam­baç­lı me­se­le­le­riy­le meş­gul olan Ber­ke’­nin Rus­ya me­se­le­le­ri­ne se­lef­le­rin­den da­ha az dik­kat et­ti­ği gö­rü­lü­yor. Fa­kat gör­müş ol­du­ğu­muz gibi, Kral Da­ni­el’in Mo­ğol­lar­dan ba­ğım­sız­lı­ğı­nı el­de et­me­ye te­şeb­büs et­ti­ği Ga­liç­ya ve Volinya’­da du­ru­mu hal­let­mek zo­run­day­dı. 1250’li yıl­la­rın ba­şın­dan be­ri Da­ni­el meselesinin yanı sıra, sü­rat­le bü­yü­yen Lit­van ya­yıl­ma­sı­nı dur­dur­ma me­se­le­si ile de kar­şı kar­şı­yay­dı. Ya­rım asır ön­ce ba­ba­sı Ro­man’ın Volinya sınır­la­rı­na en ya­kın Lit­van ka­bi­le­le­ri­ni ita­at al­tı­na al­ma­ya mu­vaf­fak ol­du­ğu ha­tır­la­na­cak­tır.480 Şim­di Ba­tu’­dan Tö­ton Şö­val­ye­le­ri­nin tez­yi­kiy­le Lit­van­lar gü­ne­ye ve do­ğu­ya doğ­ru ya­yı­lı­yor, Rus­lar­la te­ma­sa ge­li­yor­ ve ni­ha­yet Ba­tı Rus­ya top­rak­la­rı­nın bir kıs­mı­nı ele ge­çi­ri­yor­lar­dı.

480Ki­evan Rus­sia, s. 231.

Litvan kabileleri, de­ği­şen si­ya­sî du­ru­ma ayak uy­dur­mak sü­re­cin­de ya­vaş ya­vaş tecrit edilmiş durumundan çı­kı­yor­lar­dı. Sosyal kurumla­rı ve es­ki ha­yat tarz­la­rı kom­şu­la­rıy­la te­mas­tan bü­yük öl­çü­de et­ki­len­miş­ti ve bu, on­lar için bir çok ba­kım­dan se­me­re­li ol­muş­tu.481 XIII. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da Lit­van­la­rın klan teşkilatı zâ­ten da­ğıl­mak­tay­dı. Fark­lı klan­la­ra men­sup ki­şi­le­rin ya­nı sı­ra, klan­lar­la ir­ti­bat­la­rı­nı kay­be­den­le­rin bir­bi­riy­le kay­naş­tı­ğı ma­hal­li kom­şu­luk teşkilat­la­rı or­ta­ya çık­mış­tı. Do­ğu Lit­van­ya ve Zh­mud’­da bu böl­ge teşkilatı­na so­nun­da Rus­ça de­yim­le vo­lost’ (kan­ton) den­di. Bu mın­tı­ka­la­rın her bi­rin­de ön­der­lik, çoğu es­ki önde gelen klanlarla bağ­lan­tı­lı olan da­ha zen­gin top­rak sa­hip­le­ri­ne ait­ti. Prus­ya’­da bu ma­hal­lî re­is­le­re kral, ri­kai de­ni­yor­du. (Latin­ce rex ile mu­ka­ye­se edi­niz); Zh­mud’­da ise ku­ni­gai de­ni­yor­du (bu Got­ça’­dan bir alın­tıy­dı).482 Rus va­ka­yi­nâ­me­le­rin­de on­la­ra prens di­ye atıf­ta bu­lu­nu­lu­yor­du. Di­ne ge­lin­ce Lit­van­lar hâ­lâ ge­le­nek­sel put­pe­rest kült­le­ri­ne bağ­lıy­dı­lar.483 Sosyo-ekonomik açı­dan es­ki Lit­van me­de­ni­ye­ti as­len kır­sal­dı. Er­ken dö­nem­de Lit­van­ya sınırların­da in­şa edi­len ye­gâ­ne es­ki şe­hir, Rus­la­rın ku­rup is­kân et­ti­ği ve Rus va­ka­yi­nâ­me­le­rin­de ilk de­fa 1128 yı­lın­da söz edilen Go­rod­na (Grod­no) idi.484

481Lit­van dev­le­ti­nin men­şe­i hak­kın­da bkz. Li­ubavsky, bö­lüm 2-3; K. Avi­zo­nis, Die Ents­te­hung und Entwicklung des li­ta­uisc­hen Adels bis zur li­ta­uisch­po­lisch Uni­on, 1385 (Ber­lin, 1932).

482Mo­dern Al­man­ca­da­ki Kö­nig, kral ile mu­ka­ye­se edi­niz.

483Lit­van­la­rın di­ni hak­kın­da bkz. An­ci­ent Rus­sia, s. 233; A. Brück­ner, Dzi­eje kul­tury pols­ki­ej (Kraków, 1930), 1, 643-645; Li­ubavsky, s. 11-12.

484Bkz. Na­so­nov, Russ­ka­ia zem­lia, s. 56-57.

Tö­ton teh­li­ke­si­nin ağır­lı­ğı al­tın­da bir çok Lit­van klan li­de­ri ıs­la­hat­la­ra, özel­lik­le de si­ya­sî bir­leş­meye ve ta­lim­li bir or­du teş­ki­line duyulan âcil ih­ti­ya­cı gö­rü­yor­lar­dı. Bir ço­ğu da müs­tah­kem şe­hir­le­rin ve ti­ca­re­tin ge­liş­me­si­nin öne­mi­nin far­kı­na va­rmıştı. Bü­tün bu ba­kım­lar­dan Rus­la­rın si­ya­sî ve sosyal teşkilatı Lit­van­lar için çok ya­rar­lı ola­bi­lir­di. Bu yüz­den en ya­kın­da­ki Rus şe­hir­le­ri ile top­rak­la­rı­nın kont­ro­lü da­ha kes­kin ze­kalı Lit­van prens­le­ri için önem­li bir he­def ol­muş­tu. Bu­nun so­nu­cun­da Lit­van li­der­le­rin hü­kü­met­le­ri­ni mer­ke­zî­leş­tir­me ça­ba­la­rı kom­şu Rus şe­hir­le­ri­ni ele ge­çir­mek­le ay­nı za­man­da ge­liş­ti. Bu, özel­lik­le Ka­ra Rus­ya de­nen yer­de, 1235 yı­lı ci­va­rın­da Nov­go­rod-Li­tovsk (Nov­go­ro­dok ve­ya Nowogródek ola­rak da bi­lin­mek­te­dir) hü­küm­da­rı ola­rak yer­le­şen prens Men­dovg’un (Lit­van­ca Min­da­ugas) si­ya­se­tiy­di.485 Ka­ra Rus­ya Be­lo­rus­la­rın ata­sı olan es­ki bir Rus ka­bi­le­si­nin, Kri­viç­le­rin (Kri­vic­hi­an­lar) top­rak­la­rı­nın en ba­tı ucu­nun adıy­dı.486

485Ka­ra Rus­ya adı hak­kın­da bkz. Moszyński, 2, 1552.

486Kri­vic­hi­an­lar hak­kın­da bkz. An­ci­ent Rus­sia, s. 324-325.

Ka­ra Rus­ya, Men­dovg’un dev­le­ti­nin te­me­li ol­du. Mendovg, 1250’li yıl­la­rın baş­la­rın­da Nov­go­ro­dok’a ilave­ten Grod­no, Vol­kovysk ve Slo­nim şe­hir­le­ri­ni de kont­ro­lü al­tın­da tu­tu­yor­du. Hat­ta on­dan da­ha ön­ce Mendovg’un ye­ğe­ni Tov­ti­vil Po­lotsk pren­si ve bir baş­ka ye­ğe­ni de Vi­tebsk pren­si ol­muş­tu. Böy­le­ce Be­lo­rus­ya’­nın bü­yük bir kıs­mı­na şim­di Lit­van prens­le­ri hük­me­di­yor­lar­dı. Pri­pet neh­ri hav­za­sın­da­ki Prinsk’in Rus prens­le­ri de Men­dovg’u met­bu­la­rı ola­rak ta­nı­yor­lar­dı. Bu gelişmelerin çoğunda Lit­van­la­r doğ­ru­dan fet­ihle de­ğil, aksine Rus­lar­la anlaşma­ ile ilerleme sağlamışlardı. Bu mü­na­se­bet­le Po­lotsk’un Ba­tı Dvi­na hav­za­sı­na iyi­ce yer­leş­tik­le­rin­den be­ri Al­man­la­rın teh­di­di al­tın­da bu­lun­du­ğu­nu kay­det­mek ge­re­kir.487 Pinsk o ta­rih­te tah­rip edil­me­miş ol­ma­sı­na rağ­men, Mo­ğol­la­rın 1240 yı­lın­da ya­kıp yık­tı­ğı Tu­rov488 böl­ge­sin­dey­di. O za­man­dan be­ri prens­le­ri ye­ni bir Mo­ğol akı­nı­nın kor­ku­suy­la ya­şı­yor­lar­dı. Böy­le­ce hem Po­lotsk hem Pinsk fark­lı bir düş­ma­na kar­şı ko­run­ma­ya muh­taç­tı­lar. Bu se­bep­ten do­la­yı Be­lo­rus­ya’­da­ki di­ğer ba­zı şe­hir­ler­le bir­lik­te Lit­van prens­le­ri­ni ve ma­iyet­le­ri­ni et­ki­li mu­ha­fız­lar ola­rak bu­yur et­ti­ler. Bu er­ken ta­rih­te di­sip­lin ve teç­hi­zat­la­rın ol­ma­ma­sı­na rağ­men Lit­van­lar iyi sa­vaş­çıy­dı­lar ve bir çok Lit­van pren­si özel­lik­le Rus­la­rın tek­ni­ği ve ta­lim usul­le­ri ile ta­nış­tık­tan son­ra müm­taz as­ke­rî li­der­ler ol­duk­la­rı­nı is­pat et­ti­ler.

487Ki­evan Rus­sia, s. 232-233.

488Tu­rov ül­ke­si hak­kın­da bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 66, 68, 74, 97, 175; A. Grus­hevsky, Oc­her­ki is­to­rii Tu­rovs­ko­go kni­az­hest­va (Ki­yef, 1902).

Lit­van­la­rın Be­lo­rus­ya’­ya girişinin so­nu­cu olarak, Men­dovg ve Tov­ti­vil’in hiz­met­le­rin­de­ki Lit­van­lar ara­sın­da Rus kül­tü­rü­ sü­rat­le ya­yıl­ırken, bir ­grup Lit­van pren­si ve kabile reisi­nin ara­sın­dan Rus ta­raf­ta­rı de­ne­bi­le­cek bir fır­ka­ ortaya çıktı. Di­ğer ta­raf­tan baş­ka prens­le­rin ve kabile li­der­le­ri­nin Men­dovg’un mer­ke­zî­leş­tir­me si­ya­se­ti­ne kar­şı sür­dür­dük­le­ri mu­ha­le­fet, hem si­ya­sî hem kül­tü­rel ba­kım­dan bir çok kez Rus kar­şı­tı ol­du­ğu­nu gös­te­ren bir Es­ki Lit­van fır­ka­sı­nın teş­ki­li­ne yol aç­tı. Mendovg, şahsen Rus taraftarı bir politika takip etmekle birlikte, Ro­ma ka­to­lik­li­ği­ne geç­ti­ği­ni ilan et­ti­ği 1250 yı­lı­na ka­dar Lit­van­la­rın put­pe­rest kül­tü­ne sa­dık kal­dı. Din de­ğiş­tir­me­si, Tö­ton Şö­val­ye­le­ri­nin Lit­van­ya’­ya da­ha faz­la sal­dır­ma­la­rı­nı ön­le­mek için Pa­pa’­nın yar­dı­mı­nı el­de et­mek üze­re he­sap­lan­mış ta­ma­men si­ya­sî bir ha­re­ket­ti. Men­dovg, din de­ğiş­tir­dik­ten son­ra bi­le es­ki tan­rı­la­ra giz­li­ce iba­det et­me­ye de­vam et­ti.489 Pa­pa ta­bi­atıy­la onun din de­ğiş­tir­me­sin­den mem­nun ol­muş­tu ve Men­dovg’a kut­sa­ma­la­rı­nın ya­nı sı­ra kral­lık ta­cı­nı gön­der­di (1251).490 Men­dovg da Zh­mud’ yö­re­si­nin bir kıs­mı­nı Tö­ton Ta­ri­ka­tı­na terk et­ti.

489An­ci­ent Rus­sia, s. 233.

490HRM, 1, 75 (No. 85).

Ye­ni ün­va­nıy­la ol­duk­ça iti­bar ka­zan­an ve en azın­dan şim­di­lik ken­di­si­ni Tö­ton Şö­val­ye­le­ri­nin sal­dı­rı­la­rın­dan az çok gü­ven­de his­se­den Men­dovg, ar­tık dik­ka­ti­ni Ga­liç­ya ve Volinya prens­le­ri ile olan mü­na­se­bet­le­ri­ne yö­nel­te­bi­lir­di. Her iki ta­raf da sa­vaş­mak­tan­sa anlaşma­ya var­ma­ya me­yil­liy­di­. Da­ni­el’in Mo­ğol­la­ra kar­şı müt­te­fik­le­re ih­ti­ya­cı var­dı ve Men­dovg Tö­ton Şö­val­ye­le­ri ile yap­tı­ğı ba­rı­şın ge­çi­ci bir ateş­kes­ten baş­ka bir şey ol­ma­dı­ğı­nı bi­li­yor­du. İlk eşi öl­müş olan Da­ni­el, 1251 yı­lı ci­va­rın­da Men­dovg’un ye­ğe­ni (Po­lotsk’­lu Tov­ti­vil’in kız kar­de­şi) ile ev­len­di. Bir müd­det son­ra Men­dovg’un oğ­lu Vo­is­helk (Lit­van­ca Vaiselga) Tov­ti­vil’in de da­hil ol­muş ol­du­ğu Rum Or­to­doks Ki­li­se­si­nin iti­ka­dı­na gö­re vaf­tiz ol­du. Taç giy­dik­ten son­ra Men­dovg Vo­is­helk’e Nov­go­ro­dok’a mu­avi­ni ola­rak tayin et­miş­ti. Şim­di Vo­is­helk sa­mi­mî bir ye­ni din de­ğiş­ti­re­nin tüm şev­kiy­le ma­nas­tı­ra gir­mek için ye­min et­me ve prens­lik hak­la­rın­dan fe­ra­gat et­me ar­zu­su­nu iz­har et­ti. Ba­ba­sı­nın Nov­go­ro­dok prens­li­ği­ni Da­ni­el’in oğul­la­rın­dan bi­ri­ne tah­sis et­me­si­ni tek­lif et­ti. Bu şart­lar mu­va­he­ce­sin­de 1254 yı­lı­nın son­la­rın­da Da­ni­el ile Men­dovg ara­sın­da bir anlaşma­ya va­rıl­dı.491 Da­ni­el’in oğ­lu Ro­man’a (Avus­tur­ya tah­tı­nın sa­bık müd­de­isi) Men­dovg’a tâ­bi ola­rak Nov­go­ro­dok prens­li­ği ve­ril­di. Ay­nı za­man­da Men­dovg’un bir kı­zı Ro­man’ın kar­de­şi Sh­varn ile ev­len­di­ril­di. Vo­is­helk, Nov­go­ro­dok ya­kın­la­rın­da­ki bir Rus ma­nas­tı­rı­na gir­di.

491Hrus­hevsky, 3, 81-82; Pas­hu­to, s. 281.

Da­ni­el, si­ya­se­tin­de­ki ye­ni yön­len­me­ye uy­gun dav­ra­na­rak pa­yi­tah­tı­nı Galiç’­den ku­zeydeki Kholm şeh­ri­ne nak­let­ti. Bu şeh­rin is­kân edil­me­si­ne ve ge­liş­me­si­ne özel bir il­gi gös­ter­di ve şe­hir­den çok hoş­lan­dı. Mo­ğol­la­ra kar­şı Ba­tı’­dan yar­dım al­ma­dı­ğı için Da­ni­el kı­sa sü­re­de ki­li­se­ler bir­li­ği dü­şün­ce­si­ne kar­şı so­ğu­du. 1255 yı­lın­da Pa­pa mül­kün­de Ka­to­lik Ki­li­se­si­nin mü­es­se­se­le­ri­ni te­sis­te gös­ter­di­ği ih­mal­den do­la­yı onu pay­la­ma­nın ge­rek­li ol­du­ğu­nu dü­şün­dü. Pa­pa, ar­tık ken­di ya­rat­tı­ğı iki Do­ğu Av­ru­pa­lı kra­lı, Da­ni­el ile Men­dovg’u bir­bir­le­ri­ne kır­dır­ma­ya ka­rar ver­miş­ti ve Lit­van­la­rın Volinya’­ya akın yap­ma­la­rı­na “mü­sa­ade et­ti.”492 Men­dovg, Pa­pa’­nın tek­li­fi­ni en azın­dan şim­di­lik göz ar­dı et­miş gö­rü­nü­yor ve Da­ni­el ile olan anlaşma­sı­na ri­ayet et­me­yi ter­cih edi­yor­du.

492HRM, 1, 83 (No. 93); Hrus­hevsky, 3, 82.

Bu yüz­den ken­di­si­ni güç­len­miş his­se­den Da­ni­el, 1256 yı­lı ci­va­rın­da as­ker­le­ri­ni Ku­zey Po­dol­ya, Bolk­hov ül­ke­si ve Do­ğu Volinya’­dan ko­va­rak Mo­ğol­la­ra açık­ça mey­dan oku­du.493 Mo­ğol­la­rın dik­ka­ti o ta­rih­te Do­ğu Rus­ya me­se­le­le­ri üze­rin­de yo­ğun­laş­mış ol­du­ğu için Dni­eper yö­re­sin­de­ki bir­lik­le­ri­ni tak­vi­ye ede­cek du­rum­da de­ğil­ler­di. Yi­ne de o yö­re­nin ku­man­da­nı olan Ku­rum­şi’­ye Ga­liç­ya ve Volinya’­ya saldırma­sı em­re­dil­di. Onun em­rin­de çok az ta­bur var­dı ve Ga­liç­ya Va­ka­yi­nâ­me­si­nin ifa­de­siy­le “giz­li­ce” ha­re­ket et­mek zo­run­da kal­dı (1257 yı­lı ci­va­rın­da). Volinya Vla­di­mir’i ve Lutsk şe­hir­le­ri­ni hü­cum­la al­ma te­şeb­büs­le­ri ba­şa­rı­sız­lık­la son bul­du. Kholm bir yan­gın­dan cid­dî şe­kil­de za­rar gör­dü, ama bu­nun bir Mo­ğol sal­dı­rı­sın­dan değil, bir ka­za so­nu­cu ol­du­ğu an­la­şı­lı­yor. Çok geç­me­den Mo­ğol­lar Volinya’­dan çe­kil­di­ler.

493Ga­liç­ya Va­ka­yi­nâ­me­si­nin bu dö­nem hak­kın­da­ki kro­nol­ji­si çok ka­fa ka­rış­tı­rı­cı­dır. Bir çok du­rum­da Hrus­hevsky’­nin ver­di­ği ta­rih­le­ri ka­bul edi­yo­rum.

Da­ni­el Mo­ğol­la­ra di­re­niş si­ya­se­ti­nin şim­di­ye ka­dar­ki so­nuç­la­rın­dan mem­nun ola­bi­lir­di. Fa­kat hal bu va­zi­yet­tey­ken Men­dovg tak­tik de­ğiş­tir­di ve anlaşma­la­rı­nı boz­ma­ya ka­rar ver­di. 1259 yı­lın­da Da­ni­el’in oğ­lu Ro­man’ı tev­kif et­ti ve Ka­ra Rus­ya’­da­ki tımarı­na el koy­du. Bu olay Ba­tı Rus­ya’­da­ki tüm si­ya­sî ya­pı­yı de­ğiş­tir­di. Da­ni­el’in po­tan­si­yel gü­cü­ne ve ye­ni­len­me­ ihtimali ke­sin olan Mo­ğol baş­ka­sı­na kar­şı koy­ma şan­sı­na ağır bir dar­be in­dir­di. 1259 yı­lın­da Ber­ke Han Ku­rum­şi’­nin ye­ri­ne ener­jik Bu­run­day’ı (Bo­rol­day) ge­çir­di494 ve ona da­ha çok as­ker ver­di. Bu­run­day, Rus ve Lit­van prens­le­ri ara­sın­da­ki anlaşmaz­lık­tan ya­rar­lan­ma­ya ka­rar ver­di ve Rus prens­le­ri­ni ken­di­si­ni as­ker­le­riy­le des­tek­le­me­ye da­vet ede­rek Lit­van­ya’­yı ilk se­fe­ri­nin he­de­fi yap­tı.

494Bo­rol­day adı hak­kın­da bkz. Pel­li­ot, s. 63-64.

Bu ta­rih­ten iti­bâ­ren Mo­ğol­lar Lit­van­ya me­se­le­le­riy­le ol­duk­ça il­gi­len­me­ye baş­la­dı­lar. Muh­te­me­len Lit­van­ya’­nın bü­yü­yen gü­cün­den en­di­şe­len­miş­ler­di ve onun ya­yıl­ma­sı­nı o ka­dar er­ken bir ta­rih­te bi­le Ba­tı Rus­ya’­da­ki hâ­ki­mi­yet­le­ri için po­tan­si­yel bir teh­li­ke ola­rak gö­rü­yor­lar­dı. Al­tın Or­du’­da­ki Müs­lü­man tüc­car­lar da Nov­go­rod yo­lu­na ilave­ten Bal­tık De­ni­zi’­ne Lit­van­ya’­dan baş­ka bir ti­ca­ret yo­lu aç­mak­la il­gi­len­miş ol­ma­lı­dır­lar. Ve Rus­la­rı güç­len­di­rip on­la­rın mu­ha­le­fe­ti­ni teş­vik ede­cek olan Ba­tı Rus­ya ve Lit­van prens­le­ri ara­sın­da­ki da­ha baş­ka it­ti­fak ih­ti­mal­le­ri­ne mâ­ni ol­mak Mo­ğol­la­rın men­fa­ati­ney­di.

Mo­ğol­la­ra ev­vel­ki sal­dı­rı­sın­dan do­la­yı mi­sil­le­me­den kor­kan Da­ni­el, Bu­run­day ile bu­luş­mak­tan ka­çın­dı, kendi ye­ri­ne kar­de­şi Volinya’­lı Va­sil­ko’­yu ona gön­der­di. Va­sil­ko Lit­van­la­ra kar­şı ya­pı­lan se­fer­de en fa­al ro­lü üst­len­di, ama hem Da­ni­el hem oğ­lu Leo bu se­fe­re ka­tıl­dı­lar. Hem Mo­ğol­lar hem Rus­lar bü­yük ga­ni­met el­de et­ti­ler, ama Rus­lar pay­la­rı­na dü­şe­nin çoğunu Mo­ğol­la­ra bı­rak­mak zo­run­da kal­dı­lar. Fa­kat Lit­van­la­rın ana kuv­vet­le­ri ke­sin bir mu­ha­re­be­ye gir­mek­ten ka­çın­ma­ya mu­vaf­fak ol­du­lar ve Rus­lar prens Ro­man’ın ne­re­de ol­du­ğu­nu öğ­re­nip onu kur­tar­ma­yı ba­şa­ra­ma­dı­lar. Er­te­si yıl Bu­run­day bir­lik­le­ri­ni bir ke­re da­ha Volinya’­ya sevk et­ti ve Rus prens­le­ri­ne baş­lı­ca şe­hir­le­ri­nin is­tih­kâm­la­rı­nı yık­ma­la­rı­nı em­ret­ti. Da­ni­el, Bu­run­day’ı tes­kin et­mek için ge­ri­de kar­de­şi Va­sil­ko ile oğ­lu Le­o’­yu bı­ra­ka­rak Le­his­tan ve Ma­ca­ris­tan’a kaç­tı. Bu­run­day on­la­rın emir­le­ri­ne ita­at et­me­le­ri konusunda ıs­rar et­ti ve Rus prens­le­ri­nin Volinya Vla­di­mir’i, Lutsk, Kre­me­nets ve Lvov’un is­tih­kâm­la­rı­nı yık­mak­tan baş­ka ya­pa­cak­la­rı bir şey kal­ma­dı. Fa­kat Kholm gar­ni­zo­nu Da­ni­el’in doğ­ru­dan em­ri ol­mak­sı­zın şeh­ri tes­lim et­me­yi ka­bul et­me­di. Mi­sil­le­me ola­rak Mo­ğol­lar Kholm mın­tı­ka­sı­nın ya­nı sı­ra Volinya ve Ga­liç­ya’­da bir çok baş­ka yö­re­yi de yağ­ma­la­dı­lar.495

495Hyp., s. 197-200.

Bu­run­day bu akın­la gö­re­vi­ni ifa edil­miş telakki et­ti ve or­du­su­nu Volinya’­dan çe­kip yi­ne Or­ta Dni­eper böl­ge­sin­de ko­nuş­lan­dır­dı. Fa­kat Do­ğu Rus­ya’­da­ki­ne ben­zer şe­kil­de Po­do­lya, Ga­liç­ya ve Volinya’­da bir as­ke­rî mın­tı­ka­lar ağı va­sı­ta­sıy­la ver­gi ve as­ker top­lan­ma­sı işi­ne ne­zâ­ret et­mek üze­re Mo­ğol ida­re­si ta­ra­fın­dan gö­rev­li­ler tayin edil­miş­ti.496 Ba­tı Rus­ya prens­le­rin­den her prens­li­ğin tah­tın­da­ki her de­ği­şik­lik­te han­dan be­rat al­ma­la­rı is­ten­miş­ti.497 Da­ni­el’in bü­yük di­re­niş planı böy­le­ce yı­kıl­dı ve o, artık ha­nın ita­at­kâr bir tâ­bi­si ola­rak kı­rık bir kalp­le yur­du­na dön­dü. Onun ve hal­kı­nın ta­lih­siz­li­ği­ni ar­tı­rır­ca­sı­na Lit­van­lar 1262 yı­lın­da Volinya’­ya saldırdı­lar. He­men he­men ay­nı sı­ra­lar­da muh­te­me­len ken­di­si­ni esir tu­tan­lar ta­ra­fın­dan öl­dü­rü­len prens Ro­man ha­ya­tı­nı kay­bet­ti. Da­ni­el ha­yal­le­ri yı­kıl­mış ve me­yus bir halde 1263 yı­lın­da öl­dü.

496Ga­liç­ya ve Volinya’­da as­ke­rî mın­tı­ka­la­rın Bu­run­day ta­ra­fın­dan te­sis edil­dik­le­ri­ne da­ir kay­nak­lar­da doğ­ru­dan ipu­cu yok­tur; fa­kat böy­le mın­tı­ka­la­rın son­ra­la­rı mev­cut ol­duk­la­rı­nı bil­di­ği­miz için Bu­run­day’ın akı­nı za­ma­nın­da te­sis edil­miş ola­bi­lir­ler.

497Na­so­nov, s. 35.

Ba­tı Rus­ya’­da Mo­ğol­la­ra kar­şı di­re­ni­şin kı­rıl­ma­sın­dan he­men son­ra Do­ğu Rus­ya’­da Suz­da­li­a’­da bir ayak­lan­ma ol­du (1262). İni­si­ya­tif o böl­ge­nin şe­hir­le­rin­den – Ros­tov, Vla­di­mir, Suz­dal ve Ya­ros­lavl’­dan gel­di. 1238 yı­lın­da Vla­di­mir’in Ba­tu’­nun or­du­la­rı ta­ra­fın­dan tah­ri­bin­den son­ra Ras­tov Suz­da­li­a’­da­ki en bü­yük şe­hir ol­muş­tu ve muh­te­me­len şim­di di­re­niş ha­re­ke­tin­de ba­şı çek­miş­ti. Ayak­lan­ma, Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu’n­da yay­gın ola­rak kul­la­nı­lan ve Suz­da­li­a’­ya da uy­gu­la­nan il­ti­zam sis­te­mi­nin hal­ka yük­le­di­ği kül­fet­ler­den do­la­yı pro­tes­to ma­hi­ye­tin­dey­di. Çoğunluğu Or­ta As­ya­lı Müs­lü­man tüc­car­lar olan mül­te­zim­le­rin ver­gi­si­ni öde­me­yen­le­ri ya­ka­la­ma­la­rı­na ve öden­me­miş ver­gi­le­rin fa­izi için ça­lış­tır­ma­la­rı­na ve­ya hat­ta on­la­rı kö­le ola­rak sat­ma­la­rı­na Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan mü­sa­ade olu­nu­yor­du.498

498La­ur. 2, col, 476; Tri­nity, s. 327.

Ya­ros­lavl’­da mül­te­zim­le­rin ba­şı, İzosima adında Müs­lü­manlığı kabul eden bir Rustu. Ver­gi mü­kel­lef­le­ri üs­tün­de­ki bas­kı “Ta­tar ça­rın­dan” Suz­da­lia Va­ka­yi­nâ­me­si­nin “kö­tü kalp­li bir Müs­lü­man” di­ye ta­nım­la­dı­ğı bir baş­mül­te­zi­min ge­lme­siy­le art­mış­tı. Dört bü­yük Suz­da­lia şeh­ri­nin her bi­rin­de halk mec­li­si (veçe) top­lan­dı ve Mo­ğol­la­ra kar­şı ayak­lan­ma ka­ra­rı oy­bir­li­ğiy­le alın­dı. Çı­kan ka­rı­şık­lık­lar­da dön­me İzo­si­ma’­nın da da­hil ol­du­ğu bir çok Mo­ğol gö­rev­li­si ve mül­te­zim öl­dü­rül­dü.

Ayak­lan­ma hak­kın­da en es­ki bil­gi­le­ri ve­ren Suz­da­lia Va­ka­yi­nâ­me­sin­de an­la­tı­lan­la­ra gö­re, Rus prens­le­ri­nin is­ya­na ke­sin­lik­le ka­tıl­ma­dık­la­rı aşi­kâr­dır.499 Fa­kat Ni­kon Va­ka­yi­nâ­me­si gi­bi son­ra­ki yıl­lık mec­mu­ala­rın­da Mo­ğol­lar­la sa­vaş­mak için prens­le­rin mu­ta­ba­ka­tın­dan ba­his var­dır.500 Us­ti­ug yıl­lık­la­rın­da Alexander Nevsky’­nin Mo­ğol­la­ra kar­şı ayak­lan­ma­la­rı için Us­ti­ug hal­kı­na gü­ya bir çağ­rı­da bu­lun­du­ğun­dan söz edil­mek­te­dir.501 Bu se­bep­ten do­la­yı A. N. Na­so­nov ayak­lan­ma­nın bir bü­tün ola­rak Alexander Nevsky ta­ra­fın­dan plan­la­nıp yö­ne­til­miş ol­ma­sı­nı müm­kün gör­mek­te­dir.502

499La­ur. 2, col. 476; Tri­nity, s. 327.

500Ni­kon, 10, 143.

501Us­ti­ug Va­ka­yi­nâ­me­si, s. 48. Va­ka­yi­nâ­me­de­ki bu pa­saj bir Ta­tar ver­gi tah­sil­da­rı ile oda­lı­ğı yap­tı­ğı bir Rus kı­zı ara­sın­da­ki ro­man­tik bir hikaye­dir. Kız prens Alexander’dar bü­tün Ta­tar­la­rın öl­dü­rül­me­si için emir gel­di­ği­ni an­la­tıp Ta­ta­rı Hristiyan yap­mış­tır. Adam kı­za inan­mış, vaf­tiz ol­muş ve onun­la ev­len­miş­tir.

502Na­so­nov, s. 52-53.

Nasonov, Alexander’in si­ya­se­tin­de­ki ita­at­ten di­re­ni­şe doğ­ru gü­ya de­ğiş­me­yi izah et­mek için, mül­te­zim­le­rin Suz­da­li­a’­ya Kıp­çak ha­nı Ber­ke ta­ra­fın­dan de­ğil de Ulu Han Ku­bi­lay ta­ra­fın­dan gön­de­ril­dik­le­ri­ni ve Ber­ke ile Ku­bi­lay ara­sın­da­ki ger­gin mü­na­se­be­tin far­kın­da olan Alexander’ın Ku­bi­lay’ın adam­la­rı­na mu­ha­le­fe­tin Ber­ke’­nin men­fa­ati aley­hi­ne ol­ma­ya­ca­ğını dü­şün­müş ol­du­ğu­nu ile­ri sür­mek­te­dir. Na­so­nov’un te­ori­si Suz­da­lia Va­ka­yi­nâ­me­sin­de­ki yu­ka­rı­da nak­le­di­len “Ta­tar ça­rın­dan” “kö­tü kalp­li bir Müs­lü­man” olan baş­mül­te­zi­min ge­li­şiy­le il­gi­li pa­sa­jı yo­rum­la­ma­sı­na is­ti­nat et­mek­te­dir; “Ta­tar ça­rı” sö­zü­nün ar­ka­sı­na va­ka­nü­vis “Kut­lu­bey adın­da­ki” di­ye ilave yap­mış­tır. Na­zo­nov bu­nun Ta­tar ça­rı­nın adı ola­rak al­mak­ta ve Ku­bi­lay ol­du­ğu so­nu­cu­na var­mak­ta­dır.503 Fa­kat ad çar­dan zi­ya­de mül­te­zi­me atıf­ta bu­lu­nu­yor gibi gö­rü­nü­yor.504 Ay­rı­ca Suz­da­lia Va­ka­yi­nâ­me­sin­de ulu ha­na ge­nel­lik­le “çar” de­ğil “kan” den­mek­tey­di. Şu halde Na­so­nov’un te­ori­si­nin da­ya­na­ğı ol­duk­ça za­yıf­tır. Ay­rı­ca 1262 yı­lın­da Çin’­den Rus­ya’­ya gi­den yo­lun hâ­lâ Arık Bu­ka ta­ra­fın­dan tu­tul­du­ğu göz önü­ne alın­dı­ğın­da, Ku­bi­lay’ın adam­la­rı­nın Rus­ya’­ya ulaş­ma­yı ba­şar­ma­la­rı­nı ha­yal et­mek zor­dur. Ge­nel ola­rak söy­le­mek ge­re­kir­se Rus­ya’­da­ki ver­gi mü­kel­lef­le­ri­nin mın­tı­ka­la­rı Ulu Han Möng­ke ile Kıp­çak ha­nı Ulag­çı ta­ra­fın­dan müş­te­re­ken tes­pit edil­miş­ler­di. 1262 yı­lın­da Rus­ya’­da ver­gi top­lan­ma­sı Arık Bu­ka ile Ber­ke’­nin müş­te­rek de­ne­ti­mi al­tın­da ol­muş ol­ma­lı­dır. Müs­lü­man mül­te­zim­le­rin çoğu muh­te­me­len Ha­rezm asıllı ve do­la­yı­sıy­la Ber­ke’­nin ta­ba­sıy­dı­lar. Ve her hâ­lü­kâr­da, 1262 yı­lın­da mül­te­zim­le­ri Suz­da­li­a’­ya kim gön­der­miş olur­sa ol­sun, Ber­ke, top­la­nan pa­ra­nın mü­him bir kıs­mı üs­tün­de hak sa­hi­biy­di. Biz, mül­te­zim­le­re kar­şı Rus­la­rın is­ya­nı­nın ce­za­lan­dır­ma­dan ge­çiş­ti­ril­me­si­nin Ber­ke’­den bek­len­di­ği hu­su­sun­da Na­so­nov ile hiçbir şekilde hem­fi­kir ola­ma­yız.

503Age., s. 51; Spu­ler, s. 333, dip­not 8.

504Fran­ke, “Eu­ro­pa”, s. 69, dip­not 11.

Alexander Nevsky, du­ru­mu ga­yet iyi an­la­mış ve Ber­ke’­nin tav­rı hak­kın­da hiç boş ha­yal­le­re ka­pıl­ma­mış ol­ma­lı­dır. Aşi­kâr­dır ki Suz­da­lia şe­hir­le­rin­de­ki ayak­lan­ma Mo­ğol­la­ra ol­du­ğu ka­dar Alexander için de bir sürp­riz­di, ama em­rin­de ye­ter­li silah­lı kuv­vet ol­ma­dı­ğı için onu en­gel­le­ye­cek du­rum­da de­ğil­di. Bü­tün bun­lar göz önü­ne alın­dı­ğın­da Nevsky’­nin ayak­lan­ma­ya des­tek ver­di­ği­ne da­ir Na­so­nov’un te­ori­si mes­net­siz­dir. Bu ih­ti­yat­lı pren­sin si­ya­se­tin­de bir de­ği­şik­lik ol­du­ğu­na da­ir gü­ve­ni­lir bir ipu­cu yok­tur. Ayak­lan­ma­dan he­men son­ra Alexander’in yap­tı­ğı ilk işin Suz­da­lia “hal­kı­nı af­fet­me­si için ha­na yal­var­mak üze­re” Ber­ke’­nin or­da­sı­na koş­mak ol­ma­sı ye­te­rin­ce ka­rak­te­ris­tik­tir.505 Şa­yet ayak­lan­ma­la­ra ka­rış­mış ol­say­dı, Ber­ke’­nin kar­şı­sı­na çık­ma­ya hiç ce­sa­ret ede­mez­di.

505Voskr., 7, 163; Na­so­nov, s. 53, dip­not 1 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Alexander Or­da’­da ay­lar­ca kal­dı ve mis­yo­nu­nun esas he­de­fi­ne ulaş­ma­yı ba­şar­dı: Ber­ke, Suz­da­li­a’­ya te­dip kuv­ve­ti gön­der­me­me­yi ka­bul et­ti. Fa­kat asi Rus şe­hir­le­ri muh­te­me­len ye­ter­li bir taz­mi­nat öde­mek zo­run­da kal­dı­lar.

Bu, Alexander’in Rus hal­kı­na son hiz­me­tiy­di, Or­da’­da kal­dı­ğı müd­det zar­fın­da has­ta­lan­dı ve dö­nüş yo­lun­da Vol­ga neh­ri kı­yı­sın­da­ki Go­ro­dets şeh­rin­de öl­dü. Ce­se­di Vla­di­mir’e ge­ti­ri­lip ora­da gö­mül­dü. Şe­hir hal­kı­nın ke­de­ri de­rin ve sa­mi­miy­di. Met­ro­po­lit Cy­ril “Rus­ya’­nın gü­ne­şi bat­tı” di­ye ilan et­ti­ği za­man ge­nel his­si­ya­tı ifa­de edi­yor­du. Ve halk ce­vap ver­miş­ti: “Vah bi­ze! Mah­vol­duk!”506 Ül­ke­si için yap­tı­ğı iş­le­rin kı­sa bir öze­ti ha­lin­de, aziz­le­rin biyografileri tar­zın­daki ilk Alexander Nevsky bi­yog­ra­fi­si­ni ya­zan Cy­ril ol­du. Bu­na is­ti­na­den son­ra­dan bir çok re­dak­si­yo­nu bi­li­nen mu­fas­sal bir ‘Alexander’in Ha­ya­tı’ ya­zıl­dı.507 Anı­sı­na ölü­mün­den he­men son­ra bü­yük bir say­gı gös­te­ril­me­ye baş­lan­dı. 1380 yı­lın­da on­dan ar­ta ka­lan­lar or­ta­ya çı­ka­rıl­dı ve o ta­rih­ten son­ra ölüm gü­nü Vla­di­mir ki­li­se­le­rin­de bir azi­zin­ki gi­bi kut­lan­dı. Rus ki­li­se­si­nin 1547 yı­lın­da­ki kon­si­lin­de (so­bor) Alexander res­men aziz ola­rak ilan edil­di.508 Çağdaş bir port­re­si gü­nü­mü­ze ulaş­ma­mış­tır. 1356 yı­lın­da ya­zıl­mış olan va­si­yet­nâ­me­sin­de gran­dük II. İvan, sa­hip ol­duk­la­rı ara­sın­da Aziz Alexander’ın bir iko­nun­dan bah­se­der ki, bu, E. E. Go­lu­binsky’­nin dü­şün­ce­si­ne gö­re Alexander Nevsky’­nin res­mi ol­ma­lı­dır. Şa­yet öy­ley­se, İvan’ın hü­küm­dar­lı­ğı es­na­sın­da (1353-59) res­me­dil­miş ol­ma­lı­dır.509 Alexander’ın an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re ha­nın he­di­ye­si olan doğu el işi tar­zın­da­ki miğ­fe­ri Mos­ko­va Silah Mü­ze­sin­de bu­lun­mak­ta­dır.510

506So­lo­vi­ev, 3, 197.

507Alexander Nevsky’­nin Ha­ya­tı’­nın met­ni için bkz. Se­reb­ri­ansky; Man­sik­ka, Zhi­tie Alexandra Nevs­ko­go (Mos­ko­va, 1915), Kli­uc­hevsky, Zhi­ti­ia, s. 65-70, 238, 251, 258 ve Lik­hac­hev, s. 258-267 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

508Go­lo­binsky, Ka­no­ni­zat­si­ia, s. 65, 100.

509Age., s. 65.

510Drev­nos­ti Ros­si­is­ko­go Go­su­darst­va, 3, Lev­ha 5-8.

Suz­da­lia ayak­lan­ma­sı Ber­ke için Hü­la­gu ile olan mü­za­ke­re­ler çık­ma­za gir­di­ği ve iki am­ca­oğ­lu ara­sın­da sa­vaş ka­çı­nıl­maz gö­rün­dü­ğü sı­ra­da mey­da­na gel­di­ği için da­ha da ra­hat­sız edi­ciy­di. Berke, Mı­sır Mem­luk sul­ta­nı I. Bay­bars ile var­dı­ğı dos­tâ­ne bir anlaşma va­sı­ta­sıy­la ça­tış­ma için dip­lo­ma­tik açı­dan iyi ha­zır­lan­mış­tı. Mem­luk­la­rın 1260 yı­lın­da Hü­la­gu’­nun Ga­li­le’­ye gön­der­di­ği bir Mo­ğol or­du­su­nu mağ­lup et­me­ye mu­vaf­fak ol­duk­la­rı ha­tır­la­na­cak­tır.511 Fa­kat on­lar Mı­sır’a Hü­la­gu’­dan ge­le­cek teh­li­ke­nin sa­de­ce te­hir edil­di­ği­nin bi­lin­cin­dey­di­ler ve ge­le­ce­ğe en­di­şe ile ba­kı­yor­lar­dı. Bu yüz­den yar­dım için Ber­ke’­ye baş­vur­ma­la­rı ta­biî idi. Hü­la­gu ile ger­gin mü­na­se­be­tin­den do­la­yı Ber­ke’­nin se­lef­le­ri­nin İran’a gön­der­dik­le­ri Kıp­çak mu­avin kuv­vet­le­ri­ne Hü­la­gu’­yu terk et­me­le­ri­ni em­ret­ti­ğin­den bu­ra­da bah­set­mek ge­re­kir. Muh­te­me­len on­lar yurt­la­rı­na ge­ri dö­ne­cek va­zi­yet­te de­ğil­ler­di ve bu yüz­den Mı­sır’a git­ti­ler. Mem­luk­lar bu­nu Ber­ke’­nin iyi ni­ye­ti­nin ni­şâ­ne­si ola­rak ka­bul et­ti­ler.

511Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 2, kı­sım 3, s. 72-73.

1261 yı­lın­da Bay­bars, Müs­lü­man ola­rak gö­re­vi­nin İs­lâ­mi­ye­ti mü­da­faa amacıyla kâ­fir Hü­la­gu’­ya “ci­hat” aç­mak ol­du­ğu­na ik­na et­mek için bir Alan tacir va­sı­ta­sıy­la Ber­ke’­ye mek­tup gön­der­di.512 1261 yı­lı­nın ni­ha­ye­tin­de ve­ya 1262 yı­lı­nın baş­la­rın­da Bay­bars’ın el­çi­le­ri Deşt-i Kıp­çak ile Mı­sır ara­sın­da­ki se­fa­ret he­yet­le­ri­nin Cons­tan­ti­nop­le üze­rin­den geç­me­le­ri­ni ka­bul eden Bi­zans im­pa­ra­to­ru VIII. Mikael ile bir anlaşma­ya var­mış­lar­dı.513 1263 yı­lı­nın Ma­yıs ayın­da Ber­ke’­nin Mı­sır’a gi­den el­çi­le­ri bu ye­ni gü­zer­gâ­hı kul­lan­dı­lar. Fa­kat o yı­lın ya­zın­da Mikael muh­te­me­len Hü­la­gu’­nun bas­kı­sıy­la Kıp­çak han­lı­ğı­na kar­şı tav­rı­nı de­ğiş­tir­di ve hem Ber­ke’­nin Cons­tan­ti­nop­le’e gön­der­di­ği el­çi­le­ri hem de Kıp­çak’a git­mek­te olan ve o sı­ra­da Cons­tan­ti­nop­le’­de bu­lu­nan Mı­sır el­çi­le­rini tev­kif et­ti. Bu ve­ri­len sö­zün çiğ­nen­me­si, hem Ber­ke ile Hü­la­gu ve hem de Ber­ke ile Bi­zans ara­sın­da ol­mak üze­re bir çif­te ça­tış­ma­yı hız­lan­dır­dı.

512Bkz. Ve­se­lovsky, s. 20.

513Spu­ler, s. 46.

Ber­ke ile Hü­la­gu ara­sın­da­ki sa­vaş hak­kın­da bi­li­nen­ler ile ki­min mu­zaf­fer ol­du­ğu hu­su­sun­da çe­liş­ki­ler var­dır. İran­lı ta­rih­çi­le­rin çoğu, İl­han­la­rın ba­şa­rı­sız­lık­la­rın­dan zi­ya­de mu­vaf­fa­ki­yet­le­ri üze­rin­de du­rur­lar. Bu­na mu­ka­bil Mı­sır­lı ta­rih­çi­le­rin bil­dir­dik­le­ri Kıp­çak han­la­rı­nın le­hi­ne­dir. Ça­tış­ma­nın baş­lan­gıç saf­ha­sı, Ber­ke’­nin ak­ra­ba­sı olan genç prens No­gay’ın em­rin­de­ki Kıp­çak bir­lik­le­ri­nin 1262 yı­lı­nın son­la­rın­da Kaf­kas­ya’­da Der­bent böl­ge­sin­de uğ­ra­dık­la­rı mağ­lu­bi­ye­ti ol­duk­ça taf­si­lât­lı bir şe­kil­de an­la­tan Re­şi­düd­din ta­ra­fın­dan bil­di­ril­miş­tir.514 Di­ğer ta­raf­tan İb­ni Va­sıl, Ber­ke’­nin H. 662’de (Miladi 1263-64) Hü­la­gu’­yu uğ­rat­tı­ğı ağır mağ­lu­bi­ye­ti an­la­tır. İki ta­ra­fın da ka­yıp­la­rı ağır ol­muş­tu. İb­ni Va­sıl’a gö­re Ber­ke ce­set­ler­le do­lu mu­ha­re­be mey­da­nı­nı gör­dü­ğü za­man şöy­le ba­ğır­mış­tı: “Bu ka­dar çok Mo­ğo­lu Mo­ğol­la­rın eliy­le öl­dü­ren Hü­la­gu’­yu Al­lah kah­ret­sin! Bir­lik ol­say­dık bü­tün dün­ya­yı fet­he­de­bi­lir­dik!”515

514Ras­hid 3, s. 59-60.

515Ti­esen­ha­usen, 1, 75-76; Ve­se­lovsky, s. 4-5.

Bi­zans’a ge­lin­ce, Ber­ke, 1264 yı­lın­da Trak­ya’­ya Rum­la­ra kar­şı Ber­ke’­nin tâ­bi­si Bul­gar ça­rı (“Ses­siz”) Cons­tan­ti­ne Tikh’in iş­bir­li­ği­ni sağ­la­yan prens No­gay’ı gön­der­di. 1265 yı­lın­da Cons­tan­ti­nop­le birleşik Mo­ğol-Bul­gar kuv­vet­le­ri­nin teh­di­di­ne mâ­ruz kal­dı.516 Mikael yi­ne de İran Mo­ğol­la­rı ile olan bağ­la­rı­nı ko­par­ma­ya is­tek­li de­ğil­di ve as­lı­na ba­kı­lır­sa gay­ri­meş­ru kı­zı Ma­ri­a’­yı Hü­la­gu’­nun oğ­lu ve ha­le­fi Aba­ga ile ev­len­di­re­rek bu bağ­la­rı güç­len­dir­di. Hü­la­gu’­nun 1265 yı­lı­nın Şu­bat ayın­da­ki ölü­mü517 İran ve Kıp­çak Mo­ğol­la­rı ara­sın­da­ki ça­tış­ma­ya son ver­me­miş­ti. 1265-66 yı­lın­da Ber­ke’­nin or­du­su Trans­kaf­kas­ya’­da gö­rün­dü. Ön­cü kuv­vet­le­ri­ne bu amaç­la Trak­ya’­dan çağ­rıl­mış olan di­na­mik No­gay ku­man­da edi­yor­du. Genç prens mü­sa­de­me­ler­den bi­rin­de bir gö­zü­nü kay­bet­ti. Ber­ke bu se­fer es­na­sın­da (1266 yı­lın­da) Tif­lis’­te öl­dü ve bir­lik­le­ri ge­ri çe­kil­di­ler.518

516Spu­ler, s. 47-48; Ni­kov, s. 6-8.

517Spu­ler, s. 49.

518Ti­esen­ha­usen, 2, 76.

Kıp­çak Han­lı­ğı, bü­tün bu sa­vaş­lar­dan el­le tu­tu­lur bir ka­zanç el­de et­me­mek­le be­ra­ber, Ber­ke’­nin mü­da­ha­le­si şüp­he­siz Mı­sır’ı Hü­la­gu’­nun sal­dı­rı­la­rın­dan kur­tar­mıştır. Ber­ke’­nin Mı­sır’­da­ki iti­ba­rı­nın yük­sek ol­ma­sı ga­yet ta­bi­îdir. Po­li­ak’ın gös­ter­miş ol­du­ğu gibi, Ber­ke’­ye Mem­luk dev­le­ti­nin met­bu­su ola­rak say­gı gös­te­ri­yor­du.519 Kıp­çak ve Rus as­ker­le­rin­den olu­şan bir­lik­ler Mem­luk or­du­su­nu tak­vi­ye için bir çok se­fer Gü­ney Rus­ya’­dan Mı­sır’a gön­de­ril­miş­ler­di.520

519Po­li­ak, “Caractère co­lo­ni­al”, s. 233.

520Age., s. 234.

4. MENGÜ TEMİR’İN HÜKÜMDARLIĞI

Ber­ke ar­ka­sın­da oğul bı­rak­ma­mış­tı. Şa­yet ha­le­fi­ni tayin ede­cek bir ko­num­da ol­say­dı, an­la­şıl­dı­ğı­ kadarıyla, muhtemelen çok sevilen ve üs­tün bir as­ke­rî li­der ol­du­ğu­nu is­pat et­miş olan prens No­gay’ı be­lir­ler­di. Fa­kat ye­ni han Cu­çi prens­le­rin­den ve en yük­sek rüt­be­li ku­man­dan­la­rın­dan mü­te­şek­kil bir mec­lis olan ma­hal­lî ku­rul­tay ta­ra­fın­dan se­çi­le­cek­ti. Ada­yın se­çil­me­si için se­ce­re kı­de­mi mut­lak bir şart de­ğil­di, ama ge­nel­lik­le üze­rin­de cid­dî şe­kil­de dü­şü­nü­lü­yor­du. No­gay’ın Cu­çi sü­la­le­si için­de kı­dem id­di­ası ola­maz­dı. Ba­ba­sı Ta­tar, Cu­çi’­nin ye­din­ci oğ­lu olan Bo­al’ın bir oğ­luy­du.521 Ve Ba­tu’­nun iki to­ru­nu ha­yat­tay­dı: Tu­gan’ın oğul­la­rı olan Men­gü Te­mir (Meng­ke Te­mür) ve Tü­de Men­gü (Tö­de Möng­ke).522

521Ti­esen­ha­usen, 2, 57; Pel­li­ot, s. 52-54.

522Bu ad­la­rın oku­nu­şu için bkz. Pel­li­ot, s. 64-65.

Kıp­çak Han­lı­ğı’­nın bâ­ni­si ola­rak Ba­tu’­nun yük­sek iti­ba­rı göz önü­ne alın­dı­ğın­da, se­çi­ci mec­lis ta­ra­fın­dan to­run­la­rı­nın No­gay’a ter­cih edil­me­le­ri ta­biî gö­rü­nü­yor. Bu yüz­den Kıp­çak ha­nı ola­rak Ber­ke’­nin ha­le­fi No­gay de­ğil, Men­gü Te­mir ol­du. O ta­rih­te (1264) Arık-Bu­ka Ku­bi­lay’a tes­lim ol­muş ol­du­ğu ve Ku­bi­lay im­pa­ra­tor­lu­ğun iti­raz­sız efen­di­si sayıldığından, Men­gü Te­mir’in Ku­bi­lay ta­ra­fın­dan han ola­rak tasdik edil­di­ği­ni var­sa­ya­bi­li­riz (1267 yı­lı ci­va­rın­da).

Fa­kat No­gay bü­tünüyle sah­ne­den çe­kil­me­ye­cek ka­dar önem­li bir ki­şiy­di. Cu­çi so­yun­dan gel­me­si­nin ya­nı sı­ra yük­sek rüt­be­li bir ku­man­dan, bir tü­men­ba­şıy­dı. Ay­rı­ca em­rin­de ken­di­ne ait bir or­du var­dı – baş­lı­ca Man­gıt ka­bi­le­sin­den dev­şi­ril­miş olan ken­di or­da­sı­nın bir­lik­le­ri.523 Man­gıt­la­rın esas böl­ge­si o ta­rih­te Ya­yık neh­ri hav­za­sıy­dı.524 Son­ra­la­rı No­gay Or­da­sı di­ye bi­lin­di­ler. “No­gay” “kö­pek” de­mek ol­du­ğun­dan do­la­yı kö­pe­ğin Man­gıt­la­rın ön­de ge­len kabilesinin to­tem hay­va­nı ol­du­ğu var­sa­yı­la­bi­lir. Mı­sır kay­nak­la­rın­da No­gay Han çi­fte isim­le anıl­mak­ta­dır: İsa No­gay.525 Muh­te­me­len İsa özel adı ve No­gay kabilesinin adıy­dı (yâ­ni li­de­ri ol­du­ğu kabilenin adı). Bir mü­na­se­bet­le No­gay, 1287 yı­lın­da Ba­tu Han’­dan ölü­mün­den son­ra Kıp­çak Han­lı­ğın­da ak­ra­ba­la­rı ara­sın­da bir­lik ve dü­ze­ni mu­ha­fa­za et­mek için özel bir fer­man al­mış ol­du­ğu­nu be­yan et­miş­ti.526 Şa­yet öy­ley­se Ba­tu on­la­rı han­lık­ta dü­zen­li bir hü­kü­me­ti ida­me için özel bir bir­lik ola­rak telakki edip No­gay Or­da­sı (Man­gıt Or­da­sı) bir­lik­le­ri üze­rin­de­ki oto­ri­te­si­ni te­yit et­miş­ti.

523Man­gıt­lar hak­kın­da bkz. Ras­hid 1, s. 48, 157, 186, 189-191

524Ya­yık neh­ri şim­di Ural neh­ri ola­rak bi­lin­mek­te­dir; adı Pu­gac­hev is­ya­nın­dan son­ra İm­pa­ra­to­ri­çe II. Cat­he­ri­ne’­nin em­ri ile de­ğiş­ti­ril­miş­tir.

525Ve­se­lovsky, s. 10.

526Ti­esen­ha­usen, 2, 69.

Men­gü Te­mir’­le anlaşma­ya va­rı­la­rak No­gay’ın Aşa­ğı Tu­na böl­ge­si­nin fi­ilî hü­küm­da­rı ola­rak ta­nın­mış ol­du­ğu ve hem Bi­zans İm­pa­ra­tor­lu­ğu hem de Mı­sır ile dip­lo­ma­tik mü­na­se­bet­ler yü­rüt­me yet­ki­si ve­ril­miş ol­du­ğu gö­rü­lü­yor. Bi­zans­lı ta­rih­çe Ge­or­ge Pachy­me­res’e gö­re No­gay, Bal­kan­la­ra “han­lar” ta­ra­fın­dan gön­de­ril­miş­ti.527 Pachy­me­res’in ço­ğul ola­rak “han­lar” de­me­sin­den Men­gü Te­mir’in No­gay ile var­dı­ğı anlaşma­nın Ku­bi­lay ta­ra­fın­dan te­yit edil­miş ol­ma­sı var­sa­yı­la­maz mı?

527G. Pachy­me­res, ki­tap 5, bö­lüm 4 (Bonn edis­yo­nu, 1, 344); Rus­ça ter­cü­me­si (St. Pe­ters­burg, 1862), 1, 316.

Men­gü Te­mir, Aba­ga İl­han ile mü­za­ke­re­le­ri sür­dür­me­si­nin ya­nı sı­ra Rus­ya me­se­le­le­ri­ni yö­net­me­yi ken­di uh­de­si­ne al­mış­tı. Men­gü Te­mir Müs­lü­man de­ğil de Gö­ğe ta­pan ol­du­ğu için Al­tın Or­du ile İl­han­lılar ara­sın­da­ki ön­ce­ki mü­ca­de­le­nin di­nî mo­ti­fi artık or­ta­dan kalk­mış­tı. Ay­rı­ca Ulu Han Ku­bi­lay anlaşmaz­lık­la­rı­nı hal­let­me­le­ri için Aba­ga’­yı hem de Men­gü Te­mir’e bas­kı yap­mış ol­ma­lı­dır. So­nuç ola­rak H. 668 yı­lın­da (Miladi 1269-70) bir ba­rış anlaşma­sı ak­det­ti­ler ki, bu, Sul­tan Bay­bars için ta­bi­atıy­la bü­yük bir ha­yal kı­rık­lı­ğı ol­du.528 Fa­kat sul­tan, mü­te­akip yıl­da No­gay’­dan dos­tâ­ne bir me­saj ala­rak ce­sa­ret bul­du.529

528Ti­esen­ha­usen, 1, 125, 353; Spu­ler, s. 53.

529Ve­se­lovsky, s. 22.

Nogay, im­pa­ra­tor VIII. Mikael’i Bo­ğa­zi­çi’n­den ge­çen de­niz yo­lu­nu Mı­sır sul­ta­nı ile ken­di­si­nin kar­şı­lık­lı se­fa­ret he­yet­le­ri için kul­lan­ma­la­rı­na mü­sa­ade et­me­ye zor­la­mak amacıyla 1271 yı­lın­da Cons­tan­ti­nop­le’e kar­şı bir se­fer baş­lat­tı.530 İmparator, mağ­lu­bi­yet ris­ki­ni gö­ze al­mak­tan­sa ba­rış is­te­di ve No­gay’a dost­lu­ğu­nu sun­du. 1273 yı­lın­da Mikael gay­ri­meş­ru kı­zı Euph­rosy­ne’­yi No­gay ile ev­len­dir­di.531 Böy­le­ce Pa­les­lo­gus sü­la­le­si şim­di (gay­ri­meş­ru pren­ses­ler va­sı­ta­sıy­la) hem İl­han­lar­la hem Kıp­çak hü­küm­dar­la­rıy­la ak­ra­ba­lık bağ­la­rı kur­muş olu­yor­du.

530Ti­esen­ha­usen, 1, 359, 380; ZO, s. 83.

531İre­ne de de­ni­yor­du; bkz. Spu­ler, s. 60.

Men­gü Te­mir’in Rus­ya’­ya kar­şı si­ya­se­ti se­lef­le­ri­nin­kin­den da­ha ha­yır­hah­tı. Va­ka­nü­vis A. m. 6774’de (MS 1266) şu­nu kay­det­miş­ti: “Bu yıl çar Ber­ke öl­dü ve Ta­tar bas­kı­sı bü­yük öl­çü­de ha­fif­le­di.”532 An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Müs­lü­man tüc­car­lardan il­ti­zam ve­ril­me­si sis­te­mi­ne son ve­ril­miş ve bu­nun ye­ri­ne ni­za­mî ver­gi tah­sil­dar­la­rı tayin edil­miş­ti. Bü­yük öne­mi ha­iz baş­ka bir hu­sus, Rus ki­li­se­si­ne mu­afi­yet fer­ma­nı ve­ya yar­lık ve­ril­me­si­dir. Çin­giz Han’ın Ya­sa­sı­nın ön­gör­dü­ğü hü­küm­ler mu­ci­bin­ce Men­gü Te­mir’in se­lef­le­ri Rus ma­nas­tır­la­rı­nın baş­ra­hip­le­ri­ni, ke­şiş­le­ri, ra­hip­le­ri ve çan ça­lıp sa­ir ki­li­se hiz­met­le­ri­ni gö­ren kay­yum­la­rı nü­fus sa­yı­mın­da “sa­yıl­mak­tan” mu­af tut­muş­lar­dı.533 Şim­di ise din adam­la­rı­nın mu­afi­yet im­ti­yaz­la­rı ai­le­le­ri de da­hil ol­mak üze­re sos­yal bir ­grup ola­rak te­yit edi­li­yor­du; ki­li­se­le­rin ve ma­nas­tır­la­rın ara­zi­le­ri ile ora­da ça­lı­şan her­kes ver­gi­den mu­af­tı. Ayrıca bü­tün “ki­li­se hal­kı” as­ker­lik hiz­me­tin­den mu­af­tı. Mo­ğol me­mur­la­rın ki­li­se top­rak­la­rı­na el koy­ma­sı ve­ya ki­li­se hal­kın­dan bir hiz­met ta­lep et­me­le­ri ölüm ce­za­sı teh­di­diy­le ya­sak­lan­mış­tı. Rum Or­to­doks inan­cı­na if­ti­ra eden ve­ya kö­tü­le­yen kim­se­le­rin de öl­dü­rül­me­si­ne hük­me­dil­miş­ti. Fer­ma­nın et­ki­si­ni art­tır­mak için baş­lan­gıç kıs­mın­da Çin­giz Han’ın adı anıl­mış­tı. Ba­ğış­la­nan im­ti­yaz­la­ra mu­ka­bil Rus ra­hip­le­rin ve ke­şiş­le­rin Men­gü Te­mir ve ai­le­si ve ha­lef­le­ri için tan­rı­ya dua et­me­le­ri bek­le­ni­yor­du. Du­ala­rı­nın ve kut­sa­ma­la­rı­nın can­dan ve sa­mi­mî ol­ma­sı ge­rek­ti­ği vur­gu­lan­mış­tı. “Ve şa­yet bir din ada­mı için­den is­te­mek­si­zin dua eder­se gü­nah iş­le­miş olur.”534

532Tri­nity, s. 329.

533La­ur. 2, col. 475.

534 Men­gü Te­mir’in Rus ki­li­se­si­ne yar­lı­ğı­nın es­ki Rus­ça ter­cü­me­si için bkz. Gri­go­ri­ev, Yarly­ki, s. 124-126; Pri­sel­kov, Yarly­ki, s. 94-98. Ge­nel ola­rak yar­lık­lar hak­kın­da Ku­rat’a bkz..

Asıl yar­lık muh­te­me­len Mo­ğol­ca ya­zıl­mış ve he­men Rus­ça­ya ter­cü­me edil­miş­ti.535 Pla­no Car­pi­ni’­li John’a gö­re Ba­tu’­nun kan­çı­lar­ya­sın­da Rus mü­ter­cim­ler ve kâ­tip­ler var­dı; ve Ba­tu’­nun ha­lef­le­ri bir çok Rus kâ­tip is­tih­dam et­miş ol­ma­lı­dır­lar. Yar­lı­ğın Men­gü Te­mir (ve­ya Mo­ğol baş­kâ­ti­bi) ve Rus din adam­la­rı­nı tem­si­len Sa­ray pis­ko­po­su Mit­ro­fan ta­ra­fın müş­te­re­ken ka­le­me alın­dı­ğı da var­sa­yı­la­bi­li­r. Şa­yet öy­ley­se sa­mi­mî ol­ma­yan du­ala­ra ve­ri­le­cek ah­la­kî ce­za pis­ko­pos ta­ra­fın­dan for­mü­le edil­miş ol­ma­lı­.

535Rus ki­li­se­si­nin le­hi­ne tan­zim edil­miş olan yar­lık­la­rın sa­de­ce Rus­ça ter­cü­me­le­ri gü­nü­mü­ze ulaş­mış­tır. Bu ter­cü­me­nin özel­lik­le­ri için bkz. Gri­go­ri­ev, Yarly­ki, s. 96-106.

Bu yar­lı­ğın ve Men­gü Te­mir’in ha­lef­le­ri­nin çı­kar­dı­ğı bir di­zi ben­zer­le­ri­nin sa­ye­sin­de Rus din adam­la­rı ve on­la­rın yet­ki ala­nın­da­ki in­san­lar im­ti­yaz­lı bir ­grup teş­kil edi­yor­lar­dı ve ki­li­se­nin zen­gin­li­ği­nin te­me­li atıl­mış­tı. Bu yar­lı­ğı çı­kar­mak­la Men­gü Te­mir Çin­giz Han’ın ana­ne­le­ri­ne ve Çin­giz’in Çin’­de­ki ha­lef­le­ri­nin ol­du­ğu gi­bi di­ğer ma­hal­lî Mo­ğol han­la­rı­nın uy­gu­la­ma­la­rı­na uyu­yor­du.536 Bu gö­rüş açı­sın­dan yar­lık Mo­ğol ida­re­si­nin te­mel ta­sav­vur­la­rı uya­rın­cay­dı ve pren­sip ola­rak tu­tar­lıy­dı. Ay­rı­ca iç si­ya­set ba­kı­mın­dan us­ta­ca bir ham­ley­di, zi­ra halk ara­sın­da bü­yük bir ma­ne­vî iti­ba­ra sa­hip olan Rus­ya’­da­ki en eği­tim­li sosyal züm­re­nin ha­na en azın­dan bel­li bir öl­çü­de sa­da­ka­ti­ni ga­ran­ti edi­yor­du. Yar­lık va­sı­ta­sıy­la Rus­la­rın ça­ra kar­şı di­re­niş ru­hu­nun bü­yük öl­çü­de azal­ma­sı bek­le­ne­bi­lir­di.

536Çin’­de­ki di­nî ce­ma­at­le­rin le­hi­ne olan ulu ha­nın fer­man­la­rı hak­kın­da bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 2, kı­sım 4, s. 84.

Alexander Nevsky’­nin Do­ğu Rus­ya’­da te­sis et­ti­ği ha­na kar­şı prens­le­rin sa­da­kat si­ya­se­tin­den ve Ber­ke’­nin hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da Ba­tı Rus­ya prens­le­ri­nin di­re­ni­şi­nin kı­rıl­mış ol­ma­sın­dan do­la­yı Rus prens­le­ri­ni de­ne­tim al­tın­da tut­mak işi Men­gü Te­mir’e özel bir zor­luk çı­kar­mı­yor­du. Alexander Nevsky’­nin ölü­mü­nü mü­te­akip Vla­di­mir tah­tı­nın be­ra­tı Ber­ke Han ta­ra­fın­dan Alexander’ın kar­de­şi Tver pren­si Ya­ros­lav’a (Vla­di­mir gran­dü­kü II. Ya­ros­lav, 1263-1272) ve­ril­miş­ti. Onun ölü­müy­le I. Yaroslav’ın ha­yat­ta hiç oğ­lu kal­ma­mış­tı ve Vla­di­mir tah­tı Men­gü Ti­mur ta­ra­fın­dan Alexander Nevsky’­nin ha­yat­ta bu­lu­nan en bü­yük oğ­lu­na, Suz­da­li­a’­da­ki Pre­yas­lav pren­si Dmit­ri’­ye ve­ril­di.

II. Yaroslav’ın Vla­di­mir tah­tı­na çık­ma­sıy­la Rus­ya’­nın si­ya­sî teşkilatın­da ye­ni bir te­mâ­yül be­lir­ginleşti. Alexander Nevsky’­nin kar­deş­le­ri­nin her bi­ri, son­ra da oğul­la­rı­nın her bi­ri ün­van­la­rı Vla­di­mir gran­dü­kü ol­mak­la be­ra­ber ken­di ma­li­kâ­ne­le­rin­de kal­ma­yı, Vla­di­mir’e sa­de­ce kı­sa sü­re­li ola­rak mev­cu­di­yet­le­ri­ni ge­rek­ti­ren dev­let iş­le­ri­ni hal­let­mek için gel­me­yi ter­cih edi­yor­lar­dı. Biz bu­ra­da ma­li­kâ­ne (udel) pren­si­bi­nin mil­lî dev­let pren­si­bi­ne kar­şı ge­çi­ci za­fe­ri­ne şa­hit olu­yo­ruz.537 Henüz XII. Yüz­yı­lın son­la­rın­da her bi­ri ken­di prens ha­ne­dan­la­rı­na tâ­bi olan Ba­tı Rus­ya’­da­ki Ga­liç­ya prens­li­ği ile Do­ğu Rus­ya’­da­ki Suz­da­lia prens­li­ği (son­ra­dan Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı ol­muş­tur) Ki­yef’­ten ha­ki­kat­te ba­ğım­sız olun­ca Ki­yef tah­tı­na kı­de­me gö­re çı­kı­şın sal­lan­tı­ya uğ­ra­mış ol­du­ğu ha­tır­lan­ma­lı­dır. Ay­rı­ca ma­hal­lî prens­lik­le­rin her bi­rin­de prens ai­le­si­nin genç men­sup­la­rı­nın tümü ma­li­kâ­ne­le­ri­ne sı­kı sı­kı­ya sa­rı­lıp onu mi­ras yo­luy­la dev­re­di­len bir prens­li­ğe dö­nüş­tür­me­ye ça­lı­şı­yor­du. Di­ğer ta­raf­tan ma­hal­lî dev­let­le­rin her bi­rin­de­ki kı­dem­li prens, böl­ge­de üs­tün oto­ri­te­si­ni te­si­se mey­le­di­yor ve ma­hal­lî ma­li­kâ­ne­le­ri ka­lı­cı ola­rak te­sis edil­miş ola­rak gör­mü­yor­du. Her şey söy­len­dik­ten son­ra Do­ğu Rus­ya’­da Alexander Nevsky’­nin ölü­mün­den son­ra or­ta­ya çı­kan ye­ni “ma­li­kâ­ne re­ji­mi­nin” (udeln­yi po­ri­adok) kıs­men ön­ce­ki dö­nem­de zâ­ten fark edi­len te­mâ­yül­le­rin so­nu­cu ol­du­ğun­da şüp­he yok­tur. Fa­kat bu te­mâ­yül­le­rin kar­şıt­la­rı­na ga­le­be çal­ma­sı Rus­ya’­da Mo­ğol­la­rın ida­re­si ile çok ko­lay­laş­mış­tı.538

537Rus­ya’­da ma­li­kâ­ne re­ji­mi (udeln­yi po­ri­adok hak­kın­da bkz. Kli­uc­hevsky, 1, 365-384; S. F. Pla­to­nov, Lekt­sii po russ­koi is­to­rii (6. edis­yon, St. Pe­ters­burg, 1909), s. 111-119.

538Bkz. M. Li­ubavsky, (Trev­ni­ia russ­ka­ia is­to­ri­ia (Mos­ko­va, 1918), s. 152-153.

Rus prens­le­ri­ne be­rat­la­rı­nı ba­ğış­la­mak­ta ha­na en azın­dan kıs­men Mo­ğol­la­rın bir bü­tün ola­rak im­pa­ra­tor­luk ile ma­hal­lî ulus­la­rın mü­na­se­bet­le­ri­nin ya­nı sı­ra ma­hal­lî han­lık ile da­ha kü­çük prens­le­rin ma­li­kâ­ne mülk­le­ri ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­le­re da­ir ta­sav­vur­la­rı reh­ber­lik edi­yor­du. Bu nok­ta-i na­zar­dan her Rus pren­si­nin ma­hal­lî prens­li­ği­ni te­vâ­rüs edi­le­bi­lir hale ge­tir­me ar­zu­su­nu Mo­ğol­lar çok iyi an­la­ya­bi­li­yor­lar­dı ve bu­nun ha­nın Rus­ya mül­kü­nün sağ­lam­lı­ğı açı­sın­dan ya­rar­lı ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yor­lar­dı.

Men­gü Te­mir’in hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da bü­tün prens­ler ha­na sa­dık gö­zük­mek­le be­ra­ber, onun göz­de­si olan­lar Ros­tov prens­le­riy­di­. On­lar­la olan mü­na­se­bet­le­rin­de bel­li bir mo­del gö­rü­le­bi­lir: ha­nın Rus prens­le­ri ara­sın­da te­red­düt­süz­ce iti­mat ede­bi­le­ce­ği ve Rus­la­rın mu­ha­le­fet emâ­re­le­ri gö­rül­dü­ğü tak­dir­de Mo­ğol ida­re­si­ni güç­len­dir­mek için kul­la­na­bi­le­ce­ği bir ­grup ya­rat­ma ar­zu­su. Ha­nın Rus­ya me­se­le­le­ri ile il­gi­li si­ya­se­ti­nin mih­ve­ri ola­rak Ros­tov yö­re­si­nin se­çil­me­si onun ora­da 1262 yı­lın­da gö­rül­müş ör­ne­ğe gö­re bir halk ayak­lan­ma­sı­nın tek­ra­rı ih­ti­ma­lin­den kork­ma­sı ile izah edi­le­bi­li­r. Han, Ros­tov prens­le­ri ile dos­tâ­ne mü­na­se­bet­ler ge­liş­ti­re­rek bu ül­ke­nin bü­tü­nüy­le ken­di­si­ne ita­ati­ni ga­ran­ti­le­me­yi ve hem ken­di­si­nin hem de Ros­tov prens­le­ri­nin ken­di men­fa­at­le­ri için teh­li­ke­li gör­dük­le­ri şe­hir mec­li­si­nin oto­ri­te­si­ni za­yıf­lat­ma­yı ümit edi­yor­du. Ros­tov prens­le­ri­nin sa­da­kat­le­ri­nin mü­ka­fa­tı ola­rak ha­nın on­la­rı mem­nu­ni­yet­le Veç­e’­nin gü­cü­nü diz­gin­le­mek için ser­best bı­rak­ma­sı son derece ta­bi­îdir.

Ros­tov prens­le­ri ili­min meş­hur bir hâ­mi­si olan en bü­yük oğ­lu Cons­tan­ti­ne vasitasıyla Suz­da­lia gran­dü­kü III. Vse­vo­lod’un so­yun­dan ge­li­yor­lar­dı.539 Men­gü Te­mir’in hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da iç­le­rin­den sivrilenler Cons­tan­ti­ne’­nin to­run­la­rı olan Ros­tov pren­si Bo­ris ile Be­lo­oze­ro pren­si Gleb’in ya­nı sı­ra Smo­lensk pren­si Ros­tis­lav’ın oğ­lu olan eniş­te­le­ri Fe­dor idi. Fe­dor (Cons­tan­ti­ne’in to­ru­nu­nun kı­zı olan) Yaroslavl pren­se­si Ma­ria ile ev­len­miş­ti ve ma­li­kâ­ne ola­rak Yaroslavl’a sa­hip ol­muş­tu. Bo­ris ve Gleb’in adı Ma­ria olan an­ne­le­ri din şe­hi­di prens Çer­ni­govlu Mikael’in kı­zıy­dı. İyi tah­sil­li ve çok din­dar olan ka­dın Ros­tov top­lu­mu­nun gü­zi­de ke­si­mi­nin ma­ne­vî ha­ya­tın­da önem­li bir rol oy­na­dı.540

539Suz­dal’­lı Cons­tan­ti­ne (Kons­tan­tin) hak­kın­da bkz. Ki­evan Rus­sia s. 279. Cons­tan­ti­ne gran­dük I. Yaroslav’ın kar­de­şiy­di.

540Ros­tov’­lu pren­ses Ma­ria hak­kın­da bkz. Lik­hac­hev, s. 282-285.

Ay­nı hü­küm­dar­lık dö­ne­min­de Ros­tov pis­ko­po­su Cy­ril ta­ra­fın­dan 1259 yı­lı ci­va­rın­da Hristiyan ya­pıl­mış ve Pe­ter adı­nı al­mış olan Cu­çi so­yun­dan bir prens, Ros­tov’a yer­leş­ti ve ora­da ai­le­si ev­vel­ce Hristiyan ol­muş olan bir Mo­ğol gö­rev­li­nin kı­zı ile ev­len­di. Rus­ya’­da Or­da­lı ça­re­viç Pe­ter (Pe­ter Ordynsky) ola­rak ta­nın­dı. Mo­ğol­la­rın di­nî to­le­ran­sı göz önü­ne alın­dı­ğın­dan din de­ğiş­tir­me­si Pe­ter’in bir Mo­ğol pren­si ola­rak hak­la­rı­nı ve im­ti­yaz­la­rı­nı kay­bet­me­si­ne yol aç­ma­mış­tı. Do­la­yı­sıy­la Ros­tov’­da­ki mev­cu­di­ye­ti, Ros­tov prens­le­ri ile han ara­sın­da dos­tâ­ne mü­na­se­bet­le­ri ge­liş­tir­me ba­kı­mın­dan ya­rar­lı gö­rü­lü­yor­du. Ros­tov pren­si Bo­ris, Pe­ter ile özel­lik­le dost ol­muş­tu. Pe­ter’in bi­yog­ra­fı­na gö­re Bo­ris Pe­ter’i o ka­dar çok se­vi­yor­du ki bü­tün ye­mek­le­ri­ni onun­la pay­laş­mak is­ti­yor­du ve ni­ha­yet pis­ko­po­sun tak­dis et­me­siy­le Pe­ter ile kar­deş ol­ma­ya ye­min et­ti­ği­ni ilan et­ti.541 Dost­luk dost­luk­tur ve iş iş­tir. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Bo­ris çok akıl­lı bir iş ada­mıy­dı. Halbuki Pe­ter, çok zen­gin ol­mak­la be­ra­ber pa­ra­nın de­ğe­ri­ni bil­mi­yor­du; Ros­tov ya­kın­la­rın­da­ki bir gölün ke­na­rın­da bir ki­li­se in­şa et­me­ye ka­rar ver­di­ği za­man ara­zi­nin sa­hi­bi olan Bo­ris çok aşı­rı bir fi­yat ta­lep et­ti, Pe­ter de he­men öde­di. Pe­ter’in Ha­ya­tı’­na gö­re meb­lağ bir lib­re542* al­tın ve do­kuz lib­re gü­müş­tü.543 Kli­uc­hevsky alış­ve­ri­şin Ros­tov’­da uzun sü­re baş­lı­ca de­di­ko­du ko­nu­su ol­du­ğu yo­ru­mu­nu ya­pı­yor.544

541Pe­ter’in Ha­ya­tı’­nın mo­dern Rus­ça­ya ter­cü­me­si Bus­la­ev, 1, 160-165’te­dir.

542Lib­re: Ku­yum­cu lib­re­si 372,0 gram, çar­şı lib­re­si 352,8 gram­dır –çn.

543Age., 1, 161.

544Kli­uc­hevsky, Zhi­ti­ia, s. 40.

Pe­ter’e sa­tın al­dı­ğı ara­zi için ta­pu kay­dı yap­tır­ma­sı­nın ge­rek­ti­ği an­la­tıl­dı­ğı za­man ta­pu­nun ne işe ya­ra­dı­ğı­nı bil­me­di­ği­ni söy­le­di. Bo­ris bu ba­kım­dan ta­pu­yu Pe­ter’e ve­re­cek ka­dar dü­rüst­tü. Bu, son­ra­dan Bo­ris’in to­run­la­rı ara­zi üze­rin­de hak id­dia ede­cek ka­dar küs­tah­laş­tık­la­rı za­man Pe­ter’in so­yun­dan ge­len­le­rin çok işi­ne ya­ra­dı.545 Pe­ter in­şa et­ti­ği ki­li­se­yi yaş­lı­lı­ğın­da ma­nas­tı­ra çe­vir­di, vak­fet­ti ve ma­nas­tı­ra gir­mek için ge­re­ken ye­min­le­ri edip ke­şiş ol­du. XVI. Yüz­yı­lın or­ta­sın­da Rus ki­li­se­si ta­ra­fın­dan aziz ilan edil­di.546

545Bus­la­ev, 1, 162 vd.; Kli­uc­hevsky, Zhi­ti­ia, s. 42.

546Go­lu­binsky, Ka­no­ni­zat­si­ia, s. 110-111.

Ros­tov prens­le­ri “Or­da’­yı” sık sık zi­ya­ret et­ti­ler. 1257 yı­lın­da prens Gleb Mo­ğo­lis­tan’a git­ti ve Möng­ke Han’ın sa­ra­yın­da can­dan kar­şı­lan­dı. Ora­da vaf­tiz edil­me­yi ka­bul eden bir Mo­ğol pren­se­si ile ev­len­di; ka­dın The­odo­ra adı­nı al­dı. Men­gü Te­mir Kıp­çak ha­nı ol­du­ğu za­man Gleb be­ra­tı­nı al­mak üze­re bir çok baş­ka Rus pren­si ile bir­lik­te onun or­da­sı­na git­ti. 1268 yı­lı­na ka­dar “Or­da’­da” kal­dı. 1271 yı­lın­da yi­ne Men­gü Te­mir’in or­du­gâ­hın­day­dı. 1277 yı­lın­da kar­de­şi Bo­ris, ka­rı­sı ve ço­cuk­la­rıy­la bir­lik­te “Or­da’­ya” git­ti, ora­da has­ta­lan­dı ve öl­dü. Bo­ris’in ölü­mün­den son­ra Ros­tov pren­si olan Gleb 1278 yı­lın­da oğ­lu Mikael’i ya­nın­da (Bo­ris’in oğ­lu) Ugliç’­li Cons­tan­ti­ne ve Yaroslavl’­lı Fe­dor ol­du­ğu halde Men­gü Te­mir’e gön­der­di.547

547Na­so­nov, s. 59, 62.

Men­gü Te­mir’in bü­yük il­gi gös­ter­di­ği Rus­ya’­nın baş­ka bir yö­re­si Nov­go­rod idi. Bu se­fer ha­nın il­gi­si­nin se­be­bi ti­ca­rî idi: Nov­go­rod’un Do­ğu Rus­ya ile Şark ara­sın­da ana yo­lu teş­kil et­ti­ği Bal­tık ti­ca­re­ti­ni ge­liş­tir­me­yi ar­zu edi­yor­du. Uluslararası ti­ca­ret Al­tın Or­du’­nun re­fa­hı­nın te­mel­le­rin­den bi­riy­di ve han­la­rın ek­se­ri­si onun ge­liş­me­si­ni des­tek­li­yor­lar­dı. Men­gü Te­mir’in hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da onun da­ha da bü­yü­me­si­nin te­mel­le­ri atıl­mış­tı.

Nov­go­rod Mo­ğol­la­rın dış ti­ca­re­ti­nin en uy­gun ku­zey çı­kı­şı iken, Kı­rım li­man­la­rı o sı­ra­da baş­lı­ca İtal­yan tüc­car­lar –Ve­ne­dik­li­ler ve Ce­ne­viz­li­ler– ta­ra­fın­dan yü­rü­tü­len Ka­ra­de­niz ve Ak­de­niz ti­ca­re­ti­nin ge­liş­me­si için çok bü­yük öne­mi ha­iz­di­ler. Do­la­yı­sıy­la hem Nov­go­rod hem Kı­rım li­man­la­rı Men­gü Te­mir’in dik­ka­ti­ni cel­be­di­yor­lar­dı. Ce­ne­viz­li­ler Ka­ra­de­niz’e XII. Yüz­yı­lın ikin­ci ya­rı­sın­da gir­miş gö­rü­nü­yor­lar.548 Cons­tan­ti­nop­le’­de Latin İm­pa­ra­tor­lu­ğu mev­cut­ken (124-1261) Ka­ra­de­niz ti­ca­re­ti ne­re­dey­se ta­ma­men Ve­ne­dik­li­le­rin te­ke­lin­dey­di. İki Po­lo kar­deş 1260 yı­lın­da Kı­rım li­ma­nı Sol­da­ia’­ya549 ge­len di­ğer Ve­ne­dik­li tüc­car­la­rın ara­sın­day­dı­lar; ora­sı bü­yük ma­ce­ra­la­rı­nın baş­lan­gıç nok­ta­sıy­dı. Fa­kat Bi­zans İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nun VIII. Mikael Pa­le­olo­gus ta­ra­fın­dan ye­ni­den te­si­sin­den son­ra Ce­ne­viz­li­ler sa­de­ce Ka­ra­de­niz’e ge­ri dön­mek­le kal­ma­dı­lar, bi­lâ­kis ken­di­le­ri­ni Ve­ne­dik­li­ler­den da­ha im­ti­yaz­lı bir ko­num­da bul­du­lar ve “ti­ca­ret­ha­ne­le­ri­ni” Kı­rım’­da te­sis için ger­çek şan­sı ya­ka­la­dı­lar. 1267 yı­lı ci­va­rın­da Men­gü Te­mir on­la­ra Ke­fe’­de (gü­nü­müz­de The­odo­sia) ti­ca­ret için özel im­ti­yaz­lar ba­ğış­la­dı.550 Ve 1274 yı­lın­da Sol­da­ia’­ya yer­leş­ti­ler.551

548Ki­evan Rus­sia, s. 346.

549Sol­da­ia ev­vel­ce Sug­da­ea ola­rak bi­li­nen şeh­rin İtal­yan­ca adı­dır; es­ki Rus­ça­da Su­roj’­dur; gü­nü­müz­de ise Su­dak. İn­dek­sin­de lis­te­le­nen bu ad­lar hak­kın­da ­bkz. Va­si­li­ev, Goths.

550Bra­ti­anu, s. 205-206. Va­si­li­ev, Goths, s. 171 ve Lo­pez, s. 251 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

551Bra­ti­anu, s. 205.

Ku­zey­de­ki pa­ra­lel bir ge­liş­me­de Men­gü Te­mir Nov­go­rod’un ve Bal­tık yö­re­sin­de ser­best ti­ca­ret pren­si­bi­nin hâ­mi­si ro­lü­nü üst­len­di. Nov­go­rod ile Suz­da­lia gran­dü­kü III. Vse­vo­lod ara­sın­da va­rı­lan anlaşma­dan (1211) son­ra an­cak Suz­da­lia ha­ne­da­nı­na men­sup prens­ler Nov­go­rod prens­li­ği için se­çi­le­bi­lir olu­yor­lar­dı.552 Fa­kat her bi­ri se­çil­di­ği za­man şeh­rin ge­le­nek­sel ser­bes­ti­le­ri­ni ga­ran­ti eden bir anlaşma im­za­la­mak zo­run­day­dı. Di­ğer­le­ri gi­bi Alexander Nevsky de böy­le bir anlaşma im­za­la­mış­tı, ama gü­nü­mü­ze bir kop­ya­sı ulaş­ma­mış­tır. Alexander’ın ölü­mün­den son­ra Nov­go­rod­lu­lar onun oğ­lu olan Tver pren­si ve Vla­di­mir gran­dü­kü II. Yaroslav’ı prens­le­ri ola­rak ta­nı­ma­yı ka­bul et­ti­ler (1264). Bu mü­na­se­bet­le gran­dük ile Nov­go­rod şeh­ri ara­sın­da ye­ni bir anlaşma ya­pıl­dı; şart­la­rı bi­ri Nov­go­rod­lu­lar ta­ra­fın­dan gran­dü­ke, di­ğe­ri gran­dük­ten Nov­go­rod’a hi­ta­ben ka­le­me alın­mış iki öz­deş im­ti­yaz be­ra­tı ha­zır­lan­dı (1265 yı­lı ci­va­rın­da). Nov­go­rod be­ra­tı­nın as­lı hâ­lâ Rus ar­şiv­le­rin­de bu­lun­mak­ta­dır.553

552Bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 197.

553SGGD, s. 1, No. 2; GNP, No.1.

İki yıl son­ra be­rat­lar iki ta­raf­ça te­yit edil­di­.554 Kı­sa sü­re son­ra Yaroslav anlaşma­nın ba­zı mad­de­le­ri­ni ih­lâl et­ti ve Nov­go­rod­lu­lar gö­re­vin­den he­men is­ti­fa et­me­si­ni ta­lep et­ti­ler. Ta­lep­le­ri­ni ye­ri­ne ge­tir­mek is­te­me­yen Yaroslav, Nov­go­rod­lu­la­rı is­yan et­mek­le suç­la­ya­rak yar­dım et­me­si için ha­na baş­vur­du.555 Men­gü Te­mir onu ha­yal kı­rık­lı­ğı­na uğ­ra­ta­rak Nov­go­rod­lu­la­ra mü­za­ke­re­de bu­lun­ma­sı­nı em­ret­ti ve Yaroslav’ın bu­na uy­mak­tan baş­ka ya­pa­ca­ğı şey yok­tu. Şeh­rin hak­la­rı­nı ve im­ti­yaz­la­rı­nı teyit eden ye­ni bir an­laş­ma im­za­lan­dı. Ge­le­cek­te ona ri­ayet edil­me­si­ni te­min için Men­gü Te­mir’in gön­der­di­ği iki el­çi­nin hu­zu­run­da Yaroslav “ha­çı öpe­rek” şart­la­rı­na uya­ca­ğı­na ye­min et­ti (1270).556 Ay­nı za­man­da Men­gü Te­mir Yaroslav’a Nov­go­rod’un Ri­ga ile mü­da­ha­le edil­mek­si­zin ti­ca­ret yap­ma­sı­nı em­ret­ti. Yaroslav, Ri­ga şeh­ri­ni bu hak­tan ha­ber­dar et­mek zo­run­da kal­dı.557

554SGGD, s. 1, No. 2; GNP, No.2.

555So­lo­vi­ev, Nov­go­rod, s. 104.

556GNP, s. 11.

557Age., No. 30, s. 57.

Men­gü Te­mir’i pren­sip ola­rak Nov­go­rod’un si­ya­sî ser­bes­tile­ri­nin şam­pi­yo­nu ola­rak dü­şün­me­mek ge­re­kir. O, sa­de­ce Nov­go­rod va­sı­ta­sıy­la Bal­tık ti­ca­re­ti­nin ge­liş­me­si ve Şark’a ulaş­ma­sı ile il­gi­le­ni­yor­du. Nov­go­rod’­dan Sa­ray’a gi­den en uy­gun gü­zer­gâh, Yu­ka­rı Vol­ga böl­ge­sin­den, ya­ni Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğın­dan ge­çi­yor­du. Bu yüz­den Men­gü Te­mir Nov­go­rod’u Vla­di­mir gran­dü­kü­nün hak­sız­lık­la­rın­dan ko­ru­ma­ya ha­zır ol­mak­la bir­lik­te ay­nı za­man­da Nov­go­rod ile gran­dük ara­sın­da­ki si­ya­sî bağ­lan­tı­nın de­va­mın­da ıs­rar edi­yor­du. II. Yaroslav’ın ölü­mün­den son­ra (1272) Nov­go­rod­lu­lar Pe­re­yas­lavl’­lı Di­mit­ri’­yi prens­le­ri ola­rak seç­ti­ler. Nov­go­rod prens­li­ği üze­rin­de hak id­dia eden ye­ni gran­dük Kost­ro­ma’­lı Va­si­li, ha­na baş­vur­du. Han da Va­si­li’­nin aday­lı­ğı­nı des­tek­le­mek için bir ta­bur Mo­ğol as­ke­ri gön­der­di. Bu­nun üze­ri­ne Nov­go­rod­lu­lar va­ka­nü­vi­sin de­yi­şiy­le “fi­kir­le­ri­ni de­ğiş­tir­di­ler” ve Va­si­li’­yi prens­le­ri ola­rak ka­bul et­ti­ler.558 Va­si­li’­nin ölü­mün­den son­ra (1276) Di­mit­ri’­ye Vla­di­mir gran­dük­lü­ğü be­ra­tı ve­ri­lin­ce han onun ay­nı za­man­da Nov­go­rod pren­si ol­ma­sı­nı ka­bul et­ti.

558So­lo­vi­ev, Nov­go­rod, s. 106.

1275 yı­lın­da Rus­ya’­da ye­ni bir ge­nel nü­fus sa­yı­mı yapılarak ordu için asker toplandı. Bu, muh­te­me­len 1273 ve­ya 1274 yı­lın­da Gü­ney Çin ve Hin­di­çin’­de­ki se­fer­le­ri için da­ha çok as­ke­re ih­ti­ya­cı olan Ulu Han Ku­bi­lay ta­ra­fın­dan em­re­dil­miş­ti. Men­gü Te­mir de Kaf­kas­ya’­da­ki oto­ri­te­si­ni güç­len­dir­me­ye ni­yet­li ol­du­ğu için, ta­ze bir­lik­ler onun da ya­ra­rı­na ola­cak­tı. Bu se­fer Do­ğu Rus­ya’­ya ilave­ten Smo­lensk ül­ke­si de sa­yıl­dı. 1281 yı­lın­da ha­nın göz­de­si olan Smo­lensk gran­dü­kü Fe­dor (bu ta­rih­te Yaroslavl’­dan Smo­lensk’e ge­ri dön­müş­tü) ev­vel­ce Po­lotsk ül­ke­si­ne ait olan Vi­tebsk üs­tün­de oto­ri­te­si­ni te­sis et­ti. Mo­ğol gö­rev­li­ler artık Vi­tebsk’e de gön­de­ril­miş ol­ma­lı­ydı­lar.559

559Go­lu­bovsky, s. 304-309.

1277 yı­lın­da Men­gü Te­mir Ku­zey Kaf­kas­ya Alan­la­rı­na kar­şı bir sefer düzenledi. Bil­di­ği­miz gi­bi bu Alanlar, Don hav­za­sı ve Kı­rım’­da­ki di­ğer Alan ka­bi­le­le­ri gi­bi Ba­tu’­nun 1239 yı­lın­da­ki se­fe­ri es­na­sın­da Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan fet­he­dil­miş­ler­di. On­dan son­ra Mo­ğol­lar­la iş­bir­li­ği yap­mış­lar ve Mo­ğol­la­rın Çin’i fet­hi­ne as­ker ve­re­rek kat­kı­da bu­lun­muş­lar­dı. Ber­ke ile İl­hanlı­lar ara­sın­da­ki iç sa­vaş­lar es­na­sın­da Ku­zey Kaf­kas ­gru­bu­na men­sup Alan­lar (Os­set­ler) Kıp­çak ha­nı­na bağ­lı­lık­tan ken­di­le­ri­ni kur­tar­mak için ka­rı­şık­lık­lar­dan fay­da­lan­mış ol­ma­lı­dır­lar. As­lın­da yük­sek dağ va­di­le­rin­de ya­şa­yan­lar Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan hiç bir za­man ta­ma­men fet­he­dil­me­miş­ler­di.

Men­gü Te­mir, bir çok Rus pren­si­nin bo­yar­la­rı ve ma­iyet­le­ri ile bir­lik­te Alan­la­ra kar­şı se­fe­ri­ne ka­tıl­ma­la­rı­nı em­ret­ti. Ni­kon Va­ka­yi­nâ­me­si­ne gö­re Gleb, Bo­ris’in oğ­lu Cons­tan­ti­ne, Yaroslavl’­lı Fe­dor ve Go­ro­dets’­li Andrew (Alexander Nevsky’­nin oğ­lu) se­fe­re ka­tıl­dı­lar. Se­fer ba­şa­rı­lı ol­du; Rus­lar Alan­la­rın baş­lı­ca ka­le­si olan müs­tah­kem Da­da­kov şeh­ri­ni560 hü­cum­la al­dı­lar (1278) ve çok zen­gin ga­ni­met ele ge­çir­di­ler, ama as­lan pa­yı muh­te­me­len ha­nın ol­du. Men­gü Te­mir Rus tâ­bi­le­ri­ni öv­dü ve on­la­ra bir çok he­di­ye ver­di.561

560Muh­te­me­len Dza­ji-qäu (Vla­di­kav­kaz); Bkz. Mi­norsky, Ca­uca­sia III, s. 237

561Ni­kon, 10, 155; Ku­la­kovsky, Alany, s. 60.

Şim­di Ba­tı Rus­ya me­se­le­le­ri­ne dö­ne­lim. Bu­run­day’ın Lit­van­ya se­fe­rin­den son­ra Rus­ya kra­lı Da­ni­el ile Lit­van­ya kra­lı Men­dovg ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­le­rin ger­gin­leş­ti­ği ha­tır­la­na­cak­tır.562 Da­ni­el 1264 yı­lın­da öl­dü. Ay­nı yıl için­de Men­dovg’un mer­ke­zî­leş­tir­me si­ya­se­tin­den hoş­nut ol­ma­yan Lit­van prens­le­ri ona kar­şı bir fe­sat ter­tip edip öl­dür­dü­ler. Bu­nun üze­ri­ne oğ­lu ke­şiş Vo­is­helk ba­ba­sı­nın düş­man­la­rın­dan öç al­mak için ma­nas­tır­dan çık­tı. Ha­sım­la­rın dü­zi­ne­ler­ce­si ele ge­çi­ri­lip idam edil­di­ler ve Vo­is­helk Nov­go­rodk ve Pinsk’­de dev­şi­ri­len Rus as­ker­le­ri­nin yar­dı­mıy­la Lit­van­ya hü­küm­da­rı ol­du.563 1267 yı­lın­da ma­nas­tı­rı­na ge­ri dön­dü ve Lit­van­ya üs­tün­de­ki hâ­ki­mi­ye­ti­ni ka­yın­bi­ra­de­ri­ne, Da­ni­el’in oğ­lu Sh­va­ran’a dev­ret­ti. Si­ya­sî du­rum şim­di Da­ni­lo­viç­ler (Da­ni­elo­ğul­la­rı) için ola­ğa­nüs­tü mü­sa­it gö­rü­nü­yor­du; şim­di Ba­tı Rus­ya ile Lit­van­ya’­nın bir­leş­ti­ril­me­sin­de hâ­kim rol üst­le­ne­bi­le­cek bir du­rum­day­dı­lar. Fa­kat Volinyalı va­ka­nü­vi­sin ifa­de­siy­le “Hiç bir za­man in­sa­noğ­lu­nun iyi­li­ği­ni is­te­me­yen Şey­tan Le­o’­nun kal­bi­ni Sh­varn’a kar­şı kıs­kanç­lık­la dol­dur­du.”564 Bu yüz­den Leo (Sh­varn’ın kar­de­şi) Sh­varn’ı de­ğil ama onun des­tek­le­yi­ci­si olan Vo­is­helk’i öl­dür­dü.

5621260’lı ve 1270’li yıl­lar­da Ba­tı Rus­ya ve Lit­van­ya’­da mey­da­na ge­len olay­lar hak­kın­da bkz. Hrus­hevsky, 3, 92-108; Pas­hu­to, s. 289-302; Paszkiewcz, s. 100-142.

563Paszkiewicz, s. 109.

564Hyp., s. 204.

Vo­is­helk’in kat­li ta­bi­atıy­la Lit­van­la­rı çok öf­ke­len­dir­di ve Sh­varn’ın ölü­mün­den son­ra (1270) bir da­ha hiç bir Da­ni­lo­viç Lit­van­ya pren­si ola­rak ka­bul edil­mek şan­sı­na sa­hip ol­ma­dı. İk­ti­da­rı ma­hal­lî bir prens, Tro­iden (Tra­ide­nis, 1270-1282) üst­len­di; ve onun ölü­mün­den son­ra baş­ka bir es­ki Lit­van kla­nı öne çık­tı.

Os­set se­fe­ri­ni bi­tir­dik­ten son­ra Men­gü Te­mir dik­ka­ti­ni Bi­zans ve Mı­sır me­se­le­le­ri­ne yö­nelt­ti. Bun­dan ön­ce bil­di­ği­miz üze­re hem Bi­zans hem de Mı­sır No­gay’ın yet­ki ala­nı için­dey­di­ler. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Men­gü Te­mir şim­di No­gay’ın oto­ri­te­si­ni kıs­ma­ya ka­rar ver­miş­ti. Bul­gar ça­rı Ses­siz Cons­tan­ti­ne 1277 yı­lın­da baş­ka bir taht müd­de­isi ile yap­tı­ğı mu­ha­re­be­de öl­dü­rü­lün­ce565 bir çok aday hak id­di­asın­da bu­lun­du ve Bul­ga­ris­tan’­da ga­ile çık­tı. VIII. Mikael ile No­gay fark­lı aday­la­rı des­tek­le­dik­le­ri için mü­na­se­bet­le­ri bo­zul­du. Men­gü Te­mir’in Bal­kan me­se­le­le­ri­ne mü­da­ha­le et­me­si­ne bu ka­rı­şık­lık se­bep ol­muş gö­zü­kü­yor. Rus va­ka­yi­nâ­me­le­ri Men­gü Te­mir Han ile met­ro­po­lit Cy­ril’in Sa­ray pis­ko­po­su The­og­nost’u566 müş­te­rek el­çi­le­ri ola­rak mek­tup­la­rı ve he­di­ye­le­ri ile bir­lik­te İm­pa­ra­tor VIII. Mikael’e ve Cons­tan­ti­nop­le pat­ri­ği­ne gön­der­dik­le­ri­ni kay­de­di­yor­lar. The­og­nost 1279 yı­lın­da Sa­ray’a ge­ri dön­müş ol­du­ğu­na gö­re, bu se­fa­ret he­ye­ti 1278 yı­lı için­de git­miş ol­ma­lı­dır.567

565Ni­kov, s. 13.

566The­og­nost, Sa­ray’ın ikin­ci pis­ko­po­suy­du. İlk pis­ko­pos olan Mit­ro­fan 1267 yı­lın­da öl­müş­tü.

567Ni­kon, 10, 157. Bu, The­og­nost’un Cons­tan­ti­nop­le’e üçün­cü yol­cu­lu­ğuy­du. Ver­nadsky, “ZOEV”, s. 80 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

The­og­nost ile im­pa­ra­tor ve pat­rik ta­ra­fın­dan muh­te­me­len Mı­sır ile olan mü­na­se­bet­ler de gö­rü­şül­müş­tü. Her halü­kâr­da Men­gü Te­mir bu sı­ra­lar­da Cons­tan­ti­nop­le üze­rin­den mı­sır ile doğ­ru­dan dip­lo­ma­tik ya­zış­ma te­si­si­ne te­şeb­büs et­miş­ti. Ber­ke’­nin dos­tu olan Mı­sır sul­ta­nı I. Bay­bars 1277 yı­lın­da öl­dü. Oğul­la­rın­dan iki­si onun ar­dın­dan kı­sa sü­re­ler­le hü­küm­dar­lık yap­tı­lar ve 1279 yı­lın­da ik­ti­da­ra Ki­la­vun (Ka­la­vun) geç­ti. 1280 yı­lı­nın Tem­muz ayın­da el­çi­le­ri muh­te­me­len Men­gü Te­mir’in 1279 yı­lı ci­va­rın­da Mı­sır’a gön­der­di­ği bir he­ye­te ce­va­ben Kıp­çak’a gel­di­ler. Ki­la­vun’un se­fir­le­ri­nin Kıp­çak’a ulaş­tık­la­rı sı­ra­da Men­gü Te­mir öl­müş bu­lu­nu­yor­du.568

568Spu­ler, s. 62.

5. ALTIN ORDU’DA İKİLİ HÜKÜMET: MÜŞTEREK HÜKÜMDAR OLARAK NOGAY

I

Men­gü Te­mir’in ölü­mün­den son­ra kar­de­şi Tü­de Men­gü ku­rul­tay ta­ra­fın­dan han se­çil­di. Böy­le­ce No­gay’ın hak id­di­ala­rı bir ke­re da­ha göz ar­dı edil­di­. No­gay ye­ni ha­nın ya­nı sı­ra ger­çek­ten müş­te­rek hü­küm­dar ola­cak ka­dar ye­te­rin­ce güç­lüy­dü. As­lın­da bu ta­rih­ten iti­bâ­ren Rus va­ka­yi­nâ­me­le­ri, Ros­tov yıl­lık­la­rı is­tis­na ol­mak üze­re, Tü­de Men­gü’­ye ol­du­ğu gi­bi No­gay’a da çar der­ler. Ba­zı Ba­tı­lı kay­nak­lar da No­gay’a im­pa­ra­tor569 ve Mı­sır yıl­lık­la­rın­da me­lik (kral) de­nir.570 Tü­de Men­gü han se­çil­di­ği sı­ra­da No­gay’ın ken­di­si­ni han –No­gay (Man­gıt) Or­da­sı­nın ha­nı– ilan et­miş ol­ma­sı ak­la ya­kın­dır. No­gay’ın ta­raf­tar­la­rı ile Tü­de Men­gü’­nün ta­raf­tar­la­rı ara­sın­da bir ça­tış­ma­ya mâ­ni ol­mak için Tü­de Men­gü’­yü Kıp­çak ha­nı ola­rak se­çen ku­rul­ta­yın No­gay’ı Man­gıt­la­rın ha­nı ola­rak ka­bul et­miş ol­ma­sı ih­ti­mal da­hi­lin­de­dir. Şa­yet öy­ley­se Ba­tu’­nun No­gay’a ev­vel­ce bah­so­lu­nan fer­ma­nı,571 ku­rul­ta­yın ka­ra­rı­nın te­me­li­ni teş­kil et­miş ol­ma­lı­dır.

569Go­lu­bo­vich, 2, 444 (MS 1287); Spu­ler, s. 64 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

570Ve­se­lovsky, 1, 50, 51

571Bkz. yu­ka­rı­da kı­sım 4, s. 164.

No­gay’ın ya­sal sta­tü­sü ne olur­sa ol­sun as­lın­da Kıp­çak’ın res­mî ha­nın­dan da­ha güç­lü ol­muş­tu, ama yi­ne de onu ta­ma­men ber­ta­raf ede­cek ka­dar güç­lü de­ğil­di. So­nuç hü­kü­met­te ka­rar­sız bir iki­lik­ti ve za­man za­man iki ha­nın iş­bir­li­ği yap­ma­sı­na rağ­men bir çok se­fer bir­bi­ri­ne zıt emir­ler ve­ri­yor­lar ve bu da en azın­dan Rus­ya ile il­gi­li me­se­le­ler­de tam bir kar­ga­şa­ya se­bep olu­yor­du.

Gör­müş ol­du­ğu­muz üze­re Men­gü Te­mir’in hü­küm­dar­lı­ğı­nın son yı­lın­da Bul­ga­ris­tan’­da­ki ga­ile­ler ve Men­gü Te­mir’in İm­pa­ra­tor VIII. Mikael ile doğ­ru­dan mü­na­se­bet te­sis et­me ka­ra­rı yü­zün­den No­gay ile Bi­zans ara­sın­da­ki ilişki­ler ger­gin­leş­miş­ti. Men­gü Te­mir’in ölü­mün­den son­ra No­gay’ın ilk işi, Mikael ile dost­lu­ğu­nu ye­ni­den te­sis et­mek ol­du. Te­sal­ya’­nın asi va­li­si­ne kar­şı yar­dım tek­lif et­ti ve Mikael’e 4.000 seç­me Mo­ğol as­ke­ri gön­der­di. İm­pa­ra­tor çok mem­nun ol­muş­tu, ama Mikael’in âni ölü­mün­den do­la­yı (1282 yı­lın­da) se­fer ya­pıl­ma­dı.572 Mikael’in oğ­lu ve ha­le­fi olan im­pa­ra­tor II. And­ro­ni­kus, hü­küm­dar­lı­ğı­na 1280 yı­lın­da Bul­ga­ris­tan’ın bü­yük bir kıs­mın­da hâ­ki­mi­ye­t sağlayan Ter­ter adın­da Ku­man asıl­lı bir boyarı (çar I. Ge­or­ge Ter­ter ola­rak bi­lin­mek­te­dir) Bulgar çarı olarak tanımakla başladı. Fa­kat No­gay iti­raz edin­ce And­ro­ni­kus sa­de­ce Ter­ter’­den des­te­ği­ni çek­mek­le kal­ma­dı. Bi­lâ­kis onu tev­kif et­tir­di. Son­ra No­gay ken­di ada­yı­nı, Smi­lets adın­da­ki baş­ka bir Bul­gar bo­yarını Bul­ga­ris­tan ça­rı ilan et­ti.573

572 Ve­se­lovsky, s. 40-41.

573Age., s. 41; Ni­kov, s. 19-21.

Muh­te­me­len No­gay ile var­dı­ğı bir anlaşma va­sı­ta­sıy­la im­pa­ra­tor VIII. Mikael, Mı­sır sul­ta­nı Ki­la­vun ile bir anlaşma ya­pıp Al­tın Or­du’­ya gi­dip ge­len tüc­car­la­rın ve se­fir­le­rin Bo­ğa­zi­çi’n­den ge­çen de­niz yo­lu­nu tah­di­de tâ­bi ol­mak­sı­zın kul­lan­ma­la­rı­nı ga­ran­ti et­miş­ti.574 He­men he­men ay­nı za­man­da hem No­gay hem Tü­de Men­gü Ki­la­vun ile se­fa­ret he­yet­le­ri te­ati et­miş­ler­di. Ki­la­vun’un Men­gü Te­mir’e gön­der­di­ği ama Kıp­çak’a an­cak onun ölü­mün­den son­ra ula­şan el­çi­ler Tü­de Men­gü’­den sı­cak bir ka­bul gör­müş­ler­di; on­lar Mı­sır’a 1282 yı­lın­da yan­la­rın­da Tü­de Men­gü’­nün el­çi­le­ri ol­du­ğu halde ge­ri dön­dü­ler.575 Ay­nı yıl için­de No­gay da Ki­la­vun’a bir se­fa­ret he­ye­ti gön­der­di.576

574M. Ca­nard. “Le Traité de 1281 ent­re Mic­hel Paléologue et le sul­tan Qalaun”, By­zan­ti­on, 10 (1935), 669-680; Spu­ler, s. 63.

575Spu­ler, s. 63.

576Ve­se­lovsky, s. 51.

Bu ta­rih­te Al­tın Or­du ile Mı­sır ara­sın­da­ki dip­lo­ma­tik ya­zış­ma­lar ön­ce­den ol­du­ğu gi­bi Mo­ğol­ca ya­pı­lı­yor­du.577 Di­ğer ta­raf­tan di­nî açı­dan ba­kıl­dı­ğın­da Mı­sır’­dan ya­yı­lan İs­lâ­mi­yet sa­de­ce Al­tın Or­du’­da de­ğil İl­han­lı dev­le­tin­de de ya­vaş ya­vaş ge­li­şi­yor­du. 1282 yı­lın­da İlhanlı hanı Ah­med Müs­lü­man ol­du578 ve 1283 yı­lın­da Tü­de Men­gü Müs­lü­man ol­du­ğu­nu ilan et­ti.579 San­ki Ya­kın Do­ğu’­da di­nî ahen­gin te­si­siy­le İl­han­lılar ile Mı­sır ara­sın­da­ki si­ya­sî ger­gin­lik son bu­la­cak­mış gi­bi gö­zü­kü­yor­du. Fa­kat özel­lik­le İl­han­lılar dev­le­tin­de ve­ya Al­tın Or­du’­da İs­la­mi­ye­te dö­nüş ni­hai ol­ma­dı­ğı için ya­kın ge­le­cek­te da­ha bir çok ça­tış­ma mey­da­na ge­le­cek­ti.

577Ti­esen­ha­usen, 1, XI; Ver­nadsky. “ZOEV”, s. 81-82.

578Spu­ler, Iran, s. 78; Spu­ler, Hor­de, s. 68.

579Spu­ler, Hor­de, s. 68.

1280 yı­lın­da gran­dük Di­mit­ri ha­riç bü­tün Rus prens­le­ri ye­ni han Tü­de Men­gü’­ye say­gı­la­rı­nı sun­mak ve be­rat­la­rı­nı ye­ni­le­mek için Or­da’­ya git­miş­ler­di. O ta­rih­te Dmit­ri’­nin dik­ka­ti­ni ta­ma­men ken­di­le­ri­ne “çok kö­tü­lük” (mno­go pa­kos­ti de­ia) yap­tı­ğı Nov­go­rod­lu­lar­la kav­ga­sı meş­gul edi­yor­du.580 Bel­ki bu iki ha­re­ke­tin­den do­la­yı –Dmit­ri’­nin ha­nın sa­ra­yı­na gel­me­yi ih­mal et­me­si ve Nov­go­rod top­rak­la­rı­na sal­dır­ma­sı– Tü­de Men­gü onun be­ra­tı­nı ip­tal et­ti ve Vla­di­mir tah­tı için Ros­tov prens­le­ri­nin dos­tu ve yıl­lar­dan be­ri Men­gü Te­mir Han’ın sa­dık bir tâ­bi­si olan Dmit­ri’­nin kü­çük kar­de­şi Go­ro­dets ve Kost­ro­ma pren­si Andrew’a ye­ni bir be­rat ver­di.581 Dmit­ri tah­tı bı­rak­ma­yı ka­bul et­me­yin­ce şid­det­li bir ça­tış­ma çık­tı. Tü­de Men­gü Andrew’un ma­iye­ti­ni tak­vi­ye için Mo­ğol bir­lik­le­ri yol­la­dı. Mo­ğol­lar Dmit­ri’­nin yar­dım­cı­la­rı­nı ve as­ker­le­ri­ni ya­ka­la­ya­rak ve­ya ko­va­rak ve ül­ke­yi yağ­ma­la­ya­rak Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın top­rak­la­rı­nın ta­ma­mı­na ya­yıl­dı­lar. Son­ra Andrew’u Vla­di­mir tah­tı­na oturt­tu­lar. Ye­ni gran­dük se­fe­re ka­tıl­mış olan Mo­ğol prens­le­ri­ni ve di­ğer Mo­ğol ku­man­dan­la­rı­nı muh­te­şem bir ka­bul ve zi­ya­fet­le ağır­la­dı.582

580Nov­go­rod, s. 324.

581Kost­ro­ma ona gran­dük Va­si­li’­nin ölü­mün­den son­ra ve­ril­di.

582So­lo­vi­ev, 3, 240.

Ön­ce­ki han­lar za­ma­nın­da me­se­le ka­pan­mış telakki edi­le­cek ve Dmit­ri ya tes­lim ola­cak ya da hic­ret ede­cek­ti. Fa­kat şim­di No­gay’ın oto­ri­te­si­ yayıldığı için, Dmit­ri çar Tü­de Men­gü’­nün ka­rar­la­rı­na kar­şı çık­ma­nın bir yo­lu­nu bul­muş­tu. Ra­kip çar No­gay’ın or­du­gâ­hı­na git­ti ve ona bağ­lı­lı­ğı­nı sun­du. No­gay, muh­te­me­len Tü­de Men­gü’­nün Rus prens­le­ri­ne be­rat­lar ve­rir­ken ken­di­si­ne da­nış­mak is­te­me­me­sin­den ra­hat­sız ol­muş­tu ve şim­di oto­ri­te­si­ni ye­ni­den teyit için bir ba­ha­ne bul­du­ğun­dan do­la­yı çok mem­nundu. Vla­di­mir tah­tı üs­tün­de hak sa­hi­bi ol­ma­yı Dmit­ri’­ye bah­şet­ti ve ona yar­dım için kuv­vet­li bir as­ke­rî bir­lik gön­der­di. Bu se­fer Tü­de Men­gü’­den des­tek bula­ma­yan Andrew gran­dü­ka­lı­ğı Dmit­ri’­ye terk et­mek ve onun­la ba­rış yap­mak zo­run­da kal­dı. Andrew, bun­dan böy­le Kost­ro­ma’­ya çe­kil­di. Dmit­ri Andrew’dan ve ta­raf­tar­la­rın­dan öç al­ma­ya­ca­ğı­na ye­min et­miş­ti, ama kı­sa sü­re son­ra ye­mi­ni­ni bozdu: 1283 yı­lın­da bo­yar­la­rın­dan iki­si Kost­ro­ma’­ya gi­dip Andrew’un baş­mü­şa­vi­ri olan bo­yar Se­men To­ni­li­evich’i tev­kif et­ti­ler; kı­sa bir sor­gu­la­ma­dan son­ra da onu öl­dür­dü­ler.583

583Tri­nity, s. 340.

A. N. Na­so­nov, No­gay’ın gran­dük Dmit­ri’­ye Nov­go­rod şeh­ri­nin sa­hip ol­du­ğu ay­nı im­ti­ya­zı ba­ğış­la­dığı şeklinde ak­la ya­kın bir tah­min­de bu­lu­nu­yor: Nogay, Dmit­ri’­ye mül­kün­de ver­gi top­lan­ma­sı­na ne­zâ­ret et­me yet­ki­si­ni ver­di; an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re ver­gi top­la­mak­la gö­rev­li Mo­ğol­lar ge­ri ça­ğı­rıl­dı­lar. Şa­yet du­rum böy­ley­se, No­gay’ın ni­ye­ti tâ­bi­le­ri­ne im­ti­yaz­lı bir ko­num ve­re­rek da­ha çok Rus pren­si­ni ken­di ta­ra­fı­na çek­mek ol­muş ol­ma­lı­dır.584

584Na­so­nov, s. 71.

Tü­de Men­gü açık­ça No­gay’a mu­ha­le­fet ede­cek ka­dar güç­lü ol­ma­mak­la birlikte, No­gay’ın Dmit­ri’­ye ver­di­ği be­ra­tı teyit et­me­di ve Andrew’u fi­ilen mev­cu­di­ye­ti ol­ma­ma­sı­na rağ­men gran­dük ola­rak gör­me­ye de­vam et­ti.585 Di­ğer ta­raf­tan Ros­tov prens­le­ri Tü­de Men­gü’­ye sa­dık kal­dı­lar. Ros­tov yıl­lık­la­rın­da sa­de­ce Tü­de Men­gü’­ye çar den­me­si ve No­gay’a ün­van kullanmadan yalnızca adıy­la atıf­ta bu­lu­nul­ma­sı ilginçtir.586 Ha­nın na­za­rın­da en yük­sek mev­ki­ye sa­hip olan Smo­lensk (ev­vel­ce Yaroslavl) gran­dü­kü olan Fe­dor idi. Fe­dor, yıl­lar­ca ha­nın sa­ra­yın­da kal­mış­tı ve bu za­man zar­fın­da res­mî zi­ya­fet­ler­de ha­nın ya­kı­nın­da dur­ma ve ona bü­yük bir şe­ref ad­de­di­len tö­ren ku­pa­sı­nı sun­ma hak­kı­na sa­hip­ti.587 İlk ka­rı­sı Yaroslavl pren­se­si Ma­ri­a’­nın (1285 yı­lı ci­va­rın­da) ölü­mün­den son­ra Fe­dor vaf­tiz olup Ann adı­nı alan bir Mo­ğol pren­se­siy­le (muh­te­me­len Men­gü Te­mir’in bir kı­zı) ev­len­di­ril­di.

585Age., s. 73.

586Age., s. 72.

587Bkz. Mer­te­be­ler Ki­ta­bın­da (Ste­pen­na­ia kni­ga), PSRL, 21, 308’de Prens Fe­dor’un Ha­ya­tı.

1283 yı­lın­da Tü­de Men­gü’­nün Müs­lü­man ol­du­ğun­dan bah­se­dil­miş­ti. O, ye­ni inan­cı si­ya­sî mü­la­ha­za­lar­la de­ğil de Al­lah’­dan gel­miş bir il­ham ile ka­bul et­miş gö­zü­kü­yor. Psi­ko­lo­jik ola­rak so­nun­da ma­nas­tı­ra gi­ren Or­da’­lı ça­re­viç Pe­ter’in Hristiyan ol­ma­sı gi­bi bir du­rum söz ko­nu­su ol­muş ol­ma­lı­dır. Tü­de Men­gü bir su­fi, İs­la­mî dü­şün­ce­de bir ta­sav­vuf ta­ri­ka­tı­nın men­su­bu ol­du. Bir sü­re Kü­çük As­ya’­da (İl­han­lıla­ra tâ­bi olan) Sel­çuk­lu sul­tan­la­rı­nın sa­ra­yın­da kalan ve son­ra ay­rı­lıp bir ta­ri­kat ku­ran İran­lı Şa­ir588* Ce­la­led­din-i Ru­mî (1207-1273) sa­ye­sin­de su­fiz­min ge­liş­me­si bü­yük bir iv­me ka­zan­mış­tı.589 Ta­sav­vu­fî şi­ir­le­ri bü­yük bir be­ğe­ni gö­rü­yor ve Kü­çük As­ya, İran ve son­ra­dan Os­man­lı Tür­ki­ye­sin­de önemli bir te­sir ic­ra edi­yor­du. Su­fizm öğ­re­ti­le­rin­de fani dün­ya­nın zevk­le­ri­ni ve şa­şa­ası­nı red­de­diş öne çı­kı­yor­du; ger­çek su­fi yok­sul­luk için­de ya­şa­ma­lı ve bü­tün in­san­lı­ğı se­ve­rek ve bü­tün din­le­rin esa­sı ola­rak gö­rü­len ve bu sa­ye­de tüm in­san­la­rın kur­tu­lu­şu ümit ede­bi­le­cek­le­ri pan­te­ist te­fek­kür­le ru­hu­nu arın­dır­ma­lıy­dı.

588Ce­la­led­din-i Ru­mî (Mev­la­na) şi­ir­le­ri­ni Fars­ça yaz­dı­ğı için Pro­fe­sör Ver­na­dsky onun İran­lı ol­du­ğu gi­bi bir ya­nıl­gı­ya düş­müş –çn.

589Ce­lâ­led­din Ru­mî hak­kın­da bkz. Browne 2, s. 515-525; Krymsky, Tur­key, s. 5-6; R.A.Nic­hol­son, Ru­mi, Po­et and Mys­tic (Lond­ra, G. Al­len & Unwin, 1950).

Su­fiz­min et­ki­si al­tın­da Tü­de Men­gü dev­le­ti­ne olan il­gi­si­ni kay­bet­ti ve dev­let iş­le­ri­ni ih­mal et­ti. Bu du­rum ül­ke­si­nin ön­de ge­len prens­le­ri­ni ve ma­kam sa­hip­le­ri­ni çok ra­hat­sız edi­yor­du. Çok geç­me­den ha­nın akıl has­ta­sı ol­du­ğu­na da­ir söy­len­ti­ler çık­tı. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re kı­sa sü­re için­de Tü­de Men­gü’­nün yet­ki­le­ri­nin bir kıs­mı­nı ye­ğe­ni Te­le-Bu­ga’­ya (Tö­le Bu­ga) dev­ret­me­si is­ten­di. Her hâ­lü­kâr­da Te­le Bu­ga 1285 yı­lın­da Ulu Or­da ile No­gay Or­da­sı ara­sın­da­ki anlaşmaz­lık­la­rı or­ta­dan kal­dır­mak için ya­pı­lan bir te­şeb­büs­te ha­nı tem­sil et­ti. O ta­rih­te No­gay Mo­ğol­la­rın oto­ri­te­si­ni Ba­tı’­ya, Ma­ca­ris­tan’a yaymaya ka­rar ver­miş­ti ve Te­le Bu­ga’­yı bu se­fe­re ka­tıl­ma­ya da­vet et­ti.

No­gay’ın Ma­ca­ris­tan ile il­gi­li si­ya­se­ti­ni da­ha iyi an­la­mak için onun dev­le­ti­nin ge­nel özel­li­ği­ne ve et­nik geç­mi­şi­ne kı­sa­ca bak­mak ge­re­kir. Bal­kan­lar­da ilk de­fa gö­rü­nü­şün­den son­ra­ki yir­mi yıl için­de (1265-1285) No­gay mü­ref­feh bir im­pa­ra­tor­luk te­si­si­ne mu­vaf­fak ol­muş­tu. Bu im­pa­ra­tor­lu­ğun et­nik nü­ve­si bir çok di­ğer kav­min kar­ma bir­li­ği­nin tâ­bi ol­du­ğu ken­di “No­gay” ve­ya Man­gıt mil­le­tiy­di. No­gay­lar, hâ­lâ gö­çe­bey­di­ler. Tâ­bi halk­la­rın Ku­man­lar gi­bi bir kıs­mı ya­rı gö­çe­bey­di­ler; Bul­gar­lar gi­bi di­ğer­le­ri zi­ra­at­le uğ­ra­şı­yor­lar­dı. No­gayların tâ­bi­le­ri ara­sın­da­ki önem­li bir züm­re onun hü­küm­dar­lı­ğı­nın baş­lan­gı­cın­da Kı­rım’­dan ve Aşa­ğı Don böl­ge­sin­den Mol­dav­ya’­ya590* göç et­miş olan Alan­lar­dı. Baş­ka bir Alan züm­re­si­nin MS 400 ci­va­rın­da tam da ay­nı böl­ge­de ya­şa­mış ol­duk­la­rı ha­tır­la­na­cak­tır. O ta­rih­te Prut neh­ri Alan neh­ri di­ye bi­li­ni­yor­du.591 Muh­te­me­len V. Yüz­yıl­da Yassy (Ya­şi) şeh­ri ku­rul­muş­tu.592 Şim­di tek­rar önem­li bir ti­ca­ret şeh­ri ol­muş­tu ve Rus va­ka­yi­nâ­me­le­rin­de Alan Pa­za­rı, “Yass­kii [ve­ya As­kii] Torg” di­ye atıf­ta bu­lu­nu­lu­yor­du.593

590Mol­dav­ya: Boğ­dan –çn.

591Bkz. An­ci­ent rus­sia, s. 133.

592A.g.e., s. 133-134. M. A. Mil­ler’in ne­za­ket gös­te­rip ba­na bir kop­ya­sı­nı yol­la­dı­ğı şim­di­ye ka­dar ya­yın­lan­ma­mış Alan yer­le­şim yer­le­ri ha­ri­ta­sın­da Ya­şi ya­kı­nın­da es­ki bir Alan yer­le­şim ye­ri gös­te­ril­miş­tir.

593Ko­la­kovsky, Alany, s. 66.

Ay­rı­ca No­gay’ın mül­kün­de Aşa­ğı Din­yes­ter ve Aşa­ğı Tu­na böl­ge­le­rin­den Brod­nik­le­rin da­hil ol­du­ğu bir çok Rus var­dı.594 O yö­re­nin Rus­la­rı da ti­ca­ret­le iş­ti­gal edi­yor­lar­dı. Bu dö­nem­de Mol­dav­ya’­da­ki “Rus şe­hir­le­ri­nin” bir lis­te­si Vosk­re­sensk Va­ka­yi­nâ­me­sin­de ka­yıt­lı­dır.595

594Brod­ni­ki hak­kın­da bkz. Ki­ra­van Rus­sia, s. 158, 237, 238.

595Voskr., 7, 240. Ay­rı­ca bkz. Nov­go­rod, s. 475; Na­so­nov, Russ­ka­ia zem­lia, s. 142-143.

Da­ha az önem­li ol­ma­mak­la be­ra­ber ni­ha­yet Ulah­lar­dan596* (Ro­men­ler) bah­set­mek ge­re­kir. Ro­men­le­rin ata­la­rı­nın Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu za­ma­nın­dan be­ri Bal­kan Ya­rı­ma­da­sı’n­da, Aşa­ğı Tu­na yö­re­sin­de ve Tran­sil­van­ya’­da ya­şa­dık­la­rı ha­tır­la­na­cak­tır.597 XII. Yüz­yıl­da Ulah­lar Ku­man­lar­la bir­lik­te İkin­ci Bul­gar Çar­lı­ğı de­nen dev­le­tin teş­ki­li­ne fa­al bir bi­çim­de ka­tıl­mış­lar­dı.598 Ro­men­ler Tran­sil­van­ya’­da sü­rek­li ola­rak Ma­car­la­rın et­ki­si al­tın­da ol­muş­lar­dı. Bu nok­ta-i na­zar­dan Mo­ğol­la­rın 1241 yı­lın­da Ma­ca­ris­tan’ı is­ti­la­sı en azın­dan bir sü­re için Ma­car bas­kı­sı­nı azalt­tı­ğın­dan do­la­yı Ro­men­le­rin ta­ri­hin­de bir dö­nüm nok­ta­sı ola­rak dü­şü­nü­le­bi­lir.599 No­gay’ın hü­küm­ran­lı­ğı al­tın­da­ki ka­vim­ler fe­de­ras­yo­nu­na men­sup bir ­grup ola­rak Ro­men­ler ni­ha­yet ken­di­le­ri­ne az ve­ya çok müt­te­hit bir züm­re ola­rak ön­ce Ef­lâk’­da ve son­ra Mol­dav­ya’­da yer­le­şe­bil­di­ler. Mol­dav­ya’­da hem Alan­lar hem Rus­lar­la ya­kın te­mas için­de ya­şı­yor­lar­dı. Ro­men­ler Ki­ril al­fa­be­si­ni be­nim­se­miş­ler­di ve o ta­rih­te me­de­ni­yet­le­ri ol­duk­ça fazla Slav te­si­ri al­tın­day­dı.600

596Ulah­lar: Ef­lâk­lı­lar –çn.

597Bkz. An­ci­ent Rus­sia, s. 103; Ki­evan rus­sia, s. 319-320. Ro­men­le­rin Tran­sil­van­ya’­ya gi­riş ta­ri­hi be­lir­siz­lik ar­ze­den bir me­se­le­dir. Bir ta­kım ta­rih­çi­ler Ro­men­le­rin 1200 yı­lın­dan ön­ce Tran­sil­van­ya’­da bu­lu­na­ma­mış ol­duk­la­rı­nı ile­ri sür­mek­te­dir­ler. Bkz. Stadt­mül­ler, s. 207-208 ve s. 205’te­ki 12 no’­lu ha­ri­ta­sı.

598İkin­ci Bul­gar Çar­lı­ğı hak­kın­da bkz. F. Us­pensky, Ob­ra­zo­va­nie Vto­ro­go Bol­gars­ko­go Tsarst­va (Ode­sa, 1879); N. S. Derz­ha­vin, Is­to­ri­ia Bol­ga­rii (Mos­koa ve Le­ning­rad, 1946), 2, 128-13; Mu­tafc­hi­ev, 2, 30-97.

599Bkz. Ni­jor­ga, His­to­ire des Ro­uma­ins et de le­ur ci­vi­li­sa­ti­on (Pa­ris, 1920), s. 59.

600Age., bö­lüm 5.

Bi­zans­lı ta­rih­çi Ge­or­ge Pachy­me­res’e gö­re No­gay’a tâ­bi olan bü­tün halk­lar ya­vaş ya­vaş Mo­ğol et­ki­si al­tın­da kal­dı­lar; Ta­tar el­bi­se­le­ri gi­yip Ta­tar di­li­ni öğ­ren­di­ler.601 Sos­yo­lo­jik ba­kım­dan No­gay’ın im­pa­ra­tor­lu­ğu Ba­tı İs­kit ve Sar­mat dev­let­le­ri­ne ol­du­ğu kadar IV. Yüz­yıl­da­ki Got kral­lı­ğı­na ben­zi­yor­du. Din­yeper’­den ba­tı­ya Aşa­ğı Tu­na böl­ge­si­ne uza­na­rak Got kral­lı­ğı ile he­men he­men ay­nı böl­ge­yi iş­gal edi­yor­du. Ül­ke, zi­raî ürün­ler ve ba­lık ba­kı­mın­dan zen­gin­di ve ku­zey­de Ma­ca­ris­tan, Lit­van­ya ve Rus­ya, Gü­ney­de Bi­zans ve do­ğu­da Kı­rım ile yo­ğun bir ti­ca­ret yap­mak için uy­gun bir ko­num­day­dı.

601G. Pachy­me­res, ki­tap 5, bö­lüm 4 (Bonn edis­yo­nu, 1, 344); Rus­ça ter­cü­me­si, 1, 317; Ve­se­lovsky, s. 28; Ve­si­li­ev, Goths, s. 172.

No­gay’ın im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun sü­rat­le bü­yü­me­si­nin kom­şu ül­ke­ler, özel­lik­le de Ma­ca­ris­tan üze­rin­de te­si­ri ol­ma­mış ola­maz­dı. Bil­di­ği­miz gi­bi Ma­ca­ris­tan 1240-41 yı­lın­da Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan iş­gal edil­miş­ti. Ba­tu’­nun 1242 yı­lın­da ge­ri çe­kil­me­si Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğu­na da­hil edil­me­si­ne mâ­ni ol­muş­tu, ama on­dan son­ra bi­le Mo­ğol­lar ta­ri­hî geç­miş­le­rin­den do­la­yı Ma­car­la­rı Mo­ğol-Türk fe­de­ras­yo­nu­nun üye­li­ği­ne ka­bul edi­le­bi­lir ola­rak telakki edi­yor­lar­dı. Ma­ca­ris­tan’­da­ki Türk un­su­ru 1239 yı­lın­da güç­lü bir Ku­man züm­re­si­nin ora­ya göç et­me­si ile çok kuv­vet­len­miş­ti.602 Ku­man­lar­la bir­lik­te bir ­grup Alan da Ma­ca­ris­tan’a yer­leş­miş­ti. Ro­men­ler Tran­sil­van­ya’­da baş­ka bir Ma­car asıl­lı ol­ma­yan un­sur teş­kil edi­yor­lar­dı. No­gay’ın im­pa­ra­tor­lu­ğun­da­ki Ku­man­lar, Alan­lar ve Ro­men­ler­le Ma­ca­ris­tan şim­di Ka­ra­de­niz boz­kır­la­rın­da­ki ka­vim­le­rin et­ki­si­ne es­ki­sin­den da­ha açık­tı.

602 Bkz. yu­ka­rı­da, bö­lüm 1, kı­sım 7.

So­nuç, Ma­ca­ris­tan sa­ra­yın­da ve en azın­dan Ma­car­la­rın bir kıs­mı­nın ara­sın­da es­ki boz­kır ge­le­nek­le­ri­nin ye­ni­den can­lan­ma­sı ve No­gay­lar­la Ku­man­la­rın Ma­ca­ris­tan me­se­le­le­rin­de­ki nü­fu­zu­nun bü­yü­me­si ol­du. İk­ti­dar­da­ki Ma­ca­ris­tan kra­lı IV. La­dis­lav (László) (1272-90) bir Ku­man pren­se­si olan an­ne­si yo­luy­la Ku­man so­yun­dan gel­mey­di. László’nun ted­rî­cen boz­kır mil­let­le­ri­nin ha­yat tar­zı­na ve âdet­le­ri­ne cez­be­dil­me­si Ku­man ak­ra­ba­la­rı va­sı­ta­sıy­la ol­du. Hat­ta eşi kra­li­çe Isa­bel d’Anjoo’yu hap­se­dip iki No­gay pren­se­si­ni eş ola­rak al­ma­ya ve Hristiyan­lı­ğı red­det­me­ye ka­dar ile­ri git­ti. Bu durum, ta­bi­atıy­la Pa­pa’­nın öf­ke­si­nin ya­nı sı­ra kom­şu Hristiyan hü­küm­dar­la­rın hu­zur­suz­lu­ğu­nu cel­bet­ti. Ma­ca­ris­tan’ın için­de de ül­ke­nin “Ta­tar­laş­ma­sı­na” çok mu­ha­le­fet var­dı. Ma­car­la­rın sa­de­ce kü­çük bir kıs­mı seç­ti­ği yol­da kra­lın pe­şin­den git­me­ye ha­zır­dı.

No­gay’ın Ma­ca­ris­tan’a mü­da­ha­le­si bu ar­ka plan göz önü­ne alın­dı­ğın­da da­ha iyi an­la­şı­la­bi­li­r. Hristiyan­la­rın hü­küm­dar­lı­ğı­na olan mu­ha­le­fe­tin­den do­la­yı en­di­şe­len­miş olan kral László, No­gay Han ile bir anlaşma­ya var­mış gö­zü­kü­yor.603 No­gay da Te­le Bu­ga Han’ın iş­bir­li­ği­ni te­min et­miş­ti. 1285-86 kı­şın­da No­gay, or­du­su­nu gü­ney­den Bra­sov üze­rin­den Tran­sil­van­ya’­ya sok­tu; Te­le Bu­ga ku­zey­den Slo­vak­ya’­yı fet­he gi­riş­ti. No­gay’ın ha­re­kâ­tı ba­şa­rı­lı olur­ken Te­le Bu­ga’­nın or­du­su Ku­zey Kar­pat Dağ­la­rı­nın kar­la kap­lı va­di­le­rin­de sı­kı­şıp kal­dı.604 Çok sa­yı­da in­san ve at kay­bet­ti­ği için Te­le Bu­ga or­du­su­nu ye­ni­den dü­zen­le­mek, tak­vi­ye et­mek ve ye­ni­den at te­mi­ni­ni yo­lu­na koy­mak için Ga­liç­ya’­ya ge­ri çe­kil­mek zo­run­da kal­dı. Ye­dek bi­nek sü­rü­le­ri Ga­liç­ya’­ya Kıp­çak boz­kır­la­rın­dan ge­ti­ril­dik­le­ri için Mo­ğol­lar on­la­rı 1286 yı­lı­nın ilk­ba­ha­rı ve ya­zın­da Ga­liç­ya ve Volinya tar­la­la­rın­da ot­lat­arak, bu iki böl­ge­de zi­ra­ate bü­yük za­rar ver­di­ler. Diğer yandan Te­le Bu­ga or­du­su­nun Ma­ca­ris­tan’­da zen­gin ga­ni­met el­de et­mek ha­yal­le­ri su­ya dü­şen öf­ke­li as­ker­le­ri Ga­liç­ya ve Volinya’­yı yağ­ma­la­dı­lar. Fa­kat No­gay’ın mü­da­ha­le­si László’nun şim­di­lik tah­tı­nı ko­ru­ma­sı­na yar­dım et­ti. Fa­kat bu aşa­ma­da László si­ya­se­ti­nin akıl­cı olup ol­ma­dı­ğın­dan şüp­he duy­ma­ya baş­la­dı ve Hristiyan­lı­ğa ge­ri dön­me­ye ha­zır gö­zük­tü. Ancak, 1290 yı­lın­da Ku­man­lar ta­ra­fın­dan öl­dü­rül­dü. Ölü­mü Ma­ca­ris­tan’­da Hristiyan­lı­ğın ni­haî za­fe­ri­nin işa­re­ti ol­du. Böy­le­ce iki fark­lı kül­tü­rel dün­ya ara­sın­da sı­kı­şıp kal­mış olan bu duy­gu­lu ve kabiliyet­li hü­küm­da­rın ha­ya­tı son bul­muş ol­du. Mikael de Fer­nandy hak­lı ola­rak onu Dön­me Ju­li­an605* ile kı­yas­lar­ken ay­nı za­man­da Atil­la’­nın tak­lit­çi­si ol­du­ğu­nu da dü­şü­nmektedir.606

603Spu­ler, s. 67-68.

604No­gay’ın ve Te­le Bu­ga’­nın Ma­ca­ris­tan se­fe­ri hak­kın­da bkz. Ve­se­lovsky, s. 30-37.

605Dön­me (Apos­tat) Ju­li­an: IV. Yüz­yıl­da Hristiyan­ken tek­rar put­pe­rest olan Ro­ma İm­pa­ra­to­ru –çn.

606Mikael de Fer­di­nandy 6 Mart 1952 ta­rih­li mek­tu­buy­la IV. László’nun ki­şi­li­ği­nin ve ta­ri­hî ro­lü­nün de­ğer­len­dir­me­si­ni ba­na ver­mek ne­zâ­ke­ti­ni gös­ter­miş­tir. IV. László hakkında bkz. Mikael de Fer­di­nandy, “Das En­de der he­id­nisc­hen Kul­tur in Un­garn”, Uj, 15 (1935), 77; Age., Mi Mag­ya­rok: Tiz ta­nul­ma­ni a Mag­yar történelemböl (Bu­da­peş­te, 1941), s. 164-175; Age., Az Is­ten­ke­re­sök: az Ar­pad­haz tör­te­ne­te (Bu­da­peş­te, 1942), s. 116-124, 220-239 (bu son iki ese­re ula­şa­ma­dım; atıf için ya­zar­la­rı­na mü­te­şek­ki­rim); Hóman, 1, 589-611; Bra­ti­anu, s. 234-236.

Ma­ca­ris­tan se­fe­ri­ni mü­te­akip No­gay ve Te­le Bu­ga göz­le­ri­ni Le­his­tan’a çe­vir­di­ler. He­def­le­ri, Le­his­tan’ın Ma­ca­ris­tan’­da­ki Hristiyan fır­ka­sı­nın le­hi­ne mü­da­ha­le­si­ni ön­le­mek ol­muş ol­ma­lı­dır. 1286 yı­lı­nın son ba­ha­rın­da No­gay or­du­suy­la Ga­liç­ya’­da gö­rün­dü ve Ga­liç­ya ve Volinya prens­le­ri­nin ku­man­da­sın­da­ki Rus yar­dım­cı kuv­vet­le­riy­le tak­vi­ye olan iki Mo­ğol li­der Le­his­tan’a sal­dır­dı­lar. Yi­ne ay­rı ha­re­ket et­ti­ler. No­gay bir­lik­le­ri­ni Kroków yö­nü­ne sevk eder­ken Te­le Bu­ga San­do­mir’e doğ­ru iler­le­di. Mo­ğol­lar bir çok Leh şa­to­su­na hi­ley­le gir­me­yi ba­şar­dı­lar. Leh va­ka­yi­nâ­me­le­ri­ne gö­re Mo­ğol­lar­la bir­lik­te olan Rus prens­le­ri gö­nül­lü ola­rak tes­lim olun­du­ğu tak­dir­de gar­ni­zon­la­ra ve si­vil hal­ka za­rar ve­ril­me­ye­ce­ği­ne da­ir söz ver­di­ler, fakat her se­fe­rin­de bu sö­zü çiğ­ne­di­ler.607 Mo­ğol­lar Le­his­tan’­da zen­gin ga­ni­met el­de et­mek­le be­ra­ber ül­ke­yi fet­het­me­ye mu­vaf­fak ola­ma­dı­lar ve 1287 yı­lı­nın baş­la­rın­da Ga­liç­ya ve Volinya’­ya ge­ri dö­nüp ora­la­rı bir ke­re da­ha yağ­ma et­ti­ler. Bu vi­lâ­yet­le­rin tah­ri­bi Ba­tu za­ma­nın­da Ki­yef böl­ge­si­nin­ki gi­bi tam ol­du. İn­san ve re­fah kay­bı­nın so­nu­cun­da Ga­liç­ya ha­ne­da­nı­nın prens­le­ri­nin gü­cü o de­re­ce­de çok azal­dı ki, bu, Ba­tı Rus­ya’­nın bir­leş­me sü­re­cin­de Lit­van­ya gran­dük­le­ri­ne on­la­ra kar­şı avan­taj sağ­la­dı.608

607No­gay’ın ve Te­le Bu­ga’nın Le­his­tan se­fe­ri hakkında bkz. Ve­se­lovsky, s. 34-37.

608Bkz. Li­ubavsky, s. 29-30.

Ak­ra­ba­la­rı­nın Le­his­tan se­fe­rin­den ge­ri dön­me­sin­den he­men son­ra Volinya pren­si Vla­di­mir (Va­sil­ko’­nun oğ­lu) uzun bir has­ta­lı­ğı mü­te­akip öl­dü. Volinya Va­ka­yi­nâ­me­sin­de­ki has­ta­lı­ğı­nın ve ölü­mü­nün hikaye­si ile bi­yog­ra­fi­si­nin ya­nı sı­ra ora­da ka­yıt­lı olan va­si­yet­nâ­me­si­nin met­ni bu ga­ile­li dö­nem­de Ba­tı Rus­ya (Uk­ray­na) ta­ri­hi­nin in­ce­len­me­si için önem­li ipuç­la­rı ve­rir­ler.609 Va­ka­nü­vi­se gö­re Vla­di­mir uzun boy­lu ve ya­kı­şık­lı bir adam­dı, ki­tap­la­rı se­ver­di ve ki­li­se sa­na­tı­nın hâ­mi­siy­di. Mer­si­ye­si­ni okur­ken in­san va­ka­nü­vi­sin onun şah­sın­da bü­yük bir dö­ne­min son pren­si­ne ağıt yak­tı­ğı­nı dü­şü­nü­yor.

609Hyp., s. 213-223.

Te­le Bu­ga’­nın Sa­ray’a ge­ri dö­nü­şün­den son­ra Tü­de Men­gü taht­tan fe­ra­gat et­me­ye mec­bur bı­ra­kıl­dı ve te­le Bu­ga Men­gü Te­mir’in oğ­lu Tok­ta’­ya ta­raf­tar olan bir ­grup pren­sin ve or­du ku­man­da­nı­nın mu­ha­le­fe­ti­ne rağ­men meş­ru han ol­du. No­gay ile Te­le Bu­ga ara­sın­da­ki mü­na­se­bet te­le Bu­ga’­nın No­gay’ın ona ye­ter­li des­tek ver­me­di­ğin­den şi­ka­yet et­ti­ği Ma­ca­ris­tan ve Le­his­tan’a müş­te­rek se­fer­le­ri sı­ra­sın­da ger­gin­leş­miş­ti. Şim­di ken­di ba­şı­na buy­ruk ola­rak han olan Te­le Bu­ga No­gay’a kar­şı da­ha ba­ğım­sız bir ta­vır ser­gi­le­ye­bi­le­ce­ği­ni dü­şü­nü­yor­du ve mü­na­se­bet­le­ri da­ha da bo­zul­du.

İki ha­nın ara­sın­da­ki anlaşma ek­sik­li­ğin­den kay­nak­la­nan kar­ga­şa, Mo­ğol gö­rev­li (bas­kak)610 Ah­med ve Kursk prens­le­ri­nin hikaye­si ile çok gü­zel göz­ler önü­ne se­ri­lmektedir.611 Ah­med, Kursk yö­re­sin­de ver­gi top­la­mak­la gö­rev­liy­di. Hikaye­ye gö­re ora­da on­la­ra ba­ğış­la­nan ver­gi mu­afi­ye­ti yü­zün­den nü­fu­su sü­rat­le ar­tan iki şe­hir kur­du; bir çok ze­na­at­kâr ve tüc­car on­la­rın ca­zi­be­si­ne ka­pıl­dı­lar. Bu­na mu­ka­bil Rylsk pren­si Oleg ile Li­petsk pren­si Svi­atos­lav’ın mülk­le­ri fa­kir­leş­ti.612 So­nun­da bu iki prens ça­ra şi­ka­yet­te bu­lun­ma­ya ka­rar ver­di­ler. Bas­kak Ah­med No­gay’a tâ­bi ol­du­ğu için prens­ler Te­le Bu­ga’­ya baş­vur­du­lar. O, Ah­med’in kur­du­ğu şe­hir­le­rin yı­kıl­ma­sı ge­rek­ti­ği­ne hük­met­ti. Do­la­yı­sıy­la Oleg’in ve Svi­atos­lav’ın adam­la­rı on­la­ra akın edip yağ­ma­la­dı­lar.

610“Bas­kak” de­yi­mi­nin mana­sı hakkında bkz. aşa­ğı­da kı­sım 8, s. 220.

611La­ur., 2, col. 481-482; Ni­kon, 10, 162-165. Olay ta­ri­hi hakkında bkz. Na­so­nov, s. 70.

612Bu iki prens Çer­ni­gov ha­ne­da­nı­na men­sup­tu­lar; Bkz. Ba­um­gar­ten, 1, 90. Rylsk ve Li­petsk, Kursk ül­ke­sin­de­ki şe­hir­ler­dir.

Ah­med, he­men du­ru­mu No­gay’a şi­ka­yet et­ti. İki pren­sin yap­tık­la­rın­dan ga­za­ba ka­pı­lan No­gay, Oleg ve Svi­atos­lav’ın ya­nı sı­ra bo­yar­la­rı­nın da ya­ka­lan­ma­sı em­riy­le Ah­med’in ku­man­da­sın­da kuv­vet­li bir bir­lik gön­der­di. Oleg, bu te­dip se­fe­ri­ni du­yun­ca Te­le Bu­ga’­nın or­da­sı­na ve Svi­atos­lav da Ri­azan prens­li­ğin­de­ki Vo­ro­nej or­man­la­rı­na kaç­tı. Her iki pren­sin ya­nı sı­ra Svi­atos­lav’ın bo­yar­la­rı kaç­ma­ya mu­vaf­fak ol­du­lar, ama Oleg’in bo­yar­la­rı do­ğu­ya doğ­ru gi­der­ken Ah­med’in as­ker­le­ri ta­ra­fın­dan ya­ka­lan­dı­lar ve bas­ka­kın or­du­gâ­hı­na gö­tü­rül­dü­ler. Ah­med der­hal idam edil­me­le­ri­ni em­ret­ti. Her iki pren­sin top­rak­la­rı Ah­med’in as­ker­le­ri ta­ra­fın­dan acı­ma­sız­ca yağ­ma­lan­dı. Er­te­si yıl Te­le Bu­ga ile No­gay ara­sın­da Oleg’in Rylsk’e ge­ri dön­me­si­ne imkan ta­nı­yan bir anlaşma ya­pıl­dı. Bu ara­da Svi­atos­lav da ge­ri dön­müş­tü ve her­han­gi bir anlaşma­ya ta­raf ol­ma­dı­ğı için Ah­med’in şe­hir­le­ri­ne bir ke­re da­ha akın yap­tı. Bu ha­re­ke­tin muh­te­mel so­nuç­la­rın­dan kor­kan Oleg tek­rar Te­le Bu­ga’­nın ya­nı­na git­ti. O da ona Svi­atos­lav’ı ce­za­lan­dır­ma­sı­nı em­re­dip em­rin ye­ri­ne ge­ti­ril­me­si için bir Mo­ğol bir­li­ği­ gön­der­di. Ça­rın em­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­ren Oleg, Svi­atos­lav’ı öl­dür­dü. Bu­nun üze­ri­ne Svi­atos­lav’ın kar­de­şi Andrew hi­ma­ye­si­ni ta­lep et­mek için çar No­gay’a git­ti. Çar, Alexander’a yar­dım et­mek için bir bir­lik gön­der­di. On­la­rın yar­dı­mıy­la Alexander, Oleg ile iki oğ­lu­nu ele ge­çi­re­bil­di ve üçü­nü de öl­dür­dü.

Bü­tün bu hikaye, hem Mo­ğol ida­re­si­nin ye­ni baş­la­mak­ta olan yoz­laş­ma­sı, hem de en kö­tü şek­liy­le Rus prens­le­ri­nin ah­la­kî çö­kün­tü­sü için geçerlidir. Bu­ hikayeyi ben­zer olay­lar ta­kip ede­cek­ti.

II

Te­le Bu­ga, Ber­ke’­nin Çin­gi­zo­ğul­la­rı­nın iki ko­lu ara­sın­da baş­lat­mış ol­du­ğu kav­ga­yı ye­ni­den baş­la­ta­rak 1288 yı­lı­nın ilk­ba­ha­rın­da İl­hanlı­lar dev­le­ti­ne kar­şı bir se­fer dü­zen­le­di. Al­tın Or­du ha­nının he­de­fi, ön­ce­den ol­du­ğu gi­bi Azer­bay­can’ı il­hak et­mek­ti. Ne bu se­fer­de ne de 1290 yı­lı­nın ilk­ba­ha­rın­da ya­pı­lan ikin­ci se­fer­de ka­lı­cı so­nuç alın­ma­dı.613 Fa­kat Ros­tov şeh­ri­nin hal­kı ha­nın dik­ka­ti­nin Trans­kaf­kas­ya üze­rin­de yo­ğun­laş­mış ol­ma­sın­dan is­ti­fa­de ede­rek 1289 yı­lın­da Mo­ğol gö­rev­li­le­re is­yan et­ti­ler.614 Te­le Bu­ga’­nın bu mü­na­se­bet­le Ros­tov’a bir te­dip kuv­ve­ti gön­der­di­ği­ne da­ir bir ipu­cu yok­tur. Ayak­lan­ma muh­te­me­len Ros­tov prens­le­ri ile kom­şu şe­hir­ler­de ko­nuş­lan­mış olan Mo­ğol gar­ni­zon­la­rı­nın müş­te­rek ça­ba­la­rıy­la bas­tı­rıl­mış­tı.

613Spu­ler, Iran, s. 86; Spu­ler, Hor­de, 70.

614Na­so­nov, s. 67.

Şa­yet Te­le Bu­ga İl­han­lıla­ra aç­tı­ğı sa­vaş­la Ma­ca­ris­tan’a ve Le­his­tan’a kar­şı ön­ce­ki ba­şa­rı­sız se­fe­ri yü­zün­den bir mik­tar sar­sın­tı­ya uğ­ra­mış olan iti­ba­rı­nı yük­selt­me­yi um­duy­sa yan­lış he­sap yap­mış­tı. Azer­bay­can’ı fet­het­me­yi ba­şa­ra­ma­mış ol­ma­sı, bir çok prens ve or­du ku­man­da­nı ta­ra­fın­dan çok sert bir şe­kil­de ten­kit edil­miş ol­ma­lı­dır. Mu­ha­le­fet li­der­le­ri, Tok­ta’­nın taht üs­tün­de­ki hak id­di­ası­nı des­tek­le­me­ye ha­zır ol­muş ol­ma­lı­dır­lar. Her hâ­lü­kâr­da Te­le Bu­ga Tok­ta’­yı tev­kif et­me­ye ka­rar ver­di. Teh­li­ke­den ha­ber­dar edi­len Tok­ta, No­gay’ın ya­nı­na kaç­tı ve ha­yat­ta­ki en yaş­lı Cu­çi­oğ­lu olan on­dan hi­ma­ye edil­me­si­ni istedi. No­gay bu ba­ha­ne­den Te­le Bu­ga’­nın oto­ri­te­si­ni kır­mak için ya­rar­lan­mak­tan çok mem­nun ol­muş­tu. Bu yüz­den Tok­ta’­ya or­da­sın­da il­ti­ca hak­kı ta­nı­dı ve ka­ça­ğın gü­ven­li­ği­ni ga­ran­ti et­ti. İş­te bu mü­na­se­bet­le onu Cu­çi­oğ­lu prens­le­rin ha­ke­mi ola­rak tayin eden Ba­tu’­nun fer­ma­nın­dan bah­set­ti.615 No­gay, Tok­ta ile dost ol­mak­la ölüm­cül bir ha­ta yap­tı­ğı­nın hiç far­kın­da de­ğil­di. Dost ol­du­ğu adam so­nun­da onun fe­lâ­ke­ti­ni mu­cip ola­cak­tı.

615Ti­esen­ha­usen, 2, 69.

Nogay, Tok­ta ile fi­kir te­ati­sin­de bu­lun­duk­tan son­ra Te­le Bu­ga’­dan hi­le ile kur­tul­ma­ya ka­rar ver­di. Anlaşma­ya var­ma onu­ru iz­har ede­rek Te­le Bu­ga’­yı be­lir­li bir yer­de ken­di­siy­le bu­luş­ma­ya da­vet et­ti. İki­si de bu­luş­ma­ya or­du­su­nu se­fer­ber et­me­den kü­çük bir ma­iyet ile ge­le­cek­ti. Te­le Bu­ga No­gay’a ina­na­cak ka­dar saf­tı ve tu­za­ğa düş­tü. No­gay’ın as­ker­le­ri ta­ra­fın­dan ya­ka­lan­dı ve ken­di­si­ne re­fa­kat et­miş olan bir çok di­ğer prens­le bir­lik­te hep­si­nin ge­le­nek­sel Mo­ğol usu­lün­de –kan dök­mek­si­zin, yâ­ni bel­ke­mik­le­ri kı­rı­la­rak– öl­dü­rül­me­le­ri­ni em­re­den Tok­ta’­ya tes­lim edil­di­ler (1291).616 Son­ra No­gay Tok­ta’­yı Kıp­çak ha­nı ilan et­ti. Tok­ta da bir Mı­sır kay­na­ğı­na gö­re No­gay’a “Kı­rım’ı ver­di”.617 Ev­vel­ce bah­so­lun­du­ğu üze­re Kı­rım şe­hir­le­rin­den el­de edi­len ge­li­rin sa­de­ce dört­te bi­ri Kıp­çak han­la­rı­na ait­ti.618 Tok­ta, muh­te­me­len bu pa­yı­nı No­gay’a bı­rak­mış­tı.

616 Age., 2, 69-70; Ve­se­lovsky, s. 37-38.

617Ve­se­lovsky, s. 43.

618Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 2, kı­sım 9, s. 133.

Tah­tı el­de et­mek için No­gay’ın yar­dı­mı­nı ka­bul et­mek­le be­ra­ber Tok­ta’­nın ömür bo­yu onun tâ­bi­si ol­ma­ya ni­ye­ti yok­tu. Tok­ta çok kabiliyet­li bir hü­küm­dar ve hem Te­le Bu­ga’­dan hem de Tü­de Men­gü’­den çok fark­lı bir adam ol­du­ğu­nu gös­ter­di. Din­dar bir Gö­ğe ta­pan­dı, ka­tı Mo­ğol ge­le­nek­le­riy­le dop­do­luy­du ve pan-Mo­ğol bir­li­ği­ne ina­nı­yor­du. No­gay ile he­men ale­nen ça­tış­ma­ya gir­me­ye­cek ka­dar ted­bir­li olan Tok­ta, hü­küm­dar­lı­ğı­nın en ba­şın­dan iti­bâ­ren güç­lü bir or­du ve ida­re te­si­si­ne gi­riş­ti. Fa­kat ona kar­şı çık­ma­ya ha­zır ola­na ka­dar No­gay’a bir­kaç tâ­viz da­ha ver­di.

Al­tın Or­du tah­tın­da­ki de­ği­şik­li­ği fır­sat bi­len is­men gran­dük Andrew ya­nın­da bir çok Ros­tov pren­si ve Ros­tov pis­ko­po­su ol­du­ğu halde be­ra­tı­nı ye­ni­le­mek ve No­gay’ın ya­ra­tı­ğı olan fi­ilen gran­dük Dmit­ri’­yi ıs­rar­la şi­ka­yet et­mek için Tok­ta’­ya git­ti. Dmit­ri, ken­di­si­ni No­gay’ın tâ­bi­si telakki ede­rek Tok­ta’­nın sa­ra­yı­na git­me­yi red­det­ti. Tver pren­si Mikael (gran­dük II. Yaroslav’ın oğ­lu) de No­gay’ın ta­ra­fın­da ol­ma­yı ter­cih et­ti ve tah­tı­nın teyidi için Tok­ta’­nın ye­ri­ne ona git­ti. Ve Mos­ko­va pren­si Da­ni­el (Alexander Nevsky’­nin en kü­çük oğ­lu) de Tok­ta’­nın sa­ra­yın­da gö­rün­me­di. Böy­le­ce Al­tın Or­du’­da­ki oto­ri­te bölün­me­si Rus prens­le­ri ara­sın­da iki ra­kip züm­re­nin teş­ki­li­ne yol aç­tı. Tok­ta bu du­ru­ma mü­sa­ma­ha et­me­yi ka­bul­len­me­di ve yet­ki­si­ni ye­ni­den bü­tün Ku­zey Rus­ya’­ya teşmil et­mek için gay­ret­li bir te­şeb­büs­te bu­lun­du. Sa­de­ce Andrew’u Vla­di­mir gran­dü­kü ola­rak tensip et­mek­le kal­ma­dı, bi­lâ­kis Andrew’a ve Smo­lensk gran­dü­kü Fe­dor’a Dmit­ri’­nin ica­bı­na bak­ma yet­ki­si­ni ver­di. Bek­le­ne­ce­ği gi­bi Dmit­ri tah­tı tes­lim et­me­ye ni­yet­li de­ğil­di ve Tok­ta’­nın emir­le­ri­ne kar­şı çık­tı. Bu­nun üze­ri­ne han Rus tâ­bi­le­ri­ne yar­dım et­mek için Rus va­ka­yi­nâ­me­le­ri­nin Div­den de­dik­le­ri kar­de­şi Tü­den’in (Tö­den) ku­man­da­sı al­tın­da bir Mo­ğol or­du­su gön­der­di.619 Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı Dmit­ri’­nin Tok­ta’­ya mu­ha­le­fe­ti yü­zün­den kor­kunç bir be­del öde­di. Vla­di­mir’in ya­nı sı­ra Mos­ko­va’­nın da­hil ol­du­ğu bir çok baş­ka şe­hir acı­ma­sız­ca yağ­ma­lan­dı­ ve çev­re­le­rin­de­ki köy­ler ta­ma­men tah­rip edil­di (1293). Sa­de­ce Tver şeh­ri müs­tev­li­le­re ka­rar­lı bir şe­kil­de di­ren­di; bu­nun üs­te­sin­den gel­mek için Tok­ta prens Tek­te­mir’in (Tog Te­mir?) ku­man­da­sın­da baş­ka bir Mo­ğol or­du­su gön­der­di. Bu or­du Tver­li­le­re çok za­rar ver­di.620 Bu ara­da Dmit­ri Ps­kov’a kaç­tı ve Andrew ile mü­za­ke­re­le­ri baş­lat­tı. Ge­çi­ci bir mü­ta­re­ke üze­rin­de anlaşma­ya va­rıl­dı. Kı­sa sü­re son­ra Dmit­ri öl­dü ve Andrew Ku­zey Rus­ya prens­le­ri­nin çoğu ta­ra­fın­dan gran­dük ola­rak ka­bul edil­di (1294).

619Na­so­nov, s. 73-77; N. Ve­se­lovsky, “Za­met­ki po is­to­rii Zo­lo­toi Ordy”, ANZI, 21, bö­lüm 1 (1916), 1-10.

620Ni­kon, 10, 169.

No­gay’ın bu se­fer Rus­ya me­se­le­le­ri­ne ka­rış­ma­ma­yı ter­cih et­me­si­ne rağ­men Tok­ta’­nın zec­rî ted­bir­le­rin­den en­di­şe­len­miş ol­ma­lı­dır. Al­tın Or­du ile il­gi­li me­se­le­ler­de üs­tün gü­cün hâ­lâ No­gay’ın elin­de bu­lun­du­ğu­nu Tok­ta’­ya ha­tır­lat­ma­yı ge­rek­li gör­dü. Do­la­yı­sıy­la 1293 yı­lın­da No­gay’ın en kı­dem­li eşi olan Bay­lak Ha­tun Tok­ta’­ya bir ne­za­ket zi­ya­re­ti yap­tı ve bü­yük bir say­gıy­la kar­şı­lan­dı. Bir çok gün sü­ren eğ­len­ce­ler­den son­ra ka­dın Tok­ta’­ya “ba­ba­sı” (yâ­ni met­bu­su) No­gay’ın onu ev­vel­ce Te­le Bu­gay’ı des­tek­le­miş olan ve No­gay’ın teh­li­ke­li ol­duk­la­rı­nı dü­şün­dü­ğü bir çok or­du ku­man­da­nı­na kar­şı ikaz et­mek is­te­di­ği­ni an­lat­tı. Ka­dın yir­mi üç ki­şi­nin adı­nı ver­di. Tok­ta, her bi­ri­ni te­ker te­ker ota­ğı­na ça­ğır­ıp tev­kif et­tir­di ve bir bi­ri ar­ka­sın­dan idam et­tir­di.621

621Ti­esen­ha­usen, 1, 109; Ve­se­lovsky, s. 43.

Tok­ta’­nın sa­da­ka­ti­nin bu de­li­li No­gay’ı tes­kin et­ti. Şim­di nü­fu­zu­nu Sır­bis­tan’a yaymak için dik­ka­ti­ni Bal­kan me­se­le­le­ri­ne çe­vi­re­bi­lir­di. Vi­din pren­si Şiş­man’ın622 da­hil ol­du­ğu bir çok Bal­kan pren­si Sır­bis­tan kra­lı II. Mi­lu­tin Uroş’a kar­şı onun hi­ma­ye­si­ni is­te­miş­ti. No­gay or­du­su­nu Sır­bis­tan’a yol­la­dı ve kra­lın ken­di­si­ni No­gay’ın tâ­bi­si ola­rak ka­bul et­mek­ten baş­ka ya­pa­ca­ğı bir şey yok­tu (1293 yı­lı ci­va­rın­da).623

622P. Ni­kov, Is­to­ri­ia na Vi­dins­ko­to kni­az­hest­vo do 1323 go­di­na (Sof­ya, 1922), s. 47-50.

623Ni­kov, Ta­ta­ro-bul­gars­ki ot­nos­he­ni­ia, s. 23’te 1292 yı­lı ci­va­rın­da­ki bu ola­ya atıf­ta bu­lun­mak­ta­dır; Ve­se­lovsky, s. 42’de 1296 yı­lı ci­va­rı­na atıf­ta bu­lun­mak­ta­dır.

Ay­nı yıl için­de Ce­ne­viz ile Ve­ne­dik ara­sın­da uzat­ma­lı bir sa­vaş baş­la­dı. Bu iki İtal­yan cum­hu­ri­ye­ti­nin Do­ğu Ak­de­niz’­de­ki bü­yük ti­ca­rî ya­yıl­ma­cı­lık­la­rı göz önü­ne alın­dı­ğın­da, ça­tış­ma­la­rı, sa­de­ce on­la­rın mü­na­se­bet­te bu­lun­duk­la­rı bir çok Şark ül­ke­si­ni de­ğil, bi­lâ­kis Av­ru­pa ve As­ya’­da uluslararası si­ya­se­ti de et­ki­le­di.624 Bil­di­ği­miz gi­bi Ce­ne­viz­li­ler Men­gü Te­mir’in hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da Kı­rım li­man­la­rı­na iyi­ce yer­leş­miş­ler­di.625 Ve­ne­dik­li­ler çok ka­zanç­lı Ka­ra­de­niz ti­ca­re­tin­de ön­ce­ki avan­taj­la­rı­nın kay­bın­dan do­la­yı kız­gın­dı­lar ve çok geç­me­den Kı­rım’­da yi­ne söz sa­hi­bi ol­ma­ya te­şeb­büs et­ti­ler. 1287 yı­lın­da Sol­da­ia’­da­ki bir Ve­ne­dik kon­so­lo­sun­dan bah­se­dil­mek­te­dir.626 1291 yı­lın­da Ve­ne­dik­li­ler No­gay’a bir he­yet gön­der­me­ye ka­rar ver­di­ler. Muh­te­me­len Kı­rım’­da­ki Ce­ne­viz te­ke­li­ni kır­mak için o ha­nın iş­bir­li­ği ya­pa­ca­ğı­nı he­sap­lı­yor­lar­dı.627 İtal­yan ti­ca­ret bah­ri­ye­si­nin bir ta­rih­çi­si­ne gö­re, iki İtal­yan cum­hu­ri­ye­ti ara­sın­da­ki ge­nel ça­tış­ma­yı tah­rik eden şey, tam ola­rak Ve­ne­dik’in Ka­ra­de­niz böl­ge­sin­de­ki sal­dır­gan­lı­ğıy­dı.628 Fa­kat No­gay, Ce­ne­viz­li­le­re kar­şı he­men ha­re­ke­te geç­mek­te te­red­düt et­ti. Bu ara­da Tok­ta ile mü­na­se­bet­le­ri ger­gin­leş­miş­ti. Çok muh­te­mel­dir ki Ce­ne­viz­li­ler hem Ve­ne­dik­li­le­re hem des­tek­le­yi­ci­le­ri No­gay’a kar­şı Tok­ta’­nın hi­ma­ye­si­ni ta­lep et­miş­ler­di. Ve No­gay Tok­ta’­nın han­la­rı­nı terk et­miş olan bir çok ge­ne­ra­li­ne il­ti­ca hak­kı ve dost­lu­ğu­nu sun­muş­tu. Hat­ta No­gay kız­la­rın­dan bi­ri­ni bun­lar­dan bi­ri­nin oğ­lu ile ev­len­dir­miş­ti.

6241293-99 yıl­la­rın­da­ki Ce­ne­viz-Ve­ne­dik har­bi için bkz. MPYC, Int­ro­duc­tory No­te VI. 1, 41-44; Bra­ti­anu, s. 263-275; Ces­si, 1, 263-265.

625Bkz. yu­ka­rı­da, kı­sım 4, s. 170.

626Bra­ti­anu, s. 256.

627 Age., s. 256-257.

628Manf­ro­ni, Sto­ria del­la ma­ri­na, 2, 103; A. Bat­tis­tel­la, La Re­pub­li­ca di Ve­ne­zia (Ve­ne­dik, 1921), s. 165, Bra­ti­anu ta­ra­fın­dan s. 256-257’de zik­re­dil­di­ği üze­re.

Tok­ta, iza­hat ta­lep et­me­si ve şa­yet ve­ri­len iza­hat ye­ter­siz olur­sa sa­vaş teh­di­din­de bu­lun­ma­sı için No­gay’a bir el­çi gön­der­di. No­gay, mey­dan oku­ma­yı ka­bul et­ti ve kar­şı­lık ola­rak şu me­sa­jı ver­di: “At­la­rı­mız su­sa­dı, on­la­rı Don neh­rin­de su­la­mak is­ti­yo­ruz.” Sa­vaş ilanı­nın bu renk­li for­mü­lü­nün kök­le­ri boz­kır ka­vim­le­ri­nin ge­le­nek­sel epik şi­ir­le­rin­de yat­mak­ta­dır; İs­kit­ler za­ma­nın­da ve da­ha ya­kın bir ta­rih­te “İgor Alayı Destanı”nda kul­la­nıl­mış­tı.629 Tok­ta he­men or­du­su­nu düş­ma­nı­na kar­şı sevk et­ti. Mı­sır­lı ta­rih­çi Rük­ned­din Bay­bars’a gö­re bu sa­va­şın asıl mu­ha­re­be­si Yaş –yâ­ni Prut– neh­ri­nin yukarı akımı ya­kın­la­rın­da ya­pıl­dı.630 İran’­da kal­dı­ğı sı­ra­da Mar­ko Po­lo’­ya Nerg­hi ova­sın­da sa­va­şıl­dı­ğı an­la­tıl­mış­tı.631 Ner­ge Fars­ça “hat” de­mek­tir.632 Ben, adın Be­sa­rab­ya ve Mol­dov­ya’­da Din­yes­ter ve Prut ne­hir­le­ri ara­sın­da­ki ka­lın­tı­la­rı bu­gün hâ­lâ gö­rü­len, İm­pa­ra­tor Tra­jan Sed­di de­nilen çok es­ki bir müs­tah­kem sed­de atıf­ta bu­lun­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum.633 Böy­le­ce mu­ha­re­be mey­da­nı Gü­ney Be­sa­rab­ya’­da bu­lun­muş olu­yor.

629Bkz. G. Ver­nadsky, “La Ges­te d’Igor au po­int de vue historique”, An­nu­ai­re, 8 (1948), 223.

630Ti­esen­ha­usen, 1, 110-111; Ve­se­lovsky, s. 45. Bkz. yu­ka­rı­da alt kı­sım 1, s. 179 ve dip­not 153.

631MPMP, 1, s. 480.

632Ste­in­gass, s. 1395.

633Be­sa­rab­ya’­da­ki Tra­jan Sed­di hakkında bkz. C. Sc­huch­har­dil, “Wälle und Cha­us­se­en im süd­lic­hen und öst­lic­hen Da­ci­en”, AEM, 9 (1885), 202-232; V. P. Se­me­nov, Ros­si­ia, 14 (St. Pe­ters­burg, 1910), 134; C. Uh­lig, “Die Wälle in Bes­sa­ra­bia, be­son­ders die so­ge­nann­ten Trajanswälle”, Prähistorische Ze­itsch­rift, 19 (1928), s. 185-250.

Mu­ha­re­be No­gay’ın za­fe­riy­le son bul­du. Tok­ta as­ker­le­ri’­nin ge­ri ka­lan­la­rı ile bir­lik­te do­ğu­ya doğ­ru kaç­tı. No­gay’ın or­du­su ta­ra­fın­dan Don neh­ri­ne ka­dar ko­va­lan­dı. No­gay’ın va­adi ger­çek­leş­ti: as­ker­le­ri at­la­rı­nı ger­çek­ten Don’­da su­la­dı­lar. No­gay şim­di ga­za­bı­nı Ce­ne­viz­li­le­re yö­nelt­ti. H. 698 yı­lın­da (MS 1298-99) as­ker­le­ri hem Ke­fe’­yi hem Sol­da­ia’­yı yağ­ma­la­dı­lar.634 He­men he­men ay­nı za­man­da Ce­ne­viz ile Ve­ne­dik ara­sın­da­ki sa­vaş ke­sin ne­ti­ce­li Cur­zo­la de­niz mu­ha­re­be­sin­de (7 Ey­lül 1298) Ce­ne­viz­li­le­rin za­fe­ri ile son bul­du. Çin’­den Ve­ne­dik’e 1295 yı­lın­da ge­ri dön­müş olan Mar­ko Po­lo, te­sa­dü­fen bu de­niz mu­ha­re­be­sin­de Ce­ne­viz­li­ler ta­ra­fın­dan esir alın­dı ve hikaye­si­ni bir Ce­ne­viz zin­da­nın­day­ken ka­der ar­ka­da­şı olan Pi­sa’­lı Rus­ti­ci­ano’­ya an­lat­tı. O da bu­nu ya­zı­ya dök­tü ve ge­le­cek ku­şak­la­ra ulaş­ma­sı­nı sağ­la­mış ol­du. Bel­ki zin­dan­da­ ya­pa­cak baş­ka bir şe­yin ol­ma­dı­ğı bu dö­nem ol­ma­say­dı, hikaye­si­ni ya­za­cak za­ma­nı hiç ol­maz­dı. Cen­giz’in sa­va­şı ka­zan­ma­sı­na rağ­men ba­rış and­laş­ma­sı­nın şart­la­rı Ve­ne­dik için ağır de­ğil­di ve Ve­ne­dik­li­le­rin Ka­ra­de­niz’­de ti­ca­ret yap­ma hak­kı 1299 yı­lın­da ta­nın­dı.635

634Ve­se­lovsky, s. 46-47.

635Ces­si, 1, 265.

Tok­ta’­yı Don neh­ri­nin öte­si­ne ni­haî ola­rak yok edi­le­ne ka­dar ta­kip et­me­mek­le No­gay Çin­giz Han’ın st­ra­te­ji­si­nin esas pren­sip­le­rin­den bi­ri­ni ih­lâl et­miş­ti. Muh­te­me­len ken­di gü­cü­nü çok üs­tün gö­rü­yor­du; ay­rı­ca yaş­lan­mak­tay­dı.636 Tok­ta bu ha­ta­dan mü­kem­me­len ya­rar­lan­dı. İki yıl için­de iyi ta­lim­li ye­ni bir or­du­su var­dı ve onu H. 699 yı­lın­da (MS 1298-1300) yi­ne ba­tı­ya sevk et­ti. Arap kay­nak­la­rı­na gö­re Tok­ta ile No­gay ara­sın­da­ki bu ikin­ci sa­va­şın esas mu­ha­re­be­si Ku­kan­lık’­da (Ka­gan­lık) ya­pıl­dı. Bu, Pol­ta­va vi­lâ­ye­tin­de­ki Ka­gan­lık neh­ri ola­rak teş­his edi­le­bi­li­r.637 Bu se­fer ta­lih No­gay’a gül­me­di. Or­du­su mağ­lup edil­di ve ken­di­si Tok­ta’­nın or­du­sun­da­ki bir Rus as­ke­ri ta­ra­fın­dan öl­dü­rül­dü. As­ker, yap­tı­ğı iş için çok bü­yük bir mü­ka­fat bek­le­ye­rek No­gay’ın kel­le­si­ni Tok­ta’­ya gö­tür­dü. Bu­nun ye­ri­ne Tok­ta “Sı­ra­dan bir in­san bir kra­lı öl­dü­re­mez” di­ye­rek onun idam edil­me­si­ni em­ret­ti.638 Aşi­kâr­dır ki Tok­ta, No­gay’a ka­nı dö­kül­mek­si­zin öl­me hak­kı ta­nın­ma­dı­ğı için öf­ke­len­miş­ti.

636No­gay, muh­te­me­len 1235 ile 1240 yıl­la­rı ara­sın­da doğ­muş­tu.

637Mu­ha­re­be­nin hikaye­si hakkında bkz. Ve­se­lovsky, s. 48-49. Ka­gamlyk gü­nü­müz­de­ki Kre­menc­hug şeh­ri ya­kın­la­rın­da Din­ye­per’e dö­kü­len kü­çük bir ır­mak­tır. Bkz. P. P. Se­me­nov, Ge­og­ra­fic­hes­ko-sta­tis­tic­hes­kii slo­var’ Ros­si­is­koi Im­pe­rii, 2 (St. Pe­ters­burg, 1865), 409; V. P. Se­me­nov, Ros­si­ia, 7 (St. Pe­ters­burg, 1903), 311, 415, 416. F. K. Brun’a [Bru­un] gö­re mu­ha­re­be gü­nü­müz Ode­sa şeh­ri­nin ya­kın­la­rın­da ya­pıl­mış­tı (Bkz. Ni­kov, Ta­ta­ro-bul­gars­ki ot­nos­he­ni­ia, s. 32) ve Spu­ler, s. 76’ya gö­re Ku­zey Kaf­kas­ya’­da Te­rek neh­ri kı­yı­sın­da ya­pıl­mış­tı.

638Ve­se­lovsky, s. 49.

No­gay’ın en bü­yük oğ­lu Ça­ka (Cö­ge) kat­li­âm­dan kur­tul­ma­ya mu­vaf­fak ol­du ve mu­ha­re­be­den son­ra top­la­ya­bil­di­ği as­ker­ler­le ön­ce “Alan­la­rın ül­ke­si­ne” (Mol­dov­ya) ve son­ra Bul­ga­ris­tan’a git­ti. Bul­ga­ris­tan ça­rı Smi­lets 1298 yı­lı­nın son­la­rın­da öl­müş­tü ve Ter­ter’in oğ­lu Svetoslaw’ın taht müd­de­ile­rin­den bi­ri ol­du­ğu bir fet­ret dö­ne­mi baş­la­mış­tı. Ça­ka ge­lin­ce Svetoslaw onu met­bu­su ola­rak ka­bul et­ti ve Tır­no­va’­da Bul­gar tah­tı­na çık­ma­sı­na yar­dım et­ti (1300 yı­lı­nın son­la­rı ve­ya 1301 yı­lı­nın baş­la­rı). Böy­le­ce bir Çin­gi­zoğ­lu Bul­ga­ris­tan ça­rı ol­du. Fa­kat bu uzun sür­me­di. Tok­ta’­nın Bul­ga­ris­tan’a mi­sil­le­me ya­pa­ca­ğın­dan kor­kan Svetoslaw, kı­sa sü­re son­ra Ça­ka’­ya iha­net et­ti. Ba­şı çek­ti­ği fe­sat mu­vaf­fak ol­du; Ça­ka zin­da­na atıl­dı ve ora­da boğ­du­rul­du.639 Son­ra Svetoslaw muh­te­me­len Tok­ta’­nın tâ­bi­si ola­rak ken­di­si­ni Bul­ga­ris­tan ça­rı ilan et­ti.

639Ça­ka’­nın hikaye­si için bkz. Ni­kov, s. 32-49; Ve­se­lovsky, s. 55-57 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

No­gay’ın di­na­mik ki­şi­li­ği ve mu­vaf­fa­ki­yet­le­ri ile ba­şa­rı­sız­lık­la­rı­nın dra­ma­tik hikaye­si onu hem Türk hem Rus epik şi­iri­nin göz­de bir ka­rak­te­ri yap­tı. Bir çok Rus by­li­na’­sın­da640* “o kö­pek Ka­lın Çar”dan (so­ba­ka Ka­lin-Tsar’) bah­se­dil­mek­te­dir. “No­gay”ın Mo­ğol­ca “kö­pek” de­mek ol­du­ğu ha­tır­la­na­cak­tır; “ka­lın”ın Türk­çe­de mana­sı “şiş­man”dır ve No­gay’ın şiş­man ol­du­ğu bi­lin­mek­te­dir. Böy­le­ce Rus by­li­na­la­rın­da­ki “kö­pek Ka­lın Çar” No­gay han’­dan baş­ka­sı de­ğil­dir.641

640By­li­na: Epik Rus halk tür­kü­sü –çn.

641Bkz. O. Jen­sen (R. Ja­cob­son), “So­ba­ka Ka­lin Tsar”, Sla­via, 17 (1939), 82-98.

6. XIV. YÜZYILIN İLK YARISINDA ALTIN ORDU

I

Tok­ta’­nın No­gay’a kar­şı ka­zan­dı­ğı ke­sin za­fer­le Al­tın Or­du’­da­ki iki­li ida­re ani­den son bul­du. Tok­ta, ilk baş­ta zor bir du­rum­la kar­şı kar­şı­yay­dı. Ül­ke ve halk iç sa­vaş­tan pe­ri­şan ol­muş­tu. Üs­te­lik 1300 yı­lın­da ve mü­te­akip iki yıl­da Ka­ra­de­niz boz­kır­la­rın­da bü­yük bir ku­rak­lık ol­du.642 Fa­kat kı­sa bir sü­re için­de zor­luk­la­rın üs­te­sin­den ge­lin­di ve du­rum sü­rat­le dü­zel­di. Re­şi­düd­din’in Ta­rih’i­nin de­va­mı­nı ya­zan ya­za­ra gö­re Tok­ta sa­bır­lı ve kabiliyet­li bir hü­küm­dar­dı. “Hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da ona tâ­bi ül­ke­ler yük­sek bir re­fah se­vi­ye­si­ne ulaş­tı­lar ve bü­tün ulu­su zen­gin ve hoş­nut ol­du.”643

642Ti­esen­ha­usen, 1, 436, 513; ZO, s. 88.

643Ti­esen­ha­usen, 2, 141.

Tok­ta, Kıp­çak Han­lı­ğı’n­da dev­let için­de bir­li­ği ye­ni­den te­sis et­mek ve ha­ri­cî mü­na­se­bet­le­r kadar, tâ­bi mil­let­le­rin ve prens­le­rin kont­ro­lü­nü de­ruh­te et­me hu­su­sun­da ger­çek­ten hiç va­kit kay­bet­me­di. Ça­ka’­nın ölü­mün­den son­ra No­gay Or­da­sı da­ğıl­dı; bir par­ça­sı Rus Po­dol­ya­sı’­na göç et­ti;644 baş­ka bir kıs­mı Tok­ta’­nın met­bu­lu­ğu­nu ta­nı­dı ve Ka­ra­de­niz boz­kır­la­rın­da kal­ma­sı­na mü­sa­ade olun­du; bun­lar son­ra­dan Kü­çük No­gay­lar ola­rak bi­lin­di. Baş­ka No­gay klan­la­rı Ha­zar De­ni­zi­’nin ku­ze­yin­de Ya­yık neh­ri hav­za­sın­da­ki es­ki yurt­la­rı­na ge­ri dö­nüp, No­gay’ın hü­küm­dar­lı­ğı bo­yun­ca ora­da kal­mış olan ak­ra­ba­la­rı­na ka­tıl­ma­yı ter­cih et­ti­ler. Bun­la­ra Bü­yük No­gay­lar den­di.

644Spu­ler, s. 79.

Tok­ta, Bi­zans’­ta­ki Pa­les­lo­gus­lar­la dos­tâ­ne mü­na­se­bet­ler te­sis ede­rek No­gay’ın izin­den git­ti. Dostluk, tıpkı No­gay ile ol­du­ğu gi­bi, ev­li­lik bağ­la­rıy­la pe­kiş­ti­ril­di; im­pa­ra­tor II. And­ro­ni­kus’un gay­ri­meş­ru kı­zı Ma­ria Tok­ta’­nın ka­rı­la­rın­dan bi­ri ol­du.645

645A.g.y.

XIII. Yüz­yı­lın so­nun­da Kü­çük As­ya’­da sonuçları Bi­zans İm­pa­ra­tor­lu­ğu­ kadar son­ra­dan Rus­ya’­nın ka­de­ri­ni de et­ki­le­yen önem­li olay­la­r mey­da­na gel­di­ği için bunlardan bu­ra­da bah­set­mek ge­re­kir. 1296 yı­lın­da İl­hanlı Ga­zan, Sel­çuk­lu sul­ta­nı II. Gı­ya­sed­din Me­sud’u taht­tan in­dir­di. Ha­le­fi za­ma­nın­da Sel­çuk­lu dev­le­tin­de çı­kan bir is­ya­nı Ga­zan’ın as­ker­le­ri 1299 yı­lın­da bas­tır­dı.646 Bu­nu mü­te­akip Sel­çuk­lu sul­tan­lı­ğı da­ğıl­dı. Bu müd­det zar­fın­da sul­ta­nın tâ­bi­le­ri ol­muş olan Ana­do­lu’­da­ki ma­hal­lî emîr­ler, şim­di bağ­lı­lık­la­rı­nı doğ­ru­dan doğ­ru­ya İl­ha­na sun­mak zo­run­da kal­dı­lar. Aralarında Ertuğrul’un oğlu Osman’ın bulunduğu birçok emîr, ha­ki­kat­te ba­ğım­sız ol­du. Osman, bey­li­ği­nin so­nu­na doğ­ru ken­di ba­şı­na nis­be­ten kuv­vet­li bir dev­let kur­ma­ya mu­vaf­fak ol­du. Ölüm dö­şe­ğin­dey­ken oğ­lu Or­han’ın647 Mar­ma­ra De­ni­zi’­nin gü­ney kı­yı­sı ya­kı­nın­da­ki önem­li Bur­sa şeh­ri­ni zap­tet­ti­ği ha­be­ri­ni ala­rak mut­lu ol­du (1326). Bur­sa, Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun ilk pa­yi­tah­tı ol­du.

646Ras­hid, 3, s. 180-181.

647Os­man­lı sul­tan­la­rı­nın ad­la­rı bu­ra­da ve bun­dan böy­le mo­dern Türk­çe­de­ki ya­zı­lış­la­rı ile ve­ril­miş­tir.

Tok­ta, hem Mı­sır sul­ta­nı ile hem İl­han­lılar­la ener­jik dip­lo­ma­tik mü­na­se­bet­ler­de bu­lun­du. İl­han­lılar­dan Kıp­çak­la­rın her za­man yap­tı­ğı gi­bi Azer­bay­can’ı terk et­me­le­ri ta­le­bin­de bu­lun­du. Bu ta­lep ge­ri çe­vi­ril­di. Tok­ta, İran do­ğu­sun­da­ki Gaz­ne yö­re­si­nin (Af­ga­nis­tan) me­se­le­le­ri­ne de mü­da­ha­le et­ti ve baş­lan­gıç­ta ken­di ada­yı­nı ma­hal­lî prens­lik tah­tı­na oturt­ma­ya mu­vaf­fak ol­du; fa­kat gümeştesi kı­sa sü­re­de ye­rin­den edil­di.648 Tok­ta ile Ga­zan ara­sın­da­ki ça­tış­ma­nın da­ha da bü­yü­me­si­, ha­tır­la­na­ca­ğı üze­re bü­tün Mo­ğol han­lık­la­rı­nın fe­de­ras­yo­nu şek­lin­de Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun bir­li­ği­ni ye­ni­den te­si­se te­şeb­büs eden Ulu Han Ti­mur ta­ra­fın­dan engellendi. Hem Tok­ta hem de Ga­zan’ın ha­le­fi Ol­cay­tu bu planı ka­bul et­ti­ler ve des­tek­le­me­ye res­men söz ver­di­ler (1304-5).649

648Spu­ler, s. 81.

649Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 2, kı­sım 4, s. 82.

Tok­ta’­nın hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da Al­tın Or­du ile İl­hanlı­lar ara­sın­da­ki ba­rış­çı mü­na­se­bet­le­rin önem­li bir so­nu­cu iki han­lık ara­sın­da ti­ca­re­tin ye­ni­den can­lan­ma­sı ol­du. Vas­saf’a gö­re, “Yol­lar tüc­car­la­ra ve ker­van sa­hip­le­ri­ne ye­ni­den açıl­dı. Ar­ran yö­re­si (Ku­zey Azer­bay­can) ça­dır­lar ve ara­ba­lar­la dol­du taş­tı ve hem ham­mad­de­ler hem ma­mul eş­ya­lar pa­zar­la­rı dol­dur­du.”650 Bu­na mu­ka­bil Tok­ta ile Ce­ne­viz­li­ler ara­sın­da­ki bir yan­lış an­la­ma­dan do­la­yı Ka­ra­de­niz ti­ca­re­ti za­rar gör­dü. 1308 yı­lın­da Ke­fe Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan yağ­ma­lan­dı. Fa­kat di­ğer li­man­lar­da ti­ca­ret dur­mak­sı­zın de­vam et­ti.

650ZO, s. 89.

Al­tın Or­du’­da dü­ze­nin ye­ni­den te­si­si Rus­ya me­se­le­le­ri üze­rin­de de et­ki­siz ka­la­maz­dı. Ar­tık hi­ma­ye gör­mek için baş­vu­ra­cak­la­rı bir ra­kip han ol­ma­dı­ğı için bü­tün Rus prens­le­ri şim­di Tok­ta’­ya ita­at et­me­ye mec­bur­du­lar. Rus­ya’­nın ha­na bo­yun eğ­me­si gö­rü­nüş­te ye­ni­den sağ­lan­mış­tı. Fa­kat Mo­ğol ida­re­si­nin ken­di­si­ne olan es­ki gü­ve­ni kay­bol­muş­tu. Al­tın Or­du’­da­ki ön­ce­ki iki­li ik­ti­dar dö­ne­min­de Rus­la­rın Mo­ğol ida­re­si­nin kar­şı ko­nul­maz me­ka­niz­ma­sı­na kar­şı duy­duk­la­rı kor­ku, he­nüz ta­ma­men yok ol­ma­dıy­sa da çok azal­mış­tı. Ni­ha­yet si­hir bo­zul­muş­tu. Bir­çok Rus pren­si bir­lik için­de­ki han­lı­ğa kar­şı koy­mak için çok za­yıf ol­ma­la­rı­na rağ­men Mo­ğol­lar ara­sın­da­ki uyuş­maz­lık­lar­dan ya­rar­la­na­bi­le­cek­le­ri­ni fark et­miş­ler­di. Tok­ta şim­di Al­tın Or­du’­nun tek hâ­ki­mi ol­sa da, si­ya­se­tin­de en azın­dan bel­li bir de­re­ce­ye ka­dar tah­tı­nın çev­re­sin­de­ki eka­bir –kı­dem­li Cu­çi­oğ­lu prens­ler ve ge­ne­ral­ler– ka­dar ön­de ge­len tüc­car­la­rı ve sa­ir “bas­kı ­grup­la­rı­nı” kâle al­mak zo­run­day­dı. Ha­nın da­nış­man­la­rı ara­sın­da bir­çok kez gö­rüş ay­rı­lı­ğı ol­du­ğun­dan Rus prens­le­ri da­ima o ve­ya bu Mo­ğol pren­si­nin ve­ya gö­rev­li­si­nin hi­ma­ye­si al­tı­na gi­re­bi­li­yor­lar­dı. Rus prens­le­ri ara­sın­da da re­ka­bet ol­du­ğun­dan her bi­ri Mo­ğol­la­rın için­den ken­di­si­ne bir hâ­mi edin­me­ye ça­lı­şı­yor­du ve böy­le­ce on­la­rı Rus­la­rın kendi aralarındaki kav­ga­la­rı­n içi­ne çe­ki­yor­lar­dı. Rus prens­le­ri ara­sın­da­ki acı­ma­sız ha­yat­ta kal­ma mü­ca­de­le­sin­de her bi­ri ön­ce­lik­li ola­rak ken­di mül­kü­nü bü­yüt­me­yi ve mül­kü üze­rin­de­ki kont­ro­lü­nü güç­len­dir­me­yi dü­şü­nü­yor­du. Şa­yet ya­rar­lı gö­rür­ler­se kom­şu prens­le­rin bi­ri ve­ya bir­ka­çı ile it­ti­fak ku­ru­yor­lar, ama bu­nu an­cak ken­di­le­ri­ne men­fa­at sağ­la­dı­ğı sü­re­ce sür­dü­rü­yor­lar­dı. Bu oyun­da her şey mu­bah gö­rü­lü­yor­du: zor­ba­lık, dip­lo­ma­si, hi­le, ha­nın sa­ra­yın­da ent­ri­ka. So­nun­da prens­ler­den ba­zı­la­rı di­ğer­le­rin­den o ka­dar güç­lü ol­du­lar ki, göz­le­ri­nin önün­de ye­ni bir ufuk açıl­dı: Do­ğu Rus­ya’­nın ta­ma­mı­nı ve­ya bü­yük bir kıs­mı­nı tek ba­şı­na ida­re et­me ih­ti­ma­li. Böy­le­ce top­rak için ya­pı­lan mü­ca­de­le­yi ön­de ge­len prens­ler ara­sın­da­ki üs­tün­lük mü­ca­de­le­si ta­kip et­ti; bu şe­kil­de mülk­ler anar­şi­sin­den za­man­la or­ta­ya mil­lî bir dev­let çık­tı. Sü­reç, geç Ka­ro­lenj dö­ne­min­den son­raki Ca­pet ha­ne­da­nı zamanında Fran­sız mo­nar­şi­si­nin bü­yü­me­si­ne nispeten ben­zi­yor­du.

1290’lı yıl­la­rın baş­la­rın­da Rus prens­le­ri ara­sın­da iki ra­kip ­grup­laş­ma­nın be­lir­gin ol­du­ğu ha­tır­la­na­cak­tır: mer­ke­zi Ros­tov olan prens­ler ­gru­bu ve Or­ta Rus­ya –Pereyaslavl, Tver ve Mos­ko­va– prens­le­ri ­gru­bu. 1294 yı­lın­da hep­si en azın­da görünüşte gran­dük Andrew’un oto­ri­te­si­ni ta­nı­mıştı. Fa­kat üç yıl son­ra iki prens ­gru­bu ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­ler ger­gin­leş­ti ve sa­vaş ka­çı­nıl­maz gö­rün­dü.651 Bu durum, Tok­ta’nın No­gay’a kar­şı ilk sal­dı­rı­sı­na ha­zır­la­nır­ken or­ta­ya çık­tı. Fa­kat o, Rus­ya’­da­ki du­ru­mu o ka­dar kri­tik gör­dü ki he­men mü­da­ha­le et­me­ye ka­rar ver­di. Rus va­ka­yi­nâ­me­le­ri­nin Nev­rû (Nev­ruz?) di­ye atıf­ta bu­lun­duk­la­rı bir özel el­çi­yi kuv­vet­li bir as­ke­rî bir­lik­le be­ra­ber gön­der­di ve Sa­ray pis­ko­po­su İs­ma­il’in uz­laş­tır­ma­ya ça­lış­mak üze­re Nev­rû’ya re­fa­kat et­me­si­ni is­te­di. Bü­tün Rus prens­le­ri Vla­di­mir’e ça­ğı­rıl­dı­lar ve gü­rül­tü pa­tır­tı­lı bir toplantıdan son­ra pis­ko­pos İs­ma­il ta­ra­fın­dan bir anlaşma­ya var­ma­ya ik­na edil­di­ler.652

651Tri­nity, s. 347.

652Age., s. 347-348.

Dört yıl son­ra Mos­ko­va pren­si Da­ni­el Ri­azan prens­li­ği­ne ait olan Ko­lom­na şeh­ri­ni ele ge­çi­rin­ce yi­ne olay ol­du. Ri­azan pren­si Cons­tan­ti­ne hi­ma­ye için ma­hal­lî Mo­ğol bas­ka­kı­na baş­vur­du; ama bu, hem Ri­azan hem Mo­ğol as­ker­le­ri­ni yen­me­yi ba­şa­ran Da­ni­el’i dur­dur­ma­dı (1301).653 Da­ni­el hi­ley­le prens Cons­tan­ti­ne’i ele ge­çi­rip Mos­ko­va’­ya gö­tür­dü ve ge­re­ken say­gı­yı gös­te­re­rek onu ora­da yıl­lar­ca tut­tu. Da­ni­el’in ve­fa­tın­dan son­ra baht­sız prens, Da­ni­el’in oğ­lu ve ha­le­fi Yu­ri’­nin em­riy­le kat­le­dil­di.

653Age., s. 350; Na­so­nov, s. 80.

Ba­şa­rı­sın­dan ce­sa­ret alan Da­ni­el, 1303 yı­lın­da o za­ma­na ka­dar Smo­lensk prens­li­ği­nin bir par­ça­sı olan Mojaisk’i iş­gal et­ti. Pe­re­yas­lavl pren­si İvan, o yıl için­de ar­ka­sın­da ha­le­fi ola­cak oğul bı­rak­mak­sı­zın öl­dü. Gran­dük Andrew he­men Pereyaslavl’ı ida­re et­mek için adam­la­rı­nı gön­der­di. Şe­hi­re ken­di­si göz koy­du­ğu için Da­ni­el öf­ke­liy­di ve prens İvan’ın ora­sı­nı ken­di­si­ne mi­ras bı­rak­tı­ğı­nı id­dia et­ti. Do­la­yı­sıy­la gran­dü­kün adam­la­rı­nı kov­du ve Pe­re­yas­lavl’ı ken­di as­ker­le­riy­le iş­gal et­ti.

Da­ni­el’in bü­tün sal­dır­gan ha­re­ket­le­rin­de tek bir mo­tif gö­rü­le­bi­li­nir: mül­kü­nü bü­yüt­mek ar­zu­su. Ko­lom­na Mos­ko­va’­nın gü­ney­do­ğu­sun­da, Mojaisk ba­tı­sın­da ve Pereyaslavl ku­zey­do­ğu­sun­da­dır. Prens­li­ği­nin as­lî mın­tı­ka­sı­nın 1917’den ön­ce­ki mo­dern Rus­ya’­nın ida­rî tak­si­ma­tı­nın te­rim­le­riy­le Mos­ko­va ka­za­sın­dan (uyezd) bü­yük ol­ma­ma­sı­na mu­ka­bil Da­ni­el Mos­ko­va vi­lâ­ye­ti­nin (gu­ber­ni­ya) ba­tı ve gü­ney­do­ğu kı­sım­la­rı­nı – Mojaisk ve Ko­lom­na ka­za­la­rı­nı– kont­ro­lu al­tı­na al­mış­tı; hat­ta Pe­re­yas­lavl o gu­ber­ni­ya­nın hâ­ri­cin­de­dir. Za­ra­ra uğ­ra­yan­la­rın şid­det­li iti­ra­zı­na rağ­men Da­ni­el iş­gal et­ti­ği üç şe­hi­ri de elin­de tut­tu. He­def­le­ri­ne ulaş­mak­ta gös­ter­di­ği inat ha­lef­le­ri için ör­nek teş­kil et­ti. Bir ke­re el­le­ri­ne ge­çen şe­yi sı­kı sı­kı tut­ma­la­rı Da­ni­lo­viç­le­rin so­nun­da Rus­ya’­nın hü­küm­dar­la­rı ol­ma­la­rı­na çok yar­dım­cı ol­du.

Da­ni­el’in Pe­re­yas­lavl’ı ele ge­çir­me­si on­dan ön­ce de çok sağ­lam ol­ma­yan prens­ler ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­le­rin bü­tün ya­pı­sı­nın den­ge­si­ni boz­du. Gran­dük Andrew ha­na Da­ni­el’in yap­tık­la­rın­dan do­la­yı şi­ka­yet­te bu­lun­mak için Or­da’­ya git­ti. Tok­ta, 1304 yı­lı­nın son­ba­ha­rın­da ken­di el­çi­le­ri­nin baş­kan­lı­ğı al­tın­da Pereyaslavl’­da Rus prens­le­ri­nin ye­ni bir kon­fe­ran­sı­nın top­lan­ma­sı­nı em­ret­ti. Ka­tı­lan prens­le­rin ara­sın­da ön­de ge­len­ler gran­dük Andrew, Tver pren­si Mikael ve Da­ni­el’in en bü­yük oğ­lu ve ha­le­fi olan (Da­ni­el 1304 yı­lı­nın Mart ayın­da öl­müş­tü) Mos­ko­va pren­si Yu­ri idi­ler.654 Rus­ya ki­li­se­si­nin ba­şı olan met­ro­po­lit Maxim de ka­tıl­dı.655 Kon­fe­rans ha­nın el­çi­le­ri­nin pan Mo­ğol bir­li­ği­nin ye­ni­den te­si­si­ni ve Tok­ta’­nın ta­raf ol­du­ğu ve şim­di de Rus prens­le­ri­nin ka­tıl­dık­la­rı pan Mo­ğol fe­de­ras­yo­nu­nun teş­ki­li­nin res­men ilan edil­me­siy­le açıl­dı. Pan Mo­ğol anlaşma­sı­nın met­ni okun­du ve şüp­he­siz Rus­lar ona bağ­lı­lık ye­mi­ni et­mek zo­run­da kal­dı­lar.656

654Ek­zemp­li­arsky’e gö­re 1303 yı­lı.

655Tri­nity, s. 311.

656Na­so­nov, s. 79.

Kon­fe­ran­sın res­mî kıs­mı so­na er­dik­ten son­ra ma­hal­lî Rus me­se­le­le­ri gö­rü­şül­dü. Ha­nın el­çi­le­ri­nin ona­yıy­la Pereyaslavl gran­dük Andrew’a de­ğil de Mos­ko­va pren­si Yu­ri’­ye ve­ril­di. Bu, Tok­ta’­nın Rus­ya me­se­le­le­ri ile il­gi­li ye­ni si­ya­se­ti­nin önem­li bir işa­re­tiy­di. Tok­ta’­nın se­lef­le­ri Ros­tov prens­le­ri ile ya­kın bağ­lar te­sis et­miş­ler ve di­ğer bü­tün Rus prens­lik­le­ri­nin kont­ro­lü­nü Vla­di­mir gran­dü­kü­ne bı­rak­mış­lar­dı. Şim­di Or­ta Rus­ya’­da Tver ve Mos­ko­va gi­bi güç­lü ma­hal­lî dev­let­le­rin or­ta­ya çık­ma­sıy­la es­ki si­ya­se­tin düz­gün bir şe­kil­de yü­rü­me­si bek­le­ne­mez­di ve Tok­ta ye­ni du­ru­mu na­za­r-ı iti­ba­re al­mak zo­run­day­dı. Bu yüz­den hem Mos­ko­va pren­si­ni hem Tver pren­si­ni doğ­ru­ca ken­di­si­ne tâ­bi kıl­ma­ya, ama ay­nı za­man­da on­lar­dan bi­ri­nin ge­re­ğin­den zi­ya­de güç­len­me­si­ne mâ­ni ol­ma­ya ka­rar ver­di. Böy­le­ce Tok­ta, Pereyaslavl’ı tah­sis ede­rek Mos­ko­va pren­si­ni tat­min eder­ken bir son­ra­ki ha­reke­ti Tver pren­si­nin le­hi­ne ol­du. 1305 yı­lın­da gran­dük Andrew öl­dü ve hem Mos­ko­va­lı Yu­ri hem Tver­li Mikael gran­dük­lük be­ra­tı­nın ken­di­le­ri­ne ve­ril­me­si­ni bek­le­ye­rek ha­nın ya­nı­na koş­tu­lar. Sa­ray’a doğ­ru yo­la çık­ma­dan ön­ce Mikael bo­yar­la­rı­na Pereyaslavl’ı iş­gal et­me­le­ri ta­li­ma­tı­nı ver­di. Fa­kat şe­hi­re gön­de­ri­len Tver as­ker­le­ri Yu­ri’­nin kar­de­şi İvan ta­ra­fın­dan mağ­lup edil­di­ler.657 Bu ara­da Tok­ta Vla­di­mir gran­dük­lü­ğü be­ra­tı­nı Tver­li Mikael’e ver­di. Yu­ri’­yi taz­min için Mikael’in Pere­yas­lavl üs­tün­de­ki hak id­di­ası red­de­dil­di. Vla­di­mir gran­dük­lü­ğü­nün oto­ri­te­si ile Tver prens­li­ği­nin im­kan­la­rı­nı bir­leş­ti­ren Mikael Rus­ya me­se­le­le­rin­de li­der ol­ma­ya ça­lış­tı ve Tver ile Mos­ko­va ara­sın­da bir “so­ğuk sa­vaş” dö­ne­mi baş­la­dı.

657So­lo­vi­ev, 3, 269-270.

Tok­ta’­nın Rus­ya me­se­le­le­ri­nin al­dı­ğı şe­kil­den mem­nun ol­ma­dı­ğı ve Rus­ya ulu­su­nu si­ya­sî ba­kım­dan ta­ma­men ye­ni­den teşkilat­lan­dır­mak için ye­ni plan­lar yap­tı­ğı söylenebilir. Ma­ale­sef Tok­ta’­nın son yıl­la­rı hak­kın­da­ki bil­gi­ler az­dır. Dö­ne­min Rus yıl­lık­la­rın­da sa­de­ce Rus prens­le­ri ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­ler kı­sa­ca an­la­tıl­mış­tır; Arap ve İran va­ka­nü­vis­le­ri ise Al­tın Or­du’­nun Rus­ya’­dan zi­ya­de Mı­sır ve İran ile olan mü­na­se­bet­le­riy­le il­gi­len­miş­ler­di. Fa­kat Tok­ta’­nın Rus­ya plan­la­rı hak­kın­da­ki önem­li bir ipu­cu Re­şi­düd­din’in Ta­rih’i­nin de­va­mı­nı ya­zan ya­za­rın Tok­ta’­nın 1312 yı­lın­da­ki ölü­mü­nün han­gi şart­lar al­tın­da ol­du­ğu­nu hikaye et­me­siy­le bi­ze ulaş­mış­tır. Ona gö­re Tok­ta Rus­ya’­yı şah­sen zi­ya­ret et­me­ye ka­rar ver­miş­ti; ge­miy­le Vol­ga neh­ri bo­yun­ca yu­ka­rı­ya doğ­ru yo­la çık­mış­tı, ama Rus­ya hu­dut­la­rı­na ulaş­ma­dan ön­ce has­ta­lan­mış ve ge­mi­de öl­müş­tü.658 Tok­ta’­nın Rus­ya’­ya git­me ka­ra­rı­nın Al­tın Or­du ta­ri­hin­de bir ben­ze­ri yok­tur. On­dan ön­ce ve­ya son­ra hiç­bir Mo­ğol Rus­ya’­ya fa­tih ola­rak de­ğil de ba­rış za­ma­nın­da­ki bir hü­küm­dar ola­rak git­me­miş­tir. Şüp­he­siz Tok­ta’­nın is­tis­naî ha­re­ke­ti­nin se­be­bi ku­zey­de­ki ulu­su­nun ida­re­sin­de önem­li re­form­lar yap­ma ni­ye­tiy­di. Bu re­form­la­rın ne tür­den ol­duk­la­rı­nı an­cak tah­min ede­bi­li­riz.

658Ti­esen­ha­usen, 2, 141.

Onun ön­ce­ki Rus­ya si­ya­se­ti­ne ba­ka­rak Tok­ta’­nın Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğını il­ga et­mek, bü­tün Rus prens­le­ri­ni doğ­ru­dan ken­di­si­ne tâ­bi kıl­mak ve her bi­ri­ne top­rak­la­rın­da ver­gi top­la­mak yet­ki­siy­le bel­li bir mülk tah­sis et­mek ni­ye­tin­de ol­du­ğu­nu dü­şü­ne­bi­li­riz. Da­ha baş­ka ça­tış­ma­la­rın ol­ma­sı­na mâ­ni ol­mak için prens­ler kon­fe­ran­sı­nı ka­lı­cı bir mü­es­se­se ha­li­ne ge­tir­me­yi dü­şün­müş ola­bi­lir. Muh­te­me­len ilk top­lan­tı­yı ken­di­si aç­ma­ya ve son­ra ola­ğa­nüs­tü yet­ki­li tem­sil­ci­si ve kon­fe­ran­sın da­imî baş­ka­nı ola­rak yük­sek mev­ki­li bir Mo­ğo­lu (bel­ki Cu­çi so­yun­dan bir pren­si) tayin et­me­ye ni­yet­le­ni­yor­du. Bü­tün bun­lar (şa­yet Tok­ta’­nın plan­la­rı bun­lar­sa) Rus­ya’­yı (her hâ­lü­kâr­da Do­ğu Rus­ya’­yı) Al­tın Or­du’­nun ol­du­ğu gi­bi pan Mo­ğol fe­de­ras­yo­nun da tam bir or­ta­ğı yap­mak de­mek ola­cak­tı. Tok­ta’­nın plan­la­rı, ne ka­dar cü­ret­kâr ve ya­ra­tı­cı ol­muş olur­­sa ol­sun­, ölü­müy­le bir­lik­te su­ya düş­tü­ler.

II

Tok­ta’­nın ha­le­fi ye­ğe­ni Uz­beg (Öz­beg; 1313-41 ara­sın­da hü­küm sür­müş­tür) ol­du; onun hü­küm­dar­lı­ğı ge­nel­lik­le Al­tın Or­du’­nun Al­tın Dev­ri ola­rak ka­bul edi­lir. Uz­beg Müslüman­dı; bu, Es­ki Mo­ğol fır­ka­sı­nın mu­ha­le­fe­tin­den do­la­yı se­çil­me­si­nin bi­raz ge­cik­me­si­ne se­bep olan bir hu­sus­tu. Tah­ta çık­ma­sıy­la bir­lik­te İs­lâ­mi­yet ha­nın sa­ra­yın­da res­mî din ol­du ve ya­vaş ya­vaş ha­nın Mo­ğol ve Türk te­ba­sı­nın ek­se­ri­si ta­ra­fın­dan be­nim­sen­di. Din de­ğiş­tir­mek bu se­fer ni­haî ol­du. Uzbeg, Pey­gam­be­re bağ­lı­lı­ğı­nın ni­şâ­ne­si ola­rak Kı­rım’­da Sol­hat şeh­rin­de bu­gün hâ­lâ mev­cut olan mu­az­zam bir ca­mi yap­tır­dı (1314).659

659Ku­la­kovsky, Tav­ri­da, s. 111. Sol­hat şim­di Türk­çe­de Es­ki Kı­rım, Rus­ça­da Star­yi Krym ola­rak bi­lin­mek­te­dir.

Uz­beg, ha­ri­cî si­ya­set­te Tok­ta’­dan bü­tü­nüy­le da­ha mü­te­ca­viz­di. 1324 yı­lın­da Bi­zans’­da iç sa­vaş ol­du­ğu za­man Bul­gar-Bi­zans kav­ga­sı­na mü­da­ha­le et­ti, Bul­gar ça­rı II. Ge­org Ter­ter’e des­tek ver­di.660 Mo­ğol­la­rın yar­dı­mı­na rağ­men Bul­gar or­du­su Edir­ne’­de Bi­zans­lı­lar ta­ra­fın­dan mağ­lup edil­di.661 Son­ra Bi­zans im­pa­ra­to­ru III. And­ro­ni­kus (1328 yı­lın­da taht­tan in­dir­di­ği II. And­ro­ni­kus’un to­ru­nu) kı­zı­nı onun­la ev­len­dir­mek tar­zın­da­ki bil­dik usul­le Uz­beg ile dos­tâ­ne mü­na­se­bet te­sis et­ti. Kız Bo­ya­lun Ha­tun di­ye bi­lin­di ve – Al­tın Or­du’­da di­nî at­mos­fe­rin de­ğiş­me­si­nin önem­li bir işa­re­ti ola­rak– İs­la­mi­ye­ti ka­bul et­me­ye mec­bur ol­du.662 1333 yı­lı ci­va­rın­da Ba­ya­lun’a ba­ba­sı­nı Kons­tan­ti­no­pel’­de zi­ya­ret et­me­si için izin ve­ril­di, Arap sey­yah İb­ni Bat­tu­ta’­nın re­fa­ka­tin­de git­ti ve bir da­ha ge­ri dön­me­di.663

660Spu­ler, s. 92.

661Jireček, Bul­ga­ria, s. 289.

662Spu­ler (s. 79, 216), Ba­ya­lun’un (Tok­ta’­nın Bi­zans­lı ka­rı­sı) Ma­ria ol­du­ğu­nu söy­ler; ay­rı­ca onun Hristiyan ola­rak kal­ma­sı­na mü­sa­ade edil­di­ği­ni dü­şü­nür, ama bkz. Pel­li­ot, s. 84-85.

663Ibn-Ba­ttu­ta, 2, 411-412.

Uz­beg 1330 yı­lın­da Bal­kan me­se­le­le­ri­ne bir ke­re da­ha mü­da­ha­le et­ti, yi­ne ba­şa­rı­sız ol­du. Bu ta­rih­te Sır­bis­tan’a kar­şı bir Bi­zans-Bul­gar ko­alis­yo­nu ya­pıl­mış­tı. Hem Boğ­dan Alan­la­rı hem voy­vo­da­la­rı (dük) John Bes­sa­rab’ın em­rin­de­ki Ulah­lar Bul­gar­la­rı des­tek­li­yor­lar­dı. Bes­sa­rab’ın ko­alis­yo­na ka­tıl­ma­sı Ro­men­le­rin bey­nel­mi­lel sah­ne­ye çı­kış­la­rı­nın işa­re­ti­ni ve­ri­yor­du. Uz­beg de ko­alis­yo­nu tak­vi­ye için 3000 No­gay as­ke­ri­ni gön­der­di. Müt­te­fik or­du­nun mev­cu­du 15,000 ki­şi idi. Sırp or­du­su­nun mev­cu­du bi­lin­mi­yor; or­du­yu güç­len­dir­mek için Sırp kra­lı III. Step­han Uroş bir­çok İs­pan­yol ve Al­man pa­ra­lı as­ke­ri ki­ra­la­mış­tı. Har­bin ke­sin ne­ti­ce­li mu­ha­re­be­si 28 Ha­zi­ran 1330’da Velbujd’da (Kös­ten­dil) ol­du ve Sırp­la­rın tam bir za­fe­ri ile son bul­du.664 Sır­bis­tan şim­di en güç­lü Bal­kan dev­le­ti ol­muş­tu ve lâ­ka­bı Du­şan olan kral IV. Step­han Uroş za­ma­nın­da (1336-55) kı­sa sü­re­de en bü­yük sı­nır­la­rı­na ulaş­tı.

664Jireček, Bul­ga­ria, s. 293-295; Jireček, Ser­bia, s. 361-363; Ost­ro­gorsky, s. 361; Mu­tafc­hi­ev, 2, 184-187. Spu­ler, s. 92 ile mu­ka­ye­se edi­niz. XIV. ve XV. Yüz­yıl­lar­da Bal­kan­lar­da Slav dev­let­le­ri­nin ge­liş­me­si­nin ana­hat­la­rı için bkz.. G. Stadt­mül­ler, “Aufs­ti­eg und Un­ter­gang der balkanslawischen Staatenwelt,” Festsch­rift für Her­mann Au­bin (1951), s. 131-147.

Han ile Ce­ne­viz­li­ler ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­ler Tok­ta’­nın za­ma­nın­da ol­du­ğu gi­bi Uz­beg’in za­ma­nın­da da ba­zen bo­zu­lu­yor­du. 1322 yı­lın­da Mo­ğol­lar Sol­da­ia’­yı yağ­ma­la­dı­lar ve ora­da­ki bir­çok ki­li­se­yi yık­tı­lar. İb­ni Ba­ttu­ta’­ya gö­re bu sal­dı­rı­nın se­be­bi Sol­da­ia’­da­ki Rum­lar ile Türk­ler ara­sın­da­ki bir ça­tış­may­dı.665 Fa­kat o ta­rih­te Sol­da­ia’­da­ki en bü­yük Hristiyan ­grup Rum­lar de­ğil Ce­ne­viz­li­ler­di. Baş­ka bir yer­de İb­ni Ba­ttu­ta Rum Or­to­doks­lar­la Ro­ma Ka­to­lik­le­ri ara­sın­da ayı­rım yap­mak­sı­zın Sol­da­ia’­dan “kâ­fir­le­rin” bir li­ma­nı di­ye bah­se­der.666 Sol­da­ia’­da­ki ça­tış­ma­da ba­şı muh­te­me­len Rum­lar de­ğil de Ce­ne­viz­li­ler çe­ki­yor­du. Her hâ­lü­kâr­da yı­kı­lan ki­li­se­ler için­de bir­ço­ğu Ro­ma Ka­to­lik­le­ri­nin ki­li­se­le­riy­di ve pa­pa mü­da­ha­le edip Uz­beg’­den on­la­rı ta­mir et­tir­me­si­ni is­te­me ih­ti­ya­cı­nı his­set­ti.667 An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re is­te­ği dik­ka­te alın­ma­dı. İb­ni Bat­tu­ta 1333 yı­lı ci­va­rın­da Sol­da­ia’­yı zi­ya­ret et­ti­ği za­man ora­da­ki hal­kın ek­se­ri­si­nin Türk ol­du­ğu­nu gör­dü.668 Di­ğer Kı­rım li­man­la­rın­da­ki Ce­ne­viz­li­le­re do­ku­nul­ma­dı­ğı­nı bu mü­na­se­bet­le kay­det­mek ge­re­kir. Ke­fe yi­ne bü­yü­mek­tey­di ve 1318 yı­lın­dan iti­ba­ren ora­da bir Ro­ma Ka­to­li­ği pis­ko­pos bu­lu­nu­yor­du. Ce­ne­viz­li­ler, bu dö­nem­de hem Bos­po­rus’a (Kerç) hem Ker­son’a yer­leş­ti­ler.669

665Ibn-Ba­ttu­ta, 2, 414-415.

666Age., 1, 28.

667Ku­la­kovsky, Tav­ri­da, s. 106-107; Va­si­li­ev, Goths, s. 174.

668Ibn-Battuta, 2, 415.

669Ku­la­kovsky, Tav­ri­da, s. 105-106.

Uz­beg Mı­sır ile ya­kın mü­na­se­bet için­dey­di. 1314 yı­lın­da sul­tan el-Me­lik el-Na­sır Cu­çi so­yun­dan bir pren­ses­le ev­len­mek ar­zu­su­nu iz­har et­ti. Uz­beg he­men ka­bul et­ti, ama ge­lin için mu­az­zam bir baş­lık pa­ra­sı is­te­di. Sul­ta­nın el­çi­si ya­nın­da ye­ter­li pa­ra bu­lun­ma­dı­ğı için mah­cup ol­du. Uz­beg, lut­fe­dip ön­de ge­len Al­tın Or­du tüc­car­la­rı­nın sul­ta­na pa­ra­yı ödünç ver­me­le­ri­ni te­min et­ti. Ön anlaşma im­za­lan­dı, ama adı Tu­lun­bay olan pren­se­sin bü­yük bir eka­bir ve hiz­met­li ­gru­bu ile Ka­hi­re’­ye git­me­si­ne an­cak 1320 yı­lın­da mü­sa­ade edil­di. Dü­ğün ala­yı bir­kaç gün Kons­tan­ti­no­pel’­de mo­la ver­di ve im­pa­ra­tor II. And­ro­ni­kus müm­taz yol­cu­la­rı zen­gin bir şe­kil­de ağır­la­dı. Tu­lun­bay’ın İs­ken­de­ri­ye’­de kar­şı­lan­ma­sı da­ha az muh­te­şem de­ğil­di. Ka­ra­ya çı­kar çık­maz ev­li­lik ak­di im­za­lan­dı ve ge­lin Ka­hi­re’­ye git­ti. Fa­kat ev­li­lik gü­zel yü­rü­me­di; sul­tan bir­kaç gün son­ra Tu­lun­bay’ı bo­şa­dı ve onu emir­le­rin­den bi­ri­ne ver­di. Uz­beg bu ola­yı ve Tu­lun­bay’ı mü­te­akip ölü­mü­nü an­cak beş yıl son­ra öğ­ren­di; çok ren­ci­de ol­muş­tu ve açık­la­ma ta­lep et­mek için Mı­sır’a bir­çok se­fa­ret he­ye­ti gön­der­di (1332, 1335). Son­ra sul­ta­nın kız­la­rın­dan bi­ri ile ev­len­mek ar­zu­su­nu iz­har et­ti, ama ken­di­si­ne on­lar­dan hiç­bi­ri­nin ev­le­ne­cek ya­şa gel­me­miş ol­du­ğu bil­di­ril­di.670 İki hü­küm­dar­dan ya­kın mü­na­se­bet te­sis et­me­ye en he­ves­li ola­nın Uz­beg ol­du­ğu aşi­kâr­dır. As­lı­na ba­kı­lır­sa İl­han­lı­lar­la bir di­zi ça­tış­ma­ya gir­miş­ti ve Mem­luk­la­rın yar­dı­mı­na ih­ti­ya­cı var­dı.

670Spu­ler, s. 93-96; ZO, s. 92-93.

Uz­beg ile İl­hanlı Ebû Sa­id ara­sın­da­ki ilk ger­gin­lik dö­ne­mi 1318-19’day­dı. Uz­beg ka­rar­gâ­hı­nı bü­yük bir sa­vaş çık­mak­sı­zın Ku­zey Kaf­kas­ya’­da te­sis et­ti. 1324-25’de İl­han­lı as­ker­le­ri Ku­zey Kaf­kas­ya’­da­ki Te­rek neh­ri va­di­si­ne gir­di­ler, ama püs­kür­tül­dü­ler. On yıl son­ra Uz­beg Azer­bay­can’a se­fer ter­tip et­ti­ği za­man or­du­su İran­lı­lar ta­ra­fın­dan dur­du­rul­du.671

671Spu­ler, s. 93; Na­so­nov, s. 106.

Uz­beg, Müslüman sey­yah­lar ve ta­rih­çi­ler ta­ra­fın­dan İs­lâm di­ni­ni hi­ma­ye­si, ya­yma­­sı, dü­zen­li ida­re­si ve ti­ca­re­ti teş­vik et­me­si ba­kı­mın­dan çok övü­lü­yor­du. Bir XV. Yüz­yıl ta­rih­çi­si olan İb­ni Arap­şah’a gö­re Uz­beg za­ma­nın­da ti­ca­ret ker­van­la­rı as­ke­rî ko­ru­ma­ya hiç ih­ti­yaç ol­ma­dan Kı­rım ile Ha­rezm ara­sın­da em­ni­yet için­de gi­dip ge­li­yor­lar­dı ve bü­tün yol bo­yun­ca yi­ye­cek ve yem bol ol­du­ğu gi­bi ko­lay­ca alı­na­bi­li­yor­du.672 Ev­vel­ce bah­so­lun­du­ğu üze­re Uz­beg pa­yi­tah­tı­nı bu­gün­kü Sta­ling­rad’­dan uzak ol­ma­yan Ber­ke’­nin Sa­ray’ın­da kur­muş­tu. Uz­beg’in ül­ke­si­ni 1333 yı­lı ci­va­rın­da zi­ya­ret et­miş olan İb­ni Bat­tu­ta Sa­ray’ı ge­niş cad­de­le­ri ve gü­zel pa­zar­la­rı olan bü­yük ve gü­zel bir şe­hir ola­rak tas­vir et­mek­te­dir. Ora­da al­tı “mil­let” –Mo­ğol­lar, Alan­lar, Kıp­çak­lar, Çer­kes­ler, Rus­lar ve Rum­lar– ya­şı­yor­du ve her bi­ri­ne şeh­rin bir kıs­mı tah­sis edil­miş­ti. Ya­ban­cı tüc­car­lar ken­di­le­ri­nin ve mal­la­rı­nın ko­run­ma­sı için şeh­rin du­var­lar­la çev­ril­miş özel bir ke­si­min­de ka­lı­yor­lar­dı.673 Uz­beg de se­lef­le­ri gi­bi şe­hir­de yı­lın sa­de­ce bir kıs­mı­nı ge­çi­ri­yor ve ge­ri ka­lan ay­lar­da or­da­sı ile bir­lik­te ge­zi­yor­du. Ya­zın ço­ğu kez Ku­zey Kaf­kas­ya’­nın dağ­la­ra ya­kın olan yük­sek yay­la­sı­na çı­kı­yor­du. Ka­rı­la­rı ve sa­ra­yın yük­sek rüt­be­li gö­rev­li­le­ri da­ima onun pe­şin­den gi­di­yor­lar­dı. Gez­gin or­da­sı İb­ni Ba­ttu­ta ta­ra­fın­dan ha­re­ket halinde­ki mu­az­zam bir ça­dır­kent ola­rak tas­vir edil­miş­tir.674

672Ti­esen­ha­usen, 1, 460; ZO, s. 262.

673Ibn-Ba­ttu­ta, 2, 447-448.

674Age., 2, 380.

Uz­beg’in göz­de ka­rı­sı Tay­du­la Ha­tun’­du.675 İbn Ba­ttu­ta ona “Ulu Ha­tun” der ve ona gü­ven­di­ği ki­şi­ler ta­ra­fın­dan Tay­du­la’­nın özel bir ya­pı­sı ol­du­ğu an­la­tıl­mış­tı. Uz­beg onu her ge­ce yi­ne ba­ki­re ola­rak bu­lu­yor­du ve bu se­bep­ten do­la­yı onu bü­tün di­ğer ka­dın­la­rı­na ter­cih edi­yor­du.676 Uz­beg’in sa­ra­yı her Cu­ma gü­nü Al­tın Otak’­da ya­pı­lan muh­te­şem ka­bul­ler­le meş­hur­du.677 Ra­ma­zan bay­ra­mı, özel­lik­le zen­gin ve özen­li kut­la­nı­yor­du.678

675Adın ana­li­zi için bkz. Pel­li­ot, s. 101-105.

676Ibn-Battuta, 2, 390.

677Age., 2, 383-384.

678Age., 2, 402-410.

Rus­ya me­se­le­le­ri­ne ge­lin­ce, Uz­beg’in si­ya­se­ti Tok­ta’­nın­ki ka­dar ya­pı­cı de­ğil­di. Rus­ya’­da bir şey­le­ri de­ğiş­tir­mek için hiç te­şeb­büs­de bu­lun­mu­yor­du ve ken­di­si­ne çok da­ha dar bir he­def seç­miş­ti: Birleşik bir Rus dev­le­ti­nin te­si­si­ne en­gel ol­mak ve Rus prens­lik­le­ri, özel­lik­le de Tver ile Mos­ko­va ara­sın­da­ki den­ge­yi mu­ha­fa­za et­mek. Ye­ni bir usul ge­tir­miş­ti: Ön­de ge­len bir­çok Rus pren­si­ne ver­gi top­la­ma hak­kı­nı ver­di­ği için bas­kak ku­ru­mu ge­rek­siz ol­muş­tu, han bu­nun ye­ri­ne her Rus prens­li­ği­nin me­se­le­le­riy­le il­gi­len­mek üze­re bel­ki si­ya­sî ko­mi­ser­le­ri de­ne­bi­le­cek olan özel gö­rev­li­ler ta­yin et­miş­ti.

Uz­beg, hü­küm­dar­lı­ğı­nın baş­la­rın­da Tver­li Mikael’in Vla­di­mir gran­dü­kü ol­du­ğu­nu teyit et­ti. Bu gö­rev ge­le­nek­sel ola­rak Nov­go­rod’un kont­ro­lü­nü içe­ri­yor­du, ama Nov­go­rod­lu­lar Mikael’i ka­bul et­me­yi red­det­ti­ler ve onun ye­ri­ne prens­le­ri ol­ma­sı için Mos­ko­va­lı Yu­ri’­yi da­vet et­ti­ler. Mikael, ha­na şi­ka­yet­te bu­lun­du ve Yu­ri’­nin va­kit ge­çir­mek­si­zin Or­da’­ya gel­me­si em­re­dil­di. Nov­go­rod’­da top­la­dı­ğı pa­ra­la­rı kul­la­nan Yu­ri, ha­nı ve önem­li ki­şi­le­ri zen­gin he­di­ye­le­re boğ­du. Or­da’­da yıl­lar­ca kal­dı ve ha­nın Agat­ha adıy­la vaf­tiz edi­len kız­kar­de­şi Kon­çak ile ev­len­di. Uz­beg ni­ha­yet Mikael’in be­ra­tı­nı ip­tal et­ti. Yu­ri’­yi (III. Yu­ri ola­rak) Vla­di­mir gran­dü­kü yap­tı. En yük­sek mev­ki­de­ki Mo­ğol gö­rev­li­ler­den Kav­gad­yi, ha­nın tem­sil­ci­si ola­rak Yu­ri’­nin nez­di­ne ta­yin edil­di ve Yu­ri ve Agat­ha ile bir­lik­te Rus­ya’­ya git­ti. Mikael’in cid­dî bir di­re­niş­te bu­lu­na­ca­ğı­nı bek­le­me­dik­le­ri için Yu­ri ve Kav­gad­yi Tver’e yan­la­rın­da çok az as­ker ol­du­ğu halde git­ti­ler. Mikael on­la­rı mağ­lup et­mek­te zor­lan­ma­dı, ama Kav­gad­yi’­nin ka­rar­gâ­hı­na sal­dır­ma­ma­ya dik­kat et­ti. Yu­ri Nov­go­rod’a ka­çar­ken Mo­ğol eşi Tver­li­ler ta­ra­fın­dan ele ge­çi­ril­di.679 Bu­nun üze­ri­ne Kav­gad­yi hem Yu­ri’­nin hem Mikael’in Or­da’­ya git­me­le­ri­ni em­ret­ti. Uz­beg bu sı­ra­da İl­han­lı­lar­la olan ça­tış­ma­sın­dan do­la­yı Ku­zey Kaf­kas­ya’­da bu­lun­du­ğun­dan on­la­rın uzun sü­ren bir yol­cu­luk yap­ma­la­rı ge­rek­ti. Bu ara­da Agat­ha Tver’­de esa­ret­tey­ken öl­dü ve Kav­gad­yi onun ölü­mün­den Tver’­de­ki yet­ki­li­le­ri so­rum­lu tut­tu.

679So­lo­vi­ev, 3, 275; Na­so­nov, s. 84.

Mikael, Al­tın Or­du’­da­ki yük­sek mah­ke­me ta­ra­fın­dan ha­nın ira­de­si­ne kar­şı gel­mek­ten ve esi­ri olan ha­nın kız­kar­de­şi­ne ge­re­ken ih­ti­ma­mı gös­ter­me­mek­ten do­la­yı yar­gı­lan­dı. Da­va­sı uzun sü­re gö­rül­dük­ten son­ra ölüm ce­za­sı­na çarp­tı­rıl­dı ve he­men idam edil­di (1319).680 Tver’­de­ki oğul­la­rı­nın Yu­ri’­yi gran­dük ola­rak ta­nı­mak­tan baş­ka ya­pa­cak­la­rı şey yok­tu. Fa­kat Tver hal­kı­nın Mo­ğol­la­ra kar­şı ayak­lan­ma­sı­nı ön­le­mek için özel ted­bir­ler al­mak zo­run­da kal­dı­lar. 1320 yı­lın­da Ros­tov’­da bir ayak­lan­ma ol­du; ge­niş yet­ki­ler ve­ril­miş ve dü­ze­ni ye­ni­den te­sis için ya­nın­da Yu­ri’­nin kü­çük kar­de­şi İvan ol­du­ğu halde Rus­ya’­ya gön­de­ril­miş olan Mo­ğol ge­ne­ra­li Ah­mıl ta­ra­fın­dan acı­ma­sız­ca bas­tı­rıl­dı. İki­si bir­lik­te ni­ha­yet Ros­tov­lu­la­rın asi ru­hu­nu kır­dı­lar (1322).681

680So­lo­vi­ev, 3, 276-279; Na­so­nov, s. 86-88.

681Na­so­nov, s. 107-108.

Uz­beg, İvan’ın et­ki­li olu­şun­dan mem­nun olur­ken Yu­ri’­den şüp­he­len­di. Ah­mıl, Mi­ha­ilo­viç­ler­den (Tver­li Mikael’in oğul­la­rı) Yu­ri’­nin han için top­la­dı­ğı ver­gi­le­rin bir kıs­mı­nı ken­di ha­zi­ne­si için alı­koy­du­ğu­na da­ir giz­li bil­gi al­mış­tı. Her hâ­lü­kâr­da Uz­beg, gran­dük­lük be­ra­tı­nı Yu­ri’­den al­dı ve Mi­ha­ilo­viç­le­rin en bü­yü­ğü olan Dmit­ri’­yi Vla­di­mir gran­dü­kü ola­rak tayin et­ti (1322). Yu­ri, Nov­go­rod’a ge­ri dön­dü ve da­ha çok pa­ra top­la­dık­tan son­ra bir ke­re da­ha ha­nın sa­ra­yı­na doğ­ru yo­la çık­tı. Mi­ha­ilo­viç­ler­den kork­tu­ğu için Nov­go­rod’­dan Dvi­na ül­ke­sin­den ge­çip Ka­ma neh­rinden aşa­ğı gi­den do­la­şık bir yol seç­miş­ti. Dmit­ri de ace­ley­le Or­da’­ya doğ­ru gi­di­yor­du. Ba­ba­sı­nın yar­gı­lan­ma­sı ve ölü­mün­den so­rum­lu Yu­ri ile kar­şı­la­şın­ca ken­di­ni kay­bet­ti ve Mos­ko­va pren­si­ni öl­dür­dü. Ka­nu­nu böy­le ken­di el­le­ri­ne al­dı­ğı için ha­nın em­riy­le idam edil­di (1325). Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın be­ra­tı kü­çük kar­de­şi Alexander’a ve­ril­di. Uz­beg, ted­bir ol­mak üze­re Tver me­se­le­le­ri­nin ba­şı­na özel tem­sil­ci ola­rak Şev­kal’ı ge­tir­di.

Ma­ale­sef Tver­li­ler Mo­ğol kar­şı­tı his­le­ri­ni da­ha faz­la bas­tı­ra­ma­dı­lar ve Şev­kal Tver’e yer­leş­tik­ten kı­sa sü­re son­ra ayak­lan­dı­lar hem Mo­ğol tem­sil­ci­yi hem de Mo­ğol yar­dım­cı­la­rın­dan ve mu­ha­fız­la­rın­dan ço­ğu­nu öl­dür­dü­ler (1327).682 Uz­beg he­men İvan’ı Or­da’­ya ça­ğır­dı ve Suz­dal pren­si Alexander ile iş­bir­li­ği ya­pa­rak Tver’e bir te­dip se­fe­ri dü­zen­le­me­si­ni em­ret­ti. 1322 yı­lın­da­ki olay­lar­dan son­ra Ros­tov’un Suz­dal ül­ke­sin­de­ki li­der ko­nu­mu­nu kay­bet­miş ol­du­ğu­nu bu mü­na­se­bet­le kay­det­mek ge­re­kir; onun ye­ri­ne Suz­dal ve Nijni Nov­go­rod (şim­di Gorky ol­du) şe­hir­le­ri öne çık­tı­lar. Mo­ğol bir­lik­le­riy­le tak­vi­ye edi­len Mos­kof ve Suz­dal as­ker­le­ri Tver’e yak­la­şın­ca prens Alexander ba­tı­ya doğ­ru kaç­tı. Hem Tver şeh­ri hem Tver ül­ke­si müs­tev­li­ler ta­ra­fın­dan acı­ma­sız­ca yağ­ma­lan­dı ve bin­ler­ce Tver­li esir alın­dı. Gör­müş ol­du­ğu­muz üze­re on­la­rın bir kıs­mı Çin’e gö­tü­rül­dü.683

682So­lo­vi­ev, 3, 287-289; Na­so­nov, s. 91-93. 1327 yı­lın­da­ki Tver ayak­lan­ma­sı ta­ri­hî bir hikaye­nin “Lay of Shc­hel­kan”ın [me­se­lâ Şev­kal] ko­nu­su­nu teş­kil eder; Bkz. Is­to­ri­ia russ­koi li­te­ra­tury, 2 (Mos­ko­va ve Le­ning­rad, 1946), 103-106.

683Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 2, kı­sım 4, s. 88.

Tver’i İvan va­sı­ta­sıy­la acı­ma­sız­ca ce­za­lan­dır­mak­la be­ra­ber, an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Uz­beg Mos­ko­va’­yı ge­re­ğin­den zi­ya­de kuv­vet­li kıl­mak is­te­mi­yor­du. Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı be­ra­tı­nı Mos­ko­va­lı İvan’a de­ğil, Suz­dal­lı Alexander’e ver­mesi ilginçtir (1328). İvan, dört yıl son­ra an­cak Alexander’ın ölü­mü­nü mü­te­akip Vla­di­mir gran­dü­kü ola­rak ta­yin edil­di. Fa­kat bir­çok prens­lik, Tver, Suz­dal ve Ri­azan prens­lik­le­ri, yet­ki ala­nı dı­şın­da bı­ra­kıl­dı. Bu prens­ler­den her bi­ri­ne ver­gi top­la­ma ve pa­ra­yı gran­dük va­sı­ta­sıy­la de­ğil, doğ­ru­dan ha­na ge­tir­me yet­ki­si ve­ril­di. İvan, ken­di­si­ni ha­nın nez­din­de çok iyi bir ko­num­da tut­mak için sık sık Or­da’­yı zi­ya­ret et­ti. Yi­ne de ha­nın Mos­ko­va’­ya da­imî ola­rak yer­leş­miş olan ve­ki­li Al-Bu­ga ta­ra­fın­dan ya­kın ta­ki­be alın­dı.684

684Na­so­nov, s. 110.

Uz­beg bel­li bir de­re­ce­ye ka­dar si­ya­se­ti­nin so­nuç­la­rın­dan mem­nun ola­bi­lir­di.I. İvan’ın Vla­di­mir gran­dü­kü ol­du­ğu on yıl için­de (1332-41) Do­ğu ve Or­ta Rus­ya’­da önem­li bir ga­ile çık­ma­dı. Va­ka­nü­vis­ler, lâ­ka­bı Ka­li­ta (Pa­ra Ke­se­si) olan eli sı­kı İvan’ın akıllı ida­re­si al­tın­da Mos­ko­va prens­li­ği­nin re­fa­h seviyesinin art­tı­ğı­nı kay­det­mektedirler. İvan ile Uz­beg ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­le­rin iyi olu­şun­dan do­la­yı Mos­ko­va yö­re­sin­de ha­yat baş­ka yer­ler­den da­ha emin gö­zü­kü­yor­du ve nü­fus sü­rat­le art­tı. Ti­ca­re­ti hi­ma­ye için İvan yol­lar­da şa­ki­lik ya­pan­la­ra kar­şı ener­jik ted­bir­ler al­dı ve va­ka­nü­vi­se gö­re çok ba­şa­rı­lı ol­du.685

685Bkz. Si­me­onov, 1328 yı­lın­da; Na­so­nov, s. 111.

Gran­dü­kün ika­met­gâ­hı Vla­di­mir’­de de­ğil de Mos­ko­va’­da ol­du­ğu için Rus­ya ki­li­se­si­nin ba­şın­da bu­lu­nan, yük­sek ah­la­kî va­sıf­la­ra sa­hip va­kur bir din ada­mı olan met­ro­po­lit Pe­ter de Mos­ko­va’­da otur­ma­yı ter­cih et­ti ve ora­da gö­mül­mek ar­zu­su­nu iz­har et­ti. 1342 yı­lın­da­ki ölü­mün­den son­ra686 tür­be­si mil­lî bir zi­ya­ret­gâh ol­du. Met­ro­po­li­tin hâ­lâ res­men “Ki­yef’in ve bü­tün Rus­ya’­nın” di­ye ta­nım­lan­ma­sı­na rağ­men Mos­ko­va böy­le­ce uy­gu­la­ma­da Rus­ya’­nın di­nî baş­ken­ti ol­du. Met­ro­po­li­tin un­va­nı­nı aşi­kâr bir şe­kil­de tak­lit ede­rek İvan ken­di un­va­nı­na “ve bü­tün Rus­ya’­nın” di­ye bir ek­le­me yap­tı.687 Gran­dük un­va­nı­nın bu şe­kil­de bü­yü­tül­me­si­nin de­rin bir mana­sı var­dı. Rus­ya’­yı bir­leş­tir­me ha­re­ke­ti­nin baş­lan­gı­cı­nı ve Mos­ko­va pren­si­nin bu­nun ön­der­li­ği­ni üst­len­me­ye ha­zır olu­şu­nu gös­te­ri­yor­du. Mos­ko­va’­nın sü­rek­li ola­rak bü­yü­me­si, po­tan­si­yel ola­rak Al­tın Or­du için cid­dî bir teh­dit teş­kil edi­yor­du. Fa­kat ha­nın gü­cü Mos­ko­va prens­le­ri­nin­kin­den hâ­lâ o ka­dar bü­yük­tü ve bil­has­sa İvan ha­na kar­şı her tür sa­da­kat gös­te­ri­sin­de bu­lu­nu­yor­du ki, Uz­beg, ge­le­cek için en­di­şe­len­me­ye pek se­bep gör­me­miş gö­zü­kü­yor.

686Met­ro­po­lit Pe­ter hakkında bkz. Ma­ka­ri, 4, 15-21; Go­lu­binsky, 2, 98-144.

687Na­so­nov, s. 100.

O ta­rih­te ha­nı ra­hat­sız eden Ba­tı Rus­ya’­da­ki du­rum­du. Ora­da, tâ­bi­le­ri olan Ba­tı Rus­ya prens­le­ri hem Le­his­tan’ın hem Lit­van­ya’­nın sü­rek­li ar­tan bas­kı­sı ile kar­şı kar­şı­yay­dı­lar. 1283-86 yıl­la­rın­da yö­re­yi tah­rip ede­rek Ga­liç­ya ve Volinya’­nın gü­cü­nü Mo­ğol­la­rın ön­ce­den kır­mış ol­duk­la­rı­nı söy­le­mek ge­re­kir. Fa­kat XIII. Yüz­yı­lın son­la­rın­dan iti­ba­ren Da­ni­lo­viç­ler, özel­lik­le I. Leo (ölü­mü 1301) ve oğ­lu I. Yu­ri ül­ke­le­ri­nin iç du­ru­mu­nu dü­zelt­mek için çok uğ­raş­mış­lar­dı.688 I. Yu­ri’­nin hü­küm­dar­lı­ğı es­na­sın­da (1301-8) Ga­liç­ya ken­di­ne ge­li­yor gi­bi gö­zü­kü­yor­du ve hat­ta o (Rex Rus­si­ae) di­ye kra­li­yet un­va­nı­nı ken­di­si­ne ya­kış­tır­mış­tı.

688Ga­liç­ya ve Volinya’­nın XIII. Yüz­yı­lın son­la­rı ve XIV. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da­ki ta­ri­hi için bkz. Hrus­hevsky, 3, 108-142; Paszkiewicz, Po­lity­ka rus­ka, s. 7-45.

Bu ara­da Tro­iden’in ölü­mün­den be­ri ge­çen otuz kü­sur yıl için­de, lit­van­ya gran­dük­le­ri, güç­lü bir or­du ve ida­re teş­ki­li­ne, Lit­van ve Be­lo­rus vi­lâ­yet­le­ri­ni ken­di ida­re­le­ri al­tın­da da­ha sağ­lam bir şe­kil­de bir­leş­tir­me­ye mu­vaf­fak ol­muş­lar­dı. Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğı ile Rus­ya’­nın birleşik kay­nak­la­rı ve in­san gü­cü, bü­yük ka­bi­li­yet sa­hi­bi bir hü­küm­dar olan, 1316’da Lit­van­ya tah­tı­na çı­kan gran­dük Gedimin (Ge­di­mi­nas) ta­ra­fın­dan ma­ha­ret­le kul­la­nıl­mış­tı. 1341 yı­lı­na ka­dar sü­ren hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da Lit­van­ya Do­ğu Av­ru­pa’­da bü­yük bir güç ha­li­ne gel­di. Gedimin’in si­ya­se­ti­nin önem­li bir ta­ra­fı, oto­ri­te­si­ni müm­kün ol­du­ğun­ca çok Ba­tı Rus­ya ül­ke­si­ne yaymaktı.­ Dev­le­ti­ni sa­vaş­tan zi­ya­de dip­lo­ma­si ve ha­ne­dan ev­li­lik­le­ri ile bü­yüt­me­yi ter­cih edi­yor­du, ama ge­rek­li ol­du­ğu za­man zor kul­lan­mak­tan ka­çın­mı­yor­du. Ti­ca­ret yol­la­rı­nın kont­ro­lü­ne bü­yük bir dik­kat gös­te­ri­yor­du, Ri­ga şeh­ri ile dos­tâ­ne mü­na­se­bet­ler ge­liş­tir­miş­ti ve Bal­tık ti­ca­re­ti­ni ken­di top­rak­la­rın­dan ge­çirt­me­ye ça­lı­şı­yor­du.689 Bu mü­na­se­bet­le bir yan­dan Din­ye­per neh­ri bo­yun­da­ki Rus şe­hir­le­ri­nin (Smo­lensk ve ni­ha­yet Ki­yef) ve di­ğer ta­raf­tan Volinya ve Ga­liç­ya üze­rin­de Lit­van de­ne­ti­mi­ni te­sis et­mek ona önem­li gö­zü­kü­yor­du.

689Bkz. An­to­no­vich, Mo­nog­ra­fii, s. 63-70.

I. Yu­ri’­nin ölü­mü­nün ardından Volinya ve Ga­liç­ya’­da­ki va­zi­yet hız­la bo­zul­du. Prens­ler­le bo­yar­lar ara­sın­da sü­rek­li ça­tış­ma­lar çık­tı. 1323 yı­lın­da I. Yu­ri’­nin iki oğ­lu da öl­dü ve Ga­liç­ya tah­tı Yu­ri’­nin kı­zı Ma­ria ile Ma­zo­via pren­si Tro­iden’in oğul­la­rı olan Ma­zo­via pren­si Boleslaw’a tek­lif edil­di (1325). Onun tah­ta çık­ma­sı Uz­beg Han ta­ra­fın­dan te­yit edil­di ve II. Yu­ri ola­rak bi­lin­di.690 Ulaslararası iti­ba­rı­nı pe­kiş­tir­mek için gran­dük Gedimin’in kı­zı pren­ses Of­ka ile ev­len­di (1331). Ay­rı­ca Hrus­hevsky’­nin ak­la ya­kın ge­len fa­ra­zi­ye­si­ne gö­re, Yu­ri, ken­di kı­zı­nı Gedimin’in oğ­lu Lo­bart ile ev­len­dir­di.691 Bu iki dip­lo­ma­tik ev­li­li­ğin II. Yu­ri’­den zi­ya­de Gedimin’e ya­ra­rı ol­du ve Mo­ğol­lar hem Lit­van­ya’­nın hem Le­his­tan’ın sal­dır­gan plan­la­rı­nı dur­dur­mak için Volinya me­se­le­le­ri­ne mü­da­ha­le et­me­ye ka­rar ver­di­ler. 1336 yı­lın­da Mo­ğol bir­lik­le­ri Lit­van­ya’­nın sı­nır böl­ge­le­ri­ne ve er­te­si yıl Le­his­tan’­da Lub­lin’e akın yap­tı­lar.692 1330’la­rın son­la­rın­da Smo­lensk pren­si Lit­van­ya gran­dü­kü Gedimin’i met­bu ola­rak ta­nı­dı ve böy­le­ce Uz­beg’in oto­ri­te­si­ne kar­şı çık­tı. Bu­nun üze­ri­ne Uz­beg şeh­ri ge­ri ka­zan­mak için bir­çok Do­ğu Rus­ya­lı tâ­bi­si­ni Smo­lensk’e se­fer yap­ma­ya yol­la­dı (1339).693

690Ta­rih­çi­ler uzun sü­re II. Yu­ri’­nin Ga­liç­ya­lı Andrew’un oğ­lu ol­du­ğu­nu dü­şün­dü­ler, ama ya­kın za­man­da onun Bo­les­lav ol­du­ğu ke­sin­leş­ti. Bkz. Se­çe­re Tab­lo­su VIII.

691Hrus­hevsky, 3, 139-140; 4, 13-14.

692Spu­ler, s. 91, 97.

693Age., s. 98; Na­so­nov, s. 112.

Mü­te­akip yıl­da Ga­liç­ya’­da cid­dî bir kriz ya­şan­dı. II. Yu­ri, dip­lo­ma­tik kabiliyeti­nin ol­ma­sı­na ve Ga­liç­ya’­nın bey­nel­mi­lel du­ru­mu­nu dü­zelt­me­yi ba­şar­mış gö­rün­me­si­ne mu­ka­bil yur­dun­da sü­rek­li ola­rak bü­yü­yen bir bo­yar mu­ha­le­fe­ti ile kar­şı­laş­tı. 1340 yı­lın­da Ga­liç­ya’­ya zor­la Ro­ma ka­to­lik­li­ği­ni ka­bul et­tir­mek ni­ye­tin­de ol­du­ğu­na da­ir söy­len­ti­ler çık­tı; tam bu sı­ra­da ani­den öl­dü, muh­te­me­len bo­yar­lar ta­ra­fın­dan ze­hir­len­miş­ti. Ölü­mü Ga­liç­ya üze­rin­de hak ta­le­bin­de bu­lun­mak için hem Leh­le­ri hem Ma­car­la­rı ce­sa­ret­len­dir­di. 1339 yı­lın­da Le­his­tan kra­lı Bü­yük Ca­si­mir, Ma­ca­ris­tan kra­lı Carl Ro­bert ile bir anlaşma yap­tı. Bu­na gö­re Carl Ro­bert (as­lın­da ken­di­si­ne ait ol­ma­yan) Ga­liç­ya’­yı, Ca­si­mir’in oğ­lu Lewis’e mi­ras bı­rak­ma­sı şar­tıy­la, ha­yat­ta ol­du­ğu sü­re için Ca­si­mir’e bı­rak­tı. Bu anlaşma­ya is­ti­na­den II. Yu­ri’­nin ölüm ha­be­ri ken­di­si­ne ula­şır ulaş­maz Ca­si­mir he­men Galiç’e koş­tu. Fa­kat şe­hir tes­lim ol­ma­yı red­det­ti. Baş­la­rın­da kı­dem­li ola­rak Dmit­ri Ded­ko’­nun bu­lun­du­ğu bir Ga­liç­ya­lı bo­yar­lar ko­mi­te­si, se­çi­le­cek olan pren­sin na­mı­na şeh­rin ve ül­ke­nin ida­re­si­ni eli­ne al­dı. Son­ra Ga­liç­ya tah­tı­nı Gedimin’in oğ­lu Lu­bart’a sun­du­lar, he­men he­men ay­nı za­man­da Volinya bo­yar­la­rı Lo­bart’ı Volinya pren­si ola­rak ka­bul et­ti­ler.694 Şa­yet Hrus­hevsky’­nin yu­ka­rı­da bah­so­lu­nan hi­po­te­zi ge­çer­liy­se, Lu­bart ka­rı­sı üze­rin­den II. Yu­ri’­nin va­ri­si ola­rak dü­şü­nü­le­bi­li­nir. Lu­bart Volinya’­ya yer­leş­ti ve Ded­ko’­yu Galiç’­de yar­dım­cı­sı yap­tı. Lu­bart, Uz­beg Han’a tâ­bi­lik ye­mi­ni ver­di­ği için, hem Ga­liç­ya’­yı hem Volinya’­yı Leh­ler­den ko­ru­mak üze­re Mo­ğol bir­lik­le­ri gön­de­ril­di. Ca­si­mir, hak ta­lep­le­rin­den vaz­geç­me­mek­le be­ra­ber, ge­ri çe­kil­mek zo­run­da kal­dı.

694Hrus­hevsky, 3, 137-141; 4, 13-28; Paszkiewicz, Po­lity­ka rus­ka, s. 48-87.

III

Uz­beg’in en bü­yük oğ­lu Ti­ni­beg kı­sa bir müd­det hü­küm sür­dük­ten son­ra (1341-42) kü­çük kar­de­şi Ca­ni­beg ik­ti­da­rı ele ge­çir­di (1342-57). Ca­ni­beg, si­ya­set­le­rin­de bü­tü­nüy­le ba­ba­sı­nın ge­le­nek­le­ri­ni sür­dür­dü, tek is­tis­na Bal­kan me­se­le­le­ri­ne ka­rış­ma­ma­sıy­dı. Uz­beg’in dul eşi Tay­du­la Ha­tun, Ca­ni­beg’in hü­küm­dar­lı­ğı bo­yun­ca Al­tın Or­du’­da müm­taz bir yer iş­gal et­ti.

Ba­ba­sı gi­bi Ca­ni­beg de Ce­ne­viz­li­ler­le ça­tış­tı ve Ke­fe’­yi on­lar­dan al­ma­ya te­şeb­büs et­ti, ama ba­şa­ra­ma­dı (1344). Di­ğer ta­raf­tan Ve­ne­dik­li­ler­le bir ti­ca­rî and­laş­ma yap­tı (1347). 1349-55 yıl­la­rın­da Ve­ne­dik ile Ce­no­va, Ve­ne­dik’in mu­zaf­fer ol­du­ğu bir baş­ka sa­va­şa tu­tuş­tu­lar. Bu­nu mü­te­akip Ve­ne­dik’in Ca­ni­beg ile yap­tı­ğı and­laş­ma 1356 yı­lın­da onay­lan­dı. Ve­ne­dik­li­ler sa­tı­lan mal­la­rın de­ğe­ri üzerinden % 2 güm­rük res­mi öde­ye­rek Sol­hat’­da ve % 3 güm­rük res­mi öde­ye­rek Sol­da­ia’­da ti­ca­ret yap­ma hak­kı­nı el­de et­ti­ler.695 Al­tın Or­du ile Mı­sır ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­ler dos­tâ­ne ol­ma­ya de­vam et­ti. Ev­vel­ce ol­du­ğu gi­bi bir­çok Kıp­çak ve Rus, ya kö­le ola­rak ya da yar­dım­cı as­ker ola­rak Mı­sır’a ge­ti­ril­di. Hep­si de­ğil­se bi­le ek­se­ri­si Müslüman ol­du. Ca­ni­beg’in hü­küm­dar­lık dö­ne­min­de Rus as­ker­le­rin­den bi­ri Mı­sır’­da par­lak bir ka­ri­yer yap­tı, emîr rüt­be­si­ne yük­sel­di. Şark kay­nak­la­rın­da adı Bay­bu­ga Rus (ve­ya Urus) ola­rak ve­ril­miş­tir.696

695Ku­la­kovsky, Tav­ri­da, s. 107.

696L. A. Ma­yer, Sa­ra­ce­nic He­raldry (Oxford, Cla­ren­don Press, 1933), s. 111; Po­li­ak, “Caractère co­lo­ni­al,” s. 234.

Ca­ni­beg’in tah­ta çı­kı­şın­dan dört yıl son­ra Al­tın Or­du’­nun ba­şı­na kor­kunç bir fe­lâ­ket gel­di. Uzak Do­ğu’­dan çık­mı­şa ben­ze­yen, Ka­ra Ölüm de­nen ve­ba ti­ca­ret ker­van­la­rı­nın pe­şi sı­ra Çin ve Hin­dis­tan’­dan Ha­rezm’e gel­di; 1346 yı­lın­da Kı­rım’ı vur­du ve 85.000 ki­şi­nin ölü­mü­ne se­bep ol­du.697 Has­ta­lık Ege’­nin As­ya sa­hi­li ve Kıb­rıs ada­sı üze­rin­den Kı­rım’­dan Mı­sır’a ulaş­tı ve Su­ri­ye’­ye ya­yıl­dı. Son­ra Ak­de­niz’i aşıp Ba­tı Av­ru­pa’­ya gel­di ve yi­ne do­ğu­ya dö­nüp Bal­tık De­ni­zi üze­rin­den Nov­go­rod’u vur­du ve 1353 yı­lın­da Mos­ko­va’­ya ulaş­tı. Aşi­kâr bir şe­kil­de bü­yük ti­ca­ret yol­la­rı­nı ta­kip edi­yor­du; ka­la­ba­lık pa­zar­lar­da ve ge­mi­ler­de ya­yı­lı­yor­du. Bu dö­nem­de Al­tın Or­du şe­hir­le­ri ile Rus­ya ara­sın­da yo­ğun bir ti­ca­ret ol­du­ğu için has­ta­lı­ğın Gü­ney ve Or­ta Rus­ya’­yı ge­çe­rek de­ğil de Bal­tık De­ni­zi üze­rin­den Nov­go­rod’a ulaş­ma­sı ga­rip gö­zü­kü­yor. Gü­ney Rus­ya boz­kır­la­rın­da nü­fu­sun sey­rek ol­ma­sı ve da­ha zi­ya­de Mo­ğol­la­rın sü­rü­le­ri için ot­lak ola­rak kul­la­nıl­ma­sı hu­su­su an­cak sağ­lık­lı tüc­car­la­rın gi­dip ge­le­bil­dik­le­ri bir em­ni­yet ku­şa­ğı ya­rat­mış ola­bi­lir.

697Po­li­ak, “Caractère co­lo­ni­al,” s. 231-232.

1350’ler­de Bo­ğaz­lar böl­ge­sin­de Ya­kın Do­ğu’­nun bü­tün si­ya­sî du­ru­mu­nu de­ğiş­ti­re­cek olan önem­li bir olay mey­da­na gel­di. 1355 yı­lın­da Os­man­lı Türk­le­ri­nin kü­çük bir bir­li­ği Mar­ma­ra De­ni­zi­ni geç­ti ve er­te­si yıl Ge­li­bo­lu’­ya iyi­ce yer­leş­ti.698 Pek ya­kın­da bu üs­den ha­re­ket­le Bal­kan ya­rı­ma­da­sı­nı fet­he ve Bi­zans im­pa­ra­tor­lu­ğu­nu yık­ma­ya baş­la­ya­cak­lar­dı. Os­man­lı Türk­le­ri­nin as­ke­rî gü­cü­nün bü­yü­me­si ve Ça­nak­ka­le Bo­ğa­zı ile son­ra da İs­tan­bul Bo­ğa­zı­nı ele ge­çir­me­le­ri on­la­ra şim­di Ka­ra­de­niz’i dı­şa ka­pa­ya­cak du­rum­da ol­duk­la­rı için Ka­ra­de­niz ti­ca­re­ti üze­rin­de tam bir kont­rol sağ­la­dı. Türk­ler or­ta­ya çık­ma­dan ön­ce Bo­ğaz­la­rı kont­rol et­mekle birlikte git­gi­de za­yıf­la­yan Bi­zans İm­pa­ra­tor­lu­ğu, Mı­sır’a gi­diş yo­lu­nu gü­ven al­tı­na al­mak için Bi­zans’a da­ima as­ke­rî bas­kı ya­pa­bi­le­cek olan Al­tın Or­du han­la­rı için cid­dî bir prob­lem teş­kil et­mi­yor­du. İtal­yan­la­ra ge­lin­ce on­lar Bo­ğaz­lar­da sey­ri­se­fer ser­bes­ti­si ile il­gi­le­ni­yor­lar­dı ve bu­nu Bi­zans’­dan el­de et­miş­ler­di. Al­tın Or­du, Mı­sır ve İtal­ya ile yap­tı­ğı ti­ca­ret­ten zen­gin­leş­ti­ği için Türk­le­rin Ge­li­bo­lu’­ya yer­leş­me­si ola­yın öne­mi­nin Sa­ray’­da he­men an­la­şıl­ma­mış ol­ma­sı­na rağ­men onun re­fa­hı­nı teh­dit edi­yor­du.

698Ta­rih G. Ge­or­gi­ades Ar­na­kis ta­ra­fın­dan be­lir­len­miş­tir, “Cap­ti­vity of Gre­gory Pa­la­mas by the Turks and Re­la­ted Do­cu­ments as His­to­ri­cal So­ur­ces,” Spe­cu­lum, 26 (1951), 111.

Ca­ni­beg’in hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da Rus­ya’­da pek az de­ği­şik­lik ol­du. Hü­küm­dar­lı­ğı­nın baş­lan­gı­cın­da bü­tün Rus prens­le­ri sa­ra­yı­na gel­dik­le­ri za­man Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın be­ra­tı­nı 1341 yı­lın­da öl­müş olan I. İvan’ın en bü­yük oğ­lu olan Mos­ko­va pren­si Si­me­on’a ver­di. Fa­kat Tver, Suz­dal ve Ri­azan prens­lik­le­ri­nin Mos­ko­va’­dan ba­ğım­sız ol­duk­la­rı­nı te­yit et­ti. Ayrıca Ri­azan ve Suz­dal prens­le­ri­ne mülk­le­ri için­de gran­dük­lük un­va­nı­nı ba­ğış­la­dı ve bir­kaç yıl son­ra Tver pren­si­ne de ay­nı im­ti­yaz ta­nın­dı.699 Böy­le­ce Rus­ya bir­çok gran­dü­ka­lı­ğa bölün­dü; Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı şim­di is­men ol­ma­sa da fi­ili­yat­ta Mos­ko­va prens­li­ği ile kay­naş­tı. As­lî gran­dü­ka­lık ola­rak hâ­lâ bel­li bir iti­ba­ra sa­hip­ti; ve gör­dü­ğü­müz üze­re Vla­di­mir ve Mos­ko­va gran­dük­le­ri I. İvan’­la baş­la­ya­rak un­van­la­rı­na “ve bü­tün Rus­ya’­nın” (vse­ia Ru­si) söz­le­ri­ni ek­le­di­ler. Gran­dük Si­me­on “Ki­bir­li” (Gord­yi) di­ye ta­nı­nı­yor­du. Di­ğer Rus prens­le­ri­ne kar­şı ki­bir­li ola­bi­lir­di, ama gö­rü­nüş­te ha­na kar­şı ba­ba­sı ka­dar mu­ti idi ve ba­ba­sı gi­bi sık sık Or­da’­ya git­ti. 1349 yı­lın­da Mos­ko­va’­nın men­fa­at­le­ri için po­tan­si­yel bir teh­li­ke­yi ha­iz bir du­rum or­ta­ya çık­tı: Lit­van­ya gran­dü­kü Ol­gerd (Al­gir­das) (Gedimin’in oğ­lu ve ha­le­fi) kar­de­şi Ko­ri­at’ı Mos­ko­va’­nın bü­yü­me­si­nin hem Al­tın Or­du’­nun hem Lit­van­ya’­nın men­fa­at­le­ri için ya­kın bir teh­li­ke oluş­tur­du­ğu hu­su­sun­da ha­nı ikaz et­mek için gön­der­di. Ol­gerd ha­na Mos­ko­va’­ya kar­şı bir Mo­ğol-Lit­van it­ti­fa­kı­nı tek­lif edi­yor­du. Ko­ri­at’ın ha­nın ka­rar­gâ­hı­na var­dı­ğı­nı ha­ber alır al­maz Si­me­on ace­ley­le ora­ya ken­di­si git­ti ve Ol­gerd’in plan­la­rı­nı pro­tes­to et­ti. Ca­ni­beg, Si­me­on’un sa­da­ka­ti­ne inan­mış­tı ve sa­de­ce Lit­van­ya ile it­ti­fa­kı ge­ri çe­vir­mek­le kal­ma­dı, ay­nı za­man­da Ko­ri­at’ı Si­me­on’a tes­lim et­ti. An­cak Ol­gerd’in Si­me­on’a kar­şı dos­tâ­ne tu­tu­mu­nu be­yan et­ti­ği uzun uza­dı­ya mü­za­ke­re­ler­den son­ra Si­me­on Ko­ri­at’ı sa­lı­ver­me­ye ra­zı ol­du.700 Ol­gerd’in dik­ka­ti böy­le­ce Do­ğu’­ya dö­nük­ken Le­his­tan­lı Ca­si­mir Ga­liç­ya ve Volinya’­ya kar­şı ye­ni bir se­fer baş­lat­tı (1349). Ol­gerd Leh­le­re kar­şı Mo­ğol­lar­dan yar­dım is­te­mek zo­run­da kal­dı. Leh­ler 1352 yı­lın­da Volinya’­dan atıl­dı­lar, ama Ga­liç­ya Ca­si­mir’in elin­de kal­dı.701

699Na­so­nov, s. 103-104.

700Spu­ler, s. 105-106.

701 Hrus­hevsky, 4, 28-36; Paszkiewicz, Po­lity­ka rus­ka, s. 88-135.

Si­me­on 1353 yı­lın­da ve­ba­dan öl­dü ve ye­ri­ne gran­dük­lük be­ra­tı­nı zor­luk­la kar­şı­laş­ma­dan alan kü­çük kar­de­şi “Ür­kek” (Krot­kii) II. İvan geç­ti. Onun hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da (1353-59) bo­yar­lar Mos­ko­va hü­kü­me­tin­de ön­de ge­len bir rol oy­na­dı­lar. O ta­rih­te on­la­rın için­de siv­ri­len Pleşçeyev ai­le­siy­di. As­len Çer­ni­gov­lu olan Fe­dor Bi­akont, XIII. Yüz­yı­lın son­la­rın­da Mos­ko­va’­ya gel­miş­ti. Pe­ter’in ha­le­fi olan met­ro­po­lit The­og­nost gran­dük Si­me­on ile ay­nı za­man­da ve­ba­dan öl­dü­ğü için met­ro­po­lit­lik ma­ka­mı boş­tu. II. İvan’ın ona­yıy­la Mos­ko­va bo­yar­la­rı met­ro­po­lit­lik için Rus­ya’­nın ada­yı ola­rak Cons­tan­ti­no­pel pat­ri­ği­ne Pleşçeyev ai­le­si­nin bir men­su­bu­nu, Fe­dor Bi­akont’un oğ­lu olan Vla­di­mir pis­ko­po­su Alexei’i gön­der­me­ye ka­rar ver­di­ler.

Tver pren­si ve bo­yar­la­rı Alexei’in aday­lı­ğı­nı tas­vip et­me­di­ler ve baş­ka bir ada­yı, Lit­van­ya gran­dü­kü Ol­gerd’in tav­si­ye­le­riy­le bir­lik­te Cons­tan­ti­no­pel’e gön­der­di­ği Ro­man’ı des­tek­le­di­ler. Pat­rik iki­le­mi her iki ada­mı da tayin ede­rek çöz­dü: Alexei “Ki­yef” (yâ­ni as­lın­da Mos­ko­va) met­ro­po­li­ti ve Ro­man Lit­van­ya met­ro­po­li­ti ol­du­lar. Böy­le­ce Rus ki­li­se­si iki­ye bölün­dü, ama bu bölün­me bu se­fer sa­de­ce ge­çi­ci ol­du.702 Ay­dın bir din ada­mı ve çok din­dar bir in­san olan met­ro­po­lit Alexei ay­nı za­man­da iyi bir dev­let ada­mıy­dı. Pleşçeyev ai­le­si­nin men­su­bu ola­rak hem gran­dü­kün, hem bo­yar­la­rın nez­din­de bü­yük bir iti­ba­rı var­dı ve II. İvan’ın hü­küm­dar­lı­ğı es­na­sın­da ve İvan’ın oğ­lu ve ha­le­fi Dmit­ri’­nin hü­küm­dar­lı­ğı­nın ilk yıl­la­rın­da Mos­ko­va hü­kü­me­ti­nin ön­de ge­len ki­şi­si ol­du.703 Ay­nı za­man­da ha­nın sa­ra­yın­da, özel­lik­le de 1357 yı­lın­da bir göz has­ta­lı­ğı­nı te­da­vi et­ti­ği Tay­du­la Ha­tun ta­ra­fın­dan, bü­yük say­gı gö­rü­yor­du.

702Ma­ka­ri, 4, 41-47; Go­lu­binsky, 2, 179, 878.

703Met­ro­po­lit Alexei hakkında bkz. Ma­ka­ri, 4, 33-63; Go­lu­binsky, 2.

Ay­nı yıl için­de Mos­ko­va’­da bo­yar­lar ile halk ara­sın­da bir sür­tüş­me ol­du­ğu­nu gös­te­ren bir olay mey­da­na gel­di. 3 Şu­bat 1357’de Mos­ko­va chi­li­arc­hı (binbaşı) Alexei Pet­ro­vich Kh­vost’un ce­se­di bâ­riz bir şe­kil­de kat­le­dil­miş ola­rak Mos­ko­va’­nın en bü­yük mey­da­nın­da bu­lun­du.704 Ki­yef dö­ne­min­den be­ri şe­hir mi­li­si­ne (ty­si­ac­ha) ku­man­da eden chi­li­arc­hın prens­lik ida­re­sin­de ken­di­ne has bir ye­ri var­dı. Prens ta­ra­fın­dan ön­de ge­len bo­yar­la­rın için­den se­çil­me­si­ne rağ­men hal­kın söz­cü­sü ola­rak gö­rü­lü­yor­du.705 Bu gö­z ö­nü­ne alın­dı­ğın­da Mos­ko­va hal­kı­nın Alexei Pet­ro­vich’in ölü­mün­den bo­yar­la­rı me­sul tut­ma­sı­nı an­la­mak müm­kün­dür. Şe­hir­de ka­rı­şık­lık­lar çık­tı ve ön­de ge­len bo­yar­lar Ri­azan’a kaç­tı­lar. Ek­se­ri­si er­te­si yıl ge­ri dön­dü ve iç­le­rin­den bi­ri, Va­si­li Velyaminov chi­li­arch ola­rak tayin edil­di.706 Onun da adı Va­si­li olan ba­ba­sı I. İvan za­ma­nın­da chi­li­arch­lık yap­mış­tı.

704So­lo­vi­ev, 3, 327.

705Ki­evan Rus­sia, s. 188-189.

706So­lo­vi­ev, 3, 327.

Ca­ni­beg 1356 yı­lın­da çök­mek­te olan İl­han­lı dev­le­ti­ne se­fer aç­tı ve Azer­bay­can’ı fet­he­den ilk Al­tın Or­du hü­küm­da­rı ol­du; ama Teb­riz’­den Sa­ray’a ge­ri dö­ner­ken yol­da öl­dü. İs­ken­der Ano­nimi­ne gö­re oğ­lu Ber­di­beg’in em­riy­le kat­le­dil­miş­ti (1357).707

707Ti­esen­ha­usen, 2, 128-129.

7. ALTIN ORDU’DA DEVLET VE TOPLUM

Altın Ordu, mev­cu­di­ye­ti­nin ilk yüz­yı­lın­da Bü­yük Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun bir ulu­suy­du. İm­pa­ra­tor­lu­ğun yı­kıl­ma­sın­dan son­ra bi­le Al­tın Or­du’­yu Çin­giz Han’ın so­yun­dan ge­len­ler ida­re edi­yor­lar­dı ve Or­du da­ğıl­dı­ğı za­man on­lar ha­lef dev­let­le­ri yö­net­ti­ler. Mo­ğol aris­tok­ra­si­si Al­tın Or­du top­lu­mu­nun en üst ta­ba­ka­sı­nı teş­kil edi­yor­du. Bu yüz­den Or­du’­nun hü­kü­me­ti ta­bi­atıy­la bü­yük öl­çü­de bir bü­tün ola­rak im­pa­ra­tor­luk hü­kü­me­ti­ne yol gös­te­ren pren­sip­le­re is­ti­nat edi­yor­du. Çin­giz Han’ın Bü­yük Ya­sa­sı hukuki te­mel ola­rak de­vam edi­yor­du. Fa­kat ay­nı za­man­da im­pa­ra­tor­lu­ğun baş­ka kı­sım­la­rın­da ol­du­ğu gi­bi Al­tın Or­du’­da­ki Mo­ğol hü­kü­me­ti­nin ge­nel pren­sip­le­ri­nin uy­gu­lan­ma­sı, yö­re­nin coğ­raf­ya­sı­na, et­nik or­ta­mı­na ve ma­ne­vî at­mos­fe­ri­ne gö­re uyar­lan­mış­tı.

Mo­ğol­lar, ırk ola­rak Al­tın Or­du top­lu­mun­da kü­çük bir azın­lık teş­kil edi­yor­lar­dı. Or­du’­nun bü­yük kit­le­si Türk­ler­den mey­da­na ge­li­yor­du. Di­nî açı­dan İs­lâ­mi­ye­tin hem Mo­ğol­lar hem Türk­ler ara­sın­da ya­yıl­ma­sı çok bü­yük öne­mi ha­iz bir âmil­di. İs­lâm mü­es­se­se­le­ri Mo­ğol mü­es­se­se­le­ri­nin ya­nı sı­ra me­sa­fe ka­te­di­yor­lar­dı.

Al­tın Or­du’­da­ki Mo­ğol­la­rın ek­se­ri­si Çin­giz Han’ın Cu­çi’­ye tah­sis et­ti­ği 4.000 as­ke­rin so­yun­dan ge­li­yor­lar­dı; Ku­şin, Ki­yat, Kin­kit ve Say­cut ka­bi­le­le­ri­ne men­sup­tu­lar.708 Ay­rı­ca Man­gıt­lar da var­dı, ama bun­lar gör­dü­ğü­müz üze­re di­ğer­le­rin­den ay­rı du­ru­yor­lar­dı ve No­gay dö­ne­min­den be­ri ay­rı bir or­da ola­rak teşkilat­lan­mış­lar­dı. Bah­so­lun­du­ğu üze­re Türk­ler boz­kır top­lu­mu­nun eşit hak­la­ra sa­hip üye­le­ri ola­rak ka­bul edil­miş­ler­di. Al­tın Or­du’­nun ba­tı kıs­mın­da (Vol­ga’­nın ba­tı­sın­da) Türk un­su­ru­nu ek­se­ri­yet­le Kıp­çak­lar (Ku­man­lar) tem­sil edi­yor­lar­dı, ama Ha­zar­lar­la Pe­çe­nek­le­rin ba­ki­ye­le­ri de var­dı. Vol­ga’­nın or­ta ke­si­mi­nin do­ğu­sun­da, Ka­ma neh­ri hav­za­sın­da Bul­gar­la­rın ba­ki­ye­le­ri ile ya­rı ya­rı­ya Türk­leş­miş Ugur­lar (Baş­kır­lar) ya­şı­yor­lar­dı. Aşa­ğı Vol­ga’­nın do­ğu­sun­da Man­gıt­lar (No­gay­lar) ve di­ğer Mo­ğol klan­la­rı, ek­se­ri­sî İra­nî yer­li­ler­le ka­rış­mış olan Kıp­çak ve Oğuz gi­bi bir­çok Türk ka­bi­le­si­ne hük­me­di­yor­lar­dı. Türk­le­rin sa­yı­ca çok­lu­ğu Mo­ğol­la­rın ya­vaş ya­vaş Türk­leş­me­si­ni ta­biî kıl­mış­tı ve hâ­kim sı­nıf­lar ara­sın­da bi­le Mo­ğol di­li­nin ye­ri­ni Türk­çe al­mış­tı. Ya­ban­cı dev­let­ler­le (me­se­lâ Mı­sır gi­bi) dip­lo­ma­tik ya­zış­ma Mo­ğol­ca ya­pı­lı­yor­du, ama iç me­se­le­ler ile il­gi­li XIV. ve XV. Yüz­yıl bel­ge­le­ri­nin çoğu bi­zim bil­di­ği­miz ka­da­rıy­la Türk­çe (ge­nel­de Ça­ğa­tay Türk­çe­si) idi. Res­mî ol­ma­yan me­tin­ler­den (ka­yın ka­bu­ğu­na ya­zıl­mış olan) XIV. Yüz­yı­lın baş­la­rı­na ait bir Mo­ğol­ca şi­ir ya­kın za­man­da bu­lun­muş­tur.709 Sa­ray şeh­rin­de ken­di­le­ri­ne ay­rıl­mış ma­hal­le­le­ri bu­lu­nan Rus­lar, Alan­lar ve Çer­kes­ler, si­ya­sî ba­kım­dan Türk­ler­den da­ha aşa­ğı bir se­vi­ye­dey­di­ler. Çe­re­mis­ler, Mord­vin­ler ve Mi­şer­ler gi­bi Fin-Uy­gur asıl­lı ka­bi­le­ler Aşa­ğı Oka hav­za­sın­da ve bir­çok İtal­yan ile Rum Kı­rım ile Azak yö­re­sin­de ya­şı­yor­lar­dı.

708ZO, s. 100.

709N. Pop­pe, “Zo­lo­to­ordyns­ka­ia ru­ko­pis’ na be­res­te,” So­vets­koe Vos­to­ko­ve­de­nie, 2 (1941), 82-134; ZO, s. 175 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

İk­ti­sa­dî ba­kım­dan Al­tın Or­du gö­çe­be­ler ile yer­le­şik hal­kın bir ara­da ya­şa­ma­sı­nı tem­sil edi­yor­du. Gü­ney Rus­ya ile Ku­zey Kaf­kas­ya’­nın geniş boz­kır­la­rı, Mo­ğol­larla Türk­le­re at ve sı­ğır sü­rü­le­ri için mu­az­zam ot­lak­lar sağ­lı­yor­lar­dı. Di­ğer ta­raf­tan böl­ge­nin boz­kır­la­rın kı­yı­sın­da­ki ba­zı yö­re­le­rin­de zi­ra­at da ya­pı­lı­yor­du. Or­ta Vol­ga-Ka­ma böl­ge­sin­de­ki Bul­gar ül­ke­si de mün­bit­ti; çok ge­liş­miş bir zi­ra­ati var­dı ve ta­biî ki Ba­tı Rus­ya (Uk­ray­na) ve Or­ta ve Do­ğu Rus­ya’­nın gü­ney prens­lik­le­ri, özel­lik­le de Ri­azan çok mik­tar­da ta­hıl ye­tiş­ti­ri­yor­du. Çok ge­liş­miş ze­na­at­la­rı ve sa­na­yi­le­ri ve ti­ca­ret mer­ke­zi ola­rak önem­le­ri ile Sa­ray ve Al­tın Or­du’­nun di­ğer bü­yük şe­hir­le­ri gö­çe­be­lik­le yer­le­şik me­de­ni­yet ara­sın­da te­mas nok­ta­sı gö­re­vi­ni ifa edi­yor­lar­dı. Hem han hem prens­ler, yı­lın bir kıs­mın­da şe­hir­ler­de ya­şı­yor­lar; sa­ir za­man­lar­da sü­rü­le­ri­nin pe­şin­den gi­di­yor­lar­dı. Ek­se­ri­si top­rak mül­ki­ye­ti de edin­miş­ler­di. Şe­hir hal­kı­nın bü­yük bir kıs­mı ora­lar­da sü­rek­li ola­rak ka­lı­yor­lar­dı. Böy­le­ce or­ta­ya çe­şit­li et­nik, iç­ti­maî ve di­nî un­sur­lar­dan mü­te­şek­kil bir şe­hir­li züm­re­si çık­mış­tı. Her önem­li şe­hir­de Müslüman­lar­la Hristiyan­la­rın ca­mi­le­ri ve ki­li­se­le­ri var­dı. Şe­hir­ler Al­tın Or­du’­nun dış ti­ca­re­ti­nin ge­liş­me­sin­de oldukça önemli rol oy­nu­yor­lar­dı. Or­du’­nun kar­ma­şık ik­ti­sa­dî yapısı uluslararası ti­ca­re­te gö­re yön­len­miş­ti ve han­lar­la bü­yük asil­zâ­de­ler ge­lir­le­ri­nin önem­li bir kıs­mı­nı bun­dan te­min edi­yor­lar­dı.

Bil­di­ği­miz üze­re Al­tın Or­du Çin­giz ha­ne­da­nı­nın Cu­çi ko­lu ta­ra­fın­dan ida­re edi­li­yor­du. Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun çö­kü­şü­ne ka­dar Al­tın Or­du ha­nı ya­sal ola­rak ulu ha­nın tâ­bi­si idi ve ay­nı za­man­da bir ba­kı­ma im­pa­ra­tor­luk şir­ke­ti­nin his­se­da­rıy­dı, çün­kü di­ğer ulus­la­rın için­de de ar­pa­lık­la­rı var­dı. Han, Cu­çi prens­le­ri­nin mec­li­si olan ma­hal­lî ku­rul­tay ta­ra­fın­dan se­çi­li­yor­du. Ye­ni ha­nın tah­ta çı­kış me­ra­si­mi, ulu han­la­rın tah­ta çı­kı­ş merasimini ör­nek alı­yor­du. Al­tın Or­du’­yu XV. Yüz­yıl­da zi­ya­ret eden Al­man sey­yah Jo­hann Sc­hilt­ber­ger’e gö­re, “bir kral seç­tik­le­ri za­man onu alıp be­yaz bir ke­çe­ye otur­tu­yor­lar ve üç de­fa ha­va­ya kal­dı­rı­yor­lar. Son­ra onu kal­dı­rıp ça­dı­rın et­ra­fın­da ta­şı­yor­lar ve bir tah­ta otur­tu­yor­lar ve eli­ne bir al­tın kı­lıç ve­ri­yor­lar. Son­ra âdet ol­du­ğu üze­re ona ye­min edi­yor­lar.”710 Ye­ni ha­nı ke­çe için­de ta­şı­mak törenine Türk­çe’­de han kotarmak deniliyor­du.711

710Sc­hilt­ber­ger, s. 48.

711Ve­se­lovsky, s. 51. Os­man­lı Türk­çe­sin­de bu fi­il gü­tür­mek oku­nur. Bkz. Red­ho­use, s. 1582.

Kurultay, ara dö­nem­ler­de seç­men­lik yap­ma­nın ya­nı sı­ra, han­la bü­tün önem­li iç ve dış si­ya­set me­se­le­le­ri­ni gö­rüş­mek üze­re mun­ta­za­man top­la­nır­dı. Ay­rı­ca ku­rul­ta­yın prens olan men­sup­la­rı or­du ve ida­re­de önem­li gö­rev­le­rin çoğunu ifa eder­ler­di. So­nun­da on­lar Türk­çe bir te­rim­le oğ­lan di­ye bi­lin­di­ler. Di­ğer Mo­ğol dev­let­le­rin­de de ol­du­ğu gi­bi hâ­kim kla­na men­sup ka­dın­lar –ha­tun­lar– si­ya­sî ha­yat­ta fa­al bir rol oy­nu­yor­lar­dı. Ha­ne­da­nın ha­tun­lar da da­hil ol­mak üze­re her men­su­bu­na nor­mal dev­let ida­re­sin­den ba­ğım­sız bir ar­pa­lık ve­ril­me­si hu­su­su da­ha az önem­li de­ğil­di. Böy­le­ce Cu­çi so­yun­dan ge­len­le­rin Al­tın Or­du’­da iki şe­kil­de hü­küm sür­dük­le­ri­ni söy­le­ye­bi­li­riz: hü­küm­dar ola­rak ve fe­odal lord­lar ola­rak.

Prens­le­rin al­tın­da, bi­zim Mo­ğol ve Türk bü­yük asil­zâ­de­ler di­ye­bi­le­ceğimiz kişiler bu­lu­nur­du: as­len Mo­ğol­ca bir te­rim­le no­yan ve son­ra­la­rı Türk­çe bir te­rim­le beg di­ye bi­li­nen or­du­nun kur­may su­bay­la­rı; ida­re ve yar­gı­da­ki yük­sek gö­rev­li­ler. Bun­la­rın bir ço­ğu­na so­yur­gal de­nen ma­li­ka­ne­ler ba­ğış­lan­mış­tı.712 Bir­çok du­rum­da han ba­ğış­ta bu­lu­nu­la­na bir mu­afi­yet be­ra­tı ve­re­rek onu ve ma­li­ka­ne­si­ne men­sup olan­la­rı ver­gi­ler­den ve dev­le­te ya­pı­lan hiz­met­ler­den mu­af tu­tar­lar­dı. Bu tür ma­li­ka­ne sa­hip­le­rine tar­kan deniliyordu. Ge­nel­lik­le bu te­rim kü­çük top­rak sa­hip­le­ri için kul­la­nı­lı­yor­du, zi­ra bü­yük asil­zâ­de­le­rin za­ten her ha­lü­kâr­da mu­af ol­duk­la­rı var­sa­yı­lı­yor­du. Bu si­ya­set­le­rin bir so­nu­cu ola­rak XV. Yüz­yı­lın or­ta­la­rın­da Al­tın Or­du’­da “fe­odal” di­ye­bi­le­ce­ği­miz sek­tör “dev­let” sek­tö­rü­nün aley­hi­ne ol­duk­ça bü­yü­müş­tü. Bu sü­reç Or­du’­nun yı­kıl­ma­sı­na bü­yük kat­kı­da bu­lun­du.

712So­yur­gal hakkında bkz. V. Mi­norsky, “A So­yurg­hal of Qasim b. Ja­han­gir Ag­go­yun­lu,” BSOAS, 9 (1939), 927-960; ZO, s. 136-137.

Al­tın Or­du or­du­su­nun teşkilatı, Çin­giz Han’ın te­sis et­ti­ği temel onlu tak­si­mat­lı Mo­ğol ti­pin­dey­di. Or­du bir­lik­le­ri iki ana te­şek­kül şek­lin­de bir ara­ya ge­ti­ril­miş­ler­di: sağ ka­nat ve­ya ba­tı ­gru­bu ve sol ka­nat ve­ya do­ğu ­gru­bu. Mer­ke­zin ha­nın şah­sen ku­man­da­sı al­tın­da­ki mu­ha­fız­la­rın­dan mü­te­şek­kil ol­du­ğu var­sa­yı­lır­dı. Her bü­yük or­du bir­li­ğin­de bir ko­nak­çı (bu­ka­ul) var­dı.713 Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun di­ğer par­ça­la­rın­da ol­du­ğu gi­bi or­du, ha­nın ida­re­si­nin bel­ke­mi­ği­ni teş­kil edi­yor­du, her or­du bir­li­ği Or­du’­nun bel­li bir mın­tı­ka ve­ya kıs­mı­nın ida­re­si­ni üst­len­miş­ti. Bu gö­rüş açı­sın­dan ha­re­ket­le Al­tın Or­du’­nun ida­rî ga­ye­ler­le on, yüz, bin ve on­bin­lik bir­lik­le­re tak­sim edil­di­ği­ni söy­le­ye­bi­li­riz. Her bir­li­ğin ku­man­da­nı ken­di böl­ge­si­nin dü­zen ve di­sip­li­nin­den so­rum­luy­du. Bir­lik­le­rin ku­man­dan­la­rı hep be­ra­ber Al­tın Or­du’­nun taş­ra ida­re­si­ni tem­sil edi­yor­lar­dı. Ti­mur-Kut­lug Han’ın H. 800 yı­lın­da (M. 1397-1398 yı­lı) Kı­rım­lı tar­han Meh­med’e ver­di­ği mu­afi­yet be­ra­tı (yar­lık) “sağ ve sol ka­na­dın oğ­lan­la­rı­na; say­gı­de­ğer tü­men ku­man­dan­la­rı­na; ve bin­lik, yüz­lük ve on­luk bir­lik­le­rin ku­man­dan­la­rı­na” hi­tâ­ben­di.714

713ZO, s. 127. “Bu­ka­ul” te­ri­mi da­ha az öne­mi ha­iz bir gö­rev­li için de kul­la­nı­la­bi­li­nir. Bkz. Rad­lov, s. 21; Ku­rat, s. 64-65, 70-71.

714Rad­lov, s. 20. Yar­lı­kın Rus­ça ter­cü­me­sin­de Rad­lov ori­ji­nal Türk­çe me­tin­de­ki tü­men at­ku bashlygh söz­le­ri için “sa­yı­sız iyi ku­man­dan” ve tü­men ke­li­me­si­ni sa­yı ola­rak ka­bul ede­rek say­fa 22’de “on­bin iyi ku­man­da­nı var­dı” der. Tü­men ke­li­me­si­nin bu­ra­da as­ke­rî ve ida­rî bi­rim (Rus­ça­sı t’­ma) mana­sın­da kul­la­nıl­dı­ğı­na şüp­he yok­tur. Ha­nın bu­ra­da t’mi ku­man­dan­la­rı­na (tem­ni­ki) hi­tap et­ti­ği aşi­kâr­dır. Mu­ka­ye­se için bkz. Meng­li Gi­ray’ın yar­lı­ğı, Ku­rat, s. 64-65, sa­tır 5-6.

Ver­gi­le­rin top­lan­ma­sı ve di­ğer hu­sus­lar için as­ke­rî ida­re­ye bir­çok si­vil gö­rev­li yar­dım­cı olu­yor­du. Ti­mur-Kut­lug’un yar­lı­ğın­da ver­gi tah­sil­dar­la­rın­dan, ulak­lar­dan, pos­ta atı men­zil­le­rin­de ça­lı­şan­lar­dan, ge­mi­ci­ler­den, köp­rü so­rum­lu­la­rın­dan ve pa­zar yer­le­ri po­li­sin­dan bah­se­dil­mek­te­dir. Önem­li bir gö­rev­li de da­ru­ga di­ye bi­li­nen dev­let ge­lir­le­ri mü­fet­ti­şiy­di (Rus va­ka­yi­nâ­me­le­rin­de do­ro­ga di­ye de ya­zıl­mış­tır). Bu Mo­ğol­ca ke­li­me­nin kö­kü­nün te­mel anlamı “mü­hür bas­mak” ve­ya “mü­hür­le­mek” mana­sın­da “bas­tır­mak”dır.715 Te­rim İn­gi­liz­ce­ye sealer/keper of the seal “mü­hür­dar” ola­rak ter­cü­me edi­le­bi­lir. Da­ru­ga­nın gö­re­vi ver­gi­le­rin top­lan­ma­sı­na ne­za­ret et­mek ve top­la­nan mik­ta­rı bel­ge­le­mek­ti.

715Bkz. Pel­li­ot, s. 72, dip­not 1.

Bü­tün ida­re ve ver­gi­len­dir­me sis­te­mi mer­ke­zî ku­rul­lar (di­van) ta­ra­fın­dan kont­rol edi­li­yor­du. Bun­la­rın her bi­rin­de iş­ler as­lın­da kâ­tip (bi­tik­çi) ta­ra­fın­dan yü­rü­tü­lü­yor­du. Baş­bi­tik­çi, ha­nın di­va­nı­nın baş­ka­nıy­dı. Ba­zen han da­hi­lî ida­re­nin ge­nel bir de­ne­ti­mi­ni Al­tın Or­du hak­kın­da­ki Arap­ça ve Fars­ça kay­nak­lar­da “ve­zir” di­ye ge­çen bir özel gö­rev­li­ye ve­rir­di.716 Bu­nun gö­rev­li­nin Al­tın Or­du’­da­ki asıl un­va­nı olup ol­ma­dı­ğı bi­lin­me­mek­te­dir. Ha­nın sa­ra­yın­da çeş­ni­gar, sa­ki, şa­hin­ci, pan­ter­ci, av­cı gi­bi gö­rev­li­le­rin de önem­li rol­le­ri var­dı.

716ZO, s. 128-129.

Yar­gı, yük­sek mah­ke­me ve böl­ge mah­ke­me­le­rin­den mey­da­na ge­li­yor­du. Dev­le­tin men­fa­at­le­riy­le il­gi­li en önem­li da­va­lar, ük­sek mah­ke­me­nin uh­de­sin­dey­di. Bir­çok Rus pren­si­nin bu mah­ke­me­de yar­gı­lan­dı­ğı ha­tır­la­na­cak­tır. Böl­ge mah­ke­me­le­ri­nin hâ­kim­le­ri yar­gu­çı (car­gu­cı) di­ye bi­li­ni­yor­lar­dı.717 İb­ni Ba­ttu­ta’­ya gö­re böy­le her mah­ke­me­de baş­yar­gı­çın (emir yar­gu) baş­kan­lı­ğın­da se­kiz hâ­kim var­dı. Baş­yar­gıç ha­nın özel be­ra­tıy­la tayin edi­lir­di. XIV. Yüz­yıl­da hu­kuk­çu­la­rın ve kâ­tip­le­rin yar­dım­cı ol­duk­la­rı bir Müslüman hâ­kim (ka­zı) da böl­ge mah­ke­me­le­ri­nin otu­rum­la­rın­da ha­zır bu­lu­nur­du. İs­la­mi hu­ku­ka (Şe­ri­at) mü­te­al­lik bü­tün ko­nu­lar ona ha­va­le olu­nur­du.718

717Bu te­rim hakkında bkz. Smir­nov, Kryms­koe Kahnts­vo, S. 43-44.

718ZO, s. 185-186.

Ti­ca­re­tin Al­tın Or­du’­nun eko­no­mi­sin­de oy­na­dı­ğı önem­li rol gö­z ö­nü­ne alın­dı­ğın­da tüc­car­la­rın, özel­lik­le de ya­ban­cı pa­zar­lar­la iş ya­pan­la­rın, han­lar ve bü­yük asil­zâ­de­ler ta­ra­fın­dan bü­yük bir say­gı ile kar­şı­lan­ma­la­rı ta­bi­îdir. Hü­kü­met­le res­men iliş­ki­li ol­ma­mak­la be­ra­ber ön­de ge­len tüc­car­lar ço­ğu kez hem da­hi­lî me­se­le­le­ri hem ha­ri­cî mü­na­se­bet­le­ri yön­len­di­re­bi­lir­ler­di. As­lın­da Müslüman tüc­car­lar Or­ta As­ya, İran ve Gü­ney Rus­ya pa­zar­la­rı­nı kont­rol eden uluslararası bir lon­ca­yı tem­sil edi­yor­lar­dı. Mün­fe­rit ki­şi­ler ola­rak gü­nün şart­la­rı­na gö­re şu ve­ya bu hü­küm­da­ra bağ­lı­lık ye­mi­ni ver­miş­ler­di. Kol­lek­tif ola­rak iş yap­tık­la­rı bü­tün ül­ke­ler­de ba­rış ve is­tik­rar­dan ya­nay­dı­lar. Mu­az­zam bir ser­ma­ye­ye sa­hip ol­duk­la­rı ve ha­zi­ne­sin­de pa­ra sı­kın­tı­sı olan han­la­ra borç pa­ra ve­re­cek du­rum­da bulunduk­la­rı için, ma­lî ba­kım­dan tüc­car­la­ra ba­ğım­lıy­dı. Tüc­car­lar is­ten­di­ği za­man mül­te­zim­lik yap­ma­ya da ha­zır­dı­lar ve han­la­ra da­ha bir­çok baş­ka şe­kil­de ya­rar­lı olu­yor­lar­dı.

Şe­hir hal­kı­nın bü­yük kıs­mı her ne­vi ze­na­at­kâr ve iş­çi­den mey­da­na ge­li­yor­du. Al­tın Or­du’­nun ilk te­şek­kül dö­ne­min­de fet­he­di­len ül­ke­ler­de ele ge­çi­ri­len us­ta ze­na­at­kâr­lar ha­nın ma­lı ol­muş­lar­dı. Bun­la­rın bir kısmı Ka­ra­ku­rum’­da­ki ulu ha­na gön­de­ril­miş­ler­di. Çoğunluğu Harezm ve Rusya’dan olan diğerleri, Al­tın Or­du ha­nı­na hiz­met et­mek üze­re Sa­ray’a ve di­ğer şe­hir­le­re yer­leş­ti­ril­di­ler. Son­ra­dan hür ze­na­at­kâr­lar da baş­ta Sa­ray ol­mak üze­re Al­tın Or­du’­nun sa­na­yi mer­kez­le­ri­ne top­lan­mış ol­ma­lı­dır­lar. Tok­ta­mış’ın 1382 yı­lın­da Ho­ca Beg’e ver­miş ol­du­ğu yar­lık­ta “ze­na­at pir­le­rin­den” bah­se­dil­mek­te­dir.719 Bun­dan ze­na­at­kâr­la­rın lon­ca­lar halinde teşkilat­lan­dık­la­rı ve her ze­na­atın ken­di lon­ca­sı ol­du­ğu so­nu­cu çı­ka­rı­la­bi­r. Her zenaat dalı için şehrin bir mahellesi tahsis edilmiş ve dükkanların burada açılması sağlanmıştı. Ar­ke­olo­jik araş­tır­ma­ bul­gu­la­rı­na gö­re Sa­ray’­da de­mir­ci atölye­le­ri, bı­çak­çı dük­kan­la­rı, zırh imalathane­leri, zi­raî âlet­ler, tunç ve ba­kır kap­lar ya­pı­lan fab­ri­ka­lar var­dı.720 Çok sa­yı­da iş­çi deb­bağ­lık ve do­ku­ma­cı­lıkla iştigal ediyordu. Do­ku­ma­cı­lar baş­lı­ca yün ku­maş­lar do­ku­yor­lar­dı, ama Or­ta As­ya’­dan it­hal edi­len ham pa­muk­tan da bir mik­tar ku­maş do­ku­nu­yor­du. Sa­ray’­da bü­yük öl­çü­de Ha­rezm ma­mul­le­ri­ni ör­nek ola­rak ka­li­te­li ça­nak çöm­lek de üre­ti­li­yor­du.

719Age., s. 153.

720Age., s. 145-146; A. Ia­ku­bovsky, “K vop­ro­su o pro­isk­hozh­de­nii re­mes­len­noi promysh­len­nos­ti Sa­ra­ia Ber­ke,” GA, 8, Fasc. 2-3 (1931). Bkz. Kay­nak­lar, Ar­ke­olo­ji.

Al­tın Or­du’­nun zi­raî yö­re­le­rin­de­ki köy­lü­ler hak­kın­da faz­la şey bi­lin­me­mek­te­dir. On­lar­dan Ti­mur-Kut­lug’un yar­lı­ğın­da sa­ban­cı (tar­la sü­ren­ler) ve ur­tak­çı di­ye bah­se­dil­mek­te­dir. Bu so­nun­cu­lar ya­rı­cı­lık ya­pı­yor­lar­dı.721 Köy­lü­ler dev­le­tin al­dı­ğı ver­gi­ler­le ezi­liyorlardı ve ba­zı du­rum­lar­da mu­afi­yet ve­ril­miş olan bir ma­li­kâ­ne­ye tah­sis edil­miş ol­mak men­fa­at­le­ri­ne ol­muş ol­ma­lı­dır. Fa­kat o za­man da şüp­he­siz ma­li­kâ­ne için bir­çok şey yap­ma­la­rı ge­re­ki­yor­du. Köy­lü­le­rin bir kıs­mı top­ra­ğa yer­leş­ti­ril­miş sa­vaş esir­le­ri­nin so­yun­dan ge­len azat­lı­lar ol­muş ol­ma­lı­dır­lar. Harp esir­le­ri ge­nel­lik­le kö­leydi. İç­le­rin­de­ki us­ta ze­na­at­kâr­lar bah­se­dil­di­ği üze­re han ta­ra­fın­dan alı­nı­yor­lar­dı. Di­ğer­le­riy­le esir alan­lar is­te­dik­le­ri­ni ya­pa­bi­lir­ler, ev­le­rin­de ça­lış­tı­ra­bi­lir ve­ya sa­ta­bi­lir­ler­di. Müs­lü­man tüc­car­lar için ol­du­ğu gi­bi İtal­yan tüc­car­lar için de kö­le ti­ca­re­ti ka­zanç­lı bir iş­ti.

721Rad­lov, s. 21. Ur­tak­çı hak­kın­da ay­rı­ca bkz. Gord­levsky, s. 65.

8. RUSYA’DA MOĞOL İDARESİ

I

Mo­ğol ida­re­si­nin fet­he­di­len ül­ke­ler­de­ki iki he­de­fi vardı: Or­du için as­ker bul­mak ve dev­let ve im­pa­ra­tor­luk ai­le­si­nin mas­raf­la­rı­nı kar­şı­la­mak için ver­gi top­la­mak. Rus­ya’­da­ki Mo­ğol si­ya­se­ti­nin ga­ye­si ha­nın kont­ro­lü­ne tâ­bi olan di­ğer ülk­ele­rin­kin­den fark­lı de­ğil­di.

Si­ya­se­tin uy­gu­la­nış usul­le­ri, Rus­ya’­nın de­ği­şik kı­sım­la­rın­da fark­lı­lık ar­ze­di­yor­du. Gü­ney­ba­tı Rus­ya’­da (Uk­ray­na) –Pe­re­yas­lav, Ki­yef toprakları ve Po­do­lya– Mo­ğol­lar Rus­la­rın prens­lik ida­re­le­ri­ni ta­ma­men or­ta­dan kal­dır­mış, onun ye­ri­ne doğrudan ken­di kont­rol­le­ri­ni ika­me et­miş­ler­di. Moğollar, Ga­liç­ya, Volinya, Smo­lensk, Çer­ni­gov-Se­ver ül­ke­si­nde ve Do­ğu Rus­ya’­da Rus prens­le­ri­nin ida­re­si­nin ya­nı sı­ra, ken­di ida­re­le­ri­ni te­sis et­miş­ler­di. Nov­go­rod 1260 yı­lın­dan son­ra Mo­ğol gö­rev­li­le­rin mev­cu­di­ye­tin­den mu­af tu­tul­muş­tu, ama ver­gi öde­me yü­küm­lü­lü­ğü var­dı. Prens­le­rin ha­na tâ­bi ola­rak ik­ti­dar­da bu­lun­duk­la­rı ül­ke­ler­de bi­le Mo­ğol­lar bel­li böl­ge­le­ri ve halk ­grup­la­rı­nı doğ­ru­dan kont­rol­la­rı al­tın­da tut­ma hak­la­rı­nı mu­ha­fa­za edi­yor­lar­dı. Gran­dük I. İvan’ın va­si­ye­tin­de prens­li­ği­nin ba­zı mın­tı­ka­la­rı­nın (vo­los­ti) Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan dev­ra­lı­na­ca­ğı ih­ti­ma­li­ni ön­ce­den dü­şü­nüp bu tak­dir­de alı­na­cak ted­bir­ler hak­kın­da dü­zen­le­me­ler yap­ma­ya ça­lış­ma­sı ga­yet ta­bi­îdir.722 Ba­zı Rus ül­ke­le­ri de ar­pa­lık ola­rak Çin­giz sü­la­le­si­nin men­sup­la­rı­na ba­ğış­lan­mış­tı. Örneğin Tu­la şeh­ri çev­re­si ile bir­lik­te Ulu Ha­tun Tay­du­la’­ya tah­sis edil­miş­ti.

722DDG, S. 8.

Fa­kat Mo­ğol­lar, Rus­ya’­nın büyük kıs­mın­da, ma­hal­lî prens­le­rin Al­tın Or­du ha­nı­nın oto­ri­te­si ve Mo­ğo­lis­tan ile Çin’in ulu ha­nı­nın met­bu­lu­ğu al­tın­da ken­di prens­lik­le­ri­ni ida­re­ye de­vam et­me­le­ri­ne izin ver­miş­ler­di. Bil­di­ği­miz gi­bi her Rus pren­si tah­tı için han­dan be­rat al­mak zo­run­day­dı. Son­ra ha­nın el­çi­si (el­çi) onu res­men tah­ta otur­tur­du. Han, pren­sin sa­da­ka­tin­den şüp­he­len­mek için bir se­bep gö­rür­se he­men prens­lik be­ra­tı­nı ip­tal ede­bi­lir­di. Prens ve­ya hal­kı açık­ça buna mu­ha­le­fet et­tiğinde yahut prens­ler ara­sın­da­ki çe­kiş­me­ler olursa, han, Rus­ya’­ya ye­ter­li bir as­ke­rî gü­cün ba­şın­da ola­ğa­nüs­tü yet­ki­li bir el­çi gön­de­rir­di. Uz­beg dö­ne­min­den iti­ba­ren han­lar her önem­li Rus prens­li­ği­nin pa­yi­tah­tı­na bir da­imî tem­sil­ci tayin edi­yor­lar­dı.

Rus prens­le­ri ha­nın tâ­bi­le­ri ola­rak ik­ti­dar­da bu­lun­sa­lar bi­le, ida­rî yet­ki­le­ri tah­dit edil­miş­ti, zi­ra han­lar as­ker dev­şir­mek ve ver­gi­ top­la­mak için ken­di gö­rev­li­le­ri­ni tayin edi­yor­lar­dı. Mo­ğol­lar, fet­het­tik­le­ri ül­ke­le­rin her bi­rin­de nü­fus sa­yı­mı va­sı­ta­sıy­la öde­me ka­pa­si­te­si­ni be­lir­le­mek­te ace­le eder­ler­di. Mo­ğol­la­rın Rus­ya’­da ulu hanın Altın Ordu hanıyla müştereken aldığı bir karara binaen sayım yapabilirlerdi. Ba­tı Rus­ya’­da ilk nü­fus sa­yı­mı 1245 yı­lı gi­bi er­ken bir ta­rih­te ya­pıl­mış­tı; Ki­yef ül­ke­si­nin, Po­do­ly­a’­nın ve muh­te­me­len Pe­re­yas­lav ve Çer­ni­gov ül­ke­le­ri­nin öde­me gü­cü tes­bit edil­miş­ti. Bu­run­day’ın te­dip se­fe­rin­den son­ra 1260 yı­lın­da Ga­liç­ya ve Volinya’­da nü­fus sa­yı­mı ya­pıl­dı. Do­ğu ve Ku­zey Rus­ya’­da iki ge­nel sa­yım ya­pıl­dı. 1258-59 yı­lın­da Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı ve Nov­go­rod ül­ke­si sa­yıl­dı. 1274-75 yı­lın­da Do­ğu Rus­ya’­da ol­du­ğu gi­bi Smo­lensk’­de de baş­ka bir sa­yım ya­pıl­dı. Bun­dan son­ra Mo­ğol­lar de­ğer­len­dir­me­le­ri­ne te­mel ola­rak ön­ce­ki sa­yım­lar­da el­de edi­len ve­ri­le­ri kul­lan­dı­lar, baş­ka ge­nel sa­yım yap­ma­dı­lar.

Mo­ğol si­ya­se­ti­nin te­mel pren­sip­le­riy­le uyum için­de yapılan Mo­ğol nü­fus sa­yı­mı­nın (Rus­ça’­da chis­lo, “sa­yı” de­nir­di) iki ana ga­ye­si var­dı: Dev­şi­ri­le­cek as­ker­le­rin sa­yı­sı­nı be­lir­le­mek ve ver­gi öde­ye­cek­le­rin top­lam sa­yı­sı­nı tes­bit et­mek. Do­la­yı­sıy­la “chis­lo” te­ri­mi iki şe­yi ifa­de edi­yor­du: Dev­şi­ri­le­cek as­ker­le­rin mik­ta­rı723 ve ver­gi­len­dir­mek için hal­kın sa­yı­mı. Mo­ğol­la­rın Rus­ya’­da te­sis et­tik­le­ri sa­yı­sal tak­si­ma­ta bu iki hu­su­sun ışı­ğı al­tın­da yak­laş­ma­mız ge­re­kir. Bu sa­yı­sal tak­si­mat yu­ka­rı­da ele alın­dı­ğı gi­bi Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun ta­ma­mın­da or­du ve ida­rî iş­ler­de­ki esas tak­si­mat ile öz­deş­ti­ler.724 Nov­go­rod yö­re­si ve ki­li­se top­rak­la­rın­da ya­şa­yan­lar (on­lar ver­gi­len­di­ril­mez­di­ler) ha­riç ol­mak üze­re Rus­ya hal­kı on­bin­lik, bin­lik, yüz­lük ve on­luk bi­rim­le­re bölün­müş­tü. Bu tak­si­mat, taş­ra ida­re­si­nin mak­sat­la­rı için de kul­la­nı­lı­yor­du; böy­le­ce “bin” de­yin­ce bu sa­de­ce bel­li bir böl­ge­de ya­şa­yan bir ­grup in­sa­nı de­ğil, böl­ge­nin ken­di­si­ni de ifa­de edi­yor­du. Baş­ka tür­lü söy­le­mek ge­re­kir­se her sa­yı­sal tak­si­mat bir as­ke­rî-ma­lî mın­tı­ka­yı, bel­li sa­yı­da as­ker ve bel­li mik­tar­da ver­gi ta­lep edi­le­cek bir böl­ge­sel bi­ri­mi teş­kil edi­yor­du. Mo­ğo­lis­tan’­da da ol­du­ğu gi­bi böl­ge­nin ve­re­ce­ği as­ker sa­yı­sı her sa­yı­sal tak­si­ma­tın te­me­lin­de ya­tı­yor­du. Böy­le­ce bir de­si­atok on as­ker ver­mek zo­run­day­dı; bir yüz­lük yüz as­ker te­min edi­yor­du ve­sa­ire.725

723Ve­se­lovsky, s. 33, dip­not 1.

724Bkz. yu­ka­rı­da kı­sım 7, s. 211 ve bö­lüm 2, kı­sım 8, s. 127.

725Spe­cu­lum, 26 (1951)’de­ki ma­ka­lem­de yan­lış­lık­la her as­ke­rî mın­tı­ka­nın sa­yı­sal de­ğe­ri­nin ka­yıt­lı ver­gi mü­kel­lef­le­ri­nin sa­yı­sı­na tekabül et­ti­ği­ni, yani her t’­ma­da 10.000 ver­gi mü­kel­le­fi bu­lun­du­ğu­nu be­yan et­miş­tim; Bkz. Ver­nadsky, “Ro­yal Serfs,” s. 262. Şim­di bi­li­yo­rum ki 10.000, her t’­ma­nın çı­kar­ma­sı ge­re­ken as­ker sa­yı­sı­na atıf­ta bu­lu­nu­yor.

As­ker­le­rin böl­ge­nin tüm hal­kı­na olan ora­nı, Rus­ya’­da Mo­ğo­lis­tan’­dan çok da­ha dü­şük­tü. Ev­vel­ce söy­len­di­ği gibi, Mo­ğo­lis­tan’­da or­du ka­dın ve er­kek bü­tün hal­kın yak­la­şık ola­rak on­da bi­ri­ni teş­kil edi­yor­du. 1237 yı­lın­da Rus­ya’­ya ilk de­fa akın et­tik­le­ri za­man Mo­ğol­lar er­kek­ler da­hil “her şe­yin” on­da bi­ri­ni is­te­miş­ler­di.726 Böy­le­ce Mo­ğol­la­rın Rus­ya’­dan as­ker ta­le­bi er­kek nü­fu­sun on­da bi­ri (yüz­de 10) ve­ya ka­ba­ca tüm nü­fu­sun yir­mi­de bi­ri (yüz­de 5) idi.

726Nov­go­rod, s. 286.

Mo­ğol­la­rın Rus­ya’­da te­sis et­tik­le­ri sa­yı­sal tak­si­ma­ta bu açıdan ba­kıl­dı­ğın­da, de­si­atok ola­rak bi­li­nen bir mın­tı­ka­nın ka­dın ve er­kek nü­fu­su 200 ve bir t’­ma’­nın ve­ya tü­me­nin­ki 200.000 ola­rak tah­min edi­le­bi­lir. Bir de­si­ato­ka men­sup ha­ne sa­yı­sı ma­hal­lî şart­la­ra ve sosyal alış­kan­lık­la­ra gö­re fark­lı­lık ar­zet­miş ol­ma­lı­dır. Mi­li­ukov’a gö­re XVII. Yüz­yıl Rus­ya­sın­da bir ha­ne or­ta­la­ma ola­rak 7 ki­şi­den mü­te­şek­kil­di.727 XIX. Yüz­yıl­da Or­ta Rus­ya köy­lü­le­ri­nin ti­pik ha­ne­si ve­ya “bü­yük ai­le­si” 15 ilâ 20 ki­şi­den mey­da­na ge­li­yor­du.728 Şa­yet Mo­ğol dö­ne­min­de or­ta­la­ma Rus ha­ne­si­nin 10 ki­şi ol­du­ğu­nu var­sa­yar­sak, bir de­si­atok 20 ai­le­den mey­da­na gel­miş ol­ma­lı­dır; şa­yet bir ha­ne­de 20 ki­şi var der­sek (bu o dö­nem için da­ha muh­te­mel gö­zü­kü­yor) 10 ai­le bir de­si­atok yap­mış olur.

727Tam ta­mı­na 6.9; Bkz. P. Smir­nov, “Dviz­he­nie na­se­le­ni­ia mos­kovs­ko­go go­su­darst­va,” M. Dov­nar-Za­polsky, Russ­ka­ia is­to­ri­ia v oc­her­kakk i sta­ti­akh, 2 (Mos­ko­va, 1910 yı­lı ci­va­rın­da), 68’de.

728Bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 13

As­lı­na ba­kı­lır­sa, sa­yı­sal tak­si­mat­lar­da­ki nü­fus Rus­ya’­nın de­ği­şik yö­re­le­rin­de fark­lı­lık ar­zet­miş ol­ma­lı­dır. 1270’ler­den son­ra ge­nel sa­yım ya­pıl­ma­mış­tı. Mü­te­akip oy­na­ma­lar yü­zün­den bir tak­si­ma­tın ger­çek nü­fu­su ba­zı yö­re­ler­de ev­vel­ce kay­de­di­len­den az ola­bi­li­yor­ken yi­ne baş­ka yö­re­ler­de çok da­ha faz­la ola­bi­li­yor­du. So­nun­da t’­ma, nü­fus bi­ri­min­den zi­ya­de bir de­ğer­len­dir­me bi­ri­mi ol­du. Alt se­vi­ye­de yüz­lük, de­ğer­len­dir­me ve ve­ri­len­dir­me sis­te­mi­nin te­mel bi­ri­mi idi; yüz­lük­çü (sot­nik), ma­hal­lî ver­gi­len­dir­me­nin gün­lük me­se­le­le­rin­den so­rum­luy­du. Bü­yük şe­hir­ler ha­riç Rus­ya’­dan alı­nan tüm ver­gi ge­li­ri as­lî ge­nel sa­yım­lar­da tes­bit edil­miş olan ve sa­bit sa­yı­lan t’mi (t’­ma’­nın ço­ğu­lu) sa­yı­sı­na gö­re he­sap­la­nı­yor­du. Bü­yük şe­hir­ler özel ver­gi­le­re tâ­bi idi­ler ve bu yüz­den t’mi sis­te­mi­ne da­hil edil­me­miş­ler­di.

Ba­tı Rus­ya’­nın t’mi lis­te­si Kı­rım ha­nı Meng­li Gi­ray’ın Le­his­tan kra­lı I. Si­gis­mund’a ver­di­ği yar­lık­ta gö­rü­lür (1507).729 Bu dö­kü­man­la Meng­li Gi­ray ba­ba­sı Ha­cı Gi­ray’ın Lit­van­ya gran­dü­kü Vi­tovt’a hi­ta­ben yazılan ön­ce­ki (1428 yı­lı ci­va­rın­da) bir yar­lı­ğı­nı te­yit et­mek­te­dir. Ra­kip han­la­rın ta­ki­ba­tın­dan Vi­tovt ta­ra­fın­dan kur­ta­rı­lan Ha­cı Gi­ray, Vi­tovt’a Al­tın Or­du han­la­rı­nın Ba­tı Rus­ya’­da­ki bü­tün es­ki mülk­le­ri­ni “ba­ğış­la­mış­tı.” As­lın­da bun­la­rın çoğu on­lar­ca yıl­dan be­ri Lit­van­ya gran­dük­le­ri ta­ra­fın­dan iş­gal altında tutuluyordu. Bu­na rağ­men Al­tın Or­du ka­yıt­la­rın­da t’mi ola­rak lis­te­le­ni­yor­lar­dı ve şim­di Meng­li Gi­ray bun­la­rın hep­si­ni sa­yı­yor­du. Ay­nı lis­te ba­zı fark­lı­lık­lar­la bir­lik­te kral Si­gis­mund’un Kı­rım ha­nı Sa­hib Gi­ray’a gön­der­di­ği mek­tup­ta tek­rar­lan­mış­tır (1540).730

729AZR, 1, No. 6, 4-5. Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğı­nın ar­şiv­le­rin­de sak­la­nan bir trans­krip­ten ba­sıl­mış­tır (Li­tovs­ka­ia met­ri­ka).

730AZR, 1, No. 200, 363 (Li­tovs­ka­ia met­ri­ka’­dan).

Bu dö­kü­man­lar­dan aşa­ğı­da­ki şe­hir ve böl­ge­ler­den adı­nı al­mış olan T’mi’­le­rin var ol­du­ğu­nu bi­li­yo­ruz. 1. Ki­yef; 2. Volinya Vla­di­mi­ri; 3. Lutsk; 4. So­kal; 5. Po­do­lya;731 6. Ka­me­nets ( Po­do­ly­a’­da); 7. Bras­lav (Po­do­ly­a’­da); Çer­ni­gov; 9. Kursk; 10. “Egol­day t’­ma­sı” (Kursk böl­ge­si­nin gü­ne­yin­de);732

731Po­do­lya t’­ma­sı­nın mer­ke­zi muh­te­me­len Vin­nit­su ci­va­rın­day­dı.

732Egol­day için aşa­ğı­ya bö­lüm 4, kı­sım 5, s. 301’e bkz.. Egol­day t’­ma­sı hakkında bkz. Kucz­yis­ki, s. 78-80. Bu t’­ma es­ki Pe­re­yas­lavl prens­li­ği­nin ku­zey­do­ğu kıs­mın­day­dı. Muh­te­me­len Pe­re­yas­lavl t’­ma­sı­nın ye­ri­ni al­mış­tı.

Image6215.PNG

11. Li­ubutsk (Oka neh­ri bo­yun­da);733 12. Ok­hu­ra;734 13. Smo­lensk; 14. Po­lotsk;735 15-16. Ri­azan (en azın­dan iki t’mi; Ri­azan ve Pronsk. Bu lis­te­ye Mo­ğol ida­re­si­nin ilk yüz­yı­lı için muh­te­me­len üç t’mi ile Ga­liç­ya’­yı ilave et­mek ge­re­kir (1349 yı­lın­da Le­his­tan’a kap­tı­rıl­mış­tır); 17. Galiç; 18. Lvov; 19. Sa­nok. Do­ğu Rus­ya’­ya ge­lin­ce 1360 yı­lın­da Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın 15 t’ym­iden736 ve Tok­ta­mış’ın za­ma­nın­da 17 t’ym­iden737 mü­te­şek­kil ol­du­ğu bi­lin­mek­te­dir. Bu sa­yı­ya Ri­azan, Nijni Nov­go­rod ve Tver t’ym­ile­ri da­hil de­ğil­dir. De­min gör­müş ol­du­ğu­muz gi­bi Ri­azan gran­dü­ka­lı­ğı en azın­dan iki t’mi için öde­me ya­pı­yor­du. Nijni Nov­go­rod gran­dü­ka­lı­ğı beş t’mi sa­yı­lı­yor­du;738 Tver de beş ta­ne­den mü­te­şek­kil ol­muş ol­ma­lı­dır.739

733Sa­de­ce Si­gis­mund’un mek­tu­bun­da bah­se­dil­miş­tir.

734Sa­de­ce Si­gis­mund’un mek­tu­bun­da bah­se­dil­miş­tir. Ok­hu­ra adı, bu­gün­kü Har­kov’un 50 mil ba­tı­sın­da bu­lun­muş olan Akhtyr­ka ya­kı­nın­da­ki Khukh­ra köyü ile kı­yas­la­na­bi­lir. Khukh­ra adı ilk de­fa XVIII. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da­ki dö­kü­man­lar­da gö­rül­mek­te­dir; Bkz. D. I. Ba­ga­lei, Oc­her­ki iz is­to­rii ko­lo­ni­zat­sii step­noi ok­ra­iny mos­kovs­ko­go go­zu­darst­va (Mos­ko­va, 1887), s. 471.

735Po­lotsk’un hiç­bir za­man Mo­ğol ida­re­si­ne tâ­bi ol­ma­dı­ğın­dan bah­set­mek ge­re­kir. Bu t’­ma­nın mer­ke­zi, ev­vel­ce Po­lotsk prens­li­ği­nin bir par­ça­sı olan Vi­tebsk ol­muş ol­ma­lı­dır.

736Rog., col. 68; Na­so­nov, s. 98 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

737Bkz. 1512 yı­lı­nın Cha­ro­nog­raph’ı de­ne­ne, PSRL, 22, 423; Na­so­nov, s. 98 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

738Pi­ate­tem, yâ­ni pi­at’ tem, “beş t’mi,” DDG, s. 119.

739Tver, Mos­ko­va’­nın hari­cin­de­ki en güç­lü prens­lik­ti ve Nijni Nov­go­rod’­dan da­ha az t’maya sa­hip ol­muş ola­maz.

Böy­le­ce Tok­ta­mış’­dan ön­ce Do­ğu Rus­ya’­da 27 t’mi sa­yı­sı­na ula­şı­rız (Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğın­da 15 as­lî t’mi; Ri­azan’­da iki; Nijni Nov­go­rod ve Tver’­de be­şer ta­ne). Ba­tı Rus­ya’­da­ki 16 t’mi ilave edin­ce740 top­lam sa­yı 43’ü bu­lur. T’­ma ba­şı­na or­ta­la­ma nü­fu­su 200.000 ola­rak ka­bul eder­sek bü­tün Rus t’mi­le­rin­de­ki nü­fu­sun 1275 yı­lın­dan son­ra 8.600.000 ol­ma­sı ge­re­kir. Bu ra­ka­ma t’ma sis­te­mi­ne da­hil ol­ma­yan böl­ge­ler­de­ki nü­fu­su ek­le­mek ge­re­kir: (1) Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğın­da­ki Ka­ra Rus­ya gi­bi Mo­ğol­la­ra hiç tâ­bi ol­ma­mış olan Rus top­rak­la­rı; (2) Nov­go­rod ve Ps­kov; ve (3) Tu­la ve Çin­giz so­yun­dan ge­len­le­rin di­ğer ar­pa­lık­la­rı. Ay­rı­ca o ta­rih­te bir­çok Rus Sa­ray ve Boğ­dan’­da ya­şı­yor­du. Bü­yük Rus şe­hir­le­rin­den t’ma sis­te­mi­ne da­hil ol­ma­yan­la­rın nü­fu­su­nun ya­nı sı­ra ki­li­se top­rak­la­rın­da­ki ver­gi­ye tâ­bi ol­ma­yan nü­fu­su da unut­ma­mak ge­re­kir. Top­lam ola­rak beş aşa­ğı beş yu­ka­rı 10.000.000 ki­şi ol­du­ğu söy­le­ne­bi­lir.

740Mo­ğol hâ­ki­mi­ye­ti­nin er­ken dö­ne­min­de hak­kın­da hiç­bir şey bi­lin­me­yen Ok­hu­ra t’­ma­sı­nı say­mak­sı­zın.

II

As­ke­re al­ma­yı ve ver­gi top­la­ma­yı sağ­la­mak için her t’­ma­ya iyi­ce dü­şü­nül­müş bir plan da­hi­lin­de ida­re­ci ola­rak Mo­ğol gö­rev­li­ler tayin edil­miş­ti. Bu gö­rev­li­ler hiç­bir şe­kil­de Rus prens­le­ri­ne bağ­lı de­ğil­ler­di ve sa­de­ce ha­nın hü­kü­me­ti­ne kar­şı so­rum­luy­du­lar. Rus­ya’­da sa­yı­sal böl­ge­ler te­sis edil­di­ği za­man her t’­ma­nın ve her bin­li­ğin ba­şı­na ni­za­mî Mo­ğol or­du­sun­dan bir ku­man­dan ge­ti­ril­miş gi­bi gö­zü­kü­yor. Bu ku­man­dan­lar­dan her bi­ri­nin ya­nın­da be­ra­ber ça­lı­şa­ca­ğı mü­te­kâ­bil rüt­be­de bir ver­gi mü­fet­ti­şi (da­ru­ga) var­dı.741 Son­ra­dan da­ru­ga­lar böl­ge­nin bü­tün so­rum­lu­lu­ğu­nu üst­len­di­ler. Tay­du­la’­nın met­ro­po­lit The­og­nost’a yaz­dı­ğı Ca­ni­beg’in yar­lı­ğı­nı esas alan ya­zı­sın­da üç da­ru­ga ka­te­go­ri­sin­den bah­se­dil­mek­te­dir: vo­lost’, şe­hir ve köy da­ru­ga­la­rı. Ad­la­rı “ulus prens­le­ri­nin” bah­sin­den son­ra gel­mek­te­dir. Bu­ra­da es­ki Rus­ça­nın ter­cü­me­si ba­zı yer­ler­de de ol­du­ğu gi­bi tam ola­rak sa­rih de­ğil­dir ve prens di­ye­rek en yük­sek rüt­be­li da­ru­ga­la­rın kas­te­dil­miş ol­ma­la­rı müm­kün­dür. Han yar­lık­la­rı­nın es­ki Rus­ça­ya ter­cü­me­le­ri­nin ter­mi­no­lo­ji­sin­de ulus t’­ma­ya, vo­lost’ bin­li­ğe, şe­hir (go­rod) yüz­lü­ğe742 ve köy (se­lo) on­lu­ğa tekabül edi­yor gö­zü­kü­yor. En yük­sek rüt­be­yi ha­iz da­ru­ga­la­rın mev­cu­di­ye­ti­ni Rus va­ka­yi­nâ­me­le­rin­den de bi­li­yo­ruz. Böy­le­ce her se­vi­ye­de­ki sa­yı­sal böl­ge­nin ba­şın­da bir da­ru­ga ol­du­ğu so­nu­cu­na va­ra­bi­li­riz.

741Rus din adam­la­rı­na ve­ri­len yar­lık­la­r için bkz.: Gri­go­ri­ev, Yarly­ki, s. 112; Pri­sel­kov, Yarly­ki, s. 92. Men­gü Te­mir’in yar­lı­ğın­da ver­gi mü­fet­ti­şi­ne da­ru­ga ye­ri­ne bas­kak den­mek­te­dir: Gri­go­ri­ev, s. 124; Pri­sel­kov, s. 96

742An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re go­rod bu­ra­da “kü­çük şe­hir, ka­sa­ba” mana­sı­na­dır.

Rus­ya’­da gö­rev ya­pan da­ru­ga­la­ra va­ka­yi­nâ­me­ler­de bas­kak den­mek­te­dir. Bu, mana­sı tam ta­mı­na Mo­ğol­ca da­ru­ga­ya tekabül eden Türk­çe bir te­rim­dir.743 Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın bü­tü­nün­den so­rum­lu olan ver­gi mü­fet­ti­şi “bü­yük bas­kak” (ve­li­ki bas­kak) ola­rak bi­li­ni­yor­du.744 Her bas­ka­kın em­rin­de böl­ge­sin­de dü­zen ve di­sip­li­ni ida­me için sey­yar bir bir­lik teş­kil et­mek üze­re kü­çük bir Mo­ğol ve Türk as­ker ­gru­bu var­dı. Dev­şi­ri­len Rus as­ker­le­ri­nin çoğunun dö­nem dö­nem Al­tın Or­du’­ya ve Çin’e gön­de­ril­me­le­ri­ne rağ­men bir mik­ta­rı­nın ma­hal­lî ih­ti­yaç­lar için alı­kon­du­ğun­dan bu mü­na­se­bet­le bah­se­dil­me­li­dir. Her bas­kak bir­li­ği­ne ge­li­şen bir yer­le­şim bi­ri­mi­ne dö­nü­şü­ne kadar da­imî ola­rak ka­la­cak­la­rı yer­ler tah­sis edil­miş­ti. Böy­le yer­le­şim bi­rim­le­ri­nin iz­le­ri Rus yer ad­la­rın­da gö­rül­mek­te­dir. Rus­ya’­nın bir­çok yö­re­sin­de es­ki­den t’mi­le­rin ol­du­ğu yer­ler­de Bas­ka­ki ve Bas­ka­ko­vo gi­bi ad­lar ta­şı­yan bir­çok şe­hir ve köy var­dır.745 Bas­ka­kın as­ker­le­ri şa­yet hal­k ayak­lan­ma­sı gi­bi bir ga­iley­le ba­şa çı­ka­maz­lar­sa, Rus prens­le­ri emir­le­ri al­tın­da­ki as­ker­ler­le bas­kak­la­ra yar­dım et­mek zo­run­day­dı­lar.

743Pel­li­ot, s. 72-73.

744Na­so­nov, s. 20.

745Bkz. Ikon­ni­kov, 2, 863-864; da­ha faz­la taf­si­lat için bkz. Na­so­nov, s. 18-21.

Ber­ke’­nin hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da Rus­ya’­da ver­gi­le­rin Müslüman tüc­car­la­ra il­ti­zam edil­di­ği ha­tır­la­na­cak­tır. Bu sis­tem çok acı­ya ne­den ol­du ve son­ra terk edil­di; on­dan son­ra ver­gi tah­sil­dar­la­rı­nın sa­yı­sı iyi­ce art­tı­rıl­dı. Han­la­rın Rus din adam­la­rı­na yaz­dık­la­rı yar­lık­lar­da üç ka­te­go­ri­de ma­li­ye gö­rev­li­sin­den bah­se­dil­mek­te­dir; kâ­tip­ler (pistsi; Türk­çe bi­tik­çi); taş­ra ver­gi tah­sil­dar­la­rı (danşçi­ki); ve şe­hir­ler­de­ki ver­gi ve harç tah­sil­dar­la­rı (ta­moj­ni­ki).

Ver­gi­ler baş­lı­ca iki ka­te­go­riy­di: (1) taş­ra hal­kın­dan alı­nan doğ­ru­dan ver­gi­ler; ve (2) şe­hir ver­gi­le­ri. Esas doğ­ru­dan ver­gi­ye ha­raç (dan’) de­ni­yor­du. Te­mel­de aşar ver­gi­siy­di. Bil­di­ği­miz gi­bi Mo­ğol­lar as­len “her şe­yin” on­da bi­ri­ni is­te­miş­ler­di. İlk emir­le­rin­de in­san­lar­dan ve at­lar­dan (her renk­te at­tan ay­rı ay­rı ol­mak üze­re) özel bir şe­kil­de bah­se­dil­miş­ti. Şüp­he­siz sı­ğır­lar ve zi­raî ürün­ler de aşa­ra tâ­biy­di­. Bir se­fe­rin­de, 1259 yı­lın­da Mo­ğol­lar Nov­go­rod’­da tus­ka de­nen bir ver­gi top­la­mış­lar­dı; alı­şı­lan­dan çok ağır bir ver­gi ol­ma­lıy­dı, zi­ra in­san­lar acı acı şi­ka­yet et­miş­ler­di. Va­ka­nü­vis, “La­net Ta­tar­lar tus­ka­yı top­la­yıp taş­ra hal­kı­na katı davranınca Nov­go­rod’­da bü­yük bir kar­ga­şa çık­tı” di­yor.746 An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re bu, Akanc­lı Gri­gor’un Er­me­ni­ce va­ka­yi­nâ­me­sin­de geçen tz­gu’ya ben­zer bir ver­giy­di.747 “Tus­ka” te­ri­mi, mana­sı­nın “zi­ya­ret eden hü­küm­dar­la­ra ve­ya el­çi­le­re su­nu­lan ye­mek” ol­du­ğu söy­le­nen Türk­çe tuz­cu ke­li­me­si­ne ben­ze­til­miş­tir.748 Di­ğer ta­raf­tan XIV. Yüz­yı­lın or­ta­la­rı­na ait bir Uy­gur belgesinde tü­şük de­nen bir ver­gi­den bah­se­dil­mek­te­dir ve bu ad Uy­gur­ca tüş, “his­se” ve­ya “ka­zanç” ile iliş­ki­len­di­ri­le­bi­li­r.749 Rus­ça “tus­ka” da tü­şük­den veya tuz­cu­dan tü­re­til­miş ola­bi­lir. Her hâ­lü kâr­da tus­ka ekst­ra­dan bir ver­giy­di ve bu faz­la­dan tah­si­lat­tan do­la­yı Nov­go­rod­lu­la­rın öf­ke­si­ni an­la­mak kâ­bil­dir. Ver­gi, Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan Nov­go­rod’­da ne­re­dey­se bir is­yan ol­duk­tan son­ra ce­zaî ted­bir ola­rak kon­muş­tu. Bir da­ha hiç tek­rar­lan­ma­dı ve aşar, ha­ra­cın te­me­li ola­rak kal­dı. Ni­ha­yet aşa­rın mik­ta­rı pa­ra­ya çev­ril­di ve dan’ ay­nî ye­ri­ne gü­müş­le öden­di. XIV. ve XV. Yüz­yıl­da dan’a tekabül eden ver­gi­nin top­lan­ma­sı Nov­go­rod’­da Ka­ra Tah­si­lat (chorn­yi bor) di­ye bi­li­ni­yor­du. As­len ka­ra sa­mur kürk­le­riy­le öden­miş ol­ma­lı­dır. Böy­le öde­me­le­re “be­yaz” gü­müş­le öde­me­nin ak­si­ne “ka­ra” de­ni­yor­du. Fa­kat II. Va­si­li’­nin hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da Ka­ra Tah­si­lat gü­müş griv­na ola­rak he­sap­la­nı­yor­du.750

746Nov­go­rod, s. 310.

747Akanc, s. 301.

748S. L. Vo­lin’in te­ri­mi iza­hı­na Bkz., Ti­esen­ha­usen, 2, 304; ay­rı­ca Bkz. Cle­aves, “Mon­go­li­an Na­mes,” s. 442.

749Bkz. S. E. Ma­lov’un V. Rad­lov, Ui­gu­risc­he Sp­rach­denk­ma­eler, s. 77. 300’de­ki dip­not­la­rı­na; Ver­nadsky, “Ui­gurs,” s. 458. Fars­ça­da tüş, “ma­işet,” “gı­da,” “güç kuv­vet” de­mek­tir; tu­şa’­nın mana­sı “yol­cu­nun azı­ğı”dır. Bkz. Red­ho­use, s. 600.

750AAE, 1, 24.

Dan’ın ya­nı sı­ra başka bir­çok doğ­ru­dan ver­gi de var­dı. Pop­lujnoe (Ku­zey Rus­ya’­da po­sok­ha) de­ni­yor­du), sü­rü­len top­rak­tan alı­nan bir ver­giy­di. Plug (pop­lujnoe on­dan tü­re­me­dir), “sa­ban” de­mek­tir; Rus­ça­ya Al­man­ca­dan gir­miş bir ke­li­me­dir; bü­yük ağır sa­ba­na Rus­ya’­da böy­le de­nir­di. Sok­ha (po­sok­ha bun­dan tü­re­miş­tir), Kuzey Rusya’da “ha­fif sa­ban” için kul­la­nı­lan bir ke­li­me­dir. Böy­le “pop­luj­noe” ve “po­sok­ha” te­ri­mi “sa­ban pa­ha­sı” ola­rak ter­cü­me edi­le­bi­lir. Bu mü­na­se­bet­le Slav­ca­da “sa­ban” için asıl ke­li­me­nin ra­lo ol­du­ğu­nu ilave et­me­li­dir; ge­nel­lik­le Gü­ney Rus­ya’­da kul­la­nı­lı­yor­du. As­lı­na ba­kı­lır­sa Ki­yef dö­ne­min­de “ra­lo” ba­zı gü­ney yö­re­le­rin­de bir ver­gi bi­ri­miy­di.751 Yam, pos­ta atı men­zil­le­ri­nin ba­kı­mı için özel bir ver­giy­di. Ha­nın yar­lık­la­rın­da bah­so­lu­nan baş­ka bir ver­gi vo­ina’­dır (“sa­vaş ver­gi­si” ve­ya “as­ker ver­gi­si”);752 bu muh­te­me­len as­ker alın­ma­yan yıl­lar­da top­la­nı­yor­du. Yar­lık­lar­da­ki baş­ka bir ver­gi­nin adı poş­li­na’­dır (“ge­le­nek­sel ver­gi”).753 Hem İ. Be­re­zin hem B. Spu­ler onu Al­tın Or­du’­da­ki ve Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun baş­ka ta­raf­la­rın­da­ki Mo­ğol ver­gi sis­te­mi­nin te­rim­le­riy­le ka­lan ola­rak yo­rum­lu­yor­lar. Tam ola­rak mana­sı­na ba­kı­lır­sa Türk­çe bir ke­li­me olan ka­lan bir top­rak ver­gi­si­dir; fa­kat ke­li­me da­ha ge­niş bir an­lam­da “an­gar­ya” ve­ya “hiz­met” ye­ri­ne kul­la­nı­lı­yor­du. İle­ri­de gö­re­ce­ği­miz üze­re754 Mo­ğol dö­ne­min­de ve son­ra­sın­da Ba­tı Rus­ya’­da ka­lanny di­ye bi­li­nen hü­küm­dar­la­ra ait top­rak kö­le­le­ri var­dı. Şa­yet “poş­li­na”nın “ka­lan”a tekabül et­ti­ği­ni ka­bul eder­sek onun ka­lanny ola­rak ça­lış­ma­nın ye­ri­ne öde­nen bir pa­ra ol­du­ğu­nu dü­şü­ne­bi­li­riz. Fa­kat “poşli­na” ile “ka­lan” ara­sın­da­ki öz­deş­lik ke­sin ola­rak te­sis edil­me­miş­tir.

751Ki­evan Rus­sia, s. 190-191.

752Gri­go­ri­ev, Yarly­ki, s. 124; Pri­sel­kov, Yarly­ki, s. 96.

753Be­re­zin, s. 475; Spu­ler, s. 335.

754Bkz. aşa­ğı­da alt kı­sım III, s. 223, 227.

Ni­za­mî ver­gi­le­re ilave­ten han­lar ge­rek­li gör­dük­le­ri za­man bir âcil du­rum ver­gi­si tarh et­me hak­la­rı­nı mah­fuz tu­tu­yor­lar­dı. Bu, zap­ros (“âcil ta­lep”) ola­rak bi­li­ni­yor­du. Bun­dan yar­lık­lar­da ve za­man za­man va­ka­yi­nâ­me­ler­de bah­se­dil­miş­tir.755 Ay­rı­ca Çin­giz so­yun­dan ge­len prens­ler ve ha­nın el­çi­le­ri ne za­man Rus­ya’­da se­ya­hat et­se­ler, Rus­la­rın on­la­ra “he­di­ye­ler” ver­me­si, on­la­ra yi­ye­cek ve at­la­rı­na ye­min ya­nı sı­ra na­kil­le­ri için at ve ara­ba te­min et­me­le­ri bek­le­ni­yor­du.756

755Be­re­zin, s. 477.

756Gri­go­ri­ev, Yarly­ki, s. 124; Pri­sel­kov, Yarly­ki, s. 96-97.

Şe­hir­ler­den alı­nan esas ver­gi­ye tam­ga de­ni­yor­du. Hem Mo­ğol­ca­da hem Türk­çe­de “tam­ga” “amb­lem” de­mek­ti, özel­lik­le de bir kabilenin amb­le­mi ve bu yüz­den kabileye ait olan at­la­rı ve di­ğer mal­la­rı “işa­ret­le­mek” için kul­la­nı­lı­yor­du. İda­rî bir amb­lem ola­rak tam­ga, bir mü­hü­rün üs­tün­de­ki işa­ret­ler ve son­ra da mü­hü­rün ken­di­siy­di, özel­lik­le de ver­gi­len­di­ri­len mal­la­ra vu­ru­lan mü­hür­dü. Hü­la­gu ve ha­lef­le­ri za­ma­nın­da tam­ga İran’­da ana­pa­ra­nın yak­la­şık ola­rak yüz­de 0.4’ü mik­ta­rı­nı tu­tan bir ka­pi­tal ver­gi­siy­di: ka­pi­ta­list­ler ve tüc­car­lar her yıl ka­pi­tal­le­rin­den 240 di­nar ba­şı­na 1 di­nar öde­mek­le mü­kel­lef­ti­ler.757 Tam­ga al­tın ola­rak öde­ni­yor­du ve­ya en azın­dan al­tın ola­rak he­sap­la­nı­yor­du. En zen­gin tüc­car­lar (Rus­ça gos­ti) tek tek de­ğer­len­di­ri­li­yor­lar­dı; or­ta bü­yük­lük­te ser­ve­ti olan­lar bir­lik ola­rak teşkilat­lan­dı­rı­lı­yor ve top­ye­kun de­ğer­len­di­ri­li­yor­lar­dı. Ni­ha­yet tam­ga, ci­ro edi­len mal­lar­dan alı­nan bir ver­gi­ye dö­nüş­tü ve güm­rük res­mi ola­rak top­lan­dı. Mo­dern Rus­ça­da tam­ga­dan tü­re­yen ta­mozjnia ke­li­me­si “güm­rük bi­na­sı” de­mek­tir. Em­ti­adan myt de­nen ma­hal­lî bir harç da alı­nı­yor­du.758

757Mi­norsky, “Na­sir al-Din,” s. 773, 781.

758Myt hakkında bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 191.

İl­han­lılar za­ma­nın­da “ima­lat­ha­ne­ler, ze­na­at­kâr­lar ve tüc­car te­şek­kül­le­rin­den ha­sıl olan­dan” özel bir ver­gi­nin ya­nı sı­ra ba­zı mes­lek­ler­de ica­zet ve­ril­me­si için ilave bir harç alı­nı­yor­du.759 An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Rus­ya’­da da iş kol­la­rı ben­zer bir ver­gi­ye tâ­bi idi­. 1258 yı­lın­da şe­hir ver­gi­si­ni top­la­mak için Nov­go­rod’­da şe­hir­de­ki bü­tün ev­le­rin sa­yıl­dı­ğı bi­lin­mek­te­dir. Va­ka­nü­vis bo­yar­la­rın en ağır yük fa­kir­le­rin sır­tı­na bi­ne­cek şe­kil­de dü­zen­le­me­ler yap­tık­la­rı yo­ru­mu­nu ya­pı­yor.760

759Mi­norsky, “Na­sır al-Din,” s. 775.

760Nov­go­rod, s. 310.

III

Şim­di dik­ka­ti­mi­zi Mo­ğol­la­rın doğ­ru­dan kont­ro­lü al­tı­na so­ku­lan yö­re ve mın­tı­ka­la­ra çe­vi­re­bi­li­riz. Halk ko­mün­ler (on­luk bi­rim­ler) ve ko­mün ­grup­la­rı (yüz­lük­ler ve or­da­lar) ola­rak teşkilat­lan­mış­tı, her bi­ri ken­di ön­de­ri­ni se­çi­yor­du: yüz­lük­çü­ler (sot­ni­ki) ve ata­man­lar (va­ta­mani).761 Te­kil hali olan va­ta­man; mo­dern Rus­ça­da ata­man; Uk­ray­na­ca ota­man, Fars­ça asıl­lı bir ke­li­me­dir762 ve mana­sı (bir bö­lük­te­ki) “re­is” de­mek­tir.

761N. Molc­ha­novsky, Oc­herk iz­ves­tii o Po­dols­koi zem­le (Ki­yef, 1885), s. 156-157.

762Va­ta­man, bir va­ta­ga’­nın (bö­lük) ba­şı Oset­çe fe­teg’­den (li­der) tü­re­me­dir. Vas­mer, s. 31, 172, hem va­ta­man’ı (ata­man) hem va­ta­ga’­yı Türk­çe­den tü­ret­mek­te­dir, ama bu pek ak­la ya­kın gel­mi­yor.

Rus prens­lik­le­rin­de Rus prens­le­ri­nin ida­rî ta­sar­ru­fu­nun hâ­ri­cin­de tu­tu­lan ve doğ­ru­dan doğ­ru­ya ha­nın oto­ri­te­si­ne tâ­bi olan mın­tı­ka­lar­da ben­zer ­grup­lar teş­kil edil­miş­tir. Böy­le ­grup­lar Ba­tı Rus­ya’­da liudi sotn­ie (yüz­lük adam­la­rı); ordyntsy (or­da adam­la­rı) ve liudi ka­lann­ye (ka­lan hiz­met­le­ri­ne tâ­bi olan adam­lar) ola­rak bi­li­ni­yor­lar­dı. Do­ğu Rus­ya’­da an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re ben­zer ka­te­go­ri­le­re sa­yı adam­la­rı (sa­yı de­mek olan chis­lo’­dan do­la­yı liudi chis­lenn­ye ve­ya chis­li­aki; yâani ra­kam­sal tak­si­ma­ta men­sup adam­lar); ordyntsy ve de­li­ui (özel hiz­met­le­re tâ­bi adam­lar) de­ni­yor­du.763 Bu ne­vi­den Do­ğu Rus ­grup­la­rı hak­kın­da­ki bil­gi­ler az­dır. Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğı­nın hu­dut­la­rı yer alan Ba­tı Rus­ya hak­kın­da­ki bil­gi­ler da­ha çe­şit­li­dir, ama her za­man sa­rih de­ğil­dir­ler. Eli­miz­de yüz­lük adam­la­rı­nın ve or­da adam­la­rı­nın ­grup içi ya­pı­sı­nı ve iş­lev­le­ri­ni an­la­ma­ya ye­te­cek ka­dar do­kü­man Le­his­tan kral­lı­ğı için­de bu­lu­nan Ga­liç­ya’­da­ki mü­te­kabil ­grup­lar için var­dır. Fa­kat bu yö­re için mev­cut olan dö­kü­man­lar Mo­ğol dö­ne­mi son­ra­sı­na (XIV. Yüz­yı­lın son­la­rı ve XV. Yüz­yıl) ait­tir­. Ba­his ­mev­zu ­grup­lar o za­man da mev­cut ol­mak­la be­ra­ber, ko­num­la­rı ye­ni si­ya­sî şart­lar­dan do­la­yı bir mik­tar de­ği­şik­li­ğe uğ­ra­mış ola­bi­lir.

763Bu sos­yal ­grup­lar hakkında bkz. I. A. Lin­nic­hen­ko, Cherty iz is­to­rii sos­lo­vii v iu­go­za­pad­noi (ga­lits­koi) Ru­si XIV-XV ve­kov (Mos­ko­va, 1894); W. He­inosz, Jus rut­he­ni­ca­le (Lvov, 1928); Z. Wojciechowski, L’Etat po­lo­na­is au mo­yen-age (Pa­ris, 1949), s. 206-207; Ver­nadsky, “Ro­yal Serfs.”

Yüz­lük adam­la­rıy­la baş­lar­sak, Ga­liç­ya dö­kü­man­la­rı­na gö­re yüz­lü­ğün her men­su­bu sü­rek­li ola­rak yüz­lük ko­mü­nü­ne bağ­lıy­dı. Ko­mün­den ay­rıl­mak is­ter­se, ye­ri­ne gö­rev­le­ri­ni üst­le­ne­cek bi­ri­ni bul­ma­sı ge­re­ki­yor­du; bu ika­me ki­şi­nin yüz­lük oto­ri­te­le­ri ta­ra­fın­dan onay­lan­ma­sı ge­re­ki­yor­du. Yüz­lü­ğün (sot­nia) ba­şın­da yüz­lük­çü (sotsky) var­dır. Yüz­lük her bi­ri­nin ba­şın­da bir on­ba­şı (de­si­atsky) bu­lu­nan on­luk ­grup­la­ra (de­si­at­ki) tak­sim edil­miş­ti. Yüz­lük adam­la­rı­nın asıl gö­re­vi top­ra­ğı iş­le­mek­ti. Le­his­tan ida­re­si al­tın­da kra­lın en ya­kın şa­to­da otu­ran ada­mı (ca­pi­ta­ne­us) yüz­lük adam­la­rı­na iş­le­ne­cek top­rak­la­rı tah­sis et­me yet­ki­si­ne sa­hip­ti. Mo­ğol ida­re­si al­tın­da yüz­lük­çü­nün baş­kan­lı­ğın­da ko­mü­nün ken­di­si top­rak­la­rı da­ğıt­ma yet­ki­si­ne sa­hip ol­muş ol­ma­lı­dır. Yüz­lü­ğün sı­ğır­la­rı var­dı, ko­mü­nün her men­su­bu­na ih­ti­ya­cı­na gö­re öküz ve di­ğer hay­van­la­rı tah­sis eder­di. Le­his­tan ida­re­si al­tın­da yüz­lü­ğün top­rak­la­rın­dan el­de edi­len ürün en ya­kın kra­li­yet şa­to­su­nun ta­hıl am­bar­la­rı­na gi­der­di. Mo­ğol dö­ne­min­de ürün ya­kın böl­ge­ler­de­ki bas­kak bir­lik­le­ri­nin per­so­ne­li­ ve ora­lar­dan dev­şi­ri­len as­ker­le­rin ih­ti­yaç­la­rı için kul­la­nıl­mış ol­ma­lı­dır. XV. Yüz­yı­lın son­la­rın­da Ga­liç­ya’­da­ki yüz­lük ko­mün­ler Sa­nok şa­to­su­nun et­ra­fın­da kü­me­len­miş­ler­di. Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğı­nın bir­çok dö­kü­ma­nın­da hem yüz­lük­ler­den hem de­si­at­ki­ler­den bah­se­di­lir; fa­kat on­la­rın han­gi­si­nin şu an­da üzerinde dur­du­ğu­muz özel ka­te­go­ri­ye men­sup ol­du­ğu­nu be­lir­le­mek her za­man müm­kün de­ğil­dir. Ga­liç­ya’­nın ak­si­ne Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğın­da­ki her yüz­lük ada­mı top­ra­ğı iş­li­yor gö­rün­mü­yor. Ba­zı­la­rı arı­cı­lık ya­pı­yor­du; ba­zı­la­rı ise en ya­kın gran­dük­lük şa­to­su için baş­ka tür iş­ler gör­müş ola­bi­lir­ler.

Do­ğu Rus­ya’­da­ki sa­yı adam­la­rı ve­ya chis­li­aki, Ga­liç­ya’­da­ki yüz­lük adam­la­rı­na ben­zer bir ­grup gi­bi gö­zü­kü­yor­ ve on­lar gi­bi kay­nak­la­rı­mız­da an­cak ha­nın kendi üzerlerinde­ki oto­ri­te­si son bul­duk­tan son­ra bah­se­dil­miş­ler­dir. Biz on­la­ra ilk de­fa gran­dük I. İvan’ın 1339 yı­lı ci­va­rın­da ya­zıl­mış olan va­si­yet­nâ­me­sin­de rast­lı­yo­ruz. Sa­hip ol­duk­la­rı­nı oğul­la­rı ara­sın­da pay­laş­tı­ran İvan, on­la­ra sa­yı adam­la­rı­nı müş­te­rek kont­rol­le­ri al­tın­da tut­ma ta­li­ma­tı­nı ver­miş­ti.764 Ben­zer mad­de­ler İvan’ın ha­lef­le­ri­nin va­si­yet­nâ­me­le­rin­de ve prens­ler ara­sın­da­ki anlaşma­lar­da da gö­rü­lü­yor­. On­la­rın ek­se­ri­sin­de chis­li­aki­le­rin yer­leş­ti­ril­dik­le­ri top­rak­la­rın sa­tıl­ma­ma­la­rı ge­rek­ti­ği bil­di­ril­mek­te­dir. Chis­li­aki­le­rin her­han­gi bir pren­se de­ğil de bir bü­tün ola­rak Mos­ko­va prens­le­ri kla­nı­na tâ­bi bir ­grup ola­rak gö­rül­dük­le­ri aşi­kâr­dır. Biz, on­la­rın gran­dük­lük ta­cı­nın oto­ri­te­si al­tın­da ol­duk­la­rı­nı söy­le­ye­bi­li­riz. Muh­te­me­len ev­vel­ce ha­nın doğ­ru­dan oto­ri­te­si al­tın­day­dı­lar ve ya­şa­dık­la­rı mın­tı­ka han ta­ra­fın­dan gran­dük I. İvan’a ba­ğış­lan­mış­tı. Bil­di­ği­miz gi­bi ha­nın bel­li mın­tı­ka­la­rı Rus prens­le­ri­nin oto­ri­te­si dı­şı­na çı­kar­ma ve ken­di ida­re­si­ne tâ­bi kıl­ma hak­kı var­dı. Mu­hak­kak ca­nı is­te­di­ği za­man o mın­tı­ka­lar­dan her­han­gi bi­ri­ni Rus ida­re­si­ne ge­ri ver­me­ye de hak­kı var­dı. Bu yüz­den chis­li­aki­le­rin du­ru­mu de­ğiş­me­ye­cek­ti, sa­de­ce ça­lış­ma­la­rı­nın ürü­nü ha­nın ye­ri­ne Mos­ko­va gran­dü­ka­lı­ğı­nın ola­cak­tı.

764DDG, s. 8, 10.

Ga­liç­ya­lı or­da adam­la­rı da yüz­lük adam­la­rı gi­bi ko­mün­ler halinde teş­ki­lat­­lan­­dı­rıl­mış­lar­dı. “Or­da” te­ri­mi (Mo­ğol­ca­sı or­du; Rus­ça­sı or­da) bil­di­ği­miz gi­bi765 ha­nın ve­ya im­pa­ra­tor­luk ai­le­si­nin her­han­gi bir men­su­bu­nun ol­du­ğu gi­bi bü­yük bir as­ke­rî bir­li­ğin ku­man­da­nı­nın kam­pı­nı ve­ya ka­rar­gahı­nı be­lirt­mek için kul­la­nı­lı­yor­du. Ba­his ­mev­zu olan or­da­ya, ­grup halinde en ya­kın as­ke­rî ku­man­da­nın or­da­sı­na hiz­met et­mek­le mü­kel­lef ol­duk­la­rı için öy­le den­miş­tir. Bu mana­da te­rim özel or­da hiz­met­le­riy­le mü­kel­lef olan bü­tün er­kek­ler için ge­çer­liy­di. Dar mana­da bu ne­vi­den her köy ko­mü­nü­ne de or­da de­ni­yor­du. Or­da­ya men­sup ol­ma­yan in­san­lar da, bir ordy­nets’in (or­da men­su­bu) bü­tün gö­rev ve so­rum­lu­luk­la­rı­nı üst­len­dik­le­ri za­man or­da­ya ka­tı­la­bi­lir­ler­di. Bir adam bir ke­re or­da­ya gir­di mi, o ve oğul­la­rı ha­yat bo­yu hiz­met et­mek zo­run­day­dı­lar. Böy­le­ce or­da­nın her men­su­bu­nun kö­le­li­ği da­imî idi ve mi­ras ola­rak ka­lı­yor­du. Kay­nak­lar­da iki tür or­da gö­rev­li­sin­den bah­se­dil­miş­tir: ti­vuny ve va­ta­many. Te­ki­li ti­vun olan ilk te­rim Ki­yef dö­ne­min­den (ti­un) kal­ma­dır ve o za­man ya pren­sin kah­ya­sı ve­ya yar­gıç ye­ri­ne kul­la­nı­lı­yor­du.766 Or­da ti­vu­nu muh­te­me­len bir yar­gıç­tı. Va­ta­man ma­hal­lî or­da bi­ri­mi­nin re­isiy­di. Muh­te­me­len hem ti­vuny hem va­ta­many halk ta­ra­fın­dan se­çi­li­yor­du.

765“Or­du” te­ri­mi için bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 1, kı­sım 5, s. 30.

766Ki­evan Rus­sia, s. 189.

XV. Yüz­yıl­da ve XVI. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da Ga­liç­ya ordyntsy, Galiç (Ha­licz) mın­tı­ka­sın­da beş köy­de ve Lvov mın­tı­ka­sın­da on köy­de ya­şı­yor­lar­dı. Baş­lı­ca gö­rev­le­ri kra­lın ta­le­bi üze­ri­ne yük ta­şı­mak için ara­ba ve at te­min et­mek; kra­lın en ya­kın şa­to­sun­da ara­ba­la­rı sür­mek için sü­rek­li ola­rak adam bu­lun­dur­mak; kra­lın pos­ta­sı­nı on mil ka­dar me­sa­fe­ye ta­şı­mak; kra­lın ve­ya en ya­kın­da­ki kral şa­to­su­nun ku­man­da­nı­nın ve ma­hal­lî asil­zâ­de­le­rin ka­tıl­dık­la­rı se­fer­le­re dört at­lı ver­mek;767 ne za­man is­te­nir­se kra­lın sı­ğır­la­rı­nı ot­lat­mak ve mu­ha­fa­za et­mek­ti.768

767Bu hu­sus­ta “Ro­yal Serfs,” s. 158, 264, dip­not 24’de­ki ön­ce­ki be­ya­nı­mı tas­hih et­mem ge­re­kir.

768Age., s. 258.

Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğı­nın dö­kü­man­la­rı­na gö­re ordyntsy’­nin ora­da­ki ge­nel adı olan “or­da hiz­met­kâr­la­rı­nın” (slu­gi ordyns­kie) çe­şit­li tür­den gö­rev­le­ri var­dı. Ba­zı­la­rı su de­ğir­men­le­ri­nin bent­le­ri­ne bak­mak­la gö­rev­liy­di­ler; ba­zı­la­rı kra­lın el­çi­le­ri ve ulak­la­rı için ara­ba te­min et­mek zo­run­day­dı­lar; yi­ne ba­zı­la­rın­dan Ta­tar han­la­rı­na gi­den el­çi­le­rin kon­voy­la­rı­na mu­ha­fız ola­rak ka­tıl­ma­la­rı is­te­ni­yor­du. Bun­lar, tam tec­hi­zat­lı ve at­lı ol­ma­lıy­dı­lar.

Mos­kof­ya ordyntsy’­sin­den is­te­nen hiz­met­ler, Ba­tı Rus­ya’­da or­da adam­la­rı­nın ve or­da hiz­met­kâr­la­rı­nın yap­tık­la­rı­na ben­zer ol­ma­lı­dır. Mos­kof dö­kü­man­la­rın­da ordyntsy’­den ilk de­fa Mos­ko­va gran­dü­kü Dmit­ri ile ku­ze­ni Ser­puk­hov pren­si Vla­di­mir ara­sın­da 1367 yı­lı ci­va­rın­da ya­pıl­mış olan bir and­laş­ma­da bah­se­dil­miş­tir.769 Bu and­laş­ma­ya gö­re ordyntsy­nin, im­za atan prens­le­rin ba­ba­la­rı­nın za­ma­nın­da­ki ay­nı hiz­met­le­ri ifa et­me­le­ri ge­re­ki­yor­du. Atıf­ta bu­lu­nu­lan dö­nem II. İvan’ın hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nı­dır (1353-59). Bu ordyntsy ­gru­bu­nun ya­şa­dı­ğı mın­tı­ka, muh­te­me­len o za­man ha­nın oto­ri­te­sin­den Mos­ko­va gran­dü­kü­nün­kü­ne geç­miş­ti. Da­ha az ak­la ya­kın olan al­ter­na­tif açık­la­ma, II. İvan’ın ­gru­bu Mo­ğol ör­ne­ği­ne gö­re teşkilat­lan­dır­mış ol­ma­sı­dır. I. Va­si­li ile Ser­puk­hov­lu Vla­di­mir ara­sın­da im­za­la­nan and­laş­ma­da (1390) ordyntsy’­nin top­rak­la­rı­nın sa­tın alın­ma­sı­nı ya­sak­la­yan bir mad­de var­dır. Bu, chis­li­aki gi­bi on­la­rın da hü­küm­da­ra ait ol­duk­la­rı­na işa­ret et­mek­te­dir.

769DDG, s. 20.

Şim­di ka­lann­ye ve de­li­ui’­nin sta­tü­le­ri­ne ba­ka­lım. Mo­ğol­lar son­ra­sı dö­nem­de Ga­liç­ya’­da ka­lann­yler or­da adam­la­rın­dan pek ayırt edi­le­bi­lir gi­bi de­ğil­ler­di. Mo­ğol dö­ne­min­de on­lar ay­rı bir ­grup teş­kil et­miş ol­ma­lı­dır­lar. Bu iki ­grup Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğın­da Mo­ğol­lar son­ra­sı dö­nem­de bi­le bir­bir­le­rin­den ay­rıy­dı­. Ka­lann­ye Ga­liç­ya dö­kü­man­la­rın­da “hür ol­ma­yan adam­lar” (ho­mi­nes il­li­be­ri) ola­rak ta­nım­lan­mış­tır; “kra­lın adam­la­rı” (ho­mi­nes re­ga­les) de den­miş­tir. Kra­li­yet top­rak­la­rı­na bağ­lı ol­mak­la bir­lik­te ka­lann­ye kö­le de­ğil­di­. Mah­ke­me­ler­de da­va aça­bi­lir, şa­hit­lik ede­bi­lir­ ve mal sa­hi­bi ola­bi­lir­ler­di. On­lar, muh­te­me­len Mo­ğol­la­rın es­ki za­man­lar­da esir al­dık­la­rı ve ha­nın ken­di­si­ne çe­şit­li hiz­met­ler­de bu­lun­ma­la­rı için top­rak kö­le­si yap­tı­ğı Rus­la­rın so­yun­dan ge­li­yor­lar­dı. Bu esir­le­rin bir kıs­mı­nın Le­his­tan kra­lı ve­ya Lit­van­ya gran­dü­kü ta­ra­fın­dan be­del­le­ri ve­ri­le­rek kur­ta­rıl­dık­la­rı ve ken­di­le­ri­ni kur­ta­ran­la­rın mas­raf­la­rı­nı kar­şı­la­mak üze­re on­lar için ça­lış­mak mec­bu­ri­ye­tin­de ol­duk­la­rı ih­ti­ma­li de var­dır. Son­ra­dan Ga­liç­ya’­da ka­lann­ye­nin ek­se­ri­si or­da ko­mü­nü­ne ka­tıl­mış gö­zü­kü­yor. Ka­lann­ye ve­ya on­la­rın bir kıs­mı Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğın­da gran­dü­kün ara­zi­le­rin­de top­ra­ğı iş­li­yor­lar­dı.

De­li­ui’­nin men­şei ka­lann­ye­nin­ki­ne ben­zer ol­muş ol­ma­lı­dır. Ka­na­atim­ce “de­li­ui” te­ri­mi Fars­ça “mer­kez” de­mek olan del ke­li­me­sin­den tü­re­me­dir. Mo­ğol­la­rın sa­vaş ga­ni­me­ti­ni pay­laş­ma ku­ral­la­rı­na gö­re harp esir­le­ri­nin en bü­yük kıs­mı or­du­nun baş­ku­man­da­nı sa­yı­lan ik­ti­dar­da­ki han için ay­rı­lır­dı. Bu mik­ta­ra Fars­ça de­lia-i bu­zurg (bü­yük mer­kez) de­nir­di.770 Han bu esir­ler­le is­te­di­ği­ni yap­ma hak­kı­na sa­hip­ti. Muh­te­me­len bir­ço­ğu ha­nın top­rak kö­le­le­ri ol­du­lar ve ara­zi­le­re yer­leş­ti­ril­di­ler ve­ya baş­ka hiz­met­ler­de bu­lun­ma­la­rı ge­rek­ti. Ev­vel­ce bah­so­lun­du­ğu üze­re,771 me­se­lâ Cink­şi gi­bi di­ğer ulus­la­rın han­la­rı­na da pay­la­rı­na dü­şen Rus esir­ler ve­ril­di ve bu esir­le­rin bir kıs­mı Çin’e gö­tü­rü­lüp ora­da is­kan edil­di­ler. De­li­ui, Mos­kof kay­nak­la­rın­da ilk de­fa ordyntsy ile bir­lik­te gran­dük Dmit­ri’­nin Ser­puk­hov pren­si Vla­di­mir ile yap­tı­ğı yu­ka­rı­da bah­so­lu­nan and­laş­ma­da gö­rü­lür­. Bu tak­dir­de ordyntsy gi­bi bu ­gru­bun men­şei de II. İvan’a irca edi­le­bi­lir. De­li­ui’­nin yer­leş­ti­ği bir mın­tı­ka, o ta­rih­te han ta­ra­fın­dan Mos­ko­va gran­dü­kü­ne ba­ğış­lan­mış ola­bi­lir. Fa­kat ­gru­bun Rus­ya gran­dük­le­ri ta­ra­fın­dan kur­tar­mış ol­duk­la­rı de­lia ­gru­bu­na men­sup Rus esir­ler­den bir ara­ya ge­ti­ril­miş ol­ma­sı da müm­kün­dür. Bu azat edi­len­le­re iş­le­me­le­ri için top­rak tah­sis edil­miş­ti. De­li­ui’­nin ve top­rak­la­rı­nın sta­tü­sü ordyntsy’­nin­ki­ne ben­zi­yor­du.

770Wassaf, s. 98 (Fars­ça me­tin); Ham­mer-Purgs­tall’ın bu te­ri­mi Al­man­ca­ya ter­cü­me­si, s. 94 (Ei­dam), an­la­şı­la­maz­dır. Ay­rı­ca Bkz. Ti­esen­ha­usen, 2, 82; Ve­se­lovsky, s. 16.

771Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 2, kı­sım 4, s. 88.

IV

Baş­lan­gıç­ta te­sis edi­len Mo­ğol ida­re sis­te­mi bir yüz­yıl ka­dar sür­dü. Ga­liç­ya’­da, 1349 yı­lın­da ül­ke Le­his­tan’a il­hak edi­lin­ce son bul­du; 1363 yı­lın­da di­ğer Ba­tı Rus­ya ül­ke­le­ri­nin çoğu (Uk­ray­na ve Be­lo­rus­ya) Lit­van­ya gran­dü­kü­nün oto­ri­te­si­ni ta­nı­mış­lar ve Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan kay­be­dil­miş­ler­di. Mo­ğol ida­re­si Do­ğu Rus­ya’­da bir yüz­yıl daha de­vam et­ti. Fa­kat XIV. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da­ki ver­gi tah­si­lat sis­te­min­de­ki re­form­dan son­ra ya­pı­sı de­ğiş­ti. Ay­rı­ca gö­re­ce­ği­miz üze­re772 1360’lar­da ve 1370’ler­de Al­tın Or­du’­da­ki ga­ile­ler dö­ne­mi­ni mü­te­aki­ben Tok­ta­mış za­ma­nın­da­ki (1382-1395) kı­sa bir to­par­lan­ma dö­ne­mi­nin dışında Mo­ğol­la­rın kont­ro­lü ol­duk­ça azal­dı.

772Bkz. aşa­ğı­da bö­lüm 4, kı­sım 2 ve 3.

XIII. Yüz­yı­lın son­la­rın­da Rus prens­le­ri­nin ba­zı­la­rı­nın ve XIV. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da Rus­ya gran­dük­le­ri­nin hep­si­nin ha­nın tem­sil­ci­si ola­rak ha­raç ve di­ğer ver­gi­le­ri top­la­mak im­ti­ya­zı –ve mec­bu­ri­ye­ti– ol­du­ğu ha­tır­la­na­cak­tır.773 Bas­kak­lar ge­ri çe­kil­miş­ti ve Rus prens­le­ri ta­ra­fın­dan şim­di kü­çük rüt­be­li ver­gi tah­sil­dar­la­rı tayin edil­miş­ti. Her Rus gran­dü­kü pa­ra­yı top­la­dık­tan son­ra mik­ta­rı bel­ge­le­yen ve ha­nın haz­ne­da­rı için tes­lim alan özel bir Mo­ğol yük­sek gö­rev­li (en üst rüt­be­den da­ru­ga) ile teş­ri­ki me­sai yap­mak zo­run­day­dı. Fa­kat bu da­ru­ga­lar Rus­ya’­da de­ğil, Sa­ray’­da ka­lı­yor­lar­dı. Mos­ko­va gran­dü­ka­lı­ğı ile il­gi­li böy­le bir da­ru­ga­dan (Mos­kovs­kii do­ro­ga) 1432 yı­lın­da Si­me­on Va­ka­yi­nâ­me­sin­de bah­se­dil­miş­tir.774 Muh­te­me­len Tver, Nijni Nov­go­rod ve Ri­azan da­ru­ga­la­rı da var­dı.775 Her gran­dü­kün ha­na öde­mek zo­run­da ol­du­ğu top­lam meb­lağ vyk­hod (ke­li­me mana­sı “dı­şa­rı gi­den”) ola­rak bi­li­ni­yor­du. Bu ke­li­me Arap­ça ha­rac’ın Rus­ça ter­cü­me­si gibi gö­zü­kü­yor. Arap­ça ke­li­me­nin asıl be­lirt­ti­ği ge­nel mana ­da “ha­raç”tı; son­ra­dan özel ola­rak “top­rak mül­ki­ye­ti üze­rin­de­ki ver­gi” anlamı kesbetti.776

773Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 3, kı­sım 8, s. 199.

774Si­me­nov, s. 171; Na­so­nov, s. 105 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

775Na­so­nov, s. 105.

776Ha­rac hakkında bkz. T. W. Juyn­bol­le, “Kha­raj,” El, 2, 902-903; E. Mar­din, “Ha­râc,” İs­lam an­sik­lo­pe­di­si, 4 (1949), 222-225. T. W. Juyn­bol­le’­ye gö­re ha­raç te­ri­mi Bi­zans­ça cho­re­gi­a’­dan tü­re­me­dir. Di­ğer ta­raf­tan ha­rac Arap­ça ha­ra­ca, “dı­şa­rı git­mek” fi­ili­ne ya­kın­dır. A. Cher­bon­ne­au, Dic­ti­on­na­ire ara­be-fran­ça­is (Pa­ris, 1876), 1, 207’ye gö­re bu fi­ilin et­tir­gen çe­ki­mi (çe­kim IV) aha­rac­ca hem “dı­şa­rı git­me­si­ne se­bep ol­mak” (fa­ire sor­tir) hem “öde­me­si­ne se­bep ol­mak” (fa­ire pa­yer, per­ce­vo­ir un impôt) mana­sı­na gel­mek­te­dir. 11 Ara­lık 1948’de ba­na yaz­dı­ğı bir mek­tup­la Nic­ho­las N. Mar­ti­no­vich dik­ka­ti­mi ha­rac ke­li­me­si­nin “git­mek!” mana­sın­da ni­da ola­rak kul­la­nı­lı­şı­na çek­ti. Her hâ­lü­kar­da ha­nın sa­ra­yın­da­ki mü­ter­cim­ler ha­rac te­ri­mi­ni Rus­la­ra ha­ra­ca fi­ilin­den tü­re­me ola­rak izah et­miş ol­ma­lı­dır­lar; Rus­ça te­rim vyk­hod bu yüz­den­dir.

Vyk­hod pa­ra­sı­nın bü­yük kıs­mı dan’­dan ge­li­yor­du. Di­ğer ver­gi­ler­den tam­ga hâ­lâ top­la­nı­yor­du, ama pa­ra­lar ge­nel­lik­le gran­dü­kün ha­zi­ne­sin­de ka­lı­yor­du. 1360 yı­lın­dan son­ra an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re sa­de­ce tek bir han, Tok­ta­mış tam­ga­yı top­la­ya­bil­di.777 Yam da han­la­ra mun­ta­za­man öden­mi­yor­du. Sa­ban pa­ha­sı, so­nun­da sok­ha de­ni­len sa­yı­sal bi­rim­le­re uyar­la­nan dan’ ile bir­leş­ti­ril­miş­ti. V. N. Ta­tişçev’e gö­re dan’ 1273 gi­bi er­ken bir ta­rih­te sok­ha bi­rim­le­ri esas alı­na­rak he­sap­la­nı­yor­du;778 ama bu hu­sus bi­zim gör­dü­ğü­müz va­ka­yi­nâ­me­ler ve dö­kü­man­lar ta­ra­fın­dan teyit edil­me­miş­tir. Ta­tişçev’in be­ya­nı esas­ta doğ­ru ol­mak­la be­ra­ber yan­lış ta­rih­len­di­ril­miş ola­bi­lir. Va­ka­yi­nâ­me­le­re gö­re dan’ 1384 yı­lın­da çift­lik (de­rev­nia) ba­şı­na ya­rım rub­le ol­mak üze­re top­lan­mış­tı.779 Bu bi­rim bir sok­ha­ya tekabül et­miş ol­ma­lı­dır. Emir Edi­gey, 1409 yı­lın­da I. Va­si­li’­ye yaz­dı­ğı mek­tup­ta edin­di­ği bil­gi­ye gö­re Mos­ko­va gran­dü­kü­nün her iki sok­ha için bir rub­le top­la­dı­ğı­nı söy­lü­yor­du.780 1423 yı­lın­da ya­zı­lan va­si­yet­nâ­me­sin­de gran­dük I. Va­si­li dan’ın “adam­la­rın sa­yı­sı­na ve öde­mek güç­le­ri­ne gö­re” (po li­udem i po si­le) top­lan­ma­sı­nı tav­si­ye edi­yor­du.781 II. Va­si­li’­nin va­si­yet­nâ­me­sin­de (1461 yı­lın­da ve­ya 1462 yı­lı­nın baş­la­rın­da ya­zıl­mış­tı) da­ha sa­rih bir for­mül var­dır: “Sok­ha­la­rın ve adam­la­rın sa­yı­sı­na gö­re” (po sok­ham i po li­udem).782

777Tok­ta­mış 1382 yı­lın­da ver­gi­le­ri hem al­tın hem gü­müş ola­rak top­la­dı. Al­tın­la öde­me­ler tam­ga ol­muş ol­ma­lı­dır.

778Ta­tishc­hev, 4, 47.

779De­rev­ni­a’­nın es­ki Rus­ça­da­ki asıl mana­sı “or­man­dan edi­nil­miş tar­la,” do­la­yı­sıy­la “çift­lik” idi. Bkz. Pre­ob­raz­hensky, s. 180; Vas­mer, s. 341-342. Mo­dern Rus­ça­da de­rev­nia “kü­çük köy” de­mek­tir.

780Ni­kon, 11, 210.

781DDG, s. 61.

782Age., s. 197.

Nov­go­rod şeh­ri­nin gran­dük Va­si­li’­ye Torjok mın­tı­ka­sın­da Ka­ra Tah­si­la­tı yap­ma­sı için ver­di­ği izin­nâme­den (1456 yı­lı ci­va­rı) bir “plug”un (ağır sa­ban) iki sok­ha sa­yıl­dı­ğı­nı bi­li­yo­ruz. Da­ha ön­ce kar­şı­laş­tı­ğı­mız “ha­fif sa­ban” mana­sı­na ge­len sok­ha “iki at ve bir yan at” di­ye ta­nım­lan­mış­tır.783 Ve yi­ne Ni­kon Va­ka­yi­nâ­me­sin­de şöy­le den­mek­te­dir: “Üç obz­ha böy­le bir sok­ha­yı teş­kil eder. Obz­ha, bir atın üs­tün­de top­ra­ğı sü­ren bir adam. Ve bir adam iki iş­çi­nin yar­dı­mıy­la üç atın üs­tün­de çift sü­rer­se bu bir sok­ha­dır.”784 Ay­rı­ca Nov­go­rod dö­kü­ma­nın­da bah­se­dil­di­ği gi­bi at­la­rı ol­ma­yan dört adam da bir sok­ha teş­kil eder­ler. Zi­raî ol­ma­yan iş­ler­de de ver­gi­len­dir­me bi­ri­mi sok­ha idi. Ay­nı dö­kü­ma­na gö­re ta­bak­la­ma fı­çı­sı bir sok­ha sa­yı­lır; bü­yük ba­lık ağı bir sok­ha­dır; tuz­la­lar­da bu­har­laş­tır­ma için kul­la­nı­lan bü­yük ta­va ve­ya ts­ren iki sok­ha sa­yı­lır; de­mir­ci dük­kanı bir sok­ha­dır.

783AAE, I, No. 32, 24.

784Ni­kon, 12, 184; ay­rı­ca Bkz. So­fi­is­kii vre­men­nik (1821), 2, 194.

Bü­tün bun­lar Nov­go­rod sok­ha­sı­na atıf­ta bu­lun­mak­ta­dır­. Sok­ha te­ri­mi, XVI. ve XVII. Yüz­yıl­lar­da Mos­ko­va’­da da­ha bü­yük bir bi­rim için kul­la­nı­lı­yor­du. Fa­kat XV. Yüz­yıl­da Mos­ko­va sok­ha­sı­nın Nov­go­rod’­da­ki­nin bü­yük­lü­ğün­de bir bi­rim ol­du­ğu gö­rü­lü­yor.785 Do­la­yı­sıy­la zi­ra­at ya­pı­lan yer­ler­de üç, her ha­lü­kâr­da bir sok­ha­da­ki as­ga­rî adam sa­yı­sı ola­rak dü­şü­nül­me­li­dir. Ai­le­le­ri ve ken­di­le­ri­ne ba­ğım­lı olan­lar­la bir­lik­te üç adam yir­mi ki­şi ka­dar­lık bir ­gru­bu mey­da­na ge­ti­rir­ler. Bu, bir ai­le ko­mü­nü­nün (“bü­yük ai­le”) ya­şa­dı­ğı bü­yük bir çift­li­ğe tekabül eder.

785S. Ve­se­lovsky, Sosh­noe pis­mo, 1 (Mos­ko­va, 1915), 43.

Vyk­ho­dun yıl­lık mik­ta­rın­dan kay­nak­la­rı­mız­da bah­se­dil­mez. Öde­me­ler 1360-70’ler­de Al­tın Or­du’­da­ki karışıklıklar es­na­sın­da ol­duk­ça azal­mış­tı. Tok­ta­mış es­ki mik­tar­la­ra ge­ri dö­nü­şü sağ­la­dı, ama onun dev­ril­me­sin­den son­ra vyk­hod mun­ta­za­man öden­me­di. Öden­me­yen ba­ki­ye Rus prens­le­ri­nin, en çok da Mos­ko­va gran­dü­kü­nün, ha­zi­ne­le­rin­de kal­dı. Vyk­hod ile il­gi­li ba­zı ra­kam­la­rı prens­le­rin va­si­yet­na­me­le­rin­de ve­ya prens­ler ara­sın­da­ki and­laş­ma­lar­da bu­lu­ruz, ama bu ra­kam­lar her pren­sin öde­me­ler­de­ki pa­yı­nı he­sap­la­mak için­dir­ ve vyk­ho­dun top­lam mik­ta­rı­nı gös­ter­mez­. Gran­dük Dmit­ri Dons­koy, 1389 yı­lı­nın Ni­san ve­ya Ma­yıs ayın­da ya­zı­lan va­si­yet­name­sin­de beş oğ­lun­dan her bi­ri­nin vyk­ho­dun her bir rub­le­si için ma­li­kâ­ne­le­rin­den top­la­ya­cak­la­rı dan’ mik­ta­rı­nı be­lir­le­miş­ti.786 Dmit­ri’­nin ku­ze­ni Ser­puk­hov pren­si Vla­di­mir ile yap­tı­ğı and­laş­ma­da (1389 yı­lı­nın Mart ayın­da) vyk­ho­dun her 5.000 rub­le­si­ne oran­tı­lı ola­rak Vla­di­mir’in pa­yı be­lir­len­miş­ti.787 Bu mik­tar I. Va­si­li’­nin Ser­puk­hov’­lu Vla­di­mir ile yap­tı­ğı and­laş­ma­da tek­rar­lan­mış­tır (1390).788 Ay­nı prens­le­rin ara­sın­da­ki baş­ka bir and­laş­ma­da (1401 ve­ya 1402 yı­lın­da) prens­ler ara­sın­da he­sap gör­me­de baz ola­rak 7.000 rub­le alın­mış­tır.789 Prens Vla­di­mir’in va­si­yet­na­me­sin­de (bu da 1401 ve­ya 1402 yı­lın­da ya­zıl­mış­tı) 5.000 ra­ka­mın­dan yi­ne bah­se­dil­mek­te­dir.790 Zve­ni­go­rod ve Galiç pren­si Yu­ri’­nin va­si­yet­name­sin­de (1433) 7.000 ra­ka­mı bir da­ha gö­rül­mek­te­dir.791 Bu ra­kam­lar­dan hiç­bi­ri­nin vyk­ho­dun ta­ma­mı­nı gös­ter­me­di­ği açıktır.

786DDG, s. 35-36.

787Age., s. 31.

788Age., s. 38.

789Age., s. 44.

790Age., s. 49.

791Age., s. 74.

Yak­la­şık ola­rak bi­le ol­sa vyk­ho­dun top­lam meb­la­ğı­nı tah­min et­me­nin müm­kün olan ye­gâ­ne yo­lu, Tok­ta­mış’ın 1384 yı­lın­da tes­bit et­ti­ği ver­gi ora­nı­nı te­mel ola­rak al­mak­tır. O ta­rih­te dan’ çift­lik, yâ­ni sok­ha ba­şı­na ve­ya yir­mi ka­dar ki­şi için bir pol­ti­na (ya­rım gü­müş rub­le) ola­rak top­la­nı­yor­du.792 Mo­ğol­la­rın te­sis et­ti­ği hal­kın ra­kam­sal tak­si­ma­tı­nın he­sa­bıy­la sok­ha de­si­ato­kun on­da bi­ri ola­rak ka­bul edi­le­bi­lir. Bir t’­ma­da en azın­dan 10.000 çift­li­ğe (ve­ya sok­ha­ya) tekabül eden 1.000 de­si­at­ki var­dı. Sok­ha ba­şı­na ya­rım rub­le­den bi t’­ma ba­şı­na 5.000 gü­müş rub­le top­la­nı­yor de­mek­tir.793 Bu ra­kam her t’­ma­dan is­te­nen mik­tar ola­rak gö­rü­le­bi­lir.794 Şa­yet da­ha faz­la top­la­nır­sa faz­la­lık gran­dü­kün ha­zi­ne­si­ne gi­di­yor­du; şa­yet da­ha az top­la­nır­sa gran­dük bu­nu öbür t’mi­nin faz­la­lı­ğın­dan kar­şı­la­mak ve­ya ken­di ce­bin­den öde­mek zo­run­day­dı. Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nı (Tok­ta­mış za­ma­nın­da) 17 t’mi sa­yar­sak, Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın 1384 yı­lın­da öde­di­ği top­lam dan’ ola­rak 85.000 gü­müş rub­le ra­ka­mı­na ula­şı­rız. Şa­yet di­ğer Do­ğu Rus­ya gran­dü­ka­lık­la­rı da ay­nı oran­da ödü­yor­lar­sa Ri­azan’ın 10.000, Nijni Nov­go­rod ve Tver’in 25.000’er rub­le öde­miş ol­ma­la­rı ge­re­kir. Bü­yük Nov­go­rod ha­riç ol­mak üze­re Do­ğu Rus­ya için top­lam mik­tar 145.000 rub­le olur. Tam­ga tah­si­la­tı­nı bu­na ilave et­mek ge­re­kir.

792Tri­nity, s. 427-428; Ni­kon, 11, 210.

7931400 yı­lı ci­va­rın­da Mos­ko­va’­da gü­müş griv­na (rub­le) 92 gram ge­li­yor­du; Bkz. G. B. Fe­do­rov, “Den­gi mos­kovs­ko­go kni­az­hest­va,” MIAS, 12 (1949), 157.

794Bu, muh­te­me­len prens­le­rin fer­man­la­rın­da bah­so­lu­nan “5.000 rub­le” ra­ka­mı­nın mana­sı­dır.

Nov­go­rod t’mi sis­te­mi­nin dı­şın­da ol­du­ğu için ay­nı baz üs­tün­den Bü­yük Nov­go­rod’un öde­di­ği mik­ta­rı tah­min et­mek zor­dur. Ha­nın Nov­go­rod’­dan el­de et­ti­ği ge­li­rin ana kay­na­ğı dan’ de­ğil (öden­di­ği dö­nem­ler­de) tam­ga ol­muş ol­ma­lı­dır. Dan’a ge­lin­ce, Nov­go­rod’un esas vi­la­yet­le­ri­nin beş t’mi ola­rak de­ğer­len­di­ril­di­ği­ni dü­şün­mek te­mâ­yü­lün­de­yim. Ver­gi­yi top­la­mak Nov­go­rod­lu­la­rın ken­di­le­ri­ne bı­ra­kıl­mış ol­mak­la be­ra­ber her vi­la­ye­tin bir t’­ma­ya tekabül et­ti­ği­ni dü­şün­mek on­la­ra da­ha ko­lay gel­miş ola­bi­lir. As­lın­da Nov­go­rod’­da­ki pi­atiny (beş­te bir)795 teşkilatı ni­haî şek­li­ni o za­man be­nim­se­nen de­ğer­len­dir­me sis­te­mi ile iliş­ki­li ola­rak Mo­ğol dö­ne­min­de al­mış­tı.

795Pi­atiny hakkında bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 204; K. A. Ne­vo­lin, “O pi­ati­nakh i po­gos­takh nov­go­rods­kikh,” ZRGO, 8 (1853); Na­so­nov, Russ­ka­ia zem­lia, s. 117-126.

IV.BÖLÜM
ALTIN ORDU’NUN ÇÖKÜŞÜ VE RUSYA’NIN YÜKSELİŞİ

1. İKİ RUSYA

I

XIV. Yüz­yı­lın ilk ya­rı­sın­da Al­tın Or­du re­fa­hı­nın zir­ve­si­ne ulaş­tı. Fa­kat Ber­di­bek Han’ın ölü­mün­den son­ra (1359) Or­da’­da yir­mi yıl ka­dar sü­ren uzat­ma­lı bir kriz baş­la­dı; han­la­rın oto­ri­te­si­ni bü­yük öl­çü­de yıp­rat­tı ve on­la­rın Rus­la­rın da da­hil ol­du­ğu ha­raç­gü­zâr halk­lar üs­tün­de­ki kont­ro­lü­nü yık­tı. Rus­lar, du­rum­dan ya­rar­lan­dı­lar ve ba­ğım­sız­lık­la­rı­nı el­de et­me­ye te­şeb­büs et­ti­ler. Ba­tı­da Lit­van­ya gran­dü­kü­nün ön­der­li­ğin­de ev­vel­ce Mo­ğol­la­rın iş­gal et­tik­le­ri top­rak­la­rın bü­yük bir kıs­mı­nı ye­ni­den ele ge­çir­di­ler ve hat­ta bir sü­re için Ka­ra­de­niz’e ulaş­tı­lar. Do­ğu­da Mos­ko­va gran­dü­kü­nün em­rin­de ra­kip han­lar­dan o sı­ra­da en güç­lü gö­rü­ne­ni­nin or­du­su­nu ağır bir mağ­lu­bi­ye­te uğ­rat­ma­ya mu­vaf­fak ol­du­lar.

Bu dö­nem­de iki bü­yük dev­le­tin, Ba­tı Rus­ya’­nın kay­nak­la­rı­nı kont­rol eden Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğı ile Do­ğu Rus­ya’­nın gi­de­rek bü­yü­yen önem­li bir kıs­mı­nı kont­rol eden Mos­ko­va (is­men Vla­di­mir) gran­dü­ka­lı­ğı­nın teş­ki­li Rus­ya ta­ri­hin­de çok bü­yük öne­mi olan bir hu­sus­tur. Bu­nun so­nu­cu Rus top­rak­la­rı­nın Lit­van­ya ile Mos­kof­ya ara­sın­da tak­si­mi ol­du. Ni­ha­ye­tin­de Lit­van­ya ile Le­his­tan’ın bir­leş­me­sin­den do­la­yı Le­his­tan ile Mos­ko­va ara­sın­da uzun boy­lu bir ça­tış­ma mey­da­na ge­le­cek­ti. Si­ya­sî bölün­me sos­yal ve kül­tü­rel de­ği­şik­lik­ler­le vur­gu­lan­mış­tı ve ev­vel­ce birleşik olan Rus mil­le­ti­nin gi­de­rek üç hal­ka -do­ğu­da Bü­yük Rus­lar (şim­di sa­de­ce Rus den­mek­te­dir), ba­tı­da Kü­çük Rus­lar (Uk­rayn­lar) ve Be­yaz Rus­lar (Be­lo­rus­lar)- bölün­me­si­ne bü­yük öl­çü­de kat­kı­da bu­lun­muş­tu. Fa­kat uzun bir sü­re her üç ko­lun hal­kı ken­di­le­ri­ne sa­de­ce Rus de­me­ye de­vam et­ti­ler.

Ba­tı ve Do­ğu Rus­ya’­nın si­ya­sî bölün­me­si kıs­men Mo­ğol han­la­rı­nın ba­tı­da Rus­la­ra Le­his­tan ve Lit­van­ya’­nın ya­yıl­ma­la­rı­na kar­şı ye­te­rin­ce ko­ru­ma sağ­la­ma­yı ba­şa­ra­ma­ma­la­rı­nın so­nu­cuy­du. Hem Ba­tı hem Do­ğu Rus­ya han­la­rın kont­ro­lü al­tın­da ol­duğu sü­re­ce her iki­si de ay­nı si­ya­sî ya­pı­nın, Al­tın Or­du’­nun bir par­ça­sıy­dı­lar. Fa­kat No­gay’ın dev­ril­me­sin­den son­ra Al­tın Or­du han­la­rı Ba­tı Rus­ya’­da­ki mülk­le­ri­nin du­ru­mu­na Do­ğu Rus­ya üze­rin­de­ki kont­rol­la­rın­dan da­ha az dik­kat edi­yor­lar­dı. Uz­beg 1340 yı­lın­da Ga­liç­ya’­yı Le­his­tan kra­lı Bü­yük Ca­si­mir’in sal­dı­rı­sın­dan ko­ru­ma­yı ge­rek­li gö­rür­ken, ha­le­fi Ca­ni­beg 1349 yı­lın­da Ca­si­mir’in Ga­liç­ya’­ya ikin­ci ham­le­si­ni ber­ta­raf ede­me­di, sa­de­ce Lit­van pren­si Lu­bart’ın Leh­le­ri Volinya’­dan at­ma­sı­na yar­dım­cı ol­du. Fa­kat Lu­bart res­men ha­nın tâ­bi­si ol­ma­sı­na rağ­men, as­lın­da bü­yü­yen Lit­van­ya dev­le­ti­nin men­fa­at­le­ri­ni tem­sil edi­yor­du ve po­tan­si­yel ola­rak Mo­ğol­la­rın has­mıy­dı. Böy­le­ce Ba­tı Rus­ya’­da Mo­ğol ik­ti­da­rı­nın 1349 yı­lın­da yı­kıl­ma­ya baş­la­dı­ğı­nı söy­le­ye­bi­li­riz. Al­tın Or­du’­da karışıklıklar baş­la­dık­tan he­men son­ra Lit­van­ya gran­dü­kü Ol­gerd Ki­yef ve Po­do­lya üze­rin­de kont­rol te­sis et­mek ama­cıy­la Mo­ğol­la­ra kar­şı ba­şa­rı­lı bir se­fer baş­lat­tı. İler­le­me­si sa­de­ce za­yıf bir di­re­niş­le kar­şı­laş­tı ve 1363 yı­lın­da Bug neh­ri­nin ağ­zı­nın ya­kın­la­rın­da­ki Ma­vi Su­lar’­da (Si­nei Vody) üç Mo­ğol pren­si­nin kuv­vet­le­ri­ni mağ­lup et­ti ve Ka­ra­de­niz sa­hil­le­ri­ne ulaş­tı.796

796Spu­ler, s. 116-117.

Ol­gerd’in ha­lef­le­ri, Ka­ra­de­niz ile bağ­lan­tı­yı kay­bet­mek­le be­ra­ber, Ol­gerd’in ölü­mün­den son­ra oğ­lu Ki­yef pren­si Vla­di­mir’in ha­nın met­bu­lu­ğu­nu ta­nı­mak ve ona ha­raç öde­mek zo­run­da kal­ma­sı­na rağ­men, hem Ki­yef’i hem Po­do­lya’­yı el­le­rin­de tut­tu­lar. Her ha­lü­kâr­da Ba­tı Rus­ya’­nın büyük kısmı Mo­ğol­lar­dan kur­ta­rıl­mış­tı. On­la­rın oto­ri­te­si­nin ye­ri­ni şim­di Lit­van­ya ve Le­his­tan’ın­ki al­mış­tı. Mo­ğol­la­rın Do­ğu Rus­ya üze­rin­de­ki met­bu­lu­ğu da­ha bir yüz­yıl ka­dar sü­re­cek­ti. Bu, Do­ğu (ve­ya Bü­yük) ve Ba­tı (Kü­çük ve Be­yaz) Rus­ya’­nın ta­ri­hî ge­li­şi­min­de­ki fark­la­rı vur­gu­la­mak­ta ken­di ba­şı­na baş­ka bir âmil­di.

Bu ad­la­ra ge­lin­ce Kü­çük Rus­ya (Ma­la­ya Rus’, son­ra­dan Ma­lo­ros­si­ya den­miş­tir) XIII. Yüz­yı­lın son­la­rın­da ve­ya XIV. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da ne­şet et­miş gö­rü­nü­yor. 1303 yı­lın­da Cons­tan­ti­nop­le pat­ri­ği kral I. Yu­ri’­nin ıs­ra­rı üze­ri­ne Galiç’­de bir met­ro­po­lit­lik ma­ka­mı­nı te­sis et­me­yi ka­bul et­ti ve bu gö­re­ve ge­ti­ri­len din ada­mı­na Kü­çük Rus­ya (Rum­ca Mıxgà ‘Rwşia; Latin­ce Rus­sia Mi­nor) met­ro­po­li­ti ün­va­nı ve­ril­di.797 Ona Galiç’in ya­nı sı­ra aşa­ğı­da­ki pis­ko­pos­luk­lar bağ­lıy­dı­lar: Volinya’­da­ki Vla­di­mir, Kholm, Pe­remyshl, Lutsk ve Tu­rov. Böy­le­ce Kü­çük Rus­ya adı bu dö­nem­de Ga­liç­ya, Volinya ve Tu­rov ül­ke­si için kul­la­nıl­dı. Bu­nun sa­de­ce di­nî me­se­le­le­re mü­te­al­lik ol­ma­dı­ğı, si­ya­sî bir mana da ka­zan­dı­ğı II. Yu­ri’­nin ken­di­si­ni “Kü­çük Rus­ya Dü­kü” (Dux Rus­si­ae Mi­no­ris) ola­rak ad­lan­dır­dı­ğı fer­man­la­rın­dan (1335’te çı­ka­rıl­mış­lar­dı) bel­li­dir.798

797Moszyński, 2, 1552. Galiç pis­ko­pos­lu­ğu­nun ih­da­sı hakkında bkz. Go­lu­binsky, 2, 100-101; Hrus­hevsky, 3, 112-113.

798Hrus­hevsky, 3, 137, dip­not 2; Moszyński, 2, 1552.

“Be­yaz Rus­ya” (Rus­ça Be­la­ya Rus’, son­ra­dan Be­lo­rus­si­ya; Leh­çe Bi­ala Ruş adı­nın men­şei açık de­ğil­dir.799 Onu er­ken Sar­mat dö­ne­mi ile iliş­ki­len­dir­mek çe­ki­ci gel­mek­te­dir. Bil­di­ği­miz üze­re Er­ken Or­ta Çağ’­da Ga­liç­ya’­ya yer­le­şen bir Sar­mat-Slav ka­bi­le­si IX. Yüz­yıl­da Çin renk sis­te­mi­ne gö­re Ba­tı Hor­va­ti­yan­la­rı mana­sı­na ge­len Be­yaz Hor­va­ti­yan­lar adıy­la ta­nı­nı­yor­lar­dı. Baş­ka bir Ba­tı Sar­mat ka­bi­le­si­nin er­ken dö­nem­de Yu­ka­rı Din­ye­per böl­ge­si­ne gel­miş ol­ma­sı müm­kün­dür. Sar­mat­la­rın Alan ­gru­bu­nun bir ko­lu­nun Be­yaz­lar (Aor­si) ve­ya Be­yaz Alan­lar (Ala­nor­si) ola­rak bi­lin­dik­le­ri ha­tır­la­na­cak­tır.800 Fa­kat Be­yaz Rus­ya adı­nın Sar­mat men­şe­li ol­du­ğu­na da­ir bir hi­po­te­zi des­tek­le­ye­cek ke­sin bir ipu­cu yok­tur. Ay­rı­ca adı “Ka­ra Rus­ya” (Cher­na­ya Rus’, Ruş Czar­na), Lit­van­la­rın Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğı­nın teş­ki­li­nin er­ken bir dö­ne­min­de iş­gal et­tik­le­ri bir yö­re ile bir­lik­te tır­nak içi­ne al­mak ge­re­kir.801 Bu iki ad ono­mas­tik bir çift teş­kil et­miş­se ben­zi­yor­lar ve bu yüz­den bir­lik­te in­ce­len­me­le­ri ge­re­kir. Bu te­rim­le­ri di­nî geç­miş­le­ri­nin ışı­ğı al­tın­da izah et­me ih­ti­ma­lin­den en azın­dan Be­yaz Rus­ya için folk­lo­ris­tik ede­bi­yat­ta bah­se­dil­miş­ti. “Be­yaz Rus­ya” adı­nın gü­ya Slav­la­rın put­pe­rest­lik dö­ne­mi tan­rı­la­rın­dan bi­ri olan Be­yaz Tan­rı (Bel­bog) kül­tü ile iliş­ki­li ol­du­ğu ile­ri sü­rül­müş­tür.802 Slav mi­to­lo­ji­le­rin­de za­man za­man bir Ka­ra Tan­rı’­dan (Cher­no­bog) da bah­se­dil­miş­tir; Be­yaz Rus­ya’­ya ol­du­ğu gi­bi bir yak­la­şım­la Ka­ra Rus­ya’­yı Ka­ra Tan­rı kül­tü­nün sa­ha­sı ola­rak gör­me­miz ge­re­kir. Fa­kat Bel­bog ve Cher­no­bog de­nen tan­rı­la­rın otan­tik­li­ği sor­gu­la­na­bi­lir.

799Bkz. Moszyński, 2, 1551; N.P. Va­kar, “The Na­me ‘White Rus­si­a’”, ASEER; 8 (1949), 201-213.

800Be­yaz Hor­vat­lar (Be­yaz Hır­vat­lar) hakkında bkz. An­ci­ent Rus­sia, s. 167, 321; F. Dvor­nik, The Ma­king of Cent­ral and Eas­tern Eu­ro­pe (Lond­ra, Po­lish Re­se­arch Cen­ter, 1949), s. 266-267, 283-285, 291-292. aor­si’­ler hakkında bkz. An­ci­ent Rus­sia, s. 82, 87-89.

801Ka­ra Rus­ya adı hakkında bkz. Moszyński, 2, 1552; yu­ka­rı­da bö­lüm 3, kı­sım 3, s. 155 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

802Va­kar (yu­ka­rı­da dip­not 4’te ol­du­ğu gi­bi), s. 204-205.

Sos­yal mü­na­se­bet­le­rin Slav­ca ter­mi­no­lo­ji va­sı­ta­sıy­la baş­ka bir yak­la­şım da öne sü­rül­müş­tür. Slav­ca “be­yaz” (bel­yi) ke­li­me­si­nin “hür” (mülk ba­kı­mın­dan “ver­gi­len­di­ril­me­yen”) ve “ka­ra” (chern­yi) ke­li­me­si­nin “hür ol­ma­yan” (“ver­gi­len­di­ri­len”) mana­sı­na gel­di­ği­ne işa­ret edil­miş­tir.803 Bu ba­kış açı­sı­na gö­re, hür Be­yaz Rus­ya’­ya kar­şı­lık Ka­ra Rus­ya’­ya er­ken bir dö­nem­de Lit­van­ya’­ya tâ­bi ol­du­ğu için böy­le den­miş ol­ma­lı­dır. Bil­di­ği­miz üze­re Be­yaz Rus­ya da Ka­ra Rus­ya’­dan an­cak kı­sa bir sü­re son­ra Lit­van­lar ta­ra­fın­dan ele ge­çi­ril­miş ol­du­ğu için bu te­ori ak­la ya­kın gö­zük­me­mek­te­dir. Baş­ka bir iza­ha gö­re ise, Ka­ra ve Be­yaz Rus­ya ad­la­rı­nı sâ­kin­le­ri­nin el­bi­se­le­ri­nin ren­gin­den al­mış­lar­dı. Bu en ya­kın ih­ti­mal ola­rak gö­zü­kü­yor, ama bel­ki çok sı­ra­dan­dır. Ay­rı­ca el­bi­se renk­le­rin­de­ki fark­lı­lı­ğın ta­ri­hî bir mana­sı ola­bi­lir.

803Moszyński, 2, 1552; Va­kar, s. 210.

Her şey söy­le­nip bit­tik­ten son­ra Be­yaz ve Ka­ra Rus­ya ad­la­rı­nın men­şe­inin ye­ter­li bir şe­kil­de bu­lun­du­ğu söy­le­ne­mez. Ye­ni bir tek­lif ola­rak, VIII. ve IX. Yüz­yıl­lar için­de Ku­zey­li­le­rin ba­tı­da Oder neh­rin­den do­ğu­da Dvi­na neh­ri­ne ka­dar Bal­tık De­ni­zi’­nin gü­ney ve do­ğu ke­sim­le­ri­ne dö­kü­len bü­tün ne­hir­le­rin hav­za­la­rı­na nü­fuz et­miş ol­duk­la­rı­nı işa­ret et­mek is­te­rim. Bil­di­ği­miz üze­re Ka­ra Rus­ya, Yu­ka­rı Ni­eman neh­ri hav­za­sın­da ve Be­yaz Rus­ya Dvi­na neh­ri ile (çav­lan­lar va­sı­ta­sıy­la) Yu­ka­rı Din­ye­per neh­ri­nin hav­za­la­rın­da bu­lun­mak­ta­dır­lar.804 Şim­di bu mü­na­se­bet­le İr­lan­da­lı va­ka­nü­vis­le­rin Vi­king­ler­den söz eder­ken Be­yaz Ya­ban­cı­lar (Finn­ga­ill) ve Ka­ra Ya­ban­cı­lar (Dubh­ga­ill) ara­sın­da ayı­rım yap­tık­la­rın­dan bah­set­mek ge­re­kir. Bu ge­nel­lik­le “sa­rı­şın Nor­veç­li­ler” ile “es­mer Da­ni­mar­ka­lı­lar” ara­sın­da­ki fark ola­rak ka­bul edil­miş­tir. Fa­kat T.D. Kend­rick bu ay­rı­mı “et­no­lo­jik de­ğe­ri açı­sın­dan sa­de­ce şüp­he­li” ola­rak telakki et­mek­te­dir.805 Ka­na­atim­ce fark, Vi­king­le­rin sa­çı­nın de­ğil de el­bi­se­le­ri­nin ve zırh­la­rı­nın ren­gi­ne is­ti­nat et­miş ol­ma­lı­dır. Ose­berg teks­til­le­rin­de be­yaz kal­kan­lı bir sa­vaş­çı tas­vir edil­miş­tir.806 Bil­di­ğim ka­da­rıy­la kay­nak­la­rı­mız­da İs­veç­li­le­re özel­lik­le at­fe­di­len bir ren­ge işa­ret eden hiç bir şey yok­tur. Ka­ra­lar ile Be­yaz­lar muh­te­me­len Vi­king­ler ara­sın­da­ki özel ­grup­lar­dı. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Ka­ra­lar Da­ni­mar­ka­lı­lar ara­sın­da ve Be­yaz­lar da Nor­veç­li­ler ara­sın­da yay­gın­dı­lar. Her iki ­grup İs­veç­li­ler ara­sın­da da mev­cut ol­muş ola­bi­lir­ler. Yu­ka­rı­da­ki mü­la­ha­za­la­rı te­mel ola­rak ala­rak Ka­ra Rus­ya di­ye bi­li­nen yö­re­nin bel­li bir dö­nem­de, di­ye­lim ki IX. Yüz­yıl­da Ka­ra Vi­king­ler ve Be­yaz Rus­ya de­nen yö­re­nin Be­yaz Vi­king­ler ta­ra­fın­dan kont­rol edil­dik­le­ri­ni dü­şün­mek te­mayü­lün­de­yim.

804Vi­king­le­rin gü­ney­do­ğu Bal­tık yö­re­sin­de ya­yıl­ma­la­rı hakkında bkz. T. J. Ar­ne, La Suède et l’Orient (Up­sa­la, 1914); B. Ner­man, Die Ver­bin­dun­gen zwischen Skan­di­na­vi­en und dem Ost­bal­ti­kum (Stock­holm, 1929); Age., “Swedish Vi­king Co­lo­ni­es on the Bal­tic”, ESA, 9 (1934), 357-380; F. Ba­lo­dis, “Ein Denk­mal der Wikingerzeit aus Sem­gal­len”, ESA, 9, 399-404; H. Ja­enic­hen, Die Wikinger im Weichsel- und Oder­ge­bi­et (Le­ip­zig, 1938); O. Sc­he­el, Die Wikinger (Stutt­gart, 1938), s. 194-209; M. Wasmer, “Wikingerspuren bei den Westslaven”, ZOG, 6 (1932), 1-16; Age., “Wikingerspuren in Russ­land”, AWB, 24 (1931), 3-28.

805T.D. Kend­rick, A His­tory of the Vi­kings (Lond­ra, Met­hu­en & Co., 1930), s. 275.

806Be­nim Ka­ra ve Be­yaz Vi­king­le­re olan il­gim Jo­han­nes Bro­ens­ted’in 27 Ekim 1948’de Ya­le Art Gal­lery’­de ver­di­ği “The Vi­kings in Eu­ro­pe” kon­fe­ran­sı ile teş­vik edil­di. Be­yaz kal­kan­lı Vi­king res­mi için bkz. Bjorn Ho­ugen, “Ose­berg­fun­nets bil­le­dev”, Vi­king, 4 (1940), 104. Ba­na bu ya­yı­nı ha­ber ve­ren Ha­rald Ing­holt’a ve ta­le­bim üze­ri­ne Avery Lib­rary, Co­lum­bia Üni­ver­si­te­sin­de­ki kop­ya­sı­nı in­ce­le­yen ve be­nim için bir fo­to sta­tı­nı (ne­ga­ti­fe lü­zum kal­ma­dan doğ­ru­dan çe­ki­len fo­toğ­raf) yap­tı­ran Miss Alexandra Kalmykow’a mü­te­şek­ki­rim.

“Bü­yük Rus­ya” (Ve­li­ka­ya Rus’, son­ra­dan Ve­li­ko­ros­si­ya) adı ilk de­fa Bi­zans im­pa­ra­to­ru John Kan­ta­ku­zen’in 1347 yı­lın­da Galiç met­ro­po­lit­li­ği ma­ka­mı­nın lağ­vı­nı teyit et­mek için Volinya pren­si Lu­bart’a gön­der­di­ği fer­man­da gö­rü­lür. İm­pa­ra­tor, “Bü­yük ve Kü­çük bü­tün Rus­ya’­da bir met­ro­po­lit, Ki­yef met­ro­po­li­ti ola­cak­tır” hük­mü­nü ver­miş­ti.807 XVII. Yüz­yı­lın or­ta­sın­da Mos­ko­va ça­rı Alexei’in (Ro­ma­nov ha­ne­da­nın­dan ikin­ci çar) Rus­ya’­nın üç adı­nı da ün­va­nı­na da­hil ede­rek res­mî­leş­tir­di­ği ilave edil­me­li­dir; “Bü­yük ve Kü­çük ve Be­yaz bü­tün Rus­ya­la­rın ça­rı” (1654).

807RIB, 6, Suppl. No. 6, s. 30.

II

Mos­kof­ya’­da ya­vaş ya­vaş çar­la­rın mer­ke­zî otok­ra­si­si te­sis edil­di. Bu­nun ak­si­ne Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğın­da so­nun­da bir aris­tok­ra­tik re­jim or­ta­ya çık­tı. Gran­dü­ka­lık, var olu­şu­nun er­ken dö­nem­le­rin­de bi­le mer­ke­zî bir dev­let de­ğil­di ve aksine gran­dü­kün as­ke­ri li­der­li­ği al­tın­da­ki bir si­ya­sî fe­de­ras­yon­du. O fe­de­ras­yon Men­dovg’un hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da­ki baş­lan­gı­cın­dan be­ri hem Lit­van hem Rus ül­ke­le­ri­ni ih­ti­va et­miş­ti. Gedimin’in hü­küm­dar­lı­ğı es­na­sın­da Be­yaz Rus­ya’­nın ta­ma­mı ile Uk­ray­na’­nın ba­zı kı­sım­la­rı Lit­van­ya gran­dü­kü­nün oto­ri­te­si­ni ka­bul edi­yor­lar­dı. Ol­gerd za­ma­nın­da o oto­ri­te bil­di­ği­miz gi­bi Le­his­tan’ın ele ge­çir­di­ği Ga­liç­ya ha­riç ol­mak üze­re Uk­ray­na’­nın ta­ma­mı­na şa­mil ol­muş­tu.

Be­yaz Rus­ya’­nın Lit­van­ya ta­ra­fın­dan si­ya­sî özüm­sen­me sü­re­cin­de bir çok ma­hal­lî Rus pren­si ile bo­yar­la­rın ek­se­ri­si mülk­le­ri­ni el­le­rin­de tut­tu­lar. Fa­kat Ki­yef ve Volinya gi­bi bü­yük prens­lik­ler Gedimin’in so­yun­dan ge­len Lit­van prens­le­ri­ne tah­sis edil­miş­ti. As­lı­na ba­kı­lır­sa 1240 yı­lın­da Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan tah­rip edil­dik­ten son­ra Ki­yef yıl­lar bo­yun­ca on­la­rın doğ­ru­dan kont­ro­lü al­tın­da kal­mış­tı ve XIV. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da Mo­ğol­lar bir Rus pren­si­nin Ki­yef’­te hü­küm sür­me­si­ne mü­sa­ade et­tik­le­ri za­man önem­siz prens­ler­den bi­ri­ni (muh­te­me­len Çernigov ha­ne­da­nın­dan) seç­miş­ler­di. Ki­yef’­te prens­le­rin tah­ta çı­kı­şı­nın es­ki ge­le­ne­ği­nin bu şe­kil­de yı­kıl­mış ol­ma­sı hu­su­su, Ol­gerd’in oğul­la­rın­dan bi­ri­ni (Vla­di­mir’i) Ki­yef pren­si yap­ma­sı­nı ko­lay­laş­tır­mış­tı. Volinya’­ya ge­lin­ce es­ki Ro­man (Da­ni­el’in ve Va­sil­ko’­nun ba­ba­sı) hü­küm­dar ai­le­si­ne men­sup kim­se kal­ma­dı­ğı için Gedimin’in oğ­lu Lu­bart’ın ge­ti­ril­me­si­ne iti­raz ba­his mev­zu ola­maz­dı; ay­rı­ca, ev­vel­ce bah­so­lun­du­ğu üze­re, ka­rı­sı ta­ri­kiy­le es­ki hü­küm­dar ai­le­si ile bir de­re­ce ak­ra­ba­lık id­di­asın­da bu­lu­na­bi­lir­di.

Lit­van­ya gran­dük­le­ri da­ha çok Rus ül­ke­si­ni mülk­le­ri­ne da­hil edin­ce hiç bir ge­le­nek­sel Rus sos­yal ve si­ya­sî mü­es­se­se­si­ne do­kun­ma­dı­lar. Rus di­li ve “Rus inan­cı”na hiç bir şe­kil­de el­len­me­di. Ak­si­ne Rus me­de­ni­ye­ti­nin nü­fu­zu asıl Lit­van­ya’­ya ya­yıl­dı. Me­se­la Lit­van di­lin­de­ki ki­li­se ve ki­li­se iş­le­ri­yle ilgili bir çok ke­li­me Rus­ça­dan alın­mış­tı.808 XIV. Yüz­yıl­da Lit­van­la­rın ana küt­le­si hâ­lâ put­pe­rest­ken, bir çok Lit­van pren­si, özel­lik­le de ka­rı­la­rı Rus asıl­lı olan­lar, Rum Or­to­doks ol­muş­lar­dı. Ol­gerd’in si­ya­sî se­bep­ler­den do­la­yı han­gi inan­ca men­sup ol­du­ğu­nu if­şa et­me­me­ye iti­na gös­ter­me­si­ne rağ­men, onun Rum Or­to­doks ol­du­ğu­nu dü­şün­mek için se­bep var­dır; Ya­ga­ilo gi­bi ba­zı­la­rı si­ya­sî se­bep­ler­den do­la­yı son­ra­dan Ro­ma Ka­to­lik­li­ği­ne kay­sa­lar da Ol­gerd’in bü­tün oğul­la­rı giz­le­mek­si­zin Rus inan­cı­nı ka­bul et­miş­ler­di. Rus te­si­ri, Lit­van ida­re­si­ne şe­kil ver­mek­te de güç­lüy­dü. Gran­dü­kün mül­kü­nün nü­ve­si­ni teş­kil eden Vil­no ve Tro­ki prens­lik­le­rin­de çe­şit­li ida­re­ci­le­rin gö­rev­le­ri­ni be­lirt­mek için go­rod­niçi (şe­hir baş­ka­nı), ti­vun (yar­gıç), ko­nyuşi (im­ra­hor) gi­bi Rus­ça te­rim­ler kul­la­nı­lı­yor­du. Sos­yal mü­na­se­bet­ler sa­ha­sı­na ge­lin­ce Rus­ça “bo­yar” te­ri­mi Lit­van­ya’­ya gir­miş­ti,809 yal­nız so­nun­da ora­dan bi­raz fark­lı bir mana al­mış­tı. Da­ha da önem­li olan hu­sus, Rus di­li­nin gran­dük­le­rin kan­çı­lar­ya­sı­nın ana di­li ol­ma­sı hu­su­suy­du. Çok son­ra­la­rı bi­le, XVI. Yüz­yıl­da res­mî do­kü­man­lar­da Rus­ça­nın ye­ri­ni bü­yük öl­çü­de Latin­ce al­dı­ğı za­man Lit­van­ya Ka­nun­nâ­me­si (ilk de­fa 1529 yı­lın­da ya­yın­lan­mış­tı) Rus­ça (Es­ki Be­lo­rus­ça) ola­rak der­len­miş­ti. As­lın­da o, bü­tün gran­dü­ka­lık için ge­çer­li kı­lı­nan bir Rus ka­nun­nâ­me­siy­di.

808Bkz. A. Senn. “No­tes on Re­li­gi­ous Folk­lo­re in Lit­hu­ania”, Sla­vic Stu­di­es, A. Ka­un ve E. J. Sim­mons, edi­tör­ler (It­ha­ca, Cor­nell Uni­ver­sity Press, 1943), s. 164-165; 174-175.

809Li­ubavsky, s. 41.

Lit­van­lar kar­şı ko­nu­la­maz cen­gaver­ler ol­mak­la be­ra­ber gran­dü­kün Rus ta­bâ­sı da or­du­da ön­de ge­len bir rol oy­na­dı­; özel­lik­le ül­ke­nin bü­yü­me­si­nin baş­lan­gıç dö­ne­min­de Rus­lar Lit­van­ya or­du­su­nun teşkilat­lan­ma­sı­na çok bü­yük kat­kı­da bu­lun­du­lar. Dus­burg’­lu Pe­ter ve Mar­burg’­lu Wigand gi­bi Al­man va­ka­nü­vis­le­rin şa­ha­de­ti­ne gö­re, Rus­lar, Lit­van­ya’­nın Tö­ton şö­val­ye­le­ri­ne kar­şı mü­ca­de­le­si­ne fa­al bir şe­kil­de ka­tıl­dı­lar.810 Ye­ni Lit­van­ya dev­le­ti­ne kar­şı Tö­ton teh­di­di XIV. Yüz­yıl bo­yun­ca sür­dü ve bu yön­den ge­len teh­li­ke­yi kar­şı­la­mak için Lit­van­ya gran­dük­le­ri bü­yük ener­ji sar­fet­mek zo­run­da kal­dı­lar. Gran­dük Ol­gerd ile kar­de­şi Ke­is­tut (Kes­tu­tis) ara­la­rın­da an­la­şa­rak her bi­ri özel bir gö­rev üst­len­di. Bü­yük bir as­ke­rî ön­der olan Ke­is­tut, şö­val­ye­le­re kar­şı mü­ca­de­le­yi yö­net­me­ye gi­ri­şir­ken kur­naz bir po­li­ti­ka­cı olan Ol­gerd dik­ka­ti­ni Rus ve Leh me­se­le­le­ri üze­ri­ne yo­ğun­laş­tır­mak­ta ser­best kal­dı.811

810Dus­burg, SSRP, 1, 162, 284, 287; Wigand, SSRP, 2, 454-455, 475. An­to­no­vich, Mo­nog­ra­fii, s. 40-41 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

811Ol­gerd ve Ke­is­tut’un de­rin­le­me­si­ne bir tah­li­li için bkz. An­to­no­vich, Mo­nog­ra­fii, s. 83-93.

Ol­gerd’in ölü­mün­den son­ra (1377) oğ­lu Ya­ga­ilo (Lit­van­ca Jo­ga­ila; Leh­çe Jo­gi­el­lo) mu­ha­le­fet ol­ma­sı­na rağ­men gran­dük ola­rak ka­bul edil­di. Fa­kat çok geç­me­den Ke­is­tut ile Ya­ga­ilo ara­sın­da anlaşmaz­lık çık­tı. Ya­ga­ilo am­ca­sı­nı hi­le ile ele ge­çi­rip Kre­vo ka­le­sin­de giz­li­ce boğ­dur­du (1381). Ke­is­tut, Lit­van­la­rın, özel­lik­le de es­ki eko­le men­sup olan­la­rın po­pü­ler bir kah­ra­ma­nı ol­du­ğu için (ölü­mü­ne ka­dar put­pe­rest ola­rak kal­mış­tı ve ce­se­di put­pe­rest­le­rin eski usul­le­ri­ne gö­re ya­kıl­mış­tı) ölü­mü acı bir et­ki bı­rak­tı ve bir çok nü­fuz­lu prens ve bo­yar ta­ra­fın­dan Ya­ga­ilo’­ya karşı şiddetli muhalefet yapılmasına yol açtı. Bu­na ilave­ten Ya­ga­ilo şim­di ül­ke­si­ni Tö­ton şö­val­ye­le­ri­ne kar­şı mü­da­faa et­me gö­re­vi­ni ken­di­si üst­len­mek zo­run­da kal­dı, bu­nun için de ye­te­rin­ce güç­lü ol­ma­dı­ğı gö­rül­dü. Ken­di­le­ri de şö­val­ye­ler­le mü­ca­de­le eden Leh­ler dip­lo­ma­tik bir ev­li­lik­le iki mil­le­tin kuv­vet­le­ri­ni bir­leş­tir­me­yi tek­lif edin­ce müş­kül du­rum­dan bir çı­kış yo­lu bu­lun­muş gö­zük­tü. Ya­ga­ilo, Le­his­tan kra­li­çe­si Hedwig (Jadwiga) ile ev­le­nip Lit­van­ya gran­dü­kü ola­rak kal­ma­sı­nın ya­nı sı­ra, Le­his­tan kra­lı ola­cak­tı. Ya­ga­ilo ve ön­de ge­len Lit­van­ya bo­yar­la­rı tek­li­fi ka­bul et­ti­ler ve 15 Ağus­tos 1385’te Ya­ga­ilo Kre­vo ka­le­sin­de bir­leş­me anlaşma­sı­nı hem ken­di na­mı­na hem gran­dü­ka­lı­ğın bü­tün ma­hal­lî prens­le­rinin adı­na im­za­la­dı, son­ra Ka­to­lik Ki­li­se­si­ne ka­bul edi­lip Vla­dis­lav (Wladyslaw) adı­nı al­dı.

1386’da tas­dik edi­len Kre­vo bir­li­ği bir ha­ne­dan bir­leş­me­sin­den ve­ya şah­sî bir­leş­me­den çok da­ha faz­la bir şey­di.812 Bu, Lit­van­ya’­nın ta­ma­men Le­his­tan’a en­teg­re ol­ma­sı de­mek­ti. Ro­ma Ka­to­lik­li­ği Lit­van­ya’­nın res­mî di­ni ola­cak­tı. Lit­van asil­zâ­de­le­ri de Ka­to­lik ol­duk­tan son­ra Leh asil­zâ­de­le­ri­nin bü­tün hak ve im­ti­yaz­la­rı­na sa­hip ola­cak­lar­dı. Bu son mad­de hem Lit­van hem Rus bo­yar­la­ra çok uy­gun gel­mek­le be­ra­ber Rus­lar Rum Or­to­doks Ki­li­se­si­nin hak­la­rı­nı tah­dit ede­cek her­han­gi bir te­şeb­bü­se he­men iti­raz et­ti­ler. Hem Lit­van­lar, hem de Rus­lar, gran­dü­ka­lı­ğın ay­rı bir dev­let ol­ma kim­li­ği­ni yı­ka­cak plana kar­şıy­dı­lar. Bu se­bep­ler­den do­la­yı kral Vla­dis­lav-Ya­ga­ilo Kre­vo bir­li­ği­nin şart­la­rı­nı te­ba­sı­na zor­la ka­bul et­tir­me­yi ba­şa­ra­ma­dı ve 1392 yı­lın­da mu­ha­le­fe­tin li­de­ri olan ku­ze­ni­ni, Ke­is­tut’un oğ­lu olan Vi­tovt’u (Lit­van­ca Vy­ta­utas; Leh­çe Witold) ken­di met­bu­lu­ğu al­tın­da ya­şa­dı­ğı sü­re­ce Lit­van­ya gran­dü­kü ola­rak ka­bul et­me­ye mec­bur kal­dı.

812Kre­vo bir­li­ği hakkında bkz. O. Ha­lec­ki, Dze­ie­je un­ji ja­gi­el­lons­ki­ej (Kra­kov, 1919), 1; Li­ubavsky, s. 45-53; I. I. Lap­po, Za­pad­na­ia Ros­si­ia I ee So­edi­ne­nie s Pols­hei (Prag, 1924), s. 100-106.

Leh-Lit­van bir­li­ği­nin uluslararası mü­na­se­bet­ler ala­nın­da­ki en önem­li se­me­re­si, birleşik Leh ve Lit­van-Rus bir­lik­le­ri­nin Tö­ton şö­val­ye­le­ri­ne kar­şı Do­ğu Prus­ya’­da­ki Tan­nen­berg’­de ke­sin bir za­fer ka­zan­ma­la­rı ol­du (1410). Üç yıl son­ra Le­his­tan ile Lit­van­ya ara­sın­da Go­rod­lo’­da ye­ni bir bir­lik and­laş­ma­sı im­za­lan­dı. Lit­van­ya’­yı Le­his­tan’a en­teg­re et­me pren­si­bi ye­ni­den ka­bul edil­mek­le be­ra­ber Vi­tovt’un ölü­mün­den son­ra Lit­van­ya­lı bo­yar­la­rın (pany) ve top­rak sa­hi­bi kü­çük asil­zâ­de­le­rin (sz­lach­ta) bir son­ra­ki gran­dük ola­rak Le­his­tan kra­lı­nın ka­bul ede­bi­le­ce­ği bir ada­yı se­çe­cek­le­ri hu­su­sun­da anlaşma­ya va­rıl­dı. Bu, ba­zı şek­lî tah­dit­ler ol­ma­sı­na rağ­men, pren­sip ola­rak ken­di gran­dük­le­ri­ni seç­mek hak­la­rı­nın ta­nın­dı­ğı mana­sı­na ge­li­yor­du. As­lın­da Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğı, ha­ya­tı­nın so­nu­na doğ­ru Do­ğu Av­ru­pa’­da­ki en güç­lü hü­küm­dar olan Vi­tovt za­ma­nın­da tam bir muh­ta­ri­ye­te sa­hip­ti.

III

Mos­ko­va’­dan Rus yıl­lık­la­rın­da ilk de­fa 1147 yı­lın­da bah­se­dil­miş­tir. O ta­rih­te Suz­dal pren­si I. Yu­ri’­nin ma­li­kâ­ne­le­rin­den bi­ri­nin et­ra­fın­da oluş­muş olan kü­çük bir ka­sa­bay­dı.813 Bir çok yıl son­ra o prens Mos­ko­va neh­ri­nin yük­sek kı­yı­sın­da Krem­lin’in nü­ve­si­ni teş­kil ede­cek olan bir hi­sar in­şa et­tir­di. Mo­ğol is­ti­la­sı za­ma­nın­da ka­sa­ba iyi­ce bü­yü­müş ol­ma­lı­dır, çün­kü gran­dük II. Yu­ri’­nin oğ­lu olan bir prens ta­ra­fın­dan ida­re edi­li­yor­du.

813Mos­ko­va şeh­ri­nin ta­ri­hi hakkında bkz. I. E. Za­be­lin, Is­to­ri­ia go­ro­da Moskvy (Mos­ko­va, 1905); Mosk­va v ee prosh­lom I nas­to­iashc­hem (Mos­ko­va, 1910-12), 12 cilt; “Ma­te­ri­aly I iss­le­do­va­ni­ia po ark­he­olo­gii Moskvy”, MIAS, 7 (1947) ve 12 (1949).

Mos­ko­va’­nın bü­yü­me­si 1238 yı­lın­da Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan tah­ri­bin­den he­men son­ra baş­la­dı. Ay­nı dö­nem­de Tver’in ge­liş­me­si gi­bi, bu, kıs­men Mo­ğol akın­la­rı­nın se­bep ol­du­ğu nü­fus kay­ma­sı­nın bir so­nu­cuy­du. Mo­ğol­la­rın Rus­ya’­ya ilk sal­dı­rı­la­rın­dan Mos­ko­va’­yı tah­rip edip Tver böl­ge­si­ni yağ­ma­la­ma­la­rı­na rağ­men Do­ğu Rus­ya’­nın or­ta ke­si­min­de­ki tah­ri­bat Suz­da­lia ve Ri­azan’­da ol­du­ğu ka­dar şü­mul­lü de­ğil­di. Mü­te­akip yıl­lar­da da Mos­ko­va ve Tver ge­nel­de Mo­ğol­la­rın te­dip se­fer­le­rin­den Suz­da­li­a’­dan da­ha az muz­da­rip ol­du­lar.

Fa­kat in­san­la­rın Mos­ko­va ve Tver yö­re­le­ri­ne akın et­me­si­ne sa­de­ce hü­cu­ma daha açık yö­re­le­re vâ­ki olan Mo­ğol teh­di­di sebep ol­ma­dı. Her iki şeh­rin ti­ca­ret için mü­sa­it ko­num­la­rı da bir âmil­di. İki­si de Yu­ka­rı Vol­ga ve Oka ne­hir­le­ri­nin ara­sın­da­ki böl­ge olan Rus “Me­zo­po­tam­ya­sı­nın” ba­tı kıs­mın­da bu­lun­mak­ta­dır­lar. Bu böl­ge, Rus ne­hir yol­la­rı sis­te­mi­nin mer­ke­zin­de yer al­mak­ta­dır: bir yan­dan Yu­ka­rı Vol­ga ve Oka ne­hir­le­ri­nin kol­la­rı onu Yu­ka­rı Din­ye­per neh­ri­nin kol­la­rı ile ir­ti­bat­lan­dır­mak­ta­dır, di­ğer yan­dansa Yu­ka­rı Oka ile kol­la­rı Do­nets ve Don ne­hir­le­ri­nin yu­ka­rı ke­sim­le­ri ile kol­la­rı­nın ya­kı­nın­da bu­lun­mak­ta­dır­lar.814 Tver, Vol­ga ile Tvert­sa ne­hir­le­ri­nin bir­bi­ri­ne ka­rış­tık­la­rı yer­de­dir ve Tvert­sa’­nın kay­nak­la­rı İl­men gölüne dö­kü­len Ms­ta neh­ri­nin kay­nak­la­rı­nın çok ya­kı­nın­da­dır­. Böy­le­ce Tver Nov­go­rod’­dan Vol­ga sis­te­mi­ne uza­nan ne­hir yo­lu­nun baş­lan­gı­cın­da yer al­mak­ta­dır.

814Bkz. R. J. Ker­ner, The Ur­ge to the Sea (Ber­ke­ley Uni­ver­sity of Ca­li­for­nia Press, 1943), s. 35-38, 107-114.

Kli­uc­hevsky, meş­hur Co­ur­se of Rus­si­an His­tory’­si­nin815 21. bö­lü­mün­de -ki bu bö­lü­me ger­çek bir kla­sik de­ne­bi­lir- Mos­ko­va’­nın Shos­ha neh­ri (Vol­ga’­nın bir ko­lu) ve La­ma neh­ri (Shos­ha’­nın bir ko­lu) yu­ka­rı­sı ve son­ra kı­sa bir çav­lan­la İst­ra ve Mosk­va ne­hir­le­ri­nin aşa­ğı­sı­na ka­dar Yu­ka­rı Vol­ga ile Yu­ka­rı Oka ara­sın­da­ki ile­ti­şi­min iç hat­tı­na hâ­kim ol­ma­sı hu­su­su­nun öne­mi­ne işa­ret et­miş­tir. Bu ne­hir yo­lu­nun öne­mi Yu­ka­rı Vol­ga ile Mos­ko­va ara­sın­da ya­rı yol­da­ki Vo­lo­ko­lamsk (La­ma Çav­la­nı) şeh­ri­nin er­ken­den bü­yü­me­si ile is­pat­lan­mış­tır. Tüc­car­lar Mos­ko­va’­dan yo­la çı­kıp Mos­ko­va neh­ri bo­yun­ca ko­lay­ca Oka neh­ri­ne ula­şa­bi­li­yor­du. İki neh­rin bir­bi­ri­ne ka­rış­tı­ğı yer­de Ko­lom­na şeh­ri bu­lu­nu­yor­du. Bu şeh­rin Mos­ko­va pren­si Da­ni­el ta­ra­fın­dan ar­zu­lan­dı­ğı­nı ve ni­ha­yet ele ge­çi­ril­di­ği­ni gör­müş­tük. XIV. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da Mos­ko­va ile Tver’in üs­tün­lük ya­rı­şın­da­ki şans­la­rı eşit gö­zük­müş ol­sa da, yüz­yı­lın son­la­rı­na doğ­ru Mos­ko­va’­nın ya­rı­şı ön­de gö­tür­dü­ğü­ne ve as­lın­da ka­zan­mak­ta ol­du­ğu­na da­ir hiç şüp­he ola­maz. Bu­nun se­bep­le­ri ne­ler­di?

815Kli­uc­hevsky, Kurs, 2, 3-27.

Image6723.PNG

Öncelikle Mos­ko­va’­nın “Me­zo­po­tam­ya” da­hi­lin­de­ki ile­ti­şi­min iç yol­la­rı­nın gö­be­ğin­de­ki ko­nu­mu­nun ona sa­de­ce ti­ca­ret­te bü­yük bir avan­taj ver­me­di­ği­ne, ay­rı­ca sa­vaş halinde çok bü­yük bir st­ra­te­jik öne­me sahip ol­du­ğu­na işa­ret et­mek ge­re­kir. Son­ra, ev­vel­ce söy­len­di­ği üze­re met­ro­po­lit Pe­ter za­ma­nın­da Mos­ko­va Rus­ya’­nın ru­ha­nî mer­ke­zi idi ve Tver prens­le­ri­nin met­ro­po­lit­lik ma­ka­mı­nı ken­di şe­hir­le­ri­ne nak­let­mek için bü­tün mü­te­akip te­şeb­büs­le­ri ba­şa­rı­sız kal­dı. Nov­go­rod’un defalarca Tver’­den zi­ya­de Mos­ko­va’­nın ta­ra­fı­nı tut­ma­yı ter­cih et­me­si de da­ha az önem­li de­ğil­di. Bu, kıs­men çok ya­kın kom­şu­la­rı olan Tver pren­si­nin ser­bes­tile­ri­ni or­ta­dan kal­dır­ma­ya da­ha mey­yal ol­ma­sın­dan ve şa­yet böy­le yap­mak is­ter­se Mos­ko­va pren­sin­den da­ha çok imkana sa­hip ol­ma­sın­dan kork­ma­la­rı ile izah edi­le­bi­lir. Böy­le­ce Tver ile Mos­ko­va ara­sın­da­ki ça­tış­ma­la­rın çoğunda Mos­ko­va Nov­go­rod’un des­te­ği­ne gü­ve­ne­bi­li­yor­du. Bu des­tek as­ke­rî ol­mak­tan zi­ya­de ma­lî idi. Mos­ko­va prens­le­ri Nov­go­rod’­dan mu­az­zam mik­tar­lar­da pa­ra al­dı­lar. Bu, sa­de­ce ha­zi­ne­le­ri­ni zen­gin­leş­tir­mek­le kal­ma­dı, ay­nı za­man­da ha­nın sa­ra­yın­da men­fa­at­le­ri­ni ko­ru­mak için de kul­la­nıl­dı.

Son ola­rak ve da­ha az önem­li ol­ma­yan hu­sus Mos­ko­va prens­le­ri­nin kay­nak­la­rı­nı ve avan­taj­la­rı­nı na­sıl kul­la­na­cak­la­rı­nı Tver’­de­ki­ler­den da­ha iyi bil­me­le­riy­di. Mos­ko­va prens­le­ri­nin şah­sî özel­lik­le­ri ba­kı­mın­dan Rus ta­rih ya­zı­mın­da iki fark­lı dü­şün­ce eko­lü var­dır. Pla­to­nov, on­la­rın kabiliyet­le­ri­ni ve kur­naz­lık­la­rı­nı Mos­ko­va’­nın yük­se­li­şin­de­ki önem­li bir âmil ola­rak vur­gu­lar.816 Di­ğer ta­raf­tan Kli­uc­hevsky on­la­rı ba­şa­rı­la­rı­nı mü­sa­it ta­ri­hî şart­la­ra borç­lu olan sı­ra­dan ki­şi­ler ola­rak gör­mek­te­dir. Ona gö­re III. İvan’­dan ön­ce hiç bir Mos­ko­va pren­si­nin ken­di­ne has be­lir­gin bir ki­şi­li­ği yok­tu; her bi­ri ay­nı ai­le ti­pi­nin sa­de­ce birer kop­ya­sıy­dı. “Hep­si o de­re­ce­de bir­bi­ri­nin ay­nıy­dı ki, bir göz­lem­ci za­man za­man ki­min İvan ki­min Va­si­li ol­du­ğu hu­su­sun­da te­red­düt eder.”817 Mos­ko­va prens­le­ri­nin kabiliyet­le­ri­ne ba­kıl­mak­sı­zın Kli­uc­hevsky’­nin “İvan­lar” ve “Va­si­li­ler”i müs­teh­zi bir şe­kil­de ta­nım­la­ma­sıy­la hem­fi­kir ol­mak zor­dur. As­lın­da, en azın­dan be­nim ka­na­ati­me gö­re he­men he­men her Mos­ko­va pren­si­nin onu di­ğer­le­rin­den ayırt eden bâ­riz özel­lik­le­ri var­dı. Atak ve sal­dır­gan III. Yu­ri’­ye ve sâ­kin ve sa­bır­lı kar­de­şi I. İvan’a ba­kın. “Ür­kek” II. İvan ile ce­sur ve di­na­mik oğ­lu Dmit­ri Dons­koy’u kar­şı­laş­tı­rın. Dmit­ri’­nin kur­naz bir dip­lo­mat olan oğ­lu I. Va­si­li ile onun gö­ze çar­pan kabiliyet­le­ri ol­ma­mak­la be­ra­ber şans­sız­lık­lar­dan yıl­ma­yan inat­çı ve se­bat­kâr bir hü­küm­dar olan oğ­lu II. Va­si­li ara­sın­da­ki far­ka dik­kat edin. Kli­uc­hevsky’­nin söz et­ti­ği ai­le ti­pi için­de bol mik­tar­da fark­lı­lık var­dı. Di­ğer ta­raf­tan Mos­ko­va prens­le­ri­nin ek­se­ri­si­nin iyi işa­dam­la­rı, mülk­le­ri­nin ve mal­la­rı­nın et­ki­li ida­re­ci­le­ri ol­duk­la­rı hu­su­sun­da hem­fi­kir ola­bi­li­riz. O, on­la­rın bu özel­li­ği­ni il­gi­le­rin­de dar gö­rüş­lü­lük ve dev­let adam­lı­ğı­nın ek­sik­li­ği ola­rak gör­mek­te­dir.

816S. F. Pla­ta­nov, Uc­heb­nik russ­koi is­to­rii (ye­ni bas­kı­sı Prag, 1924), 1, 103-104.

817Kli­uc­hevsky, Kurs, 2, 51 (Kli­uc­hevsky bir kaç sa­tır ön­ce Si­me­on ve Dmit­ri’­nin ad­la­rı­nı da bu mü­na­se­bet­le zik­re­der.).

As­lı­na ba­kı­lır­sa o dö­nem­de Rus prens­le­ri­nin si­ya­sî emel­le­ri, tâ­bi bir mil­le­tin dar ha­re­ket sa­ha­sın­da dö­nüp dur­mak zo­run­day­dı­. Ha­nın ida­re­si­ne kar­şı is­yan et­mek atak bir si­ya­set olur­du -aca­ba ya­pı­cı da olur muy­du?- Tver prens­le­ri bu­nu de­ne­miş­ler ve kay­bet­miş­ler­di. Mos­ko­va prens­le­ri­nin Al­tın Or­du’­da­ki kargaşa yılları dö­ne­mi­ne ka­dar Mo­ğol­la­rın oto­ri­te­si­ne bo­yun eğ­me­le­ri acı bir zo­run­lu­luk­tu. On­la­rın bu ba­kım­dan ata­la­rı Alexander Nevsky’­nin izin­den git­me­le­ri il­gi­le­ri­nin dar gö­rüş­lü­lü­ğü­nün de­ğil si­ya­sî basiretle­ri­nin de­li­li­dir. Ken­di­le­ri için zo­run­lu kıl­dık­la­rı han­la­ra sa­da­kat si­ya­se­ti ile si­ya­sî fa­ali­yet­le­ri tah­dit edil­miş ol­du­ğu için Mos­ko­va prens­le­ri ta­bi­atıy­la ik­ti­sa­dî fa­ali­yet­ler üze­rin­de yo­ğun­laş­tı­lar. Zen­gin­le­şe­rek ve mülk­le­ri­ne ye­ni şe­hir­ler ve böl­ge­ler ek­le­ye­rek ge­le­cek­te­ki bir is­yan için ge­rek­li olan kay­nak­la­rı top­la­dı­lar. Dmit­ri Dons­koy 1380’ler­de Mo­ğol­la­ra ba­şa­rıy­la di­re­niş için bir fır­sat gö­rün­ce dar­be­si­ni in­dir­mek­te te­red­düt et­me­di. Fa­kat Dmit­ri’­nin is­ya­nı­nın er­ken ol­du­ğu gö­rül­dü ve Mos­ko­va’­nın tam ba­ğım­sız­lık için kav­ga­sı bir ke­re da­ha er­te­len­di.

Mos­kof dev­le­ti­nin yük­sel­me­sin­de­ki rol­le­ri için Mos­ko­va prens­le­ri­ne iti­bar et­mek­le be­ra­ber ba­şa­rı­la­rı­nın bü­yük öl­çü­de hem bo­yar­la­rın hem ki­li­se­nin des­te­ğin­den kaynaklandığını unut­ma­ma­mız ge­re­kir. Mos­ko­va’­nın bü­yü­me­siy­le bir­lik­te git gi­de da­ha çok bo­yar Mos­ko­va ve Vla­di­mir gran­dü­kü­nün sa­ra­yı­nın ca­zi­be­si­ne ka­pıl­dı­lar, zi­ra on­la­ra hiz­met et­mek da­ha önem­siz prens­le­re hiz­met et­mek­ten ziyadesiyle kâr­lı ol­muş­tu. Bu­nun ya­nı sı­ra bir çok Lit­van ve Ba­tı Rus­ya pren­si ve bo­yar ne za­man yurt­la­rın­da­ki şart­lar­dan hoş­nut­suz olur­sa, Ol­gerd’in ölü­mün­den son­ra ve da­ha zi­ya­de Ya­ga­ilo’­nun Lit­van­ya’­yı zor­la Le­his­tan’a en­teg­re et­mek ve Ba­tı Rus­ya’­da Rum Or­to­doks Ki­li­se­si­nin hak­la­rı­nı tah­dit et­mek te­şeb­bü­sün­den son­ra Mos­ko­va’­nın yo­lu­nu tu­tu­yor­lar­dı.

2. ALTIN ORDU’DA BÜYÜK KARGAŞA VE MOSKOFLARIN İSYANI

I

Bü­yük Kargaşa (Rus­ça­da Ve­li­ka­ya Za­mi­at­nia) bir ai­le kav­ga­sı, Ca­ni­beg’in üç oğ­lu, Ber­di­beg, Kul­pa ve Nev­ruz (Rus kay­nak­la­rın­da Na­urus) ara­sın­da­ki bir ça­tış­ma ola­rak baş­la­dı. Ber­di­beg’in bü­yük bir ih­ti­mal­le ba­ba­sı­nı öl­dü­re­rek tah­ta çık­tı­ğı ha­tır­la­na­cak­tır.818 Şa­yet öy­ley­se kar­de­şi Kul­pa ile bir çok bü­yük asil­zâ­de­nin mü­te­akip mu­ha­le­fe­ti­ni an­la­mak müm­kün­dür. 1359 yı­lın­da Al­tın Or­du’­da Kul­pa’­nın yö­net­ti­ği bir sa­ray ih­ti­lâ­li ol­du; Ber­di­beg öl­dü­rül­dü ve Kul­pa han ilan edil­di. Kul­pa’­nın iki oğ­lu­nun Rus­ça ad­lar -Mikael ve İvan- ta­şı­dık­la­rı­nı kay­det­mek ge­re­kir; ilk ad Tver prens­le­ri ara­sın­da, ikin­ci ad Mos­ko­va prens­le­ri ara­sın­da po­pü­ler­di. Kul­pa’­nın her iki oğ­lu­nun Hristiyan ol­duk­la­rı­na hiç şüp­he yok­tur. Din de­ğiş­tir­me­le­ri, prens­le­rin ve bü­yük asil­zâ­de­le­rin Müs­lü­man ek­se­ri­ye­ti­ni ren­ci­de et­miş ve Ca­ni­beg’in en kü­çük oğ­lu Nev­ruz’un hem Kul­pa’­nın hem oğul­la­rı­nın kat­le­dil­di­ği baş­ka bir sa­ray ih­ti­lâ­li yap­ma­sı­na yar­dım et­miş ol­ma­lı­dır (1360 yı­lı ci­va­rın­da). Böy­le­ce Ca­ni­beg’in oğul­la­rı ara­sın­da­ki ça­tış­ma iki bü­yü­ğün ber­ta­raf edil­me­siy­le son bul­muş ol­du ve Nev­ruz’un Uz­beg so­yun­dan ge­len han­lar sü­la­le­si­ni sür­dür­mek için ol­duk­ça şan­sı var gi­bi gö­zük­tü.

818Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 3, kı­sım 6, s. 208.

Fa­kat Al­tın Or­du’­da­ki ha­ne­dan kri­zi kabile ola­rak Cu­çi­oğul­la­rı­nın mo­ra­li­ni boz­du; Cu­çi Ulu­su­nun do­ğu kıs­mı­nın han­la­rı -Or­da, Şi­ban ve Tu­ka- Ti­mur’un so­yun­dan ge­len­ler -Al­tın Or­du’­nun re­fah dö­ne­min­de top­la­dı­ğı zen­gin­li­ğin, ba­şa­rı el­de edil­di­ği tak­dir­de ele ge­çe­cek ef­sa­ne­vî ha­zi­ne­nin ha­ya­li­ne ka­pı­lıp kav­ga­ya ka­rış­ma­la­rı­nın uy­gun ol­du­ğu­nu dü­şün­dü­ler. Bu zen­gin­lik her ma­ce­ra­pe­rest Cu­çi­oğ­lu­nun eli­nin al­tın­da gö­zü­kü­yor­du. Böy­le­ce Bü­yük Kargaşa’nın ikin­ci ev­re­si baş­la­dı. Şi­ban’ın so­yun­dan ge­len Hı­dır (Hı­zır) adın­da bi­ri, 1361 yı­lın­da tah­ta çık­mak üze­re Al­tın Or­du’­da­ki bü­yük asil­zâ­de­le­rin bir kıs­mı ta­ra­fın­dan giz­li­ce da­vet edil­di. Hı­dır’ın or­du­su yak­la­şır­ken Nev­ruz ken­di adam­la­rı­nın iha­ne­ti­ne uğ­ra­yıp ya­ka­lan­dı ve ona tes­lim edil­di. Hı­dır he­men Nev­ruz’un ve bü­tün ai­le­si­nin idam edil­me­le­ri­ni em­ret­ti. O za­man kat­le­di­len prens­le­rin ve pren­ses­le­rin ara­sın­da “Ulu Ha­tun” Tay­du­la da var­dı. Hı­dır kı­sa bir sü­re hü­küm­dar­lık yap­tık­tan son­ra ken­di oğ­lu Te­mir Ho­ca ta­ra­fın­dan kat­le­dil­di. O da taht­ta sa­de­ce beş haf­ta ka­la­bil­di,819 çün­kü Uz­beg’in so­yun­dan ge­len­ler­den ha­yat­ta ka­lan ba­zı­la­rı ik­ti­da­rı ele ge­çir­me­ye te­şeb­büs et­ti­ler. Fa­kat ara­la­rın­da an­la­şa­ma­dı­lar. 1362 yı­lın­da iç­le­rin­den Kel­di Beg adın­da bi­ri Sa­ray’­da hü­küm sü­rer­ken Ab­dul­lah adın­da bir ba­şka­sı Kı­rım’­da hü­küm­dar­lık edi­yor­du. Ay­nı yıl için­de yi­ne Cu­çi so­yun­dan ge­len baş­ka bir prens, Bu­lat Te­mir (muh­te­me­len Cu­çi­oğul­la­rı­nın do­ğu ko­lun­dan­dı) Or­ta Vol­ga Hav­za­sın­da­ki Bul­gar böl­ge­si­ni ele ge­çir­di.

819Ni­kon, 10, 233.

Şim­di­ye ka­dar bah­se­di­len Cu­çi so­yun­dan prens­le­rin hiç bi­ri, gerek or­du ku­man­da­nı ve gerekse dev­let ada­mı ola­rak gö­ze çar­pan bir kabiliyete sa­hip gö­rün­mü­yor­lar. Fa­kat böy­le bir ön­der Al­tın Or­du’­nun Cu­çi so­yun­dan gel­me­yen Mo­ğol ge­ne­ral­le­ri­nin için­den çık­tı. Adı Ma­may’­dı. Tahtta hak sa­hi­bi ol­ma­dı­ğı için Cu­çi so­yun­dan ge­len­ler­den bi­ri­ni kuk­la han ola­rak kul­lan­mak zo­run­day­dı. Bu yüz­den Ma­may, Kel­di Beg’e kar­şı Ab­dul­lah’ı des­tek­le­di. Fa­kat Ma­may’ın bü­tün ça­ba­la­rı­na rağ­men o Sa­ray’ı Mü­rid (1362-63) ve Aziz Han (Te­mir Ho­ca’­nın oğ­lu) (1364-67) gi­bi bir di­zi ra­kip han­dan ala­ma­dı. 1370 yı­lı ci­va­rın­da Ab­dul­lah’ın ölü­mün­den son­ra Ma­may tah­ta yi­ne bir baş­ka Cu­çi­oğ­lu pren­si, Mu­ham­med Bu­lak’ı (Rus kay­nak­la­rın­da Ma­mat Sal­tan den­mek­te­dir) çı­kar­dı. As­lın­da Ma­may’ın oto­ri­te­si Al­tın Or­du’­nun sa­de­ce ba­tı kıs­mın­da -Vol­ga neh­ri­nin ba­tı­sın­da- ta­nı­nı­yor­du. Bir kaç yıl için­de bu yö­re­de dü­ze­ni ye­ni­den te­sis et­me­yi ba­şar­dı. Bir ba­kı­ma Ma­may’ın mül­kü onun­ki ka­dar ba­tı­ya uzan­ma­ma­sı­na rağ­men No­gay’ın im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun bir kop­ya­sıy­dı. Ka­ra­de­niz sa­hi­li­nin Bug ve Din­yes­ter ne­hir­le­ri ara­sın­da ka­lan kıs­mı, 1363 yı­lın­dan son­ra bil­di­ği­miz üze­re Lit­van­ya gran­dü­kü Ol­gerd ta­ra­fın­dan kont­rol edi­li­yor­du. Boğ­dan’­da Ef­lak’­dan ba­ğım­sız ola­rak ye­ni bir Ro­men dev­le­ti te­şek­kül edi­yor­du. Ora­da Ol­gerd’in bir ye­ğe­ni­nin, Ko­ri­at’ın oğ­lu Yu­ri’­nin taht­ta bu­lun­du­ğu 1372-77 dö­ne­mi dışında bir di­zi ma­hal­lî re­is hü­küm sür­dü.

Al­tın Or­du’­da­ki sabık kriz­le­rin ba­zı­la­rı es­na­sın­da ve­ya di­ğer Mo­ğol han­lık­la­rıy­la ça­tış­ma­lar ol­du­ğu za­man, Çin’­de­ki ulu ha­nın ara­bu­lu­cu­luk ya­pa­bil­di­ği ha­tır­la­na­cak­tır. Fa­kat bil­di­ği­miz üze­re 1360 yı­lın­da bü­tün Gü­ney Çin ulu ha­na kar­şı is­yan halindey­di ve 1368 yı­lın­da Yüan ha­ne­da­nı yı­kı­lıp ye­ri­ni yer­li Çin­li Ming ha­ne­da­nı al­dı. Bu, pan-Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun so­nu ol­du ve ma­hal­lî Mo­ğol han­lık­la­rı ar­tık mer­ke­zî bir oto­ri­te ol­mak­sı­zın kal­dı­lar, ma­hal­lî ça­tış­ma­la­rın üs­te­sin­den bun­dan böy­le ken­di imkan­la­rıy­la gel­mek du­ru­mun­day­dı­lar.

Al­tın Or­du bir sü­re için da­hi­lî anlaşmaz­lık­lar­la ne­re­dey­se felç ol­muş­ken, Or­ta As­ya’­da iki ye­ni Mo­ğol-Türk ik­ti­dar mer­ke­zi or­ta­ya çık­tı: Bi­ri Gü­ney Ka­za­kis­tan’­da, Aşa­ğı Sir­der­ya bo­yun­da­ki Sığ­nak’­tay­dı; di­ğe­ri Ma­ve­ra­ün­ne­hir’­de­ki Se­mer­kant’­day­dı. Or­da’­nın so­yun­dan ge­len­le­rin en güç­lü­sü olan Urus Han, 1360 yı­lı ci­va­rın­da Sığ­nak’­ta hü­kü­me­ti­ni kur­du.820 Git­gi­de da­ha çok Cu­çi so­yun­dan ge­len prens ve Mo­ğol ge­ne­ra­li onu met­bu­la­rı ola­rak ka­bul et­ti­ler. Urus Türk­çe’­de “Rus” de­mek­tir. Urus Han’ın an­ne­si muh­te­me­len bir Rus pren­se­siy­di. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re bu­na da­ya­na­rak Rus­ya üze­rin­de hak id­dia et­me­ye ha­zır­la­nı­yor­du.

820Sığnak hakkında bkz. ZO, s. 305-310.

Uzun sü­ren ümit­siz bir kar­ma­şa dö­ne­min­den ve ma­hal­lî ça­tış­ma­lar zin­ci­ri­nin için­den Ti­mur’un (Ta­mer­lan) di­na­mik ki­şi­li­ği 1360’lar­da Ma­ve­ra­ün­ne­hir’­de or­ta­ya çık­tı.821 Ti­mur, Sı­çan yı­lın­da, 1336 yı­lın­da Keş’­de doğ­muş­tu. Es­ki bir Mo­ğol kabilesi olan Bar­las’a men­sup­tu ve Mo­ğol­la­rın ef­sa­ne­vî ka­dın ata­sı Alan-Ko­a’­nın so­yun­dan gel­di­ği­ni id­dia edi­yor­du.822 Fa­kat Çin­giz’in so­yun­dan gel­mi­yor­du, bu da Al­tın Ak­ra­ba­lar­dan ol­ma­dı­ğı ve taht üs­tün­de hak­kı bu­lun­ma­dı­ğı de­mek­ti. Çok güç­lü ol­du­ğu za­man bi­le ida­re­si­ni Ma­may’ın yap­tı­ğı gi­bi Çin­giz ha­ne­da­nı­na men­sup kuk­la han­lar va­sı­ta­sıy­la yü­rüt­mek zo­run­day­dı.

821Ti­mur (Ti­mur­lenk) hakkında bkz. Bart­hold, Ulug­bek, s. 12-18; Bo­uvat, s. 11-76; Gro­us­set, Em­pi­re des step­pes, s. 486-534; W. J. Fisc­hel, ter­cü­me, Ibn-Khal­dun and Ta­mer­la­ne (Ber­ke­ley, Uni­ver­sity of Ca­li­for­nia Press, 1952).

822E. Herz­feld, “Alan­goa”, Der Is­lam, 6 (1916), 317-318; yu­ka­rı­da bö­lüm 1; kı­sım 4, s. 18 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Ti­mur’un ta­rih­te­ki ro­lü ço­ğu kez Çin­giz Han’ın­kiy­le mu­ka­ye­se edil­miş­tir. Çağ­daş­la­rı­na da­ha güç­lü gö­rün­dü­ğü­ne şüp­he yok­tur. Ger­çek­ten Ti­mur he­def­le­ri­ne ulaş­mak­ta Çin­giz ka­dar acı­ma­sız­dı ve hat­ta çok mü­te­kâ­mil bir şe­kil­de da­ha za­lim­di. As­ke­rî ön­der ola­rak an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Çin­giz Han’a eşit­ti. Ama dev­let adam­lı­ğın­dan da­ha az ya­pı­cı idi. Çin­giz Han gi­bi o da ci­han­gir­lik ül­kü­sü ta­ra­fın­dan yön­len­di­ri­li­yor­du, ama se­fer­le­ri­nin doğ­ru­dan ga­ye­si dün­ya ba­rı­şı­nı te­sis et­mek­ten zi­ya­de da­ha faz­la güç ve ga­ni­met el­de et­me ar­zu­suy­du. İki ci­han­gi­rin di­nî ve kül­tü­rel geç­miş­le­rin­de de fark­lı­lık var­dı. Ti­mur doğ­du­ğu za­man kabilesinin aza­la­rı Mo­ğol so­yun­dan gel­mek­ten gu­rur duy­mak­la be­ra­ber çok­tan Türk­leş­miş­ler­di. Türk­çe ko­nu­şu­yor­lar­dı ve çoğu Müs­lü­man ol­muş­tu. Çin­giz Han’ın “put­pe­rest” ol­ma­sı­na mu­ka­bil Ti­mur Müs­lü­man­dı. Di­nî bağ­lı­lı­ğı ona Ya­kın Do­ğu’­da­ki se­fer­le­ri es­na­sın­da çok yar­dım­cı ol­du; di­ğer ta­raf­tan Müs­lü­man ol­ma­yan halk­la­ra kar­şı tav­rı Çin­giz’­den da­ha dar gö­rüş­lüy­dü. Çin­giz Han’ın baş­lat­tı­ğı pan-Mo­ğol ha­re­ke­ti ile­ri­ye gö­tür­mek­ten zi­ya­de Ti­mur’un bir ta­raf­tan ha­li­fe­nin pan-İs­lâm ge­le­ne­ği­ni sür­dür­dü­ğü, di­ğer ta­raf­tan ise ge­le­ce­ğin pan-Tu­ran ha­re­ke­ti­ne güç­lü bir iv­me ver­di­ği söy­le­ne­bi­lir.823

823Bkz. L. Ca­hun, Int­ro­duc­ti­on à l’­his­to­ire de l’Asie: Turcs et Mon­gols des ori­gi­nes à 1405 (Pa­ris, 1896). Bu ki­ta­bın “Tür­ki­ye’­de­ki ba­zı şö­ve­nist çev­re­ler üze­rin­de­ki” te­si­ri hakkında bkz. Browne, 3, 14-15.

Ti­mur’un ik­ti­da­ra ge­li­şin­de­ki ilk önem­li aşa­ma 1360 yı­lın­da do­ğum ye­ri olan Keş şeh­ri­nin ma­hal­lî hü­küm­da­rı ol­ma­sıy­dı. Bu­nu Ma­ve­ra­ün­ne­hir’­de Ti­mur’un bugün bir ta­ra­fı ertesi gün öbür ta­ra­fı des­tek­le­di­ği bir iç harp dö­ne­mi ta­kip et­ti. Bu sı­ra­lar­da bir avuç ma­ce­ra­pe­res­tin re­isin­den pek faz­la bir şey de­ğil­di. Gir­di­ği sa­yı­sız ça­tış­ma­dan bi­rin­de sağ ba­ca­ğın­dan ya­ra­lan­dı ve ömür bo­yu to­pal kal­dı. Bu yüz­den lâka­bı Türk­çe­de Ak­sak Te­mir, Fars­ça­da Ti­mur­lenk ve İn­gi­liz­ce­de bun­dan tü­re­me ola­rak Ta­mer­la­ne’­dir. Ti­mur’un ha­ya­tın­da­ki bu ga­ile­li dö­nem es­ki met­bu­su Hü­se­yin’i mağ­lup edip öl­dür­me­yi başardığı ve baş­kent Se­mer­kant ol­mak üze­re Ma­ve­ra­ün­ne­hir hü­küm­da­rı ol­du­ğu za­man son bul­du. Şim­di ar­tık ken­di im­pa­ra­tor­lu­ğu­nu kur­ma­ya baş­la­ma­ya ha­zır­dı. Es­ki Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu o Se­mer­kant’ı ele ge­çir­me­den iki yıl ön­ce pa­ram­par­ça olup da­ğıl­mış­tı. Ti­mur­lenk iti­ba­rı­nı art­tır­mak için kur­naz­ca dip­lo­ma­tik bir ha­re­ket­le ken­di­si­nin Ming ha­ne­da­nı­nın ilk Çin­li im­pa­ra­to­ru olan Hong Wu’nun tâ­bi­si ol­du­ğu­nu ilan et­ti.824 Bu şe­kil­de ge­le­cek­te­ki fe­tih­le­ri için im­pa­ra­tor­lu­ğun olu­ru­nu el­de et­miş ol­du. Bir ba­kı­ma bu ha­re­ket Ma­ve­ra­ün­ne­hir’­de­ki kü­çük çap­lı ça­tış­ma­lar­da es­ki­den uy­gu­la­dık­la­rı ile ay­nı doğ­rul­tu­day­dı. Güç­lü bir hü­küm­da­ra tâ­bi ol­mak, iti­ba­rı­nı art­tı­rı­yor­du; o hü­küm­da­rı de­vi­rip ik­ti­da­ra ken­di­si­nin geç­me­si oyun­da­ki bir son­ra­ki adım­dı. Ger­çek­ten de Ti­mur­lenk’in za­ma­nı gel­di­ğin­de Çin­li met­bu­su­na yap­ma­ya ni­yet­len­di­ği buy­du. Za­fer­le­ri­ni Pe­kin’in fet­hiy­le taç­lan­dır­ma­sı­na ani ölümü mâ­ni ol­du.

824Bkz. Krymsky, Per­sia, 3, 21.

Se­mer­kant’ı ele ge­çir­dik­ten son­ra Or­ta As­ya’­da­ki si­ya­sî du­ru­mu de­ğer­len­di­ren Ti­mur­lenk her şey­den ön­ce Ka­za­kis­tan Türk­le­ri­ni kont­ro­lü al­tı­na al­ma­ya ka­rar ver­di; baş­ka tür­lü ifa­de et­mek ge­re­kir­se, Cu­çi Ulu­su­nun do­ğu kıs­mı­nı kont­rol et­mek is­ti­yor­du. Bu, enin­de so­nun­da Urus Han ile ça­tış­mak de­mek­ti. Ti­mur­lenk, Urus Han’a he­men sal­dır­mak ris­ki­ne gir­mek is­te­mi­yor­du. Bu yüz­den onun ma­iye­tin­de­ki prens­ler ve as­ke­rî ön­der­ler ara­sın­dan dost­lar edi­ne­rek onun gü­cü­nü iç­ten yık­ma­ya te­şeb­büs et­ti. Bu si­ya­se­tin se­me­re ver­me­si için za­man ge­re­ki­yor­du ve Ti­mur­lenk ke­sin bir ha­re­ke­te geç­me­den ön­ce yıl­lar­ca ses­siz­ce bek­le­di. Bu ara­da bu plan­lar­dan ha­ber­siz olan Urus Han oğ­lu Kut­lug Bu­ka’­yı Sığ­nak’­ta hü­küm­dar ola­rak bı­ra­kıp ba­tı­ya doğ­ru ha­re­ke­te geç­ti. 1372 yı­lı ci­va­rın­da or­du­su Vol­ga neh­ri­nin aşa­ğı kıs­mı­na ulaş­tı ve er­te­si yıl her iki Sa­ray şeh­ri­ni iş­gal et­ti. Ye­ni Sa­ray’a gir­dik­ten son­ra Urus Han ken­di­si­ni Al­tın Or­du ha­nı ilan et­ti. Ma­may’ın şim­di­ye ka­dar kar­şı kar­şı­ya kal­dı­ğı en güç­lü ra­kip­ti ve Ma­may’ın ik­ti­dar­da kal­mak için pek şan­sı yok gi­bi gö­zü­kü­yor­du. Fa­kat tam bu sı­ra­da Ti­mur­lenk’in çe­vir­di­ği ent­ri­ka­la­rın so­nuç­la­rı or­ta­ya çık­tı: Urus Han’ın adam­la­rı­nın en kabiliyet­li­le­rin­den bi­ri olan prens Tok­ta­mış onu terk et­ti ve hi­ma­ye ve yar­dım için Ti­mur­lenk’in ya­nı­na git­ti.

Ge­nel­lik­le Tok­ta­mış’ın Urus Han’ın ye­ğe­ni ol­du­ğu ve do­la­yı­sıy­la Or­da’­nın so­yun­dan gel­di­ği söy­len­miş­tir. Fa­kat XV. Yüz­yıl­da­ki Mu­izz de­nen bir şe­ce­re­ye gö­re Tok­ta­mış’ın ata­sı Or­da de­ğil­di. Cu­çi’­nin bir baş­ka oğ­lu olan Tu­ka Ti­mur’­du.825 Her ha­lü­kâr­da Tok­ta­mış asil bir Cu­çi­oğ­lu idi. Bek­le­ne­ce­ği üze­re Ti­mur­lenk ka­çak Mo­ğol pren­si­ni ge­re­ken say­gı­yı gös­te­re­rek kar­şı­la­dı ve onu Sığnak hü­küm­da­rı ola­rak ka­bul et­ti. Tok­ta­mış ye­ni met­bu­sun­dan al­dı­ğı as­ker ve teç­hi­zat­la Urus Han’ın oğ­lu Kut­lug Bu­ka’­ya kar­şı se­fe­re gi­riş­ti. Kut­lug Bu­ka ilk mu­ha­re­be­de öl­dü­rül­dü, ama as­ker­le­ri mu­ha­re­be­yi ka­zan­dı­lar. Tok­ta­mış Se­mer­kant’a kaç­tı. Kı­sa sü­re son­ra Man­gıt ka­bi­le­sin­den ön­de ge­len bir Mo­ğol ge­ne­ra­li olan İdi­gu (Rus kay­nak­la­rın­da Edi­gey) da Urus Han’ı terk et­ti ve hiz­me­ti­ni Ti­mur­lenk’e sun­du. Son­ra­dan yol­la­rı­nın ay­rıl­ma­sı­na rağ­men Tok­ta­mış ve Edi­gey şim­di­lik ay­nı efen­di­ye hiz­met edi­yor­lar­dı.

825Ti­esen­ha­usen, 2, 61. Mu­izz’e gö­re Urus Han da baş­ka bir oğ­lu va­sı­ta­sıy­la Tu­ka Ti­mur’un so­yun­dan ge­li­yor­du. Fa­kat Or­da’­nın so­yun­dan gel­me­si da­ha gü­ve­ni­lir gö­zük­mek­te­dir.

Oğ­lu­nun mu­ha­re­be­de öl­dü­ğü ve Edi­gey’in fi­rar et­ti­ği ha­ber­le­ri­ni alan Urus Han, ale­la­ce­le Sıgğnak’a ge­ri dön­dü ve Ti­mur­lenk’e hem Tok­ta­mış’ın hem Edi­gey’in ken­di­si­ne tes­lim edil­me­si ta­le­biy­le bir ulak gön­der­di. Ti­mur­lenk bu­nu red­det­ti ve iki­si­nin ara­sın­da harp çık­tı. Bu se­fer Ti­mur­lenk or­du­su­nu şah­sen Sığ­nak’a sevk et­ti ama se­fer ne­ti­ce­siz ol­du (1376). Bir son­ra­ki yıl Urus Han öl­dü ve ye­ri­ne en kü­çük oğ­lu Ti­mur Me­lik geç­ti.

Ti­mur­lenk, Tok­ta­mış’a Sığ­nak’ın ye­ni hü­küm­da­rı­na kar­şı şan­sı­nı bir baş­ka se­fer­le ye­ni­den de­net­ti. Tok­ta­mış so­nun­da mu­zaf­fer ol­du ve 1377 yı­lın­da Sığnak’ı zapt et­ti. Fa­kat da­ha muh­te­ris plan­la­rı var­dı - Al­tın Or­du’­nun da ha­nı ol­mak ve böy­le­ce ken­di­si­ni bü­tün Cu­çi Ulu­su­nun hü­küm­da­rı yap­mak is­ti­yor­du. Ken­di­si­ni Ti­mur­lenk’in tâ­bi­si ola­rak gös­ter­di­ğin­den do­la­yı Ti­mur­lenk onu bü­tün bu te­şeb­büs­le­rin­de des­tek­le­me­ye de­vam et­me­ye ha­zır­dı. 1378 yı­lın­da Tok­ta­mış’ın or­du­su Vol­ga neh­ri­ne ulaş­tı ve o kı­sa sü­re son­ra Sa­ray şeh­ri­ne gir­di. Ma­may ile ça­tı­şma ar­tık ka­çı­nıl­maz­dı.

II

Bü­yük Kargaşa’nın baş­lan­gıç dö­ne­min­de Rus prens­le­ri alış­tık­la­rı gi­bi dav­ran­ma­ya de­vam et­ti­ler ve her ye­ni han­dan be­rat­la­rı­nı ye­ni­le­me­si­ni is­te­di­ler. Al­tın Or­du tah­tın­da­ki sü­rat­li de­ği­şik­lik­ler­den do­la­yı ba­zen ik­ti­dar­da­ki han ye­ni be­rat­la­rı ver­me­ye va­kit bu­la­mı­yor­du ve Rus­lar bir son­ra­ki ha­nın bu­nu yap­ma­sı için Or­da’­da bek­le­mek zo­run­da ka­lı­yor­lar­dı.

İk­ti­dar iki ve­ya ba­zen da­ha çok ra­kip han ara­sın­da bölün­dü­ğü va­kit No­gay’ın za­ma­nın­da­ki gi­bi bir du­rum or­ta­ya çık­tı. O za­man­lar Rus­lar dip­lo­ma­tik oyun­la­rın­da bir ha­nı di­ğe­ri­ne kar­şı çı­kar­mış­lar­dı. So­nuçta ha­nın iti­ba­rı­ azal­mış ve Rus­la­rın ara­sın­da ba­ğım­sız­lık ru­hu­ güçlenmişti. Rus va­ka­yi­na­me­le­rin­de Kul­pa’­nın Rus­ya me­se­le­le­ri ile il­gi­li ka­rar­la­rın­dan hiç ba­his yok­tur. O, ik­ti­dar­da sa­de­ce beş ay bu­lun­muş­tu ve Rus prens­le­ri Or­da’­ya gel­dik­le­ri za­man kar­şı­la­rın­da Nev­ruz’u bul­muş­lar­dı. Nev­ruz, ma­hal­lî prens­le­rin be­rat­la­rı­nın çoğunu onay­la­mış­tı. Gran­dü­ka­lık be­ra­tı­nı II. İvan’ın genç oğ­lu Mos­ko­va­lı Dmit­ri’­ye (1350 yı­lın­da doğ­muş­tu) ver­me­yi red­det­ti ve onun ye­ri­ne Suz­dal­lı Dmit­ri’­yi Vla­di­mir gran­dü­kü ola­rak ta­yin et­ti. Gran­dü­ka­lı­ğı Mos­ko­va prens­le­ri­nin ge­le­nek­sel mül­kü ola­rak gör­me­ye alış­tık­la­rı için Mos­ko­va bo­yar­la­rı öf­ke­len­di­ler. Tri­nity Va­ka­yi­na­me­si­, Suz­dal­lı Dmit­ri’­nin Vla­di­mir tah­tı­nı ka­bul et­me­si­nin tah­tın ba­ba­dan oğu­la geç­me pren­si­bi­ne ters düş­tü­ğü yo­ru­mu­nu ya­pı­yor.826

826Tri­nity, s. 376-377.

Nev­ruz Hı­dır ta­ra­fın­dan öl­dü­rü­lür öl­dü­rül­mez Mos­ko­va bo­yar­la­rı ço­cuk prens­le­ri­ni ye­ni ha­na gö­tür­dü­ler. Di­mit­ri için be­rat ol­ma­ya mu­vaf­fak ola­ma­dı­lar ve Or­da’­dan ye­ni sa­ray ih­ti­lâ­lin­den ön­ce ay­rıl­dık­la­rı için çok se­vinç­liy­di­ler. Suz­dal­lı Dmit­ri de be­ra­tı­nın ye­ni­den onay­lan­ma­sı için Or­da’­ya git­ti ve ka­rı­şık­lık­la­rın gör­gü ta­nı­ğı ol­du. Ha­yat­ta kal­dı­ğı için ken­di­si­ni şans­lı ad­det­ti ve ace­ley­le yur­du­na ge­ri dön­dü. Rus­ça ku­ter­ma (“kar­ga­şa”, “sö­zün aya­ğa düş­tü­ğü ka­rı­şık­lık”) ke­li­me­si muh­te­me­len han­la­rın kar­ga­şa için­de ve bey­hu­de ye­re tah­ta çı­ka­rıl­ma­la­rın­dan (her se­fe­rin­de “ke­çe için­de ta­şı­ma” - ku­ter­mi­ak - ya­pı­lı­yor­du) ve mü­te­akip sa­ray ih­ti­lal­le­rin­den edi­ni­len in­ti­ba­dan kay­nak­lan­mış­tır.

Mü­rid Sa­ray’­da han ol­du­ğu za­man, her iki Dmit­ri gran­dü­ka­lık be­ra­tı­nı ken­di­le­ri için al­maz üze­re te­şeb­büs­le­ri­ni ye­ni­le­di­ler. Baş­la­rın­dan ge­çen son olay­la­rı ha­tır­la­ya­rak iki­si de Sa­ray’a şah­sen git­me­di­ler, fa­kat iki­si de tam yet­ki­li tem­sil­ci­le­ri­ni (ki­lic­hei) ha­na gön­der­di­ler. Han be­ra­tı Mos­ko­va­lı Dmit­ri’­ye ver­di. Suz­dal­lı Dmit­ri gö­re­vin­den ay­rıl­ma­ya is­tek­li ol­ma­dı­ğı için Mos­ko­va bo­yar­la­rı prens­le­ri­ni yan­la­rı­na alıp Mos­ko­va or­du­suy­la Suz­dal­lı Dmit­ri’­nin kuv­vet­le­ri­ni top­la­dı­ğı Pereyaslavl’a git­ti­ler. Mu­ha­re­be ol­ma­dı çün­kü Suz­dal gran­dü­kü ken­di mül­kü­ne kaç­tı. Bu­nun üze­ri­ne Mos­ko­va­lı Dmit­ri res­men Vla­di­mir tah­tı­na otur­tul­du.

İş­ler bu saf­ha­day­ken Al­tın Or­du’­nun ba­tı kıs­mı­nın hü­küm­da­rı olan Ma­may des­tek­le­di­ği ha­nın -Ab­dul­lah’ın- Rus­ya me­se­le­le­rin­de söz söy­le­me hak­kı ol­du­ğu­nu göz­ler önü­ne ser­me­yi ge­rek­li bul­du. Ma­may’ın el­çi­le­ri Mos­ko­va’­ya Dmit­ri’­yi Vla­di­mir gran­dü­kü ola­rak teyit eden Ab­dul­lah’ın be­ra­tı­nı gö­tür­dü­ler. Mos­ko­va bo­yar­la­rı prens­le­ri için ikin­ci bir be­rat al­ma­ya iti­raz et­me­di­ler ve Ma­may’ın el­çi­le­ri­ne ge­re­ken say­gı­yı gös­ter­di­ler (1363). Fa­kat yap­tık­la­rı, ilk be­rat ver­miş olan Sa­ray’­da­ki Mü­rid Han’ı ren­ci­de et­miş­ti. Mos­ko­va­lı Dmit­ri’­nin Vla­di­mir üze­rin­de­ki hak­kı­nı yi­tir­di­ği­ne hük­met­ti ve Suz­dal­lı Dmit­ri’­nin le­hi­ne ye­ni bir be­rat çı­kart­tı. Suz­dal­lı Dmit­ri he­men Vla­di­mir’e koş­tur­du ama sa­de­ce on iki gün ik­ti­dar­da ka­la­bil­di. Bu se­fer Mos­kof­lar Suz­dal pren­si­ni Vla­di­mir’­den kov­mak­la kal­ma­dı­lar, bi­la­kis Suz­dal’a da sal­dır­dı­lar. Suz­dal­lı Dmit­ri Vla­di­mir tah­tı üze­rin­de­ki bü­tün hak id­di­ala­rın­dan fe­ra­gat et­mek zo­run­da kal­dı.

Mos­kof­lar şe­hir­le­ri­nin Do­ğu Rus­ya’­da­ki ön­der ko­nu­mu­nu şim­di­lik ye­ni­den te­sis et­miş gö­zü­kü­yor­lar­dı. Ay­ri­ye­ten Al­tın Or­du’­nun za­yıf­la­dı­ğı­nı gö­re­rek ken­di­le­ri­ni Mo­ğol­la­rın ve­lâ­ye­tin­den da­ha ba­ğım­sız his­se­di­yor­lar­dı. Mos­ko­va’­nın oto­ri­te­si­ne Suz­dal prens­le­rin­den ge­len teh­di­di ber­ta­raf et­miş­ler­di ve ka­na­at­le­ri­ne gö­re bu Tver prens­le­ri için de bir ikaz ol­ma­lıy­dı. Yi­ne de çok geç­me­den Tver prens­le­ri Rus me­se­le­le­rin­de li­der­li­ği Mos­ko­va’­dan ko­pa­rıp al­mak için baş­ka bir te­şeb­büs­te bu­lun­du­lar. Mev­cut şart­lar al­tın­da Mo­ğol­la­ra gü­ven­me­ye­rek, yar­dım için bu se­fer Ba­tı Rus­ya’­da yıldızı parlayan Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğı­na baş­vur­du­lar. Gran­dük Ol­gerd’in 1349 yı­lı gi­bi er­ken bir ta­rih­te Mos­ko­va’­ya kar­şı Mo­ğol­la­ra it­ti­fak tek­lif et­ti­ği, ama planı­nın su­ya düş­tü­ğü ha­tır­la­na­cak­tır. Ol­gerd, da­ha da güç­len­miş­ti ve bil­di­ği­miz üze­re şim­di Ka­ra­de­niz boz­kır­la­rı­nın 1363 yı­lın­da Mo­ğol­lar­dan al­dı­ğı kıs­mı­nı kont­rol edi­yor­du. Bu onu ni­ha­yet Mo­ğol­lar­la pa­zar­lık yap­mak için avan­taj­lı bir ko­nu­ma ge­tir­di (Mo­ğol­la­rın bir kıs­mı onun hiz­me­ti­ne gir­di­ler). Son­ra­la­rı ha­le­fi Ya­ga­ilo za­ma­nın­da Mos­ko­va’­ya kar­şı bir de­re­ce Mo­ğol-Lit­van iş­bir­li­ği sağ­lan­dı. Fa­kat şim­di­lik Mo­ğol­la­rın pek fay­da­la­rı­nın ol­ma­dı­ğı gö­rü­lü­yor­du ve Ol­gerd muh­te­mel bir müt­te­fik ola­rak dik­ka­ti­ni Tver’e çe­vir­di.827

8271368-75 yıl­la­rın­da Lit­van­ya, Tver ve Mos­ko­va ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­ler için bkz. So­lo­vi­ev, 3, 336-347; A. E. Pres­ni­akov, Ob­ra­zo­va­nie ve­li­ko­russ­ko­go go­su­darst­va (Pet­rog­rad, 1918), s. 298-306; Paszkiewicz, s. 414-426; Na­so­nov, s. 127-134.

Ol­gerd ile Mos­ko­va ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­ler 1363 yı­lın­dan son­ra ger­gin­leş­ti. Fa­kat bir çok yıl bo­yun­ca kıs­men Ol­gerd’in po­tan­si­yel müt­te­fik­le­ri olan Tver prens­le­ri ma­hal­lî re­ka­bet­ler­le uğ­raş­tık­la­rın­dan do­la­yı ara­la­rın­da ale­nen sa­vaş ol­ma­dı. Tver gran­dü­kü Va­si­li ile Kas­hin pren­si (Mos­ko­va­lı III. Yu­ri’­nin baht­sız rakibi gran­dük I. Mikael’in oğ­lu) ve ye­ğe­ni Mi­ku­lin pren­si Mikael ara­sın­da bir­bi­ri­ni kı­rıp mah­ve­den bir di­zi çar­pış­ma ol­du. 1368 yı­lın­da Mos­ko­va gran­dü­kü Dmit­ri ça­tış­ma­da ara­bu­lu­cu­luk yap­ma­yı tek­lif et­ti. Fa­kat Mi­ku­lin’­li Mikael Mos­ko­va’­ya ge­lir gel­mez muh­te­me­len ku­ze­ni Do­ro­go­buj’­lu Ere­me­i’in kış­kırt­ma­sıy­la he­men tev­kif edil­di. Mikael Ere­me­i’e ba­zı ta­viz­ler ver­dik­ten son­ra ser­best bı­ra­kıl­dı. Te­pe­si at­mış bir va­zi­yet­te git­ti ve yar­dım için Ol­gerd’e baş­vur­du.

Mos­ko­va hü­küm­dar­la­rı Tver kri­zi­nin sür­dü­ğü bü­tün yıl­lar bo­yun­ca Ol­gerd’in mü­da­ha­le et­me­si ih­ti­ma­lin­den te­dir­gin ol­muş­lar­dı. Ba­zı ih­ti­ya­tî ted­bir­ler al­ma­nın akıl­lı­ca ol­du­ğu­nu dü­şün­müş­ler, bun­lar­dan en önem­li­si ola­rak -ki bu­nun tam vak­tin­de ol­du­ğu da gö­rül­müş­tür- 1367 yı­lın­da Krem­lin’in ah­şap is­tih­kâm­la­rı ye­ri­ne taş sur­lar ika­me et­miş­ler­di. Prens Mikael ya­nı­na gel­di­ği za­man Ol­gerd an­la­şı­lan Mos­ko­va’­ya sal­dır­ma­ya ha­zır­dı. Ol­gerd çok geç­me­den birleşik bir Lit­van-Rus or­du­suy­la ba­tı­ya doğ­ru git­ti. O, giz­li harp oyun­la­rı­nın bir eşi ol­ma­yan bir us­ta­sıy­dı. Ol­gerd yo­lu üs­tün­de­ki Mos­ko­va bir­lik­le­ri­nin ba­zı za­yıf ön­cü­le­ri­ni mağ­lup et­tik­ten son­ra ye­ni Krem­lin sur­la­rı önün­de gö­rün­dü­ğü za­man (1368 yı­lı­nın Ka­sım ayın­da) Mos­ko­va or­du­su har­be ha­zır de­ğil­di. O Krem­lin’i hü­cum­la ala­maz­ken as­ker­le­ri Mos­ko­va’­nın çev­re­si­ni acı­ma­sız­ca ta­lan et­ti­ler. Bu, Mos­kof­ya’­nın 1293 yı­lın­dan be­ri ma­ruz kal­dı­ğı ilk düş­man is­ti­la­sıy­dı. Ol­gerd’in ar­ka çık­tı­ğı prens Mikael Tver gran­dü­kü (II. Mikael) ola­rak ta­nın­dı. Bu, Mos­kof si­ya­set­çi­ler açı­sın­dan şe­amet­li bir olay­dı. Fa­kat Mos­ko­va’­ya in­di­ri­len dar­be ölüm­cül de­ğil­di ve 1370 yı­lın­da Ol­gerd’in kar­de­şi Ke­is­tut ile bir­lik­te Prus­ya’­da Tö­ton­lar­la sa­va­şa tu­tuş­muş ol­ma­sın­dan ya­rar­la­nan Mos­ko­va as­ker­le­ri Tver yö­re­si­ni yağ­ma­la­dı­lar. Tver gran­dü­kü Lit­van­ya’­ya kaç­tı ve bir ke­re da­ha yar­dım için Ol­gerd’e ri­ca­cı ol­du.

Ol­gerd 1370 yı­lı­nın Ara­lık ayın­da bir ke­re da­ha Mos­ko­va önün­de gö­rün­dü, ama bir kez da­ha Krem­lin’i hü­cum­la al­ma­ya mu­vaf­fak ola­ma­dı. Bu­nun üze­ri­ne bir ba­rış and­laş­ma­sı im­za­la­ma­yı tek­lif et­ti; fa­kat Dmit­ri sa­de­ce 1371 yı­lı­nın Aziz Pe­ter ve Pa­ul gü­nü­ne (29 Tem­muz) ka­dar ateş­kes yap­ma­yı ka­bul et­ti. Ümit­le­ri kı­rı­lan Tver­li Mikael, bu­nun üze­ri­ne Ma­may’a git­ti ve ye­ni kuk­la han Mu­ham­med Bu­lak’­dan Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın be­ra­tı­nı al­dı. Ma­may’ın özel el­çi­si Sa­rı Ho­ca’­ya Mikael’i tah­ta oturt­ma yet­ki­si ve­ril­di. Fa­kat Dmit­ri’­nin ta­li­ma­tıy­la ha­re­ket eden Vla­di­mir hal­kı ne Mikael’i kabul etti, ne de Sa­rı Ho­ca’­yı. Bu­nun ye­ri­ne Sa­rı Ho­ca Mos­ko­va’­ya gel­me­ye da­vet edil­di, şe­re­fi­ne zi­ya­fet­ler veril­di ve he­di­ye­ler yağ­dı­rıl­dı ve son­ra Ma­may’a ge­ri gön­de­ril­di. Onun tav­si­ye­si üze­ri­ne Ma­may Dmit­ri’­yi ken­di­si­ni Or­da’­da zi­ya­ret et­me­si için da­vet et­ti. Dmit­ri, Ma­may’ın sa­ra­yı­na Ma­may, han, ha­tun­lar ve prens­ler için zen­gin he­di­ye­ler­le gel­di. So­nuç ola­rak Ma­may Mikael’in be­ra­tı­nın ip­tal edil­me­si­ni sağ­la­ma­yı ka­bul et­ti ve Dmit­ri Vla­di­mir gran­dü­kü ola­rak teyit edil­di. Bu mü­na­se­bet­le Dmit­ri o sı­ra­da Or­da’­da ya­şa­mak­ta olan Mi­kael’in kü­çük oğ­lu İvan’ın ala­cak­lı­la­rı­na 10.000 rub­le öde­me­yi tek­lif et­ti. Tek­lif ka­bul edil­di, pa­ra öden­di ve Dmit­ri Tver­li pren­si Mos­ko­va’­ya gö­tü­rüp ba­ba­sı bor­cun ta­ma­mı­nı ken­di­si­ne öde­ye­ne ka­dar ora­da tut­tu. So­lo­vi­ev’in hak­lı ola­rak işa­ret et­ti­ği gi­bi, bu olay Mos­ko­va’­nın ma­lî kay­nak­la­rı­nın Tver’in­ki­ler­den ne ka­dar bü­yük ol­du­ğu­nu açık­ça gös­ter­mek­te­dir.828

828So­lo­vi­ev, 3, 341.

Tver me­se­le­si Mos­ko­va’­nın le­hi­ne so­nuç­la­nır­ken, Mos­ko­va’­ya ye­ni bir mey­dan oku­ma Ri­azan’­dan gel­di. Ri­azan gran­dü­kü Oleg’in Dmit­ri’­ye mu­ha­le­fe­ti­nin se­bep­le­ri bel­li de­ğil­dir. Oleg’in Mu­ham­med Bu­lak’ın de­ğil de Sa­ray’­da­ki ha­nın tâ­bi­si ol­du­ğu­nu var­sa­yar­sak, bü­yük bir ih­ti­mal­le Mo­ğol­lar ara­sın­da­ki re­ka­be­tin Rus­la­rın me­se­le­le­ri­ne yan­sı­ma­sıy­dı. Her halü­kâr­da Mos­ko­va ile Ri­azan ara­sın­da harp baş­la­dı. Mos­kof or­du­su­na, Mos­ko­va­lı pren­ses Li­ubov ile ev­le­nip gran­dük Dmit­ri’­nin eniş­te­si olan bir Lit­van pren­si, Ko­ri­at’ın oğ­lu Dmit­ri Bob­rok-Volynsky ku­man­da edi­yor­du.829 An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re o, st­ra­te­ji kabiliyeti olan büyük bir as­ke­rî ön­der­di ve dö­ne­min en ön­de ge­len Rus ge­ne­ra­li idi. Oleg’in as­ker­le­ri çok ağır bir mağ­lu­bi­ye­te uğ­ra­dı­lar. Ku­ze­ni Pronsk pren­si Vla­di­mir du­ru­mu fır­sat bil­di ve ken­di­si­ni Ri­azan gran­dü­kü ilan et­ti (1371). Fa­kat er­te­si yıl Oleg ta­ra­fın­dan ko­vul­du. Bu ça­tış­ma Rus bir­li­ği ba­kı­mın­dan ta­lih­siz ol­du, zi­ra Mos­ko­va ile Mo­ğol­lar ara­sın­da­ki mü­te­akip sa­vaş­ta Oleg Mo­ğol­la­rın ta­ra­fı­nı tu­ta­cak­tı.

829Bob­rok-Volynsky’­nin ka­rı­sı­nın adı de­ği­şik ki­şi­ler­ce Li­ubov, Ann ve Ma­ria ola­rak ve­ril­miş­tir. Muh­te­me­len Li­ubov idi.

1372 yı­lın­da Tver gran­dü­kü Mikael Ol­gerd ile baş­ka bir it­ti­fak te­sis et­ti ve ak­ra­ba­la­rın­dan ba­zı­la­rı­nın, Mos­ko­va’­nın kuk­la­sı ola­rak gör­dü­ğü da­ha önem­siz Tver­li pren­ses­le­rin mülk­le­ri­ne sal­dır­dı. Mos­ko­va­lı Dmit­ri’­nin dost­la­rı­nı mü­da­faa et­mek­ten baş­ka ya­pa­ca­ğı bir şey yok­tu. Bir yan­da Lit­van­ya’­nın ar­ka çık­tı­ğı Tver di­ğer yan­da Mos­ko­va ara­sın­da­ki bu ye­ni ça­tış­ma üç yıl sür­dü. Bu sü­re zar­fın­da Dmit­ri’­ye Mos­ko­va’­da mu­ha­le­fet zu­hur et­ti. 1374 yı­lın­da ty­si­atsky (bin­ba­şı) Va­si­li Velyaminov öl­dü­ğü za­man Dmit­ri ye­ri­ni dol­dur­mak için ye­ni bir tayin­de bu­lun­ma­dı. Bil­di­ği­miz üze­re on ye­di yıl ön­ce Mos­ko­va’­da bo­yar­lar ile ty­si­atsky (Velyaminov’un se­le­fi) ara­sın­da bir ça­tış­ma çık­mış­tı. Şim­di Dmit­ri bu ma­ka­mı top­tan lağ­vet­me­ye ka­rar ver­di.

Mo­ğol­la­rın as­ke­re al­ma sis­te­mi ve veçe’­nin oy­na­dı­ğı ro­lün ge­ri­le­me­siy­le ba­şın­da ty­si­atsky’in bu­lun­du­ğu şe­hir mi­li­si­nin (ty­si­ac­ha, bin­lik) Nov­go­rod ha­riç ol­mak üze­re es­ki öne­mi­ni kay­bet­ti­ği­ni kay­det­mek ge­re­kir. Rus or­du­su­nun ye­ni teşkilatı­nın mer­ke­zi prens­lik sa­ra­yı (dvor) ol­muş­tu. Bu mü­na­se­bet­le ye­ni bir ma­kam, baş­ko­nak­çı (okol­niçi) ma­ka­mı ih­das edil­miş­ti. Mos­kof do­kü­man­la­rın­da okol­niçi’­den ilk de­fa gran­dük Si­me­on’un kar­deş­le­ri İvan ve Andrew ile yap­tı­ğı and­laş­ma­da bah­se­di­lir (1350-51 yı­lı ci­va­rın­da).830 Hem Mos­ko­va ty­si­atsky­si hem okol­niçi and­laş­ma­yı şa­hit ola­rak im­za­la­mış­lar­dı. Şim­di tya­istsky­nin ma­ka­mı­nın lağ­vı ile okol­niçi as­ke­rî me­se­le­ler­de gran­dü­kün baş yar­dım­cı­sı olmuştu.

830DDG, s. 11.

An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re ba­ba­sı­nın ha­le­fi ola­rak tayin edil­me­yi bek­le­miş olan Va­si­li’­nin oğ­lu İvan Velyaminov Ne­ko­mat adın­da­ki zen­gin bir tüc­car ile bir­lik­te Tver’e kaç­tı. Ne­ko­mat’a kay­nak­la­rı­mız­da “Su­roja­nin” den­mek­te­dir, bu onun Kı­rım’­da­ki Su­roj (Sol­da­ia) ile ti­ca­ret yap­tı­ğı mana­sı­na gel­mek­te­dir. İki­si de an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re halk­tan des­tek bu­la­ca­ğı­na ik­na et­me­ye ça­lı­şa­rak gran­dük Mikael’i Mos­ko­va’­ya sal­dır­ma­sı için kış­kırt­tı­lar. Ayrıca bu iki­si Tver’­den Ma­may’a git­ti­ler. Ne­ko­mat, ha­nın Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nı Mikael’e ve­ren be­ra­tı ile Tver’e ge­ri dön­dü.831 İvan Velyaminov yıl­lar­ca Ma­may’ın ya­nın­da kal­dı.

831So­lo­vi­ev, 3, 345.

Fa­kat bu ça­re­le­rin hiç bi­ri işe ya­ra­ma­dı; Mos­kof as­ker­le­ri Tver­li­le­rin di­re­ni­şi­ni kır­dı­lar. Ne Lit­van­lar­dan ne de Mo­ğol­lar­dan yar­dım ala­ma­yan ve Mos­ko­va’­da ayak­lan­ma ola­ca­ğı ha­yal­le­ri su­ya dü­şen Mikael ba­rış is­te­mek zo­run­da kal­dı. 1375 yı­lın­da ya­pı­lan ba­rış and­laş­ma­sı­na gö­re Mikael Dmit­ri’­nin “kü­çük kar­de­şi” (ya­ni tâ­bi­si) ol­ma­yı ka­bul­len­di.832 Ay­rı­ca hiç bir za­man ne Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı ne de Nov­go­rod üs­tün­de hak ta­lep et­me­me­yi va­ad et­ti; Tver’in ma­hal­lî prens­lik­le­rin­den bi­ri olan Kas­hin’in ba­ğım­sız ol­ma­sı­nı ka­bul et­ti; Mos­ko­va’­yı ge­le­cek­te­ki sa­vaş­la­rın­da Tver as­ker­le­ri ile des­tek­le­mek yü­küm­lü­lü­ğü­nü üst­len­di. Bu mü­kel­le­fi­yet Mos­ko­va’­nın Mo­ğol­lar­la ola­bi­le­cek ça­tış­ma­la­rı ile Lit­van­ya ile muh­te­mel ça­tış­ma­la­rı da ih­ti­va edi­yor­du. Mikael, böy­le­ce Ol­gerd ile olan dost­lu­lu­ğu­nu boz­mak zo­run­da kal­dı.

832And­laş­ma­nın met­ni için bkz. DDG, s. 25-28.

Bu and­laş­ma­nın ne­ti­ce­sin­de Dmit­ri Ri­azan ha­riç ol­mak üze­re bü­tün Do­ğu Rus­ya’­nın –en azın­dan ka­ğıt üs­tün­de– met­bu­su ola­rak ka­bul edil­miş ol­du.

III

Ma­may’ın Dmit­ri’­nin Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı be­ra­tı­nı ip­tal et­me­si ve Tver­li Mikael’i gran­dük ola­rak akim kı­lan tayini (1375) Mo­ğol hü­küm­da­rı­nın Rus­ya si­ya­se­tin­de önem­li bir de­ği­şik­li­ğe işa­ret edi­yor­du. Bun­lar Ma­may’ın Mos­ko­va’­nın ar­tan gü­cün­den kork­ma­sı­nın de­lil­le­ri­dir­ler. Mos­ko­va’­nın plan­la­rı hak­kın­da iyi bil­gi sa­hibi ol­muş ol­ma­sı ge­re­ken Ne­ko­mat, ni­ha­yet Ma­may’ı Mos­ko­va’­nın ya­yıl­ma­sı­nın ya şim­di dur­du­rul­ma­sı ge­rek­ti­ği ve­ya hiç dur­du­ru­la­ma­ya­ca­ğı hu­su­sun­da ik­na et­me­yi ba­şar­dı. 1374 yı­lın­da mey­da­na ge­len bir olay Dmit­ri’­nin Mo­ğol­la­rın oto­ri­te­si­ne kar­şı çık­ma­sı­nın bir baş­ka de­li­li­dir. O yıl Ma­may muh­te­me­len Suz­dal pren­si Dmit­ri’­yi Mos­ko­va­lı Dmit­ri’­ye olan tâ­bi­lik it­ti­fa­kın­dan vaz­geç­me­ye mec­bur et­mek ama­cıy­la el­çi­le­ri­ni ve 1500 ka­dar as­ke­ri Nijni Nov­go­rod’a gön­der­di. El­çi­lik he­ye­ti­nin gel­me­si şeh­rin Mo­ğol­la­ra kar­şı ayak­lan­ma­sı­na yol aç­tı. Ma­may’ın gö­rev­li­le­rin­den ve as­ker­ler­den ek­se­ri­si öl­dü­rül­dü ve baş el­çi şah­sî mu­ha­fız­la­rıy­la bir­lik­te esir alın­dı. Şim­di­ye ka­dar Rus prens­le­ri halk ayak­lan­ma­la­rı­nı bas­tır­ma­ya ve Mo­ğol­la­rın oto­ri­te­le­ri­ni ye­ni­den te­sis et­me­le­ri­ne yar­dım­cı ol­ma­ya ama­de idiler. Bu se­fer Suz­dal gran­dü­kü Dmit­ri -şüp­he­siz met­bu­su Mos­ko­va­lı Dmit­ri’­nin ta­li­ma­tıy­la ha­re­ket ede­rek- şe­hir hal­kı­nın dav­ra­nı­şı­nı tas­vip et­ti. Esir Ta­tar­lar833 Nijni Nov­go­rod’­da hep bir­lik­te en­ter­ne edil­di­ler. Er­te­si yıl prens Va­si­li (Suz­dal­lı Dmit­ri’­nin oğ­lu) esir­le­rin kü­çük ­grup­la­ra bölün­me­le­ri­ni ve de­ği­şik şe­hir­ler­de hap­se­dil­me­le­ri­ni em­ret­ti. İta­at et­me­yi red­de­dip di­ren­me­ye kal­kı­şın­ca hep­si kat­le­dil­di­ler.834

833Rus va­ka­yi­nâ­me­le­ri hep Ta­tar adı­nı kul­la­nır­lar, Mo­ğol adı­nı kul­lan­maz­lar. Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu­nun yı­kıl­ma­sın­dan son­ra Al­tın Or­du’­da Türk (Ta­tar) un­su­ru öne çık­mış­tı. Bu yüz­den ben bun­dan böy­le Ta­tar adı­nı ara sı­ra, 1419 yı­lın­dan son­ra­ki dö­nem için ise mun­ta­za­man kul­la­na­ca­ğım.

834Tri­nity, s. 396, 398.

Mamay, bu olay­lar­dan ha­ber­dar ol­du­ğu za­man, ya­pa­cak­la­rı­nı şim­di­lik ma­hal­lî bir akın­la tah­dit ede­rek Nijni Nov­go­rod prens­li­ği­nin gü­ney yö­re­le­ri­ni ta­lan et­mek üze­re baş­ka bir bir­lik gön­der­di. Da­ha bü­yük bir teh­li­ke­yi -gran­dük Dmit­ri’­nin vu­kuu ya­kın olan is­ya­nı­nı- kar­şı­la­mak zo­run­da ol­du­ğu için Ma­may bir­bi­ri ar­dı sı­ra ma­hal­lî ayak­lan­ma­la­rı bas­tır­ma­ya ça­lış­ma­nın bey­hu­de ol­du­ğu­nu fark et­miş­ti. Şa­yet Mo­ğol­lar mu­zaf­fer ola­cak­lar­sa, hem as­ke­rî hem dip­lo­ma­tik ola­rak bü­yük çap­ta ha­zır­lık­lar yap­ma­la­rı ge­re­ki­yor­du. Ma­may’ın po­tan­si­yel müt­te­fik­le­ri­ne ge­lin­ce Tver’in en azın­dan bir sü­re dev­re dı­şı kal­dı­ğı aşi­kâr­dı. Ri­azan Mos­ko­va’­ya kar­şı kul­la­nı­la­bi­lir­di, ama güç­lü de­ğil­di. Bu yüz­den Ma­may yar­dım için Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğı­na baş­vur­du. İh­ti­yat­lı gran­dük Ol­gerd’i Mos­ko­va’­ya kar­şı çok şe­ye mal ola­cak mü­ca­de­le­si­ni ye­ni­le­me­ye ik­na et­mek için za­man ge­re­ki­yor­du; 1377 yı­lın­da Ol­gerd ölün­ce Lit­van­ya’­da ka­rı­şık­lık çık­tı. Ol­gerd’in oğ­lu ve ha­le­fi Ya­ga­ilo ken­di­si­ni an­cak 1380 yı­lın­da ye­rin­de sağ­lam ve Mo­ğol­lar­la iş­bir­li­ği­ne ha­zır his­set­ti.

Tok­ta­mış Sa­ray’ı iş­gal edip aşi­kâr bir şe­kil­de ba­tı­ya doğ­ru ham­le­si­ni sür­dür­me­ye ha­zır­lan­dı­ğı za­man, Ma­may için ye­ni bir müş­kül or­ta­ya çık­tı (1378). Ma­may şim­di bir iki­lem­le kar­şı kar­şı­yay­dı. Ya Tok­ta­mış’a kar­şı se­fe­re çı­kar ve Mos­ko­va’­yı da­ha da güç­len­me­ye bı­ra­kır­dı, ya da ön­ce Mos­ko­va’­yı yen­me­ye ça­lı­şır ve son­ra Rus­ya’­nın kay­nak­la­rıy­la tak­vi­ye edil­miş ola­rak dik­ka­ti­ni Tok­ta­mış’a yö­nel­tir­di. O, bu ikin­ci­si­ni ter­cih et­ti.

Mos­ko­va gran­dü­kü Dmit­ri de bu vu­kû bu­la­cak güç de­ne­me­si için ace­ley­le ha­zır­la­nı­yor­du. Tver’e kar­şı ka­zan­dı­ğı za­fer onu her za­man­kin­den da­ha zi­ya­de ken­di­ne gü­ve­nir kıl­mış­tı. Si­ya­se­ti için Rus hal­kı­nın bü­yük ­grup­la­rı­nın des­te­ği­ne gü­ve­ne­bi­lir­di. Bü­yük Rus şe­hir­le­rin­de Mo­ğol­la­ra kar­şı mu­ha­le­fet hiç bir za­man ta­ma­men bas­tı­rıl­ma­mış­tı. Şim­di prens­ler is­ya­nı tas­vip edin­ce, o es­ki ruh es­ki­sin­den da­ha güç­lü bir şe­kil­de can­lan­dı. Bo­yar­la­rın çoğu ce­sur­ca ha­re­ket et­mek­ten ya­nay­dı­lar ve ba­zı din adam­la­rı ge­rek­li ol­du­ğu tak­dir­de bir “kut­sal sa­vaş” ilan et­me­ye ra­zıy­dı­lar. Met­ro­po­lit Alexei 1378 yı­lın­da -olay­la­rın do­ru­ğa ulaş­ma­dan ön­ce- öl­dü­ğü za­man Kut­sal Tri­nity Ma­nas­tı­rı­nın baş­ra­hi­bi olan say­gı­de­ğer sta­rets (ak­sa­kal)835 Ser­gi­us Rus­ya Or­to­doks­la­rı­nın ma­ne­vî li­de­ri ol­du. Met­ro­po­lit­lik ma­ka­mı­na aday gös­te­ril­me­yi red­det­me­si sa­de­ce onu bir aziz gi­bi gö­ren halk ara­sın­da­ki bü­yük iti­ba­rı­nın da­ha da art­ma­sı­na yol aç­tı (Rus ki­li­se­si ta­ra­fın­dan 1452 yı­lın­da aziz ilan edil­di).

835“Startsy”nin Rus di­nî ha­ya­tın­da­ki ro­lü hakkında bkz. G. Ve­rnadsky, A His­tory of Rus­sia (3 ün­cü re­vi­ze edil­miş neş­ri, New Ha­ven, Ya­le Uni­ver­sity Press, 1951), s. 213; H. Iswolsky, The So­ul of Rus­sia (New York, She­ed & Ward, 1943), s. 19-21, 33-34, 80-89; S. I. Chet­ve­ri­kov, Op­ti­na Pustyn’ (Pa­ris, 1926).

Fa­kat Rus­lar ara­sın­da Mos­ko­va’­da bi­le fi­kir bir­li­ği ol­du­ğu dü­şü­nül­me­me­li­dir. Ne­ko­mat’ın tav­rı Kı­rım ile ti­ca­ret ya­pan en zen­gin tüc­car­lar için ti­pik­ti. Bo­yar­la­rın ba­zı­la­rı­nın da Dmit­ri’­nin si­ya­se­ti­nin akıl­cı ol­du­ğu­na da­ir şüp­he­le­ri var­dı. Bil­di­ği­miz gi­bi iç­le­rin­den bi­ri olan İvan Velyaminov, Ne­ko­mat ile bir­lik­te fi­rar et­miş­ti. Dmit­ri’­ye sa­dık kal­mak­la be­ra­ber si­ya­se­ti­ni tas­vip et­me­yen baş­ka­la­rı da ol­muş ol­ma­lı­dır. Ro­ma­nov­la­rın ata­sı olan Fe­dor Koşka bun­lar­dan bi­riy­di. Yıl­lar­ca son­ra 1409’da gran­dük I. Va­si­li’­ye (Dmit­ri’­nin oğ­lu ve ha­le­fi) yaz­dı­ğı mek­tup­ta Mo­ğol hü­küm­da­rı Edi­gey Koşka’­yı Or­da’­ya kar­şı dos­tâ­ne his­le­rin­den do­la­yı (dop­ra­ya du­ma k Or­de) öve­cek­ti.836

836Ni­kon, 11, 212.

Koşka Dmit­ri za­ma­nın­da yük­sel­me­ye baş­la­dı. Dmit­ri 1380 yı­lın­da Ma­may’a kar­şı se­fe­re çı­kar­ken Koşka gar­ni­zo­na ku­man­da et­me­si için Mos­ko­va’­da bı­ra­kıl­dı. Bu, onun sa­va­şa kar­şı is­tek­siz tav­rı­na işa­ret edi­yor ola­bi­lir. Ne­ko­mat ve Koşka gi­bi adam­la­rın za­ma­nın Rus­ya için ça­lış­tı­ğı­nı ve va­kit­siz bir ayak­lan­ma­ya kal­kış­mak­tan­sa muh­tar bir dev­let ola­rak Al­tın Or­du’­nun bün­ye­sin­de kal­ma­nın da­ha kâr­lı ol­du­ğu­nu ve is­yan ba­şa­rı­lı ol­sa bi­le ba­ğım­sız­lık el­de et­mek için kor­kunç bir be­del öde­ne­ce­ği­ni dü­şün­müş ol­ma­la­rı müm­kün­dür.

O sı­ra­da en ve­rim­li ça­ğın­da olan Dmit­ri, bü­tün ikaz­la­rı göz ar­dı ede­rek cü­ret­kâr plan­la­rı­nı sür­dür­dü. İlk işi sol ka­na­dı­nı Or­ta Vol­ga neh­ri­ne yas­la­ya­rak kont­ro­lü­nü ne­hir bo­yun­ca müm­kün ol­du­ğu ka­dar aşa­ğı­la­ra yay­dı. Bu­nu te­min et­mek için en iyi ge­ne­ra­li olan prens Dmit­ri Bob­rok’u Suz­dal or­du­su ile tak­vi­ye edil­miş güç­lü bir bir­lik­le Or­ta Vol­ga’­nın do­ğu­su­na, Bul­gar böl­ge­si­ne gön­der­di. Yö­re­nin en bü­yük şeh­ri –onun da adı Bul­gar’­dı (Rus­ça­da Bol­gary)- şid­det­le di­ren­di. Ta­tar­la­rın ateş­li silah­lar kul­lan­ma­la­rı kay­da de­ğer­dir. Va­ka­nü­vi­se gö­re “ka­le du­var­la­rın­dan gök gü­rül­tü­sü gön­der­di­ler.” Fa­kat Rus­lar şeh­ri zap­tet­ti­ler ve ma­hal­lî Ta­tar prens­le­ri Dmit­ri’­ye tâ­bi­lik ye­mi­ni et­mek zo­run­da kal­dı­lar. Rus­lar şe­hir­den 5.000 rub­le sa­vaş taz­mi­na­tı top­la­dı­lar ve ken­di gö­rev­li­le­ri­ni tayin et­ti­ler – bir ver­gi tah­sil­da­rı (do­ro­ga) ve bir güm­rük mü­fet­ti­şi (ta­moj­nik).837

837A.g.y., 11, 25. Ni­kon Va­ka­yi­na­me­sin­de Bol­gary şeh­ri Ka­zan ola­rak be­lir­len­miş­tir ki bu son­ra­ki bir be­lir­le­me­dir.

Bul­gar böl­ge­si Ma­may’a de­ğil, Sa­ray ha­nı Arap­şah’a (Bu­lat Te­mir’in oğ­lu) ait­ti. Rus­la­rın iler­le­me­sin­den çok en­di­şe­len­miş­ti ve er­te­si yıl as­ker­le­ri­ni Nijni Nov­go­rod prens­li­ği­nin gü­ney kı­sım­la­rı­na sevk et­ti. Birleşik Mos­kof ve ma­hal­lî Rus as­ker­le­ri­ni ha­zır­lık­sız ya­ka­la­dı ve on­la­rı Pi­ana neh­ri­nin sa­hi­lin­de mağ­lup et­ti. Kuv­vet­le­ri bun­dan son­ra sü­rat­le Nijni Nov­go­rod’a gi­dip ora­sı­nı yağ­ma­la­dı­lar. Fa­kat tam bu sı­ra­da pa­yi­tah­tı Sa­ray Tok­ta­mış ta­ra­fın­dan alın­dı­ğı için Arap­şah ba­şa­rı­sın­dan fay­da­la­na­ma­dı. Bu defa mü­ca­de­le­ye Ma­may ka­rış­acaktı. Rus­la­rın mağ­lup ol­du­ğu ha­be­rin­den ce­sa­ret bu­la­rak en kabiliyet­li ku­man­dan­la­rın­dan prens Be­giç’in ku­man­da­sı al­tın­da Mos­ko­va’­ya kuv­vet­li bir or­du gön­der­di. Gran­dük Dmit­ri, okolniçí Ti­mothy Velyaminov ve Pro­nak pren­si Vla­di­mir’in ön­der­lik et­ti­ği Rus­lar, Mo­ğol as­ker­le­ri­ni Ri­azan prens­li­ği­nin ku­zey kıs­mın­da Voja neh­ri­nin (Oka’­nın bir ko­lu) sa­hi­lin­de kar­şı­la­dı­lar. Ya­pı­lan mu­ha­re­be­de Rus­lar düş­ma­nı iki ka­nat­tan da çem­be­re al­mak olan klasik Mo­ğol tak­ti­ği­ni ba­şa­rıy­la uy­gu­la­dı­lar, Mo­ğol­lar ağır bir mağ­lu­bi­ye­te uğ­ra­dı­lar ve ba­ki­ye­le­ri dü­zen­siz bir şe­kil­de gü­ne­ye doğ­ru kaç­tı­lar (1378). Er­te­si yıl Mos­kof­lar o ta­rih­te giz­li­ce Rus­ya’­ya ge­ri dön­müş olan İvan Velyaminov’u ele ge­çir­di­ler. Gran­dük Dmit­ri’­nin em­riy­le Mos­ko­va’­da ale­nen idam edil­di (30 Ağus­tos 1379). Va­ka­nü­vi­se gö­re “ida­mın­da çok in­san ha­zır bu­lun­muş­tu ve on­la­rın bir ço­ğu onun [Velyaminov’un] asil ya­pı­sı­nı ve geç­miş­te­ki haş­me­ti­ni dü­şü­nüp ağ­la­mış­lar­dı.” Va­ka­nü­vi­sin ken­di­si Velyaminov’un gran­dü­ke is­ya­nı­nı Şey­tan’ın oyu­nu di­ye açık­la­mak­ta­dır.838

838A.g.y., 11, 45.

IV

Voja neh­ri za­fe­ri Mos­ko­va’­da bü­yük bir coş­kun­lu­ğa yol aç­tı, ama ay­nı za­man­da ge­le­ce­ğe da­ir çok en­di­şe var­dı. Her­kes da­ha bü­yük olay­la­rın mey­da­na ge­le­ce­ği­ni bi­li­yor­du.

Ma­may as­lın­da Be­giç’in mağ­lu­bi­yet ha­be­ri­ni alın­ca üzül­mek­le be­ra­ber ik­ti­dar­da ka­la­bil­mek için Mos­ko­va’­yı ez­mek üze­re mu­az­zam bir gay­ret gös­ter­mek­ten baş­ka ya­pa­cak bir şe­yi yok­tu. Or­du­su­nu tak­vi­ye et­mek için Ce­ne­viz­li, Çer­kez ve Alan pa­ra­lı as­ker­ler tut­tu. Geç­miş­te Mo­ğol or­du­la­rı­nın sa­de­ce sü­va­ri­ler­den mü­te­şek­kil ol­ma­la­rı­nın ak­si­ne ya­ya as­ker­ler de kul­lan­ma­ya ka­rar ver­di. Ce­ne­viz­li pi­ya­de­le­rin iyi teç­hi­zat­lı ve ta­lim­li bir bir­lik ola­rak bü­yük bir ünü var­dı. Ri­azan gran­dü­kü Oleg ve Lit­van­ya gran­dü­kü Ya­ga­ilo ile de tam bir mu­ta­ba­ka­ta var­dı. Za­fer ka­za­nıl­dı­ğı tak­dir­de Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın top­rak­la­rı­nın Ri­azan ve Lit­van­ya ara­sın­da pay­la­şı­la­ca­ğı hu­su­sun­da anlaşma­ya va­rıl­mış­tı; Oleg ve Ya­ga­ilo fet­he­di­len Rus top­rak­la­rın­da ha­nın tâ­bi­le­ri ola­rak hü­küm sü­re­cek­ler­di.839 Ri­azan bir­lik­le­ri Ma­may’ın or­du­su­nu ku­ze­ye doğ­ru gi­der­ken des­tek­le­ye­cek­ler­di; Ya­ga­ilo on­la­ra be­lir­len­miş bir yer­de –Yu­ka­rı Don hav­za­sın­da- 1380 yı­lı Tem­muz ayı­nın son­la­rın­da ka­tıl­ma­yı va­ad et­miş­ti. Or­du­su Mos­ko­va’­ya doğ­ru yü­rü­yü­şe geç­mek için ha­zır olun­ca Ma­may, ha­na olan tâ­bi­lik ba­ğı­nı ye­ni­le­me­si ve 1375 yı­lın­dan ön­ce öde­di­ğin­den da­ha faz­la ha­raç öde­me­si ta­le­biy­le Dmit­ri’­ye el­çi yol­la­dı.

839A.g.y., 11, 46-48.

Met­ro­po­lit Cyp­ri­an’ın (Alexei’in ha­le­fi) tav­si­ye­si üze­ri­ne Dmit­ri ül­ti­ma­to­mu he­men red­det­me­di, bi­lakis mü­za­ke­re yap­ma­la­rı için Ma­may’a ken­di el­çi­le­ri­ni gön­der­di. Fa­kat Ri­azan prens­li­ği­nin hu­dut­la­rın­da bu el­çi­le­re Ma­may’ın or­du­suy­la gel­mek­te ol­du­ğu ha­be­ri ve­ril­di. Du­rum hak­kın­da bil­gi ver­mek ve ye­ni ta­li­mat almak için Dmit­ri’­ye he­men bir ulak gön­der­di­ler. Ar­tık sa­vaş­mak­tan baş­ka bir ça­re kal­ma­dı­ğı­nı an­la­yan met­ro­po­lit Cyp­ri­an, Dmit­ri’­nin di­ren­me ka­ra­rı­nı onay­la­dı. He­men bü­tün bü­yük şe­hir­le­re müm­kün olan en kı­sa za­man­da se­fer­ber ol­ma­la­rı­nı is­te­mek için ulak­lar gön­de­ril­di. Ma­hal­lî prens­ler gö­rüş­me­ler yap­mak için Mos­ko­va’­ya da­vet edil­di­ler ve mev­cut olan bü­tün as­ker­le­rin 15 Ağus­tos’­ta Ko­lom­na’­da top­lan­ma­la­rı em­re­dil­di. Gran­dük Dmit­ri baş­ra­hip Ser­gi­us’un kut­sa­ma­sı­nı is­te­mek için Tri­nity Ma­nas­tı­rı­nı zi­ya­ret et­ti; baş­ra­hip as­ker­le­ri teş­yi et­me­le­ri için iki ke­şiş, Pres­vest ve Os­le­bi­a’­yı gön­der­di.

Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın ma­hal­lî Rus prens­le­ri­nin ek­se­ri­si –Be­lo­ze­ero, Us­ti­ug, Kost­ro­ma, Ros­tov ve Ya­ros­lavl prens­le­ri- as­ker­le­riy­le Ko­lom­na’­ya git­ti­ler. Suz­dal ve Nijni Nov­go­rod prens­le­ri muh­te­me­len Rus harp sah­ne­si­nin sol ka­na­dı­nın st­ra­te­jik is­ti­nat­gâ­hı olan Or­ta Vol­ga böl­ge­si­ni ko­ru­mak gö­re­vi ve­ril­di­ği için mem­le­ket­le­rin­de kal­dı­lar. Bü­yük Nov­go­rod and­laş­ma­lar sa­ye­sin­de Nov­go­rod böl­ge­si dı­şı­na as­ker gön­der­me gö­re­vin­den mu­af­tı. Tver’in 1375 yı­lın­da­ki and­laş­ma­ya gö­re yar­dım­cı kuv­vet­ler gön­der­me­si ge­re­ki­yor­du, ama gön­der­me­di. Böy­le­ce Dmit­ri en çok ih­ti­yaç duy­du­ğu an­da and­laş­ma­nın özel­lik­le gu­rur duy­du­ğu mad­de­sin­den fay­da­la­na­ma­dı. Fa­kat müs­te­rih ola­bi­lir­di, zi­ra Tver Mo­ğol­la­rı da des­tek­le­me­di. So­nuç­ta Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın hal­kı Ma­may’a kar­şı di­ren­mek­te yal­nız kal­mış­lar­dı.

Dmit­ri’­nin or­du­su­nun bü­yük­lü­ğü ne ka­dar­dı? Ni­kon Va­ka­yi­nâ­me­si 400.000 di­yor, ama bu ta­biî ki aşı­rı de­re­ce­de mü­ba­la­ğa­lı­dır. Mo­ğol­lar için ha­raç ve as­ker top­la­mak ga­ye­siy­le Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı on beş t’mi ola­rak tak­sim edil­di­ğin­den, en faz­la 150.000 as­ker çı­ka­ra­bi­lir­di.840 As­lın­da kı­sa za­man­da üç­te bi­rin­den faz­la­sı se­fer­ber edil­miş ola­maz. Ay­rı­ca te­da­rik ve ha­ber­leş­me hiz­met­le­ri için ih­ti­yaç du­yu­lan­lar­la Mos­ko­va ve di­ğer ba­zı şe­hir­ler­de gar­ni­zon gö­re­vi ve­ri­len­le­ri çı­kar­mak ge­re­kir. Bu yüz­den Dmit­ri’­nin harp mey­da­nı­na sür­dü­ğü or­du­su­nun mev­cu­du 30.000’den faz­la ol­muş ola­maz. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Ma­may’ın or­du­su­nun bü­yük­lü­ğü de ay­nıy­dı. Fa­kat onun sü­va­ri­le­ri­nin sa­yı­sı çok da­ha faz­lay­dı ki, bu, o dev­rin ve yö­re­nin şart­la­rı­na gö­re onun avan­ta­jı­nay­dı.

840Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 3, kı­sım 8, s. 218.

Tem­muz ayı­nın so­nun­da Ma­may’ın or­du­su –Rus­ya’­nın XIX. Yüz­yıl­da­ki ida­rî tak­si­ma­tı­na gö­re- Tu­la vi­la­ye­ti­nin, Epi­fan ka­za­sın­da­ki Ku­li­ko­va Po­le (Su Çul­lu­ğu Sah­ra­sı) yı­kı­mın­da Yu­ka­rı Don ile ko­lu Nep­ri­ad­va ara­sın­da bu­lu­nan ova­ya var­mış­tı. Ma­may, Ya­ga­ilo’­nun Lit­van­la­rı ile bir­lik­te gel­me­si­ni bek­le­mek üze­re ora­da dur­du. Fa­kat Ya­ga­ilo ran­de­vu­ya geç kal­mış­tı. Bu ara­da Ya­ga­ilo’­nun kar­deş­le­rin­den oto­ri­te­si­ni ta­nı­ma­yı red­de­den iki­si, Po­lotsk pren­si Andrew ve Bri­ansk pren­si Dmit­ri, Dmit­ri’­yi des­tek­le­me­ye ka­rar ver­miş­ler­di. İki­si de ma­iyet­le­riy­le bir­lik­te Ko­lom­na’­da Dmit­ri’­ye ka­tıl­dı­lar. Ağus­tos ayı­nın so­nun­da ora­da top­la­nan harp di­va­nın­da her iki prens Rus or­du­su­nun Don neh­ri­ni geç­me­si ve Ya­ga­ilo on­la­ra ka­tıl­ma­dan ön­ce (sa­de­ce 25 mil me­sa­fe­dey­di) Ma­may’ın as­ker­le­ri­ne sal­dır­ma­sı için ıs­rar et­ti­ler. Kabiliyet­li as­ke­rî ön­der­ler ola­rak bi­li­ni­yor­lar­dı ve baş­ra­hip Ser­gi­us’un or­du­yu ki­li­se ve ül­ke için sa­vaş­mak üze­re ce­sa­ret­len­di­ren me­sa­jı ile ay­nı za­ma­na denk dü­şen tav­si­ye­le­ri ka­bul gör­dü. Rus or­du­su 1 Ey­lül’­de Oka neh­ri­ni ve al­tı gün son­ra çok da­ha dar olan Yu­ka­rı Don neh­ri­ni ka­yık­lar­la geç­ti.

Don neh­ri­ni ge­çer geç­mez Rus­lar ken­di­le­ri­ni Mo­ğol­lar­la yüz yü­ze bul­du­lar. Kan­lı Ku­li­ko­va Po­le mu­ha­re­be­si 8 Ey­lül’­de ya­pıl­dı.841 Mo­ğol sü­va­ri­le­ri­nin sa­yı­ca üs­tün­lü­ğün­den do­la­yı Rus­lar çem­be­re al­ma tak­tik­le­ri­ni uy­gu­la­ya­ma­dı­lar. Fa­kat Dmit­ri seç­me as­ker­le­rin­den mü­te­şek­kil kuv­vet­li bir bir­li­ği Don neh­ri­ne bi­ti­şik olan ya­kın­da­ki bir or­man­da ce­sur ve sa­dık ku­ze­ni Ser­puk­hov pren­si Vla­di­mir’in ku­man­da­sın­da pu­su­ya ya­tır­mış ve ya­nı­na mü­şa­vir ola­rak prens Dmit­ri Bob­rok’u ver­miş­ti. Dmit­ri, asıl or­du­su­nun baş­ku­man­dan­lı­ğı­na bo­yar Mikael Bre­nok’u tayin et­ti. Gran­dü­kün ken­di­si saf­lar­da sa­vaş­ma­yı ter­cih et­ti.

841Ku­li­ko­vo Po­le mu­ha­re­be­si için bkz. Tri­nity, s. 419-420; Ni­kon, s. 55-56; Ka­ram­zin, 5, 70-76; So­lo­vi­ev, 3, 358-360; Kolankowski, s. 19-20; Na­so­nov, s. 134; ZO, s. 242-243, 292-294.

Va­ka­yi­nâ­me­le­re gö­re mu­ha­re­be­den ön­ce boz­kır sa­va­şı­nın yi­ğit­lik an­la­yı­şı­na uygun olarak bir Ta­tar bo­gatır, Te­mir Mur­za ken­di­siy­le dü­el­lo et­me­ye ce­sa­ret ede­cek her­han­gi bir Rus’a mey­dan oku­du. Baş­ra­hip Ser­gi­us’un gön­der­di­ği iki ke­şiş­ten bi­ri olan Pe­res­vet mey­dan oku­ma­yı ka­bul et­ti.842 Ta­tar’a dört­na­la son sü­rat sal­dır­dı ve çar­pış­ma­la­rı­nın kor­kunç şid­de­tin­den iki­si de öl­dü. Son­ra ye­di mil­lik bir cep­he bo­yun­ca asıl mu­ha­re­be baş­la­dı.843 Dört sa­at ka­dar son­ra avan­ta­jın Ma­may’ın ta­ra­fın­da ol­du­ğu bel­li ol­du; Rus pi­ya­de­le­ri ne­re­dey­se ta­ma­men pe­ri­şan ol­muş­lar­dı ve Rus sü­va­ri­le­ri de müş­kül bir va­zi­yet­tey­di­ler. Gran­dük Dmit­ri’­nin al­tın­da ar­ka ar­ka­ya iki at öl­dü­rül­müş­tü. Mo­ğol­lar ni­haî dar­be­yi in­dir­me­ye ha­zır­la­nır­lar­ken, Dmit­ri Bob­rok pu­su­da­ki bir­li­ğin ku­man­da­nı olan ve uzun za­man­dan be­ri mu­ha­re­be­ye ka­tıl­mak için ye­rin­de du­ra­ma­yan prens Vla­di­mir’e sal­dı­rı za­ma­nı­nın gel­di­ği­ni söy­le­di.

842Or­ta­çağ Ba­tı Av­ru­pa­sı­nın ak­si­ne Or­ta­çağ Rus­ya­sın­da din adam­la­rı­nın şah­sen sa­va­şa ka­tıl­ma­la­rı­nın hiç alı­şıl­ma­dık bir hu­sus ol­du­ğu­nu kay­det­mek ge­re­kir. Pres­vet ve Os­le­bi­a’­nın du­ru­mu bu yüz­den is­tis­na­îdir. Baş­ka bir kay­da de­ğer is­tis­na Tri­nity-Ser­gi­us Ma­nas­tı­rı­nın 1608-10 yıl­la­rın­da Leh­le­re kar­şı mü­da­fa­ası­na ke­şiş­le­rin bil­fi­il ka­tıl­ma­la­rı­dır.

843Ni­kon Va­ka­yi­na­me­si­ne gö­re mu­ha­re­be hat­tı­nın uzun­lu­ğu on vers­ta idi. Bir vers­ta bir mi­lin tak­ri­ben üç­te iki­si­dir.

Ta­ze Rus kuv­vet­le­ri­nin âni­den or­ta­ya çık­ma­sı du­ru­mu bir­den de­ğiş­tir­di. Kaç­ma­ya ilk baş­la­yan Ma­may ol­du ve kı­sa sü­re son­ra bü­tün or­du­su ta­ma­men dü­zen­siz bir şe­kil­de onu ta­kip et­ti. Rus­lar on­la­rı mil­ler­ce ko­va­la­dı­lar ve bü­tün teç­hi­za­tı ve le­va­zı­mı ile bir­lik­te Ma­may’ın or­du­gâ­hı­nı ele ge­çir­di­ler. Rus­la­rın bü­yük ka­yıp­la­rın­dan ve ha­yat­ta ka­lan­la­rın bi­tap düş­müş ol­ma­la­rın­dan do­la­yı da­ha faz­la ta­kip et­mek hiç müm­kün de­ğil­di. Ta­tar­la­rın ka­yıp­la­rı Rus­la­rın­ki ka­dar çok­tu, her iki or­du he­men he­men mev­cut­la­rı­nın ya­rı­sı­nı kay­bet­miş­ti. Ka­çan Mo­ğol­la­rı ta­kip et­mek­ten ge­ri dö­nen prens Vla­di­mir, yok­la­ma yap­mak için ce­set­ler­le kap­lan­mış mu­ha­re­be mey­da­nın­da dur­du­ğu za­man bir­çok ön­de ge­len ön­der ce­vap ver­me­di. Baş­ku­man­dan Mikael Bre­nok, prens Fe­dor Be­lo­zersky ve bir­çok baş­ka prens ve bo­ya­rın ya­nı sı­ra ke­şiş Os­le­bia öl­dü­rü­len­ler ara­sın­day­dı­lar. Bir sü­re için gran­dük Dmit­ri’­nin de çar­pış­ma­da te­lef ol­du­ğun­dan kork­tu­lar. Ni­ha­yet onu bir ağa­cın al­tın­da ölü gi­bi ya­tar­ken bul­du­lar. Fa­kat ha­yat­ta ol­du­ğu­nu gör­dü­ler, cid­dî bir ya­ra bi­le al­ma­mış­tı, sa­de­ce ken­din­den geç­miş­ti.

Dmit­ri’­nin ilk dü­şün­dü­ğü Lit­van or­du­su­nun po­tan­si­yel teh­di­di idi; fa­kat kı­sa sü­re son­ra Ya­ga­ilo’­nun bü­tün as­ker­le­riy­le bir­lik­te sü­rat­le yur­du­na doğ­ru git­mek­te ol­du­ğu ha­be­ri­ni alın­ca tes­kin ol­du. Ri­azan gran­dü­kü Oleg de Lit­van­ya’­ya kaç­mış­tı ve son­ra ora­dan pa­zar­lık yap­ma­ya baş­la­dı. Dmit­ri, onun ken­di­si­ne tâ­bi ol­ma­yı ka­bul et­me­si şar­tıy­la ge­ri dön­me­si­ne mu­va­fa­kat et­ti.

Za­fer ha­be­ri ge­lin­ce Rus­ya’­da ölen­le­rin sa­yı­sın­dan do­la­yı bü­yük bir üzün­tü ile bir­lik­te bü­yük bir se­vinç ya­şan­dı. Mos­ko­va’­ya mu­zaf­fer dö­nü­şün­den he­men son­ra Dmit­ri Tri­nity Ma­nas­tı­rı­na bir zi­ya­ret da­ha yap­tı; baş­ra­hip Ser­gi­us, Ku­li­ko­va Po­le’­de ha­yat­la­rı­nı kay­bet­miş olan bü­tün Rus as­ker­le­ri için bir âyin düzenledi. Son­ra ki­li­se ma­kam­la­rı 26 Ekim’e ve­ya ön­ce­si­ne denk ge­len Cu­mar­te­si’­yi (gran­dük Dmit­ri’­nin ko­ru­yu­cu azi­zi Se­lâ­nik­li Aziz Dmit­ri gü­nü) “Rus­ya ol­du­ğu müd­det­çe” her yıl kut­la­na­cak bir anı gü­nü ola­rak be­lir­le­di­ler. Dmit­ri’­nin iti­ba­rı zir­ve­dey­di. Ona Dons­koy –“Don’­lu”- de­ni­yor­du. Son­ra­ki olay­lar öne­mi­ni azalt­sa da Don mu­ha­re­be­si Rus­la­rın ha­yal gü­cü­nü te­tik­le­di. Ona has­re­dil­miş “Za­donşçi­na” (“Don’un Öte­sin­de Olan­lar”) ad­lı bir şi­ir mu­asır bir Rus ya­za­rı (muh­te­me­len ra­hip So­fo­nia) ta­ra­fın­dan ka­le­me alın­dı. Ede­bî açı­dan XII. Yüz­yıl­da­ki “İgor Alayı Destanı”nın so­luk bir tak­li­di­dir.844 Ni­kon Va­ka­yi­nâ­me­si gi­bi Rus yıl­lık­la­rı­nın son­ra­ki der­le­me­le­ri­ne mu­ha­re­be ile il­gi­li bir çok ef­sa­ne ilave edil­di; bun­lar mu­ha­re­be­ye has­re­di­len ve ge­nel­lik­le “Ma­ma­ye­vo Po­bo­isc­he” (“Ma­may Kat­li­âmı”) di­ye bi­li­nen bir çok hikaye­de de kul­la­nıl­dı­lar.

844Fran­sız âlim André Ma­zon’a gö­re “Lay of Igor’s Cam­pa­ign”in “Za­donşçi­na”nın tak­li­di ola­rak gö­rül­me­si­nin ge­rek­ti­ğin­den ve bu­nun ter­si­nin vâ­rid ol­ma­dı­ğın­dan bah­se­dil­me­li­dir. Ba­na gö­re Ma­zon’un te­ori­si ka­bul edi­le­mez­. Bkz. A. Ma­zon, Le Slo­vo d’Igor (Pa­ris, 1940), Age., “Le Slo­vo d’Igor”, RES, 21 (1944), 5-45. Ma­zon’un te­zi Ro­man Ja­cob­son ta­ra­fın­dan çü­rü­tül­müş­tür; bkz. H. Grégoire, R. Ja­cob­son, M. Szef­tel, J. A. Jof­fe, “La Ges­te du Prin­ce Igor”, An­nu­ai­re, 8 (1948). Ma­zon’un ce­va­bı için bkz. SEER, 27 (1948-49), 512-535; Ja­cob­son’un me­se­le hak­kın­da­ki ye­ni ma­ka­le­si için bkz. “Puzz­les of the Igor’ Ta­le”, Spe­cu­lum, 27 (1952), 43-66.

Don mu­ha­re­be­si Do­ğu Rus­ya’­nın o ta­rih­te muk­te­dir ol­du­ğu en yük­sek ma­ne­vî ve mad­dî ça­ba­yı tem­sil edi­yor­du. Şa­yet Al­tın Or­du’­da­ki ga­ile­ler de­vam et­sey­di­, Rus­ya’­nın he­men ba­ğım­sız­lı­ğı­na ka­vuş­ma­sı­nı sağ­la­ya­cak­tı. Fa­kat as­lın­da Ma­may’ın mağ­lu­bi­ye­tin­den he­men son­ra Or­da’­da bir­lik ve kuv­vet­li bir hü­kü­met ye­ni­den te­sis edil­di. Rus­ya ne­re­dey­se ken­di­ni hiç to­par­la­ya­ma­dan ye­ni ve da­ha zor bir sı­nav­la kar­şı­laş­tı. 1380 yı­lın­da­ki ağır ka­yıp­lar­dan do­la­yı o sı­na­vı ve­re­me­di.

3. TOKTAMIŞ VE TİMURLENK

I

Ku­li­ko­va Po­le mağ­lu­bi­ye­ti Mo­ğol dev­le­ti için ağır bir dar­be idi, ama ölüm­cül de­ğil­di. Ma­may Mos­ko­va’­ya ye­ni bir se­fer için ye­ni bir or­du teş­kil et­mek­te va­kit kay­bet­me­di. Fa­kat tam o sı­ra­da da­ha bü­yük bir teh­li­key­le kar­şı kar­şı­ya kal­dı: Ra­kip bir Mo­ğol ön­de­rin, Ti­mur­lenk’in tâ­bi­si olan Sa­ray hü­küm­da­rı Tok­ta­mış’ın sal­dı­rı­sı. İki or­du­nun çar­pış­ma­sı 1381 yı­lın­da Kal­ka neh­ri sa­hi­lin­de 1223 yı­lın­da Rus­la­rın Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan ilk de­fa mağ­lup edil­dik­le­ri ye­rin ya­kı­nın­da ol­du.

Bu ikin­ci Kal­ka mu­ha­re­be­si Tok­ta­mış’ın as­ker­le­ri­nin tam bir za­fe­ri ile son bul­du. Boz­gun­dan son­ra, şim­di­ye ka­dar Ma­may’ı ön­der­le­ri ola­rak ka­bul et­miş olan Mo­ğol prens­le­ri­nin ve ge­ne­ral­le­ri­nin çoğu fa­ti­hin ta­ra­fı­na geç­ti­ler. Ma­may ya­nın­da bir­kaç ta­raf­tarıyla birlikte o ta­rih­te Ce­ne­viz­li­le­rin kont­ro­lün­de olan Kı­rım’­da­ki Ke­fe li­ma­nı­na kaç­tı. Al­tın­la­rı­nın ve mü­cev­her­le­ri­nin ço­ğu­nu ya­nı­na al­ma­ya mu­vaf­fak ol­muş­tu. Bun­lar sa­ye­sin­de muh­te­me­len ye­ni as­ker­ler tut­ma­yı ve­ya ken­di­si ile ma­iye­ti­ne en azın­dan ra­hat bir ha­yat sağ­la­ma­yı ümit edi­yor­du. Ce­ne­viz­li­ler onu Ke­fe’­ye ka­bul et­ti­ler, ama kı­sa bir sü­re son­ra öl­dü­rüp ha­zi­ne­si­ni ele ge­çir­di­ler. Rus va­ka­nü­vis fi­lo­zof­ça bir yo­rum yap­mış­tı: “Ve kö­tü Ma­may’ın ha­ya­tı böy­le­ce kö­tü­lük­le son bul­du.”845

845Ni­kon, 11, 69.

Ma­may’a kar­şı ka­zan­dı­ğı za­fer­le Tok­ta­mış, Cu­çi Ulu­su­nun hem do­ğu hem ba­tı kıs­mı­nın hâ­ki­mi –as­lı­na ba­kı­lır­sa dö­ne­min en güç­lü hü­küm­dar­la­rın­dan bi­ri- ol­du. Al­tın Or­du’­nun Rus­ya üze­rin­de­ki oto­ri­te­si­ni ye­ni­den te­sis et­me­yi ta­bi­atıy­la gö­rev it­ti­haz et­ti. Yap­tı­ğı ilk iş­ler­den bi­ri Ma­may’ın Lit­van­ya ile yap­tı­ğı it­ti­fa­kı teyit et­mek ol­du. Gran­dük Ya­ga­ilo’­ya ik­ti­da­ra gel­di­ği­ni bil­dir­mek için el­çi gön­der­di. Bil­di­ği­miz üze­re Ku­li­ko­vo savaşından ön­ce Ya­ga­ilo ha­na tâ­bi ol­ma­yı ka­bul­len­miş­ti. Tok­ta­mış’ın 1381 yı­lın­da Ya­ga­ilo’­ya gön­der­miş ol­du­ğu fer­ma­nın met­ni gü­nü­mü­ze ulaş­ma­mış ol­mak­la birlikte, da­ha son­ra­ki (1393 yı­lın­da­ki) bir yar­lı­ğın­dan ken­di­si­ni Al­tın Or­du ha­nı ola­rak Lit­van­ya gran­dü­kü­nün met­bu­su ola­rak be­yan et­ti­ği­ni var­sa­ya­bi­li­riz.846 Tok­ta­mış ay­nı za­man­da Mos­ko­va gran­dü­kü Dmit­ri’­nin ya­nı sı­ra di­ğer Rus gran­dük­le­ri­ni ve prens­le­ri­ni müş­te­rek düş­man­la­rı Ma­may’a kar­şı ka­zan­dı­ğı za­fer­den ha­ber­dar et­ti. Ne Dmit­ri ne de di­ğer Rus prens­le­ri Tok­ta­mış’ı şah­sen zi­ya­ret et­me­yi ge­rek­li gör­me­di­ler; ama hep­si ye­ni hana se­lam­la­rı ve he­di­ye­le­ri ile bir­lik­te özel el­çi­le­ri­ni (ki­liçei) gön­der­di­ler. Bu ha­re­ket­le­ri Rus­ya prens­le­ri­nin tâ­bi ola­rak bo­yun eğiş­le­ri­nin ye­ni­len­me­si ola­rak ka­bul edi­le­bi­lir­se de, Tok­ta­mış Rus­la­rın Al­tın Or­du’­ya kar­şı es­ki yü­küm­lü­lük­le­ri­ni ye­ni­den üst­len­mek ni­ye­tin­de ol­ma­dık­la­rı­nı an­la­mıştı. Bu yüz­den bir son­ra­ki ha­re­ke­ti oto­ri­te­si­nin ye­ni­den teyiti için Mos­ko­va’­ya bir ola­ğa­nüs­tü el­çi gön­der­mek ol­du. El­çi Nijni Nov­go­rod’a ka­dar gi­de­bil­di, da­ha ile­ri­ye git­me­si­ne mü­sa­ade edil­me­di. Bu mis­yo­nun ba­şa­rı­sız­lı­ğı Tok­ta­mış’ı Mos­ko­va’­yı ita­at et­tir­me­nin tek yo­lu­nun sa­vaş ol­du­ğu­na ik­na et­ti. Rus­ya’­ya sal­dır­mak için he­men ha­zır­lık­la­rı baş­lat­tı.

8461381 yı­lın­da­ki yar­lı­ğın met­ni gü­nü­mü­ze ulaş­ma­mış­tır, ama 1393 yı­lın­da­ki yar­lık­ta ona bir atıf var­dır. Bu ikin­ci yar­lı­ğın met­ni­nin trans­krip­si­yo­nu için bkz. Ku­rat, s. 147; Rus­ça ter­cü­me­si için bkz. Rad­lov, 6. ZO, s. 323-324 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Tok­ta­mış Rus­la­rın gü­cü­nü hiç­bir şe­kil­de kü­çük gör­mü­yor­du. Ye­gâ­ne şan­sı­nın giz­li­lik ve sü­rat ol­du­ğu­nun far­kın­day­dı. Bu yüz­den hep­si sü­va­ri olan bü­tün as­ker­le­ri­ni Vol­ga’­nın öte­sin­de top­la­dı ve Ba­tu’­nun Rus­ya’­ya ilk de­fa sal­dır­dı­ğı za­man yap­mış ol­du­ğu gi­bi Bol­gary (Bul­gar) şeh­ri­ni iş­gal et­ti. Son­ra ne­hir üs­tün­de­ki bü­tün Rus ti­ca­ret fi­lo­la­rı­nın zap­te­dil­me­si­ni –or­du­su­nu kar­şı ya­ka­ya ta­şı­mak için tek­ne­le­re ih­ti­ya­cı var­dı- ve hiç bi­ri Rus prens­le­ri­ne ya­kın­da vâ­ki ola­cak sal­dı­rı­yı ha­ber ve­re­me­sin di­ye tüc­car­la­rın tev­kif edil­me­si­ni em­ret­ti. Ya­ku­bovsky’­nin hak­lı ola­rak işa­ret et­ti­ği gi­bi, bu olay Vol­ga’­da ge­mi­ci­li­ğin o ta­rih­te Rus­la­rın kont­ro­lün­de ol­du­ğu­nu gös­ter­mek­te­dir.847

847ZO, s. 326.

Tok­ta­mış’ın or­du­su Or­ta Vol­ga’­nın ba­tı sa­hi­lin­de gö­rün­dü­ğü za­man Rus­lar ta­ma­men ga­fil av­lan­mış­lar­dı. Hem Ri­azan gran­dü­kü Oleg, hem Suz­dal ve Nijni Nov­go­rod gran­dü­kü Dmit­ri, fi­ilen iş­bir­li­ği yap­ma­sa­lar da ken­di­le­ri­ni müs­tev­li­ye kar­şı ha­yır­hah bir ta­raf­sız­lık si­ya­se­ti güt­mek zo­run­da bul­du­lar. Suz­dal gran­dü­kü iki oğ­lu­nu, Si­me­on ile Va­si­li’­yi, Tok­ta­mış’ın or­du­gâ­hı­na gön­der­mek­te ace­le et­ti. Ri­azan’­lı Oleg, prens­li­ği­ne do­kun­ma­ma­la­rı şar­tıy­la Mo­ğol­la­ra reh­ber te­min et­ti.

Tok­ta­mış’ın yak­laş­mak­ta ol­du­ğu ha­be­ri şeh­re ulaş­tı­ğı za­man Mos­ko­va’­ya kas­vet ve deh­şet hâ­kim ol­du.848 Ge­nel bir se­fer­ber­lik ilan et­mek için çok geç ol­du­ğun­dan, bir­çok prens ve bo­yar ta­ma­men mah­vol­mak­tan ka­çın­ma­nın ye­gâ­ne yo­lu ola­rak he­men tes­lim ol­ma­yı tav­si­ye et­ti­ler. Gran­dük Dmit­ri, tav­si­ye­le­ri­ din­le­me­di. Mos­ko­va şeh­ri­nin ken­di­si­ni taş sur­la­rı­nın ar­ka­sın­da elin­den gel­di­ğin­ce mü­da­faa et­me­si­ne ve bu ara­da mül­kü­nün ku­zey böl­ge­le­rin­de bir kur­ta­rı­cı or­du teş­kil et­me­ye ka­rar ver­di. Ken­di­si Kast­ro­ma’­ya git­ti ve ku­ze­ni Ser­puk­hov’­lu Vla­di­mir’i Nov­go­rod yo­lu­nu ko­ru­ma­sı için Vo­lo­ko­lamsk’a gön­der­di. Tver gran­dü­kü Mikael’in ne ya­pa­ca­ğı­na çok şey bağ­lıy­dı, ama o me­şum bir ses­siz­lik için­de kal­dı.

848Tok­ta­mış’ın is­ti­la­sı­nın baş­lı­ca an­la­tı­lış­la­rı şun­lar­dır: Tri­nity, s. 422-425; Si­me­onov, s. 131-133; Ni­kon, 11, 71-81.

Lit­van­ya gran­dü­kü Ol­gerd’in Mos­ko­va’­nın ye­ni taş sur­la­rı­nı aş­ma­ya iki ke­re te­şeb­büs et­ti­ği ve ba­şa­ra­ma­dı­ğı ha­tır­la­na­cak­tır. Mos­ko­va gar­ni­zo­nu şim­di özel­lik­le top ve ateş­li pi­ya­de silah­la­rı ile mü­ceh­hez ol­du­ğu için muh­te­me­len Dmit­ri Mo­ğol­la­rın da ba­şa­rı­sız ola­cak­la­rı­nı ümit edi­yor­du. Bu ateş­li pi­ya­de silah­la­rı Rus­la­rın 1376 yı­lın­da Bul­gar’­da gör­müş ol­duk­la­rı tip­ten ol­muş ol­ma­lı­dır­lar. Dmit­ri’­nin Mos­ko­va’­nın Mo­ğol sal­dı­rı­sı­na da­ya­na­ca­ğın­dan emin ol­ma­sı, ka­rı­sı­nın –gran­dü­şes Ev­do­kia-, met­ro­po­lit Cyp­ri­an ve ba­zı bü­yük bo­yar­la­rın şe­hir­de kal­ma­la­rı­na mü­sa­ade et­me­si hu­su­sun­dan an­la­şı­la­bi­lir.

Fa­kat o baş­kent­ten ay­rı­lır ay­rıl­maz halk ara­sın­da anlaşmaz­lık pat­lak ver­di. Zen­gin­ler gran­dü­kün pe­şin­den gü­ven­li yer­le­re git­mek is­ti­yor­lar­dı. Avam ise ka­lıp müs­tev­li­le­re di­ren­mek is­ti­yor­du. Kaçmaya çalışan zenginler öf­ke­li halk ta­ra­fın­dan öl­dü­rü­lüp mal­la­rı yağ­ma­lan­dı. Ta­ma­men ava­mın kont­ro­lün­de olan bir ge­nel mec­lis (veçe) top­lan­dı. Sur­la­ra çı­kıp hiç kim­se­nin şe­hir­den ay­rıl­ma­sı­na mü­sa­ade et­me­di­ler. Sa­de­ce ma­iyet­le­riy­le bir­lik­te met­ro­po­li­te ve gran­dü­şe­se is­tis­na ya­pıl­dı. Ku­ze­ye git­me­le­ri­ne izin ver­mek­le be­ra­ber ha­zi­ne­le­ri­ni yan­la­rın­da gö­tür­me­le­ri­ne mü­sa­ade edil­me­di. Gran­dü­şes ace­ley­le Kost­ro­ma’­ya, ko­ca­sı­nın ya­nı­na git­ti. Fa­kat met­ro­po­lit Tver’e git­me­yi ter­cih et­ti. Ma­hal­lî bo­yar­la­rın hiç bi­ri­ne gü­ven­me­yen veçe, Mos­ko­va gar­ni­zo­nu­nun ku­man­da­nı ola­rak Ni­kon Va­ka­yi­nâ­me­si­nin Ol­gerd’in bir to­ru­nu de­di­ği Os­tei adın­da­ki bir Lit­van pren­si­ni seç­ti. O, şe­hir­de dü­ze­ni ye­ni­den te­sis et­me­ye mu­vaf­fak ol­du ve mü­da­faa için ace­ley­le ha­zır­lık yap­ma­ya baş­la­dı. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re halk be­ce­rik­li­li­ğin­den ve ken­di­ne gü­ve­nin­den et­ki­len­miş­ti ve kom­şu ka­sa­ba­lar ile taş­ra­dan da­ha çok mül­te­ci Mos­ko­va’­ya ko­şa ko­şa gel­di­ler.

23 Ağus­tos 1382’de Tok­ta­mış’ın or­du­su şeh­rin sur­la­rı önün­de gö­rün­dü. Mos­kof­lar artık sa­vaş­ma ka­rar­la­rın­da it­ti­fak içinde görünüyorlardı. Ama va­ka­nü­vis Tan­rı’­ya dua ede­rek öl­me­ye ha­zır­la­nan “iyi in­san­lar” ile zen­gin­le­rin ki­ler­le­ri­ni yağ­ma­la­yıp iç­ki ile ce­sa­ret bu­lan “kö­tü in­san­lar” ara­sın­da­ki dav­ra­nış far­kı­nı kay­det­miş­tir. Mo­ğol­lar üç gün ve üç ge­ce şeh­re şid­det­le sal­dır­dı­lar, ama al­ma­ya mu­vaf­fak ola­ma­dı­lar. Son­ra Tok­ta­mış hi­le yap­ma­ya ka­rar ver­di ve 26 Ağus­tos’­ta mu­ha­sa­ra­yı kal­dır­ma­nın be­de­li ola­rak sa­de­ce “kü­çük he­di­ye­ler” is­te­yip mü­ta­re­ke tek­lif et­ti. Ya­nın­da­ki iki Suz­dal­lı prens onun tek­li­fi­nin sa­mi­mi­ye­ti­ne ke­fil ol­du­lar.

Mos­kof­lar on­la­ra ina­na­cak ka­dar saf­tı­lar. Ka­pı­lar açı­lıp baş­la­rın­da prens Os­tei ol­du­ğu halde Mos­ko­va eş­ra­fı ça­rı se­lam­la­mak üze­re tö­ren­le dı­şa­rı çık­tı­ğı za­man Mo­ğol­lar on­la­ra sal­dı­rıp doğ­ra­dı­lar. Bu ara­da baş­ka Mo­ğol ­grup­la­rı şeh­re dal­mış­lar­dı. Bu­nu kor­kunç bir kat­li­âm ve yağ­ma ta­kip et­ti. Fa­tih­ler gran­dü­ka­lık ha­zi­ne­si­nin ya­nı sı­ra bo­yar­la­rın ve var­lık­lı tüc­car­la­rın bi­rik­tir­miş ol­duk­la­rı zen­gin­lik­le­ri ele ge­çir­di­ler. Ki­li­se­ler­de­ki al­tın kap­lar ve haç­lar, zerdûz ku­maş­lar ve di­ğer sa­nat ürün­le­ri alın­dı. Va­ka­nü­vis, bir­çok ki­ta­bın müs­tev­li­ler­den ko­ru­mak gay­re­tiy­le kom­şu ka­sa­ba ve köy­ler­den Mos­ko­va ki­li­se­le­ri­ne ge­ti­ril­miş ol­duk­la­rı­nı izah ede­rek, ki­tap­la­rın kay­bı­nı özel bir üzün­tü ile kay­det­miş­ti. Ki­tap­la­rın hep­si ya kal­dı­rıp atıl­mış ya da Ta­tar­lar ta­ra­fın­dan ya­kıl­mıştı. Yağ­ma so­na er­di­ği za­man şe­hir ate­şe ve­ril­di. “Mos­ko­va şeh­ri o za­ma­na ka­dar bü­yük­tü ve bak­ma­ya do­yu­la­maz­dı”, di­ye ağıt yak­mış­tı va­ka­nü­vis, “in­san­lar­la, zen­gin­lik­le ve ih­ti­şam­la do­luy­du... ve şim­di bir­den­bi­re bü­tün gü­zel­li­ği yok ol­du ve ih­ti­şa­mı kay­bol­du. Du­ma­nı tü­ten ha­ra­be­ler­den, çıp­lak top­rak­tan ve ce­set yı­ğın­la­rın­dan baş­ka bir şey gö­rün­mü­yor.”849

849Ni­kon, 11, 78-79.

Fe­la­ke­tin ha­be­ri Tver’e ula­şır ulaş­maz gran­dük Mikael Tok­ta­mış’a zen­gin he­di­ye­ler­le bir­lik­te bir el­çi gön­der­di. Çar onu samimi bir hava içinde kar­şı­la­dı ve Mikael’e Tver gran­dü­ka­lı­ğı be­ra­tı­nı ver­di. Bu ara­da Mo­ğol­lar ka­sa­ba­la­rı ve köy­le­ri yağ­ma­la­ya­rak Mos­ko­va prens­li­ği­nin ara­zi­si­ne ya­yıl­mış­lar­dı. Ama Vo­lo­ko­lamsk’a yak­laş­tık­la­rı za­man prens Vla­di­mir kar­şı sal­dı­rı­ya geç­ti ve on­la­rı ka­çırt­tı. Ay­nı za­man­da Tok­ta­mış’ın ke­şif kol­la­rı gran­dük Dmit­ri’­nin Kost­ro­ma’­da ol­duk­ça bü­yük bir kuv­vet top­la­dı­ğı­nı bil­dir­miş­ler­di. Şim­di­ye ka­dar el­de et­ti­ği so­nuç­lar­dan mem­nun ol­ma­ma­sı için hiç­bir se­be­bi ol­ma­yan Tok­ta­mış, bu ra­por­la­ra is­ti­na­den ge­ri çe­kil­me­yi em­ret­ti. Mo­ğol­lar dö­nüş yo­lun­da sa­vaş es­na­sın­da ta­raf­sız kal­mış olan Ri­azan prens­li­ği­ni yağ­ma­la­dı­lar. Gran­dük Dmit­ri ve prens Vla­di­mir, Mos­ko­va’­dan ar­ta­ ka­la­na ge­ri dön­dük­le­ri za­man tah­ri­bat man­za­ra­sı kar­şı­sın­da ağ­la­dı­lar. Dmit­ri’­nin ilk em­ri hâ­lâ gö­mül­me­miş olan bü­tün ce­set­le­rin gö­mül­me­si ol­du. Her sek­sen ce­se­din gö­mül­me­si­ne bir rub­le öde­di. Top­lam mas­raf 300 rub­le­yi bul­muş­tu, bun­dan da o za­man 24.000 ce­se­din gö­mül­dü­ğü so­nu­cu çı­ka­rı­la­bi­lir. Dmit­ri’­nin mü­te­akip işi Ri­azan gran­dü­kü Oleg’i yap­tı­ğı­nı iha­net telakki ede­rek ce­za­lan­dır­mak ol­du. Tok­ta­mış’ın as­ker­le­ri­nin elin­den da­ha ye­ni muz­da­rip ol­muş olan baht­sız Ri­azan prens­li­ği şim­di bir ke­re de Mos­kof­lar ta­ra­fın­dan yağ­ma­lan­dı. Böy­le­ce Oleg’in ta­raf­sız kal­ma ça­ba­sı sa­de­ce hal­kı­na fe­lâ­ket ge­tir­di.

Dmit­ri, Ri­azan gran­dü­kü­nü ce­za­lan­dır­mış ol­mak­tan acı­ma­sız bir zevk ol­muş ol­mak­la be­ra­ber, Ri­azan üs­tün­de met­bu­lu­ğu­nu ye­ni­den te­si­se mu­vaf­fak ola­ma­dı; Mos­ko­va’­nın Tver’e kar­şı üs­tün­lü­ğü­nü de ye­ni­den ku­ra­ma­dı. 1370’ler­de­ki dip­lo­ma­si­si ile prens­ler ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­ler­de bü­tün el­de et­tik­le­ri he­ba ol­du. Hat­ta Mos­ko­va gran­dü­kü şim­di­ye ka­dar prens­ler ara­sın­da­ki ça­tış­ma­lar­da baş­lı­ca da­ya­nak­la­rın­dan bi­ri olan ki­li­se­nin des­te­ği­ni bi­le bir sü­re için kay­bet­miş gö­rün­dü. Met­ro­po­lit Cyp­ri­an mu­ha­sa­ra­nın ari­fe­sin­de Mos­ko­va’­dan ay­rıl­dı­ğı za­man Dmit­ri’­nin Kost­ro­ma’­da­ki ge­çi­ci ika­met­gâ­hı­na de­ğil de Tver’e git­miş­ti. Dmit­ri şim­di Cyp­ri­an’ı Mos­ko­va’­ya ge­ri dön­me­ye da­vet için Tver’e iki bo­yar gön­der­di. Cyp­ri­an gö­nül­süz ola­rak gel­mek­le be­ra­ber, an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re, Tver’e kar­şı Dmit­ri’­ye des­tek sö­zü ver­me­ye ni­yet­li de­ğil­di. Gran­dük ile met­ro­po­lit ara­sın­da şid­det­li bir anlaşmaz­lık ol­du ve Cyp­ri­an bu­nun so­nu­cun­da hâ­lâ res­men met­ro­po­lit­lik ma­ka­mı olan Ki­yef’e git­ti. Böy­le­ce Mos­ko­va ile Tver ara­sın­da­ki çe­kiş­me­de ke­sin bir ta­vır koy­mak­tan ka­çın­mış ol­du. Fa­kat Ki­yef Lit­van­ya gran­dü­kü ta­ra­fın­dan kont­rol edi­li­yor­du ve met­ro­po­li­tin Lit­van­ya’­nın ta­ra­fı­nı tut­ma­sı­nın si­ya­sî so­nuç­la­rı Mos­ko­va için onun Tver’i des­tek­le­me­sin­den da­ha me­şum ola­bi­lir­di.

Her şey he­sa­ba alın­dı­ğın­da Rus­la­rın 1370’ler­de Mo­ğol­la­ra di­ren­mek için yap­tık­la­rı bü­yük fe­da­kâr­lık­lar şim­di bo­şu­na ya­pıl­mış gö­rü­nü­yor­lar­dı. Rus­ya’­nın 1383 yı­lın­da­ki si­ya­sî at­mos­fe­ri Mo­ğol hâ­ki­mi­ye­ti­nin er­ken dö­ne­mi­ni ha­tır­la­tı­yor: Rus prens­le­ri­nin ek­se­ri­si ye­ni ça­ra bağ­lı­lık ye­mi­ni sun­mak ve on­dan be­rat al­mak için Or­da’­ya koş­tur­du­lar. Oğ­lu Alexander ile bir­lik­te Tver gran­dü­kü Mikael ve Suz­dal gran­dü­kü Dmit­ri’­nin kar­de­şi Go­ro­dets pren­si Bo­ris bun­la­rın ara­sın­day­dı­lar. Suz­dal­lı Dmit­ri’­nin oğ­lu Va­si­li, ça­rın Mos­ko­va ha­ra­be­le­rin­den ge­ri çe­ki­li­şin­de Tok­ta­mış’a re­fa­kat et­mek zo­run­da kal­dı­ğı için çok­tan be­ri Or­da’­day­dı. Dmit­ri has­ta ol­du­ğu için ken­di­si gi­de­me­miş­ti (Çok geç­me­den de öl­dü). Mos­ko­va gran­dü­kü Dmit­ri şah­sen gö­rün­me­di, ama ken­di­si­ni tem­sil et­mek üze­re en bü­yük oğ­lu Va­si­li’­yi gön­der­di.

Bek­le­ne­ce­ği üze­re Tver gran­dü­kü Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı üze­rin­de hak id­dia et­ti. Tok­ta­mış bu hak id­di­ası­nı ka­bul et­sey­di Rus­ya’­da­ki si­ya­sî du­rum XIV. Yüz­yıl ba­şın­da­ki­ne ben­zer ola­cak­tı ve Tver’in bü­tün Do­ğu Rus­ya’­nın li­der­li­ği­ni ele ge­çir­me­ye ça­lış­mak için bir şan­sı da­ha bu­lu­na­cak­tı. Fa­kat Tok­ta­mış Mos­ko­va’­nın üs­tün­lü­ğü­nün ye­ri­ne Tver’in­ki­ni ika­me et­mek ni­ye­tin­de de­ğil­di. Özel­lik­le Mos­ko­va şim­di bi­tap ve bur­nu sür­tül­müş gö­rün­dü­ğü için, ara­la­rın­da bir den­ge te­sis et­me kabiliyeti­ne gü­ve­ne­rek Do­ğu Rus­ya’­yı bir çok gran­dü­ka­lı­ğa bölün­müş ola­rak tut­ma­yı ter­cih edi­yor­du. Çar bu yüz­den Mikael’in be­ra­tı­nı Tver gran­dü­kü ola­rak teyit et­ti, ama Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı be­ra­tı Mos­ko­va­lı Dmit­ri’­ye ve­ril­di. Her iki­si­nin de ita­ati­ni ga­ran­ti et­mek için Tok­ta­mış Mikael’in oğ­lu Alexander ile Dmit­ri’­nin oğ­lu Va­si­li’­yi re­hi­ne ola­rak Or­da’­da tut­tu. Tok­ta­mış Ti­mur­lenk’in tâ­bi­si ve Ti­mur­lenk de Çin’­de­ki Ming im­pa­ra­to­ru­nun tâ­bi­si ol­du­ğu için, Mos­ko­va şim­di –en azın­dan ya­sal ola­rak- Yüan ha­ne­da­nı za­ma­nın­da ol­du­ğu gi­bi yi­ne Pe­kin’in üs­tün oto­ri­te­si­ne tâ­bi idi.

Bü­tün Rus prens­lik­le­rin­den ha­raç ve di­ğer ver­gi­le­ri Ca­ni­beg’in hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da tarh edi­len oran­lar­da ye­ni­den mun­ta­za­man öde­me­ye baş­la­ma­la­rı is­ten­di ki, bun­lar Or­da’­da­ki Bü­yük Kargaşa dö­ne­min­de­ki­ler­den çok da­ha yük­sek­ti­.850 Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı aha­li­si 1384 yı­lın­da ya al­tın (tam­ga) ya da gü­müş (ha­raç) ola­rak yük­lü taz­mi­nat öde­mek zo­run­da kal­dı. Nov­go­rod­lu­lar Ka­ra Tah­si­lâ­ta tâ­bi ol­du­lar. Ay­ri­ye­ten Rus­ya yi­ne çar ne za­man is­ter­se or­du­su­na as­ker ver­mek zo­run­day­dı. Rus kay­nak­la­rın­da as­ke­re al­ma­nın ye­ni­len­me­si ile il­gi­li ke­sin ipuç­la­rı ol­ma­mak­la be­ra­ber Rus as­ker­le­ri­nin 1388 yı­lın­da Tok­ta­mış’ın bü­yük or­du­su­nun bir kıs­mı­nı teş­kil et­tik­le­ri İran kay­nak­la­rın­dan bi­lin­mek­te­dir.851

850Ca­ni­beg’in ver­gi oran­la­rın­dan Edi­gey’in 1409 yı­lın­da I. Va­si­li’­ye yaz­dı­ğı mek­tup­ta bah­se­dil­mek­te­dir, SGGD, 2, 16

851ZO, s. 338.

II

1383 yı­lın­da Rus­ya’­nın ge­le­ce­ği ger­çek­ten ka­ran­lık gö­zü­kü­yor­du. Tok­ta­mış Rus­ya üze­rin­de­ki Mo­ğol kont­ro­lü­nü bir ham­le­de ye­ni­den te­sis et­miş­ti ve Al­tın Or­du şim­di es­ki­den ol­du­ğun­dan da­ha güç­lü gö­rü­nü­yor­du. Rus­la­rın ye­ni kuv­vet top­la­ya­na ka­dar san­ki da­ha uzun yıl­lar bo­yun­ca Mo­ğol­la­ra kar­şı bo­yun eğen ta­vır­la­rı­nı ye­ni­den üst­len­mek zo­run­da ol­duk­la­rı gö­rü­lü­yor­du. Mos­ko­va ve Vla­di­mir gran­dü­kü­nün oto­ri­te­si­nin ev­vel­ce ula­şı­lan mil­lî bir­li­ğin de­re­ce­si­ni azalt­mak­la so­nuç­la­nan ge­ri­le­yi­şi du­ru­mun­da­ki bir baş­ka ta­lih­siz âmil­di.

Tok­ta­mış ile Ti­mur ara­sın­da açık ça­tış­ma Tok­ta­mış’ın Mos­ko­va’­yı alı­şın­dan dört yıl son­ra baş­la­dı. Fa­kat iki hü­küm­da­rın ara­sın­da sür­tüş­me ol­du­ğu 1383 yı­lın­dan be­ri bel­liy­di. Ça­tış­ma­nın şah­sî ve je­opo­li­tik ol­mak üze­re iki vec­he­si var­dı. Psi­ko­lo­jik açı­dan ba­kıl­dı­ğın­da Tok­ta­mış ilk ba­şa­rı­la­rı­nı Ti­mur’a borç­lu ol­mak­la be­ra­ber Rus­ya’­ya kar­şı ka­zan­dı­ğı za­fer­den son­ra ken­di­si­ni met­bu­sun­dan da­ha güç­lü bir hü­küm­dar ola­rak gö­rü­yor­du ve ba­ğım­sız bir han gi­bi dav­ra­nı­yor­du. 1383 yı­lı gi­bi er­ken bir ta­rih­te Ti­mur’un da met­bu­luk id­di­asın­da bu­lun­du­ğu Ha­rezm’­de ken­di adı­na sik­ke ke­sil­me­si­ni em­ret­ti. Je­opo­li­tik açı­dan Tok­ta­mış’ın dev­le­ti ile Ti­mur’un im­pa­ra­tor­lu­ğu ara­sın­da­ki ça­tış­ma XIII. Yüz­yı­lın so­nun­da ve XIV. Yüz­yıl­da­ki Al­tın Or­du ile İl­han­lı m­pa­ra­tor­lu­ğu ara­sın­da­ki es­ki hu­su­me­tin ye­ni­den can­lan­ma­sıy­dı. Es­ki ve ye­ni mü­ca­de­le­nin dip­lo­ma­tik vec­he­le­ri­nin ben­zer­li­ği Tok­ta­mış’ın Mem­luk­la­rın iş­bir­li­ği­ni sağ­la­ma te­şeb­bü­süy­le açık­ça gö­rü­lü­yor­du. 1385 yı­lın­da ön­ce­ki Cu­çi­oğul­la­rı­nın yap­mış ol­du­ğu gi­bi bir it­ti­fa­kın oluş­ma­sı­nı ha­zır­la­mak için Mı­sır’a el­çi­ler gön­der­di.

Al­tın Or­du ile Or­ta As­ya İm­pa­ra­tor­lu­ğu­nun uğ­ru­na çe­kiş­tik­le­ri iki ana böl­ge Or­ta As­ya’­da Ha­rezm ile Trans­kaf­kas­ya’­da Azer­bay­can idi. Ti­mur ile Tok­ta­mış ara­sın­da­ki ça­tış­ma baş­la­dı­ğı za­man her iki böl­ge de muh­tar­dı. Her iki­sin­de de ma­hal­lî bir ha­ne­dan hü­küm sü­rü­yor­du, bun­lar Ha­rezm’­de Su­fi­ler ve Azer­bay­can’­da Ce­la­yir­ler­di. 1385 yı­lın­da Ti­mur Azer­bay­can’a se­fe­re çık­tı. Ce­la­yir bir­lik­le­ri­ni Sul­ta­ni­ye’­de mağ­lup et­mek­le be­ra­ber ül­ke­nin fet­hi­ni ta­mam­la­ma­dı ve kı­sa sü­re son­ra İran’a ge­ri dön­dü. Ti­mur’un se­fe­ri ma­hal­lî Azer­bay­can hü­küm­dar­la­rı­nın za­yıf­lı­ğı­nı or­ta­ya çı­kar­dı ve Tok­ta­mış du­rum­dan ya­rar­lan­ma­ya ka­rar ver­di. Hic­ri 787 yı­lı­nın kı­şın­da (Mi­la­dî 1385-86 yı­lı) Tok­ta­mış Teb­riz’i üç yıl ön­ce Mos­kof­la­rı kan­dır­dı­ğı ay­nı hi­le ile ele ge­çir­di. Şe­hir Mos­ko­va’­nın ol­du­ğu gi­bi ada­ma­kıl­lı yağ­ma­la­nıp tah­rip edil­di. Bu akın Ti­mur’un gö­zü­nü Al­tın Or­du’­dan ge­le­cek teh­di­din cid­di­ye­ti ba­kı­mın­dan aç­tı. Tok­ta­mış ku­ze­ye çe­ki­lir çe­kil­mez Ti­mur kuv­vet­li bir or­duy­la Azer­bay­can’­da gö­rün­dü. Hic­rî 788 yı­lı­nın kı­şın­da (Mi­la­dî 1386-87 yı­lı) Ti­mur’un ön­cü bir­lik­le­ri Da­ğıs­tan’­da Tok­ta­mış’ın or­du­su ile çar­pış­tı. Mu­ha­re­be­de bir ne­ti­ce alın­ma­mak­la be­ra­ber Tok­ta­mış ge­ri çe­kil­me­yi em­ret­ti.

İki Mo­ğol hü­küm­da­rı ara­sın­da­ki ça­tış­ma­nın ta baş­lan­gı­cın­dan be­ri Al­tın Or­du’­da ne­ler olup bit­ti­ği hak­kın­da çok gü­zel bil­gi sa­hi­bi olan Rus prens­le­ri­nin, baş­la­mak­ta olan ça­tış­ma­nın Mo­ğol-Rus mü­na­se­bet­le­ri için ne ifa­de et­ti­ği­ni an­la­dık­la­rı­na hiç şüp­he yok­tur. Al­tın Or­du’­da­ki her karmaşa Rus­ya üze­rin­de­ki Mo­ğol kont­ro­lü­nün gev­şe­me­si de­mek ola­bi­lir­di. Ye­ni du­rum­dan ya­rar­la­na­cak ilk ki­şi Gran­dük Dmit­ri’­nin Or­da’­da re­hi­ne ola­rak tu­tu­lan oğ­lu Mos­ko­va­lı Va­si­li idi. 1386 yı­lı­nın son­ba­ha­rın­da ken­di­si­ne dost olan ba­zı Mo­ğol gö­rev­li­le­rin yar­dı­mıy­la kaç­tı. Ön­ce Boğ­dan’a, son­ra Al­man­ya üze­rin­den Lit­van­ya’­ya gi­dip prens Vi­tovt’­dan hi­ma­ye ta­lep et­ti. Vi­tovt, o sı­ra­da ku­ze­ni Le­his­tan kra­lı Ya­ga­ilo ta­ra­fın­dan ren­ci­de edil­di­ği­ni dü­şü­nü­yor ve is­yan et­me­ye ha­zır­la­nı­yor­du. Ge­le­cek­te­ki mü­ca­de­le için müt­te­fik­ler ara­ya­rak Tö­ton şö­val­ye­le­ri ile giz­li­ce gö­rüş­üyordu. Şim­di ise Va­si­li’­yi Mos­ko­va ile dost­ça mü­na­se­bet te­si­si için kul­lan­ma­ya ka­rar ver­di. Va­si­li’­ye o za­man on al­tı ya­şın­da olan kı­zı Sop­hia ile va­kit uy­gun ol­du­ğu za­man ev­len­me sö­zü­nü ver­dir­di. Bu sö­zü al­dık­tan son­ra Vi­tovt Va­si­li’­ye her tür­lü say­gı­yı gös­ter­di ve Po­lotsk üze­rin­den Mos­ko­va’­ya ge­ri dön­me­si­ne yar­dım et­ti. Va­si­li 19 Ocak 1387’de ya­nın­da bir­çok Lit­van pren­si ve bo­ya­rı ol­du­ğu hal­de yur­du olan şeh­re gel­di.852

852On­la­ra Ni­kon, 11, 91’de “Leh­ler” den­mek­te­dir.

Tok­ta­mış’ın du­ru­mu sağ­lam ol­say­dı, her­hal­de Va­si­li’­nin kaç­tı­ğı için ce­za­lan­dı­rıl­ma­sı­nı ta­lep eder­di. Fa­kat çar Ti­mur’a kar­şı ye­ni bir se­fe­re çık­mak üze­re ol­du­ğu için Mos­ko­va’­ya kar­şı sert dav­ra­na­maz­dı. Bu defa Tok­ta­mış as­ker­le­ri­ni Trans­kaf­kas­ya’­ya de­ğil de Vol­ga ve Ya­yık ne­hir­le­ri­ni ge­çip Or­ta As­ya’­ya sev­ket­ti. Planı Ti­mur’un mül­kü­nün can da­ma­rı olan Ma­ve­ra­ün­ne­hir’e sal­dır­mak­tı. Bu­ha­ra’­ya ulaş­ma­yı ba­şar­dı, ama şeh­ri hü­cum­la ala­ma­dı. As­ker­le­ri çev­re­yi ta­lan et­tik­ten son­ra ge­ri dön­dü.

Ti­mur, mi­sil­le­me ola­rak Ha­rezm’e gir­di ve Or­ta As­ya ti­ca­re­ti­nin mer­ke­zi olan mü­ref­feh Urgenç şeh­ri­ni tah­rip et­ti. Ga­za­ba ge­lip ön­le­ri­ne çı­kan her şe­yi yok eden bu dev­le­rin sa­va­şın­da bir son­ra­ki ham­le­yi Tok­ta­mış yap­tı. 1388 yı­lın­da İran­lı ta­rih­çi Şe­re­füd­din’e gö­re Cu­çi Ulu­su­na men­sup her ka­vim­den, Rus­lar, Bul­gar­lar, Çer­kez­ler ve Alan­lar da­hil ol­mak üze­re der­le­di­ği as­ker­ler­le dev gi­bi bir or­du top­la­dı.853 An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re bu or­du­da hem Mos­ko­va pren­si Va­si­li’­nin ku­man­da­sın­da Mos­kof as­ker­le­ri hem de Suz­dal ve Nijni Nov­go­rod gran­dü­kü Bo­ris’in ku­man­da­sın­da Suz­dal as­ker­le­ri var­dı. Tok­ta­mış bir ke­re da­ha Or­ta As­ya’­nın de­rin­lik­le­ri­ne dal­dı. 1389 yı­lı ilk­ba­ha­rı­nın baş­la­rın­da Sir­der­ya neh­ri­nin sa­hi­lin­de ke­sin ne­ti­ce­li ol­ma­yan bir mu­ha­re­be ya­pıl­dı; son­ra Tok­ta­mış ge­ri dön­dü ve or­du­su­nu ye­ni­den ter­tip et­mek üze­re Ka­za­kis­tan’a çe­kil­di. Ken­di­si­ne re­fa­kat eden iki Rus pren­si­ne, Bo­ris ve Va­si­li’­ye yurt­la­rı­na dön­me­le­ri için izin ve­ril­di.

853Ti­esen­ha­usen, 2, 156.

Va­si­li Mos­ko­va’­ya ulaş­tık­tan he­men son­ra ba­ba­sı gran­dük Dmit­ri öl­dü (19 Ma­yıs 1389). Üç ay son­ra Va­si­li Tok­ta­mış’ın el­çi­si prens Hik­met ta­ra­fın­dan Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı tah­tı­na res­men otur­tul­du. He­men he­men ay­nı za­man­da üç önem­li Mo­ğol gö­rev­li Mos­ko­va’­ya ge­lip Hristiyan ol­mak ve ye­ni gran­dü­ke hiz­met verme ar­zu­la­rı­nı iz­har et­ti­ler. Bun­lar, muh­te­me­len Va­si­li’­nin Or­da’­dan kaç­ma­sı­na yar­dım et­miş olan es­ki dost­la­rıy­dı­lar. Hal­kın bü­yük coş­ku­su ara­sın­da Mos­ko­va’­da vaf­tiz edil­di­ler. Bu olay ye­te­rin­ce mana­lı­dır. Ba­zı bü­yük Mo­ğol asil­zâ­de­le­ri­nin Mos­ko­va gran­dü­kü­nün ko­nu­mu­nun ken­di han­la­rı­nın­kin­den da­ha sağ­lam ve ya­şa­mak için Mos­ko­va’­nın Sa­ray’­dan da­ha emin ol­du­ğu­nu dü­şün­dük­le­ri­ni gös­ter­mek­te­dir.

Vi­tovt’un kı­zı Sop­hia ile ev­len­me­si ve met­ro­po­lit Cyp­ri­an’ın Mos­ko­va’­ya ge­ri dön­me­si ile Va­si­li’­nin iti­ba­rı çok art­tı. Bu iki olay 1390 yı­lın­da mey­da­na gel­di. O sı­ra­da Vi­tovt Tö­ton şö­val­ye­le­ri ile Ya­ga­ilo’­ya kar­şı it­ti­fak te­sis et­miş ola­rak Prus­ya’­day­dı. Va­si­li ile iyi mü­na­se­bet­ler te­sis et­me­si­nin Vi­tovt ba­kı­mın­dan ma­hir bir dip­lo­ma­tik ha­re­ket ol­du­ğu gö­rül­dü. İki ate­ş –Prus­ya ve Mos­ko­va- ara­sın­da kal­mak­tan kor­kan Ya­ga­ilo Vi­tovt’a kar­şı olan tav­rı­nı ye­ni­den göz­den ge­çir­di ve ni­ha­yet 1392 yı­lın­da iki ku­zen Vi­tovt’u Lit­van­ya gran­dü­kü ola­rak ka­bul eden bir anlaşma­ya var­dı­lar. Vi­tovt, bu­nu mü­te­akip he­men şö­val­ye­ler­le olan mü­na­se­be­ti­ni kes­ti, fa­kat Mos­ko­va ile olan mü­na­se­bet­le­ri bir sü­re da­ha dos­tâ­ne sür­dü.

III

1391 yı­lın­da Tok­ta­mış ile Ti­mur ara­sın­da­ki ça­tış­ma ka­rar saf­ha­sı­na gir­di. Tok­ta­mış’ın Ma­ve­ra­ün­ne­hir’­de­ki tah­rip­kâr akın­la­rın­dan ra­hat­sız olan Ti­mur, ra­ki­bi­nin pe­şi­ne onun ken­di mül­kün­de düş­me­ye ka­rar ver­di. İti­na­lı ha­zır­lık­lar­dan son­ra 1391 yı­lı­nın Şu­bat ayın­da Sir­der­ya neh­ri­nin kı­yı­sın­da­ki Ot­rar’a 200.000 ki­şi ol­du­ğu söy­le­nen bir or­du yığ­dı ve top­la­dı­ğı ku­rul­tay plan­la­rı­nı onay­la­dı ve bir­lik­le­rin ku­man­dan­la­rı­na ni­haî ta­li­mat­lar ve­ril­di. Or­du Ni­san ayın­da Ka­za­kis­tan’­da su­yun bol ol­du­ğu Sarıg Uzen’e (Sa­rı Su) gel­di ve din­len­mek için mo­la ver­di. Se­fe­ri­nin ta­ri­hî öne­mi­nin bi­lin­cin­de olan Ti­mur, ora­da or­du­gâ­hı­nı kur­du­ğu­nu kay­det­mek için ya­kın­da­ki bir ka­ya­nın üze­ri­ne bir ki­tâ­be­nin ka­zın­ma­sı­nı em­ret­ti (28 Ni­san 1391).854

854ZO, s. 357.

Ti­mur’un Ka­za­kis­tan’a sev­ket­ti­ği or­du tam bir sa­vaş ma­ki­na­sıy­dı.855 Teşkilatı­nın ve teç­hi­za­tı­nın her te­fer­ru­atı ya en iyi Mo­ğol as­ke­rî ge­le­nek­le­ri­ne ya da Ti­mur’un ev­vel­ce edin­di­ği ken­di tec­rü­be­le­ri­ne is­ti­nat edi­yor­du. Çin­giz Han’ın koy­muş ol­du­ğu on­lu or­du teşkilatı­nın ve ka­tı di­sip­li­nin ge­nel pren­sip­le­ri­ne uy­mak­la be­ra­ber Ti­mur hem st­ra­te­ji hem tak­tik ba­kı­mın­dan önem­li ye­ni­lik­ler ge­tir­miş­ti. Di­ğer hu­sus­la­rın ya­nı sı­ra pi­ya­de­le­re önem­li bir rol ver­miş­ti. Pi­ya­de­le­ri­nin sü­va­ri­le­rin sal­dı­rı­la­rı­na da­yan­ma­la­rı­nı sağ­la­mak için tec­rü­be­li is­tih­kâm­lar­dan mü­te­şek­kil bir sı­nıf ih­das et­miş­ti. Pi­ya­de­le­ri mu­ha­re­be mey­da­nın­da mu­az­zam kal­kan­lar­la tak­vi­ye edil­miş si­per­ler­de çok gü­zel ko­ru­nu­yor­du. Bü­tün or­du ye­di ko­lor­du­ya tak­sim edil­miş­ti. Bun­lar­dan iki­si baş­ku­man­da­nın mu­ha­re­be­nin gi­di­şa­tı­na gö­re ya mer­ke­zi ya da ka­nat­lar­dan bi­ri­ni des­tek­le­mek için her yö­ne sev­ke­de­bi­le­ce­ği bir ih­ti­ya­tı teş­kil edi­yor­lar­dı. Mer­kez, es­ki Mo­ğol or­du­la­rın­da, hat­ta Ti­mur’un ken­di es­ki or­du­la­rın­da ol­du­ğun­dan da­ha güç­lü kı­lın­mış­tı.

855Ti­mur’un or­du­su­nun teşkilatı­nın es­ki, fa­kat hâ­lâ fay­da­lı bir araş­tır­ma­sı var­dır: M. Char­moy, “Expédition de Ti­mo­ur-I-lenk ou Ta­mer­lan cont­re Tog­ta­mic­he”, Mémoires de l’Academie Impériale des Sci­en­ces de St. Pe­ters­bo­urg 6 th ser., 3 (1836), 89-505. Fa­kat Char­moy’un kul­lan­dı­ğı otan­tik kay­nak­la­ra ilave­ten “Ti­mur’s Ins­ti­tu­ti­ons” de­nen apok­ri­fik bir in­ce­le­me­yi de na­zar-ı iti­bâ­re al­dı­ğı­nı kay­det­mek ge­re­kir. Ga­rip­tir ki Fer­di­nand Lot ya­kın­lar­da Ti­mur’un or­du­su­nu bü­tün an­la­tı­şı­nı “Ti­mur’s Ins­ti­tu­ti­ons”a is­ti­nat et­tir­miş­tir. Ti­mur’un as­ke­rî mü­es­se­se­le­ri­nin ZO, s. 339-354’te A. Yu. Ya­ku­bovsky’­nin yap­tı­ğı çok gü­zel bir öze­ti var­dır.

Ti­mur, Ma­yıs ayın­da or­du­su­nun bü­yük bir sür­gün avı ter­tip et­me­si­ni em­ret­ti. Bu, kıs­men yi­ye­cek stok­la­rı­nı ye­ni­le­mek kıs­men de su­bay­la­rı­na ve as­ker­le­ri­ne ni­haî bir ta­lim yap­tır­mak için­di. Av her iki ba­kım­dan da ba­şa­rı­lı geç­ti. Son­ra Ti­mur or­du­su­nu ku­ze­ye is­tih­ba­rat ra­por­la­rı­na gö­re Tok­ta­mış’ın or­du­su­nun bir kıs­mı­nın ko­nuş­lan­dı­ğı Yu­ka­rı To­bol neh­ri yö­re­si­ne gö­tür­dü. Fa­kat Ti­mur’un as­ker­le­ri To­bol’a ulaş­tık­la­rı za­man Tok­ta­mış’ın as­ker­le­ri Ya­yık neh­ri­nin ba­tı­sı­na çe­kil­miş­ler­di. Ti­mur ke­sin ne­ti­ce­li bir mu­ha­re­be is­tiyor, fakat Toktamış bundan kaçınıyordu. Ti­mur hız­la Ya­yık neh­ri­ne doğ­ru iler­ler­ken Tok­ta­mış bir ke­re da­ha ge­ri çe­kil­di; an­cak Or­ta Vol­ga böl­ge­sin­de, Sa­ma­ra (Ku­ybişev) yö­re­sin­de Ti­mur’un as­ker­le­ri düş­man­la­rı­nın ana or­du­gâ­hı­na ulaş­tı­lar. Artık Tok­ta­mış’ın dü­zen­li bir şe­kil­de ge­ri çe­kil­me­si müm­kün de­ğil­di; 18 Ha­zi­ran 1391’de (bu­gün­kü Kuy­işev’in ku­ze­yin­de Vol­ga neh­ri­nin doğu kollarından) Sok neh­ri­nin bir kolu durumundaki Kon­dur­ça neh­ri­nin kı­yı­sın­da mu­ha­re­be­yi ka­bul et­mek zo­run­da kal­dı. Kan­lı mu­ha­re­be Tok­ta­mış’ın or­du­su­nun tam bir boz­gu­na uğ­ra­ma­sıy­la son bul­du. Tok­ta­mış bir­kaç ada­mı ile bir­lik­te kaç­tı. Ga­lip­le­rin eli­ne mu­az­zam ga­ni­met geç­ti.

Çin­giz Han’ın pren­sip­le­ri­nin ak­si­ne Ti­mur an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re ar­tık teh­li­ke­li ol­ma­dı­ğı­nı dü­şü­ne­rek Tok­ta­mış’ı Vol­ga’­nın öte­sin­de ta­kip et­me­di. Fa­kat Tok­ta­mış’a kar­şı onun ta­ra­fı­nı tut­muş olan Cu­çi Ulu­su­nun iki önem­li li­de­ri­nin –prens Ti­mur Kut­lug (Urus Han’ın to­ru­nu)856 ve Emir Edi­ge’­nin- muh­te­me­len tek­rar baş­kal­dı­rır­sa Tok­ta­mış’a kar­şı çı­ka­cak­la­rı­nı he­sap ede­rek ken­di­sin­den ay­rı­lıp Kıp­çak’a git­me­le­ri­ni ka­bul et­ti. Yıl so­nun­da Ti­mur mu­zaf­fer bir şe­kil­de pa­yi­tah­tı Se­mer­kant’a ge­ri dön­dü. Ken­di­si­ni ar­tık Tok­ta­mış’ın sal­dı­rı­la­rın­dan gü­ven­de his­se­de­rek üç yıl ön­ce tah­rip et­ti­ği Ha­rezm’­de­ki Urgenç şeh­ri­ni ye­ni­den kur­ma­yı ka­bul et­ti.

856Bkz. Se­çe­re Tab­lo­su VI.

Ti­mur’un Tok­ta­mış’ın ki­şi­li­ği­ni ve kay­nak­la­rı­nı ye­te­rin­ce de­ğer­len­di­re­me­di­ği ça­buk an­la­şıl­dı. Cu­çi Ulu­su­nun bü­tün do­ğu kıs­mı­nı (Ya­yık neh­ri­nin do­ğu­su­nu) kay­bet­miş ol­mak­la be­ra­ber ba­tı kıs­mı­nı, asıl Al­tın Or­du’­yu hâ­lâ kont­rol edi­yor­du. Al­tın Or­du’­da­ki prens­le­rin ve bü­yük asil­zâ­de­le­rin ek­se­ri­si han­la­rı­na sa­dık kal­mış­lar­dı. Bu dö­nem­de Ti­mur Kut­lug’un ve Edi­ge’­nin fa­ali­yet­le­ri hak­kın­da bir şey du­yul­maz. Muh­te­me­len Tok­ta­mış’a açık­ça mu­ha­le­fet et­me­ye he­nüz ce­sa­ret ede­mi­yor­lar­dı.

Hem Mos­ko­va’­nın hem Lit­van­ya’­nın ha­na kar­şı tav­rı­na çok şey bağ­lıy­dı. Mos­ko­va’­yı ken­di ta­ra­fın­da tut­mak için Tok­ta­mış Rus­ya si­ya­se­ti­ni te­mel­den de­ğiş­tir­mek zo­run­da kal­dı. Dört Rus gran­dü­ka­lı­ğı ara­sın­da den­ge sağ­la­mak ye­ri­ne Do­ğu Rus­ya üze­rin­de­ki kont­ro­lü­nü sür­dür­mek için ye­gâ­ne şan­sı­nın en güç­lü dü­ka­lı­ğa, yani Mos­ko­va’­ya, ta­viz ver­mek­te ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yor­du. Gran­dük Va­si­li he­men ye­ni du­rum­dan ya­rar­la­na­rak çar­dan Nijni Nov­go­rod gran­dü­ka­lı­ğı­nın ta­ma­mı­nın Mos­ko­va ta­ra­fın­dan il­hak edil­me­si­ne mü­sa­ade et­me­si­ni is­te­di. Bu ta­le­bin ze­mi­ni gran­dük­le­ri Bo­ris’­ten ha­ber­siz ola­rak Nijni Nov­go­rod bo­yar­la­rı ile giz­li gö­rüş­me­ler ya­pan Mos­ko­va bo­yar­la­rı ta­ra­fın­dan dik­kat­le ha­zır­lan­mış­tı. Va­si­li, Tok­ta­mış’ın ka­rar­gâ­hı­na şah­sen git­ti ve hem ça­ra hem bü­yük asil­zâ­de­le­re he­di­ye yağ­dır­dı. Nijni Nov­go­rod tah­tı­nın be­ra­tı­nı al­dık­tan son­ra ya­nın­da ça­rın özel el­çi­si ol­du­ğu halde Mos­ko­va’­ya ge­ri dön­dü. Son­ra bu el­çi ön­de ge­len Mos­ko­va bo­yar­la­rı ile bir­lik­te Nijni Nov­go­rod’a gön­de­ril­di. Adam­la­rı ta­ra­fın­dan terk edi­len gran­dük Bo­ris he­men tev­kif edil­di. Nijni Nov­go­rod Va­si­li’­nin bir yar­dım­cı­sı­nı va­li ola­rak ka­bul et­mek zo­run­da kal­dı. Son­ra Va­si­li tek­rar Tok­ta­mış’ın or­du­gâ­hı­na da­vet edil­di ve “o za­ma­na ka­dar hiç­bir Rus pren­si­ne gös­te­ril­me­miş bü­yük bir say­gı” gör­dü.857 Nijni Nov­go­rod’a ilave­ten çar ona Go­ro­dets Meshc­he­ra ve Ta­ru­sa prens­lik­le­ri­ni ba­ğış­la­dı. Bu­na mu­ka­bil Mos­ko­va gran­dü­kü Tok­ta­mış’ın met­bu­su ola­rak ta­nı­ma­yı sür­dür­me­yi ka­bul et­ti. Fa­kat Mos­ko­va şim­di her za­man­kin­den da­ha güç­lüy­dü ve pek ah­la­kî ola­rak ula­şıl­ma­dıy­sa da Do­ğu Rus­ya’­nın bir­li­ği­ne doğ­ru önem­li bir adım atıl­mış­tı.

857Ni­kon, 11, 148.

Tok­ta­mış, artık dik­ka­ti­ni Lit­van­ya ve Le­his­tan’a yö­neltmiş­ti. Le­his­tan kra­lı Ya­ga­ilo’­ya el­çi­ler gön­de­rip onun sa­da­ka­ti­ni ye­ni­den te­yit et­me­si­ni ve Ki­yef, Po­do­lya ve ba­zı di­ğer Ba­tı Rus­ya yö­re­le­ri için ha­raç öde­me­yi ka­bul et­me­si­ni is­te­di. Vi­tovt şim­di Lit­van­ya gran­dü­kü ol­du­ğu için Tok­ta­mış’ın el­çi­le­ri onun­la da ko­nuş­mak zo­run­day­dı­lar. Taf­si­lâ­tı bi­lin­me­mek­le be­ra­ber Tok­ta­mış için tat­min­kâr olan bir anlaşma­ya va­rıl­dı. Hâ­lâ Ti­mur’a kar­şı müt­te­fik ola­rak ka­zan­ma­yı ümit et­ti­ği Mem­luk­lar­la da ye­ni­den mü­na­se­bet te­sis et­ti.

Dip­lo­ma­tik ba­şa­rı­la­rın­dan bü­yük ce­sa­ret bu­lan ve ye­ni bir or­du der­le­yip eğit­miş olan Tok­ta­mış, Ti­mur’a kar­şı Kaf­kas­ya’­da mah­dut bir sal­dı­rı­ya geç­me­ye ka­rar ver­di. 1394 yı­lı­nın son­ba­ha­rın­da bir­lik­le­ri Der­bend’i aş­tı ve yol­la­rı üze­rin­de­ki her şe­yi yağ­ma­la­ya­rak Şir­van yö­re­sin­de gö­rün­dü. Bu­nu ha­ber alan Ti­mur bir el­çi gön­de­re­rek Tok­ta­mış’ın as­ker­le­ri­ni ge­ri çek­me­si­ni ve ye­ni­den ken­di­si­nin met­bu­lu­ğu­nu ta­nı­ma­sı­nı ta­lep et­ti. Tok­ta­mış bu­nu red­det­ti. İki hü­küm­dar ara­sın­da ni­haî ça­tış­ma ka­çı­nıl­maz ol­du.

IV

1395 yı­lı­nın Şu­bat ayın­da Ti­mur, Ha­zar De­ni­zi­nin ba­tı sa­hi­li bo­yun­ca Trans­kaf­kas­ya’­dan ku­ze­ye Da­ğıs­tan’a doğ­ru ha­re­ket et­ti. Ni­san ayın­da or­du­su Te­rek neh­ri va­di­sin­de Tok­ta­mış’ın ana kuv­vet­le­ri­nin kar­şı­sın­da müs­tah­kem bir or­du­gâh kur­du. Mu­ha­re­be 15 Ni­san’­da ol­du. Çar­pış­ma­nın so­nu­cu sa­at­ler­ce bel­li de­ğil­di, ama ni­ha­yet Ti­mur’un ih­ti­yat­ta­ki alay­la­rı mü­da­ha­le et­ti­ler ve düş­ma­nın di­re­ni­şi­ni kır­dı­lar. Ti­mur’un as­ker­le­ri Tok­ta­mış’ın terk edil­miş or­du­gâ­hın­da 1391 yı­lın­da ol­du­ğu gi­bi mu­az­zam zen­gin­lik­te ga­ni­met ele ge­çir­di­ler. Fa­kat bu se­fer Ti­mur kü­çük bir ma­iyet­le Aşa­ğı Vol­ga’­yı aşa­rak ka­çan ve Or­ta Vol­ga’­da­ki Bul­gar’a sı­ğın­ma­ya ça­lı­şan Tok­ta­mış’ı ta­ki­be te­şeb­büs et­ti. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re tâ­bi hü­küm­dar ola­rak Al­tın Or­du’­nun ba­şı­na ge­tir­me­ye ni­yet­len­di­ği prens Kay­rı­çak Oğ­lan’a (Urus Han’ın oğ­lu) Aşa­ğı Vol­ga böl­ge­sin­de dü­ze­ni te­sis et­me­si­ni em­ret­ti.

Ti­mur Vol­ga’­nın ba­tı sa­hi­li­ne ge­ri dön­dü ve Aşa­ğı Don bo­yun­da Tok­ta­mış’ın emir­le­ri­nin mün­fe­rit di­re­niş­le­ri­ni kır­dı. Son­ra as­ker­le­ri­ni bir­kaç haf­ta din­len­dir­dik­ten son­ra bu kez Rus­ya’­ya kar­şı ol­mak üze­re ye­ni bir se­fer baş­lat­tı. Or­du­su Don neh­ri bo­yun­ca ku­ze­ye doğ­ru bi­ri neh­rin do­ğu­sun­da­ki ova­lar­da iler­le­yen, di­ğe­ri ba­tı sa­hi­li­ni ta­kip eden iki kol halinde yü­rü­dü. Tem­muz ayın­da her iki kol Ri­azan prens­li­ği­nin gü­ney mın­tı­ka­la­rı­na ulaş­tı­lar. Ti­mur’un şah­sen ku­man­da et­ti­ği ba­tı ko­lu Elets şeh­ri­ni hü­cum­la al­dı. Elets pren­si esir edil­di ve şe­hir hal­kı ya kat­le­dil­di ya da kö­le ya­pıl­dı. Elets’i al­dık­tan son­ra Ti­mur or­du­gâ­hı­nı ora­da kur­du ve as­ker­le­ri­ne çev­re­yi yağ­ma­lat­tı. Muh­te­me­len ku­ze­ye ca­sus­lar ve ke­şif kol­la­rı gön­de­rip on­la­rın ra­por­la­rı­nı bek­le­di.

Ti­mur ile Tok­ta­mış ara­sın­da­ki bir ön­ce­ki mü­ca­de­le­nin gi­di­şa­tı hak­kın­da iyi bil­gi al­mış olan Rus­lar her ih­ti­ma­le kar­şı ha­zır­lan­mış­lar­dı. Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın or­du­su (ki bu­na şim­di sa­bık Nijni Nov­go­rod gran­dü­ka­lı­ğı­nın or­du­su da da­hil­di) Ha­zi­ran ve Tem­muz ay­la­rın­da se­fer­ber edil­miş­ti. Ağus­tos ayı­nın baş­la­rın­da gran­dük Va­si­li esas kuv­vet­le­ri­ni Ko­lom­na’­da top­la­dı. Ku­li­ko­vo Po­le mu­ha­re­be­si­nin kah­ra­ma­nı Ser­puk­hov pren­si Vla­di­mir’in ku­man­da­sın­da Mos­ko­va’­da güç­lü bir gar­ni­zon bı­ra­kıl­dı. Bu kabiliyet­li ve po­pü­ler pren­si Mos­ko­va mü­da­fa­ası­nın ba­şı­na ge­çir­mek­le Va­si­li an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Tok­ta­mış’ın is­ti­la­sı za­ma­nın­da ol­du­ğu gi­bi şe­hir hal­kı­nın çı­ka­ra­ca­ğı kar­ga­şa­la­rın tek­ra­rı­na mâ­ni ol­ma­yı ümit edi­yor­du.

Va­si­li’­nin te­mel st­ra­te­jik planı an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re ba­ba­sı Dmit­ri Do­ns­koy’un yap­tı­ğı gi­bi Oka neh­ri­ni ge­çip gü­ne­ye doğ­ru iler­le­mek­ten­se Oka neh­ri hat­tı­nı sa­vun­mak­tı. As­ker­le­rin ma­ne­vi­ya­tı­nı yük­selt­mek ve Mos­ko­va­lı­la­rı tes­kin et­mek için Va­si­li met­ro­po­lit Cyp­ri­an’ın XII. Yüz­yı­lın or­ta­sın­dan be­ri Vla­di­mir ka­ted­ra­lin­de tu­tu­lan ve mu­ci­ze­ler ya­rat­tı­ğı­na ina­nı­lan Ha­nı­mı­mı­zın858* iko­na­sı­nı Mos­ko­va’­ya ge­tirt­me­si­ni is­te­di. Ri­va­ye­te gö­re evan­je­list St. Lu­ke859* ta­ra­fın­dan res­me­dil­miş­ti. (Sa­nat ta­rih­çi­le­ri­nin gö­rü­şü­ne gö­re as­lın­da bir XI. Yüz­yıl Bi­zans­lı res­sa­mın ese­ri­dir.)860 Cyp­ri­an Va­si­li’­nin planı­nı onay­la­dı ve iko­na­yı Mos­ko­va’­ya ge­tir­me­le­ri için Vla­di­mir’e din adam­la­rı­nı gön­der­di. İko­na Hz. Mer­yem’in ve­fat gü­nü olan kut­sal 15 Ağus­tos gü­nün­de ka­ted­ral­den alın­dı. Din adam­la­rın­dan ve din ada­mı ol­ma­yan­lar­dan mü­te­şek­kil bü­yük bir kor­tej pa­yi­tah­ta ka­dar ona re­fa­kat et­ti­ler. Kor­tej 26 Ağus­tos’­ta, şeh­rin Tok­ta­mış’ın as­ker­le­ri ta­ra­fın­dan zap­te­di­li­şi­nin on üçün­cü yıl­dö­nü­mün­de Mos­ko­va ön­le­ri­ne gel­di. Baş­la­rın­da prens Vla­di­mir, met­ro­po­lit Cyp­ri­an, ön­de ge­len din adam­la­rı ve bo­yar­lar ol­du­ğu halde Mos­ko­va hal­kı onu kar­şı­la­ma­ya çık­tı. Bir­çok ila­hi okun­duk­tan son­ra iko­na ka­ted­ra­le ge­ti­ril­di ve ye­ni ye­ri­ne yer­leş­ti­ril­di. Bü­tün bun­la­rın Mos­ko­va­lı­lar üze­rin­de çok ce­sa­ret ve­ri­ci bir te­si­ri ol­muş gö­rü­nü­yor. Şüp­he­siz Rus­la­rın di­nî his­si­ya­tı­nı ve di­re­niş is­te­ği­ni güç­len­dir­me­ye yar­dım­cı olan önem­li bir ­psi­ko­lo­jik olay­dı.

858Ha­nı­mı­mız: Our Lady = Ma­don­na = Mer­yem Ana –çn.

859Evan­je­list St. Lu­ke: İncil’I ya­zan dört ha­va­ri­den bi­ri olan Lu­kas –çn.

860Vla­di­mir Mer­yem Ana­sı iko­na­sı hakkında bkz. A. I. Ani­si­mov, Vla­di­mirs­ka­ia iko­na Boz­hi­ei Ma­te­ri (Prag, 1928).

Vla­di­mir’in Mer­yem Ana iko­na­sı­nın Mos­ko­va’­ya ulaş­tı­ğı gün te­sa­dü­fen Ti­mur se­fe­re son ver­di­ği­ni ilan et­ti ve ge­ri çe­kil­me em­ri­ni ver­di. Ti­mur o gün uyur­ken ken­di­si­ni deh­şe­te dü­şü­ren bir rü­ya gör­dü­ğü hikaye­si Rus­lar ara­sın­da ya­yıl­dı. Gök­yü­zün­de Mos­ko­va yo­lu­nu ko­ru­mak üze­re sa­yı­sız me­le­ğe ku­man­da eden mor el­bi­se­ler giy­miş bir Ha­nım gör­müş­tü. Uyan­dı­ğı za­man tit­ri­yor­du ve uzun sü­re ma­iye­tin­de­ki­le­re ba­şı­na ne gel­di­ği­ni an­lat­ma­dı.861

861Ni­kon, 11, 160.

As­lı­na ba­kı­lır­sa Ti­mur o sı­ra­da Rus­la­rın ken­di­le­ri­ni sa­vun­ma­ya ha­zır ol­duk­la­rı­nı ve or­du­la­rı­nın gü­cü ile iyi teşkilat­lan­mış ol­du­ğu­nu öğ­ren­miş ol­ma­lıy­dı. Mu­hak­kak ki ra­ki­bi Tok­ta­mış’ın on üç yıl ön­ce on­la­rı ga­fil av­la­ya­rak mağ­lup et­me­ye mu­vaf­fak ol­du­ğu­nu bi­li­yor­du. Ti­mur on­la­rı mağ­lup et­me­yi ümit ede­bi­lir­di, ama ken­di or­du­su­nun da bü­yük ka­yıp ve­re­ce­ği­ni fark et­miş ol­ma­lıy­dı. Ay­rı­ca se­fer za­man alır­dı ve onu im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun mer­ke­zin­den çok uzak­la­ra çe­ker­di.

Ti­mur Mos­ko­va’­ya var­ma­mak­la be­ra­ber se­fe­ri mü­na­se­be­tiy­le müm­kün olan en iyi pro­pa­gan­da­yı yap­tı. Ri­azan prens­li­ği­nin gü­ney ucu­nu iş­ga­li Rus­ya’­nın fet­hi di­ye tak­dim edil­di. Ti­mur’un bu se­fe­re ka­tı­lan su­bay­la­rı­nın an­lat­tı­ğı hikaye­ler Ti­mur’un oğ­lu Şah­ruh’un sa­ra­yın­da ya­şa­yan ve Za­fer­nâme ad­lı ese­ri­ni Ti­mur’un ölü­mün­den yir­mi yıl son­ra ta­mam­la­yan İran­lı ta­rih­çi Şe­re­füd­din ta­ra­fın­dan kul­la­nıl­dı­. Şe­re­füd­din 1395 yı­lı se­fe­ri­ni tas­vir eder­ken Ti­mur’un Mos­ko­va’­ya (“Maş­kav”) ulaş­tı­ğı­nı ve ora­da zen­gin ga­ni­met ele ge­çir­di­ği­ni be­yan et­ti.862 Sa­de­ce Şe­re­füd­din’in Or­ta As­ya’­da­ki mu­asır­la­rı de­ğil, ba­zı mo­dern şar­ki­yat­çı­lar da bu hikaye­yi ol­du­ğu gi­bi ka­bul et­ti­ler. Hem His­tory of Per­si­an Li­te­ra­tu­re’ı ya­zan Edward G. Browne hem L’Empire Mon­gol’u ya­zan L. Bo­uvat bu be­ya­nı tek­rar­lar­lar.863 Yi­ne de bu iki âli­min ko­nuy­la il­gi­li Rus ede­bi­ya­tı­na baş­vur­ma­la­rı­nın çok zor ol­du­ğu­nu ka­bul et­mek­le be­ra­ber -“Sla­vi­ca non le­gun­tur” (Slav­ca oku­na­maz)- Şe­re­füd­din’in ha­ta­sı­nın doğ­ru bir de­ğer­len­dir­me­si için ko­lay­ca Gib­bon’a baş­vu­ra­bi­lir­ler­di.864

862Ti­esen­ha­usen, 2, 180.

863Browne, 3, 192; Bo­uvat, s. 50.

864Gib­bon, 2, 1237.

Ti­mur mem­le­ke­ti­ne ge­ri dö­ner­ken Don neh­ri­nin ağ­zın­da­ki Azak şeh­ri­ni (gü­nü­müz­de Azov) ele ge­çi­rip yağ­ma­la­dı ve Ku­zey Kaf­kas­ya’­nın ba­tı kıs­mın­da­ki Çer­kez top­rak­la­rı­nı tah­rip et­ti. 1395-96 kı­şın­da ora­dan Aşa­ğı Vol­ga böl­ge­si­ne dön­dü ve Al­tın Or­du’­nun iki esas mer­ke­zi­ni –Ast­ra­han ile Ye­ni Sa­ray ve­ya Ber­ke’­nin Sa­ra­yı- yak­tı. Yap­tık­la­rın­dan mem­nun ol­muş va­zi­yet­te Ti­mur Se­mer­kant’a ge­ri dön­dü ve he­men Hindistan se­fe­ri­ni plan­la­ma­ya gi­riş­ti. Bu se­fer 1398-99’da ya­pıl­dı ve akıl al­maz ha­zi­ne­ler el­de edil­di.

4. EDİGE’NİN HÜKÜMDARLIĞI

I

Ti­mur’un Al­tın Or­du’­ya kar­şı gi­riş­ti­ği se­fer­le­rin so­nu­cu, Al­tın Or­du için as­ke­rî ol­du­ğu gi­bi eko­no­mik ba­kım­dan da fe­lâ­ket ol­du. Al­tın Or­du’­nun re­fa­hı uluslararası ti­ca­re­te, özel­lik­le de Uzak Do­ğu ile ya­pı­lan ti­ca­re­te da­ya­nı­yor­du. Çin’­den ve Hin­dis­tan’­dan ge­len bü­yük ker­van yol­la­rı Urgenç’­de bu­lu­şu­yor ve yol­lar ora­dan Es­ki Sa­ray’a (onun ye­ri­ni 1360 yı­lın­dan iti­bâ­ren Ast­ra­han al­mış­tı) ve Ye­ni Sa­ray’a gi­di­yor­du. Mal­lar Ast­ra­han’­dan Azov’a (Ta­na) nak­le­di­li­yor, ora­da ge­mi­le­re yük­le­mek üze­re İtal­yan tüc­car­lar dev­ra­lı­yor­du. Bü­tün bu bü­yük ti­ca­ret mer­kez­le­ri –Urgenç, Ast­ra­han, Sa­ray, Azov- Tok­ta­mış ile mü­ca­de­le­si sı­ra­sın­da Ti­mur ta­ra­fın­dan tah­rip edil­miş­ler­di. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Ti­mur’un ni­ye­ti sa­de­ce ra­ki­bi­nin or­du­la­rı­nı yen­mek de­ğil, Ba­tı ile ya­pı­lan Çin ve Hindistan ti­ca­re­ti­nin gü­zer­gâ­hı­nı Ku­zey Ha­zar ve Ka­ra­de­niz yö­re­le­rin­den İran ve Su­ri­ye’­ye çe­vi­re­rek Al­tın Or­du’­nun ti­ca­rî gü­cü­nü yık­mak­tı. Böy­le­ce Al­tın Or­du’­yu Uzak Do­ğu ti­ca­re­ti­nin ya­rar­la­rın­dan mah­rum et­me­yi ve bü­tün bu ka­zan­cı ken­di im­pa­ra­tor­lu­ğu için el­de et­me­yi ümit edi­yor­du. Bu te­şeb­bü­sün­de bü­yük öl­çü­de mu­vaf­fak ol­du. 1436 yı­lın­da Al­tın Or­du’­yu zi­ya­ret eden Ve­ne­dik el­çi­si Gi­osa­fa­to Bar­ba­ro’­ya gö­re Azov’un es­ki ipek ve ba­ha­rat ti­ca­re­ti ne­re­dey­se son bul­muş­tu ve bu mal­lar şim­di Su­ri­ye üs­tün­den gi­di­yor­du.865 Kı­rım li­man­la­rı –Ke­fe ve Sol­da­ia– da şark ti­ca­re­ti­nin gü­zer­gâ­hı­nın de­ğiş­me­sin­den et­ki­len­miş­ler­di. Al­tın Or­du ve Rus­ya ile ti­ca­ret yap­ma­ya de­vam edi­yor­lar­dı (XV. Yüz­yı­lın son­la­rın­da Kı­rım’­da­ki Ve­ne­dik ve Ce­ne­viz ti­ca­ret­ha­ne­le­ri Os­man­lı Türk­le­ri ta­ra­fın­dan ka­pa­tı­la­na ka­dar), ama ti­ca­ret hac­mi Uzak Do­ğu ile olan­dan çok mah­dut­tu.

865ZO, s. 376.

Ti­ca­ret Al­tın Or­du’­nun Ti­mur’un boz­du­ğu ye­gâ­ne ik­ti­sa­dî fa­ali­ye­ti de­ğil­di. Tah­rip et­ti­ği bü­yük şe­hir­ler sa­de­ce ti­ca­re­tin de­ğil, ay­nı za­man­da çe­şit­li ze­na­at­le­rin ve sa­na­yi­nin mer­kez­le­riy­di­ler. Bü­tün bun­lar şim­di mah­vol­muş­tu. Ti­mur’un Al­tın Or­du’­ya yap­tı­ğı se­fer­le­rin et­ki­si bu ba­kım­dan Ba­tı’­nın Rus­ya se­fe­ri­nin­ki gi­biy­di. Bü­yük şe­hir­le­rin tah­rip edil­me­si hem ik­ti­sat hem de en­te­lek­tü­el ha­yat ve tek­no­lo­ji ba­kı­mın­dan top­lu­mun ön­de ge­len kül­tü­rel ­grup­la­rı­nı yok et­miş­ti.

Al­tın Or­du’­nun ge­liş­me­si üze­rin­de­ki te­si­ri an­cak fe­lâ­ket ola­bi­lir­di. Kıp­çak dev­le­ti­nin kül­tü­rel se­vi­ye­si aşı­rı de­re­ce­de dü­şü­rül­müş­tü. Ön­ce­ki sü­reç gö­çe­be­lik ile şe­hir kül­tü­rü­nün bir ora­da ya­şa­ma­sı­na is­ti­nat eder­ken şim­di gö­çe­be­ler en azın­dan ge­çi­ci ola­rak ken­di hal­le­ri­ne bı­rak­mış­lar­dı. Hâ­lâ bü­yük bir as­kerî güç teş­kil edi­yor­lar­dı, ama şe­hir­le­rin kül­tü­rel ön­der­li­ği­nin ya­rar­la­rın­dan yok­sun­du­lar. Di­ğer hu­sus­la­rın ya­nı sı­ra ar­tık uy­gun sa­vaş teç­hi­zat­la­rı yok­tu. Bu as­ke­rî tek­nik­te önem­li bir de­ği­şi­min ol­du­ğu bir dö­nem­di -ateş­li silah­la­rın kul­la­nıl­ma­sı hız­la yay­gın­la­şı­yor­du. Mos­kof­ya ve Lit­van­ya’­nın da da­hil ol­du­ğu kom­şu­la­rı ateş­li silah­lar imâ­li­ne baş­la­mış­ken, Al­tın Or­du’­nun şim­di­lik bu­nu ya­pa­cak imkanı yok­tu. Ger­çi ateş­li silah­lar he­nüz de­ne­me saf­ha­sın­day­dı­lar ve kul­la­nım­la­rı mah­dut­tu, ama ge­nel tek­nik sü­re­cin ka­rak­te­ris­tik bir yö­nü ola­rak önem­liy­di­ler. Al­tın Or­du’­nun sa­de­ce uç yö­re­le­rin­de -Or­ta Vol­ga neh­ri hav­za­sın­da­ki Bul­gar böl­ge­sin­de ve Kı­rım’­da- şe­hir kül­tü­rü ge­liş­me­ye de­vam et­ti. Fa­kat çok geç­me­den bu yö­re­ler ken­di­le­ri­ni Al­tın Or­du’­nun gö­çe­be çe­kir­de­ğin­den ba­ğım­sız kıl­ma te­mâ­yü­lü gös­ter­di­ler ve so­nun­da her bi­ri ma­hal­lî han­lık­la­rın, Ka­zan ve Kı­rım’ın te­me­li­ni teş­kil et­ti­ler. Her şey an­la­tıl­dık­tan son­ra Ti­mur’un in­dir­di­ği dar­be­ler­den do­la­yı Al­tın Or­du’­nun eko­no­mik ve tek­no­lo­jik te­mel­le­ri­nin fe­ci şe­kil­de kü­çül­dü­ğü­ne hiç şüp­he yok­tur. Al­tın Or­du’­nun si­ya­sî ve as­ke­rî ba­kım­dan ye­ni­den can­lan­ma­sı müm­kün gö­rü­nü­yor­du, ama Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu, Mos­kof­ya ve Lit­van­ya gi­bi kom­şu dev­let­le­rin sü­rat­le bü­yü­me­si yü­zün­den bu uzun sür­me­di.

Ti­mur Se­mer­kant’a çe­ki­lir çe­kil­mez se­bat­kâr Tok­ta­mış he­men Kıp­çak boz­kır­la­rı­na ge­ri gel­di ve dev­le­ti­ni ye­ni­den te­si­se te­şeb­büs et­ti. Ön­ce an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re ana üs­sü yap­ma­ya ka­rar ver­di­ği Kı­rım’a git­ti. Coğ­ra­fî mev­ki­in­den do­la­yı Kı­rım ya­rı­ma­da­sı üs­tün bir düş­ma­na kar­şı bi­le mü­da­faa edi­le­bi­lir­di. 1395 yı­lın­da­ki boz­gun es­na­sın­da Ce­ne­viz­li­ler Kı­rım’­da ik­ti­da­rı ele ge­çir­miş­ler­di.866 Tok­ta­mış Ce­ne­viz kuv­vet­le­ri­ne sal­dır­dı ve muh­te­me­len eli­ne bü­yük zen­gin­lik­le­rin geç­ti­ği Ke­fe’­yi hü­cum­la al­dı. Or­du­su­nu ve dev­le­ti­ni ye­ni­den in­şa et­mek için ke­sin­lik­le pa­ra­ya ih­ti­ya­cı var­dı. Plan­la­rı­nı ger­çek­leş­tir­mek­te ön­ce bi­raz ba­şa­rı el­de et­ti ve çok geç­me­den şim­di­ye ka­dar ye­ni­den ken­di­si­ne ka­tıl­ma­mış olan bü­tün bü­yük Mo­ğol asil­zâ­de­le­ri­ni ve pren­ses­le­ri­ni da­vet et­ti. 1398 yı­lın­da Rus­ya üze­rin­de oto­ri­te­si­ni ye­ni­den te­si­se te­şeb­büs et­mek için ken­di­si­ni ye­te­rin­ce kuv­vet­li his­set­ti ve Ri­azan pren­si Oleg’e el­çi gön­der­di.

866Age., s. 377-378.

Fa­kat bu sı­ra­da Al­tın Or­du’­da ye­ni­den karışıklık çık­tı. Tok­ta­mış’ın ra­kip­le­ri olan Ti­mur Kut­lug ve Edi­ge, ni­ha­yet ona kar­şı bir ayak­lan­ma ter­tip et­me­ye mu­vaf­fak ol­du­lar. Bü­yük Mo­ğol asil­zâ­de­le­ri­nin ek­se­ri­ye­ti hü­küm­dar­la­rı­nı terk et­ti­ler ve Ti­mur Kut­lug’u ye­ni han ilan et­ti­ler. Edi­ge müş­te­rek hü­küm­dar ol­du. İki­si de tâ­bi­lik­le­ri­ni sun­mak üze­re Ti­mur’a el­çi gön­der­di­ler.867 Bu sı­ra­da Tok­ta­mış ken­di­si­ne sa­dık kal­mış olan bin­ler­ce at­lı ile dört­na­la Ki­yef’e git­ti ve gran­dük Vi­tovt’un tah­tı­nı ye­ni­den ele ge­çir­mek için ken­di­si­ne yar­dım et­me­si­ni is­te­di. Ti­mur Kut­lug da el­çi­ler gön­de­rip Tok­ta­mış’ın ken­di­si­ne tes­lim edil­me­si­ni ta­lep et­ti. Vi­tovt böy­le­ce önem­li bir ka­rar al­ma du­ru­mun­da kal­dı.

867Ti­es­sen­ha­usen, 2, 125.

Gran­dü­ka­lı­ğın bo­yar mec­li­si­ne (pany-ra­da) da­nış­tık­tan son­ra Tok­ta­mış’ın le­hi­ne mü­da­ha­le­de bu­lun­ma­ya ka­rar ver­di. As­lı­na ba­kı­lır­sa son bir­kaç yıl­dır Vi­tovt ve mü­şa­vir­le­ri Mo­ğol­la­rın si­ya­se­ti­nin ge­çir­di­ği de­ği­şi­mi git­tik­çe ar­tan bir il­gi ile göz­lü­yor­lar­dı. Bir­çok Lit­van-Rus pren­si­nin Al­tın Or­du’­yu Rus­ya’­nın baş düş­ma­nı ola­rak gör­dük­le­ri­ni ve Mos­ko­va ve­ya Lit­van­ya’­nın Mo­ğol­lar­la mü­ca­de­le et­mek için her ça­ba­la­rı­nı des­tek­le­me­ye ha­zır ol­duk­la­rı­nı unut­ma­mak ge­re­kir. Po­lotsk pren­si Andrew, Bri­ansk’­lı Dmit­ri ve Dmit­ri Bob­rok bu ­gru­ba men­sup­tu­lar. Bil­di­ği­miz üze­re 1370’ler­de Mos­ko­va gran­dü­kü Dmit­ri Mo­ğol­la­ra kar­şı Rus mu­ha­le­fe­ti­nin li­der­li­ği­ni üst­len­di­ği za­man bu üçü onu des­tek­le­miş­ler ve Ku­li­ko­vo mu­ha­re­be­si­ne bil­fi­il ka­tıl­mış­lar­dı. Do­ğu Rus­ya prens­le­ri bir ke­re da­ha ha­na bo­yun eğ­mek zo­run­da kal­dık­la­rı za­man prens Andrew o vak­te ka­dar kar­de­şi Skir­ga­ilo’­nun ida­re et­ti­ği Po­lotsk’a ge­ri dön­dü. Skir­ga­ilo Andrew’u tev­kif edip Le­his­tan’­da­ki bir ka­le­ye hap­set­ti (1386). 1393 yı­lın­da kaç­ma­ya mu­vaf­fak olan Andrew, Vi­tovt’un tâ­bi­si ol­du. Bri­ansk’­lı Dmit­ri de Vi­tovt’un ta­ra­fı­nı tut­tu. Dmit­ri Bob­rok’un bağ­lı­lı­ğı­nı ne za­man Mos­ko­va gran­dü­kün­den çe­kip Lit­van­ya gran­dü­kü­ne sun­du­ğu­nu tam ola­rak bil­mi­yo­ruz; 1389 yı­lın­da hâ­lâ Mos­ko­va’­day­dı ve Dmit­ri Dons­koy’un va­si­yet­nâ­me­si­ni şa­hit ola­rak im­za­la­mış­tı; 1399 yı­lın­da Vi­tovt’un ma­iye­tin­dey­di. Bu üç prens Vi­tovt’un Mo­ğol kar­şı­tı plan­la­rı­nı şevk­le des­tek­le­di­ler.

1397-98 kı­şın­da Vi­tovt or­du­su­nu Din­ye­per neh­rin­den aşa­ğı­ya doğ­ru gö­tür­dü ve Ka­ra­de­niz sa­hi­li­ne ulaş­tı­ğı söy­len­di.868 Yo­lu üs­tün­de­ki ma­hal­lî Ta­tar Or­da­la­rı pek faz­la di­ren­me­di­ler. Çok muh­te­mel­dir ki ha­nın ida­re­sin­den hoş­nut de­ğil­ler­di (Tok­ta­mış bu sıra­da hâ­lâ han­dı). Bin­ler­ce­si tes­lim ol­du ve Tro­ki böl­ge­si­ne is­kân edil­di. Se­fe­rin as­lî he­de­fi­nin ke­şif ol­du­ğu gö­rü­lü­yor. O ta­rih­te Vi­tovt ken­di­si­ni Mo­ğol­la­rı eze­cek bir du­rum­da bul­ma­yı ümit ede­mez­di. Fa­kat Al­tın Or­du’­da­ki iç harp ve Tok­ta­mış’ın des­tek is­te­me­si bü­tün man­za­ra­yı de­ğiş­tir­di. Vi­tovt şim­di Tok­ta­mış’ı kuk­la han ola­rak kul­la­na­rak Al­tın Or­du’­nun ta­ma­mı üs­tün­de ken­di met­bu­lu­ğu­nu te­sis et­me­yi ümit ede­bi­lir­di.

868Bkz. A Bar­bas­hev, Vi­lovt I (St. Pe­ters­burg, 1885), 95; Kolankowski, s. 70-71.

Bir ke­re ka­rar ver­dik­ten son­ra Vi­tovt Al­tın Or­du’­nun fet­hiy­le son bu­la­ca­ğı­nı ümit et­ti­ği bir se­fer için iti­nay­la ha­zır­lık yap­ma­ya baş­la­dı. Hem Le­his­tan’­dan hem Tö­ton Ta­ri­ka­tı şö­val­ye­le­rin­den yar­dım is­te­di. Le­his­tan kra­lı Ya­ga­ilo bi­raz as­ker gön­der­me­yi ka­bul et­ti, ama bun­lar Vi­tovt’un bek­le­di­ğin­den çok az­dı. Şö­val­ye­le­rin des­te­ği­ni te­min için Vi­tovt Sa­mo­gi­ti­a’­nın (Zh­mud’) bir kıs­mı­nı on­la­ra terk et­ti. On­lar bu­na kar­şı­lık se­fe­re ka­tıl­mak üze­re iyi teç­hiz edil­miş seç­me bir bir­lik gön­der­me­yi ka­bul et­ti­ler.869 Vi­tovt’un Mos­ko­va ile mü­za­ke­re­le­ri hak­kın­da bir bil­gi yok­tur, fa­kat Mos­ko­va her hâ­lü­kâr­da ta­raf­sız kal­dı. As­lın­da Mos­ko­va gran­dü­kü Va­si­li’­nin ka­yın­pe­de­ri­nin ni­ye­tin­den şüp­he­len­mek için hak­lı se­bep­le­ri var­dı. Vi­tovt 1395 yı­lın­da Smo­lensk’i ele ge­çir­miş ve prens­le­rin­den ek­se­ri­si­ni tev­kif et­miş­ti. Smo­lensk Mos­ko­va’­ya tâ­bi ol­ma­mak­la be­ra­ber, Mos­ko­va gran­dü­kü onun üze­rin­de­ki Lit­van­ya kont­ro­lü­nün güç­len­me­sin­den en­di­şe­leniyordu.­ Vi­tovt’un Nov­go­rod üze­rin­de met­bu­lu­ğu­nu te­sis ni­ye­ti da­ha teh­dit edi­ciy­di. 1398 yı­lın­da Ps­kov ve Nov­go­rod’a kar­şı müş­te­rek bir se­fer yap­mak için Tö­ton Ta­ri­ka­tı ile an­laş­tı. Şa­yet za­fer ka­za­nı­lır­sa şö­val­ye­ler Ps­kov’u, Vi­tovt Nov­go­rod’u ala­cak­tı. Mo­ğol me­se­le­le­rin­de­ki ye­ni va­zi­yet­ten do­la­yı bu plan­lar­dan şim­di vaz­ge­çil­mek zo­run­da ka­lın­dı.

869Spu­ler, s. 138.

1399 yı­lın­da­ki boz­kır se­fe­rin­de Vi­tovt’un kuv­vet­le­ri­nin ana küt­le­si Lit­van­ya ve Ba­tı Rus­ya or­du­su ile Tok­ta­mış’ın Ta­tar­la­rın­dan mü­te­şek­kil­di. Lit­van-Rus or­du­su iyi teşkilat­lan­mış­tı ve top­la­rı var­dı. Al­tın Or­du hü­küm­dar­la­rı da mü­ca­de­le için iyi ha­zır­lan­mış­lar­dı. Su­bu­dey’ın 1223 yı­lın­da yap­tı­ğı gi­bi düş­ma­nı boz­kı­rın de­rin­lik­le­rin­de bek­le­mek ye­ri­ne Ti­mur Kut­lug ve Edi­ge Ki­yef ge­nel is­ti­kâ­me­tin­de Din­ye­per neh­ri­nin or­ta kıs­mı­na doğ­ru iler­le­me­ye ka­rar ver­di­ler. 1399 yı­lı­nın Ağus­tos ayı­nın baş­la­rın­da iki or­du Vorsk­la (Din­ye­per’in bir ko­lu) sa­hil­le­rin­de, gü­nün bi­rin­de Pol­ta­va şeh­ri­nin ku­ru­la­ca­ğı ve Bü­yük Pet­ro’­nun 1709 yı­lın­da İs­veç­li­le­ri mağ­lup ede­ce­ği yer­den muh­te­me­len pek uzak ol­ma­yan bir yer­de kar­şı kar­şı­ya gel­di­ler.

Ni­kon Va­ka­yi­nâ­me­si­ne gö­re Ti­mur Kut­lug Han Vi­tovt’a sa­vaş­mak ye­ri­ne anlaşma tek­lif et­ti. Vi­tovt, ha­nın ken­di­si­ne tâ­bi­li­ği ka­bul et­me­si­ni ve adı­nın Al­tın Or­du sik­ke­le­rin­de gö­rül­me­si­ni ta­lep et­ti. Edi­ge, Vi­tovt’un ta­lep­le­ri­ni Ti­mur Kut­lug adı­na red­det­ti ve bu­na mu­ka­bil ken­di tam­ga­sı­nın (klan amb­le­mi­nin) Lit­van sik­ke­le­rin­de yer al­ma­sı­nı ta­lep et­ti. Ar­tık sa­vaş­mak­tan baş­ka ya­pa­cak şey yok­tu. Sa­at­ler­ce deh­şet­li bir mu­ha­re­be ol­du. Vi­tovt’un bir­lik­le­ri Edi­ge’­nin ku­man­da et­ti­ği asıl Mo­ğol or­du­su­na kar­şı za­fer ka­zan­mak üze­rey­di­ler ki Ti­mur Kut­lug’un ih­ti­yat bir­lik­le­ri Lit­van­la­ra ar­ka­dan sal­dır­dı. Kaç­ma­ya ilk baş­la­yan­lar Tok­ta­mış’ın Ta­tar­la­rı ol­du­lar ve kı­sa sü­re son­ra Vi­tovt’un bü­tün or­du­su bo­zul­du. Vi­tovt bir­kaç ada­mı ile kaç­ma­ya mu­vaf­fak olur­ken iç­le­rin­de Po­lotsk’­lu Andrew, Bri­ansk’­lı Dmit­ri ve “Dmit­ri Ko­ri­ato­vich”in (Bob­rok-Volynsk) bu­lun­du­ğu pek çok Lit­van-Rus pren­si mu­ha­re­be­de te­lef ol­du.870 “Ve o gün öl­dü­rü­len Lit­van­la­rı ve Rus­la­rı ve Leh­le­ri ve Al­man­la­rı kim sa­ya­bi­lir” di­ye va­ka­nü­vis acı acı yo­rum yap­tı.

870Ni­kon, 11, 174-175.

Vi­tovt’un mağ­lup or­du­su­nun ba­ki­ye­si­ni ko­va­la­yan Ti­mur Kut­lug dos­doğ­ru Ki­yef’e yö­nel­di ve şeh­rin önün­de or­du­gâ­hı­nı kur­du. Or­du­su­na men­sup bir­lik­ler bü­tün Ki­yef ül­ke­si­ne ve Po­do­lya’­ya ya­yıl­dı­lar, ka­sa­ba­la­rı ve köy­le­ri yağ­ma edip bin­ler­ce esir al­dı­lar. Ki­yef 3.000 rub­le kur­tul­ma­lık öde­mek zo­run­da kal­dı. Ol­gerd’in 1363 yı­lın­da fet­het­miş ol­du­ğu ve Lit­van­ya’­ya Ka­ra­de­niz’e bir çı­kış sağ­la­yan Aşa­ğı Bug neh­ri hav­za­sı tek­rar Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan iş­gal edil­di ve Edi­ge’­nin Man­gıt (No­gay) Or­da­sı­nın bir kıs­mı­na ot­lak ola­rak tah­sis edil­di.

Tok­ta­mış bu fe­lâ­ket­ten son­ra bi­le Kıp­çak boz­kır­la­rın­da tek­rar ik­ti­da­ra gel­me te­şeb­büs­le­rin­den vaz­geç­me­di. Vi­tovt, Tok­ta­mış’ın as­ker­le­ri­ne as­ke­rî hiz­met kar­şı­lı­ğın­da Lit­van­ya’­da tı­mar ver­me­yi tek­lif et­ti. Bü­yük bir kıs­mı bu­nu ka­bul eder­ken Tok­ta­mış sa­dık adam­la­rın­dan kü­çük bir ­grup ile boz­kır­la­ra ge­ri dön­dü ve Edi­ge’­ye kar­şı ge­ril­la sa­va­şı­nı baş­lat­tı. Bir­çok ça­tış­ma­da mağ­lup edil­dik­ten son­ra do­ğu­ya kaç­tı ve Ba­tı Si­bir­ya’­da­ki Tü­men’e sı­ğın­da.871 Ora­dan es­ki met­bu­su Ti­mur’a el­çi gön­de­re­rek bir ke­re da­ha hi­ma­ye­si­ne ta­lip ol­du ve Edi­ge’­ye kar­şı it­ti­fak tek­lif et­ti. Tok­ta­mış’ın el­çi­si 1405 yı­lı­nın Ocak ayın­da Ti­mur ta­ra­fın­dan Ot­rar şeh­rin­de iyi kar­şı­lan­dı. Ti­mur Çin’e kar­şı se­fe­re çık­mak üze­rey­di. Edi­ge’­nin gü­cü­nün hız­la art­ma­sın­dan aşi­kâr bir şe­kil­de ra­hat­sız­dı ve yok­lu­ğun­da Edi­ge’­nin Or­ta As­ya’­ya sal­dır­ma ih­ti­ma­li­ne mâ­ni ol­mak için on yıl ön­ce Tok­ta­mış’a kar­şı Edi­ge’­yi kul­lan­dı­ğı gi­bi şim­di Edi­ge’­ye kar­şı Tok­ta­mış’ı kul­lan­mak­tan mem­nun­du. Ne Ti­mur’un ne Tok­ta­mış’ın ye­ni it­ti­fak­la­rın­dan ya­rar­lan­ma­la­rı alın­la­rı­na ya­zıl­ma­mış­tı. Ti­mur 18 Şu­bat 1405’te Ot­rar’­da öl­dü. Tok­ta­mış ay­nı sı­ra­lar­da ve­ya he­men son­ra Tü­men’­de öl­müş ol­ma­lı­dır. Her halü­kâr­da ula­şa­bil­di­ği­miz kay­nak­lar­da o ta­rih­ten son­ra adı geç­mez.

871Tok­ta­mış’ın son yıl­la­rı hakkında bkz. ZO, s. 383-384.

II

Edi­ge, Ak Man­gıt kabilesinden es­ki bir Mo­ğol ai­le­si­ne men­sup­tu.872 Bil­di­ği­miz gibi Man­gıt­lar No­gay Or­da­sı­nın nü­ve­si­ni teş­kil edi­yor­lar­dı. On­la­rın des­te­ği 130 yıl ön­ce No­gay’a yar­dım et­ti­ği gi­bi şim­di de Al­tın Or­du’­da Edi­ge’­nin ik­ti­da­rı ele ge­çir­me­si­ne çok yar­dım­cı ol­du. Fa­kat Çin­giz so­yun­dan gel­me­di­ği için Edi­ge’­nin du­ru­mu No­gay’ın­kin­den da­ha müş­kül­dü. Ger­çi Edi­ge bir ka­dın ata­sı va­sı­ta­sıy­la ilk ha­li­fe Ebu­be­kir’in so­yun­dan gel­di­ği­ni id­dia edi­yor­du.873 Bu, Müs­lü­man­lar için ye­te­rin­ce et­ki­le­yi­ci ola­bi­lir­di. Fa­kat Cu­çi Ulu­su­nun Mo­ğol prens­le­ri­nin ve bü­yük asil­zâ­de­le­ri­nin çoğu o ta­rih­te Müs­lü­man ol­muş ol­ma­la­rı­na rağ­men bü­tün Mo­ğol ge­le­nek­le­rin­den vaz­geç­miş­ değiller­di. Es­ki­den ol­du­ğu gi­bi şim­di de si­ya­sî ola­rak sa­de­ce Çin­giz Han’ın so­yun­dan ge­len­le­rin Al­tın Or­du tah­tı­na çı­ka­bi­le­ce­ği dü­şü­nü­lü­yor­du. Bu yüz­den Edi­ge ken­di­si­ni Ma­may ve Ti­mur­lenk ile ay­nı du­rum­da bul­du. Sa­de­ce bir kuk­la han va­sı­ta­sıy­la hü­küm­dar­lık ede­bi­lir­di. Ken­di­si­nin emir ün­va­nı ile ye­tin­me­si ge­re­ki­yor­du. İlk han yap­tı­ğı ki­şi olan Ti­mur Kut­lug ay­yaş­tı ve 1400 yı­lın­da öl­dü.874 Son­ra ye­ğe­ni Şa­di­beg Edi­ge’­nin ona­yı ile han ola­rak se­çil­di.875 İran­lı ta­rih­çi Mu­ined­din Na­tan­zi’­ye gö­re Şa­di­beg bü­tün ha­ya­tı­nı eğ­len­ce ve zevk için­de ge­çir­di.876 Edi­ge, baş­lan­gıç­ta onun va­sı­ta­sıy­la hü­küm­dar­lık et­mek­te zor­luk çek­me­di.

872Edi­ge hakkında bkz. Bart­hold, “Edi­gey”; P.M.Me­li­oransky, “Ska­za­nia ob Edi­ge i Tokh­tamys­he”, ZRGO, 19 (1905), Suppl., s. 1-23 (Kır­gız­ca me­tin, s. 1-39); ZO, s. 379-405.

873Bkz. B. S. Isch­bol­din, “O ro­de Izh­bol­dinykh”, No­vik (Tek­sir­li edis­yon, 1945), s. 35-36. Şim­di St. Lo­uis Üni­ver­si­te­sin­de öğ­re­tim gö­rev­li­si olan bu araş­tır­ma­nın ya­za­rı Edi­ge’­nin so­yun­dan gel­mek­te­dir.

874ZO, s. 391.

875Bkz. Se­çe­re Tab­lo­su VI.

876 Ti­esen­ha­usen, 2, 133.

Edige, Vi­tovt’un or­du­su­nu mağ­lup et­tik­ten ve Lit­van­ya’­nın Ka­ra­de­niz ile olan ir­ti­ba­tı­nı kes­tik­ten son­ra Al­tın Or­du’­da dü­zen ve di­sip­li­ni ye­ni­den te­sis üze­rin­de yo­ğun­laş­tı. Mu­ined­din’in ifa­de­si­ne gö­re Edi­ge “gü­zel âdet­ler ve bü­yük ka­nun­lar” ih­das et­ti.877 Gü­zel âdet­ler ile her halde bü­yük asil­zâ­de­le­rin ha­na kar­şı uy­mak zo­run­da ol­duk­la­rı ka­tı tö­ren âdet­le­ri­ni kas­tet­mek­te­dir; bü­yük Ka­nun­lar ile me­ram edi­len ise Ya­sa’­nın ka­tı bir ver­gi­len­dir­me sis­te­mi­nin de da­hil ol­du­ğu her ya­nı ile uy­gu­lan­ma­sı­dır. Edi­ge’­nin si­ya­se­ti­nin il­ginç bir vec­he­si, Türk kö­le­le­rin sa­tı­şı­nı dur­dur­ma te­şeb­bü­sü­dür. Mo­ğol is­ti­lâ­sın­dan bi­le ön­ce Ku­man ço­cuk­la­rı Mı­sır’a ih­raç edi­lip ora­da Mem­lük or­du­su için eği­ti­li­yor­lar­dı. Bu uy­gu­la­ma XIII. Yüz­yı­lın son­la­rın­da ve XIV. Yüz­yıl bo­yun­ca sür­dü. El Mak­ri­zî’­ye gö­re Edi­ge “Ta­tar­la­rın” ço­cuk­la­rı­nı yurt dı­şı­na kö­le ola­rak sat­ma­la­rı­nı ya­sak­la­dı.878 Mak­ri­zî Ta­tar der­ken muh­te­me­len sa­de­ce Ku­man­la­rı de­ğil, bi­lâ­kis Al­tın Or­du’­nun bü­tün Türk ta­ba­sı­nı kas­tet­mek­te­dir. Edi­ge, her­halde Al­tın Or­du’­nun bel ke­mi­ği­ni teş­kil eden Türk­le­rin sa­yı­sı­nın azal­ma­sı­nı ön­le­mek is­ti­yor­du. Bu si­ya­se­tin so­nu­cu ola­rak Al­tın Or­du’­dan Su­ri­ye ve Mı­sır’a it­hal edi­len köle­le­rin sa­yı­sı çok azal­dı. Son­ra­dan Türk ço­cuk­la­rı­nın ye­ri­ne Çer­kez­le­rin ih­raç edil­me­si ile ti­ca­ret ye­ni­den baş­la­dı. Bu ba­kım­dan XV. Yüz­yıl­da Mem­lük or­du­su bü­yük öl­çü­de Çer­kez­ler­den mü­te­şek­kil­di.879 Edi­ge’­nin bu si­ya­se­ti­nin ya­ban­cı­lar­la ti­ca­re­ti ge­nel ola­rak ya­sak­la­mak ar­zu­su ola­rak yo­rum­la­na­ma­ya­ca­ğı­nı vur­gu­la­mak ge­re­kir. Ak­si­ne Al­tın Or­du’­nun ti­ca­re­ti­ni ge­liş­tir­me­nin ve özel­lik­le de Or­ta As­ya ile olan ti­ca­ret yol­la­rı­nın ye­ni­den açıl­ma­sı­nın öne­mi­nin pe­kâ­lâ far­kın­day­dı. Ti­mur’un 1405 yı­lın­da öl­me­sin­den ya­rar­la­na­rak 1406 yı­lın­da Ha­rezm’i ele ge­çir­di.880

877Ke­zâ.

878Age., 1, 474; Bart­hold, “Edi­gey”, s. 23.

879Po­li­ak, “Caractère co­lo­ni­al”, s. 241-242.

880ZO, s. 392.

Dev­let teşkilatı­nı ye­ni­den dü­zen­le­dik­ten son­ra Edi­ge ken­di­si­ni Rus­ya me­se­le­si­ni ele ala­cak ka­dar güç­lü his­set­ti. As­lı­na ba­kı­lır­sa Tok­ta­mış’ın Ti­mur ta­ra­fın­dan ni­haî ola­rak mağ­lup edil­me­sin­den son­ra Do­ğu Rus­ya ba­ğım­sız ol­muş sa­yı­lır­dı. Tver gran­dü­kü İvan (II. Mikael’in oğ­lu) an­cak 1400 yı­lın­da Edi­ge’­ye el­çi­le­ri­ni gön­der­me­yi ge­rek­li bul­du. Edi­ge’­nin Vi­tovt’a kar­şı ka­zan­mış ol­du­ğu za­fer­den et­ki­len­miş ol­ma­lı­dır. İki yıl son­ra Ri­azan pren­si Fe­dor (Oleg’in oğ­lu) Or­da’­ya git­ti ve Oleg’in ölü­mün­den son­ra boş kalan Ri­azan tah­tı­nın be­ra­tı­nı al­dı. Fa­kat Fe­dor Or­da’­dan ge­ri dö­ner dön­mez he­men Mos­ko­va gran­dü­kü Va­si­li ile bir anlaşma yap­tı ve Mo­ğol­la­ra yar­dım­da bu­lun­ma­ma­ya ve Edi­ge’­nin gi­ri­şe­bi­le­ce­ği teh­dit­kâr ha­re­ket­ler­den Va­si­li’­yi ha­ber­dar ede­ce­ği­ne da­ir söz ver­di.881 Gran­dük Va­si­li’­ye ge­lin­ce çe­şit­li ba­ha­ne­ler­le Or­da’­ya ha­raç ver­me­yi kes­ti ve ha­nın el­çi­le­ri­nin bu yüz­den şi­kâ­yet et­me­le­ri­ne al­dı­rış et­me­di. Edi­ge, böy­le bir tav­ra uzun sü­re mü­sa­ma­ha ede­mez­di.

881DDG, s. 52-53; Na­so­nov, s. 141.

Bu du­rum göz önü­ne alın­dı­ğın­da 1406 yı­lın­da Va­si­li ile ka­yın­pe­de­ri Vi­tovt ara­sın­da bir ça­tış­ma çık­ma­sı Mos­ko­va için ta­lih­siz­lik­ti. Ça­tış­ma­nın se­be­bi Vi­tovt’un Smo­lensk, Ps­kov ve Nov­go­rod üs­tün­de­ki bas­kı­sı­nı ye­ni­le­me­siy­di. Vi­tovt’un 1399 yı­lın­da Vorsk­la neh­rin­de­ki mağ­lu­bi­ye­tin­den ce­sa­ret bu­lan Smo­lensk’­de­ki Lit­van kar­şı­tı fır­ka baş kal­dır­dı. Tver ve Nov­go­rod’­da ol­du­ğu gi­bi Smo­lensk’­de de bo­yar­lar Lit­van­ya’­da­ki aris­tok­ra­tik hü­kü­met tar­zı­na ta­raf­tar­dı­lar; halk ise ak­si­ne bu­na kar­şı idi. 1401 yı­lın­da Smo­lensk hal­kı is­yan et­ti, Lit­van ida­re­ci­yi öl­dür­dü ve sa­bık gran­dük Yu­ri’­yi tah­ta ge­ri ça­ğır­dı.882 Vi­tovt he­men Smo­lensk’e koş­tur­du, ama şeh­ri ala­ma­dı. Üç yıl son­ra da ön­ce­kin­den fazla ba­şa­rı­lı ola­ma­dı. An­cak 1405 yı­lın­da top­lar­la teç­hiz edil­miş bü­yük bir or­du top­la­ya­bil­di­ği za­man şeh­ri hü­cum­la al­ma­ya ve hâ­ki­mi­ye­ti­ni ye­ni­den te­si­se mu­vaf­fak ol­du. Son­ra Ps­kov ül­ke­si­ne sal­dır­dı (Şu­bat 1406). Ps­kov­lu­lar yar­dım için Mos­ko­va gran­dü­kü­ne baş­vur­du­lar. Bu ara­da Vi­tovt Nov­go­rod’un ku­zen­le­rin­den bi­ri olan Lug­ven’i (Ol­gerd’in oğ­lu) prens­le­ri ola­rak ka­bul et­me­si­ni ta­lep et­ti. Gran­dük Va­si­li ar­tık Vi­tovt’un sal­dır­gan­lı­ğı­nı dur­dur­ma­yı ge­rek­li gör­dü. Edi­ge Mos­kof­ya ile Lit­van­ya ara­sın­da çı­ka­cak olan sa­va­şı duy­du­ğu za­man bu her iki­si­ni de za­yıf dü­şü­re­ce­ği için çok se­vin­di. Se­ve se­ve Va­si­li’­ye yar­dım tek­lif et­ti. Yar­dım ka­bul edil­di ve bir Ta­tar bir­li­ği Mos­kof or­du­su­na ka­tıl­dı. Fa­kat mu­ha­re­be ol­ma­dı ve kı­sa sü­re­de mü­za­ke­re yo­luy­la ateş­kes ya­pıl­dı. Er­te­si yıl Nov­go­rod prens Lug­ven’i as­ke­rî ku­man­dan ola­rak ka­bul et­ti, ama onun şe­hir­de ikâ­me­ti­ne mü­sa­ade edil­me­di ve ya­kın­da­ki bir ka­sa­ba­da ya­şa­mak zo­run­da kal­dı. Va­si­li ile Vi­tovt ara­sın­da ye­ni­den sa­vaş pat­lak ver­di, ama kı­sa sü­re son­ra ye­ni bir ateş­kes­le son bul­du. 1408 yı­lı­nın Tem­muz ayın­da ön­de ge­len bir Lit­van pren­si olan Svid­ri­ga­ilo (Svitrigaila) (Ol­gerd’in oğ­lu) Vi­tovt’u terk et­ti ve Va­si­li’­nin hiz­me­ti­ne gir­di. Mos­ko­va’­da bü­yük bir se­vinç ol­du. Des­te­ği ve­ya “bes­len­me­si” için Svid­ri­ga­ilo’­ya Vla­di­mir şeh­ri ile mü­ca­vir mın­tı­ka­lar Pe­re­yas­lavl, Vo­lo­ko­lamsk, Rz­hev ve Ko­lom­na’­nın ya­rı­sı ve­ril­di.883 Svid­ri­ga­ilo’­nun yap­tı­ğın­dan ra­hat­sız olan Vi­tovt, üçün­cü de­fa or­du­suy­la Mos­ko­va’­ya doğ­ru yü­rü­dü. Ön­ce­ki se­fer es­na­sın­da ol­du­ğu gi­bi yi­ne bü­yük mu­ha­re­be­ler ya­pıl­ma­dı ve 1408 yı­lı­nın Ey­lül ayın­da bir mü­ta­re­ke im­za­lan­dı.

882Glu­bovsky, s. 332-333.

883Ni­kon, 11, 204.

Vi­tovt Smo­lensk üze­rin­de­ki kont­ro­lü­nü ye­ni­den te­sis edip Nov­go­rod as­ker­le­ri­nin ba­şı­na bir Lit­van pren­si­ni ge­çi­rir­ken, gran­dük Va­si­li de Tver üze­rin­de kont­rol te­sis et­me­ye te­şeb­büs et­ti. Tver’­de ik­ti­dar­da bu­lu­nan gran­dük İvan, Va­si­li’­nin li­der­li­ği­ni ka­bul için is­tek gös­ter­me­di. Bu­nun üze­ri­ne Va­si­li ra­kip bir Tver’­li pren­se, Kholm’­lu Yu­ri’­ye Tver tah­tı için ha­nın be­ra­tı­nı al­mak için yar­dım et­me­ye ka­rar ver­di. 1407 yı­lın­da Yu­ri Mos­ko­va’­ya gel­di ve ora­dan Va­si­li’­nin ha­yır du­ala­rıy­la Or­da’­ya git­ti. Gran­dük İvan bu­nu du­yar duy­maz ken­di­si de ha­nın sa­ra­yı­na koş­tur­du.884 İvan Or­da’­ya gel­di­ği sı­ra­da ora­da bir kargaşa başlamıştı. Edi­ge’­nin ve­sâ­ye­tin­den ra­hat­sız olan Şa­di­beg, ken­di hâ­ki­mi­ye­ti­ni te­si­se te­şeb­büs etmiş­ti. As­lı­na ba­kı­lır­sa Edi­ge’­nin mer­ke­zî­leş­tir­me ve ver­gi­le­ri art­tır­ma si­ya­se­ti­ne kar­şı Or­da’­da mu­ha­le­fet güç­le­ni­yor­du. Mı­sır ile ti­ca­ret ya­pan kö­le tâ­cir­le­ri özel­lik­le kız­gın ol­muş ol­ma­lı­dır­lar. Şa­di­beg, mu­ha­le­fet ha­re­ke­ti­nin ba­şı­na ge­çe­rek Edi­ge’­den kur­tul­ma­ya te­şeb­büs et­ti. Or­da’­da kı­sa fa­kat şid­det­li bir iç kav­ga baş­la­dı.885 Edi­ge mu­ha­lif­le­ri­ni mağ­lup et­ti ve tah­ta ye­ni bir ha­nı, Pu­lad’ı (Rus va­ka­yi­nâ­me­le­rin­de Bu­lat Sal­tan de­nir) çı­kar­dı.886 Şa­di­beg Ast­ra­han’a kaç­tı.

884Age., 11, 198, 201.

885Age., 11, 201-202; Na­so­nov, s. 141-142; ZO, s. 391-392.

886Şe­re­füd­din Yez­di’­ye gö­re Pu­lad Şa­di­beg’in oğ­luy­du; Ti­esen­han­sen, 2, 146. ZO, s. 393 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Dü­zen ye­ni­den te­sis olu­nur olun­maz, ye­ni ha­nın baş­kan­lık yap­tı­ğı bü­yük Mo­ğol asil­zâ­de­le­ri mec­li­si gran­dük İvan’a verilen Tver be­ra­tı­nı teyit et­me­yi ka­rar­laş­tır­dı. Yu­ri’­nin hak id­di­ala­rı ge­ri çev­ril­di. Ka­rar­dan mem­nun ol­ma­yan Yu­ri Ast­ra­han’a git­ti ve ka­çak han Şa­di­beg’­den Kas­hin prens­li­ği (bu ma­hal­lî Tver prens­lik­le­ri­nin en önem­li­siy­di) için bir be­rat al­dı.887 Fa­kat İvan bu be­ra­tı geçerli saymadı. Böy­le­ce Va­si­li’­nin planı su­ya düş­tü ve Tver’­li İvan ile olan mü­na­se­be­ti­nin es­ki­sin­den da­ha ger­gin ol­ma­sı Edi­ge’­yi çok se­vin­dir­di.

887Na­so­nov, s. 142. Şa­di­beg he­men son­ra öl­dü.

Edi­ge’­nin bir son­ra­ki ha­re­ke­ti gü­ven­me­di­ği Ri­azan gran­dü­kü Fe­dor’un ye­ri­ne Pronsk pren­si İvan’ı ge­çir­mek ol­du. 1408 yı­lı­nın ya­zın­da İvan bir Ta­tar or­du­su­nun yar­dı­mıy­la Ri­azan’ı iş­gal et­ti. Fe­dor Va­si­li’­ye baş­vu­rur­du, o da tah­tın­dan edil­miş pren­se yar­dım için as­ker gön­der­di. Bu­na rağ­men Fe­dor’un or­du­su İvan’ın kuv­vet­le­ri ta­ra­fın­dan mağ­lup edil­di. Fa­kat çok geç­me­den muh­te­me­len Va­si­li’­nin ara­bu­lu­cu­lu­ğu va­sı­ta­sıy­la ra­kip­ler dost­ça bir anlaşma­ya var­dı­lar ve Fe­dor Ri­azan’a ge­ri dön­dü. Bu se­fer Va­si­li Edi­ge’­nin Rus­ya me­se­le­le­ri­ne mü­da­ha­le­si­ni dur­dur­ma­ya mu­vaf­fak ol­muş­tu. Edi­ge ar­tık doğ­ru­dan Mos­ko­va’­ya sal­dır­mak za­ma­nı­nın gel­di­ği­ne hük­met­ti.

Tok­ta­mış’ın Mos­ko­va’­ya akın ter­tip­le­di­ği za­man ol­du­ğu gi­bi, Edi­ge ba­şa­rı için tek şan­sı­nın se­fer ha­zır­lık­la­rı­nı tam bir giz­li­lik için­de tut­mak ol­du­ğu­nu bi­li­yor­du. Mos­ko­va’­nın Al­tın Or­du’­da­ki dost­la­rı­nın Va­si­li’­ye kuv­vet­li bir or­du top­la­mak­ta ol­du­ğu­nu ha­ber ve­re­cek­le­rin­den kork­tu­ğu için Edi­ge Bu­lat Sul­tan Han’ın Lit­van­ya ile sa­vaş­ma­yı plan­la­dı­ğı­nı izah et­mek için Mos­ko­va’­ya bir ha­ber­ci gön­der­di. Bu, 1408 yı­lı­nın Ekim ayın­da ol­muş ol­ma­lı­dır. O ta­rih­te Va­si­li Vi­tovt ile bir mü­ta­re­ke im­za­la­mış ve Lit­van­ya se­fe­rin­de kul­lan­dı­ğı or­du­yu ter­his et­miş­ti. Her iki has­mın o se­fer­de­ki or­du­la­rı kü­çük ol­muş ol­ma­lı­dır­lar.888

888Ti­esen­ha­usen, 2, 76.

Bu yüz­den Ka­sım ayın­da Va­si­li ken­di­si­ne dost olan bir Ta­tar bü­yük asil­zâ­de­sin­den Edi­ge’­nin kuv­vet­li bir or­du ile Mos­ko­va’­ya sal­dır­mak üze­re ol­du­ğu­na da­ir ha­ber al­dı­ğı za­man Mos­kof­lar ta­ma­men ha­zır­lık­sız­dı­lar.889 Bü­yük çap­lı bir se­fer­ber­lik için va­kit yok­tu. Va­si­li mül­kü­nün ku­zey yö­re­le­rin­den as­ker top­la­mak için Kost­ro­ma’­ya git­ti. Ser­puk­hov pren­si Vla­di­mir yi­ne Mos­ko­va gar­ni­zo­nu­nun ku­man­da­sı­nı üst­len­di.

889Age., 11, 205.

Edi­ge’­nin or­du­su 1 Ara­lık’­ta Mos­ko­va sur­la­rı önün­de gö­rün­dü. Ta­tar­la­rın şeh­ri hü­cum­la al­mak için ilk te­şeb­bü­sü ba­şa­rı­sız ol­du. Edi­ge son­ra Mos­ko­va’­nın bir­kaç mil uza­ğın­da ka­rar­gâ­hı­nı kur­du ve as­ker­le­ri­ne çev­re­yi yağ­ma­lat­tı. Ay­nı za­man­da Tver’e el­çi­ler gön­de­rip gran­dük İvan’ın top­la­rı­nı Mos­ko­va’­ya ge­tir­me­si­ni em­ret­ti. İvan söz ver­di ve Mos­ko­va’­ya doğ­ru yo­la çı­kı­yor­muş gi­bi dav­ran­dı, ama he­men Tver’e ge­ri dön­dü. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re risk al­mak is­te­mi­yor­du ve Mos­ko­va gran­dü­kü­nün mi­sil­le­me yap­ma­sın­dan kor­ku­yor­du. Edi­ge top­çu­su ol­ma­dan Mos­ko­va’­yı hü­cum­la al­mak ümi­di­ni yi­tir­di ve şeh­ri mu­ha­za­ra ile ele ge­çir­me­ye ka­rar ver­di. Mu­ha­sa­ra haf­ta­lar­ca ba­şa­rı­lı ol­mak­sı­zın sür­dü ve ni­ha­yet Edi­ge 3.000 rub­le taz­mi­nat kar­şı­lı­ğın­da mu­ha­sa­ra­yı kal­dır­ma­yı tek­lif et­ti. Pa­ra­yı al­dık­tan son­ra as­ker­le­riy­le boz­kır­la­ra ge­ri dön­dü.

Edi­ge Mos­ko­va’­yı ala­maz­ken prens­li­ğin bü­yük bir bö­lü­mü­nü tah­rip et­me­ye ve böy­le­ce gran­dü­kün mad­dî kay­nak­la­rı­nı çok za­yıf dü­şür­me­ye mu­vaf­fak ol­du. Tah­tı, ha­tır­la­na­ca­ğı üze­re 1392 yı­lın­da tahttan in­di­ril­miş olan Bo­ris’in oğ­lu Da­ni­el’e ve­re­rek Nijni Nov­go­rod prens­li­ği­nin ba­ğım­sız­lı­ğı­nı ye­ni­den te­sis et­ti.890 Yi­ne de Edi­ge’­nin akı­nı se­bep ol­du­ğu tah­ri­ba­ta ve acı­la­ra rağ­men asıl he­de­fi­ne ula­şa­ma­dı: Mos­ko­va gran­dü­kü­nün gü­cü kı­rıl­ma­dı. Va­si­li sa­de­ce ha­nın met­bu­lu­ğu­na kar­şı çık­ma­yı sür­dür­mek­le kal­ma­dı. Al­tın Or­du tah­tı üs­tün­de­ki hak id­di­ala­rı Edi­ge için bü­yük bir en­di­şe kay­na­ğı olan Tok­ta­mış’ın oğul­la­rı­nı Mos­ko­va’­da mül­te­ci ola­rak bi­le ka­bul et­ti. Emir, Va­si­li’­ye 1409 yı­lın­da yaz­dı­ğı iğ­ne­le­yi­ci bir mek­tup­la dost­ça dav­ran­ma­yı­şın­dan do­la­yı acı acı şi­kâ­yet et­ti, ama şim­di­lik ya­pa­bi­le­ce­ği an­cak bu ka­dar­dı.891

890Na­so­nov, s. 143.

891SGGD, 2, No. 15; bir var­yan­tı Ni­kon, 11, 209-210’da­dır.

Fa­kat Edi­ge’­nin Mos­ko­va akı­nı İs­lâm dün­ya­sın­da iti­ba­rı­nı çok ar­tır­dı. Onun el­çi­le­ri Bu­lat Sal­tan’ın­ki­lerle bir­lik­te 1409 yı­lın­da He­rat’­da Ti­mur­lenk’in oğ­lu Şah­ruh’un sa­ra­yı­na git­tik­le­ri za­man muh­te­şem bir şe­kil­de ka­bul edil­di­ler. Ay­nı yıl için­de Mı­sır sul­ta­nı Bu­lat Sal­tan’a el­çi­le­ri­ni gön­der­di.892 Edi­ge, ih­ti­şa­mı­nın zir­ve­si­ne ulaş­mış gö­rü­nü­yor­du. Yi­ne de ik­ti­da­rı­nın gün­le­ri sa­yı­lı­yıy­dı­. 1407 yı­lın­da mağ­lup edi­len mu­ha­le­fet güç­le­ri kı­sa za­man­da to­par­lan­dı­lar. Kuk­la han Bu­lat Sal­tan 1410 yı­lın­da öl­dü ve ye­ri­ne Edi­ge’­nin ona­yı ile Ti­mur Kut­lug’un oğ­lu Ti­mur Han geç­ti. Ye­ni han üze­rin­de­ki nü­fu­zu­nu pe­kiş­tir­mek için Edi­ge onu kız­la­rın­dan bi­ri ile ev­len­dir­di. Fa­kat bir­kaç ay son­ra Ti­mur Han ka­yın­pe­de­ri­ne kar­şı cep­he al­dı. Edi­ge mağ­lup ol­du ve Ha­rezm’e kaç­tı (1411). Fa­kat Ti­mur Han za­fe­rin­den bir fay­da gör­me­di, çün­kü kı­sa sü­re son­ra Tok­ta­mış’ın oğ­lu Ce­la­led­din ta­ra­fın­dan dev­ril­di.

892ZO, s. 396-397.

Şim­di her­kes Edi­ge’­ye kar­şı cep­he al­mış­tı. Bun­la­ra or­du­su 1414 yı­lın­da Ha­rezm’in baş­ken­ti Urgenç’i iş­gal eden Ti­mur­lenk’in oğ­lu Şah­ruh da da­hil­di. Fa­kat bu Edi­ge’­nin so­nu ol­ma­dı. Kü­çük bir ma­iyet­le Kıp­çak boz­kır­la­rı­na ge­ri dön­dü ve ken­di na­mı­na muh­te­me­len Kı­rım’­da bir prens­lik te­si­si­ne mu­vaf­fak ol­du. 1416 yı­lın­da ka­rı­sı re­fa­ka­tin­de 300 at­lı ol­du­ğu halde Mek­ke’­ye hac­ca git­ti.893 XV. Yüz­yıl­da­ki Leh ta­rih­çi­si Jan Dlu­gosz’a gö­re Edi­ge ay­nı yıl için­de Ki­yef’e akın yap­tı. Üç yıl son­ra Vi­tovt’a el­çi­ler gön­de­rip Lit­van­ya gran­dü­kü­ne Tok­ta­mış’ın oğul­la­rı­na kar­şı it­ti­fak tek­lif et­ti.894 Böy­le bir it­ti­fak ger­çek­le­şe­me­den ön­ce Tok­ta­mış’ın oğ­lu Ka­dir Bed­ri ile yap­tı­ğı bir çar­pış­ma­da öl­dü­rül­dü.

893Ti­esen­ha­usen, 1, 442; ZO, s. 404

894ZO, s. 403-404.

Edi­ge’­nin dra­ma­tik ha­ya­tı onu Türk epik şi­iri­nin, özel­lik­le de ken­di hal­kı olan No­gay­la­rın des­tan­la­rı­nın göz­de bir kah­ra­ma­nı yap­tı.895 Mu­asır­la­rı­nın bir ço­ğu onun ik­ti­dar hır­sın­dan za­rar gö­rür­ken No­gay şa­ir­le­ri onu boz­kır­la­rın kah­ra­ma­nı bir şö­val­ye­si ola­rak telakki edi­yor­lar ve cü­ret­kâr­lı­ğı ile ba­ha­dır­lı­ğı­nı övü­yor­lar­dı.

895Bkz. Bart­hold, “Edi­gey”, s. 18.

III

Edi­ge’­nin gü­cü aza­lır­ken Vi­tovt’un­ki hız­la art­tı. Edi­ge’­nin 1408 yı­lın­da Mos­ko­va’­ya yap­tı­ğı akın­dan en bü­yük ya­ra­rı sağ­la­yan Vi­tovt ol­du. Ger­çek­ten Rus­la­ra bü­yük za­rar ver­mek­le be­ra­ber Edi­ge Mos­kof­ya’­ya bo­yun eğ­di­re­me­miş­ti. Fa­kat ay­nı za­man­da Mos­ko­va’­ya in­di­ri­len dar­be onun Lit­van­ya’­ya mu­ha­le­fe­ti­ni ye­ni­le­me­si­ne en­gel ola­cak ka­dar bü­yük­tü. Bu, 1409 yı­lın­da muh­te­ris plan­la­rı için Mos­kof des­te­ğin­den ümi­di­ni kay­be­den ve Lit­van­ya’­ya ge­ri dön­me­ye ka­rar ve­ren Svid­ri­ga­ilo ta­ra­fın­dan çok iyi an­la­şıl­mış­tı. Fa­kat o yur­du­na ge­ri dön­dü­ğü za­man tev­kif edil­di ve do­kuz yıl hap­se­dil­di.

Ser­best bı­ra­kıl­dı­ğı za­man ken­di­si­ne Al­man­ya im­pa­ra­to­ru Si­gis­mund’un ara­cı­lı­ğı ile ar­pa­lık ola­rak Se­ve­ria Nov­go­ro­du ve Bri­ansk ve­ril­di. Ken­di­si­ni Mos­kof­ya’­dan ge­le­cek teh­li­ke­le­re kar­şı gü­ven­de his­se­den Vi­tovt ar­tık kral Ya­ga­ilo ile ya­kın iş­bir­li­ği için­de ha­re­ket ede­rek Tö­ton Ta­ri­ka­tı ile olan mü­ca­de­le­ye yo­ğun­la­şa­bi­lir­di. 1410 yı­lın­da birleşik Leh ve Lit­van-Rus or­du­la­rı şö­val­ye­le­ri Grünwald ve Tan­nen­berg’­de­ki çif­te mu­ha­re­be­de mağ­lup et­ti­ler. Ta­ri­kat, bu dar­be­den bir da­ha ken­di­ne ge­le­me­di.

Bun­dan son­ra Vi­tovt il­gi­si­ni Ta­tar me­se­le­le­ri­ne çe­vir­di. Onun yar­dı­mıy­la Tok­ta­mış’ın oğ­lu Ce­laled­din Al­tın Or­du’­ya hâ­kim ol­ma­yı ba­şar­dı. Bun­dan böy­le Or­da’­da çı­kan kargaşalar sa­de­ce Vi­tovt’un boz­kır me­se­le­le­ri­ne mü­da­ha­le et­me­yi sür­dür­me­si­ne de­ğil, ay­nı za­man­da hâ­ki­mi­ye­ti­ni Aşa­ğı Din­ye­per böl­ge­si­ne yay­ma­sı­na da imkan sağ­la­dı. 1412 yı­lın­da Din­ye­per’in sağ sa­hi­li bo­yun­ca Ki­yef’­ten Ka­ra­de­niz’e ka­dar bir­çok ka­le ve ti­ca­ret üs­sü in­şa et­ti.896 Ta­tar­la­rın Ki­yef ül­ke­si­ne ve Po­do­lya’­ya akın yap­ma­la­rı­na mâ­ni ol­mak ve ile­ri­de boz­kır­la­ra da­ha fazla sokulmak için as­ke­rî üs te­sis et­mek çif­te ga­ye­siy­le bu si­ya­se­ti­ni hü­küm­dar­lı­ğı­nın so­nu­na ka­dar sür­dür­dü.

896Spu­ler, s. 149; B. Spu­ler, “Mit­te­lal­ter­lic­he Gren­zen in Os­te­uro­pa, I. Die Gren­ze des Gross­fürs­ten­tums Li­ta­uen im Sü­dos­ten ge­gen Tür­ken und Ta­ta­ren”, JGOE, 6 (1941), 157-158 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

Bu sı­ra­lar­da Din­ye­per boz­kır­la­rın­da­ki du­rum akış­kan­dı. Ra­kip han­lar­dan hiç­bi­ri ma­hal­lî Ta­tar prens­le­ri üze­rin­de tam bir oto­ri­te ku­ra­mı­yor­lar­dı. Ken­di­le­ri­ne Ka­zak di­yen bir­çok ya­rı ba­ğım­sız Ta­tar ­gru­bu te­şek­kül et­miş­ti.897 Bun­lar­dan ba­zı­la­rı te­sis et­ti­ği ka­le­le­rin gar­ni­zon­la­rı­nı güç­len­dir­mek için Vi­tovt ta­ra­fın­dan pa­ray­la tu­tul­muş­lar­dı. O, ay­nı za­man­da ni­za­mî bir­lik­le­ri­ne ilave­ten ben­zer Rus (Uk­rayn) ­grup­la­rı­nı da kul­la­nı­yor­du. Bu Uk­rayn hu­dut as­ker­le­rine de Ka­zak deniliyordu.898 Vi­tovt’un te­sis et­ti­ği hu­dut yer­le­şi­mi­nin ana sis­te­mi­nin mer­ke­zi Ki­yef ile Din­ye­per çağ­la­yan­la­rı ara­sın­da he­men he­men ya­rı yol­da bu­lu­nan Cher­kasy ka­sa­ba­sıy­dı. Cher­kasy Çer­kez­ler adı­nın Es­ki Rus­ça şek­li­dir. Muh­te­me­len bir ­grup Çer­kez XI. Yüz­yıl­da Tmu­to­ro­kan pren­si Ms­tis­lav ta­ra­fın­dan Din­ye­per’in kar­şı sa­hi­lin­de is­kân edil­miş­ler­di. 899 Fa­kat Cher­kasy ka­sa­ba­sı­nın XV. Yüz­yıl­dan ön­ce var ol­du­ğu­na da­ir bir ipu­cu yok­tur. 900 1400’lü yıl­la­rın son­la­rın­dan iti­ba­ren Uk­rayn Ka­zak­la­rı­na Mos­kof­lar Cher­kasy di­yor­lar­dı.

897Te­ri­min iza­hı için aşa­ğı­da kı­sım 5’e Bkz..

898Uk­rayn Ka­zak­la­rın­dan bu ad­la ilk de­fa XV. Yüz­yı­lın son­la­rın­da­ki kay­nak­lar­da bah­se­dil­miş­tir. Uk­ray­na’­da Ka­zak­la­rın men­şei hakkında bkz. Hrus­hevsky, 7 (1909), 74-82; M. Li­ubavsky, Ob­last­noe de­le­nie i mest­noe up­rav­le­nie Li­tovs­ko-Russ­ko­go Go­su­darst­va (Mos­ko­va, 1892), s. 531-532; D. Do­ros­hen­ko, Narys is­to­rii Uk­ra­iny (Var­şo­va, 1932), 2, 144-160.

899Bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 78.

900Geç dö­ne­me ait bir Ba­tı Rus va­ka­yi­nâ­me­sin­de Cher­kasy’­den Gedimin’in gü­ya 1320 yı­lı ci­va­rın­da Ki­yef’i ele ge­çir­me­si mü­na­se­be­tiy­le bah­se­dil­miş­tir, ama hikaye­nin otan­tik­li­ği sor­gu­lan­mış­tır. Bkz. Ant­ro­no­vich, Mo­nog­ra­fi, s. 47-49; Kuczyński, s. 48, 30

Vi­tovt’un bu dö­nem­de­ki si­ya­se­ti­nin bir baş­ka önem­li vec­he­si Ba­tı Rus­ya ki­li­se­si­nin me­se­le­le­riy­le il­gi­len­me­si­dir. Yak­la­şı­mı ta­ma­men si­ya­sî idi. Mos­kof­ya ile Lit­van­ya ara­sın­da bir ça­tış­ma ol­du­ğu tak­dir­de, ki­li­se­nin Mos­ko­va gran­dü­kü­nün ta­ra­fı­nı tut­ma­ya­ca­ğın­dan emin ol­mak is­ti­yor­du. Böy­le­ce Vi­tovt, ken­di­sin­den ön­ce Ol­gerd’in yap­tı­ğı gi­bi mün­hal ol­du­ğu za­man met­ro­po­li­tik ma­ka­mı­na aday seç­me­nin ken­di hak­kı ol­du­ğun­da ıs­rar et­ti. Lit­van­ya hü­küm­dar­la­rı ile mü­na­se­be­ti dost­ça olan met­ro­po­lit Cyp­ri­an 1406 yı­lın­da öl­dü. Bu­nun üze­ri­ne Vi­tovt Rum asıl­lı Po­lotsk pis­ko­po­su­nu Cons­tan­ti­no­po­lis’e yol­la­yıp pat­ri­ğin onu Rus­ya met­ro­po­li­ti ola­rak tayin et­me­si­ni is­te­di. Fa­kat Bi­zans­lı yet­ki­li­ler tav­si­ye­si­ni ka­le al­ma­dı­lar ve bu gö­rev için 1408 yı­lın­da baş­ka bir Ru­mu, Pho­ti­us’u seç­ti­ler. O da 1409 yı­lın­da Ki­yef’e var­dı ve son­ra Mos­ko­va’­ya git­ti.

Çok geç­me­den Vi­tovt Pho­ti­us’un si­ya­se­tin­den mem­nun ol­ma­dı­ğı­nı ifa­de et­ti ve 1414 yı­lın­da Pho­ti­us’un Ba­tı Rus­ya ki­li­se­si­nin iş­le­ri­ne ka­rış­ma­sı­nı ya­sak­la­dı. Son­ra Ba­tı Rus­ya için ay­rı met­ro­po­lit seç­mek üze­re pat­rik­ten izin is­te­di. Bu gö­rev için Bul­ga­ris­tan’­da Tır­no­va’­da doğ­an ve met­ro­po­lit Cyp­ri­an’ın ak­ra­ba­sı olan Ro­men asıl­lı ke­şiş Gre­gory Tsamb­lak’ı tav­si­ye et­ti.901 Bir yıl­dan uzun bir sü­re Cons­tan­ti­no­po­lis’­den bir ce­vap al­ma­yan Vi­tovt, Ba­tı Rus­ya pis­ko­pos­la­rı mec­li­si­ni top­la­dı ve Gre­gory met­ro­po­lit se­çil­di (1416). Vi­tovt son­ra mül­kün­de­ki iki Hristiyan ki­li­se­si, Rum Or­to­doks­lar ile Ro­ma­lı Ka­to­lik­ler ara­sın­da da­ha iyi mü­na­se­bet­ler te­si­si­ne te­şeb­büs et­ti. Onun ta­le­bi üze­ri­ne ye­ni met­ro­po­lit Cons­tan­ce’­da­ki Onal­tın­cı Ekü­me­nik Kon­se­yin otu­rum­la­rı­na ka­tıl­ma­yı ka­bul et­ti. Gre­gory 1418 yı­lı­nın Şu­bat ayın­da ora­ya var­dı­ğı za­man kon­sey top­lan­tı­sı bit­mek üze­rey­di. Mis­yo­nu­nun el­le tu­tu­lur bir so­nu­cu ol­ma­dı. Ki­yef’e dön­dük­ten kı­sa bir sü­re son­ra bi­lin­me­yen se­bep­ler­den do­la­yı gö­re­vin­den is­ti­fa et­ti ve Boğ­dan’a çe­kil­di (1419). Vi­tovt’un ki­li­se si­ya­se­ti ba­şa­rı­sız ol­muş­tu.

901Gre­gory Tsamb­lak hakkında bkz. Ma­ka­ri, 4, 88-101; Bar­bas­hev, Vi­tovt (Dip­not 71’de ol­du­ğu gi­bi), s. 131-135; Go­lu­binsky, 2, 377-388, 882; E. Tur­de­anu, “Grégoire Camb­lak”, RES, 22 (1946), 46-81.

5. ALTIN ORDU, LİTVANYA VE MOSKOFYA 1419-1439

I

Edi­ge’­nin ta­rih sah­ne­sin­den çe­kil­me­sin­den son­ra Al­tın Or­du’­nun da­ğıl­ma sü­re­ci Cu­çi Ulu­su­nun için­de her bi­ri so­nun­da ba­ğım­sız­lı­ğı­nı el­de eden bir­çok or­da­nın te­şek­kü­lü ile ye­ni bir dö­ne­me gir­di. Bun­lar­dan bi­ri Ya­yık neh­ri hav­za­sı­na iyi­ce yer­le­şen No­gay Or­da­sı idi. Mo­ğol­la­rın Man­gıt kla­nı­nın No­gay­lar ara­sın­da ön­de ge­len bir ko­num­da ol­ma­la­rı­na rağ­men Kıp­çak­lar­dan ve di­ğer Türk ka­bi­le­le­rin­den de bu or­da­ya ka­tıl­anlar olmuştu. No­gay­lar do­ğu­sun­da Ka­za­kis­tan’­da iki baş­ka or­da da­ha oluş­mak­tay­dı­lar: Üz­bek­ler ve Ka­zak­lar (sonuncusuna ço­ğu kez Kır­gız di­ye denili­yor­du).902 Bun­la­rın her bi­ri, Türkler ve Türkleşmiş İranîlerin karışımından oluşan yerli Türk kabileleriyle Moğol boylarının kaynaşmasından meydana gelen halitalardı.903*

902Üz­bek ve Ka­zak dev­let­le­ri­nin te­şek­kü­lü hakkında bkz. Bart­hold, Turcs, s. 185-188, 193-194; Gro­us­set, Em­pi­re des step­pes, s. 556-563; M. Abdy­kaly­kov ve A. Pank­ra­to­va, edi­tör­ler, Is­to­ri­ia Ka­zakhs­koi SSR (Al­ma-Ata, 1943), bö­lüm 5, 7, B. G. Ga­fu­rov, Is­to­ri­ia tadz­hiks­ko­go na­ro­da (Mos­ko­va, 1949), bö­lüm 17, 18.

903 Yazar, tipik bir Hint-Avrupai görüş sergilemektedir. Kırgız ve Kazakların Moğol kabileleriyle nisbeten karıştıkları doğrudur ve bunlara Mogul denilir. Hindistan’da Babür İmparatorluğu bünyesinde bulunan Türklere ise Mugal denilir. Fakat gerek Kazak ve Kırgızların, gerekse Özbek ve Hindistanlı Baburilerin İranîlerle hiçbir karışımı olmamıştır. Çünkü Türkler ve Acemler karşılıklı nefreti tarih boyunca atalarından miras olarak almışlardır. (Editör)

Üz­bek adı XIV. Yüz­yıl­da­ki meş­hur Al­tın Or­du ha­nı Üz­bek Han’la öz­deş­tir, sa­de­ce baş­ka tür­lü te­laf­fuz edi­lir.904* Bu halk ile han ara­sın­da ta­ri­hî bir bağ olup ol­ma­dı­ğı mü­na­ka­şa ko­nu­su­dur.905 Ka­na­atim­ce bu müm­kün de­ğil­dir. Pa­ul Pel­li­ot’a gö­re Öz­bek adı­nın mana­sı “ken­di ken­di­si­nin efen­di­si” (ma­ît­re de [sa] per­son­ne)906 yâ­ni “hür adam” de­mek­tir. Bir mil­let bah­si­mev­zu ol­du­ğu za­man Öz­bek “hür adam­la­rın mil­le­ti” de­mek­tir. Öy­ley­se mana ola­rak Ka­za­kın­ki­ne ya­kın­dır. Şim­di Sov­yet­ler Bir­li­ğin­de res­men be­nim­sen­miş olan Ka­zakh ke­li­me­si, bir çok Türk leh­çe­le­rin­de “başına buyruk adam”, “hür ma­ce­ra­pe­rest”907 ve do­la­yı­sıy­la “hu­dut sâ­ki­ni” mana­sı­na ge­len Ka­zak ke­li­me­si­nin bir var­yan­tı­dır. Te­mel bir yak­la­şım­la hem Ta­tar, Uk­rayn ve Rus hu­dut sâ­kin­le­ri (Ko­sak­lar) hem de bir Or­ta As­ya kav­mi olan Kır­gız­la­rın (Ka­zak­lar) tü­mü için kul­la­nıl­mış­tır. Ka­zak de­yi­mi­nin mana­sı­nın iyi­ce yer­leş­me­si­ne mu­ka­bil men­şei bel­li de­ğil­dir. Ben, es­ki Rus va­ka­yi­nâ­me­le­rin­de Ku­zey Kaf­kas­ya Çer­kez­le­ri­nin bah­se­dil­di­ği Ka­sog (ve­ya Ko­sog) adı­nın te­me­li­ni teş­kil eden Kas et­nik adı ile iliş­ki­li ol­du­ğu­nu dü­şün­mek te­ma­yü­lün­de­yim. XV. Yüz­yı­lın or­ta­la­rın­da Rus­lar bun­la­ra Cher­kasy de­me­ye baş­la­dı­lar (mo­dern Rus­ça­da Cher­kesy). İn­gi­liz­ce Cir­cas­si­an muh­te­me­len bun­dan tü­re­me­dir.

904Özbekler kendilerini hiçbir zaman Uzbek veya Üzbeg diye tanıtmazlar. Uzbek veya Üzbeg telaffuzu Rusların ve Batılıların söyleyiş şeklidir. Dolayısıyla bundan sonra yalnızca Özbek şekli kullanılacaktır (Editör).

905Bkz. ZO, s. 298-302.

906Pel­li­ot, s. 92.

907Rad­lov, Ver­such, 2, 363-365.

Cher­kas, Cha­har-Kas’ın kı­sal­tıl­mış hâ­li­dir.908 Ça­har Fars­ça­da “dört” de­mek­tir. Böy­le­ce Char-Kas, Dört Kas ve­ya Dört Kas Kla­nı de­mek­tir. Çer­kez­le­rin ol­du­ğu gi­bi Alan­la­rın da bi­rin­ci sı­nıf sa­vaş­çı ola­rak telakki edil­dik­le­rin­den bu mü­na­se­bet­le bah­set­mek ge­re­kir. Bu her iki kav­me men­sup as­ke­rî bir­lik­ler bir­çok se­fer Mo­ğol han­la­rı ta­ra­fın­dan mu­ha­fız­la­rı ola­rak hiz­met gör­mek üze­re dev­şi­ril­miş­ler ve­ya pa­ray­la tu­tul­muş­lar­dı. Çer­kez as­ker­le­ri Mo­ğol or­du­la­rın­da muh­te­me­len Mo­ğol­lar ve Türk­ler­le ka­rış­mı­yor, ken­di muh­tar bir­lik­le­ri­ni ve­ya as­ke­rî kar­deş­lik­le­ri­ni teş­kil edi­yor­lar­dı. Son­ra­dan Kas adı Türk, Rus ve Uk­rayn men­şe­li hu­dut sâ­kin­le­ri­nin böy­le­si kar­deş­lik teşkilat­la­rı için kul­la­nıl­mış ola­bi­lir.

908Bkz. J. Mar­gu­art [Marwart], “Über das Volks­tum der Ko­ma­nen”, AWGA, N. S., 13 No.1 (1914), 141.

Öz­bek Or­da­sı 1420’ler­de oluş­tu; Ka­zak Or­da­sı bun­dan otuz yıl ka­dar son­ra te­şek­kül et­ti. XV. Yüz­yı­lın son­la­rın­da Öz­bek­ler gü­ne­ye Ma­ve­ra­ün­ne­hi­re doğ­ru göç et­me­ye baş­la­dı­lar ve bu XVI. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da ta­mam­lan­dı. Ka­zak­lar Aral Gölünün ku­ze­yin­de­ki ve do­ğu­sun­da­ki boz­kır­la­rın efen­di­le­ri ola­rak kal­dı­lar ve yö­re­ye ad­la­rı­nı ver­di­ler (Ka­za­kis­tan).

Es­ki im­pa­ra­tor­luk­la­rın da­ğıl­ma­sı­nın ve ye­ni ma­hal­lî han­lık­la­rın teş­ki­li­nin ay­nı sü­re­ci eş­za­man­lı ola­rak Cu­çi Ulu­su­nun ba­tı kıs­mın­da, ya­ni asıl Al­tın Or­du’­da da gö­rü­lü­yor­du. So­nun­da Al­tın Or­du üç ay­rı han­lı­ğa bölün­dü: Ka­zan han­lı­ğı (1445 yı­lın­da teş­kil ol­du), Kı­rım han­lı­ğı (1449) ve Sa­ray’­da asıl or­da­nın ba­ki­ye­si. Al­tın Or­du’­nun 1502 yı­lın­da ni­haî ola­rak da­ğıl­ma­sın­dan son­ra Ast­ra­han Aşa­ğı Vol­ga han­lı­ğı­nın mer­ke­zi ola­rak Sa­ray’ın ta­ri­hî ro­lü­nü dev­ral­ma­ya te­şeb­büs et­ti.

II

1419 yı­lın­da Al­tın Or­du tah­tı Tok­ta­mış’ın ço­cuk­la­rın­dan Tu­ka Ti­mur’un so­yun­dan ge­len Uluğ Meh­med’e (bel­ki yaş­ça bü­yük mana­sı­na Bü­yük Meh­med) geç­ti. As­lın­da onun oto­ri­te­si Al­tın Or­du’­nun sa­de­ce ba­tı kıs­mın­da ta­nı­nı­yor­du. Aşa­ğı Vol­ga yö­re­si­ni Tok­ta­mış’ın oğ­lu Ke­pek (Ki­bek) kont­rol edi­yor­du. Deşt-i Kıpçak’ın ba­tı kıs­mın­da bi­le Uluğ Meh­med’in hü­küm­ran­lı­ğı sağ­lam de­ğil­di; bir­çok Ta­tar pren­si ona ita­at et­me­yi red­de­di­yor­du. Bu şart­lar al­tın­da Uluğ Meh­med’in des­tek için Lit­van­ya gran­dü­kü­ne baş­vur­ma­sı­nı an­la­mak müm­kün­dür. Böy­le­ce Vi­tovt ken­di­si­ne dost olan han­lar va­sı­ta­sıy­la Al­tın Or­du me­se­le­le­ri­ne mü­da­ha­le si­ya­se­ti­ni iler­le­te­bil­di. Ar­tık Do­ğu Av­ru­pa’­da­ki en güç­lü hü­küm­dar ola­rak or­ta­ya çık­mış­tı ve Lit­van­ya gran­dü­ka­lı­ğı Do­ğu Av­ru­pa si­ya­se­tin­de en önem­li âmil ol­muş­tu. Vi­tovt’un nü­fu­zu o sı­ra­da odak nok­ta­sı­nı Bo­hem­ya’­da­ki Hus­sit ha­re­ke­ti­nin teş­kil et­ti­ği Or­ta Av­ru­pa me­se­le­le­rin­de bi­le his­se­di­li­yor­du. Hem Hus­sit­ler, hem im­pa­ra­tor Si­gis­mund, Vi­tovt’u ken­di leh­le­ri­ne et­ki­le­me­ye ça­lı­şı­yor­lar­dı. 1421 yı­lın­da bir Çek he­ye­ti Vi­tovt’u zi­ya­ret edip ona Bo­hem­ya ta­cı­nı sun­du. Vi­tovt pren­sip ola­rak ka­bul et­ti ve ak­ra­ba­sı Si­gis­mund Ko­ri­bu­to­vich’i (Ol­gerd’in oğ­lu Ko­ri­but’un oğ­lu) 5.000 Lit­van-Rus as­ke­riy­le bir­lik­te ve­ki­li ola­rak Bo­hem­ya’­ya gön­der­di.909 Son­ra­dan Hus­sit li­der­le­ri ile Vi­tovt ara­sın­da baş­lı­ca Le­his­tan kra­lı­nın Lit­van­ya ile Bo­hem­ya ara­sın­da­ki iş­bir­li­ği­ne iti­ra­zın­dan do­la­yı anlaşmaz­lık­lar çık­tı. Ya­ga­ilo’­nun bas­kı­sıy­la Vi­tovt Çek­ler­le mü­na­se­be­ti kes­ti ve Si­gis­mund Ko­ri­bu­to­vich Bo­hem­ya’­dan kaç­tı. Böy­le­ce Bo­hem­ya’­yı Lit­van­ya ve Ba­tı Rus­ya ile bir­leş­tir­me planı tü­müy­le su­ya düş­tü.

909Flo­rovsky, 1, 285, 286, 296, 306.

Al­tın Or­du’­da ma­hal­lî han­lar ara­sın­da­ki ra­hat­sız güç den­ge­si 1422 yı­lın­da Ba­rak Han’ın (Urus Han’ın to­ru­nu) Ka­za­kis­tan’­dan ge­lip Aşa­ğı Vol­ga böl­ge­si­ni is­ti­la­sı ile bo­zul­du. İki yıl için­de hem Meh­med, hem ra­ki­bi Ke­pek, Ba­rak’ın Öz­bek­le­ri ta­ra­fın­dan mağ­lup edil­di­ler. Uluğ Meh­med’in ku­ze­ni Dev­let Berdi de müs­tev­li­ye di­ren­me te­şeb­bü­sün­de ba­şa­rı­sız ol­du. Mağ­lup olan üç han Ba­tı’­ya kaç­tı­lar. Ke­pek, Rus şe­hir­le­ri Ri­azan ve Odo­ev’e akın yap­tı (1424), ama o yö­re­le­re sağ­lam bir şe­kil­de yer­le­şe­me­di. Uluğ Meh­med Vi­tovt’­tan hi­ma­ye is­te­mek için Lit­van­ya’­ya kaç­tı. Dev­let Berdi ise, ge­nel kar­ma­şa­dan ya­rar­la­nıp Kı­rım’ı ele ge­çir­di (1425 yı­lı ci­va­rın­da).910

910Bkz. ZO, s. 410-412.

Bu ara­da Ba­rak bü­tün bu tah­ri­ba­ta se­bep ol­duk­tan son­ra elleri ga­ni­met­le do­lu ola­rak Ka­za­kis­tan’a ge­ri dön­dü (1425). O şim­di ken­di­si­ni ba­ğım­sız bir han, Öz­bek­le­rin ha­nı ilan ede­cek ka­dar güç­lü his­se­di­yor­du. Se­mer­kant’­ta hü­küm sü­ren ve Ba­rak’ı tâ­bi­si ola­rak gö­ren Ti­mur­lenk’in to­ru­nu Uluğbey bu­na öf­ke­len­di ve iki yıl son­ra Ka­za­kis­tan’ı ye­ni­den fet­het­mek üze­re or­du­suy­la şah­sen ora­ya git­tiyse de Ba­rak tarafından mağlup edildi (1427).911 Ne var ki, kı­sa bir müd­det son­ra Öz­bek emîr­le­ri Ba­rak’a kar­şı komplo düzenleyerek suikast teşebbüsünde bulundular (1428). Se­çi­len bir son­ra­ki han -Şey­ban’ın so­yun­dan ge­len Ebul­hayr- 1428 yı­lın­dan 1468 yı­lı­na ka­dar hü­küm­dar­lık yap­tı, Öz­bek dev­le­ti­ni sağ­lam te­mel­le­re oturt­ma­ya mu­vaf­fak ol­du ve Şey­ba­nî ha­ne­da­nı­nı te­sis et­ti.

911Bart­hold, Ulug­bek, s. 85-86.

Kı­rım me­se­le­le­ri­ne ge­ri dö­ner­sek, burada­ki hâ­ki­mi­ye­ti­ni güç­len­dir­me­ye ça­lı­şan Dev­let Berdi, 1426 yı­lın­da Mı­sır sul­ta­nı­na bir mek­tup gön­de­re­rek onu Deşt-i Kıpçak’daki karışıklıklar hakkında bilgilendirdi ve it­ti­fak tek­lif et­ti. Fa­kat Uluğ Meh­med, Dev­let Ber­di’­yi kı­sa sü­re­de Kı­rım’­dan at­tı ve güç­lü ma­hal­lî Ta­tar ai­le­si Şi­rin­le­rin yar­dı­mıy­la ora­da ken­di ka­rar­gâ­hı­nı kur­du (1427). Bun­dan son­ra Dev­let Berdi adı ta­rih sah­ne­sin­den si­lin­di. Fa­kat 1428 yı­lı ci­va­rın­da Ha­cı Gi­ray Han’ın Lit­van­ya’­ya kaç­tı­ğı ve Vi­tovt’­dan hi­ma­ye is­te­di­ği bi­lin­mek­te­dir. V. D. Smir­nov, ak­la ya­kın bir şe­kil­de ha­nın iki adı ol­du­ğu­nu, ön­ce bi­riy­le son­ra di­ğe­riy­le ta­nın­dı­ğı­nı ile­ri sür­mek­te­dir.912

912Smir­nov, Kryms­koe Khanst­vo, s. 229-234.

Uluğ Meh­med’in si­ya­sî za­fe­ri Do­ğu’­da de­ğil de Ba­tı’­da baş­la­yan bir ve­ba sal­gı­nı ile göl­ge­len­di. Sal­gın Rus­ya’­da ön­ce Nov­go­rod’u vur­du, son­ra Mos­ko­va’­ya ve ni­ha­yet Deşt-i Kıpçak’a ulaş­tı. Uluğ Meh­med’in ilk si­ya­sî ha­re­ke­ti, Os­man­lı sul­ta­nı II. Mu­rad ile dost­ça mü­na­se­bet­ler te­sis et­mek ol­du. 913 Bir yıl son­ra han Mem­lük­ler­le it­ti­fak mü­za­ke­re­si yap­mak üze­re Ka­hi­re’­ye bir el­çi gön­der­di. İki ta­ra­fın da bu gö­rüş­me­ler­den bir ya­rar sağ­la­dık­la­rı­na da­ir bir ipu­cu ol­ma­mak­la bir­lik­te, Deşt-i Kıpçak’da ve­ba sal­gı­nı var­ken Kı­rım’­dan ge­mi­le­rin gel­me­si Mı­sır için ta­lih­siz­lik ol­du, çün­kü ora­ya has­ta­lı­ğı ta­şı­dı­lar.914

913Ku­rat, s. 9.

914Spu­ler, s. 159.

Uluğ Meh­med, o sı­ra­da Do­ğu Rus­ya’­da hâkimiyet id­di­asın­da bu­lun­mak için vak­tin çok er­ken ol­du­ğu­nu dü­şün­mek­le be­ra­ber, çok geç­me­den Rus­ya me­se­le­le­ri­ne mü­da­ha­le için uy­gun bir ba­ha­ne çık­ma­sı­nı bek­le­ye­rek Mos­kof­la­rın si­ya­se­ti­ni ya­kın­dan ta­kip edi­yor­du ve Mos­ko­va’­da­ki olay­lar­dan çok mem­nun ka­la­bi­li­yor­du. 1425 yı­lın­da gran­dük I. Va­si­li öl­dü­ğü za­man onun da adı Va­si­li olan915 oğ­lu on ya­şın­day­dı. I. Va­si­li ka­yın­pe­de­ri Vi­tovt’u, kar­deş­le­ri Andrew ve Pe­ter ile ikin­ci de­re­ce­den ku­zen­le­ri Si­me­on ve Ya­ros­lav’ı (Ser­puk­hov’­lu Vla­di­mir’in oğul­la­rı) va­si­yet­nâ­me­sin­de dul ka­rı­sı ile oğ­lu­nun vâ­si­li­ği­ne ta­yin et­miş­ti.916 I. Va­si­li’­nin yaş­ça on­dan son­ra ge­len kar­de­şi Yu­ri vâ­si ola­rak gös­te­ril­me­miş­ti. Yu­ri’­nin ar­pa­lı­ğı Mos­ko­va’­nın ba­tı­sın­da­ki bir ka­sa­ba olan Zve­ni­go­rod ile Vol­ga’­nın öte­sin­de Kost­ro­ma’­nın ku­zey­do­ğu­sun­da­ki zen­gin Galiç şeh­rin­den mü­te­şek­kil­di.917 Yu­ri muh­te­ris ve zen­gin bir hü­küm­dardı. İmar işlerinden aşırı zevk alıyordu. Hü­küm­dar­lı­ğı ika­met et­ti­ği Zve­ni­go­rod’a re­fah ge­tir­di. Şe­hir sü­rat­le bü­yü­dü, ye­ni ki­li­se­ler­le be­zen­di ve güç­lü ye­ni sur­lar­la tah­kim edil­di.918 I. Va­si­li muh­te­me­len Yu­ri’­nin si­ya­sî ni­yet­le­rin­den şüp­he­le­ni­yor ve ona iti­mat et­mi­yor­du. Ger­çek­ten de Yu­ri, Va­si­li’­nin va­si­yet­nâ­me­si­nin ge­çer­li­li­ği­ni ka­bul et­me­ye ya­naş­ma­dı ve gran­dü­ka­lık tah­tı üze­rin­de hak id­dia et­ti. Bu, met­ro­po­lit Pho­ti­us ve bo­yar­lar ta­ra­fın­dan red­de­di­lin­ce Yu­ri öf­key­le Galiç’e git­ti ve ora­da bir or­du top­la­ma­ya baş­la­dı. Bu, Mos­kof­ya’­da uzat­ma­lı bir si­ya­sî kri­zin baş­lan­gı­cıy­dı, as­lı­na ba­kı­lır­sa İvan Ka­li­ta’­nın so­yun­dan ge­len­ler ara­sın­da­ki ilk ve tek kar­deş kav­ga­sıy­dı.

915 II. Va­si­li I. Va­si­li’­nin üçün­cü oğ­luy­du. İlk iki­si ba­ba­la­rın­dan ön­ce öl­müş­ler­di. Bkz. Ba­um­gar­ten 2, Tab­lo 2.

916DDG, s. 62.

917Ga­liç­ya’­da­ki Galiç (Ha­licz) ile ka­rış­tı­rıl­ma­ma­lı­dır.

918MIAS, 12, 125-133.

Kriz şek­len ha­ne­dan me­se­le­si ve muh­te­va ola­rak si­ya­sîy­di. Yuri’ye göre taht aile içinde babadan oğula değil, eski kabile inanışına istinaden gran­dük­lü­ğün ekber evladın hakkı olduğu prensibine göre devredilmeliydi. Si­ya­sî ba­kım­dan Yu­ri’­nin yap­tı­ğı bü­tün prens­le­rin Mos­ko­va pren­si­ne tâ­bi ol­ma­sı­nı pro­tes­to et­mek­ti; prens­le­rin eşit­li­ği­nin pe­şin­dey­di. Baş­ka tür­lü ifa­de et­mek ge­re­kir­se, Mos­ko­va gran­dük­le­ri­nin di­ğer bü­tün prens­le­re hâ­ki­mi­ye­ti ye­ri­ne Rus­ya’­nın son dö­nem Ki­yef mo­de­li­ne gö­re fe­de­ras­yon ola­rak teşkilat­lan­ma­sı­na ta­raf­tar­dı.

Yu­ri’­nin or­du­su Mos­ko­va bir­lik­le­ri ta­ra­fın­dan dur­du­rul­du. Son­ra met­ro­po­lit Pho­ti­us asi pren­si pay­la­mak ve bir­lik çağ­rı­sın­da bu­lun­mak üze­re şah­sen Galiç’e git­ti. Ba­rış ye­ni­den te­sis edil­di ve her iki ta­raf ça­tış­ma­yı ha­nın ka­ra­rı­nın ha­kem­li­ği­ne bı­rak­ma­yı ka­bul et­ti. Bu baş­vu­ru için bir za­man be­lir­len­me­miş­ti ve Mos­ko­va hü­kü­me­ti as­lın­da ka­rar alın­ma­sı­nı er­te­le­ye­bil­di. Ama gran­dü­şes, ba­ba­sı Vi­tovt’un hi­ma­ye­si­ni ta­lep için Smo­lensk’e git­ti, o da bu konuda kızına vaatte bulundu. Bu şart­lar al­tın­da Yu­ri me­se­le­de ace­le­ci ol­ma­ma­yı ter­cih et­ti ve bir sü­re olay çı­kar­ma­dı.

Vi­tovt, to­ru­nu­nun Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı üs­tün­de­ki hü­küm­ran­lı­ğı­nı des­tek­le­me­yi ve yön­len­dir­me­yi ka­bul et­mek­le be­ra­ber, Ku­zey ve Do­ğu Rus­ya’­nın bü­tün di­ğer yö­re­le­ri­ne doğ­ru­dan kontrol etmek ve­ya kontrol et­me­yi de­ne­mek için hiç­bir fır­sa­tı ka­çır­ma­dı. 1426 yı­lın­da Uluğ Meh­med’in gön­der­di­ği yar­dım­cı Ta­tar bir­lik­le­ri­nin yar­dı­mıy­la Ps­kov ile sa­vaş­tı. Fa­kat Opoch­ka şeh­ri­ni hü­cum­la al­ma te­şeb­bü­sü ba­şa­rı­sız ol­du. Son­ra 1450 rub­le taz­mi­nat alıp Ps­kov ile ba­rış yap­tı. Er­te­si yıl Nov­go­rod’a kar­şı se­fe­re çık­tı ve 1428 yı­lı­nın baş­la­rın­da Ost­rov ka­sa­ba­sı­na ulaş­tı. Vi­tovt’un top­çu bir­lik­le­ri­nin gu­ru­ru Nic­ho­las adın­da bir Al­man us­ta­nın dök­tü­ğü de­vâ­sâ bir top­tu; adı Gak­la ve­ya Jackdaw’dı919* ve kırk at ta­ra­fın­dan çe­ki­li­yor­du. İlk ateş­len­di­ğin­de Ost­rov ka­le­si­nin bü­yük ku­le­si­ni yık­tı, ama Gak­la da par­ça­lan­dı ve Nic­ho­las ile ya­kın­lar­da du­ran bir çok Lit­van öl­dü.920 Nov­go­rod ba­rış is­te­di ve Vi­tovt 10.000 rub­le taz­mi­nat kar­şı­lı­ğın­da bu­nu ka­bul et­ti.

919Jackdaw = Bir çe­şit kü­çük kar­ga (Ç.N.).

920Ni­kon, 12, 8.

Vi­tovt, bu iki sa­vaş­tan bü­yük mad­dî ka­zanç sağ­la­mak­la be­ra­ber ne Nov­go­rod’a ne de Ps­kov’a bo­yun eğ­di­re­bildi. Bu ba­kım­dan Tver ve Ri­azan’a kar­şı da­ha ba­şa­rı­lı ol­du. 1427 yı­lın­da Tver ile gran­dük Bo­ris’in Vi­tovt’u efen­di­si ola­rak ka­bul et­ti­ği bir it­ti­fak and­laş­ma­sı ak­det­ti; fa­kat Vi­tovt Tver’in ma­hal­lî me­se­le­le­ri­ne mü­da­ha­le et­me­me­yi va­ad et­ti.921 İki yıl son­ra hem Ri­azan gran­dü­kü IV. İvan hem Pronsk gran­dü­kü II. İvan, Vi­tovt’un tâ­bi­le­ri ol­duk­la­rı­nı be­yan et­ti­ler. İki­si de Vi­tovt’a sa­de­ce efen­di­miz (gos­po­din) di­ye de­ğil hü­küm­da­rı­mız (gos­po­dar) di­ye de hi­tap edi­yor­lar­dı.922

921DDG, s. 62-63.

922Age., s. 67-69. Edi­tör­le­re gö­re and­laş­ma “1430 yı­lı ci­va­rın­da” im­za­lan­mış­tı. Muh­te­me­len 1429 yı­lın­da üze­rin­de anlaşma­ya va­rıl­mış­tı.

Böy­le­ce Do­ğu Rus­ya üze­rin­de­ki kont­ro­lü­nü güç­len­dir­dik­ten ve ha­zi­ne­si­ni Nov­go­rod ve Psov’un pa­ra­la­rı ile ye­ni­den dol­dur­duk­tan son­ra Vi­tovt, artık cü­ret­kâr bir te­şeb­büsle ini­si­ya­ti­fi ele alıp Do­ğu ve Or­ta Av­ru­pa hü­küm­dar­la­rı­nın kar­şı kar­şı­ya ol­duk­la­rı âcil uluslararası me­se­le­le­ri hal­let­me­ye kendisini ha­zır his­se­di­yor­du. Da­ve­ti üze­ri­ne bu hü­küm­dar­lar, tem­sil­ci­le­ri ve mü­şa­vir­le­ri 1429 yı­lın­da Volinya’­da­ki Lutsk’­da bir kon­fe­rans­ta bu­luş­tu­lar. Ka­tı­lan­lar ara­sın­da Kut­sal Ro­ma im­pa­ra­to­ru Si­gis­mund ve Le­his­tan kra­lı Ya­ga­ilo var­dı. Pa­pa, Bi­zans im­pa­ra­to­ru VIII. John, Da­ni­mar­ka kra­lı, Tö­ton Ta­ri­ka­tı ve Boğ­dan voy­vo­da­sı tem­sil­ci gön­der­miş­ler­di. Tver gran­dü­kü­nün da­hil ol­du­ğu bir­çok Rus pren­si de kon­fe­ran­sa ka­tıl­mış­lar­dı.923 Hep­si haş­met­li ev sa­hip­le­ri­nin sun­du­ğu zen­gin zi­ya­fet­le­rin ve eğ­len­ce­le­rin ta­dı­nı çı­kar­dı­lar. Va­ka­nü­vis­ler mi­sa­fir­le­rin tü­ket­tik­le­ri yi­ye­cek ve içe­cek­le­rin mik­ta­rın hay­ret­ler için­de ka­la­rak kay­det­ti­ler. Fa­kat kon­fe­rans iş ba­kı­mın­dan sos­yal ba­kım­dan ol­du­ğu ka­dar ba­şa­rı­lı de­ğil­di.

923Lutsk kon­fe­ran­sı hakkında bkz. Ba­ron M. Ta­ube, “Mezh­du­na­rodn­yi kong­ress na Voly­ni v xv sto­lo­tii”, Russ­kii vest­nik, 255 (1898), 133-151; aynı yazar., “Etu­des sur le de­ve­lop­pe­ment historique du dro­it in­ter­na­ti­onal dans l’Europe ori­en­ta­le, Académie de Dro­it In­ter­na­ti­onal”, Re­cu­eil des co­urs, 1 (1926), 468-469; Hrus­hevsky, 4, 134-135, 430 Mo­yah­movs­ki, s. 153-154; Flo­rovsky, 1, 294.

Gö­rü­şü­le­cek olan baş­lı­ca me­se­le­ler Türk-Bi­zans me­se­le­si, Ro­ma Ka­to­lik ve Rum Or­to­doks ki­li­se­le­ri­nin mü­na­se­bet­le­ri (ki bu Bi­zans me­se­le­si ile iliş­ki­liy­di, Hus­sit me­se­le­si ve Le­his­tan ile Lit­van­ya’­nın mü­na­se­bet­le­riy­di. Ka­tı­lan­lar ara­sın­da hiç­bir me­se­le­de yak­la­şım bir­li­ği ol­ma­dı­ğı kı­sa za­man­da an­la­şıl­dı; ay­rı­ca ba­zı­la­rı sa­de­ce gün­dem­de­ki bel­li bir mev­zu ile il­gi­le­ni­yor­lar­dı ve di­ğer­le­ri­ni gö­rüş­me­ye ni­yet­li de­ğil­ler­di. Ni­ye hiç­bir ka­ra­ra va­rıl­ma­dı­ğı­nı an­la­mak zor de­ğil­dir.

Şa­yet Av­ru­pa­lı dev­let­ler­den yar­dım gel­mez­se Bi­zans İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun Os­man­lı Türk­le­ri­nin bas­kı­sıy­la çök­mek üze­re ol­du­ğun­da her­kes hem­fi­kir­di. Fa­kat pa­pa an­cak Rum mu­te­zi­liler Ro­ma Ka­to­li­ği ol­duk­la­rı tak­dir­de Cons­tan­ti­no­po­lis’i kur­tar­mak için haç­lı se­fe­ri çağ­rı­sın­da bu­lun­ma­yı ka­bul edi­yor­du. Vi­tovt için bu has­sas bir ko­nuy­du, çün­kü te­ba­sı­nın çoğunluğu -Rus­lar- bu mu­te­zi­lilerdendi. İm­pa­ra­tor Si­gis­mund da Do­ğu’­nun Ba­tı’­ya res­men tâ­bi ol­ma­sın­dan­sa iki ki­li­se­nin iş­bir­li­ği yap­ma­sı­nı ter­cih edi­yor­du. Şa­ka yol­lu şöy­le di­yor­du: “On­lar [Rum Or­to­doks­lar] bi­zim­le ay­nı ima­na sa­hip­ler, tek fark­la­rı din adam­la­rı­nın sa­kal­la­rı ve ev­li ol­ma­la­rı. Fa­kat bu­nun için kim­se on­la­rı ayıp­la­ma­sın, zi­ra Rum ra­hip­ler bir ka­dın ile ye­ti­nir­ken bi­zim Latin ra­hip­le­rin her bi­ri­nin on ve­ya da­ha çok ‘ka­rı­sı’ var.”924

924Dlu­gasz, 11, 515; Ta­ube ta­ra­fın­dan Russ­ki vest­nik, 255, 147’de zik­re­dil­miş­tir.

Si­gis­mund, Av­ru­pa­lı­la­rın Türk­le­re kar­şı mü­ca­de­le­sin­de as­ke­rî li­der­li­ği üst­len­mek üze­re Tö­ton Ta­ri­ka­tı­nın bir kıs­mı­nın Tu­na böl­ge­si­ne kay­dı­rıl­ma­sı­nı tek­lif et­ti. Hem Le­his­tan hem Boğ­dan bu­na he­men iti­raz et­ti­ler. Le­his­tan’ın ül­ke­si­nin ku­ze­yin­de Tö­ton şö­val­ye­le­ri ile ba­şı ye­te­rin­ce dert­tey­di ve on­la­rın ken­di­si­nin Tu­na’­ya ulaş­ma­sı­na en­gel ol­ma­la­rı­na yar­dım et­me­si bek­le­ne­mez­di. Le­his­tan’ın bu me­se­le­de­ki tu­tu­mu Si­gis­mund’u kız­dır­dı ve o, Lit­van­ya’­nın Le­his­tan’­dan ta­ma­men ba­ğım­sız­lı­ğı­nı el­de et­mek ar­zu­su­na es­ki­sin­den da­ha zi­ya­de ta­raf­tar ol­du. Vi­tovt’a Lit­van­ya kra­lı ola­rak taç giy­di­ril­me­si­ni tek­lif et­ti. Leh­ler yi­ne iti­raz et­ti­ler. Fa­kat Si­gis­mund bu pro­je­den vaz­geç­me­di ve Vi­tovt’a er­te­si yıl kral­lık ta­cı­nı gön­der­me­yi va­ad et­ti.

Bir sonraki 1430 yı­lı gel­di­ğinde Vil­no’­da taç giy­me şen­lik­le­ri baş­la­dı. Mos­ko­va gran­dü­kü II. Va­si­li ve Tver, Ri­azan ve Pronsk gran­dük­le­ri da­hil ol­mak üze­re Vi­tovt’un bü­tün Rus müt­te­fik­le­ri ve tâ­bi­le­ri şah­sen gel­di­ler. Met­ro­po­lit Pho­ti­us da za­ten onun­la Ba­tı Rus­ya ki­li­se­si ile il­gi­li bel­li ba­zı me­se­le­le­ri gö­rüş­mek is­te­di­ği için Vi­tovt’u se­lâm­la­mak amacıyla gel­me­nin uy­gun ola­ca­ğı­nı dü­şün­dü. Tö­ton Ta­ri­ka­tı ve Ta­tar­lar da ken­di tem­sil­ci­le­ri­ni gön­der­di­ler.925 Hem Vi­tovt’un, hem mi­sa­fir­le­ri­nin bü­yük bir ha­yal kı­rık­lı­ğı­na se­bep ola­rak taç gel­me­di; im­pa­ra­tor Si­gis­mund’un ulak­la­rı Leh­ler ta­ra­fın­dan alı­ko­nul­muş­lar­dı. Mah­cup dü­şen mi­sa­fir­ler bi­rer bi­rer ev sa­hip­le­riy­le ve­da­laş­tı­lar ve mem­le­ket­le­ri­nin yo­lu­nu tut­tu­lar. İki haf­ta son­ra Vi­tovt at­tan düş­erek seksen yaşında hayatını noktaladı.

925Kolankowski, s. 160-161.

III

Vi­tovt’un ölü­mü hem Lit­van­ya’da, hem de Mos­kof­ya’­da uzat­ma­lı bir si­ya­sî kri­ze yol aç­tı. Al­tın Or­du bir­lik için­de ve kuv­vet­li ol­say­dı Ta­tar­lar bu du­rum­dan ko­lay­ca ya­rar­la­na­bi­lir­ler­di. Fa­kat on­lar da ken­di iç­le­rin­de bölün­müş­ler­di ve sa­de­ce za­man za­man Lit­van ve Mos­kof me­se­le­le­ri­nin ka­rı­şık­lı­ğı­na kat­kı­da bu­lun­uyorlardı.

Vi­tovt’un ölü­mün­den he­men son­ra Lit­van ve Ba­tı Rus prens­le­ri ve bo­yar­la­rın­dan olu­şan mec­lis, ku­ze­ni Svid­ri­ga­ilo’­yu Lit­van­ya gran­dü­kü ola­rak seç­ti. Ön­ce­den Leh­ler­le anlaşma­dan ha­re­ket et­me­le­ri 1413 yı­lın­da­ki Go­rod­lo anlaşma­sı­nın şart­la­rı­na ay­kı­rıy­dı. Bu yüz­den Leh­ler se­çi­mi ge­çer­li ka­bul et­me­yi red­det­ti­ler ve Vi­tovt’un kar­de­şi Si­gis­mund’u tek­lif et­ti­ler. Si­gis­mund’un şan­sı baş­lan­gıç­ta az gö­zü­kü­yor­du, ama çok geç­me­den gran­dü­ka­lık­ta­ki Lit­van ve Rus hi­zip­le­ri ara­sın­da­ki zıt­lık­lar­dan ya­rar­lan­ma­sı­nı bil­di.926

926Vi­tovt’un ölü­mü­nü mü­te­akip Lit­van­ya’­da­ki si­ya­sî mü­ca­de­le için bkz. Hrus­hevsky, 4, 161-195; Kolankowski, s. 164-211; Li­ubavsky, s. 64-71; A. I. Vol­de­mar, “Nat­si­onal­na­ia bor’­ba v Ve­li­kom Kni­az­hest­ve Li­tovs­kom v xv-xvi ve­kakh, “ANORI, 14. bö­lüm 3 (1910), 162-170.

Svid­ri­ga­ilo Ro­ma Ka­to­li­ği ol­ma­sı­na rağ­men da­nış­ma mec­li­si­nin üye­le­ri­ni ve yük­sek gö­rev­li­le­ri ta­yin eder­ken Ro­ma Ka­to­lik­le­ri ile Rum Or­to­doks­lar ara­sın­da ay­rım yap­ma­dı­ğı için başlangıçta Ba­tı Rus­ya prens­le­ri ve bo­yar­lar nez­din­de çok po­pü­ler­di. Fa­kat bu tutumu, onu Rus yan­lı­sı di­ye dam­ga­la­yan bü­yük Lit­van asil­zâ­de­le­ri­nin aşırı kır­gın­lı­ğı­na se­bep ol­du. 1432 yı­lın­da Lit­van bo­yar­la­rı Svid­ri­ga­ilo’­ya kar­şı komplo ter­tip­le­di­ler. O kaç­ma­ya mu­vaf­fak ol­du, ama Si­gis­mund Vil­no’­da gran­dük ilan edil­di. Svid­ri­ga­ilo Rus vi­lâ­yet­le­ri­ne çe­kil­di ve ta­raf­tar­la­rı­nı top­la­dı. Gran­dü­ka­lı­ğı Lit­van ve Rus ya­rı­la­rı­na böl­mek­le son bu­la­bi­le­cek olan teh­li­ke­li bir du­rum or­ta­ya çık­tı. En ka­tı Lit­van mil­li­yet­çi­le­ri bi­le Rus­lar­la uz­laş­ma­nın ge­rek­ti­ği­ni an­la­dı­lar. Bu yüz­den Si­gis­mund Grod­lo anlaşma­sı­nın Rum Or­to­doks­la­ra si­ya­sî hak­lar ta­nı­ma­yan mad­de­si­ni ip­tal eden bir fer­man (pri­vi­lei) çı­kar­dı. Bu ha­re­ke­ti­ne rağ­men Rus prens­le­ri ön­ce­le­ri Svid­ri­ga­ilo’­yu des­tek­le­me­ye de­vam et­ti­ler, ama o kı­sa sü­re son­ra on­la­rın sa­da­ka­tin­den şüp­he­ye düş­tü ve Tö­ton şö­val­ye­le­ri ile bir anlaşma ya­pa­rak du­ru­mu­nu dü­zelt­me­ye ça­lış­tı.

Ba­tı Rus­ya ki­li­se­si­ni Ro­ma Ka­to­lik ki­li­se­si ile bir­leş­tir­mek için Ro­ma ile gö­rüş­me­ler de baş­lat­tı. Met­ro­po­lit Ge­ra­sim’in ki­li­se bir­li­ği me­se­le­si­ni mü­za­ke­re et­me­ye ha­zır gö­zük­me­si­ne rağ­men Svid­ri­ga­ilo onu iha­net­le suç­la­ya­rak (Ge­ra­sim muh­te­me­len Si­gis­mund ile gö­rüş­me­ler ya­pı­yor­du) tevkif et­tir­di. Ken­di­si­ne kar­şı bü­tün mu­ha­le­fe­ti çok sert ted­bir­ler­le bas­tır­ma­ya ni­yet­le­nen Svid­ri­ga­ilo, Ge­ra­sim’in bir di­re­ğe bağ­la­nıp ya­kıl­ma­sı­nı em­ret­ti (Tem­muz 1435). Bu ha­re­ke­ti Rus­la­rı kor­kut­acağı ye­ri­ne ga­za­ba ge­tir­di. Rus­la­rın des­te­ğin­den mah­rum ka­lan Svid­ri­ga­ilo, 1435 yı­lı­nın Ey­lül adın­da ra­ki­bi ta­ra­fın­dan Sven­ta neh­ri mu­ha­re­be­sin­de mağ­lup edil­di. Fa­kat ar­pa­lık ola­rak Kre­me­nets ile Volinya ve Po­do­lya’­nın bir kıs­mı­nı elin­de tut­ma­sı­na mü­sa­ade edil­di. Si­gis­mund’un gran­dü­ka­lık üs­tün­de­ki kont­ro­lü şim­di iyi­ce yer­leş­mi­şe ben­zi­yor­du. Bu iç sa­va­şın so­nu­cu Rum Or­to­doks­la­rın, ya­ni Rus­la­rın le­hi­ne ol­muş­tu, çünkü artık Ro­ma Ka­to­lik­le­ri ile eşit hak­la­ra sa­hip­ti­ler.

Lit­van­ya’­da iç sa­vaş olur­ken Al­tın Or­du’­nun kont­ro­lü için çe­ki­şen iki Ta­tar ha­nı­nın Uluğ Meh­med’e kar­şı ayak­lan­dık­la­rı­nı kay­det­mek ge­re­kir. Bun­lar Tok­ta­mış’ın oğ­lu Sey­dah­med927 ile Ti­mur Kut­lug’un to­ru­nu Kü­çük Meh­med (Kü­çük Meh­med ve­ya Genç Meh­med) idi­ler. As­lın­da Al­tın Or­du şim­di üç or­da­ya bölün­müş­tü. Ra­kip han­lar­dan iki­si Lit­van­ya me­se­le­le­ri­ne mü­da­ha­le et­ti­ler: Uluğ Meh­med Si­gis­mund’u des­tek­li­yor­du, Sey­dah­med ise Svid­ri­ga­ilo ile bir anlaşma yap­tı.

927ZO, s. 414’e gö­re.

Bu sı­ra­da Mos­kof­ya’­da II. Va­si­li ile Galiç’­li Yu­ri ara­sın­da­ki ça­tış­ma ye­ni­den alev­len­di. Yu­ri, Vi­tovt’un ölü­mü ile Va­si­li’­nin en güç­lü hâ­mi­sin­den mah­rum kal­mış olmasın­dan ya­rar­lan­ma­ya ka­rar ver­di. Ay­rı­ca Yu­ri’­nin Tver ha­ne­da­nı va­sı­ta­sıy­la (Svid­ri­ga­ilo’­nun ka­rı­sı bir Tver pren­se­siy­di) Svid­ri­ga­ilo ile dos­tâ­ne mü­na­se­be­ti var­dı. Lit­van­ya’­da­ki si­ya­sî du­ru­mun de­ğiş­me­sin­den ce­sa­ret bu­lan Yu­ri, Mos­ko­va üze­rin­de­ki hak id­di­ala­rı­nı ye­ni­le­di ve me­se­le­nin ka­rar ver­me­si için ha­na su­nul­ma­sı­nı ta­lep et­ti. Do­la­yı­sıy­la 1432 yı­lın­da hem Yu­ri hem Va­si­li Al­tın Or­du’­da Yar­gı­tay’ın kar­şı­sı­na çık­tı­lar. Yu­ri mu­vaf­fa­ki­yet­ten emin­di, çün­kü Al­tın Or­du’­da güç­lü bir dos­tu var­dı -Svid­ri­ga­ilo’­nun da dos­tu olan Kı­rım­lı prens Şi­rin Te­gin. Fa­kat o ta­rih­te II. Va­si­li’­nin baş­mü­şa­vi­ri olan Mos­ko­va­lı bo­yar İvan Vsevolojsky Uluğ Meh­med Han’ın Şi­rin’in ni­ye­ti­nin sa­mi­mi­ye­tin­den şüp­he­len­me­si­ne mu­vaf­fak ol­du. Vsevolojsky, Şi­rin, Yu­ri ve Svid­ri­ga­ilo ara­sın­da­ki bir üç­lü it­ti­fa­kın ha­nın men­fa­ati için teh­li­ke­li ola­bi­le­ce­ği­ne işa­ret et­ti.928 Ha­nın onay­la­dı­ğı Yar­gı­tay ka­ra­rı gran­dü­ka­lık be­ra­tı­nı alan Va­si­li’­nin le­hi­ney­di. Yu­ri’­yi bi­raz tat­min et­mek için ona Zve­ni­go­rod ve Galiç’e ilave­ten Dmit­rov prens­li­ği (Mos­ko­va’­nın ku­ze­yin­de bir ka­sa­ba) ve­ril­di.929

928Ni­kon, 12, 15-16.

929Dmit­rov pren­si Pe­ter 1428 yı­lın­da oğul bı­rak­mak­sı­zın ölün­ce Dmit­rov prens­li­ği mah­lül mülk ola­rak Vla­di­mir gran­dü­kü­ne in­ti­kal et­ti.

Va­si­li, Mos­ko­va’­ya ya­nın­da ha­nın el­çi­si ol­du­ğu halde ge­ri dön­dü. Cu­çi so­yun­dan bir prens olan bu el­çi onu me­ra­sim­le gran­dü­ka­lık tah­tı­na oturt­tu. Böy­le­ce Moskova gran­dü­ka­lı­ğın res­mî baş­ken­ti ol­du.

Yu­ri, ha­nın ka­ra­rı­nı ka­bul et­me­ye ni­yet­li de­ğil­di. Galiç’e dö­ner dön­mez bir or­du top­la­ma­ya gi­riş­ti. Ye­ni bir des­tek­çi­nin, ha­nın sa­ra­yın­da ra­ki­bi olan ve şah­sî se­bep­ler­den do­la­yı Va­si­li’­yi terk eden bo­yar Vsevolojsky’­nin gel­me­siy­le çok ce­sa­ret bul­du. Va­si­li, Vsevolojsky’e kı­zıy­la ev­len­me­yi va­ad et­miş­ti; ama Or­da’­dan ge­ri dön­dük­ten son­ra bu­nun ye­ri­ne hâ­mi­le­rin­den Ya­ros­lav’ın (Ser­puk­hov’­lu Vla­di­mir’in oğ­lu) kı­zı pren­ses Ma­ria ile ev­len­di. Her­halde an­ne­si ba­sit bir bo­ya­rın kı­zıy­la de­ğil de bir pren­ses­le ev­len­me­sin­de ıs­rar et­miş­ti.

Göründüğü kadarıyla Vsevolojsky’­nin ken­di­si­ni terk et­me­sin­den son­ra Mos­ko­va’­da genç gran­dü­ke yol gös­te­re­cek ev­saf­ta kim­se kal­ma­mış­tı. 1433 yı­lı­nın Ni­san ayın­da Yu­ri şe­hir­le­ri­nin önün­de gö­rün­dü­ğü za­man Mos­kof­lar ga­fil av­lan­dı­lar. Va­si­li tes­lim ol­du ve Yu­ri ken­di­si­ni gran­dük ilan edip Va­si­li’­ye ar­pa­lık ola­rak Ko­lom­na ka­sa­ba­sı­nı ba­ğış­la­dı. Bu, Yu­ri ba­kı­mın­dan bir ha­tay­dı. Mos­kof­lar Va­si­li’­yi bil­fi­il sa­vun­ma­mış ol­sa­lar da hâ­lâ ona sem­pa­ti bes­li­yor­lar­dı ve çok geç­me­den Mos­ko­va eş­ra­fı­nın bü­yük kıs­mı Ko­lom­na’­ya git­ti­. Bu pa­sif di­re­ni­şin ­psi­ko­lo­jik bas­kı­sı­na kar­şı ko­ya­ma­yan Yu­ri, Galiç’e ge­ri dön­dü.

Kriz geç­miş gö­zü­kü­yor­du, ama Va­si­li şim­di Yu­ri’­yi Galiç’­den ko­va­rak za­fe­ri­ni it­mam et­me­ye ka­rar ver­di. Fa­kat Yu­ri ser­best şe­hir Khly­nov’un (Vi­at­ka) gön­der­di­ği yar­dım­cı bir­lik­le­rin yar­dı­mıy­la Mos­kof­la­rı mağ­lup ve Mos­ko­va’­yı bir ke­re da­ha iş­gal et­ti (1434). Va­si­li Nijni Nov­go­rod’a kaç­tı ve ora­da Or­da’­ya gi­dip ha­nın hi­ma­yesini is­te­me­yi plan­la­dı. Yu­ri şim­di ken­di­si­ni Mos­ko­va’­yı ilk de­fa iş­gal et­ti­ği za­man­dan da­ha gü­ven­de his­se­di­yor­du. Mojaisk prens­le­ri­nin ya­nı sı­ra Ri­azan gran­dü­kü İvan ile it­ti­fak and­laş­ma­la­rı yap­mak­ta ace­le et­ti. Yu­ri’­nin Tver prens­le­ri ile olan mü­na­se­bet­le­ri dos­tâ­ney­di ve Vi­at­ka’­nın yar­dı­mı­na ve Svid­ri­ga­ilo’­nun en azın­dan dip­lo­ma­tik des­te­ği­ne gü­ve­ne­bi­lir­di. Fa­kat du­ru­mu­nun avan­taj­la­rın­dan ya­rar­lan­mak Yu­ri’­nin ka­de­rin­de ya­zı­lı de­ğil­di; 6 Ha­zi­ran 1434’te alt­mış ya­şın­da öl­dü.

La­ka­bı Ko­soy (Şa­şı) olan en bü­yük oğ­lu Va­si­li ken­di­si­ni gran­dük ilan et­ti. Görünüşe göre tah­tı elin­de tut­ma şan­sı yok­tu, hat­ta ken­di öz kar­deş­le­ri Dmit­ri She­mi­aka ve Dmit­ri Krasny (Ya­kı­şık­lı) dahi onu ta­nı­ma­dı­lar ve II. Va­si­li’­yi ge­ri ça­ğır­dı­lar. Ba­rış ye­ni­den te­sis olun­du, ama bu uzun sür­me­di. Va­si­li Ko­soy, hak ta­lep­le­rin­den vaz­geç­me­di. Çı­kan sa­vaş­ta mağ­lup edil­di, esir alın­dı ve II. Va­si­li’­nin em­riy­le göz­le­ri kör edil­di. Gran­dü­kün bil­va­sı­ta mu­ha­le­fe­ti kök­ten or­ta­dan kal­dır­ma­ya ça­lış­tı­ğı bu za­lim­ce ha­re­ket Rus­ya’­yı çok sars­tı. Ra­kip taht müd­de­ile­rin göz­le­ri­ni kör et­mek Bi­zans’­ta yay­gın bir uy­gu­la­may­dı. Rus­ya’­da sa­de­ce bir de­fa, o da XII. Yüz­yıl­da ol­muş­tu.930 Çok uzak ol­ma­yan bir ge­le­cek­te II. Va­si­li bu za­lim­li­ği­nin be­de­li­ni çok ağır öde­ye­cek­ti, ama şim­di­lik mu­ha­lif­le­ri­ne kar­şı mu­zaf­fer ol­muş­tu. Mos­kof­la­rın iç har­bi­nin ilk per­de­si son bul­muş­tu.

930Bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 90-91.

Lit­van­ya ve Mos­ko­va’­da du­rum bir öl­çü­de nor­ma­le dö­ner­ken Al­tın Or­du’­da kar­ga­şa sü­rü­yor­du. Ba­tı kıs­mın­da Sey­dah­med ile Uluğ Meh­med ara­sın­da­ki mü­ca­de­le de­vam edi­yor­du. Lit­van­ya gran­dü­kü­nün met­bu­lu­ğu­nu ta­nı­ma­yı ra­kip han­la­rın­ki­ne ter­cih eden da­ha kü­çük Ta­tar ­grup­la­rı da var­dı. Böy­le bir ­gru­bun ba­şın­da­ki Egol­day (Leh kay­nak­la­rın­da Ce­hol­day den­mek­te­dir) 1438 yı­lı ci­va­rın­da Kursk böl­ge­si­nin gü­ne­yin­de ken­di adı­nı ta­şı­yan bir tâ­bi prens­lik kur­du.931 Aşa­ğı Vol­ga yö­re­si Kü­çük Meh­med Han ta­ra­fın­dan kont­rol edi­li­yor­du. Onun ve Sey­dah­med’in bas­kısıy­la Uluğ Meh­med or­da­sı­nın ba­ki­ye­si ile bir­lik­te ku­ze­ye çe­kil­mek zo­run­da kal­dı. 1437 yı­lın­da Yu­ka­rı Oka neh­ri kı­yı­sın­da Be­lev ka­sa­ba­sı­nı iş­gal et­ti. Es­ki Se­ve­ria ül­ke­si­nin ku­zey kıs­mı olan bu yö­re o ta­rih­te Lit­van­ya’­ya tâ­bi idi. Her ney­se, Ta­tar­la­rın Mos­kof­ya’­ya bu ka­dar ya­kın ol­ma­la­rın­dan ra­hat­sız olan gran­dük II. Va­si­li, on­la­rı bu­ra­dan at­ma­ya ka­rar ver­di ve mü­te­vef­fa Yu­ri’­nin oğul­la­rı olan iki Dmit­ri’­nin ku­man­da­sın­da bir bir­lik gön­der­di. İlk kar­şı­laş­ma Rus­la­rın ga­le­be­si ile son bul­du ve Uluğ Meh­med ba­rış is­te­di. Mos­ko­va’­nın müt­te­fi­ki ol­ma­ya ve Rus­ya’­nın hu­dut­la­rı­nı müş­te­rek düş­man­la­ra kar­şı ko­ru­ma­ya ha­zır ol­du­ğu­nu bil­dir­di. Rus­lar tek­li­fi­ni ge­ri çe­vir­di­ler ve Be­lev’­den çe­kil­me­sin­de ıs­rar et­ti­ler. Sa­vaş ye­ni­den baş­la­dı ve bu se­fer Rus­lar mağ­lup ol­du­lar.932

931Kuczyński, s. 184; Spu­ler, s. 160 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

932Ni­kon, 12, 24-25.

Uluğ Meh­med, Be­lev’in efen­di­si ola­rak kal­dı. Bir son­ra­ki ha­re­ket­le­ri hak­kın­da bilimsel li­te­ra­tür­de çok be­lir­siz­lik var­dır. Ek­se­ri ta­rih­çi­ler Be­lev’­de­ki za­fe­rin­den son­ra Uluğ Meh­med’in or­da­sı­nı Or­ta Vol­ga’­nın öte­sin­de­ki Bul­gar böl­ge­si­ne gö­tü­rüp Ka­zan’a yer­leş­miş ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni var­sa­yı­yor­lar. Ben bu gö­rü­şü pay­laş­mı­yo­rum. Be­nim fik­rim­ce Velyaminov-Zer­nov, Ka­zan Han­lı­ğı’­nın 1438’de de­ğil de Uluğ Meh­med’in oğ­lu Mah­mu­dek ta­ra­fın­dan 1445’te ku­rul­du­ğu­nu ik­na edi­ci bir şe­kil­de gös­ter­miş­tir.933 Ke­sin olan hu­sus, Uluğ Meh­med’in 1439 yı­lın­da Mos­ko­va ön­le­rin­de gö­rün­dü­ğü­dür.934 Fa­kat ora­ya Ka­zan’­dan de­ğil, Be­lev’­den gel­miş ol­ma­lı­dır. Ta­lih­siz Be­lev se­fe­rin­den son­ra Mos­kof or­du­su ter­his edil­miş­ti ve II. Va­si­li ba­ba­sı­nın ve bü­yük­ba­ba­sı­nın koy­du­ğu ör­ne­ği ta­kip ede­rek Ta­tar­la­rın yak­laş­tı­ğı­nı du­yar duy­maz or­du top­la­mak için Vol­ga’­nın öte­si­ne, Kost­ro­ma yö­re­si­ne git­ti. Mos­ko­va gar­ni­zo­nu­nun ba­şın­da Gedimin’in so­yun­dan ge­len ka­yın­bi­ra­de­ri prens Yu­ri Pat­rik­ce­vich’i bı­rak­tı. Uluğ Meh­med’in or­du­su şeh­ri hü­cum­la ala­ma­dan on gün Mos­ko­va ön­le­rin­de kal­dı. Son­ra Ko­lom­na’­ya çe­ki­lip ora­sı­nı yak­tı ve muh­te­me­len Be­lev’e ge­ri git­ti. Ta­tar­lar dö­ner­ken et­ra­fı yağ­ma­la­dı­lar ve Rus­la­ra çok bü­yük za­rar ver­di­ler, ama Uluğ Meh­med’in akı­nı yi­ne de Ta­tar­la­rın gü­cü­nün azal­mak­ta ol­du­ğu­nu gös­ter­di.

933Velyaminov-Zer­nov, 1, 11-13. A. N. Ku­rat 1438 ta­ri­hin­den ya­na­dır ve Uluğ Meh­med’i ilk Ka­zan ha­nı ola­rak telakki eder, Ku­rat, s. 28.

934Voskr., 8, 7; Tver Va­ka­yi­nâ­me­si, PSRL, 15, 491.

Artık bir­çok Ta­tar pren­si ya Mos­kof­la­rın ya da Lit­van­la­rın hiz­me­ti­ne gir­me­ye ha­zır­dı­lar. Gör­dü­ğü­müz üze­re Be­lev’­de­ki za­fe­rin­den ön­ce bü­tün or­da­sı­nı Rus hu­dut­la­rı­nı ko­ru­mak için kul­lan­ma­yı tek­lif eden Uluğ Meh­med’in ken­di­siy­di. Onun Mos­ko­va se­fe­ri es­na­sın­da ve­ya he­men son­ra or­da­sın­da­ki Cu­çi prens­le­rin­den bi­ri olan Ber­di­dad adam­la­rıy­la bir­lik­te II. Va­si­li’­nin ta­ra­fı­na geç­ti. Kı­sa bir müd­det son­ra baş­ka Ta­tar re­is­le­ri de onun gi­bi ha­re­ket ede­cek­ler­di.

6. OSMANLI TÜRKLERİ, BİZANS VE MOSKOVA

I

XV. Yüz­yı­lın or­ta­sın­da Al­tın Or­du da­ğı­lır­ken, baş­ka bir Müslüman dev­let olan Os­man­lı­lar (Os­man­lı Türk­le­ri) sü­rat­le yük­se­li­yor­lardı. Os­man­lı­lar, XIV. Yüz­yı­lın ikin­ci ya­rı­sın­da Bal­kan ya­rı­ma­da­sı­na sağ­lam bir şe­kil­de ayak bas­mış­lar­dı. On­la­rın ba­şa­rı­la­rı, Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun baş­lan­gıç dö­ne­min­de Mo­ğol­la­rın­ki gi­bi güç­lü as­ke­rî teşkilat­la­rı ve teh­dit et­tik­le­ri ka­vim­le­rin da­hi­li za­yıf­lık­la­rı ve ara­la­rın­da bir­lik ol­ma­yı­şı ile izah edi­le­bi­lir.935

935Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun ar­kaplanı ve ku­rul­ma­sı hak­kın­da Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu için J. Ham­mer-Purgs­tall ve J. W. Zin­ke­isen’in yaz­dık­la­rı çok iyi bi­li­nen ta­rih­le­rin ve N. Ior­gai ile H. A. Gib­bons’un da­ha ye­ni eser­le­ri­nin ya­nı sı­ra Bkz. Krymsky, Tur­key, s. 10-21; R. P. Bla­ke ve W. L. Lan­ger, “The Ri­se of the Ot­to­man Turks and Its His­to­ri­cal Backg­ro­und,” AHR, 37 (1932), 468-505; M. F. Köp­rü­lü, Les Ori­gi­nes de l’Empire Ot­to­man (Pa­ris, 1935); P. Wittek, The Ri­se of the Ot­to­man Em­pi­re (Lond­ra, The Ro­yal Asi­atic So­ci­ety, 1938); R. L. Wolff ta­ra­fın­dan Spe­cu­lum, 26 (1951), 483-488’de­ki ye­ni­den in­ce­len­me­si; Stadt­mül­ler, bö­lüm 18. Os­man­lı ta­ri­hi­ne da­ir Do­ğu kay­nak­la­rı­nın in­ce­len­me­si için bkz. To­gan, s. 223-228.

Os­man­lı­lar geç­miş­te, Kü­çük As­ya’­ya peş­le­rin­den gel­dik­le­ri Sel­çuk­lu­lar gi­bi at­lıy­dı­lar. XIV. Yüz­yı­lın or­ta­sın­da önem­li bir as­ke­rî re­form ya­pıl­dı: “ye­ni or­du” (ye­ni­çe­ri) di­ye bi­li­nen bir pi­ya­de bir­li­ği teş­kil edil­di – bun­lar ken­di­le­rin­den çok kor­ku­lan ye­ni­çe­ri­ler­di.936 He­men he­men ay­nı za­man­da Or­ta As­ya­lı im­pa­ra­tor Ti­mur’un bü­yük se­fer­le­rin­de hem de boz­kır sa­va­şı şart­la­rın­da pi­ya­de­le­ri kul­lan­dı­ğı­nı gör­müş­tük. Os­man­lı Türk­le­ri­nin 1360’lar­da gir­dik­le­ri Bal­kan ya­rı­ma­da­sı­nın dağ­lık yö­re­le­rin­de pi­ya­de­nin da­ha da mü­es­sir ol­du­ğu gö­rül­dü. Ken­di­ne say­gı­sı olan hiç­bir Türk ya­ya ola­rak dö­vüş­me­ye te­nez­zül et­me­di­ği için ye­ni­çe­ri­ler Türk­le­rin fet­het­ti­ği Hristiyan ka­vim­ler­den dev­şi­ril­di­ler. On ila yir­mi yaş ara­sın­da­ki Hristiyan ço­cuk­lar­dan bel­li bir mik­tar mun­ta­zam ara­lık­lar­la ve­ya ge­rek­li ol­du­ğu za­man top­la­nıp Müslüman edi­li­yor ve mü­kem­mel bir as­ke­rî eği­tim ve­ri­li­yor­du. Ev­len­me­le­ri ya­sak­tı ve böy­le­ce bir­lik­le­ri (ocak) yu­va­la­rı ol­du. Türk ta­rih ge­le­ne­ği­ne gö­re Ye­ni­çe­ri oca­ğı Or­han (1326-59) ta­ra­fın­dan ku­rul­muş­tu. Çağdaş kay­nak­lar­da ilk de­fa XIV. Yüz­yı­lın ikin­ci ya­rı­sın­dan bah­se­di­lir. Bu, ev­vel­ce kü­çük bir bir­lik­ti, 1000 ki­şi­den pek bü­yük de­ğil­di. 1450 yı­lın­da 5.000 ve 1550 yı­lın­da 10.000 ki­şiy­di­ler. “Dev­şi­ri­len ço­cuk­la­rın” çoğu Ye­ni­çe­ri oca­ğı­na alı­nır­ken, bir kıs­mı sul­ta­nın as­ke­rî ve si­vil ida­re­sin­de is­tih­dam edil­di­ler ve bu­ra­lar­da en yük­sek mev­ki­le­ri iş­gal et­ti­ler. Ye­ni­çe­ri­le­rin ak­si­ne Os­man­lı sü­va­ri­si (si­pa­hi­ler) as­len ek­se­ri­yet­le Türk, her hâ­lü­kâr­da hür Müslüman­lar idi­ler. 3.000 ki­şi civarında bir si­pa­hi mu­ha­fız ala­yı sü­rek­li ola­rak sul­ta­nın ma­iye­tin­de bu­lu­nu­yor­du. Di­ğer si­pa­hi­le­re fet­he­di­len mem­le­ket­ler­de tı­mar tah­sis edil­miş­ti ve ge­rek­ti­ği za­man se­fer­ber edi­li­yor­lar­dı. İlâ­ve­ten hem at­lı (akın­cı) hem ya­ya (azab) ba­şı­bo­zuk­lar da top­la­nı­yor­lar­dı, ama on­lar sa­vaş­tan zi­ya­de ta­lan­da us­tay­dı­lar.

936Ye­ni­çe­ri­ler hakkında bkz. Zin­ke­isen, 1, 118, 124, 127, 132; C. Hu­art, “Ja­nis­sa­ri­es,” EI, 2, 572-574; Oman, 2, 342-343, 357; J. K. Bir­ge, The Bek­tas­hi Or­der of Der­vis­hes (Lond­ra, Lu­zacd Co., 1937), s. 46-48, 66, 67, 69, 74-75; N. Weissmann, Les Ja­nis­sa­ri­es (Pa­ris, 1938). Dev­şir­me ço­cuk­lar hakkında bkz. Zin­ke­isen, 3, 215-231 ve 4, 166; J. H. Mordt­mann, “Dewshirme,” EI, 1, 952-953.

Os­man­lı atı­lı­mı­nın özün­de­ki kuv­vet sa­de­ce mad­dî âmil­le­re is­ti­nat et­mi­yor­du. Ma­ne­vî âmi­lin öne­mi bü­yük­tü. Os­man­lı dev­le­ti­nin XIII. Yüz­yı­lın son­la­rın­da ve XIV. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da Kü­çük As­ya’­da­ki do­ğuş dö­ne­min­de Os­man­lı­lar za­na­at­kâr lon­ca­la­rı­na is­ti­nat eden Ahi teşkilatı­nın te­si­ri al­tın­da çok kal­mış­lar­dı. Bu teşkilatın Kü­çük As­ya’­da­ki şe­hir­li züm­re­le­rin ma­ne­vî ba­kım­dan ye­ni­den can­lan­ma­sı­na ve ora­da­ki Hristiyan­lar ara­sın­da İs­lâ­mi­ye­tin ya­yıl­ma­sı­na kat­kı­la­rı çok ol­muş­tu.937 Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun er­ken dö­ne­min­de sul­tan­la­rın din si­ya­se­ti ge­nel­de mü­sa­ma­ha­kâr­dı. Dev­şi­ri­len ço­cuk­la­rın ha­ri­cin­de fet­he­di­len halk­lar zor­la Müslüman edil­mi­yor­lar­dı. Sul­ta­nın gay­r-ı ­müs­lim te­ba­sı­na men­sup her di­nî –grup, ken­di di­nî li­de­ri­nin ne­zâ­re­ti al­tın­da bı­ra­kıl­mış­tı. Yi­ne de gay­r-ı ­müs­lim te­ba­nın (re­aya) du­ru­mu sal­lan­tı­lıy­dı ve gö­nül­lü ola­rak İs­la­mi­ye­te ge­çiş çok olu­yor­du. Din de­ğiş­tir­dik­ten son­ra sa­bık Hristiyan­lar Os­man­lı top­lu­mu­nun tam bir üye­si olu­yor­lar­dı. Ahi teşkilatı Kü­çük As­ya’­da di­ni yay­mak­ta fa­al­di. 1350 yı­lı­na ge­lin­di­ğin­de İz­nik, Bur­sa ve Kü­çük As­ya’­nın di­ğer şe­hir­le­rin­de bir­çok Rum din de­ğiş­tir­miş­ti. Son­ra­dan Bal­kan­lar­da Sır­bis­tan’ın gü­ney kıs­mın­da ve Bos­na’­da bir­çok Sır­bın Müslüman ol­ma­sı­nın ya­nı sı­ra ba­zı Bul­gar­lar da din de­ğiş­tir­di­ler (on­la­ra Po­mak de­ni­yor­du).

937Ahi kar­deş­li­ği hakkında bkz. Gord­levsky, bö­lüm 9; G. G. Ar­na­kis, “Cap­ti­vity of Gre­gory Pa­la­mes,” Spe­cu­lum, 26 (1951), 113-114, 117-118.

Bal­kan Ya­rı­ma­da­sı’n­da­ki Os­man­lı fe­tih­le­ri­nin ari­fe­sin­de ora­da­ki Hristiyan dev­let­ler za­yıf­tı­lar. Bi­zans İm­pa­ra­tor­lu­ğu’n­dan ge­ri­ye ne kal­dıy­sa iç anlaşmaz­lık­la­rın pen­çe­sin­dey­di. Ay­rı­ca eko­no­mik ba­kım­dan Ve­ne­dik­li­le­rin eli­ne düş­müş­tü ve si­ya­sî açı­dan Slav­la­rın bas­kı­sı al­tın­day­dı. Bü­yük Sırp hü­küm­da­rı Step­han Duşan bir Slav-Rum im­pa­ra­tor­lu­ğu kur­ma­ya, çü­rü­mek­te olan Bi­zans’ın da­mar­la­rı­na ta­ze kan zer­ket­me­ye te­şeb­büs ve hat­ta ken­di­si­ni Sırp­la­rın ve Rum­la­rın ça­rı ilan et­miş­ti. Bul­ga­ris­tan’ın kay­da de­ğer bir kıs­mı Step­han’ın im­pa­ra­tor­lu­ğu­na da­hil edil­miş­ti. Fa­kat bu im­pa­ra­tor­luk kı­sa ömür­lü ol­du ve Step­han’ın ölü­mün­den (1355) son­ra sü­rat­le da­ğıl­dı. Rum­lar Slav hâ­ki­mi­ye­tin­den kur­tul­muş gö­zü­kü­yor­lar­dı; Bul­gar­lar ba­ğım­sız­lık­la­rı­nı tek­rar el­de et­miş­ler­di; Ma­ke­don­ya ay­rı bir kral­lık ol­muş­tu ve asıl Sır­bis­tan iki­ye bölün­müş­tü: Bos­na kral­lı­ğı ve Ku­zey Sır­bis­tan prens­li­ği. Belg­rat (Be­og­rad) şeh­ri Ma­car­la­rın eli­ne geç­miş­ti.

Ken­di­le­ri­ni Cons­tan­ti­no­po­lis’i hü­cum­la al­mak için he­nüz ye­te­rin­ce kuv­vet­li his­set­me­yen Os­man­lı­lar onun ya­nın­dan do­la­nıp Ad­ri­ana­po­lis’i al­dı­lar, pa­yi­taht­la­rı yap­tı­lar ve adı­nı Edir­ne di­ye kı­salt­tı­lar (1361). Türk­ler iki yıl son­ra Gü­ney­do­ğu Bul­ga­ris­tan’­da­ki Fi­li­be’­yi (Phi­lip­po­po­lis, Plov­div) iş­gal et­ti­ler. 1360’la­rın so­nun­da Ma­ke­don­ya kra­lı Vu­ka­sin sul­ta­nın oto­ri­te­si­ne ön­ce ba­şa­rıy­la mey­dan oku­du, ama son­ra mağ­lup ve 1371 yı­lın­da mu­ha­re­be­de te­lef ol­du. Sırp des­tan­la­rı­nın kah­ra­ma­nı olan oğ­lu Mar­ko Kral­je­viç (Kral oğ­lu) Ma­ke­don­ya’­yı an­cak sul­ta­nın tâ­bi­si ola­rak elin­de tu­ta­bil­di. Trak­ya’­nın, Gü­ney­do­ğu Bul­ga­ris­tan’ın ve Ma­ke­don­ya’­nın kont­ro­lü­nü ele ge­çir­dik­ten son­ra Os­man­lı­lar iti­na­lı bir ha­zır­lık­tan son­ra Ku­zey­ba­tı Bul­ga­ris­tan’­da Sre­dets (Sof­ya) yö­re­si­ni is­ti­la et­ti­ler (1385).938 Sul­tan I. Mu­rad’ın yap­tı­ğı bir son­ra­ki hamle, Prens La­zar’ın Ku­zey Sır­bis­tan mül­kü­ne sal­dır­mak ol­du. Sırp or­du­su 1389 yı­lın­da Ko­so­va Po­le’­de­ki (Ka­ra­ta­vuk Sah­ra­sı) ka­de­re dam­ga­sı­nı vu­ran mu­ha­re­be­de mağ­lup ol­du. Dört yıl son­ra Mu­rad’ın oğ­lu ve ha­le­fi olan I. Ba­ya­zıt es­ki Bul­gar pa­yi­tah­tı Tır­no­va’­yı (Tr­no­vo) hü­cum­la ala­rak Bul­ga­ris­tan’ın fet­hi­ni ta­mam­la­dı.

938Ta­rih F. Ba­bin­ger, Be­it­ra­ege zur Früh­gesc­hich­te der Tür­ken­herrsc­haft in Ru­me­li­en (14-15 Jahr­hun­dert), (Mü­nih ve Vi­ya­na, 1943), s. 78.

Bul­ga­ris­tan Os­man­lı im­pa­ra­tor­lu­ğu­na il­hak edil­di ve ora­ya as­ke­rî tı­mar­lar ve­ri­le­rek bir­çok si­pa­hi yer­leş­ti­ril­di. Ma­ke­don­ya Mar­ko Kral­je­viç’in ölü­mü­ne ka­dar mah­dut muh­ta­ri­ye­ti­ni mu­ha­fa­za et­ti ve son­ra Bul­ga­ris­tan ile ay­nı akı­be­ti pay­laş­tı. 1459 yı­lı­na ka­dar sü­ren ve da­ha ser­best bir muh­ta­ri­yet ta­nı­nan Sır­bis­tan’ın du­ru­mu biraz iyiy­di.

Türk­le­rin fet­hin­den ön­ce hem Bul­ga­ris­tan’­da hem Sır­bis­tan’­da sa­nat ve ede­bi­yat­ta ifa­de­si­ni bu­lan ol­duk­ça bü­yük bir kül­tü­rel ge­liş­me ya­şan­mış­tı. Step­hen Duşan’ın 1349 yı­lın­da­ki meş­hur Ka­nun­nâ­me­si (Zal­kon­nik) bu dö­nem­de Bal­kan Slav­la­rı­nın en­te­lek­tü­el ba­şa­rı­la­rı­nın bir baş­ka vec­he­si­ni teş­kil eder. Bul­ga­ris­tan’­da­ki di­nî ve ede­bî ye­ni­den can­la­nış 1375 yı­lın­dan Türk­le­rin Tır­no­va’­yı fet­hi­ne ka­dar gö­rev ya­pan pat­rik Euthy­mi­us ta­ra­fın­dan teş­vik edi­li­yor­du.939 Bu ma­ne­vî ma­ya Bul­ga­ris­tan’­dan Rus­ya’­ya ya­yıl­dı. Hem met­ro­po­lit Cyp­ri­an, hem de met­ro­po­lit Gre­gory Tsamb­lak, Tır­no­va’­nın yer­li­siy­di­ler. XV. Yüz­yıl­da da­ha baş­ka Bul­gar­lar ve Sırp­lar da Rus­ya’­ya geç­ti­ler.

939XIV. Yüz­yıl­da Bul­ga­ris­tan’­da­ki di­nî ve ede­bî ha­re­ket­ler için bkz. N. S. Derz­ha­vin, Is­to­ri­ia Bol­ga­rii (1946), 2, 133-153; E. Tur­de­anu, La Littérature bul­ga­ire de XIV-me siècle et sa dif­fu­si­on dans les pays ro­ma­ins (Pa­ris, 1947); Mu­tafc­hi­ev, 2, 242-253.

Türk­le­rin fet­hi ge­liş­mek­te olan Bul­gar fi­kir ha­ya­tı­na ani bir son ver­di. Pat­rik­lik lağ­ve­dil­di ve Bul­gar ki­li­se­si Rum­la­rın kont­ro­lü­ne ve reh­ber­li­ği­ne tâ­bi kı­lın­dı. Bu ba­kım­dan ol­du­ğu gi­bi ida­re­si ba­kı­mın­dan da Sır­bis­tan’ın du­ru­mu Bul­ga­ris­tan’­dan da­ha iyiy­di. As­lın­da Os­man­lı­lar bel­li bir de­re­ce­ye ka­dar Sırp kül­tü­rü­nün te­si­ri al­tın­da kal­mış­lar­dı. Sırp­ça Rum­ca­nın ya­nı sı­ra sul­ta­nın sa­ra­yın­da ka­bul gö­ren bir dil ol­du ve XIV. Yüz­yı­lın so­nun­dan XVI. Yüz­yı­la ka­dar Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nun bir­çok res­mî dö­kü­ma­nı Sırp­ça ya­zıl­dı. Sırp­la­rın sul­ta­nın sa­ra­yın­da­ki po­pü­ler­li­ği kıs­men Sırp pren­ses­le­ri­nin sul­ta­nın ha­re­min­de­ki yük­sek ko­num­la­rın­dan do­la­yıy­dı. Prens La­zar’ın kı­zı Oli­ve­ra (Sırp halk tür­kü­le­rin­de Mi­le­va den­mek­te­dir) I. Ba­ya­zıt’ın göz­de ka­rı­sıy­dı ve Ba­ya­zıt’ın ha­lef­le­rin­den ba­zı­la­rı da Sırp kız­la­rı­nı ha­rem­le­ri­ne al­mış­lar­dır.940

940Bkz. Krymsky, Tur­key, s. 15-18.

II

Os­man­lı­la­rın Bal­kan­lar­da iler­le­me­si Or­ta ve Ba­tı Av­ru­pa mil­let­le­ri­ni, özel­lik­le de ken­di­le­ri­ni Türk­le­rin doğ­ru­dan teh­di­di al­tın­da gö­ren Ma­car­la­rı çok en­di­şe­len­dir­di. Ma­ca­ris­tan kra­lı Si­gis­mund (ge­le­ce­ğin Kut­sal Ro­ma im­pa­ra­to­ru) Luk­sem­burg ha­ne­da­nı­na men­sup­tu ve dolaylı olarak Av­ru­pa kra­li­yet ai­le­le­ri­nin çoğuyla ya­kın mü­na­se­bet için­dey­di. Di­ğer Ro­ma Ka­to­li­ği hü­küm­dar­la­rı üzerinde etkisi Türk­le­re kar­şı Ma­car­la­rın ya­nı sı­ra İn­gi­liz, Fran­sız, Leh, Çek, İtal­yan ve Al­man şö­val­ye­le­ri­nin ka­tıl­dı­ğı bir bir­le­şik Av­ru­pa Haç­lı se­fe­nin düzenlenmesine yol açtı. Bir gör­gü şa­hi­di­ne, Al­man as­ke­ri Sc­hilt­ber­ger’e gö­re, Haç­lı or­du­su­nun mev­cu­du 16.000 idi. Ya­kın za­man­da Fer­di­nand Lot 9.000 gi­bi başka bir ra­ka­ma ulaş­mış­tır.941 Türk or­du­su da ondan daha bü­yük de­ğil­di, ama da­ha iyi sevk edi­li­yor­du. Des­pot942 Step­han’ın (prens La­zar’ın oğ­lu) ku­man­da­sın­da­ki Sırp­lar bu sa­vaş­ta met­bu­la­rı Ba­ya­zıt’ı sa­dı­kâ­ne des­tek­le­di­ler. Niğ­bo­lu’­da­ki ke­sin ne­ti­ce­li mu­ha­re­be haç­lı­la­rın tam bir mağ­lu­bi­ye­ti ile son bul­du (1396). Mu­ha­re­be hak­kın­da ha­ber­ler ulaş­tı­ğı za­man Av­ru­pa sa­ray­la­rı­nı ke­der ve pa­nik sar­dı. Ar­tık Cons­tan­ti­no­po­lis kay­be­dil­miş telakki edi­li­yor­du ve Ro­ma bi­le teh­li­ke­de gö­zü­kü­yor­du. Fa­kat bir­kaç yıl için­de Ba­ya­zıt’ın dik­ka­ti Ba­tı’­dan Do­ğu’­ya dön­dü. Onun­la Ti­mur ara­sın­da ça­tış­ma çık­tı. Kü­çük As­ya’­da­ki An­ka­ra’­da Os­man­lı­lar ve Sırp müt­te­fik­le­ri Ti­mur’un tec­rü­be­li as­ker­le­ri ta­ra­fın­dan mağ­lup edil­di­ler ve Ba­ya­zıt esir düş­tü (1402).

941Lot, 2, 222, 460.

942Des­pot (des­po­tes), “hü­küm­dar,” “efen­di,” ba­zı Bal­kan­lı hü­küm­dar­la­rın kul­lan­dı­ğı bir geç dö­nem Bi­zans un­va­nı­dır.

Bu fe­lâ­ket genç Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nu ne­re­dey­se pa­ram­par­ça et­ti. Ba­ya­zıt’ın oğul­la­rın­dan bi­ri­nin, I. Meh­med’in (1402-21) dü­ze­ni ve di­sip­li­ni ye­ni­den te­si­si ba­şar­ma­sı­na ka­dar bir­çok yıl geç­ti. Oğ­lu ve ha­le­fi II. Mu­rad (1421-51) za­ma­nın­da im­pa­ra­tor­luk bir ke­re da­ha güç­lü bir dev­let ol­du. Cons­tan­ti­no­po­lis’in gün­le­ri sa­yı­lı gö­zü­kü­yor­du. Bi­zans hü­kü­me­ti­nin ye­gâ­ne ümi­di Ba­tı’­dan yar­dım al­mak­tı. Böy­le bir yar­dı­mın el­de edil­me­si­nin an­cak Pa­pa’­nın üs­tün oto­ri­te­si al­tın­da Bi­zans ki­li­se­si­nin Ro­ma Ki­li­se­si ile bir­leş­me­si be­de­liy­le müm­kün ol­du­ğu kı­sa za­man­da anlaşıldı. Hristiyan­la­rın teslis dog­ma­la­rı­nın kar­ma­şık ya­pı­sı için­de Rumlar açısından bir­leş­me­ye en büyük engel Ro­ma inancındaki “İsa’nın tanrının oğlu oluşu” mad­de­si idi. İkin­ci Ekü­me­nik Kon­sil’­de (M.S. 381) onay­la­nan es­ki Ni­cea-Cons­tan­ti­no­po­lis iti­ka­dın­da Kut­sal Ruh’un Ba­ba’­dan geç­ti­ği dog­ma­sı for­mü­le edil­miş­ti.943 Ba­tı’­da so­nun­da teslisin ken­di iç ilişkisinin fark­lı bir yo­ru­mu hâ­kim ol­du. Bu­na gö­re Kut­sal Ruh hem Ba­ba’­dan hem Oğul’­dan ge­çi­yor­du. VIII. Yüz­yı­lın so­nun­da ve IX. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da İs­pan­ya, Fran­sa ve Al­man­ya’­da­ki bir­çok ki­li­se kon­si­lin­de “ve Oğul” (Filioque) te­ri­mi­nin ilave edil­me­si onay­lan­dı.944 Bir­çok Rum di­n a­da­mı Ba­tı­lı­la­rın görüşünü fel­se­fî ar­gü­man te­me­lin­de telakki et­me­ye ha­zır gö­rü­nü­yor­lar­dı. Bun­la­rın başında Rö­ne­sans ru­hu ile do­lu çok bil­miş bir âlim olan İz­nik pis­ko­po­su Bes­sa­ri­on ge­li­yor­du. Fa­kat Rum din adam­la­rı­nın çoğu Do­ğu­lu ge­le­nek­le­re bağ­lıy­dı­lar. O gün­le­rin acı­ma­sız şart­la­rı al­tın­da me­se­le­nin ser­best­çe ve his­si­ya­ta ka­pıl­mak­sı­zın di­nî bir mü­za­ke­re­si­ni yap­ma­ya pek imkan yok­tu. Ken­di­si­ni De­mok­les’in kı­lı­cı al­tın­da his­se­den Bi­zans im­pa­ra­to­ru, din adam­la­rı­nı Ro­ma ki­li­se­si­ne müm­kün ol­du­ğun­ca çok ta­viz ver­me hu­su­sun­da sı­kış­tı­rı­yor­du. Si­ya­set, di­nî duygulardan ön­ce ge­li­yor­du.

943Den­zin­ger, Enc­hi­ri­di­on, s. 38. Ay­rı­ca bkz. A. E. Burn, “Cre­eds (Ecu­me­ni­cal),” Has­tings’ Encyc­lo­pe­dia of Re­li­gi­on and Et­hics, 4, 239-240. Dokt­ri­nin te­olo­jik ar­kaplanı için bkz. G. Flo­rovsky, Vos­tochn­ye otsy IV ve­ka (Pa­ris, 1931); Age., Vi­zan­ti­is­kie otsy V-VIII ve­kov (Pa­ris, 1933).

944 Den­zin­ger, Enc­hi­ri­di­on, s. 38; A. Pal­mi­eri, Dic­ti­on­na­ire de théologie cat­ho­li­que, 5, 2309-2343.

Cons­tan­ti­no­po­lis’e yar­dım me­se­le­si­nin 1429 yı­lın­da Volinya’­da Lutsk’­da­ki bey­nel­mi­lel kon­fe­rans­da gö­rü­şül­dü­ğü ha­tır­la­na­cak­tır. Hiç­bir ka­ra­ra va­rı­la­ma­mış­tı. 1431 yı­lın­da Ba­sel’­de top­la­nan On­ye­din­ci Ekü­me­nik Kon­sil’­de ko­nu tek­rar ele alın­dı. Pa­pa IV. Eu­ge­ni­us ile kon­sil ara­sın­da çıkan sürtüşme du­ru­mu da­ha da ka­rış­tır­dı. Papa, 1437 yı­lın­da Ba­sel’­de­ki otu­rum­la­ra son ve­ril­me­si­ni ve kon­si­lin İtal­ya’­da­ki Fer­ra­ra’­ya gel­me­si­ni em­ret­ti. Ka­tı­lan­la­rın ek­se­ri­ye­ti ita­at et­me­yi red­det­ti­ler; Ba­sel’­de otu­rum­la­rı sür­dür­dü­ler ve bir kar­şı Pa­pa ola­rak V. Felix’i seç­ti­ler. Böy­le­ce her bi­ri On­ye­din­ci Ekü­me­nik Kon­sil ol­du­ğu­nu id­dia eden iki kon­sil or­ta­ya çık­tı. 1438 yı­lın­da Fer­ra­ra’­da baş­la­yan kon­sil son­ra Flo­ran­sa’­ya ta­şın­dı ve bu yüz­den umu­mi­yet­le Fer­ra­ra-Flo­ran­sa kon­si­li di­ye anıl­mak­ta­dır. Ni­ha­yet IV. Eu­ge­ni­us Or­ta Av­ru­pa’­da oto­ri­te­si­ni ye­ni­den te­si­se mu­vaf­fak ol­du ve ha­le­fi V. Nic­ho­las za­ma­nın­da Ba­sel kon­si­li­nin ba­ki­ye­si da­ğıl­ma ka­ra­rı al­dı (1449). Fer­ra­ra-Flo­ran­sa kon­si­li 1438 yı­lın­dan 1443 yı­lı­na ka­dar top­lan­dı ve son­ra Ro­ma’­ya ge­çip 1445 yı­lın­da işi­ni ta­mam­la­dı.945 Ka­rar­la­rı bü­tün Ro­ma Ka­to­lik Ki­li­se­si için ge­çer­li ol­du.

945Fer­ra­ra-Flo­ran­sa kon­si­li­nin me­sa­isi­nin taf­si­lât­lı bir hikaye­si için bkz. G. Hof­mann, “Die Kon­zil­sar­be­it in Fer­ra­ra” (Flo­ran­sa, Ro­ma, OCP, 3 (1937), 110, 140, 403-455; 4 (1938), 157-188, 372-422; 5 (1939), 151-185; 8 (1942), 5-39; 15 (1949), 71-84; 16 (1950), 358-376.

Pa­pa IV. Eu­ge­ni­us ile Ba­sel kon­si­li ara­sın­da­ki sür­tüş­me­nin baş­lan­gıç dö­ne­mi­ne ge­ri dö­ner­sek, iki ta­raf da Rum me­se­le­si­ni ele al­mak­ta tek yet­ki­li ol­du­ğu­nu id­dia edi­yor­du. So­nun­da Bi­zans im­pa­ra­to­ru VIII. John, Pa­pa’­nın da­ve­ti­ni ka­bul et­ti ve Rum din adam­la­rı­ he­ye­ti­ni şah­sen Fer­ra­ra’­ya gö­tür­dü. Bi­zans pat­rik­li­ği­nin bir par­ça­sı ol­du­ğu için Rus ki­li­se­si­nin Fer­ra­ra’­da tem­sil edil­me hak­kı var­dı. Fa­kat o sı­ra­da onun da başı yeterince dertteydi. Met­ro­po­lit Pho­ti­us 1431 yı­lın­da öl­müş­tü. Mos­ko­va hü­kü­me­ti ve din adam­la­rı onun ha­le­fi ola­rak bir Do­ğu Rus­ya­lı pis­ko­po­su, Ri­azan’­lı Yo­na’­yı ter­cih edi­yor­lar­dı. Lit­van­ya gran­dü­kü Svid­ri­ga­ilo, Cons­tan­ti­no­po­lis’e gi­den ve ora­da bü­tün Rus­ya’­nın met­ro­po­li­ti ola­rak tayin edi­len (1434) Ba­tı Rus­ya­lı pis­ko­pos, Smo­lensk’­li Ge­ra­sim’i des­tek­li­yor­du. Bi­zans­lı yet­ki­li­ler Ba­tı Rus­ya­lı bir pis­ko­po­sun bir Do­ğu Rus­ya­lı­dan da­ha zi­ya­de ki­li­se bir­li­ği fik­ri­ne yat­kın ol­du­ğu­nu dü­şün­müş ol­ma­lı­dır­lar. Bil­di­ği­miz gi­bi Ge­ra­sim er­te­si yıl ken­di­si­ne ön­ce ar­ka çık­mış olan ay­nı Svid­ri­ga­ilo’­nun em­riy­le Vi­tebsk’­de idam edil­di. Rus­ya met­ro­po­lit­li­ği ma­ka­mı yi­ne mün­hal­di. Şim­di Mos­ko­va hü­kü­me­ti pis­ko­pos Yo­na’­yı Cons­tan­ti­no­po­lis’e gön­de­re­rek im­pa­ra­to­run ve pat­ri­ğin onu ye­ni met­ro­po­lit ola­rak ka­bul et­me­le­ri­ni is­te­di. Bi­zans­lı yet­ki­li­ler bu­nu red­det­ti­ler, bu­nun ye­ri­ne Se­la­nik do­ğum­lu bir Rum (ve­ya He­len­leş­miş Slav) olan İsi­dor’u tayin et­ti­ler. İsi­dor, 1437 yı­lın­da Mos­ko­va’­ya gel­di ve bi­raz te­red­düt edil­dik­ten son­ra ora­da met­ro­po­lit ola­rak ka­bul edil­di. Çok geç­me­den Fer­ra­ra kon­si­li­ne git­me ni­ye­tin­de ol­du­ğu­nu iz­har et­ti. Hem gran­dük II. Va­si­li, hem Mos­ko­va­lı din adam­la­rı baş­lan­gıç­ta Ro­ma ki­li­se­siyle ya­pıl­ma­sı tek­lif olu­nan gö­rüş­me­le­re şüp­hey­le ba­kı­yor­lar­dı. Fa­kat ni­ha­yet İsi­dor Or­to­doks­lu­ğa iha­net et­me­me­ye ye­min et­tik­ten son­ra Mos­ko­va­lı yet­ki­li­ler onun İtal­ya’­ya git­me­si­ne mü­sa­ade et­ti­ler. Ona Suz­dal pis­ko­po­su Av­ra­ami ile yüz ka­dar din ada­mı ve din ada­mı ol­ma­yan ki­li­se il­gi­li­si re­fa­kat et­ti.

Es­ki eko­le men­sup Rum­la­rın inançta en ufak bir de­ği­şik­li­ğe mu­ha­le­fet et­me­le­ri­ne rağ­men, çoğu Rum ta­ra­fın­da hem İz­nik­li Bes­sa­ri­on hem Rus­ya­lı İsi­dor ta­ra­fın­dan des­tek­le­nen Ro­ma for­mü­lü­nü im­pa­ra­tor John’un bas­kı­sı ile is­ter is­te­mez ka­bul et­mek zo­run­da kal­dı­. Pa­pa’­nın üs­tün­lü­ğü de ka­bul edil­di.946 Efes pis­ko­po­su Mark, bir­lik bil­di­ri­si­ni im­za­la­ma­yı red­de­den ye­gâ­ne Rum din ada­mıy­dı. Rum­lar­la ya­pı­lan bir­leş­me 6 Ha­zi­ran 1439’da pa­pa­lık fer­ma­nı (“La­ete­ren­tur co­eli”) ile ilan olun­du.947 Hem Bes­sa­ri­on hem de İsi­dor kar­di­nal ya­pıl­dı­lar. Union, Er­me­ni­ler­le 1439 yı­lı­nın Ka­sım ayın­da. Ya­ku­bî­ler­le ise 1441 yı­lın­da ilan edil­di.

946Flo­ran­sa bir­li­ği hak­kın­da da­ha es­ki li­te­ra­tü­rün göz­den ge­çi­ril­me­si için bkz. Krımsky, Tur­key, s. 40-42; Go­lu­binsky, 2, 433-441; Hrus­hevsky, 5, 519-521, 657-661; A. M. Am­man, S. J., Sto­ria del­la Chi­esa Rus­sa e dei pa­esi li­mit­ro­fi (To­ri­no, 1948), s. 119-128; Z. V. Udalt­so­va, “Bor’­ba vi­zan­ti­is­kikh par­tii na flo­ren­ti­is­kom so­bo­re,” Vi­zan­ti­is­ki vre­men­nik, 3 (1950), 106-132.

947“Dec­re­tum pro Gra­ecis”in Latin­ce met­ni için bkz. Den­zin­ger, Ench­ri­di­on, s. 235-236.

Fa­kat ki­li­se bir­li­ği (union) Bi­zans dip­lo­ma­si­si için ne ka­dar mu­vaf­fak olur­sa ol­sun, Rum­la­rın ma­ne­vî bir­li­ği­ni par­ça­la­dı ve im­pa­ra­tor­luk da­hi­lin­de­ki ge­ri­li­me kat­kı­da bu­lun­du. İm­pa­ra­tor ile ba­zı ki­li­se ile­ri ge­len­le­ri bir­li­ği des­tek­ler­ken din adam­la­rı­nın ve din ada­mı ol­ma­yan­la­rın çoğu mu­ha­lefet etti. Di­nî sür­tüş­me­nin se­bep ol­du­ğu mo­ral bo­zuk­lu­ğu­nun kö­tü­ye de­lâ­let eden işa­re­ti, Or­to­doks Rum­la­rın ara­sın­da Tür­ko­fil ve boz­gun­cu bir hâ­let-i ru­hi­ye­nin ya­yıl­ma­sı ol­du. “So­kak­ta­ki ada­mın” bu te­mâ­yü­lü göz­ler önü­ne se­ren ka­rak­te­ris­tik bir söy­le­yi­şi Du­cas’ın va­ka­yi­nâ­me­sin­de kay­de­dil­miş­tir: “Frank­la­rın eli­ne düş­mek­ten­se Türk­le­rin eli­ne düş­mek ev­lâ­dır.”948 Artık çok şey “Frank­la­rın” Türk­le­re kar­şı ge­rek­li yar­dı­mı te­min kabiliyeti­ne bağ­lıy­dı. Pa­pa sö­zü­nü tut­tu ve 1444 yı­lın­da ye­ni bir haç­lı se­fe­ri ter­tip­len­di. Bu defa bir­bir­le­riy­le sa­vaş­tık­la­rı için İn­gi­liz­ler ve Fran­sız­lar ka­tı­la­ma­dı­lar. Bir­çok Al­man ve Çek şö­val­ye­si gö­nül­lü ol­du, ama haç­lı se­fe­ri Ef­lak’ın bir mik­tar yar­dı­mıy­la baş­lı­ca iki mil­let, Ma­ca­ris­tan ve Le­his­tan ta­ra­fın­dan yü­rü­tül­dü.949 Se­fe­re ka­tı­lan pa­pa­lık ia­ne tah­sil­da­rı And­re­as de Pa­la­ti­o’­ya gö­re haç­lı or­du­su Ef­lak­lı­la­rın hâ­ri­cin­de 16.000 sü­va­ri­den mü­te­şek­kil­di. Mo­dern Fran­sız ta­rih­çi­si Fer­di­nand Lot, sa­yı­la­rı­nın da­ha az, en faz­la 4.800 ol­du­ğu­nu ile­ri sür­mek­te­dir.950 Fa­kat bu defa ver­di­ği ra­kam çok dü­şük gö­zük­mek­te­dir. Türk or­du­su­nun nü­ve­si –ye­ni­çe­ri­ler ve mu­ha­fız si­pa­hi­ler– 8.000 ki­şi ka­dar­dı. Se­fer­ber edi­len eyâ­let si­pa­hi­le­ri­nin sa­yı­sı bi­lin­me­mek­te­dir. Ge­nel ola­rak ba­kıl­dı­ğın­da Türk or­du­su haç­lı­la­rın­kin­den pek de ka­la­ba­lık de­ğil­di. Var­na mu­ha­re­be­sin­de Türk­ler bir ke­re da­ha mu­zaf­fer ol­du­lar (1444). Le­his­tan’ın genç kra­lı III. Vla­dis­lav çar­pış­ma­lar­da ha­ya­tı­nı kay­bet­ti.

948Du­cas, His­to­ria Bi­zan­ti­na (Bonn edis­yo­nu), s. 291.

949Var­na haç­lı se­fe­ri hak­kın­da­ki li­te­ra­tü­rün göz­den ge­çi­ril­me­si için bkz. Krymsky, Tur­key, s. 50-56. Ay­rı­ca bkz. O. Ha­lec­ki, The Cru­sa­de of Var­na (New York, Po­lish Ins­ti­tu­te of Arts and Sci­en­ces, 1943), J. Brom­berg ta­ra­fın­dan Spe­cu­lum, 20 (1945), 247-250’de­ki göz­den ge­çi­ril­me­si.

950Bkz. Lot, 2, 229-230.

Ta­ri­hî ba­kım­dan Var­na fe­lâ­ke­ti Cons­tan­ti­no­po­lis’in ka­de­ri­ni be­lir­le­di. “İm­pa­ra­tor­luk Şeh­ri­ni” hü­cum­la al­mak işi iti­na­lı ha­zır­lık­lar­dan son­ra II. Mu­rad’ın oğ­lu ve ha­le­fi II. Meh­med’e düş­tü. Mu­ha­sa­ra 5 Ni­san 1453’de baş­la­dı. O sı­ra­da Cons­tan­ti­no­po­lis ne­re­dey­se bir ha­ya­let şe­hir gi­biy­di. Uzun sü­re­li eko­no­mik ve si­ya­sî kriz­den do­la­yı es­ki za­man­lar­da 500.000 ve­ya da­ha faz­la ol­muş ol­ma­sı ge­re­ken nü­fu­su şim­di o ra­ka­mın en faz­la on­da bi­ri ka­dar­dı.951 Ay­rı­ca di­nî bölün­me­den do­la­yı hal­kın ka­fa­sı ka­rı­şık­tı. 1451 yı­lın­da Cons­tan­ti­no­po­lis’in bir­lik ta­raf­ta­rı pat­ri­ği Rum din adam­la­rı ta­ra­fın­dan dev­ril­miş ve Ro­ma’­ya kaç­mış­tı. Er­te­si yıl Pa­pa’­nın bas­kı­sıy­la im­pa­ra­tor XI. Cons­tan­ti­ne kar­di­nal İsi­dor’u Pa­pa’­nın el­çi­si ola­rak ka­bul et­mek zo­run­da kal­dı. 12 Ara­lık 1452’de Aya­sof­ya ka­ted­ra­lin­de Ro­ma Âyi­ni dü­zen­len­di. O gün­den son­ra halk bu ki­li­se­ye git­me­di.

951Bkz. A. M. Sch­ne­ider, “Die Be­völ­ke­rung Kons­tan­ti­no­pels im XV Jahr­hun­dert,” AWGN (1949), s. 233-234; H. Rit­ter ta­ra­fın­dan Ori­ens, 3 (1950), 147’de göz­den ge­çi­ril­miş­tir.

Cons­tan­ti­no­po­lis’in is­tih­kâm­la­rı hâ­lâ güç­lüy­dü­, ama uzun­luk­la­rı –çev­re­si oni­ki mil­di– az sa­yı­da­ki mü­da­fi­ler için prob­lem teş­kil edi­yor­du. İm­pa­ra­tor Cons­tan­ti­ne’­nin em­rin­de 5.000’den az Rum as­ke­ri var­dı. Pa­pa 200 as­ker gön­der­miş­ti ve Ce­ne­viz­li pa­ra­lı as­kerlerin başkumandanı Gi­ovan­ni Gi­us­ti­ni­ani 700 ki­şi ge­tir­miş­ti, ama bun­lar­dan sa­de­ce 400’ü ye­ter­li şe­kil­de silah­lıy­dı.952 Türk or­du­su için çe­şit­li kay­nak­lar 80.000’den 400.000’e ka­dar de­ği­şen fark­lı rakam­lar ve­ri­yor­lar. Ba­şı­bo­zuk­la­rı say­maz­sak 80.000 bi­le muh­te­me­len mü­ba­la­ğa­lı­dır. As­ker­le­ri­nin sa­yı­ca üs­tün­lü­ğü­ne ilave­ten II. Meh­med’in ya­ban­cı uz­man­la­rın yö­net­ti­ği (iç­le­rin­de bu­lu­nan bir Tran­sil­van­ya­lı ve bir Ma­car­dan bah­se­dil­mek­te­dir) kuv­vet­li bir top­çu­ya sa­hip ol­mak avan­ta­jı var­dı. Kuv­vet­le­rin böy­le­si­ne den­ge­siz olu­şun­dan do­la­yı mü­da­fi­le­rin hiç şan­sı yok­tu; mu­ha­sa­ra­nın ne­re­dey­se ye­di haf­ta sür­müş ol­ma­sı on­la­rın kah­ra­man­lı­ğı­na işa­ret eder. Ni­ha­yet 29 Ma­yıs 1453’de Cons­tan­ti­no­po­lis bir hü­cum­la alın­dı. İm­pa­ra­tor Cons­tan­ti­ne da­hil ol­mak üze­re mü­da­fi­le­rin büyük çoğunluğu son çar­pış­ma­da te­lef ol­du­lar. Kar­di­nal İsi­dor Türk­ler ta­ra­fın­dan esir edil­di. Yağ­ma­la­ma bi­ter bit­mez dü­zen ye­ni­den te­sis edil­di ve Cons­tan­ti­no­po­lis Os­man­lı pa­yi­tah­tı ol­du. Aya­sof­ya ka­ted­ra­li ve da­ha bir­çok baş­ka Hristiyan ki­li­se­si ca­mi­ye dö­nüş­tü­rül­dü. Mü­es­se­se ola­rak Rum ki­li­se­si­ne do­ku­nul­ma­dı. Rum­lar şeh­re dön­me­ye da­vet ve teş­vik edil­di­ler ve ki­li­se­le­ri­ne hi­ma­ye va­at edil­di. Rum pis­ko­pos­lar kon­si­li Gen­na­di­us Sc­ho­li­arus’u ye­ni pat­rik ola­rak seç­ti. Ev­vel­ce Ro­ma ile anlaşma­ya var­ma­nın le­hin­de ol­muş ol­ma­sı­na rağ­men son­ra Efes­li Mark’ın te­si­riy­le Rum ge­le­nek­le­ri­nin ka­tı bir mü­da­fi­yi ve ki­li­se bir­li­ği­nin kar­şı­tı ol­muş­tu. Sul­tan II. Meh­med, ye­ni pat­ri­ği ka­dim Bi­zans me­ra­si­mi ile gö­re­ve ge­tir­mek ar­zu­su­nu iz­har et­ti. Bu­nu ev­vel­ce yap­mış olan Bi­zans hü­küm­dar­la­rı­nın ye­ri­ni ala­rak sul­tan ye­ni pat­ri­ğe asa­sı­nı şah­sen ver­di.953 Ga­rip­tir ki İs­lami­ye­tin şam­pi­yo­nu olan Fa­tih Meh­med şim­di son iki Bi­zans im­pa­ra­to­ru­nun ye­te­rin­ce ya­pa­ma­dı­ğı bir şe­yi ya­pmış ve Rum inan­cı­nın hâ­mi­si ro­lü­nü üst­len­miş­ti.

952Lot, 2, 233-234. Kons­tan­ti­no­po­lis’in Os­man­lı­lar ta­ra­fın­dan mu­ha­sa­ra­sı ve fet­hi hak­kın­da­ki li­te­ra­tü­rün göz­den ge­çi­ril­me­si için bkz. Krymsky, Tur­key, s. 68-73.

953Ph­rant­zes, Ch­ro­ni­con (Bonn edis­yo­nu), s. 305-307.

III

Hem Rum­lar ta­ra­fın­dan ki­li­se bir­li­ği­nin ka­bu­lü, hem Cons­tan­ti­no­po­lis’in düş­me­si, Rus ki­li­se­si­nin ta­ri­hi­nin sey­ri­nin ya­nı sı­ra Rus si­ya­sî dü­şün­ce­si­nin ge­liş­me­si­ni de­rin­den et­ki­le­miş­ti. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re met­ro­po­lit İsi­dor Mos­ko­va hü­kü­me­ti­ni Fer­ra­ra-Flo­ran­sa kon­si­lin­de­ki mü­za­ke­re­le­rin gi­di­şa­tın­dan ha­ber­dar et­me­miş­ti. Şim­di kar­di­nal ve pa­pa­lık el­çi­si olan İsi­dor 1440 yı­lın­da Rus­ya’­ya ge­ri dön­dü. Ön­ce Ki­yef’e gi­dip kı­şı ora­da ge­çir­di; prens Alexander ona Ki­yef böl­ge­sin­de­ki ki­li­se mülk­le­ri üze­rin­de­ki oto­ri­te­si­ni te­yit eden bir fer­man ver­di. 1441 yı­lı­nın Mart ayın­da İsi­dor Mos­ko­va’­ya gel­di. Mos­ko­va’­nın en bü­yük ka­ted­ra­li olan ‘Dor­mi­ti­on of Our Lady’­de pa­pa­nın adı­nı ana­rak res­men Aşai Rab­ba­ni âyi­ni­ni ic­ra et­ti. Âyin­den son­ra ki­li­se bir­li­ği­yle ilgili Flo­ran­sa bil­di­ri­si­ni oku­du. Bu, Mos­kof­la­rın ara­sın­da bü­yük bir ka­rı­şık­lı­ğa yol aç­tı. İsi­dor’un baş­ka­ca âyin yap­ma­sı­na en­gel olun­du ve he­men top­la­nan Rus pis­ko­pos­la­rı kon­si­li­nin ka­ra­rı­nı bek­le­mek üze­re Krem­lin’­de­ki Chu­dov ma­nas­tı­rın­da bir hüc­re­ye ka­pa­tıl­dı.954 Ni­kon Va­ka­yi­nâ­me­si­nin ya­nı sı­ra Ka­rar­nâ­me’­de (Ste­pen­na­ia kni­ga) İsi­dor’a mu­ha­le­fe­tin baş­la­tıl­ma­sı gran­dük II. Va­si­li’­ye ma­le­di­lir. Bu iki ta­ri­hî eser XVI. Yüz­yı­lın ikin­ci ya­rı­sın­da, IV. İvan’ın hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da ya­zıl­mış­tır; her iki­si de kuv­vet­li bir mo­nar­şik te­mâ­yül­le do­lu­dur. M. A. Di­ako­nov’un ik­na edi­ci bir şe­kil­de gös­ter­di­ği gi­bi, mu­asır de­lil­ler Mos­kof­la­rı Union’a kar­şı ilk ola­rak yön­len­di­ren­le­rin gran­dük­den zi­ya­de Rus pis­ko­pos­la­rı ol­du­ğu­na işa­ret eder­ler.955 Her ha­lü­kâr­da pis­ko­pos­lar kon­si­li Flo­ran­sa bil­di­ri­si­ni red­det­ti ve bu­na kar­şı çık­ma­dı­ğı sü­re­ce İsi­dor’u met­ro­po­lit ola­rak ta­nı­ma­yı ka­bul et­me­di. İsi­dor tu­tu­mu­nu de­ğiş­tir­me­ye is­tek­li de­ğil­di. Rus yet­ki­li­ler onun Mos­ko­va’­dan ses­siz se­da­sız ay­rıl­ma­sı­na mü­sa­ade et­ti­ler; son­ra­dan “kaç­tı­ğı” açık­lan­dı.956 Tver’e git­ti, ora­da gran­dük Bo­ris’in em­riy­le tev­kif edil­di ve ay­lar­ca ha­pis­te tu­tul­du. 1442 yı­lı­nın baş­la­rın­da ser­best bı­ra­kı­lan İsi­dor gran­dük Ca­si­mir’in hi­ma­ye­si­ne na­il ol­mak ar­zu­suy­la Lit­van­ya’­ya git­ti. Fa­kat gran­dük Ca­si­mir, Pa­pa Eu­ge­ni­us’a kar­şı Ba­sel ki­li­se kon­si­li­ni des­tek­li­yor­du ve kar­şı Pa­pa ola­rak V. Felix’i ka­bul et­miş­ti. Bu yüz­den İsi­dor’u ka­bul et­me­di; onun da Ro­ma’­ya ge­ri dön­mek­ten baş­ka ya­pa­ca­ğı şey kal­ma­dı.

954Chu­dov ma­nas­tı­rı met­ro­po­lit Alexei ta­ra­fın­dan St. Mikael’in Cho­ne’­de gös­ter­di­ği mu­ci­ze­nin (chu­do) anı­sı­na yap­tı­rıl­mış­tı. Bkz. N. P. Kon­da­kov, The Rus­si­an Icon, E. H. Minns ter­cü­me­si (Oxford, Cla­ren­don Press, 1927), s. 136.

955Di­ako­nov, Vlast, s. 55-57; V. Val­den­berg, Drev­ne­russ­kie uc­he­ni­ia o pre­de­lakh tsars­koi vlas­ti (Pet­rog­rad, 1916), s. 171-173.

956Go­lu­binsky, 2, 457; Val­den­berg, s. 171; Hrus­hevsky, 5, 526.

Bu me­se­le hal­lol­duk­tan son­ra Rus­lar şim­di ne ya­pa­cak­la­rı­nı bil­mi­yor­lar­dı. O an için Cons­tan­ti­no­po­lis’­den ni­haî ola­rak kop­mak ni­ye­tin­de de­ğil­ler­di. Mü­te­akip ha­re­ket tarz­la­rın­da Rus pis­ko­pos­la­rı­nın ya­nı sı­ra on­la­rın yol gös­ter­di­ği gran­dük Va­si­li kendisine yeterince hakim olmayı ve tedbirliği dav­ran­ma­yı bildi. Bir­li­ğin red­din­den he­men son­ra gran­dük Bi­zans im­pa­ra­to­ru­na ve pat­ri­ğe hi­tâ­ben bir mek­tup ya­zıp ken­di­si­nin ve pis­ko­pos­la­rın İsi­dor’u ta­nı­ma­ma se­bep­le­ri­ni izah et­ti. İsi­dor’un Rus yet­ki­li­le­re da­nış­ma­dan met­ro­po­lit ya­pıl­dı­ğı­na işa­ret eden II. Va­si­li, im­pa­ra­tor ve pat­ri­ğin ne­ta­me­li bey­nel­mi­lel du­ru­mu na­zar-ı iti­bâ­re ala­rak ye­ni met­ro­po­li­tin Rus pis­ko­pos­lar kon­si­lin­ce se­çil­miş ol­ma­sı­nı ka­bul et­me­le­ri­ni ve se­çi­len din ada­mı­nı pat­ri­ğin tak­dis et­me­si­ni is­te­di.957 Mos­ko­va’­ya hem im­pa­ra­to­run hem de pat­ri­ğin bir­li­ği ke­sin ola­rak sa­bul et­tik­le­ri ha­be­ri gel­di­ği için bu mek­tup hiç gön­de­ril­me­di. İki yıl son­ra mek­tu­bun ye­ni bir ver­si­yo­nu ha­zır­lan­dı, ama bu da gön­de­ril­me­di.958 Rus­lar beş yıl da­ha bek­le­di­ler. Ruslar, an­cak Bi­zans­lı yet­ki­li­le­rin bir­li­ğe red­det­me­ye hiç ni­yet­li ol­ma­dık­la­rı­na ik­na ol­duk­tan son­ra ha­re­ke­te geç­me­ye ka­rar ver­di­ler. Mos­ko­va hü­kü­me­ti, şa­yet gö­re­ve se­çi­lir­se met­ro­po­lit­lik ma­ka­mı için Mos­ko­va’­nın ada­yı olan Ri­azan pis­ko­po­su Yo­na’­yı ta­nı­yıp ta­nı­ma­ya­cak­la­rı­nı öğ­ren­mek üze­re hem Lit­van­ya gran­dü­kü Ca­si­mir’le Ki­yef pren­si Alexander’a da­nış­tı. Grandük, Ca­si­mir ve Alexander’dan olum­lu ce­vap­lar al­dık­tan son­ra pis­ko­pos­lar kon­si­li­ni top­la­dı ve 5 Ara­lık 1448’de Yo­na bü­tün Rus­ya’­nın met­ro­po­li­ti ola­rak se­çil­di.959

957RIB, 6, cols. 526-535.

958Age., 6, cols. 529-530, dip­not 1.

959Go­lu­binsky, 2, 484-485.

Bu ya­pı­lan bi­le ön­ce­le­ri Cons­tan­ti­no­po­lis’­de­ki pat­ri­ğin oto­ri­te­si­nin red­di ola­rak yorumlanmadı. Met­ro­po­lit Yo­na, va­az­la­rın­da ve di­nî mek­tup­la­rın­da se­çi­mi sa­de­ce anor­mal ah­val do­la­yı­sıy­la ka­bul et­ti­ği­ni ve ge­le­cek­te Bi­zans­lı yet­ki­li­ler Or­to­doks­lu­ğa ge­ri dön­dük­le­ri tak­dir­de Rus­la­rın da­ima pat­ri­ğin tak­di­si­ni is­te­ye­cek­le­ri­ni izah hu­su­sun­da çok iti­na et­ti. As­lın­da Rus ki­li­se­si­nin pat­ri­ğin oto­ri­te­sin­den çık­ma­sı ni­haî ol­muş­tu. Cons­tan­ti­no­po­lis’in düş­me­si ger­çi ora­da ki­li­se bir­li­ği­ne son ver­miş ve Or­to­doks­lu­ğu ge­ri ge­tir­miş­ti, ama ay­nı za­man­da ki­li­se ile dev­let ara­sın­daki “eş­gü­dü­mü” yansıtan tüm Bi­zans sis­te­mi­ni yık­mış­tı. Rum ki­li­se­si­nin bir “ka­fir” hü­küm­da­ra bağ­lı ol­ma­sı, özel­lik­le de Rus­ya’nın Müslüman han­la­rın hakimiyetinden çıkma arifesinde olduğu bir dönemde, Rusların Rumlara karşı dini bağımlılığını yenilemelerini siyasi ve psikolojik bakımdan zorlaştırıyordu. Kısacası mesele Rus kilisesinin kendi bilinçi gayretinden çok uluslararası olayların seyrinden kaynaklanıyordu. Cons­­tan­ti­no­po­lis’in düş­me­si­nin si­ya­sî so­nuç­la­rı di­nî­ sonuçlar ka­dar çok­tu. Mos­ko­va gran­dü­kü, şimdi ken­di­si­ni ön­de ge­len ba­ğım­sız Rum Or­to­doks hü­küm­dar ola­rak, as­lı­na ba­kı­lır­sa bü­tün Rum Or­to­doks dün­ya­sın­ın ye­gâ­ne hü­küm­darı ola­rak bul­muştu. İs­te­se de is­te­me­se de şim­di onun Rum inan­cı­nın hâ­mi­si ola­rak dav­ran­ma­sı bek­le­ni­yor­du. Bu, gerek Rus­ya’­nın için­de ve ge­rek­se dı­şın­da kar­ma­şık bir si­ya­sî dü­şün­ce akı­mı­nın baş­lan­gıç nok­ta­sıydı. Ve esa­sen bu konudaki söylentiler arasında en önemlisi, gerçek Or­to­doks­lu­ğun mer­ke­zinin İkin­ci Ro­ma’­dan (Cons­tan­ti­no­po­lis) Üçün­cü Ro­ma’­ya –Kut­sal Mos­ko­va’­ya– kay­mış ol­ma­sıy­dı.

7. II. VASİLİ’NİN HÜKÜMDARLIĞININ İKİNCİ YARISINDA

MOSKOFYA, LİTVANYA VE TATARLAR

I

Lit­van­ya gran­dü­kü Si­gis­mund, 1440’da bü­yük Lit­van asil­zâ­de­le­ri­nin bir komplosuna kurban gitti. Onu des­pot­luk ve Lit­van­ya’­da aris­tok­ra­si ida­re­si­nin al­tı­nı oy­ma­ya ni­yet­len­mek­le suç­lu­yor­lar­dı. 1435 yı­lın­da Svid­ri­ga­ilo’­ya kar­şı ka­zan­dı­ğı za­fer­den son­ra Si­gis­mund bo­yar des­tek­çi­le­rin­den şüp­he­len­miş gö­rü­nü­yor ve bir­ço­ğu­nu or­du ve dev­let ida­re­sin­de anah­tar po­zis­yon­la­ra tayin et­ti­ği sa­ray gö­rev­li­le­ri va­sı­ta­sıy­la hü­küm­dar­lık et­me­ye ça­lış­ıyordu. Si­gis­mund’a su­ikast ya­pıl­ma­sı gran­dü­ka­lık­ta ilk önceleri 1430’la­rın baş­la­rın­dan bi­le da­ha cid­dî gö­rü­nen ye­ni bir si­ya­sî kri­ze yol aç­tı.960 Lit­van­ya­lı bo­yar­la­rın ve­ya Pany’­nin büyük çoğunluğu taht için Ya­ga­ilo’­nun oğ­lu Ca­si­mir’i ter­cih edi­yor­lar­dı. Ya­ga­ilo 1434 yı­lın­da öl­müş­tü ve oğ­lu III. Vla­dis­lav (Ca­si­mir’in ağa­­be­yi) şim­di Le­his­tan kra­lıy­dı. Vla­dis­lav Ca­si­mir’in Lit­van­ya’­ya gran­dük ola­rak de­ğil, sa­de­ce tem­sil­ci­si ola­rak git­me­si­ne mü­sa­ade et­ti. Bu durum, ye­ni gö­rüş­me­le­re ve büyük zaman kaybına se­bep ol­du. Bu ara­da taht için or­ta­ya ye­ni aday­lar çık­tı. İç­le­rin­de Si­gis­mund’un oğ­lu Mikael ve yaş­lı Svid­ri­ga­ilo da var­dı. Bi­ri Smo­lensk’­de di­ğe­ri Ki­yef’­de iki is­yan çık­mıştı. Smo­lensk hal­kı Ms­tis­lavl pren­si Yu­ri’­yi hü­küm­dar­la­rı ola­rak seç­ti. Ki­yef, Sa­mo­gi­tia (Zh­mud’) hal­kı­nın da seç­ti­ği Mikael’i prens­le­ri ola­rak ka­bul et­ti.

960Bkz. Hrus­hevsky, 4, 195-207; Kolankowski, s. 226-247; Li­ubavsky, s. 72-81; Vol­de­mar (yu­ka­rı­da­ki dip­not 126 gi­bi), s. 171-174. Ay­rı­ca bkz. A. Lewicki, “Powstanie Swidrygielly,” Rozprawy Aka­de­mii Umi­jet­nos­ci (His­to­ri­cal and Phi­lo­sop­hi­cal Sec­ti­on), 29 (1892), bu­na ula­şa­ma­dım; O. Ha­lec­ki, Os­tat­nie la­ta Swidrygielly i sprawa Wolynska (Kra­kov, 1915).

Bu zor du­rum­da Lit­van­ya aris­tok­ra­si­si bir ke­re da­ha se­bat­kâr­lı­ğı­nı, dev­let adam­lı­ğı an­la­yı­şı­nı ve gü­cü­nü gös­ter­di. O ta­rih­te li­der­le­ri genç Ca­si­mir’in baş­mü­sa­vi­ri olan Yan Gash­tovt (Gasz­told) idi. Lit­van­lar ta­ra­fın­dan gran­dük ola­rak ka­bu­le di­len Ca­si­mir, onun yol gös­ter­me­siy­le ay­rı­lan ül­ke­le­rin çoğunu iki yıl için­de tek­rar bir­leş­tir­me­ye mu­vaf­fak ol­du. Smo­lensk’e silah zo­ruy­la bo­yun eğ­di­ril­di ve son­ra gran­dü­kün ma­hal­lî muh­ta­ri­yet ve­ren fer­ma­nı ile ya­tış­tı­rıl­dı. Ki­yef’e tâ­bi ola­rak ken­di pren­si, Vla­di­mir’in oğ­lu Alexander (Olel­ko) ve­ril­di. Ol­gerd’in oğ­lu Vla­di­mir’in ma­hal­lî prens­lik­ler Vi­tovt ta­ra­fın­dan lağ­ve­dil­me­den ön­ce Ki­yef’­de hü­küm sür­dü­ğü ha­tır­la­na­cak­tır. Zh­mud’ me­se­le­si mü­za­ke­re ile hal­le­dil­di: Zh­mud’ ül­ke­si muh­ta­ri­yet için ye­ni ga­ran­ti­ler ve­ril­me­si mu­ka­bi­lin­de Ca­si­mir’i ta­nı­dı. Ni­ha­yet 1445 yı­lın­da dok­san­lık Svid­ri­ga­ilo da ye­ğe­ni­ne bağ­lı­lık ye­mi­ni ver­di. Sa­de­ce bir baş­ka yö­re­de des­tek­çi­ler bu­lan Mikael Ca­si­mir’e kar­şı ge­ril­la sa­va­şı­nı sür­dür­dü.

Le­his­tan kra­lı III. Vla­dis­lav’ın Var­na haç­lı se­fe­rin­de te­lef olması (1444) ye­ni bir ka­rı­şık­lı­ğa se­bep ol­du. Er­te­si yıl Ca­si­mir Le­his­tan Seym’i ta­ra­fın­dan kral se­çil­di. Fa­kat Lit­van­lar Ca­si­mir’i Le­his­tan ta­cı­nı ka­bul et­me­ye bı­rak­mak is­te­mi­yor­lar­dı, zi­ra bu­nun Lit­van­ya’­nın Le­his­tan’a tâ­bi ol­ma­sı­na yol aça­ca­ğın­dan kor­ku­yor­lar­dı. An­cak Ca­si­mir Lit­van­ya için ay­rı bir ida­re bu­lun­dur­ma te­mi­na­tı­nı im­za­la­dık­tan son­ra bu­nu ka­bul et­ti­ler. Casimir, Leh­le­rin bu te­mi­na­tı onay­la­ma­yı red­det­me­le­ri­ne rağ­men, gran­dü­ka­lık için hem Lit­van hem Rus ül­ke­le­ri­nin hak­la­rı­nı ve im­ti­yaz­la­rı­nı te­yit eden ye­ni bir fer­man çı­kar­dı. Onun bu pri­vi­le­i’i (1447) gran­dü­ka­lı­ğın ana­ya­sal hü­kü­me­ti­nin te­mel­ta­şı ol­du.961 Kı­sa sü­re son­ra Ca­si­mir Kra­kov’­da Le­his­tan kra­lı ola­rak taç giy­di. Böy­le­ce Le­his­tan ile Lit­van­ya’­nın bir­li­ği her iki mil­let için tek bir hü­küm­dar­la ye­ni­den te­sis edil­di, ama Lit­van­ya as­lın­da ay­rı bir dev­let ola­rak kal­dı. Bu, 1385 yı­lın­da­ki as­lî Kre­vo bir­li­ği­nin il­ga­sı de­mek­ti.

961Ka­zi­mir’in pri­vi­le­i’­nin met­ni için bkz. Vla­di­mirsky-Bu­da­nov, Kh­ris­to­ma­ti­ia, 2, 20-31. Vla­di­mirsky-Bu­da­nov’un edis­yo­nun­da­ki 1457 ta­ri­hi pri­li­ve­i’in tas­di­ki­ne atıf­ta bu­lun­mak­ta­dır; as­lın­da 1447’de çı­ka­rıl­mış­tı.

Leh­ler, ya­sal­lı­ğı­na iti­raz et­se­ler de, bu ol­du bit­ti­yi ka­bul et­mek zo­run­da kal­dı­lar. Fa­kat Ca­si­mir’in ver­di­ği te­mi­na­tı te­yit et­me­yi red­det­me­le­ri bir­çok Lit­van ve Ba­tı Ru­sun zih­nin­de Le­his­tan ile müş­te­rek bir hü­küm­da­rın gran­dü­ka­lık için ar­zu­la­nır bir şey olup ol­ma­dı­ğı hu­su­sun­da şüp­he ya­rat­tı. Bu his­si­yat Mikael’in şan­sı­nı art­tır­dı. 1446 yı­lın­da Mikael Boğ­dan’­da Sey­dah­med Han ile bir anlaşma­ya var­dı.962 Ta­tar­la­rın ar­ka çık­tı­ğı Mikael, Se­ve­ria yö­re­sin­de Nov­go­rod ve Bri­ansk’ın da­hil ol­du­ğu bir­çok şeh­ri iş­gal et­ti (1448-49). Fa­kat Ca­si­mir’in or­du­su­nun bas­kı­sı­na uzun sü­re da­ya­na­ma­dı ve Se­ve­ri­a’­yı terk edip yurt dı­şı­na kaç­mak zo­run­da kal­dı, ni­ha­yet Mos­ko­va’­ya sı­ğın­dı ve ora­da öl­dü.

962Kolankowski, s. 272-273.

II

Ca­si­mir Lit­van­ya’­da ik­ti­dar mü­ca­de­le­sin­de ilk ra­un­du tam ka­zan­dı­ğı sı­ra­da Mos­kof­ya’­da II. Va­si­li ve mu­ha­lif­le­ri iç sa­va­şı ye­ni­den baş­lat­tı­lar. Rus­lar­la Ta­tar­lar ara­sın­da­ki mü­ca­de­le­nin kö­tü git­me­si mu­ha­le­fe­tin li­de­ri prens Dmit­ri She­mi­aka’­ya Va­si­li’­ye açık­ça mey­dan oku­ma ce­sa­reti ver­di.

1443-44 yı­lı kı­şın­da Cu­çi pren­si Mus­ta­fa’­nın ku­man­da­sın­da­ki kuv­vet­li bir Ta­tar ­gru­bu Ri­azan ül­ke­si­ne hü­cum et­ti. Bu ­grup muh­te­me­len Kü­çük Meh­med Han’ın hü­küm sür­dü­ğü Sa­ray or­da­sı­na men­sup­tu. Gran­dük Va­si­li Ri­azan’a yar­dım et­mek için he­men kar ayak­ka­bı­la­rı giy­miş Mord­vin­ler­le tak­vi­ye edil­miş bir bir­lik gön­der­di. Bu bir­lik­ler Ri­azan Ko­sak­la­rı (on­lar da kar ayak­ka­bı­la­rı gi­yi­yor­lar­dı) ile bir­lik­te bü­tün Ta­tar or­du­su­nu yok et­me­ye mu­vaf­fak ol­du­lar. Mus­ta­fa ve bir­çok Ta­tar pren­si mu­ha­re­be­de öl­dü­rül­dü­ler ve Ta­tar or­du­sun­dan ge­ri ka­lan­lar esir alın­dı­lar.963 Bu, te­sa­dü­fî olarak, kay­nak­la­rı­mız­da Rus Ko­sak­la­rı­na da­ir ilk ba­his­tir. Çok geç­me­den on­la­ra mensup baş­ka ­grup­la­r da teşekkül etti.

963Ni­kon, 12, 61-62.

Kı­sa sü­re son­ra baş­ka bir Ta­tar or­da­sın­dan, Uluğ Meh­me­d’in­kin­den ge­len bir teh­li­ke çık­tı or­ta­ya. 1444 yı­lın­da han or­da­sı­nı Be­lev’­den Oka neh­ri bo­yun­ca aşa­ğı­ya doğ­ru gö­tür­dü ve va­ka­nü­vis­le­rin kay­det­ti­ği üze­re “Es­ki Nov­go­rod Nijni”ye yer­leş­ti.964 Bu ma­ce­ra­dan bah­se­den bü­tün ta­rih­çi­ler bu ad­la Nijni Nov­go­rod şeh­ri­nin es­ki ye­ri­nin (ay­nı adı ta­şı­yan gran­dü­ka­lı­ğın es­ki pa­yi­tah­tı) kas­te­dil­di­ği­ni var­sa­yı­yor­lar.965 Benimse bu konuda ciddi şüphelerim var. Uluğ Meh­med or­du­gâ­hı­nı Nijni Nov­go­rod’un es­ki ye­rin­de (Oka ve Vol­ga ne­hir­le­ri­nin bir­leş­ti­ği yer­de) de­ğil de Oka’­nın çok da­ha yu­ka­rı­la­rın­da Go­ro­dets ka­le­si­nin es­ki ye­rin­de kur­muş ola­bi­lir.966 Go­ro­dets şeh­ri Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan 1376 yı­lın­da Nijni Nov­go­rod do­lay­la­rı­na yap­tık­la­rı akın es­na­sın­da tah­rip edil­miş­ti;967 bun­dan son­ra es­ki ka­le ter­ke­dil­miş ve ne­hir yu­ka­rı tak­rîiben 1400 yar­da me­sa­fe­de ye­ni bir ka­le in­şa edil­miş­ti. Bu ye­ni ka­le­ye Ye­ni Aşa­ğı Hi­sar, Nov­ıy Ni­zov­yi Go­rod den­miş­ti.968 Ni­zov­yi sı­fa­tı Nijni’­nin si­no­ni­mi­dir. Ben, Uluğ Meh­med’in 1444 yı­lın­da yer­leş­ti­ği ye­rin Nov­go­rod Nijni’­nin es­ki ye­ri ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum. Ye­ni hi­sar­da­ki Rus gar­ni­zo­nu şim­di Ta­tar­lar ta­ra­fın­dan mu­ha­sa­ra edil­miş­ti. Bu mü­na­se­bet­le se­kiz yıl ka­dar son­ra gran­dük II. Va­si­li’­nin Go­ro­dets’i Uluğ Meh­med’in oğ­lu Ka­sım’a ba­ğış­la­dı­ğın­dan bah­set­mek ge­re­kir. Şa­yet Uluğ Meh­med 1444 yı­lın­da Go­ro­dets’e yer­leş­miş­se Ka­sım’ın onu ba­ba mi­ra­sı ola­rak ta­lep et­miş ol­ma­sı muh­te­mel­dir.

964Age., 12, 62-63.

965Özel­lik­le bkz. Ka­ram­zin, No­tes, 5, 226-227, dip­not 322.

966Vol­ga kı­yı­sın­da­ki Go­ro­dets ile ka­rış­tı­rıl­ma­ma­lı­dır. Go­ro­dets go­rod’­dan (ka­sa­ba, hi­sar) tü­re­me­dir.

967O akın hakkında bkz. yu­ka­rı­da kı­sım 2, s. 256.

968Velyaminov-Zer­nov, 1, 41; D. Ilo­va­isky, Is­to­ri­ia Ri­azans­ko­go Kni­az­hest­va (Mos­ko­va, 1858), s. 259.

Uluğ Meh­med’in 1444 yı­lın­da iş­gal et­ti­ği şeh­ri Nijni Nov­go­rod ola­rak teş­his et­me­mek için bir ar­gü­man da­ha var­dır. Bi­raz­dan gö­re­ce­ği­miz üze­re 1445 yı­lı ya­zı­nın son­la­rın­da Dmit­ri She­mi­aka Va­si­li Kir­di­apa’­nın (son ba­ğım­sız Suz­dal ve Nijni Nov­go­rod prens­le­rin­den bi­ri) so­yun­dan ge­len­ler­le on­la­rı tek­rar Nijni Nov­go­rod prens­li­ği­ne yer­leş­tir­me­yi ve ora­nın prens­le­ri ola­rak ta­nı­ma­yı ka­bul et­ti­ği bir anlaş­ma im­za­la­dı. Bu, She­mi­aka’­nın II. Va­si­li’­ye kar­şı gi­riş­ti­ği ham­le­ler­den bi­riy­di. Shemiaka, o sı­ra­da Uluğ Meh­med’in ken­di­si­ne Mos­ko­va tah­tı­nın be­ra­tı­nı ve­re­ce­ği­ni ümit edi­yor­du. Şa­yet Uluğ Meh­med iş­gal et­miş ol­say­dı Nijni Nov­go­rod’u Suz­dal prens­le­ri­ne va­ad et­me­ye hiç ce­sa­ret ede­mez­di. Bu yüz­den ben bir hi­po­tez ola­rak Uluğ Meh­med’in 1444 yı­lın­da Nijni Nov­go­rod’a de­ğil, Oka bo­yun­da­ki Go­ro­dets’in es­ki ye­ri­ne yer­leş­ti­ği­ni var­say­mak te­mâ­yü­lün­de­yim.

Uluğ Meh­med’in bir son­ra­ki ha­re­ke­ti, 1444-45 kı­şın­da Go­ro­dets ile Nijni Nov­go­rod ara­sın­da ya­rı yol­da bu­lu­nan Mu­rom’a sal­dır­mak ol­du. Bu sal­dı­rı II. Va­si­li’­nin şah­sen ku­man­da et­ti­ği Mos­kof as­ker­le­ri ta­ra­fın­dan püs­kür­tül­dü. Fa­kat gran­dük Go­ro­dets’­de mu­ha­sa­ra al­tın­da­ki Rus gar­ni­zo­nu­nu kur­tar­ma­ya mu­vaf­fak ola­ma­dı. Bu yüz­den Rus­lar hi­sa­rı ate­şe ve­rip ora­yı terk et­ti­ler. Bu­nun üze­ri­ne Uluğ Meh­med or­du­su­nun bir kıs­mı­nı oğul­la­rı Mah­mu­dek ile Ya­kub’un ku­man­da­sı­na ve­rip Va­si­li’­nin Mu­rom’­dan git­ti­ği Suz­dal üze­ri­ne sev­kede­bil­di. Fa­kat Va­si­li ye­ni Ta­tar iler­le­yi­şi­ni ha­ber al­dı­ğı za­man Mos­ko­va’­ya ge­ri dön­müş bu­lu­nu­yor­du. He­men kü­çük bir kuv­vet­le Suz­dal’a ge­ri dön­dü. Ken­di­si­ne tâ­bi olan Ta­tar pren­si Ber­di­dad bir mik­tar ge­ri­den onu ta­kip edi­yor­du. 7 Tem­muz 1445’te II. Va­si­li Ber­di­dad’ın yar­dım­cı kuv­vet­le­ri­ni bek­le­mek­si­zin Uluğ Meh­med’in oğul­la­rı­nın 3.500 ki­şilik or­du­su­na sal­dır­dı. Va­ka­yi­nâ­me­le­re gö­re Va­si­li’­nin em­rin­de sa­de­ce 1.500 as­ker var­dı. Ta­tar­lar ka­zan­dı­lar ve ya­ra­lan­mış olan Va­si­li esir alın­dı.969 Böy­le­ce iki kü­çük kuv­ve­tin sı­ra­dan bir kar­şı­laş­ma­sı, ba­sit bir mü­sa­de­me bek­len­me­dik bir za­man­da bü­yük ta­ri­hî öne­mi ha­iz bir olay ol­du. Böy­le bir ba­şa­rı­yı Ta­tar prens­le­ri­nin ken­di­le­ri de bek­le­mi­yor­lar­dı ve ga­ni­met­le­riy­le ne ya­pa­cak­la­rı­nı bil­mi­yor­lar­dı. Za­fer­le­rin­den ya­rar­lan­ma­ya te­şeb­büs et­me­di­ler ve Suz­dal ile çev­re­si­ni yağ­ma­la­dık­tan son­ra ba­ba­la­rı­nın o sı­ra­da bu­lun­du­ğu Mu­rom’a ge­ri çe­kil­di­ler. Anlaşıldığı kadarıyla Uluğ Meh­med de bu du­rum­da ne ya­pa­ca­ğı­nı bi­le­mi­yordu. Mos­ko­va’­ya bir se­fer ter­tip ede­ce­ği yer­de, Nijni Nov­go­rod’a uğ­ra­mak­sı­zın or­da­sı­nı ve esi­ri­ni Kurmysh’a gö­tür­dü. Kurmysh, Nijni Nov­go­rod ile Ka­zan ara­sın­da ya­rı yol­da­dır. Uluğ Meh­med muh­te­me­len o sı­ra­da Ka­zan’a yer­leş­me­ye ka­rar ver­miş­ti ve o is­ti­ka­me­te doğ­ru gi­di­yor­du. Fa­kat Va­si­li’­nin akı­be­ti hak­kın­da ka­rar ver­mek için Kurmysh’­da haf­ta­lar­ca kal­dı.

969Ni­kon, 12, 64-65.

Gran­dü­kün esir düş­tü­ğü ha­be­ri Mos­ko­va’­ya ulaş­tı­ğı za­man halk pa­ni­ğe ve de­rin bir üzün­tü­ye ka­pıl­dı. Şe­hir he­men ol­ma­sı bek­le­nen bir Ta­tar sal­dı­rı­sı­na kar­şı ale­la­ce­le ha­zır­la­nır­ken, an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re ka­za­en çok bü­yük bir yan­gın çık­tı. Ana gran­dü­şes Sop­hia ve gran­dü­şes Ma­ria yan­la­rın­da bo­yar­lar ol­du­ğu hal­de Ros­tov’a kaç­tı­lar. Ken­di ha­li­ne bı­ra­kı­lan halk, 1382 yı­lın­da Tok­ta­mış’ın akı­nı es­na­sın­da yap­tığı gi­bi kendi söküğünü kendisi dikmeyi kararlaştırdı. Yan­gın­dan za­rar gö­ren is­tih­kâm­lar ta­mir edil­di; kim­se­nin şe­hir­den ay­rıl­ma­sı­na mü­sa­ade edil­me­di; di­sip­lin ye­ni­den te­sis edil­di ve şe­hir mi­li­si sa­va­şa ha­zır ha­le ge­ti­ril­di.970 Bu olay­dan ön­ce ve son­ra, Mos­ko­va hal­kı­nın II. Va­si­li ile ku­zen­le­ri ara­sın­da­ki mü­ca­de­le­de fa­al bir rol ol­ma­ma­sı­na rağ­men, daha önce ol­du­ğu gi­bi Ta­tar teh­li­ke­si­ne kar­şı ilk bir­le­şen­le­rin on­lar ol­du­ğu­nu gör­mek il­ginç­tir. On­la­rın men­fa­at­le­ri­nin ba­kış açı­sın­dan şu veya bu Rus pren­si ara­sın­da çok fark ol­ma­dı­ğı aşi­kâr­dır, ama ya­ban­cı bir müs­tev­li­ye tâ­bi ol­mak teh­li­ke­si hep­si ta­ra­fın­dan de­rin­den his­se­di­li­yor­du ve veçe ge­le­ne­ği­nin fa­sı­la­lı ola­rak ye­ni­den can­lan­ma­sı için ha­re­ke­te ge­çi­ri­ci olu­yor­du.

970Age., 12, 65.

Bu ara­da Dmit­ri She­mi­aka si­ya­sî du­rum­dan ken­di men­fa­ati­ne ya­rar­lan­ma­ya ça­lış­tı. Bah­so­lun­du­ğu gibi, Suz­dal-Nijni Nov­go­rod prens­li­ği­ni Suzdal prenslerine ge­ri ver­mek üze­re bir anlaşma yap­tı.971 Bu, ba­ba­sı Yu­ri’­nin fe­de­ras­yon konusundaki si­ya­si prog­ra­mıyla ay­nı doğ­rul­tu­day­dı. Uluğ Meh­med Han ise göründüğü kadarıyla Dmit­ri She­mi­aka’­yı Mos­ko­va tah­tı­na oturtma taraftarıydı. Ey­lül ayı­nın baş­la­rın­da han el­çi­si Be­giç’i Dmit­ri ile ön gö­rüş­me­le­ri yap­mak üze­re Galiç’e gön­der­di. Bek­le­ne­ce­ği üze­re Dmit­ri onu bü­yük bir ne­zâ­ket­le kar­şı­la­dı ve onu ge­ri gön­de­rir­ken ya­nı­na Ha­run Va­si­li’­yi Mos­ko­va’­ya ge­ri dön­me­ye bı­rak­ma­ma­sı için ıs­rar et­me­si ta­li­ma­tıy­la bir ada­mı­nı ver­di.

971DDG, s. 119-120.

Di­ğer ta­raf­tan Va­si­li ha­nın ken­di­si­ni ser­best bı­rak­ma­sı için ıs­rar edi­yor­du. Esa­ret­tey­ken muh­te­me­len sa­ray er­kâ­nın­dan ba­zı­la­rı ona ka­tıl­mış ve han ile ha­nın ai­le­si­ne he­di­ye­ler ver­me­si için pa­ra ge­tir­miş ol­ma­lı­dır­lar. Ay­rı­ca Va­si­li ha­na Mos­ko­va’­ya dö­nü­şün­den son­ra öden­mek üze­re bü­yük bir fid­ye ver­me­yi va­ad et­me­ye ha­zır­dı. Her halü­kâr­da Uluğ Meh­med’in oğul­la­rın­dan iki­si­nin, Ya­kub ile Ka­sım’ın ve bir­çok Ta­tar pren­si ile bü­yük asil­zâ­de­nin dost­lu­ğu­nu ka­zan­ma­ya mu­vaf­fak ol­du. Bi­lin­me­yen bir se­bep­ten do­la­yı Be­giç’in Dmit­ri’­ye yap­tı­ğı yol­cu­luk bek­le­nen­den da­ha uzun sür­dü. Va­si­li’­nin Or­da’­da­ki dost­la­rı el­çi­nin uzun sü­ren gay­bu­be­tin­den Uluğ Meh­med’e Dmit­ri’­nin ni­yet­le­ri ko­nu­sun­­da şüp­he uyandır­mak için ya­rar­lan­dı­lar. Be­giç’in Dmit­ri’­nin em­riy­le öl­dü­rül­dü­ğü­ne da­ir ri­va­yet­ler çı­ka­rıl­dı. Her ha­lü­kâr­da 1 Ekim’­de Uluğ Meh­med Va­si­li’­nin le­hi­ne olan ka­ra­rı­nı açık­la­dı.972

972Ni­kon, 12, 66.

Va­si­li ser­best bı­ra­kıl­dı ve Mos­ko­va tah­tı be­ra­tı han ta­ra­fın­dan teyit edil­di. Ama Ps­kov Va­ka­yi­nâ­me­si­ne gö­re 25.000 rub­le fid­ye öde­me­yi ye­min­le va­ad et­mek zo­run­da kal­dı;973 Nov­go­rod Va­ka­yi­nâ­me­si 200.000 rub­le gi­bi çok da­ha bü­yük bir ra­kam ve­rmektedir;974 ama bu kayıt, muh­te­me­len sa­de­ce Va­si­li’­nin şah­sî fid­ye­si­ne de­ğil, Rus­ya’­dan is­te­nen bü­tün öde­me­le­re atıf­ta bu­lun­mak­ta­dır. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Va­si­li fid­ye­nin ya­nı sı­ra Tok­ta­mış’ın tarh et­ti­ği yük­sek mik­tar­lar­da­ki ha­raç ve tam­ga­yı da top­la­ma­yı va­ad et­miş­ti. Öde­me­yi ga­ran­ti­ye al­mak için bir­çok Ta­tar pren­si ve yük­sek mev­ki sa­hi­bi gö­rev­li ma­iyet­le­riy­le bir­lik­te Va­si­li’­ye Mos­ko­va’­ya ka­dar re­fa­kat ede­cek­ler­di. Va­si­li pa­yi­tah­ta dö­nü­şü­nü ha­ber ver­mek için he­men ulak ola­rak Andrew Pleşçeyev’i ön­den gön­der­di. Pleşçeyev yol­da ha­na ge­ri dön­mek­te olan Be­giç’in se­yis­le­ri­ne rast­la­dı (Be­giç Oka’­da ge­mi ile yol­cu­luk ya­pı­yor­du). Pleşçeyev, bu­nu en ya­kın Mos­kof as­ke­rî ku­man­da­nı olan prens Va­si­li Obo­lensky’e bil­dir­di, o da he­men Be­giç’i tev­kif et­ti. Be­giç’e re­fa­kat eden Dmit­ri’­nin ada­mı kaç­ma­ya mu­vaf­fak ol­du.

973The First Ps­ko­vi­an Ch­ro­nic­le, s. 47.

974Nov­go­rod, s. 426.

Uluğ Meh­med’in Va­si­li’­yi ser­best bı­rak­masının yanlışlığı, ya­kın dö­nem­de Al­man âli­mi Ber­told Spu­ler ta­ra­fın­dan şu sözlerle değerlendirilmişti: “Uluğ Meh­med, Mos­ko­va gran­dü­ka­lı­ğı­nı ta­ma­men bo­yun eğ­dir­mek için gü­zel bir fır­sa­tı boş ye­re he­ba et­ti!”975 As­lı­na ba­kı­lır­sa Uluğ Meh­med du­ru­mu ken­di­si­ne XX. Yüz­yıl­da tav­si­ye­de bu­lu­nan­dan da­ha iyi an­la­mış ol­ma­lı­dır. Çünkü Tok­ta­mış’ın dev­ri geç­miş­ti. Al­tın Or­du’­nun da­ğıl­ma­sı ve Rus­ya’­nın eko­no­mik gü­cü­nün bü­yü­me­si ile kuv­vet den­ge­si Rus­ya’­nın le­hi­ne de­ğiş­miş­ti. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re Uluğ Meh­med’in or­da­sı bü­yük de­ğil­di. Em­ri al­tın­da en çok 10.000 savaşçı vardı. Oğul­la­rı­nın Suz­dal’­da­ki za­fe­ri­nin ta­ma­men te­sa­dü­fî ol­du­ğu­nu bil­miş ol­ma­lı­dır. Bu şart­lar al­tın­da Rus­ya’­yı silah gü­cüy­le fet­het­me­yi ve­ya sa­de­ce zor kul­la­na­rak bo­yun eğ­dir­me­yi cid­dî cid­dî dü­şü­ne­mez­di. Tek şan­sı, Va­si­li va­sı­ta­sıy­la Rus­ya’­dan mu­az­zam bir taz­mi­nat alıp bu­nun­la Mos­kof as­ker­le­ri­nin he­men ula­şa­ma­ya­cak­la­rı bir yer­de ken­di ha­zır­lı­ğı­nı yap­mak­tı. Muhtemelen alabileceği en akıllı karar buydu. He­sa­ba kat­ma­dı­ğı tek âmil en bü­yük oğ­lu Mah­mu­dek’­di. Rus­ya’­dan ge­le­cek zen­gin­lik­le­rin ca­zi­be­si­ne ka­pı­lan Mah­mu­dek, bun­la­rı ba­ba­sı­na kul­lan­dırt­mak­tan­sa ken­di­si kul­lan­ma­ya ka­rar ver­mişti. Ba­ba­sı­nı öl­dür­dü ve or­da­yı Ka­zan’a gö­tü­rüp 1445 yı­lı­nın son­ba­ha­rın­da ken­di­si­ni ora­da han ilan et­ti. Muh­te­me­len kar­deş­le­ri Ya­kub ile Ka­sım’ı da öl­dür­tür­dü, ama on­lar va­ka­nü­vi­sin de­di­ği­ne gö­re Çer­kez­le­rin ül­ke­si­ne kaç­tı­lar. Çer­kez­ler­le ne­yin kas­te­dil­di­ği ile­ri­de an­la­şı­la­cak­tır. Bir­çok prens ve bü­yük asil­zâ­de de Mah­mu­dek’i terk edip Sey­dah­med Han’ın ta­ra­fı­na geç­ti­ler.

975Spu­ler, s. 165.

III

Va­si­li, 17 Ka­sım’­da Mos­ko­va’­ya ge­ri dön­dü. Olay­la­rın gi­di­şa­tın­dan du­ru­ma gö­re mem­nun ola­bi­lir­di. Tah­tı­nı ve mül­kü­nü mu­ha­fa­za et­miş ve ha­na top­rak ver­me­miş­ti. Ay­rı­ca Uluğ Meh­med’in su­ikas­ta uğ­ra­ma­sın­dan ve Mah­mu­dek’in Ka­zan’a çe­kil­me­sin­den son­ra ya­kın teh­li­ke or­ta­dan kalk­mış­tı. Uluğ Meh­med’in taz­mi­na­tı tah­sil et­mek için gön­der­di­ği Ta­tar prens­le­ri­nin onun oğ­lu­na ver­dik­le­ri bir bağ­lı­lık ye­mi­ni yok­tu ve en azın­dan bir kıs­mı top­la­dık­la­rı pa­ra ile mü­ka­fat­lan­dı­rıl­mak üze­re Va­si­li’­nin hiz­me­ti­ne gir­me­ye ik­na edi­le­bi­lir­ler­di. Mah­mu­dek’in pe­şi sı­ra Ka­zan’a git­me­yi ka­bul et­me­yen baş­ka Ta­tar prens­le­ri ve bü­yük asil­zâ­de­ler şim­di Va­si­li’­nin sun­du­ğu çe­ki­ci imkan­lar­la Rus­ya’­ya cezp edil­di­ler. Rus­ya’­ya çok sa­yı­da Ta­tar gö­rev­li­nin gel­me­si ön­ce­le­ri Va­si­li’­nin mağ­lu­bi­ye­ti­nin ve esa­re­ti­nin te­sa­dü­fî bir so­nu­cuy­du. Ama bu sü­reç Va­si­li’­nin bi­linçli si­ya­se­ti­nin bir sonucu olarak de­vam et­ti. Ta­tar tâ­bi­le­ri kul­lan­ma­nın Mos­kof­ya’­nın ya­kı­nın­da­ki Ta­tar or­da­la­rı ile baş et­mek için ye­ni bir me­tod ol­du­ğu­nu ça­bu­cak fark et­miş­ti; ha­riç­te­ki Ta­tar­lar­la sa­vaş­mak için “sa­dık” Ta­tar­la­rı kul­lan­dı. Ay­rı­ca Va­si­li da­hi­lî si­ya­se­tin­de Rus te­ba­sın­dan ge­le­bi­le­cek bir mu­ha­le­fe­ti bas­tır­mak­ta kul­la­na­bi­le­ce­ği ye­ni bir sa­dık hiz­met­kâr züm­re­si­ne sa­hip ol­ma­nın avan­ta­jı­nı çok­tan fark et­miş­ti.

Bu mu­ha­le­fet sü­rat­le olu­şu­yor­du ve düş­man­la­rı­nın ona kar­şı yaptıkları pro­pa­gan­da­la­rda en çok tenkit ettikleri yönü Vasili’nin Tatarlara karşı ol­duk­ça cömert davranışlarıydı. Bek­le­ne­ce­ği üze­re prens Dmit­ri She­mi­aka bu mu­ha­le­fe­tin ha­re­ke­te ge­çi­ri­ci ru­hu ol­du. Prens İvan Mojaisky’­nin tam des­te­ği­ni el­de et­me­ye mu­vaf­fak ol­du ve iki­si Tver gran­dü­kü­nü yak­laş­mak­ta olan mü­ca­de­le­de en azın­dan ha­yır­hah bir ta­raf­sız­lık güt­me­ye ik­na et­ti­ler. Mo­nar­şik ge­le­nek­ler­le do­lu olan ve baş­ka mü­na­se­bet­ler­le Va­si­li’­nin Mos­kof­la­rın nez­din­de­ki po­pü­ler­li­ği­ni vur­gu­la­yan Ni­kon Va­ka­yi­nâ­me­si bi­le, bu defa bir­çok Mos­ko­valı bo­ya­r ile zen­gin tüc­ca­rın ve hat­ta ba­zı ke­şiş­le­rin ona kar­şı düzenlenen komp­lo­ya ka­tıl­dık­la­rı­nı iti­raf etmektedir.976 Dmit­ri She­mi­aka’­nın kış­kırt­tı­ğı pro­pa­gan­da he­de­fi­ne ulaş­mış gö­rü­nü­yor.

976Ni­kon, 12, 67.

Image9008.PNG

Va­si­li’­nin Uluğ Meh­med’­le yap­tı­ğı anlaşma­nın ana mad­de­si­ni açık­la­ma­dı­ğı­na da­ir ri­va­yet­ler çı­kar­tıl­dı. Bu mad­de ile Uluğ Meh­med’in Mos­ko­va ça­rı ola­ca­ğı ve Va­si­li’­nin onun tâ­bi pren­si ola­rak Tver’e yer­leş­ti­ri­le­ce­ği ima edil­di.977 İş­te hü­küm­dar­lı­ğı­nın son yıl­la­rın­da Vasili’ye takılan “Temnyi” lâ­ka­bı bu şekilde daha iyi izah edilebilir. Çünkü bu anlamda kul­la­nıl­dı­ğı za­man ti­omn­yi di­ye te­lâf­fuz edi­len ke­li­me­nin alı­şıl­mış mana­sı “ka­ran­lık”tır. Gö­re­ce­ği­miz üze­re Va­si­li’­nin 1446 yı­lın­da mu­ha­lif­le­ri ta­ra­fın­dan göz­le­ri kör edil­miş­ti. Ona kör­lü­ğü yü­zün­den Temn­yi den­di­ği ile­ri sü­rül­müş­tür. Us­ha­kov, Dic­ti­onary of the Rus­si­an Lan­gu­age’­de978* ba­zı “ma­hal­lî” leh­çe­ler­de “temn­yi”nin “kör” de­mek ol­du­ğu­na işa­ret edi­yor. Fa­kat her­han­gi bir yö­re­ye atıf­ta bu­lun­mu­yor ve bu ba­kım­dan ver­di­ği tek ör­nek ise “Kör Va­si­li” di­ye yo­rum­la­dı­ğı “Va­si­li Temn­yi”dir.979 Di­ğer ta­raf­tan Srez­nevsky’­nin ese­ri olan Dic­ti­onary of the Old Rus­si­an Lan­gu­age’­de980* ke­li­me­nin böy­le bir mana­sı yok­tur. Fa­kat es­ki Rus­ça’­da ta­ma­men fark­lı mana­da öz­deş bir ke­li­me var­dı: t’­ma (tü­men)’den tü­re­ti­len temn­yi.981 Mo­ğol or­du­sun­da­ki tü­men ko­mu­ta­nı­na Rus­ça’­da “tem­nik” de­nir­di; bu gö­re­ve tayin edi­len bir su­ba­ya ve­ya pren­se atıf­ta bu­lu­nur­ken kul­la­nı­lan sı­fat “temn­yi” idi. Al­tın Or­du’­nun son dö­ne­min­de tem­nik­le­rin çoğu Ta­tar pren­s­iy­di. Rus­ça’­da “tü­me­nin prens ku­man­dan­la­rı” (temn­ye kni­azia) di­ye bi­li­ni­yor­lar­dı. Va­si­li ile Uluğ Meh­med ara­sın­da giz­li bir anlaşma olduğu şeklindeki ri­va­yet­ler göz önünde bulundurulursa, Va­si­li’­yi kü­çük dü­şür­mek için ra­kip­le­ri­nin ona “tü­me­nin prens ku­man­da­nı” (temn­yi kni­az’) adı­nı ta­ka­rak, onun ha­nın sı­ra­dan tâ­bi bir pren­si ve Ta­tar or­du­su­nun bir gö­rev­li­si ol­du­ğu­nu ima et­me­le­ri da­ha muh­te­mel gö­zük­mek­te­dir. Do­la­yı­sıy­la Va­si­li Temn­yi’­dir (Ti­omn­yi de­ğil).

977Agy.

978Dic­ti­onary of the Rus­si­an Lan­gu­age: Rus Di­li Söz­lü­ğü –çn.

979D. Us­ha­kov, Slo­var’ russ­ko­go iazy­ka, 4 (Mos­ko­va, 1940), 647.

980Dic­ti­onary of the Old Rus­si­an Lan­gu­age: Es­ki Rus Di­li Söz­lü­ğü –çn.

981Srez­nevsky, 3, col. 1085.

Vasili, 1446 yı­lı­nın Şu­bat ayın­da Tri­nity ma­nas­tı­rı­na bir hac zi­ya­re­ti yap­ma­ya ka­rar ver­di. Komp­lo­cu­lar, onun Mos­ko­va’­da bu­lun­ma­yı­şın­ı hü­kü­met dar­be­si için bir fırsat olarak değerlendirdiler. Dmit­ri She­mi­aka ve İvan Mo­jaisky 12 Şubatta Mos­ko­va ön­le­ri­ne gel­di­ler; ka­pı­lar şe­hir­de­ki “be­şin­ci kol” ta­ra­fın­dan açıl­dı ve hiçbir direnişle karşılaşmadan şeh­re gir­di­ler. İki gran­dü­şe­sin ya­nı sı­ra bo­yar­lar­dan ba­zı­la­rı­nı tev­kif et­ti­ler ve gran­dü­ka­lık ha­zi­ne­si­ni ele ge­çir­di­ler. Dmit­ri Mos­ko­va gran­dü­kü ilan edil­di. Ga­lip­ler son­ra ye­ni gran­dü­kün bo­yar­la­rın­dan bi­ri­ni Va­si­li’­yi tev­kif et­mek için bir as­ke­rî bir­lik­le bir­lik­te Tri­nity ma­nas­tı­rı­na gön­der­di­ler, o da bu­nu ko­lay­ca yap­tı. Fa­kat sa­dık hiz­met­kâr­lar Va­si­li’­nin iki oğ­lu­nu, al­tı ve beş yaş­la­rın­da­ki İvan (ge­le­ce­ğin gran­dü­kü III. İvan) ve Yu­ri’­yi gü­ven­li bir ye­re ka­çır­ma­ya mu­vaf­fak ol­du­lar. On­lar­la bir­lik­te Mu­rom’a ka­çan prens İvan Ri­apo­lovsky’­nin şah­sın­da bir hâ­mi bul­du­lar.

Va­si­li he­men Mos­ko­va’­ya ge­ti­ril­di ve 16 Şu­bat’­ta She­mi­aka ve Mojaisky’­nin em­riy­le göz­le­ri kör edil­di (ba­zı va­ka­yi­nâ­me­ler­de bu mü­na­se­bet­le Tver gran­dükü Bo­ris’in adın­dan da bah­se­di­lir). Vasili suçlanırken şu açıklama ya­pıl­dı: Ta­tar­la­rı aşı­rı de­re­ce­de sev­mek; on­la­ra ar­pa­lık ola­rak Rus şe­hir­le­ri­ni ver­mek; on­la­rı al­tı­na ve gü­mü­şe boğ­mak ve prens Va­si­li Ko­soy’u kör et­mek.982 Daha sonra Va­si­li ile ka­rı­sı Ug­liç’e gön­de­ril­di; an­ne­si Galiç’in ku­ze­yin­de uzak­ta bir şe­hir olan Chukh­lo­ma’­ya sür­gün edil­di. Bo­yar­la­rı -en azın­dan Mos­ko­va’­da bu­lu­nan­lar- Dmit­ri She­mi­aka’­nın ta­ra­fı­na geç­ti­ler. Va­si­li’­nin ma­iye­tin­den iki prens, ka­yın­bi­ra­de­ri olan Ser­puk­hov’­lu Va­si­li ile Si­me­on Obo­lensky Lit­van­ya’­ya kaç­tı­lar. Di­ğer ta­raf­tan bir­çok “bo­yarzâde” (de­ti bo­yars­kie), Va­si­li’­ye bo­yar­lar­dan da­ha zi­ya­de sa­dık ol­ma­la­rı bek­le­nen gran­dü­kün hiz­me­tin­de­ki kü­çük asil­zâ­de­ler­den bir ­grup She­mi­aka’­ya bağ­lı­lık ye­mi­ni ver­di­ler. Fa­kat son­ra­ki olay­la­rın gös­te­re­ce­ği gibi, on­la­rın Vasili’ye di­ğer sos­yal sı­nıf­lar­dan daha fazla des­tek ver­me­ye müyeyya bir grup olduğu gö­rül­dü. Fa­kat o sı­ra­da Va­si­li’­nin kü­çük asil­zâ­de­ler ara­sın­da­ki bü­tün hiz­met­kâr­la­rın­dan sa­de­ce bi­ri, Fe­dor Ba­se­nok, She­mi­aka’­ya açık­ça kar­şı çık­tı. He­men tev­kif edil­di, ama zin­dan­dan kaç­ma­ya mu­vaf­fak ol­du ve Va­si­li’­ye sa­dık olan di­ğer bo­yarzâdelerden bir­ço­ğu­nu top­la­yıp on­lar­la bir­lik­te Lit­van­ya’­ya kaç­tı ve ora­da Ser­puk­hov pren­si Va­si­li’­ye ka­tıl­dı. Prens Va­si­li kral Ca­si­mir ta­ra­fın­dan iyi kar­şı­lan­mış ve ken­di­si­ne ar­pa­lık ola­rak Bri­ansk ve bir­çok baş­ka Se­ve­ria şeh­ri ve­ril­mişti.

982Nov­go­rod IV, 443.

Dmit­ri She­mi­aka’­nın bir sonraki işi, Va­si­li’­nin oğul­la­rı­ prens İvan ile Yu­ri’­yi ele ge­çir­mek ol­du. Hâ­mi­le­ri Ri­apo­lovsky on­la­rı tes­lim et­me­yi red­det­ti­ği için She­mi­aka ço­cuk­la­ra hiç­bir şe­kil­de za­rar ver­me­ye­ce­ği­ni ye­min­le va­ad ede­rek Ri­azan pis­ko­po­su Yo­na’­nın (ge­le­ce­ğin met­ro­po­li­ti) ara­bu­lu­cu­luk yap­ma­sı­nı is­te­di. Yo­na’­nın te­mi­nat ver­me­si üze­ri­ne Ri­apo­lovsky onun prens­le­ri Mos­ko­va’­ya gö­tür­me­si­ni ka­bul et­ti. She­mi­aka on­la­rı ön­ce şef­kat­le kar­şı­la­dı ve zi­ya­fet­te eğ­len­dir­di. Fa­kat iki gün son­ra on­la­rı ebe­veyn­le­riy­le bir­lik­te hap­se­dil­mek üze­re Ug­liç’e gön­der­di. Ta­bi­atıy­la Ri­apo­lovsky çok öf­ke­len­di ve an­la­şıl­dı­ğı kadarıyla prens İvan St­ri­ga-Obo­lensky’le bir­lik­te dev­rik gran­dü­ke sa­dık hiz­met­kâr­la­rın­dan bir bir­lik top­la­ma­ya baş­la­dı. Plan­la­rı She­mi­aka’­nın Ug­liç’­de­ki gar­ni­zo­nu­na sal­dı­rıp Va­si­li’­yi ve bü­tün gran­dük ai­le­si­ni kur­tar­mak­tı. Fa­kat bir ca­sus va­sı­ta­sıy­la komp­lo­dan vak­tin­de ha­ber­dar olan She­mi­aka, Ri­apo­lovsky’­nin üs­tü­ne as­ker gön­der­di. Bir­kaç mü­sa­de­me­den son­ra Ri­apo­lovsky ve St­ri­ga-Obo­lensky Lit­van­ya’­ya kaç­tı­lar ve o sı­ra­da Ms­tis­lavl’­da bu­lu­nan Ser­puk­hov pren­si Va­si­li’­ye ka­tıl­dı­lar.

Bu ara­da pis­ko­pos Yo­na, ver­di­ği sö­zün hi­la­fı­na Va­si­li’­nin oğul­la­rı­nı hap­set­ti­ği için Dmit­ri She­mi­aka’­ya ser­ze­niş­te bu­lu­nup du­ru­yor­du. She­mi­aka ni­ha­yet sa­de­ce kü­çük prens­le­ri de­ğil ba­ba­la­rı­nı da ser­best bı­rak­ma­yı ka­bul et­ti. Şah­sen Ug­liç’e git­ti ve şa­yet Va­si­li ye­min ve­re­rek kendisini gran­dük ola­rak ta­nır­sa ar­pa­lık ola­rak ona Vo­log­da şeh­ri­ni ver­me­ye ha­zır ol­du­ğu­nu be­yan et­ti. Usu­lü­ne uy­gun ola­rak ye­min ve­ril­di ve She­mi­aka vaktiyle tutukladıklarını mü­kel­lef bir zi­ya­fet­le ağır­la­dı. Gün­ler­ce son­ra Va­si­li, ai­le­si ile bir­lik­te Vo­log­da’­ya doğ­ru yo­la çık­tı.

Va­si­li, aslında She­mi­aka’­ya is­yan et­me­mek için ver­di­ği ye­mi­ni­ni tut­mak ni­ye­tin­de ol­sa bile ta­raf­tar­la­rı­nın bas­kı­sı yü­zün­den bu­nu ya­pa­maz­dı. Va­si­li’­nin ser­best kal­dı­ğı du­yu­lur du­yul­maz her yer­de She­mi­aka’­nın ida­re­si­ne kar­şı ­psi­ko­lo­jik bir tep­ki or­ta­ya çık­tı. She­mi­aka’­nın hiz­me­ti­ne gir­miş olan Va­si­li’­nin es­ki bo­yar­la­rı onu terk edip mü­te­akip ge­liş­me­le­ri ta­raf­sız bir böl­ge­de bek­le­mek üze­re Tver’e git­ti­ler. Bir­çok bo­yarzâde ta­raf­sız bir yö­re ara­ma­ya uğ­raş­ma­dı­lar, bi­lâ­kis Mos­ko­va’­dan II. Va­si­li’­nin Vo­log­da’­dan hac zi­ya­re­ti için git­ti­ği Be­lo­ze­ero mın­tı­ka­sın­da­ki St. Cy­ril ma­nas­tı­rı­na kaç­tı­lar. St. Cy­ril’­de baş­ra­hip Tri­fon bas­kı al­tın­da ve­ril­di­ği­ni öne sü­re­rek II. Va­si­li’­yi She­mi­aka’­ya ver­di­ği ye­min­den hâ­lâs et­ti. Va­si­li’­nin Tver’­de­ki bo­yar­la­rı gran­dük Bo­ris ile önem­li gö­rüş­me­ler yap­tı­lar ve böylece Boris so­nun­da şah­sen ko­nuş­mak için Va­si­li’­yi Tver’e da­vet et­me­yi ka­bul et­ti. Bo­ris ile Va­si­li ara­la­rın­da dost­ça bir anlaşma­ya var­dı­lar ve Bo­ris’in kı­zı Ma­ri­a’­nın Va­si­li’­nin oğ­lu İvan ile ni­şa­nı ya­pıl­dı.

Bu ara­da Ms­tis­lavl’­da Ser­puk­hov pren­si Va­si­li’­ye ka­tıl­mış olan Va­si­li ta­raf­tar­la­rı Mos­ko­va’­ya doğ­ru yo­la çık­tı­lar. Smo­lensk’in gü­ney­do­ğu­sun­da ka­lan El­ni­a’­da ön­ce düş­man zan­net­tik­le­ri ve sa­vaş­ma­ya ha­zır ol­duk­la­rı bü­yük bir Ta­tar bir­li­ği ile kar­şı­laş­tı­lar. Fa­kat bu Ta­tar­la­rın dost ol­du­ğu an­la­şıl­dı. Bun­lar Uluğ Meh­med’in II. Va­si­li’­nin ba­şı­na ge­len­le­ri du­yup ona yar­dım et­me­ye ka­rar ver­miş olan oğul­la­rı Ka­sım ve Ya­kub’un em­rin­dey­di­ler.983 Gör­müş ol­du­ğu­muz gi­bi ba­ba­la­rı su­ikas­ta uğ­ra­dık­tan son­ra bu iki Cu­çi pren­si Çer­kez­le­rin ül­ke­si­ne (Cher­kasy) kaç­mış­lar­dı. Ge­nel­lik­le bu­nun­la Ku­zey Kaf­kas­ya’­da­ki Çer­kez­le­rin kas­te­dil­di­ği dü­şü­nül­müş­tür, hal­bu­ki şa­yet öy­le ol­say­dı prens­le­rin Mos­ko­va’­nın bu ka­dar ba­tı­sın­da­ki El­ni­a’­da gö­rül­me­le­ri­ni izah et­mek müş­kül olur­du. Ku­zey Kaf­kas­ya’­dan Mos­ko­va’­ya gi­den mu­tad yol, Don neh­rin­den yu­­ka­rı­ya doğ­ru Ri­azan ül­ke­sin­den ge­çer­di. Bu yüz­den Ka­sım ile Ya­kub’un Ku­zey Kaf­kas­ya’­da Çer­kez­le­rin ya­nı­na de­ğil, Or­ta Din­ye­per hav­za­sın­da Ta­tar­lar­la Uk­rayn­la­rın bu­luş­tuk­la­rı­nı bil­di­ği­miz ve ge­le­ce­ğin Uk­rayn Ko­sak­la­rı­nın te­şek­kül et­mek­te ol­du­ğu Cher­kasy yö­re­si­ne sı­ğın­mış ol­ma­la­rı çok da­ha muh­te­mel­dir. Bu var­sa­yım­la iki pren­sin El­ni­a’­da or­ta­ya çık­ma­la­rı da­ha an­la­şı­la­bi­lir olur.

983Ni­kon, 12, 72.

Va­si­li ta­raf­tarı olan iki ­grup, Rus­lar ve Ta­tar­lar, şim­di kuv­vet­le­ri­ni bir­leş­tir­di­ler ve ace­ley­le Mos­ko­va’­ya doğ­ru git­ti­ler. Bu ara­da Dmit­ri She­mi­aka ve İvan Mojaisky or­du­la­rı­nı hem Tver’e hem Mojaisk’e gi­den yol­la­rı ko­ru­ya­bi­le­cek­le­ri Vo­lo­ko­lamsk’­da top­la­mış­lar­dı. Bu­na rağ­men II. Va­si­li’­nin bo­yar­la­rın­dan bi­ri olan Mikael Pleşçeyev kü­çük bir bir­lik­le giz­li­ce Mos­ko­va’­ya gir­me­ye mu­vaf­fak ol­du. She­mi­aka’­nın Mos­ko­va’­da­ki gö­rev­li­le­ri ya kaç­tı­lar ya tu­tuk­lan­dı­lar. Hal­ka II. Va­si­li’­ye bağ­lı­lık ye­mi­ni et­me­si em­re­dil­di. Bu­nun üze­ri­ne va­zi­yet Vo­lo­ko­lamsk’­da du­ru­la­maz ha­le gel­di ve She­mi­aka ile Mojaisky ace­ley­le Galiç’e ge­ri çe­kil­di­ler. II. Va­si­li on­la­rı ta­kip et­me­ye ka­rar ver­di ve as­ker­le­ri­ni ken­di­si­ne Ka­sım’ın ve Ya­kub’un Ta­tar­la­rı­nın ka­tıl­dı­ğı Ya­ros­lavl’a gö­tür­dü. Kuv­vet­le­ri şim­di düş­man­la­rı­nın­kin­den o ka­dar çok güç­lüy­dü ki on­la­rın bo­yun eğ­me­si­ni dü­şü­ne­bi­lir­di. Hâ­lâ Chukh­lo­ma’­da mah­pus olan an­ne­si gran­dü­şes Sop­hi­a’­nın ser­best bı­ra­kıl­ma­sı­nı is­te­mek için bo­yar Va­si­li Ku­tu­zov’u She­mi­aka’­ya yol­la­dı. II. Va­si­li Ku­tu­zov’un gö­re­vi­nin so­nu­cu­nu bek­le­me­den 17 Şu­bat 1447’de ora­da kör edil­dik­ten ne­re­dey­se tam bir yıl son­ra Mos­ko­va’­ya ge­ri dön­dü.

Ta­ma­men mağ­lup ol­ma­nın eşi­ği­ne gel­miş olan She­mi­aka, gran­dü­şe­si ser­best bı­rak­tı ve Mojaisky ile bir­lik­te II. Va­si­li’­nin nez­din­de ara­bu­lu­cu­luk yap­ma­sı için Ser­puk­hov pren­si Va­si­li’­ye baş­vur­du. 1447 yı­lı­nın Tem­muz ayı­nın baş­la­rın­da iki asi prens ile Ser­puk­hov’­lu Va­si­li ara­sın­da ge­çi­ci bir mü­ta­re­ke ak­de­dil­di. Onun ke­fil ol­ma­sıy­la She­mi­aka ve Mojaisky ba­ba mi­ras­la­rı­nı on­la­ra bı­rak­ma­sı için gran­dük II. Va­si­li’­den ricada bulunmayı ka­bul et­ti­ler (yal­nız She­mi­aka Zve­ni­go­rod’u tes­lim ede­cek­ti). Bu­na mu­ka­bil on­lar da Mos­ko­va’­dan al­dık­la­rı gran­dü­ka­lık mü­cev­her­le­ri ile di­ğer de­ğer­li şey­le­ri ia­de et­me­ye söz ver­di­ler. Ay­rı­ca Va­si­li’­nin tâ­bi­le­ri­ne -ça­re­viç­ler (Ka­sım ve Ya­kub), di­ğer Ta­tar prens­le­ri ve on­la­rın as­ker­le­ri- hiç­bir şe­kil­de sal­dı­rıp za­rar ver­me­ye­cek­le­ri­ne söz ver­di­ler.984 İki ay son­ra II. Va­si­li ile prens İvan Mojaisky ara­sın­da res­men ba­rış and­laş­ma­sı im­za­lan­dı. Mojaisky gran­dü­ke “efen­dim” di­ye hi­tap edip onun “kü­çük kar­de­şi” (yâ­ni tâ­bi­si) ol­du­ğu­nu be­yan et­ti.985 Fa­kat çok ih­ti­yaç duy­du­ğu za­ma­nı ka­zan­mış olan She­mi­aka tes­lim ol­mak­ta ace­le et­me­di. Bu­nun ye­ri­ne II. Va­si­li’­ye kar­şı ken­di­si­ne yar­dım et­me­le­ri için kış­kırt­mak üze­re adamlarını ser­best şe­hir­ler olan Nov­go­rod ve Vi­at­ka’­ya gön­der­di. Hat­ta Ka­zan ha­nı Mah­mu­dek’e el­çi gön­de­rip Va­si­li ile olan mü­na­se­be­ti­ni kes­me­si için onu tah­rik et­ti.986

984DDG, No. 46, s. 140-142.

985Age., No. 48, s. 146-148.

986AI, 1, 80.

IV

İk­ti­da­ra ge­ri dön­dük­ten son­ra Va­si­li on beş yıl da­ha hü­küm­dar­lık yap­tı. Bu kı­sa sü­re Rus ta­ri­hin­de nisbeten önem­li bir dö­nem sa­yı­la­bi­lir. Bu za­man zar­fın­da Mos­ko­va çar­lı­ğı­nın hem ide­olo­jik hem de mad­dî te­mel­le­ri atıl­dı. Gör­dü­ğü­müz üze­re met­ro­po­lit Yo­na’­nın Rus pis­ko­pos­lar ta­ra­fın­dan se­çil­me­si (1448) mil­lî Rus ki­li­se­si­nin do­ğu­şu­na işa­ret etmektedir. Si­ya­set ala­nın­da ise Mos­ko­va gran­dü­ka­lı­ğı­nın sağ­lam te­mel­le­re otur­ma­sı ne­re­dey­se ta­mam­lan­mıştı. İvan Ka­li­ta’­nın so­yun­dan ge­len­le­rin mülk­le­ri­nin ek­se­ri­si şim­di gran­dü­kün elin­dey­di. Es­ki pa­yi­taht Vla­di­mir bir taş­ra şeh­ri sta­tü­sü­ne ten­zil ol­muş­tu. Asıl Mos­kof­ya’­nın dı­şın­da Ri­azan gran­dü­ka­lı­ğı Mos­ko­va’­ya tâ­bi bir dev­let haline gelmişti (1447), Bü­yük Nov­go­rod’un bağımsızlığı ise bü­yük öl­çü­de azal­tıl­mış­tı (1456 yı­lın­da). Mos­kof­ya’­da bo­yar mec­li­si son kriz es­na­sın­da men­sup­la­rı arasında birlik ve kararlılık olmaması sebebiyle iti­bar kay­bı­na uğ­ra­mış­tı ve ta­ri­hî ba­kım­dan söy­le­mek ge­re­kir­se gran­dü­kün oto­ri­te­si­ni ken­di le­hi­ne sı­nır­la­mak fır­sa­tı­nı (şa­yet hiç böy­le bir fır­sat var idiy­se) ka­çır­mış­tı. Ay­nı za­man­da bu dö­nem­de Do­ğu Rus­ya as­lın­da ken­di­si­ni he­nüz res­men ol­ma­sa da Ta­tar hâ­ki­mi­ye­tin­den kur­tar­mış­tı. Mos­ko­va hü­kü­me­ti, ha­nın oto­ri­te­si­nin üs­tün­lü­ğü­nü pren­sip ola­rak ta­nı­ma­yı sür­dür­mek­le be­ra­ber, is­men met­bu­sunun Rus­ya’­nın da­hi­lî me­se­le­le­ri­ne hiç­bir şe­kil­de mü­da­ha­le et­me­si­ne izin ver­mi­yor­du. Ha­raç hâ­lâ top­lan­mak­la be­ra­ber ha­nın eli­ne ge­çer­se an­cak gös­ter­me­lik öde­me­ler ge­çi­yor­du ve hatta bunlar ödense bile muntazaman öden­mi­yor­du. Ha­ra­cın bir kıs­mı şim­di Va­si­li’­nin Ta­tar tâ­bi­le­ri­ne gi­di­yor­du; ama bu, ya­pı­lan hiz­met­le­re mu­ka­bil bir öde­mey­di ve bu ba­kım­dan pa­ra bo­şa git­mi­yor­du. Top­la­nan ha­ra­cın en bü­yük kıs­mı gran­dü­kün ha­zi­ne­sin­de ka­lı­yor­du ve dev­let ge­lir­le­ri­nin baş­lı­ca kay­nak­la­rın­dan bi­ri­ni teş­kil edi­yor­du.

Gö­rü­ndüğü kadarıyla Mos­kof­ya Va­si­li’­nin hü­küm­dar­lı­ğı­nın son­la­rın­da baş­la­rın­da ol­du­ğun­dan çok da­ha güç­lüy­dü. Fa­kat gran­dü­ka­lı­ğın si­ya­set­te­ki ba­şa­rı­la­rının kaynağı tamamıyla Va­si­li de­ğil­di. Hü­küm­dar­lı­ğı­nın ilk kıs­mın­da, hat­ta re­şit ol­du­ğu za­man bi­le, bir­çok kez şah­sî ce­sa­ret ve se­bat (ay­nı za­man­da za­lim­lik) gös­ter­mek­le be­ra­ber, II. Vasili’nin hiç­bir za­man dev­let ada­mı ve as­ke­rî ön­der ola­rak özel bir kabiliyet gös­ter­me­di­ği ha­tır­la­na­cak­tır. Hü­küm­dar­lı­ğı­nın ikin­ci kıs­mın­da ise kör­lü­ğü en­gel teş­kil edi­yor­du. Hü­küm­dar­lı­ğı­nın son kıs­mın­da­ki ya­pı­cı ba­şa­rı­lar ki­li­se­nin, “hiz­me­tin­de­ki prens­le­rin”,987 kü­çük asil­zâ­de­le­rin ve “sa­dık” Ta­tar­la­rın ona ver­dik­le­ri sağ­lam des­tek ile izah edi­le­bi­lir. Bu dö­nem­de Va­si­li’­yi des­tek­le­yen çe­şit­li ­grup­la­rın için­den bir­çok kabiliyet­li dev­let ada­mı­nın ve ge­ne­ra­lin çık­ma­sı, Mos­ko­va’­nın ka­de­ri ba­kı­mın­dan bir şans un­su­ruy­du. İç­le­rin­de müm­taz olan­lar, Rus­ya ki­li­se­si­nin akıllı ve za­rif ih­ti­yar met­ro­po­liti Yo­na; gran­dü­kün ka­yın­bi­ra­de­ri Ser­puk­hov’­lu Va­si­li (II. Va­si­li ona aşa­ğı­lık bir nan­kör­lük­le te­şek­kür et­miş­tir); Lit­van men­şe­li bir prens olan İvan Pat­ri­ke­ev (prens Yu­ri Pat­ri­ke­evich’in oğ­lu); Rurik ha­ne­da­nın­dan II. Va­si­li’­nin hiz­me­tin­de­ki iki prens -Va­si­li Obo­lensky ve oğ­lu İvan St­ri­ga-Obo­lensky-; ve bo­yarzâde Fe­dor Ba­se­nok’­du­lar. Kosh­kin’­ler, Ku­tu­zov’­lar ve Pleşçeyev’­ler gi­bi bir­çok bo­yar ai­le­si­ men­su­bu­nun, Va­si­li’­nin hü­küm­dar­lı­ğı­nın son­la­rı­na doğ­ru dev­let me­se­le­le­rin­de ol­duk­ça bü­yük nü­fuz edin­mek­le be­ra­ber, o dö­nem­de muhtemelen Fe­dor Koşka’­nın to­ru­nu Cons­tan­ti­ne Bez­zubt­sev ha­riç hiçbirinin kabiliyet yönünden yu­ka­rı­da bah­so­lu­nan di­ğer ­grup­lar­da­ki adam­la­ra eşit ol­ma­dık­la­rın­dan bah­set­mek ge­re­kir.

987Te­ri­min iza­hı için aşa­ğı­da bö­lüm 5, kı­sım 4, say­fa 368’e Bkz..

İk­ti­da­ra ge­ri gel­dik­ten son­ra II. Va­si­li’­nin hü­kü­me­ti­nin önünde iki âcil me­se­le var­dı: She­mi­aka’­nın tek­rar kendini gösteren mu­ha­le­fe­ti­nin ezil­me­si ve Mos­kof­ya’­nın Ta­tar or­da­la­rı­nın sal­dı­rı­la­rın­dan ko­run­ma­sı. Bun­la­rı ba­şa­rıy­la hal­let­mek için Mos­ko­va’­nın Ba­tı’­da bir “üçün­cü cep­he” ih­ti­ma­li­ni or­ta­dan kal­dır­ma­sı çok önem­liy­di. Bu yüz­den hü­kü­me­tin ilk ham­le­le­rin­den bi­ri Lit­van­ya ile bir sal­dır­maz­lık anlaşması imzalamak ol­du. Böy­le bir yak­la­şı­mın ze­mi­ni, kral Ca­si­mir’in met­ro­po­lit­lik ma­ka­mı için Yo­na’­nın aday­lı­ğı­nı onay­la­ma­sı ile ha­zır­lan­mış­tı. Yo­na muh­te­me­len mü­te­akip si­ya­sî mü­za­ke­re­le­re de ka­tıl­mış­tı. Mos­kof-Lit­van dost­luk ve sal­dır­maz­lık anlaşması 31 Ağus­tos 1449’da im­za­lan­dı. Anlaşma gereğince taraflar birbirlerine saldırmayacak ve birine yapılan saldırı diğerine yapılmış kabul edilecekti. Özel­lik­le Ca­si­mir She­mi­aka’­ya yar­dım et­me­me­yi ve Va­si­li de Mikael’i (Si­gis­mund’un oğ­lu) mül­te­ci ola­rak ka­bul et­me­me­yi va­at et­ti. Her iki de Ta­tar­la­ra kar­şı sa­vaş­ta bir­bir­le­ri­ne yar­dım­cı ola­cak­lar­dı. Ancak, Tver gran­dü­ka­lı­ğı­nın Lit­van­ya’­nın nü­fuz ala­nın­da ol­du­ğu hu­su­sun­da anlaşma­ya va­rıl­ma­dı;988 bu yüzden Tver gran­dü­kü Bo­ris kral Ca­si­mir ile özel bir and­laş­ma yap­tı.989

988DDG, s. 161.

989Age., s. 163-164.

Mos­kof-Lit­van and­laş­ma­sı­nın özel mad­de­le­ri­ne iki ta­raf da so­nu­na ka­dar uy­ma­dı ve­ya en azın­dan uzun sü­re uy­ma­dı. 1450 yı­lın­da Mikael’e Mos­ko­va’­da il­ti­ca hak­kı ta­nın­dı. (Er­te­si se­ne ora­da muh­te­me­len bir Lit­van aja­nı­nın ver­di­ği ze­hir­den öl­dü.) Dört yıl son­ra She­mi­aka’­nın es­ki iş­bir­lik­çi­si prens İvan Mojaisky Ca­si­mir ta­ra­fın­dan ka­bul edi­lip ken­di­si­ne top­rak ba­ğış­lan­dı. Mos­ko­va buna Tver’i Lit­van­ya’­dan ayır­ma­ya ça­lı­şa­rak kar­şı­lık ver­di ve 1456 yı­lı ci­va­rın­da II. Va­si­li ile Tver’­li Bo­ris ara­sın­da bir dost­luk anlaşması yapıldı. Bu kar­şı­lık­lı ih­lal­le­re rağ­men Mos­kof-Lit­van and­laş­ma­sı ta­ri­hi­nin kri­tik bir dö­ne­min­de Mos­kof­ya’­yı Ba­tı’­dan ge­le­cek sal­dı­rı­lar­dan ko­ru­ya­rak asıl ga­ye­si­ne hiz­met et­ti. Bir bü­tün ola­rak ba­kıl­dı­ğın­da II. Va­si­li ile Ca­si­mir ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­ler, Va­si­li’­nin ha­ya­tı­nın so­nu­na ka­dar dost­ça ol­du ve Mos­ko­va gran­dü­kü “kar­de­şi” Le­his­tan kra­lı­nı va­si­ye­tin­de dul ka­rı­sı­nın ve oğul­la­rı­nın hâ­mi­si yap­tı.

She­mi­aka’­ya ge­lin­ce Mos­ko­va hü­kü­me­ti silah zo­ru­na baş­vur­ma­dan ön­ce ik­na­ etme yolunu de­ne­me­ye ka­rar ver­di. 29 Ara­lık 1447’de iç­le­rin­de met­ro­po­lit ada­yı Yo­na’­nın bu­lun­du­ğu beş Rus pis­ko­po­su She­mi­aka’­yı iç har­be son ver­me­ye ve II. Va­si­li’­yi gran­dük ola­rak ta­nı­ma­ya da­vet eden bir çağ­rı­yı im­za­la­dı­lar. She­mi­aka, Nov­go­rod­lu­la­ra gön­der­di­ği bir me­saj­da Va­si­li’­yi bir ke­re da­ha tâ­bi­si olan Ta­tar­la­rın bir­çok Rus şeh­rin­de hü­küm sür­me­si­ne mü­sa­ade et­mek­le suç­la­mış­tı. Pis­ko­pos­lar Rus top­rak­la­rın­da Ta­tar­la­rın mev­cu­di­ye­tin­den She­mi­aka’­nın ken­di­si­nin so­rum­lu ol­du­ğu kar­şı­lı­ğı­nı ver­di­ler, zi­ra Rus­ya’­da iç savaş var­ken II. Va­si­li on­lar­dan kur­tu­la­cak va­zi­yet­te de­ğil­di. She­mi­aka Va­si­li’­ye ita­at et­mek için söz ve­rir ver­mez, Rus şe­hir­le­ri­nin ar­pa­lık ola­rak Ta­tar­la­ra ve­ril­me­si uy­gu­la­ma­sı­na son ve­ri­le­ce­ği­ne ve Ta­tar­la­rın Rus­ya ha­ri­cin­de is­kân edi­le­ce­ği­ne da­ir te­mi­nat ver­di­ler.990

990 AI, 1, 79.

Pis­ko­pos­la­rın çağ­rı­sı so­nuç ver­di. He­nüz sa­va­şa ha­zır ol­ma­yan She­mi­aka, ken­di­si­ni Va­si­li’­nin tâ­bi­si ola­rak ka­bul ede­ce­ği­ne ve ona kar­şı as­la asi ol­ma­ya­ca­ğı­nı da­ir res­men söz ver­di. Olay­la­rın gös­te­re­ce­ği üze­re bu söz bir savaş hi­le­siy­di. Mü­ca­de­le­yi sür­dür­me­ye ken­di­si­ni ha­zır his­se­der his­set­mez sö­zün­den dön­dü. 1449 yı­lın­da Kost­ro­ma’­ya sal­dır­dı, ama prens İvan St­ri­ga-Obo­lensky ve Fe­dor Ba­se­nok’un em­rin­de­ki Mos­kof as­ker­le­ri ta­ra­fın­dan püs­kür­tül­dü. Bir yıl son­ra II. Va­si­li Galiç’e prens Va­si­li Obo­lensky’­nin ku­man­da­sın­da ça­re­viç­ Ka­sım ile Ya­kub’un Ta­tar­la­rıy­la des­tek­le­dik­le­ri kuv­vet­li bir or­du gön­der­di. She­mi­aka’­nın as­ker­le­ri mağ­lup edil­di­ler ve She­mi­aka Nov­go­rod’a kaç­tı. Fa­kat ona rağ­men ce­sa­re­ti kı­rıl­ma­dı ve 1451-52 yı­lı­nın kı­şın­da ye­ni bir or­du top­la­ya­rak (şüp­he­siz Nov­go­rod ve Vi­at­ka gö­nül­lü­le­ri ile or­du­nun mev­cu­du art­mış­tı) Ku­zey Rus­ya’­da önem­li bir ti­ca­ret mer­ke­zi olan Us­ti­ug’u mu­ha­sa­ra et­ti. He­men Ser­puk­hov pren­si Va­si­li, prens Si­me­on Obo­lensky ve Fe­dor Ba­se­nok’un ku­man­da­sın­da güç­lü Mos­kof bir­lik­le­ri gön­de­ril­di. Ça­re­viç Ya­kub da se­fe­re ka­tıl­dı. She­mi­aka bir ke­re da­ha Nov­go­rod’a kaç­tı. Er­te­si yıl bir Mos­kof aja­nı ta­ra­fın­dan ora­da ze­hir­len­di. II. Va­si­li onun ölüm haberini aldığında -Ka­ram­zin’in ifa­de­siy­le,- “utammazca sevincini izhar etti”.991 Ken­di­si­nin de ay­nı âkı­be­te uğ­ra­ya­ca­ğın­dan kor­kan She­mi­aka’­nın es­ki iş­bir­lik­çi­si İvan Mojaisky, Lit­van­ya’­ya kaç­tı (1454). Hem onun hem de She­mi­aka’­nın­ toprakları Mos­ko­va’­ya il­hak edil­di. Bu ka­zanç­lar­la iş­ta­hı ka­ba­ran Va­si­li, artık Ser­puk­hov ile Bo­rovsk’u da ele ge­çir­mek için bir ba­ha­ne bek­li­yor­du. Bu şe­hir­ler ka­yın­bi­ra­de­ri Va­si­li’­nin mül­kü­ydü. 1456 yı­lı­nın Tem­muz ayın­da Va­si­li tev­kif edi­lip Ugliç’­de hap­se­dil­di. İha­net­le suç­lan­dı, ama suçlamalar için hiçbir delil gös­te­ril­me­di.992 1458 yı­lın­da ha­pis­te öl­dü.

991Ka­ram­zin, 5, 342.

992Ni­kon, 12, 112; Ka­ram­zin, 5, 346-347.

Nov­go­rod ile Vi­at­ka’­nın She­mi­aka’­ya yaptıkları yar­dım Mos­kof­la­rı ra­hat­sız edi­yor­du ve II. Va­si­li ile iki ser­best şe­hir ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­ler ger­gin­leş­mişti. Prens İvan St­ri­ga-Obo­lensky ile Fe­dor Ba­se­nok’un ku­man­da et­ti­ği Mos­kof bir­lik­le­ri, mü­ref­feh Sta­ra­ya Ru­sa şeh­ri­ni zayıf bir direnişin ardından bir hü­cum­la al­dı­lar, son­ra Rus­ya’­yı kur­tar­mak için gön­de­ril­miş olan Nov­go­rod or­du­su­nu mağ­lup et­ti­ler. Nov­go­rod ba­rış is­te­di. 8.500 rub­le taz­mi­nat kar­şı­lı­ğın­da ba­rış ya­pıl­dı. Da­ha da kö­tü­sü Nov­go­rod özgürlüklerinin cid­dî bir şe­kil­de tah­dit edil­me­si­ni ka­bul et­mek zo­run­da kal­dı. İki yıl son­ra II. Va­si­li Vi­at­ka’­ya bir kuv­vet gön­der­di, ama se­fer ba­şa­rı­lı ol­ma­dı. 1460 yı­lın­da Vi­at­ka top­rak­la­rı­na ya­pı­lan baş­ka bir se­fer­ neticesinde iki şe­hir Mos­kof­la­rın eli­ne geç­ti ve sa­kin­le­ri Va­si­li’­ye bağ­lı­lık ye­mi­ni ver­mek zo­run­da bı­ra­kıl­dı­lar.

Ta­tar me­se­le­le­ri­ne ge­ri dö­nelim. Uluğ Meh­med Han’ın oğ­lu Mah­mu­dek ta­ra­fın­dan öldürülmesinden son­ra hanın or­da­sı­na men­sup bir­çok Ta­tar pren­si ve ge­ne­ra­li­nin Kı­rım’ı ve Din­ye­per’in do­ğu­sun­da­ki boz­kır­la­rı kont­rol eden Sey­dah­med Han ta­ra­fı­na geç­tik­le­ri ha­tır­la­na­cak­tır. Mos­ko­va hü­kü­me­ti de Sey­dah­med’i ta­nı­dı ve ona he­men ha­ra­cın ca­rî mik­ta­rı­nı öde­di.993 Bu ha­re­ket, şim­di Ka­zan ha­nı olan ve ba­ba­sı­nın ölü­mün­den son­ra Rus­ya’­nın ha­ra­cı­nı al­ma­nın ken­di hak­kı ol­du­ğu­nu dü­şü­nen Mah­mu­dek’i öf­ke­len­dir­di. 1447 yı­lı­nın Ka­sım ayın­da Mah­mu­dek Mos­kof­ya’­ya kar­şı güç­lü bir or­du gön­der­di, ama bu or­du püs­kür­tül­dü. Çok geç­me­den Mos­ko­va ile Sey­dah­med ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­ler de ger­gin­leş­ti. Gör­dü­ğü­müz üze­re Sey­dah­med o sı­ra­da Ca­si­mir’e kar­şı Lit­van­ya tah­tında hak id­dia eden Mikael’i des­tek­le­mek­tey­di. Ca­si­mir ra­kip bir Cu­çi pren­si olan Ha­cı Gi­ray’a (ki 1428 yı­lın­dan be­ri Lit­van­ya’­da ya­şa­mak­tay­dı) ar­ka çı­ka­rak mi­sil­le­me­de bu­lun­du. 1449 yı­lın­da Ha­cı Gi­ray Kı­rım’ı ele ge­çir­di ve XVII. Yüz­yı­lın son­la­rı­na ka­dar hü­küm sü­ren Gi­ray ha­ne­da­nı­nı ku­ra­rak ora­ya iyi­ce yer­leş­ti.994

993AI, 1, 80.

994Spu­ler, s. 168; Smir­nov, Kryms­koe Khanst­vo, s. 207.

O yıl Lit­van­ya ile Mos­ko­va ara­sın­da iyi mü­na­se­bet­le­rin ye­ni­den te­sis edil­me­si­ni göz önü­ne alan Mos­kof hü­kü­me­ti, ar­tık Sey­dah­med’e da­ha az alt­tan ala­bi­le­ce­ği­ni dü­şün­meye başladı. Her halü­kâr­da Sey­dah­med sey­yal as­ker­le­rin­den bir bir­li­ği Mos­ko­va’­ya sal­dır­ma­sı için gön­der­me­yi ge­rek­li gör­dü. Bu kuv­vet yo­lu üs­tün­de­ki yer­le­ri yağ­ma­la­ya­rak ve aralarında pren­ses Obo­lensky’­nin (Va­si­li Obo­lensky’­nin ka­rı­sı) de bulunduğu bir­çok esir ala­rak Pakh­ra neh­ri­nin (Mos­ko­va’­nın 20 mil ka­dar gü­ney­ba­tı­sın­da­dır) kı­yı­la­rı­na ka­dar ulaş­tı. Fa­kat o sı­ra­da as­ker­le­riy­le bir­lik­te Zve­ni­go­rod’­da ko­nuş­lan­mış olan ça­re­viç Ka­sım he­men kar­şı sal­dı­rı­da bu­lun­du; müs­tev­li­le­ri mağ­lup et­ti, esir­le­ri kur­tar­dı ve yağ­ma ma­lı­nı ge­ri al­dı (1449). Er­te­si yıl prens Me­lim Ber­di’­nin ku­man­da et­ti­ği baş­ka bir Ta­tar or­du­su­nun gü­ney­den Ri­azan ül­ke­si­ne doğ­ru yak­laş­mak­ta ol­du­ğu ha­be­ri Mos­ko­va’­ya ulaş­tı. An­la­şıl­dı­ğı­ kadarıyla, bu grup, mer­ke­zi Sa­ray ci­va­rı olan Kü­çük Meh­med’in or­da­sı­na men­sup­tu. II. Va­si­li, Me­lim Ber­di’­yi dur­dur­mak için bo­yar Cons­tan­ti­ne Bez­zubt­sev’in ve ça­re­viç Ka­sım’ın ku­man­da­sı al­tın­da­ki bir Rus-Ta­tar or­du­su­nu boz­kı­rın de­ni­lik­le­ri­ne gön­der­di. İki or­du Bi­ti­ug neh­ri­nin (Don’un bir do­ğu ko­luy­du) kı­yı­sın­da kar­şı­laş­tı. Me­lim Ber­di’­nin as­ker­le­ri mağ­lup edil­di ve ba­ki­ye­le­ri gü­ne­ye kaç­tı.

1451 yı­lın­da bizzat Mos­ko­va’­nın Sey­dah­med’in or­da­sı­nın teh­di­di al­tın­day­dı. On­la­rın yak­laş­mak­ta ol­duk­la­rı ha­be­ri üze­ri­ne II. Va­si­li da­ha çok as­ker top­la­mak için ku­ze­ye, Yu­ka­rı Vol­ga yö­re­si­ne git­me­ye ka­rar ver­di. En bü­yük oğ­lu İvan (o sı­ra­da on bir ya­şın­day­dı) ile bir­lik­te Kim­ra’­ya git­ti; ka­rı­sı en kü­çük ço­cuk­la­rıy­la bir­lik­te Vol­ga’­nın da­ha aşa­ğı­sı­na, Ugliç’e geç­ti. Va­si­li Mos­ko­va’­da an­ne­si­ni, ikin­ci oğ­lu Yu­ri’­yi, met­ro­po­lit Yo­na’­yı ve bir­çok bo­yar ile bo­yar oğ­lu­nu bı­rak­tı. Mos­ko­va gar­ni­zo­nu, top­ ve ateş­li pi­ya­de silah­la­rıyla çok iyi tec­hiz edil­miş­ti. Ta­tar­lar 2 Tem­muz’­da Mos­ko­va ön­le­rin­de gö­rün­dü­ler ve şe­hir sur­la­rı­nın dı­şın­da­ki va­roş­lar­da bu­lu­nan ev­le­ri ate­şe ver­di­ler; ama iç ka­le­yi hü­cum­la al­ma­ya kal­kış­tık­la­rı za­man püs­kür­tül­dü­ler. Mu­ha­re­be ge­ce olun­ca­ya ka­dar şid­det­le sür­dü ve ge­ce­le­yin Ta­tar­lar ace­ley­le ge­ri çe­kil­di­ler. Er­te­si sa­bah git­miş­ler­di. Şa­şı­ran ve çok se­vi­nen Mos­kof­lar, Ta­tar­la­rın pa­ni­ği­ni Kut­sal Bâ­ki­re’­nin mu­ci­ze­vî mü­da­ha­le­si­ne ham­let­ti­ler.

V

1447 yı­lın­da beş Rus pis­ko­po­su­nun She­mi­aka’­nın di­re­ni­şi son bul­duk­tan son­ra sa­dık Ta­tar­la­rın ken­di­le­ri­ne ar­pa­lık ola­rak ve­ril­miş olan Rus şe­hir­le­rin­den tah­li­ye edi­le­cek­le­ri­ne da­ir res­men söz ver­dik­le­ri­ni gör­müş­tük. 1452 yı­lı­nın baş­la­rın­da She­mi­aka’­nın Us­ti­ug’­dan kaç­ma­sı ile iç savaş ke­sin­lik­le son bul­muş­tu ve ve­ri­len sö­zü tut­ma­nın za­ma­nı gel­miş­ti. Pis­ko­pos­lar­dan bi­ri olan Yo­na, şim­di Rus ki­li­se­si­nin ba­şıy­dı ve onun Mos­ko­va hü­kü­me­ti­nin ma­ne­vî li­de­ri ol­du­ğu­nu söy­le­ye­bi­li­riz. Yo­na, vic­dan­lı ve dü­rüst­tü; onun sa­dık Ta­tar­la­rın Rus­ya’­da kal­ma­sı­na son ver­me­si için Va­si­li’­ye cid­dî cid­dî ıs­rar et­ti­ğin­den emin ola­bi­li­riz. Di­ğer ta­raf­tan bu Ta­tar­la­ra tâ­bi olan şe­hir­le­rin hal­kı da şüp­he­siz hü­kü­me­te pis­ko­pos­la­rın ver­di­ği sö­zü ha­tır­la­tı­yor­lar­dı.995

995Ni­kon, 12, 76-77.

Va­si­li’­nin ida­re­sin­de yer alan yük­sek gö­rev­li­ler, bu me­se­le hak­kın­da cid­dî şe­kil­de dü­şün­müş ol­ma­lı­dır­lar. Sa­dık Ta­tar­la­rın Rus­ya ha­ri­cin­de is­kâ­nı­na bir ke­re ka­rar ve­ril­dik­ten son­ra on­la­rın ne­re­ye yer­leş­ti­ri­le­ce­ği so­ru­su or­ta­ya çıkmış­tı. Bu me­se­le­ye da­ha zi­ya­de st­ra­te­jik ba­kış açı­sıy­la yak­la­şıl­dı. Geçmiş yıl­lar­da­ki Ta­tar akın­la­rı­, tamamıyla püs­kür­tül­müş ol­ma­kla birlikte, kâ­fi de­re­ce­de za­rar ve­ri­ci ol­muş­lar­dı ve Ta­tar­la­rın Rus­ya’­nın iç­le­ri­ne de­rin­le­me­si­ne gir­me­le­ri­ne mâ­ni ol­mak için bir yol bu­lun­ma­lıy­dı. Rus­ya’­nın as­ke­rî ön­der­le­ri­, hem Ta­tar­la­rın ha­re­ket­le­ri­ni gö­zet­le­me­k, hem de gel­dik­le­ri za­man on­la­rı püs­kürt­me­k için Rus­ya’­nın gü­ney hu­du­du bo­yun­ca, Ta­tar­la­rın kont­ro­lün­de­ki boz­kır­la­ra ye­te­rin­ce ya­kın me­sa­fe­de bir ile­ri ka­ra­kol ağı kurmayı en iyi çözüm olarak görüyorlardı. Bil­di­ği­miz üze­re o ta­rih­te her bi­ri Rus­ya için da­imî bir teh­dit teş­kil eden üç Ta­tar or­da­sı var­dı: Ka­zan, Sa­ray ve Din­ye­per han­lık­la­rı. (Dör­dün­cü­sü olan Kı­rım han­lı­ğı Mos­ko­va için şim­di­lik bir teh­dit teş­kil et­mi­yor­du.) Sey­dah­med’in Din­ye­per or­da­sı­na kar­şı bu ta­rih­te ile­ri mü­da­fa­ayı güç­len­dir­mek için ne gi­bi ted­bir­le­rin alın­dı­ğı­nı bil­mi­yo­ruz. Oka kı­yı­sın­da­ki Go­ro­dets şeh­ri Ka­zan ve Sa­ray or­da­la­rı­nın ilerlemeleriyle baş et­mek için baş­lı­ca ile­ri üs ola­rak se­çil­miş­ti. Şim­di iki me­se­le, sa­dık Ta­tar­la­rın tah­li­ye­si ve boz­kır mü­da­fa­ası­nın güç­len­di­ril­me­si bir­leş­ti­ril­miş; Ta­tar­la­rın gü­ney­do­ğu­da­ki ana ile­ri üs­de as­ker ola­rak kul­la­nıl­ma­la­rı ka­rar­laş­tı­rıl­mıştı. Ha­tır­la­yacağımız gibi, Go­ro­dets’i muh­te­me­len ba­ba mi­ra­sı ola­rak gö­ren ça­re­viç Ka­sım, bu ­gru­bun li­der­li­ği­ni üst­len­me­yi ka­bul et­ti. Böy­le­ce 1452 yı­lı­nın son­la­rın­da ve­ya 1453 yı­lı­nın baş­la­rın­da ye­ni bir Ta­tar han­lı­ğı kuruldu. Bu, Mos­ko­va’­nın ve­sâ­ye­ti al­tın­daki Ka­sım Nan­lı­ğı idi. Son­ra­dan Ka­sım’ın ölü­mü­nü mü­te­akip Go­ro­dets şeh­rin adı onun onu­ru­na Ka­sı­mov ola­rak de­ğiş­ti­ril­di (1471) ve han­lık (Rus­lar çar­lık di­yor­lar­dı) bu ad­la ta­nın­dı.996 Go­ro­dets es­ki bir Rus şeh­ri ol­mak­la be­ra­ber XV. Yüz­yı­lın or­ta­la­rın­da ora­da çok az Rus kal­mış­tı. Çev­re­sin­de genellikle her iki­si de Fin asıl­lı olan Meş­çer­ler ve Mord­vin­ler ya­şı­yor­lar­dı. Bu durumda Rus­la­rın ye­ni han­lı­ğın te­si­si­ni pro­tes­to et­me­le­ri­ni bek­le­me­ye ge­rek yok­tu.

996Ka­sı­mov han­lı­ğı­nın ku­ru­lu­şu hakkında bkz. Velyaminov-Zer­nov, 1, bö­lüm 1.

As­lı­na ba­kı­lır­sa Ka­sı­m Han­lı­ğı’­nın ku­rul­ma­sı, hem sa­dık Ta­tar­la­rı hem de Rus­la­rı tat­min et­miş­ti. Öncelikle Rus­ya da­hi­lin­de II. Va­si­li’­nin ida­re­si­ne kar­şı mu­ha­le­fe­tin baş­lı­ca se­be­bi­ni or­ta­dan kal­dır­mış­ ve şüp­he­siz boz­kır Ta­tar­la­rı­na kar­şı Rus mü­da­fa­ası­nı güç­len­dir­miş­ti. Fa­kat çok da­ha önem­li bir ta­ra­fı da var­dı. Çünkü neredeyse tüm Ta­tar dün­ya­sın­da Mos­ko­va’­nın iti­ba­rı­nı art­tır­mış­ ve git gi­de ar­tan sa­yı­da ha­riç­te­ki Ta­ta­rın mün­fe­ri­den ve ­grup­lar halinde gran­dü­kün hiz­me­ti­ne gir­me­si­ni ­psi­ko­lo­jik ba­kım­dan ko­lay­laş­tır­mış­tı. Ay­rı­ca Ka­zan ha­nı Ka­sım’ın kar­de­şiy­di ve ile­ri­de Ka­sım’ın Ka­zan tah­tında hak ta­lep et­me­ ih­ti­ma­li var­dı.

Ka­sı­m Hanlığı’nın bu dö­nem­de­ki iç teşkilatı hak­kın­da­ki bil­gi­miz çok az­dır. Daha sonraları III. İvan’ın 1483 yı­lın­da Ri­azan gran­dü­küyle yap­tı­ğı and­laş­ma­dan Ka­sım’a bağ­lı bir­çok Ta­tar pren­si ol­du­ğu­nu bi­li­yo­ruz. İda­rî gö­rev­li­ler ola­rak haz­ne­dar­lar­dan (kaz­naçi) ve mü­hür­dar­lar­dan (do­ro­gi) bah­se­dil­mektedir. Bunlar, prensin Meş­çer ve Mord­vin te­bâ­sın­dan ha­ra­ç (ya­sak) ve di­ğer ver­gi­le­ri (ob­ro­ki i posh­liny) top­lu­yor­lar­dı. Ri­azan gran­dü­kü de Ka­sım’a yıl­lık bir öde­me yap­mak­la mü­kel­lef­ti. İki­si­nin ara­sın­da bir anlaşmaz­lık ol­du­ğu tak­dir­de ise, mesele Mos­ko­va gran­dü­kü­nün önü­ne ge­ti­ri­le­cek­ti.997

997DDG, No. 76, s. 284.

Mos­ko­va gran­dü­kü­nün ve­sâ­ye­ti al­tın­da bağımlı bir Cu­çi han­lı­ğı­nın te­si­si, Rus­ya’da Mo­ğol hâ­ki­mi­ye­ti dö­ne­mi­nin son bul­du­ğu­na ve ye­ni bir dev­rin -Rus­ya’­nın Av­ras­ya dün­ya­sın­da ön­der­lik da­va­sı güt­tü­ğü bir dev­rin- baş­la­dı­ğı­na işa­ret edi­yor­du. II. Va­si­li ölüm dö­şe­ğin­dey­ken Mos­ko­va gran­dü­ka­lı­ğı­nı “ba­ba mi­ra­sı” ola­rak en bü­yük oğ­lu­na, ha­nın ön­ce­lik­le­ri­ne atıf­ta bu­lun­mak­sı­zın bı­rak­mak­ta te­red­düt et­me­miş­ti. İşte, Rus­ya’­nın Al­tın Or­du kalıntısından kur­tul­du­ğu­nu res­men ilan et­mek bu oğula, II. İvan’a düş­ecekti ve gerçekten de İvan bunu 1480 yı­lın­da yap­tı.

V. BÖLÜM
MOĞOLLARIN RUSYA’YA ETKİSİ

1. ÖN MÜLAHAZALAR

I

Son iki yüzyıl boyunca pek çok tarihçi Mo­ğol­la­rın Rus ta­ri­hin­de oy­na­dık­la­rı rol konusunda görüş belirtmiş, ama herhangi bir görüş üzerinde ittifaka varılmamıştır.998 Eski tarihçilerden N. M. Ka­ram­zin, N.I. Kos­to­ma­rov ve F.I. Le­on­to­viç, Moğolların Rus­ya üze­rin­de­ki etkisine bü­yük önem at­fe­di­yor­lar­dı. Ka­ram­zin, “Mos­ko­va, bü­yük­lü­ğü­nü han­la­ra borç­lu­dur” sö­zü­nü dar­bı­me­sel ha­li­ne ge­tir­miş­ti. Karamzin’e göre Rusya’da siyasî hürriyetin yok oluşu ve manevi yozlaşmanın müsebbibi Moğol baskısıydı.999 Kos­to­ma­rov, han­la­rın yar­lık­la­rı­nın Mos­ko­va gran­dü­kü­nün ül­ke­sin­de oto­ri­te­si­ni güç­len­dir­mede­ki ro­lü­nü vur­gu­la­mış­tı.1000 Le­on­to­viç ise Mo­ğol ka­nun­la­rı­nın Rus­ya üze­rin­de­ki te­si­ri­ni göz­ler önü­ne ser­mek için Oy­rat (Kalmık) ka­nun­la­rı­nı özel ola­rak in­ce­le­miş­ti.1001 Bu­na mu­ka­bil S.M. So­lo­vy­ev Rus­ya’­nın iç gelişimi konusundaki Mo­ğol etkisinin öne­mi­ni red­det­miş ve His­tory of Rus­sia ad­lı ese­rin­de men­fi yön­le­ri -is­ti­la­lar ve sa­vaş­lar- ha­ri­cin­de Mo­ğol un­su­ru­nu ne­re­dey­se ta­ma­men göz ar­dı et­miş­ti. Solovyev, Rus prens­le­ri­nin ha­nın be­ra­tı­na ba­ğım­lı olu­şun­dan ve ver­gi top­la­nmasından kı­sa­ca bah­set­mek­le be­ra­ber, “her­han­gi bir izi­ni gör­me­mek­te ol­du­ğu­muz için [Rus­ya’­nın] iç ida­re­si üze­rin­de [Mo­ğol­la­rın] bü­yük bir et­ki­si ol­du­ğu­nu var­say­mak için bir se­be­bi­miz yok­tur” şeklinde bir gö­rüş bil­dir­miş­ti.1002 So­lo­vy­ev’in es­ki ta­le­be­si ve Mos­ko­va Üni­ver­si­te­si Rus Ta­ri­hi kür­sü­sün­deki ha­le­fi V.O. Kli­uçevsky, han­la­rın si­ya­se­ti­nin Rus­ya’­nın bir­leş­me­si konusundaki önemi üzerinde ­kaç ge­nel görüş belirtmiş, ama bu­nun dışında Mo­ğol­lar­la faz­la il­gi­len­me­miş­ti.1003 Rus­ya ka­nun­la­rı ve kurumları üzerinde yoğunlaşan ta­rih­çi­le­rden M.A. Di­ako­nov gö­rüş­le­ri­ni da­ha ih­ti­yat­lı ifa­de et­me­si­ne rağ­men, So­lo­vy­ev’in dü­şün­ce­le­ri­ni pay­laş­mış­tı.1004 M. F. Vla­di­mirsky-Bu­da­nov Mo­ğol ka­nun­la­rı­nın Rus­ya’da yalnızca sınırlı bir etkisi olduğunu ka­bul et­miş­;1005 V.I. Ser­ge­eviç ise bel­li bir öl­çü­de P.N. Mi­li­ukov’un yap­tı­ğı gi­bi Kos­to­man­rov’un dü­şün­ce tar­zı­nı ta­kip et­miş­ti.1006

998Rus­ya ta­ri­hin­de Mo­ğol­la­rın ro­lü hak­kın­da­ki gö­rüş­le­rin kı­sa özet­le­ri için bkz. ZO, s. 249-258; Di­ako­nov, Oc­her­ki, s. 193-196; Ri­asa­novsky, s. 261-278.

999Ka­ram­zin, 5, 365-384.

1000N. I. Kos­to­ma­rov, Nac­ha­lo edi­no­derz­ha­vi­ia v drev­nei Ru­si, Kül­le­ya­tın­da (Sob­ra­nie soc­hi­ne­nii) (St. Pe­ters­burg, 1905), 5, 41-47.

1001F. E. Le­on­to­vich, Drev­nii oi­rats­kii us­tav vzys­ka­nii (Ode­sa, 1879).

1002 So­lo­vi­ev, 4, 179.

1003Kl­uc­hevsky, 2, 18-22, 38-39, 44-45.

1004Di­ako­nov, Oc­her­ki, s. 148-149.

1005Vla­di­mirsky-Bu­da­nov, Ob­zor, s. 100-103.

1006Ser­ge­evich, 2, 35-38, 252-256; Mi­li­ukov, Oc­her­ki, 1, 165-166.

Çey­rek yüz­yıl ön­ce Mo­ğol­la­rın Rus ta­ri­hin­de oy­na­dık­la­rı rol, fi­lo­log prens Nic­ho­las Tru­bets­koy ta­ra­fın­dan ye­ni­den de­ğer­len­di­ril­di.1007 Onun var­dı­ğı so­nuç, Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun üze­ri­ne bina edil­di­ği si­ya­sî ve ah­la­kî pren­sip­le­r göz önü­ne alınmadan Mos­kof dev­le­ti­nin men­şe­inin ye­te­rin­ce an­la­şı­la­ma­ya­ca­ğıy­dı. Tru­bets­koy’un te­zi, Çin­giz Han’ın çar­pı­cı bir bi­yog­ra­fi­si­ni ya­zan Eren­jin Kha­ra-Da­van ta­ra­fın­dan da­ha da vur­gu­lan­mış­tı.1008 Di­ğer ta­raf­tan V. A. Ri­asa­novsky ve B. D. Gre­kov, So­lo­vy­ev’in gö­rü­şü­ne ge­ri dö­nüş yap­tı­lar. Le­on­to­niç gi­bi Ri­asa­novsky de Mo­ğol ka­nun­la­rı­nın ti­tiz bir in­ce­le­me­si­ni yap­tı, ama bu kanunların Rus­ya için olan önemine fazla itibar etmedi.1009 Gre­kov şöyle diyordu: “Ba­şın­da Mos­ko­va’­nın bu­lun­du­ğu Rus dev­le­ti, Ta­tar­la­rın yar­dı­mıy­la ku­rul­ma­dı, aksine Rus hal­kı­nın Al­tın Or­du’­nun bo­yun­du­ru­ğu­na kar­şı verdiği sert mü­ca­de­le sü­re­cin­de or­ta­ya çık­tı.”1010 Burada konunun başka bir yönüyle karşı karşıyayız. Mo­ğol kurumlarının Rus kurumları üze­rin­de her­han­gi bir olumlu etkisi ol­du­ğu­nu in­kâr et­mek veya sa­de­ce men­fi de ol­sa Rus­ya’­nın gelişiminde Mo­ğol etkisinin öne­mi­ni ka­bul et­mek man­tı­ken müm­kün­dür.

1007I. R. [=Prens Nic­ho­las Tru­bets­koy], Naz­le­die Chin­gisk­ha­na (Ber­lin, 1925).

1008Kha­ra-Da­van, s. 198-226.

1009Ri­asa­novsky, s. 260-278.

1010ZO, s. 256.

Rus­ya üze­rin­de­ki Mo­ğol et­ki­si konusu ger­çek­ten çok yön­lü­dür. Bu­ra­da yalnızca bir me­se­le ye­ri­ne, önem­li me­se­le­ler kompleksi ile kar­şı kar­şı­ya­yız. Önce Mo­ğol is­ti­la­sı­nın do­lay­sız etkisini -şe­hir­le­rin ve hal­kın top­ye­kûn im­ha­sı­nı,- arkasından Mo­ğol hü­küm­dar­la­rı­nın bi­linç­li si­ya­se­ti­nin Rus ha­ya­tı­nın çe­şit­li vec­he­le­ri üs­tün­de­ki te­sir­le­ri­ni düşünmemiz gerekir. Diğer yandan, Mo­ğol si­ya­se­ti­nin şu ve­ya bu şeklinin ka­sıt­lı ol­ma­yan so­nuç­la­rı ola­rak Rus­ya’­da bel­li ba­zı önem­li de­ği­şik­lik­ler mey­da­na gel­miş­tir. Örneğin han­la­rın Leh ve Lit­van­la­rın yayılmalarını dur­du­ra­ma­ma­la­rı, Rus­ya’­nın Do­ğu ve Ba­tı olarak ikiye bölünmesinde bariz bir rol oynamıştır. Ay­rı­ca ba­zı hal­ler­de Mo­ğol şab­lo­nunun Mos­kof­ya üze­rin­de­ki et­ki­si, sonuncusunun Moğol ha­ki­mi­ye­tin­den kurtulmasından son­ra tam ola­rak kendini gös­ter­miş­tir. Bu­na gecikmiş eylem etkisi de de­ne­bi­lir. Bir diğer yandan Rus yaşantısı üzerindeki Tatar etkisi, Rusya’nın bağımsızlığından sonra bazı bakımlardan eksileceği yerde artmıştır. Tatarların gruplar halinde Mos­ko­va hü­küm­dar­lı­ğı­nın hiz­me­ti­ne gir­me­si, an­cak Al­tın Or­du’­nun da­ğıl­ma­sın­dan son­ra gerçekleşmiştir. En son olarak, Ta­tar teh­li­ke­si, III. İvan’ın Al­tın Or­du’­ya mey­dan oku­ma­sın­dan son­ra da or­ta­dan kalkmamış; Rusya, ne­re­dey­se üç yüz­yıl da­ha or­du­su­nun bü­yük bir kıs­mı­nı her yıl gü­ney ve gü­ney­do­ğu sınırlarına se­fer­ber et­mek zo­run­da kalmış, bu da Mos­kof­ya’­nın bü­tün sosyo-politik sis­te­mi­ni et­ki­le­miş­ti.

II

Rus­ya üze­rin­de­ki Mo­ğol et­ki­si­nin de­re­ce­si­ni ölç­me­nin en kestirme yolu, Mo­ğol dö­ne­mi ön­ce­sin­de­ki Rus dev­le­ti ve top­lu­mu­nu Mo­ğol dev­rin­den son­ra­kiy­le mu­ka­ye­se et­mek ve özel­lik­le Mos­kof Rus­ya­sı­nın ru­hu­nu ve mü­es­se­se­le­ri­ni Ki­yef ça­ğı Rus­ya­sın­da­ki­ler­le kar­şı­laş­tır­mak­tır.

Ki­yef dö­ne­mi Rus fe­de­ras­yo­nu­nun si­ya­sî ha­ya­tı­nın te­me­li­nin hür­ri­yet ol­du­ğu ha­tır­la­na­cak­tır. Dev­le­tin üç un­su­ru olan mo­nar­şi, aris­tok­ra­si ve de­mok­ra­si bir­bir­le­ri­ni des­tek­li­yor­lar­dı ve ül­ke­nin tü­mün­de halk hü­kü­met­te söz sa­hi­bi idi.1011 Mo­nar­şi un­su­ru­nun en güç­lü ol­du­ğu Suz­da­li­a’­da bi­le hem bo­yar­la­rın hem şe­hir mec­li­si­nin ve­ya veçe’­nin dev­let iş­le­rin­de söz hak­kı var­dı. Ki­yef dö­ne­mi­nin ti­pik pren­si, hat­ta Suz­dal gran­dü­kü bi­le hü­kü­me­tin ic­ra or­ga­nı­nın ba­şıy­dı, mut­lak hü­küm­dar de­ğil­di.

1011Ki­evan Rus­sia, bö­lüm 7.

Mo­ğol dö­ne­min­den son­ra man­za­ra ta­ma­men de­ğiş­ti. Öncelikle XVI. ve XVII. Yüz­yıl­lar­da bü­tün üye dev­let­le­rin ben­zer bir sta­tü­ye sa­hip ol­duk­la­rı bir pan Rus fe­de­ras­yo­nu ye­ri­ne Do­ğu Rus­ya (Mos­kof­ya) ve Ba­tı Rus­ya (Birleşik Le­his­tan-Lit­van­ya dev­le­ti­ne da­hil­di) şeklinde ke­sin bir ay­rım ol­du­ğu­nu gö­rü­yo­ruz. Ayrıca her iki Rus­ya’­nın gü­ney sınırların­da ye­ni tip as­ke­rî dev­let­ler or­ta­ya çık­mış­tı: Ko­sak or­du­la­rı. Bun­lar, ken­di­ne özgü şekle sahip sa­vaş­çı kar­deş­liğine dö­nüş­müş ol­mak­la be­ra­ber, es­ki Rus de­mok­ra­tik ge­le­ne­ği­ni tem­sil edi­yor­lar­dı. Dev­le­tin aris­tok­ra­tik un­su­ru Ba­tı Rus­ya’­da sa­de­ce de­vam et­mek­le kal­ma­mış, bi­lâ­kis Leh­le­rin te­si­ri ile da­ha da be­lir­gin­le­şip Ba­tı Rus­ya’­nın (Uk­ray­na ve Be­lo­rus­ya) si­ya­sî ha­ya­tı­nın te­me­liri oluşturmuştu. Do­ğu Rus­ya’­ya ge­lin­ce, ora­sı belirgin bir şe­kil­de mo­nar­şizmi des­tek­le­miş ve ileri bir seviyeye ge­tir­miş­ti. Fa­kat Mos­kof çar­lı­ğı­nın sa­de­ce Andrew Bo­go­li­ubsky’­nin ve ba­zı di­ğer Suz­dal prens­le­ri­nin ge­le­ne­ği­ne gö­re dav­ran­dı­ğı­nı söy­le­mek de­ği­şi­min öne­mi­ni kü­çüm­se­mek olur. Bü­tün mo­nar­şik te­ma­yül­le­ri­ne rağ­men Suz­da­lia prens­le­ri hiç­bir za­man ül­ke­le­ri­nin mut­lak hü­küm­dar­la­rı ol­ma­yı ba­şa­ra­ma­mış­lar­dı.

Mos­ko­va ça­rı­nın ide­olo­jisi de, ger­çek oto­ri­te­si de Suz­da­li­alı se­lef­le­ri­nin­kin­den mu­az­zam de­re­ce­de da­ha bü­yük­tü. XVI. Yüz­yıl­da Av­ru­pa kı­ta­sı­nın ta­ma­mın­da mo­nar­şik kurumların bü­yü­dü­ğü gö­rü­lür­ken, sü­reç hiç­bir yer­de Do­ğu Rus­ya’­da ol­du­ğu ka­dar ile­ri git­me­miş ve hızlı ol­ma­mış­tı. Kut­sal Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu’­nun el­çi­si Avus­tur­ya­lı ba­ron Si­gis­mund von Her­bers­te­in, 1517 yı­lın­da Mos­ko­va’­ya gel­di­ği za­man si­ya­sî ba­kım­dan ta­ma­men fark­lı bir dün­ya­ya gir­di­ği­ni his­set­miş­, Gran­dük II. Va­si­li’­nin te­ba­sı üs­tün­de­ki oto­ri­te­si­nin di­ğer tüm hü­küm­dar­la­rın­ki­ni geç­ti­ği­ni kay­det­miş­ti.1012 Mos­ko­va’­yı Her­bers­te­in’in ilk zi­ya­re­tin­den yet­miş yıl ka­dar son­ra zi­ya­ret eden İn­gi­liz Gi­les Fletc­her ise, “dev­let ve hü­kumet şek­li ta­ma­men des­pot­ça­dır; her şey pren­sin men­fa­ati­ne gö­re­dir ve bu, çok ale­nî ve bar­bar­ca bir tarz­da­dır” so­nu­cu­na var­mış­tı.1013

1012Her­bers­te­in, s. 20.

1013Fletc­her, s. 26. Fletc­her’in XVI. Yüz­yı­lın son­la­rın­da­ki Mos­kof hü­kü­me­ti ve si­ya­sî ha­ya­tı­nın bir de­re­ce­ye ka­dar çar­pı­tıl­mış bir res­mi­ni sun­du­ğu­nu kay­det­mek ge­re­kir. Bo­yar mec­li­si­nin ger­çek oto­ri­te­si­ni ye­te­rin­ce de­ğer­len­dir­me­miş­ti, ku­zey Rus­ya’­da­ki ma­hal­lî ken­di ken­di­ni yö­ne­ti­me cid­dî şe­kil­de dik­kat et­me­miş­ti ve Etats-Généraux’nun Rus mu­ka­bi­li olan Zemsky So­bor’­dan ha­be­ri yok­tu. Bkz. S. M. Se­re­do­nin, Soc­hi­ne­nie Dz­hil­sa Fletc­he­ra kak is­to­ric­hes­kii is­toch­nik (St. Pe­ters­burg, 1891), s. 217-244, 278-280, 283-287.

Mo­ğol dö­ne­mi ön­ce­si ve son­ra­sın­da­ki sos­yal mü­na­se­bet­ler ara­sın­da­ki te­zat da­ha az de­ğil­di. Mos­kof top­lu­mu­nun te­mel­le­ri Ki­yef dö­ne­min­de­ki­ler­den çok fark­lıy­dı.

Ki­yef Rus­ya­sı­ top­lu­mu­na bel­li ba­zı çe­kin­ce­ler­le hür bir top­lum de­ne­bi­lir. Kö­le­ler var­dı, ama on­lar halkın dışında ay­rı bir ­grup sa­yı­lı­yor­lar­dı. Du­rum eski Yu­na­nis­tan’­da­ki­ne ben­zi­yor­du: halkın büyük kesiminin hürriyetiyle kö­le­lik yan yanaydı. İktidar, hür sos­yal sı­nıf­la­rın (bo­yar­lar, şe­hir hal­kı ve taş­ra­da­ki “in­san­lar”) işbirliği sayesinde hükumet edebiliyordu. Ger­çi pren­sin doğrudan özel hük­mü­ne tâ­bi olan ve smerdy de­nen bir ­grup köy­lü var­dı, ama on­lar da hür­dü­ler. Ya­rı hür olan bir ­grup daha var­dı (on­la­ra za­kupy de­ni­yor­du). So­nuç­ta bunların du­rum­la­rı kö­le­le­rin­ki­ne ben­zedi, ama kö­le oluş­la­rı borç­lu ol­ma­la­rı­nın so­nu­cuy­du, yâ­ni eko­no­mik güç­le­rin en­gel­len­me­miş te­sir­le­rin­den do­la­yı öy­ley­di­ler, hü­kü­me­tin ic­ra­atı­nın bun­da dah­li yok­tu.1014

1014Ki­evan Rus­sia, bö­lüm 6.

XVI. ve XVII. Yüz­yıl­lar­da­ki Mos­ko­va çar­lı­ğın­da ta­ma­men ye­ni bir top­lum ve onun dev­let­le mü­na­se­be­tiyle kar­şı kar­şı­ya­yız. Kö­le­ler ha­riç ol­mak üze­re mil­le­tin en yu­ka­rı­dan en aşa­ğı­ya ka­dar bü­tün sı­nıf­la­rı dev­le­te hiz­met et­mek­le yü­küm­lüy­dü­ler. Ne ga­rip­tir ki kö­le­ler hü­kü­me­tin kont­ro­lün­den aza­de olan ye­gâ­ne ­grup­tu­lar. Dev­let­le ka­yıt­sız şart­sız hiz­me­te ilişkin bu Mos­kof sis­te­mi­ne Cy­ril Za­it­sev hak­lı ola­rak kre­post­noy us­tav (zo­run­lu hiz­met sta­tü­sü) de­miş­tir.1015 Gerek ev­vel­ce mülk sa­hi­bi olan prens­ler ve gerekse bo­yar­lar, artık bo­yarzâdeler ve dvo­ryan (sa­ray­lı­lar)dan oluşan kü­çük asil­zâ­de­le­r gi­bi ça­rın de­vam­lı hiz­met­kâ­rı ol­muş­lar­dı. Prens­le­rin ve bo­yar­la­rın ye­ni re­ji­me mu­ha­le­fet te­şeb­büs­le­ri çar IV. İvan ta­ra­fın­dan op­riç­ni­na te­rö­rü za­ma­nın­da ezil­miş­ti.1016 Çarlar, as­ke­rî tı­mar (po­mes­tia) kurumu sa­ye­sin­de hem or­ta sı­nı­fın top­rak mül­kü­nü hem de or­du­yu kont­rol edi­yor­lar­dı. Po­mes­ti­a’­ya iş­gü­cü te­mi­ni za­ru­re­ti top­rak kö­le­li­ği­nin ih­da­sı ile so­nuç­lan­dı. Bu or­ta sı­nı­fın mülk­le­rin­de ön­ce ge­çi­ci ola­rak ya­pıl­dı (1581). Köy­lü­le­rin bu top­rak kö­le­li­ği 1649 yı­lın­da­ki Ka­nun­na­me (Uloje­niye) ile sü­rek­li­lik ve res­mi­yet ka­zan­dı. Ni­ha­yet şe­hir hal­kı (po­sads­kiye li­udi) da, Uloje­niy­e’­nin mad­de­le­ri­ne da­ya­na­rak, vergi ödeme konusunda tüm üyeleri birbirine müteselsil kefil olan ve ken­di­le­rin­den is­te­nen ba­zı hiz­met­le­ri ye­ri­ne ge­tir­mek­le yü­küm­lü bulunan dı­şa ka­pa­lı ko­mün­ler halinde teşkilat­lan­dı­. Gerek mi­rî top­rak­lar­da­ki hür köy­lü­ler ve top­rak kö­le­le­ri, gerekse şe­hir hal­kı, ça­rın te­bâ­sı­nın en alt sı­nı­fı sa­yı­lı­yor­lar­dı; as­ker­lik ve­ya sa­ray hiz­me­tin­den mu­af­tı­lar, ama ağır ver­gi­ler öde­me­le­ri ve ba­zı du­rum­lar­da an­gar­ya (ti­ag­lo, “yük”) iş­ler gör­me­le­ri ge­re­ki­yor­du. Böy­le­ce slujil­ye li­udi (as­ke­rî ve sa­ray hizmetlileri) ile ti­agl­ye li­udi (ti­ag­lo ile yü­küm­lü olan­lar) birbirinden ayrıldı. So­nun­da (yu­ka­rı­da­ki mana­da) “hiz­met” asil­zâ­de­le­rin, “yük” de hal­kın özel­li­ği ol­du. Bu ayı­rım XVII. Yüz­yıl­da Mos­ko­va çar­lı­ğın­da­ki sos­yal re­ji­min te­mel özel­li­ği halini aldı ve XVIII. Yüz­yıl­da­ki St. Pe­ters­burg im­pa­ra­tor­lu­ğun­da çok da­ha ke­sin şe­kil­ler ortaya çıktı.

1015K. Za­it­sev, Lekt­sii po ad­mi­nist­ra­tiv­no­ma pra­vu (Prag, tek­sir edil­miş edis­yon, 1923), 2, 154-155.

1016Op­riçni­na re­ji­mi, 1564 yı­lın­da çar IV. İvan ta­ra­fın­dan iha­net­le mü­ca­de­le için sa­ray­da bir özel mu­ha­fız ve­ya si­ya­sî po­lis bir­li­ği­nin ih­da­sı ile baş­la­tıl­dı. Op­riçni­na ke­li­me­si­nin mana­sı “ay­rı” ve­ya “özel” ev hal­kı ve­ya ma­iyet de­mek­tir. Bkz. G. Ver­nadsky, A His­tory of Rus­sia (Ya­le Uni­ver­sity Press, 1952 edis­yo­nu), s. 67-69.

Ki­yef Rus­ya­sı ve Mos­kof Rus­ya­sın­da dev­let ve top­lu­mun ka­rak­te­ris­tik özel­lik­le­ri­nin yu­ka­rı­da­ki kı­sa mu­ka­ye­se­li göz­den ge­çi­ri­li­şi te­mel ola­rak alın­dı­ğın­da, iki re­jim ara­sın­da­ki far­kın ger­çek­ten bü­yük ol­du­ğu görülecektir. Kar­şı­mız­da iki fark­lı sos­yo­po­li­tik sis­tem bu­lun­mak­ta­dır. De­ği­şik­li­ğin an­lık ol­ma­dı­ğı bel­li­dir. As­lın­da hür top­lu­mun hiz­met­le yü­küm­lü bir top­lu­ma dö­nüş­me­si, XVII. Yüz­yı­lın or­ta­sı gi­bi geç bir ta­ri­he ka­dar ta­mam­lan­ma­mak­la be­ra­ber, Mo­ğol dö­ne­min­de baş­la­mış­tı.

Şim­di üze­rin­de dü­şün­me­miz ge­re­ken husus, Mo­ğol­la­rın bu sü­reç­te­ki ro­lü­dür. Bu­nu be­lir­le­mek için Mo­ğol dö­ne­min­de Rus­ya’­nın mil­lî eko­no­mi­sin­de, si­ya­se­tin­de ve sos­yal teşkilatın­da mey­da­na ge­len de­ği­şik­lik­le­ri kı­sa­ca in­ce­le­me­miz ge­re­kir.

2. MOĞOL FETHİNİN RUSYA’NIN MİLLÎ EKONOMİSİ

ÜZERİNDEKİ TESİRİ

I

1237-40 yıl­la­rın­da­ki Mo­ğol is­ti­la­sı es­na­sın­da, Rus­ya’­da ma­lın mül­kün ve yaşantının top­tan yağ­ma­lan­ma­sı ve tah­rip edil­me­si, Rus hal­kı­nı şok eden çok ağır bir dar­bey­di ve bir sü­re­li­ği­ne eko­no­mik ve si­ya­sî ha­ya­tın nor­mal gi­di­şa­tı­nı dur­dur­muştu. Rus­la­rın ka­yıp­la­rı­nı tah­min et­mek zordur, ama mu­az­zam ol­muş ol­ma­lı­dır ve Mo­ğol­la­rın esir et­ti­ği ka­dın ve er­kek çok sa­yı­da si­vi­li da­hil eder­sek, top­lam nü­fu­sun yüz­de 10’un­dan da­ha az ol­muş ola­maz­lar.

Bu fe­la­ket­te en çok za­rar gö­ren­ler şe­hir­ler­di. Rus me­de­ni­ye­ti­nin Ki­yef, Çernigov, Pre­ias­lav, Ri­azan, Suz­dal gi­bi es­ki mer­kez­le­ri ile bi­raz da­ha ye­ni olan Suz­da­lia Vla­di­mi­ri’­nin ya­nı sı­ra bir çok baş­ka ka­sa­ba ta­ma­men tah­rip edil­di ve is­mi yu­ka­rı­da ilk ola­rak anı­lan üç ta­ne­si es­ki önem­le­ri­ni yüz­yıl­lar bo­yun­ca ka­za­na­ma­dı­lar.1017* Sa­de­ce Ba­tı ve Ku­zey Rus­ya’­da Smo­lensk, Nov­go­rod, Ps­kov ve Galiç (Ha­licz) gi­bi bir­kaç bü­yük şe­hir o za­man tah­rip ol­mak­tan kur­tu­la­bil­di­ler. Mo­ğol­la­rın us­ta za­na­at­kâr­la­rı ve ma­ha­ret­li sa­nat­kâr­la­rı ha­nın hiz­me­ti için dev­şir­me si­ya­se­ti fet­hin ilk dö­ne­min­de mad­dî tah­ri­be ma­ruz kal­ma­mış şe­hir­ler için bi­le faz­la­dan bir yük teş­kil et­ti. Rus ku­yum­cu­la­rı­nın ve za­na­at­kâr­la­rı­nın en iyi­le­rin­den bel­li bir mik­tar ulu ha­na gön­de­ril­di­ler. Gör­müş ol­du­ğu­muz üze­re ke­şiş Pla­no Car­pi­ni’­li John on­lar­dan bi­ri olan ku­yum­cu Kuz­ma’­ya Gü­yük’ün or­du­gâ­hın­da rast­la­mış­tı. Bir­çok baş­ka­sı­nı da Al­tın Or­du ha­nı şah­sî hiz­me­ti­nin gö­rül­me­si­nin ya­nı sı­ra pa­yi­tah­tı olan Sa­ray’ı süs­le­mek için ken­di­si­ne alı­koy­muş­tu. Çe­şit­li mes­lek­le­re men­sup za­na­at­kâr­lar –de­mir­ci­ler, zırh ya­pım­cı­la­rı, sa­raç­lar ve­sa­ire– da Cu­çi ai­le­si men­sup­la­rı­nın or­da­la­rı­nın ya­nı sı­ra Gü­ney Rus­ya’­da­ki Mo­ğol or­du­la­rı­nın önem­li ku­man­dan­la­rı­nın or­da­la­rı­na tah­sis edil­miş­ler­di.

1017Yazar burada tamamen hissi ve tarafgir hareket etmekte, tarihi çarpıtmaktadır. Bir kere Rus tarihçiler, Moğol istilası konusunda ikiye bölünmüş bu­lu­nu­yor­lar. Örneğin L. N. Gumilev’in “Eski Ruslar ve Büyük Bozkır Halkları” adları ese­ri­ni okuduğumuzda, Moğolların sadece bir tek şehri yakıp yıktıklarını gö­rü­yo­ruz. Onun da sebebi şehir halkının Moğol elçisini öldürmüş olmasıdır. Gu­mi­lev, bu eserinde Rus tarihçilerin tek yanlı ve garazkâr bakışlarını ustalıkla ve de­lil­leriyle bir bir gözler önüne sermektedir. Okuyucuya söz konusu kitabın en azın­dan bu tartışmalarla ilgili kısımları okumasını mutlaka tavsiye ederiz. (Edi­tör).

Us­ta ze­na­at­kâr­la­rı­n Mo­ğol dün­ya­sı­na da­ğı­tıl­ma­la­rı bir sü­re için Rus­ya’­nın ken­di ma­hir iş gü­cü kay­nak­la­rı­nı ne­re­dey­se ku­rut­muş ve sa­na­yi ge­le­nek­le­ri­nin sü­rek­li­li­ği­nin or­ta­dan kalk­ma­sı­na se­bep ol­muş­tu.1018 1240 yı­lın­da Ki­yef’­te­ki ema­ye atölyelerinin ka­pan­ma­sı ve us­ta­la­rı­n kat­lin­den ve­ya alı­nıp gö­tü­rül­me­sin­den do­la­yı Ki­yef Rus­ya­sın­da çok yük­sek se­vi­ye­ye ulaş­mış olan ema­ye­ci­lik sanatı bü­tü­nüy­le or­ta­dan kalk­mış­tı. XIV. Yüz­yılda Fransa’dan bir miktar Limoge emayesi it­hal edil­miş ve yüz­yı­lın son­la­rı­na doğ­ru Mos­ko­va’­da ka­zı­lan ze­mi­ne dol­du­ru­lan emay­lar ya­pıl­mış­tı; XVI. Yüz­yıl­da Mos­ko­va­lı ze­na­at­kâr­lar böl­me­le­re sı­kış­tı­rıl­mış ema­ye ima­li­ne baş­la­dı­lar, ama bun­lar çok ka­bay­dı­lar ve Ki­yef ör­nek­le­riy­le kı­yas­la­na­maz­lar.1019 Fi­lig­ran iş­le­ri­nin (skan’) ima­latı ne­re­dey­se bir yüz­yıl bo­yun­ca dur­du ve son­ra Or­ta As­ya ör­nek­le­ri­nin et­ki­siy­le ye­ni­den baş­lan­dı.1020 Mo­no­mach Ta­cı1021 gi­bi Or­ta As­ya ku­yum­cu­lu­ğu­nun ör­nek­le­ri Mos­ko­va’­ya ge­ti­ril­di­ ve Sa­ray’­da (ve muh­te­me­len Urgenç’­de de) ku­yum­cu­luk­la uğ­ra­şan us­ta Rus ze­na­at­kâr­la­rın ba­zı­la­rı XIV. Yüz­yı­lın or­ta­la­rın­da Rus­ya’­ya ge­ri dön­me­ye mu­vaf­fak ol­du­lar; son­ra­la­rı hem Sa­ray hem Urgenç Ti­mur ta­ra­fın­dan tah­rip edil­di­ği za­man Ha­rezm eko­lü­ne men­sup us­ta­la­rın ha­yat­ta ka­lan­la­rın­dan ba­zı­la­rı Mos­ko­va gran­dü­kü ta­ra­fın­dan işe alın­mış ola­bi­lir­ler.

1018Bkz. Ry­ba­kov, s. 525-538.

1019Age., s. 535-536.

1020Age., s. 641-646.

1021 Mo­no­mach’ın Ta­cı hak­kın­da aşa­ğı­da kı­sım 6, s. 386’ya Bkz..

Ni­el­lo1022* tek­ni­ği de Mo­ğol is­ti­la­sın­dan son­ra kul­la­nım­dan kalk­mış ve an­cak XVI. Yüz­yıl­da ye­ni­den po­pü­ler ol­muş­tu. XIII. Yüz­yı­lın son­la­rın­da ve XIV. Yüz­yıl­da Rus­ya’­da de­ko­ra­tif tuğ­la­lar da da­hil ol­mak üze­re çok renk­li sır­lı ke­ra­mik imal edil­di­ği­ne da­ir hiç bir ipu­cu yok­tur. Cam bi­le­zik­le­rin ya­nı sı­ra cam, kır­mı­zı akik ve bronz bon­cuk­lar ile ba­zı di­ğer süs­le­rin ima­la­tı da ta­ma­men son bul­muş­tu.1023

1022Ni­el­lo: Ba­kır ve­ya gü­müş­le ka­rı­şık çok si­yah kü­kürt ha­li­ta­sı; bu ha­li­ta ile ma­den lev­ha­lar üze­rin­de şe­kil­ler ya­pıl­ma­sı –çn.

1023Ki­evan Rus­sia, s. 116’da “Ki­yef Rus­ya­sın­da cam imal edil­di­ği­ne da­ir ke­sin bir ipu­cu yok­tur” di­ye ha­ta­lı bir be­yan­da bu­lun­muş­tum. Ki­ta­bı yaz­dı­ğım sı­ra­da B. A. Ry­ba­kov ta­ra­fın­dan o za­man­dan be­ri su­nu­lan ar­ke­olo­jik araş­tır­ma­la­rın en son bul­gu­la­rın­dan ha­be­rim yok­tu.

Mo­ğol fet­hi­nin yol aç­tı­ğı bir baş­ka bü­yük ka­yıp, taş oy­ma­cı­lı­ğı ve ka­bart­ma iş­le­ri sa­na­tıy­dı. Bu tü­rün son us­ta işi, Suz­da­li­a’­da Yu­ri­ev-Polsky’­de­ki St. Ge­or­ge ka­ted­ra­li­nin Mo­ğol sal­dı­rı­sın­dan bir­kaç yıl ön­ce ta­mam­la­nan taş röl­yef­le­riy­di.1024 İn­şa­atçılık da Do­ğu Rus­ya’­da ge­nel­de ciddî bir du­rak­la­ma­ya uğ­ra­mış­tı. Mo­ğol ha­ki­mi­ye­ti­nin ilk yüz­yı­lın­da bir ön­ce­ki yüz­yı­la na­za­ran da­ha az taş bi­na ya­pıl­dı ve ya­pı­lan işin ka­li­te­si bâ­riz bir şe­kil­de bo­zul­muş­tu.

1024Bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 260.

Mo­ğol is­ti­la­sı ve Mo­ğol­la­rın ze­na­at­kâr­la­ra yö­ne­lik si­ya­se­ti yü­zün­den Rus sa­na­yi ima­la­tı da ge­nel ola­rak ge­ri­le­miş­ti. Hat­ta No­v­go­rod bi­le ön­ce et­ki­len­miş, fa­kat ça­buk to­par­lan­mış­tı; sa­na­yi­si­nin du­rak­la­ma­sı ya­rım yüz­yıl ka­dar sür­müş­tü. An­cak XIV. Yüz­yı­lın or­ta­la­rın­da Rus­ya üze­rin­de­ki Mo­ğol kont­ro­lü ol­duk­ça ha­fif­le­di­ği za­man sa­na­yi­nin bel­li kol­la­rın­da, özel­lik­le de metalürji dalında dikkat çeken bir canlanma olmuştu. XV. Yüz­yıl bo­yun­ca şe­hir sanatlarının çoğu hız­lı bir ge­liş­me kay­det­ti­.1025 Sa­de­ce Tver ve Mos­ko­va de­ğil Zve­ni­go­rod gi­bi da­ha kü­çük şe­hir­le­rin ba­zı­la­rı da can­lı sa­na­yi mer­kez­le­ri ol­du­lar.1026

1025Ry­ba­kov, s. 595 vd.

1026Zve­ni­go­rod’­da­ki sa­na­yi hakkında bkz. MIAS, 12 (1949), 127-131.

Mo­ğol ha­ki­mi­ye­ti­nin ilk yüz­yı­lı bo­yun­ca şe­hir ze­na­at­la­rı­nın yok ol­ma­sı tü­ke­ti­ci ta­lep­le­ri­nin kar­şı­lan­ma­sın­da bir sü­re cid­dî bir boş­luk ya­rat­tı. Köy­lü­ler kendi imal et­tik­le­riy­le ye­tin­mek zo­run­da kal­dı­lar. Prens­le­rin, bo­yar­la­rın ve ma­nas­tır­la­rın ze­na­at­la­rı ken­di mülk­le­ri da­hi­lin­de teş­vik et­mek­ten baş­ka ya­pa­bi­le­cek­le­ri bir şey yok­tu. Kö­le­le­ri­ni ve­ya ya­rı­cı­la­rı­nı eğit­me­ye ve çalıştırmak üze­re ma­ha­ret­li ze­na­at­kâr­la­rı ken­di mülk­le­ri­ne çek­me­ye ça­lış­tı­lar. Bil­di­ği­miz üze­re ki­li­se top­rak­la­rın­da ya­şa­yan­lar Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan ver­gi ve di­ğer öde­me­ler­den mu­af tu­tu­lu­yor­lar­dı. Prens­le­rin mülk­le­ri­nin böy­le mu­afi­yet­le­ri­nin ol­ma­ma­sı­na rağ­men, han­la mü­na­se­bet­le­ri iyi olan bir prens, Mo­ğol fet­hi­nin acı­ma­sız ilk on­yıl­la­rın­da bi­le mül­kün­de­ki ze­na­at­kâr­la­rın en azın­dan ba­zı­la­rı­nın ha­nın hiz­me­ti için dev­şi­ril­me­me­si­ni sağ­la­ma­ya çoğunlukla mu­vaf­fak olu­yor­du. Ni­ha­yet prens­ler ve pis­ko­pos­lar esir ze­na­at­kâr­la­rın ba­zı­la­rı­nı fid­ye­si­ni öde­ye­rek kur­tar­ma­yı ba­şar­dı­lar; di­ğer bir­ço­ğu da Mo­ğol­lar­dan ka­çıp Rus­ya’­ya ge­ri dö­ne­bil­di­ler. Böy­le­ce ol­duk­ça çok sa­yı­da­ki de­mir­ci, çöm­lek­çi, ma­ran­goz, kun­du­ra­cı ve ter­zi, prens­le­rin ve ma­nas­tır­la­rın top­rak­la­rı­na yer­leş­ti­ler. Mos­ko­va’­da ol­du­ğu gi­bi gran­dü­kün ma­li­kâ­ne­si bü­yük bir şe­hir hâ­li­ne gel­di­ği za­man, bu ze­na­at­kâr­lar ve da­ha bir­çok­la­rı Pa­zar ye­ri­ne gran­dü­ka­lık sa­ra­yı için ça­lış­ma­yı sür­dür­dü­ler. Ma­li­kâ­ne sa­na­yi­si­nin bu bü­yü­me­si XIV. Yüz­yıl­dan XVI. Yüz­yı­la ka­dar Rus eko­no­mi­si­nin ka­rak­te­ris­tik bir özel­li­ğiy­di.

II

Zi­ra­at, imalat sanatına nazaran Mo­ğol is­ti­la­sın­dan da­ha az et­ki­len­miş­ti. Gü­ney Rus­ya’­nın doğ­ru­dan ken­di kont­rol­le­ri­ne tâ­bi kı­sım­la­rın­da Mo­ğol­la­rın ken­di­le­ri or­du ve ida­rî ka­de­me­nin ih­ti­yaç­la­rı­nı kar­şı­la­mak için da­rı ve buğ­day gi­bi ürün­le­rin ye­tiş­ti­ril­me­si­ni teş­vik et­miş­ler­di.1027 Rus­ya’­nın di­ğer kı­sım­la­rın­da Mo­ğol­la­rın top­la­dı­ğı ve­ya on­lar için top­la­nan ha­ra­cın bü­yük kıs­mı­nı öde­yen­ler zi­ra­at­le iş­ti­gal eden­ler­di ve bu yüz­den Mo­ğol­la­rın zi­ra­atin ve­rim­li­li­ği­ne ket vur­mak­ta bir çı­kar­la­rı yok­tu. Ay­nı şey av­cı­lık ve ba­lık­çı­lık için de ge­çer­liy­di. De­mir ma­de­ni işletmesi ve tuz üre­ti­mi (ki bu­har­laş­tır­ma metoduyla üretiliyor­du), özel­lik­le de sat­ha ya­kın de­mir cev­he­ri re­zerv­le­rin (Mo­ğol dö­ne­min­de Rus­ya’­da sa­de­ce bun­lar iş­le­ti­li­yor­du) büyük kısmı ve tuz­la­la­rın çoğu Nov­go­rod yö­re­sin­de ol­duğu için de­mir ma­de­ni­nin çı­ka­rıl­ma­sı ve tuz üre­ti­mi ak­sa­ma­dan sür­müş­tü. Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın ku­ze­yin­de­ki­ler de Mo­ğol­la­rın he­men ulaşamadıkları yerlerdi.

1027Bkz. bö­lüm 1, kı­sım 7, s. 52 ve bö­lüm 3, kı­sım 8, s. 224.

Mo­ğol dö­ne­min­de Do­ğu Rus­ya’­da zi­ra­atin sü­rek­li ola­rak bü­yü­me­si, onun mil­lî eko­no­mi­si­nin ön­de ge­len ko­lu ol­ma­sı so­nu­cu­nu ge­tir­di. Ziraatın ül­ke­nin or­ta ve ku­zey ke­sim­le­rin­de bü­yü­me­si, Mo­ğol hâ­ki­mi­ye­ti­nin ilk dö­ne­min­de hal­kın Mos­ko­va ve Tver et­ra­fın­da­ki yö­re­ler gi­bi is­ti­la­dan en emin gö­rü­nen böl­ge­le­re gö­çü­nün bir vec­he­siy­di. Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın Vol­ga’­nın öte­sin­de­ki ku­zey­do­ğu kı­sım­la­rı, özellikle de Kost­ro­ma ve Galiç yö­re­le­ri sü­rat­le is­kân edi­li­yor­du. Nü­fu­sun art­ma­sı ile top­ra­ğı sür­mek için git­gi­de da­ha çok or­man­lık alan zi­ra­ate açı­lı­yor­du. Ye­ni açı­lan yer­ler­de pod­se­ka tek­ni­ği uy­gu­la­nır­ken1028 mer­ke­zî yö­re­ler­de ürün ro­tas­yon­lu üç tar­la sis­te­mi de­vam edi­yor­du.1029 Bu dö­nem­de Do­ğu Rus­ya ve Nov­go­rod’­da baş­lı­ca üç tip sa­ban kul­la­nı­lı­yor­du: ağır sa­ban (plug), ge­liş­miş sok­ha (de­mir bı­çak­lı tah­ta sa­ban) ve ha­fif tah­ta sok­ha. An­la­şıl­dı­ğı­na gö­re “plug” çok sık kul­la­nıl­mı­yor­du; ha­fif sok­ha (bir at ta­ra­fın­dan çe­ki­li­yor­du) ku­ze­yin or­man yö­re­le­ri için ti­pik­ti. Mos­ko­va ci­va­rın­da üç at ta­ra­fın­dan çe­ki­len ge­liş­miş sok­ha ise stan­dart araç ola­rak gö­zü­kü­yor. Son za­man­lar­da ta­rih­çi P. P. Smir­nov, I. İvan’ın hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da Mos­kof zi­ra­ati­ne çok bü­yük bir te­rak­ki sağ­la­yan ta­ma­men ye­ni bir sok­ha ti­pi­nin icat edil­di­ği­ni öne sür­müş­tür. Hat­ta Smir­nov bu ica­dın Mos­kof dev­le­ti­nin yük­se­li­şi­nin ona se­bep­le­rin­den bi­ri ol­du­ğu­nu dü­şün­mek­te­dir.1030 Te­ori çe­ki­ci ol­mak­la be­ra­ber onu des­tek­le­ye­cek ye­ter­li ipu­cu yok­tur.1031

1028Po­de­ka “ke­sim” de­mek­tir. Ağaç­lar ke­sil­dik­ten ve ça­lı­lar ya­kıl­dık­tan son­ra el­de edi­len böy­le bir tar­la­nın ve­ri­mi ilk iki ve­ya üç yıl yük­sek­ti, fa­kat tar­la­nın mü­te­aki­ben yıl­lar­ca na­da­sa bı­ra­kıl­ma­sı ge­re­ki­yor­du. Bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 108.

1029N. Rozh­kov, Ob­zor russ­koi is­to­rii s sot­si­olo­gic­hes­koi toch­ki sre­ni­ia, 2 (St. Pe­ters­burg, 1905), 137-138. Ay­rı­ca Bkz. P. P. Smir­nov, “Ob­ra­zo­va­nie russ­ko­go tsen­t­ra­­li­­zo­van­no­go go­su­darst­va v XIV-XVI ve­kakh”, Vop­rosy is­to­rii (1946), Fasc. 2-3, s. 77-79.

1030Smir­nov (dip­not 30’da ol­du­ğu gi­bi), s. 76-77.

1031P. P. Smir­nov’un te­ori­si­nin ten­ki­di için bkz. I. I. Smir­nov, “O pu­ti­akh iss­le­do­va­­ni­ia russ­ko­go cent­ra­li­zo­van­no­go go­su­darst­va”, Vop­rosy is­to­rii (1946), Fasc. 4, s. 30-44; V. Mav­ro­din, “Nes­kol­ko za­mec­ha­nii po po­vo­du stat’ i P. P. Smir­no­va”, Vop­rosy is­to­rii (1946), Fasc. 4, s. 45-54; S. Iush­kov, “K vop­ro­su ob ob­ra­zo­va­nii russ­ko­go go­su­darst­va v XIV-XVI ve­kakh”, Vop­rosy is­to­rii (1946), Fasc. 4, s. 30-44; V. Mav­ro­din, “Nes­kol­ko za­mec­ha­nii po po­vo­du stat’ i P. P. Smir­no­va”, Vop­rosy is­to­rii (1946), Fasc. 4, s. 45-54; S. Iush­kov, “K vop­ro­su ob ob­ra­zo­va­nii russ­ko­go go­su­darst­va v XIV-XVI ve­kakh”, Vop­rosy is­to­rii (1946), Fasc. 4, s. 53-67; K. Ba­zi­le­vich, “K vop­ro­su ob is­to­ric­hes­kikh us­lo­vi­iakh ob­ra­zo­va­ni­ia russ­ko­go go­su­darst­va”, Vop­rosy is­to­rii (1946), Fasc. 7, s. 26-44.

At ve sı­ğır bes­len­me­si­nin Do­ğu Rus­ya’­nın köy eko­no­mi­sin­de sa­de­ce mah­dut bir öne­mi var­dı ve sı­ğır be­si­ci­li­ği me­tod­la­rı ge­nel­de ip­ti­da­iy­di. Fa­kat prens­ler ve özel­lik­le de Mos­ko­va gran­dük­le­ri sı­ğır ve bâhu­sus at bes­le­mek­le çok il­gi­le­ni­yor­lar­dı. Bil­di­ği­miz üze­re im­ra­hor (ko­nu­is­hi) gran­dü­ka­lık ida­re­si­nin önem­li bir gö­rev­li­siy­di. Mos­ko­va gran­dük­le­ri­nin va­si­yet­nâ­me­le­rin­de ay­gır­lar­dan ve kıs­rak sü­rü­le­rin­den, bi­nek ve ko­şum at­la­rın­dan sık sık bah­se­dil­mek­tey­di.1032 At ye­tiş­tir­me­nin gran­dü­ka­lık eko­no­mi­si­nin bü­yük bir ko­lu ol­du­ğu aşi­kâr­dır. Za­ten gran­dü­kün or­du­su­nun sü­va­ri bö­lük­le­ri­ni teş­kil et­mek için at­la­ra ih­ti­ya­cı var­dı.

1032 Bkz. DDG, 8, 14, 16.

Şim­di Mo­ğol dö­ne­min­de Rus­ya’­da ti­ca­re­tin ge­liş­me­si­ne bir ba­ka­lım. Bil­di­ği­miz üze­re ti­ca­ret yol­la­rı­nın kont­ro­lü Mo­ğol si­ya­se­ti­nin önem­li bir vec­he­siy­di ve uluslararası ti­ca­ret Mo­ğol İm­pa­ra­tor­lu­ğu gi­bi Al­tın Or­du’­nun da te­mel­ dayanaklarından bi­ri­ni teş­kil edi­yor­du. Al­tın Or­du han­la­rı, özel­lik­le de Men­gü Te­mir, Nov­go­rod’un ve Kı­rım’­da­ki ve Azak yö­re­sin­de­ki İtal­yan ko­lo­ni­le­ri­nin ti­ca­re­ti­ni teş­vik et­mek için çok şey yap­mış­lar­dı. Bak­sak Ah­med’in hi­ka­ye­sin­den de anlaşılacağı gibi Mo­ğol­la­rın böl­ge va­li­le­ri ti­ca­re­ti hi­ma­ye edi­yor­lar­dı.1033

1033 Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 3, kı­sım 5, s. 343.

Do­la­yı­sıy­la Mo­ğol hâ­ki­mi­ye­ti­nin Rus­ya ti­ca­re­ti­nin ge­liş­me­si­nin le­hi­ne ol­muş ol­ma­sı bek­len­me­li­dir. Ge­nel­de öy­le ol­muş­tur; ama bu, bü­tün dö­nem için ge­çer­li de­ğil­dir. Mo­ğol hâ­ki­mi­ye­ti­nin ilk yüz­yı­lın­da şe­hir ze­na­at­la­rı­nın yok ol­ma­sın­dan ve do­la­yı­sıy­la şe­hir­le­rin köy­lü­le­rin ta­lep­le­ri­ni kar­şı­la­ya­ma­ma­la­rın­dan do­la­yı Rus­ya’­da iç ti­ca­ret bü­yük bir du­rak­la­ma­ya uğ­ra­dı. Dış ti­ca­re­te ge­lin­ce, Ber­ke’­nin hü­küm­dar­lı­ğın­da ne­re­dey­se ta­ma­men Or­ta As­ya men­şe­li Müs­lü­man tüc­car­la­rın güç­lü lon­ca­la­rı­nın te­ke­lin­dey­di. Sa­de­ce Men­gü Te­mir’in hü­küm­dar­lı­ğın­da Rus tüc­car­la­ra şans ta­nın­dı - ama on­lar bun­dan na­sıl ya­rar­la­na­cak­la­rı­nı bil­di­ler. Bah­se­dil­di­ği üze­re Üz­beg’in hü­küm­dar­lı­ğın­da (1314-1341) Sa­ray’­da bü­yük bir Rus ko­lo­ni­si var­dı ve bu koloninin nüvesini muhtemelen tüccarlar oluşturmuşlardı. Tver gran­dü­kü Mikael’in Üz­beg’in Ku­zey Kaf­kas­ya’­da­ki or­du­gâ­hın­da idam edil­me­si­nin hikaye­sin­den o ta­rih­te (1319) ora­da bir­çok Rus tüc­ca­rın ya­şa­dı­ğı­nı bi­li­yo­ruz. Hikaye­ye gö­re Rus tüc­car­lar Mikael’in ce­se­di­ni ya­kın­da­ki bir ki­li­se­ye koy­mak is­te­miş­ler, ama Mo­ğol­lar bu­nu yap­ma­la­rı­nı men et­miş­ler­di.1034 Tok­ta­mış’ın se­fe­ri­yle (1382) ilgili kayıtlardan o za­man Rus­la­rın Vol­ga ge­mi­ci­li­ği­ni kont­rol et­tik­le­ri­ni bi­li­yo­ruz. Dö­ne­min Rus va­ka­yi­nâ­me­le­ri, Al­tın Or­du coğ­raf­ya­sı hak­kın­da­ki iyi ma­lu­mat sa­hi­bi ol­duk­la­rı­nı göz­ler önü­ne se­rmekte ve çe­şit­li mü­na­se­bet­ler­le sa­de­ce Sa­ray’­dan de­ğil Urgenç ve Ast­ra­han gi­bi baş­ka ti­ca­rî mer­kez­ler­den de bah­se­tmektedir­ler ki, herhalde bu bilgileri tüc­car­lar­dan al­mışlardır.

1034Ni­kon, 10, 186.

Rus­lar, Azak yö­re­sin­de­ki ve Kı­rım’­da­ki İtal­yan ko­lo­ni­le­ri ile de çok iyi ta­nı­şı­yor­lar­dı. Ger­çek­ten o dö­ne­min Rus tüc­car­la­rı en kâr­lı iş­le­ri­ni Su­roj (Sol­da­ia) şeh­ri ile ya­pı­yor­lar­dı. Bu gruba Suroja­ne (“Suroj ile iş ya­pan­lar”) de­ni­li­yor­du. Suroja­ne’­ler­den ilk de­fa 1288 yı­lın­da Volinya Vla­di­mi­ri’n­de Va­sil­ko’­nun oğ­lu prens Vla­di­mir’in ve­fa­tı mü­na­se­be­tiy­le Volinya Va­ka­yi­nâ­me­sin­de bah­­se­dil­miş­tir. Va­ka­nü­vis, ölü­mün­den do­la­yı sa­de­ce pren­sin ak­ra­ba­la­rı­nın ve Vla­di­mir hal­kı­nın de­ğil şe­hir­de ya­şa­yan tüc­car­la­rın -Al­man­lar, Suroja­ne’­ler. Nov­go­rod­lu­lar ve Ya­hu­di­ler- üzül­dük­le­ri­ni an­la­tır.1035 Suroja­ne’­ler, XIV. Yüz­yıl­da Mos­ko­va ti­ca­re­tin­de önem­li bir rol oy­na­dı­lar. As­lın­da Mos­kof tüc­car sı­nı­fı­nın üst ta­ba­ka­sı­nı teş­kil eden ve Mos­ko­va gos­ti’­si1036 di­ye bi­li­nen­ler Suroja­ne’lerdi.1037

1035Hyp., s. 220.

1036Gost’ te­ri­mi hakkında bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 317.

1037Bkz. V. E. Sy­ro­ech­kovsky, “Gos­ti-Suroja­ne”, GA, 127 (1935).

Men­gü Te­mir’in ve ha­lef­le­ri­nin ser­best ti­ca­ret si­ya­set­le­ri sa­ye­sin­de Mo­ğol dö­ne­min­de Ba­tı ile olan Rus ti­ca­re­ti de bü­yü­dü. Nov­go­rod’un Han­sa Bir­li­ği1038* ile can­lı ve kâr­lı bir ti­ca­re­ti var­dı. Mos­ko­va ve Tver, Nov­go­rod ve Ps­kov’la ol­du­ğu kadar Lit­van­ya ve Le­his­tan’la, ayrıca on­la­rın va­sı­ta­sıy­la Bo­hem­ya ve Al­man­ya ile ti­ca­ret ya­pı­yor­lar­dı. Yün ku­maş­lar Rus­ya’­nın Ba­tı’­dan it­hal et­tik­le­ri ara­sın­da önem­li bir ka­lem teş­kil ettiği için Ba­tı ile iş ya­pan Mos­ko­va­lı tüc­car­lara “ku­maş­çı­lar” (su­kon­ni­ki) deniliyordu. Bil­di­ği­miz üze­re da­ha ön­ce­ki dö­nem­de Nov­go­rod ka­li­te­li ku­maş­la­rı Yp­res’­den alı­yor­du.1039 XIV. ve XV. Yüz­yıl­da ku­maş sa­na­yi Or­ta Av­ru­pa’­da, özel­lik­le Sak­son­ya, Bo­hem­ya ve Mo­rav­ya’­da ge­liş­miş­ti. Mos­ko­va’­nın XVI. Yüz­yıl­da it­hal et­ti­ği ku­maş­la­rın çoğu Bo­hem­ya ve Mo­rov­ya’­dan ge­li­yor­du, fa­kat XI. Yüz­yıl­da bu ül­ke­ler­den Rus­ya’­ya bü­yük çap­lı ih­ra­cat ya­pıl­dı­ğı­na da­ir ipuç­la­rı yok­tur.1040 Tver’­de imal edi­len ki­lit­ler, XIV. ve XV. Yüz­yıl­lar­da Do­ğu Rus­ya’­dan Bo­hem­ya’­ya ih­raç edi­li­yor­du.1041

1038Han­sa Bir­li­ği = Ti­ca­ret­le uğ­ra­şan ser­best Al­man li­man şe­hir­le­ri­nin teş­kil et­tik­le­ri bir­lik (Ç.N.).

1039Ki­evan Rus­sia, s. 120, 343.

1040 Bkz. Flo­rovsky, 2, 141-142; Age., “Neskomoravské a slezské so­uke­nic­toi a vn­ho­do­ev­rops­kn trh”, NNE, 46 (1940), 2-5

1041 Ry­ba­kov, s. 600; Flo­rovsky, 2, 208-210.

3. HÜKÜMET VE İDARE ÜZERİNDEKİ TESİR

I

Hu­ku­kî açı­dan bakıldığında Mo­ğol dö­ne­min­de Rus­ya’­da ba­ğım­sız hü­kü­met yok­tu. Mo­ğo­lis­tan ve Çin’in ulu han­la­rı bü­tün Rus ül­ke­le­ri­nin met­bu­su ola­rak ka­bul edi­li­yor­lar­dı ve bil­di­ği­miz gi­bi Rus­ya me­se­le­le­ri­ne za­man za­man ger­çek­ten mü­da­ha­le edi­yor­lar­dı. Fa­kat uy­gu­la­ma­da Al­tın Or­du ha­nı Rus­ya’­nın en üst se­vi­ye­de­ki hü­küm­da­rı -Rus yıl­lık­la­rın­daki ifade ile “ça­rı”- idi. Hiç­bir Rus pren­si han­dan ge­rek­li be­ra­tı al­mak­sı­zın mül­kün­de hü­küm­dar­lık ede­mez­di.

Va­zi­ye­tin hu­ku­kî vec­he­le­ri böy­ley­di. As­lın­da, bun­dan ön­ce­ki iki bö­lüm­de an­la­tı­lan Mo­ğol-Rus mü­na­se­bet­le­ri­nin hikaye­sin­de gö­rül­dü­ğü üze­re, Rus­ya’­nın da­hi­lî si­ya­sî ha­ya­tı Mo­ğol ida­re­si ta­ra­fın­dan or­ta­dan kal­dı­rıl­ma­mış, bi­lâ­kis sa­de­ce tah­dit edi­lip şe­kil de­ği­şik­li­ği­ne uğ­ra­tıl­mış­tı. Mo­ğol im­pa­ra­tor­lu­ğu par­ça­lan­dı­ğı ve Al­tın Or­du za­yıf­la­dı­ğı za­man Rus­ya’­da­ki yer­li si­ya­sî güç­ler Mo­ğol­la­rın çatısı al­tın­dan or­ta­ya çık­mış ve git­gi­de kuv­vet­len­miş­ler­di. Fa­kat bu güç­le­rin bir­bir­le­riy­le olan ge­le­nek­sel mü­na­se­bet­le­ri Mo­ğol is­ti­la­sı yü­zün­den ta­ma­men bo­zul­muş­tu ve üç ik­ti­dar un­su­ru­nun her bi­ri­nin iza­fî öne­mi ve has­le­ti çok bü­yük bir de­ği­şik­li­ğe uğ­ra­mış­tı. Mil­lî eko­no­mi ala­nın­da ol­du­ğu gi­bi bu­ra­da da şe­hir­le­rin oy­na­dı­ğı ro­lün azal­ma­sı çok bü­yük öne­mi ha­iz bir hu­sus teş­kil et­miş­ti.

Si­ya­sî açı­dan, Mo­ğol is­ti­la­sı es­na­sın­da Do­ğu Rus­ya’­da­ki bü­yük şe­hir­le­rin çoğunun tah­ri­bi Ki­yef dö­ne­min­de bü­tün Rus­ya’­da ge­li­şen (ve Mo­ğol dö­ne­min­de Nov­go­rod ve Ps­kov’­da ge­liş­me­ye de­vam eden) şe­hir­ler­de­ki de­mok­ra­tik mü­es­se­se­le­re ezi­ci bir dar­be ol­muş­tu. Ay­rı­ca Mo­ğol ida­re­si­nin ilk yüz­yı­lın­da­ki ye­gane ka­rar­lı mu­ha­le­fet, tah­rip­ten kur­tu­lan ve­ya ye­ni­den in­şa edi­len bu şe­hir­le­rin hal­kın­dan gel­miş­ti. Prens­ler­le bo­yar­lar ken­di­le­ri­ni fa­tih­le­rin ta­lep­le­ri­ne uyar­la­ya­bi­lir ve on­lar­la anlaşma­ya da­ya­lı bir ha­yat tar­zı te­si­si­ne mu­vaf­fak olur­ken, şe­hir hal­kı, özel­lik­le de sü­rek­li ola­rak dev­şi­ril­mek teh­li­ke­si­ne mâ­ruz ka­lan ze­na­at­kâr­lar, ye­ni hü­küm­dar­la­rın al­dı­ğı her ye­ni bas­kı­cı ted­bir kar­şı­sın­da ateş püskürüyorlardı. Bu yüz­den Mo­ğol­lar şe­hir­le­rin mu­ha­le­fe­ti­ni ez­me­ye ve veçe’­yi si­ya­sî bir mü­es­se­se ola­rak or­ta­dan kal­dır­ma­ya ka­rar­lıy­dı­lar. Bu iş için de gör­müş ol­du­ğu­muz üze­re Ros­tov’un ya­nı sı­ra bir­çok di­ğer şe­hir­de­ki veçe’­nin ih­ti­lâl­ci te­mâ­yül­le­rin­den ken­di­le­ri de kor­kan Rus prens­le­ri­nin iş­bir­li­ği yap­ma­sı­nı sağ­la­dı­lar.

Mo­ğol­lar ile prens­le­rin iş­bir­li­ği, XIII. Yüz­yı­lın ikin­ci ya­rı­sın­da şe­hir is­yan­la­rı­nın ya­yıl­ma­sı­nı ön­le­di, za­man za­man Ros­tov’­da ve baş­ka yer­ler­de pat­lak ve­ren mün­fe­rit ve tec­rit edil­miş ayak­lan­ma­la­rı bas­tır­dı. Böy­le­ce veçe’­nin oto­ri­te­si bü­yük öl­çü­de kı­rıl­dı ve XIV. Yüz­yı­lın or­ta­la­rın­da Do­ğu Rus şe­hir­le­rin­in çoğunda nor­mal iş­levi­ni yi­tir­di ve hü­kü­met et­me­nin bir un­su­ru ol­mak­tan çık­tı. 1370’ler­de Do­ğu Rus­ya prens­le­ri Mo­ğol­la­ra di­ren­me­ye baş­la­dı­ğı za­man en azın­dan veçe ile sür­tüş­me­nin bir se­be­bi or­ta­dan kalk­mış ol­du. Ma­may’ın el­çi­le­ri­nin 1371 yı­lın­da Nijni Nov­go­rod’­da tev­kif edil­me­le­ri ola­yın­da ol­du­ğu gi­bi, o şeh­rin veçe’­si­nin Mo­ğol kar­şı­tı fa­ali­ye­ti ma­hal­lî prens ta­ra­fın­dan onay­lan­mış­tı. Fa­kat bir bü­tün ola­rak ba­kıl­dı­ğın­da hem prens­ler hem bo­yar­lar veçe’­nin asi ru­hun­dan şüp­he et­me­yi sür­dür­dü­ler. Şe­hir hal­kın­dan Mo­ğol­la­ra kar­şı on­lar­la iş­bir­li­ği yap­ma­la­rı­nı is­te­mek­le be­ra­ber, li­der­li­ği ken­di el­le­rin­de tut­ma­ya ni­yet­liy­di­ler. Do­la­yı­sıy­la veçe, hü­kü­me­tin da­imi bir un­su­ru ol­mak­tan ne­re­dey­se ta­ma­mıy­la çı­ka­rıl­dı. Gör­müş ol­du­ğu­muz üze­re prens­ler hal­kın men­fa­at­le­ri­nin ida­re­le­ri nez­din­de ty­si­atsky ta­ra­fın­dan tem­si­li­ni or­ta­dan kal­dır­ma­ya mu­vaf­fak ol­du­lar; bu gö­rev, 1375 yı­lın­da lağ­ve­dil­di. Fa­kat veçe’­yi kal­dı­rıp at­mak o ka­dar ko­lay de­ğil­di. Nor­mal za­man­lar­da iş gör­me­si­ne mü­sa­ade edil­me­mek­le be­ra­ber, prens­ler ve bo­yar­lar ön­der­lik­te ba­şa­rı­sız olur ol­maz ye­ni­den baş­kal­dır­dı­lar. Tok­ta­mış’ın is­ti­la­sı za­ma­nın­da Mos­ko­va hal­kı­nın ik­ti­da­rı ge­çi­ci ola­rak eli­ne al­ma­sı, o ye­ni­den can­lan­ma hiç­bir za­man uzun sür­me­mek­le be­ra­ber, kriz za­man­la­rın­da veçe’­nin ye­ni­den can­lan­ma­sı­nın ti­pik bir ör­ne­ği­dir.

Şe­hir­le­rin sos­yal ve si­ya­sî ha­ya­tı­nın ge­ri­le­me­si üze­rin­de­ki bir di­ğer önem­li etken, bü­yük top­rak­la­ra sa­hip ma­li­kâ­ne­le­rin Rus­ya’­nın si­ya­sî ya­pı­sın­da iza­fî ola­rak önem­le­ri­nin art­ma­sıy­dı. Bil­di­ği­miz üze­re Mo­ğol ön­ce­si dö­nem­de bi­le ma­li­kâ­ne­ler sos­yo-politik bir kurum ola­rak yük­se­li­şe geç­miş­ler­di.1042 XII. Yüz­yıl­da prens­le­r ve bo­yar­lar, önem­li kâr­lar el­de et­tik­le­ri bü­yük ara­zi­li ma­li­kâ­ne­le­re sa­hip­ti­ler. Fa­kat si­ya­sî ha­ya­tın mer­kez­le­ri hâ­lâ şe­hir­ler­di ve prens­ler şe­hir­le­rin eko­no­mik fa­ali­ye­tin­den zi­ya­de si­ya­sî fa­ali­ye­ti ile il­gi­le­ni­yor­lar­dı. Du­rum Mo­ğol dö­ne­min­de de­ğiş­ti. Si­ya­sî hak­la­rı Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan tah­dit edi­lin­ce prens­le­rin mülk­le­ri­nin ida­re­si ile da­ha çok il­gi­len­mek­ten baş­ka ya­pa­cak­la­rı şey kal­ma­dı. Şe­hir­le­rin ge­ri­le­me­siy­le bir­lik­te zi­ra­atın yanı sıra top­rak­ların ve or­man­la­rın ta­biî zen­gin­lik­le­ri­nin iş­le­til­me­si­nin di­ğer kol­la­rı öne çık­tı­. Böylece Mos­kof­ya’­da gran­dü­kün top­rak­la­rı­, onun eko­no­mik gü­cü­nün ve ida­re­si­nin baş­lı­ca dayanak noktası ol­du. Ge­niş top­rak­la­ra sa­hip ma­li­kâ­ne­le­ri sa­de­ce onun ge­lir­le­ri­nin baş kay­na­ğı ol­mak­la kal­ma­dı­lar; ida­rî mana­da da mül­kü­nün nü­ve­si­ni teş­kil et­ti­ler. Prens­le­rin gücüyle ilgili tüm ta­sav­vur­lar artık ir­sî alış­kan­lık­lar­la ta­dil edil­miş­ler­di.

1042 Ki­evan Rus­sia, s. 202-204.

Bu dö­nem­de bo­yar­la­rın top­rak sa­hi­bi ol­ma­la­rı da sü­rek­li ola­rak art­tı. Bü­tü­nüy­le ba­kıl­dı­ğın­da, Mo­ğol­la­r dev­rin­de boyarların devlet işleri üzerindeki nüfuzunun öncekine göre daha da arttığı söy­le­ne­bi­lir. Ev­vel­ce sa­de­ce Ga­liç­ya­lı bo­yar­lar si­ya­sî ha­ya­ta hâ­kim ol­ma­yı ba­şar­mış­lar­dı. Bunların si­ya­sî emel­le­ri XIV. Yüz­yı­lın ilk ya­rı­sın­da azalacağı yerde artmış ve bil­di­ği­miz gi­bi son Ga­liç­ya dü­kü II. Yu­ri ile sür­tüş­me­le­ri onun dev­ril­me­si­ne se­bep ol­muş, Lit­van he­men son­ra da Leh hâ­ki­mi­ye­ti­ne yol aç­mıştı.

Galiçya’da boyarlar sürekli bir biçimde prense muhalefet ederken, Doğu Rusya’dakiler müşaviri oldukları grandükalık veya prensliğin büyümesini des­tekliyor, özellikle bu büyümenin sınıf ve birey düzeyinde kendilerine ya­rar­lı olduğunu bildikleri için teşvikçisi oluyorlardı. Rus­ya hü­küm­dar­la­rı ara­sın­­da­ki ik­ti­dar ya­rı­şın­da Mos­ko­va prens­le­ri­nin ön­de git­tik­le­ri anlaşılınca, da­ha çok bo­yar gün be gün Mos­ko­va prensinin hizmetine girmeye başladılar. Bo­yarlar, Mos­ko­va’­nın bü­yü­me­si­ne yar­dım­cı olmakla, bilerek veya bil­me­ye­rek, bir şe­kil­de Rus­ya’­nın bir­leş­me­si da­va­sı­na hiz­met et­ti­ler. Hatta çoğu kez di­ğer prens­lik­le­rin bo­yar­la­rı­nı Mos­ko­va pren­si­nin ön­der­li­ği­ni ka­bu­le ik­na ede­bil­di­ler. Mos­ko­va’­nın bü­yü­me­si­ne dışarıdan destekleyenlere sarayda yük­sel­me ve mevki sahibi olma imkanları tanınıyordu ki, bu, Mos­ko­va bo­yar­la­rı­nın hakim zümre çev­re­si­ne ka­bul edil­mek de­mek­ti.

Bo­yar mec­li­sin­den söz eder­ken, Ki­yef dö­ne­min­de ol­du­ğu gi­bi, sa­de­ce önem­­li du­rum­lar­da ya­pı­lan ve ön­de ge­len bü­tün bo­yar­la­rın ka­tıl­dı­ğı umumi sosyal toplantılarla prens kabinesinin veya yakın çevrenin daimi meclislerini birbirinden ayırmak gerekir. Mo­ğol dö­ne­min­de gran­dü­kün ka­bi­ne­si­ne, iç­le­rin­de Mos­ko­va’­nın “bü­yük ku­man­da­nı” ile baş­mabeyincinin (okol­niçi) de bu­lun­du­ğu dev­let ve sa­ray erkanı ka­tı­lı­yor­du. Prensin mülklerini çekip çeviren ve “Bö­lüm bo­ya­rı” (bo­ya­re putn­ye) de­nilen bo­yar­lar da bu meclislere ka­tı­lı­yor­lar­dı. Ka­bi­ne­nin di­ğer bü­yük bo­yarlarına “bü­yük bo­yar­lar” (bols­ki bo­ya­re) ve­ya bo­ya­re uve­denn­ye (“[pren­sin sa­ra­yı­na] ka­bul edi­len bo­yar­lar”) deniliyordu. Chi­li­arh’­lık gö­re­vi lağ­ve­di­le­ne ka­dar o da iç mec­li­sin da­imî üye­siy­di.

Boyarlar, dev­let me­se­le­le­ri­nin sey­ri üze­rin­de­ki bü­tün nü­fuz­la­rı­na ve top­rak­la­ra sa­hip ma­li­ka­ne­le­ri­nin bü­yü­me­si­ne rağmen, Mo­ğol dö­ne­mi es­na­sın­da si­ya­sî hak­la­rı­nı açık­ça be­lir­le­me­ye mu­vaf­fak ola­ma­mış­lar­dı. Mec­lis­le­ri­nin ça­lış­ma­sı için sağ­lam ana­ya­sal ga­ran­ti­le­rin ih­das edil­me­si­ne han­gi âmil­ler mâ­ni ol­muş­tu? Elbette ki en başta Moğol gücünün üstün oluşu birinci âmildi. Mos­ko­va gran­dü­kü da­hil ol­mak üze­re Rus prens­le­ri oto­ri­te­le­ri­ni ha­nın be­ra­tın­dan al­dık­la­rı için prens her­han­gi bir iç mu­ha­le­fe­te kar­şı da­ima ha­nın ko­ru­ma­sı­nı is­te­ye­bi­lir­di. Veçe’­nin gü­cü ha­zır ve prens­le­rin müş­te­rek ça­ba­la­rı ile diz­gin­len­miş­ti. Bo­yar­lar on­lar­la şid­det­li bir ça­tış­ma ol­du­ğu tak­dir­de pren­sin ha­na baş­vur­ma­sı­nın bek­le­ne­bi­le­ce­ği­ni pe­kâ­lâ bil­miş ol­ma­lı­dır­lar. Al­tın Or­du kuv­vet­li ol­du­ğu za­man ha­nın be­ra­tı sa­de­ce bir kâ­ğıt par­ça­sı de­ğil­di; bir fer­man­dı. Mo­ğol dö­ne­min­de Do­ğu Rus­ya bo­yar­la­rı­nın po­tan­si­yel si­ya­sî emel­le­ri­ni kont­rol al­tın­da tutan bir baş­ka âmil, şe­hir hal­kı­nın, özel­lik­le de avam ta­ba­ka­sı­nın tav­rıy­dı. Veçe’­nin mü­es­se­se ola­rak ge­ri­le­me­si­ne rağ­men Rus­ya si­ya­se­tin­de­ bir un­sur ola­rak şe­hir hal­kı ta­ma­men göz ar­dı edi­le­mez­di ve on­la­rın her­han­gi bir aris­tok­ra­tik mü­es­se­se­nin te­si­si­ne şid­det­le kar­şı çık­ma­la­rı bek­le­ne­bi­lir­di. Halk, Mo­ğol­la­ra kar­şı va­kit­siz is­yan te­şeb­büs­le­ri­nin tek­rar tek­rar gran­dük ta­ra­fın­dan su­ya dü­şü­rül­me­si­ne rağ­men, pren­sip ola­rak pren­sin ik­ti­da­rı­na mu­ha­le­fet et­mi­yor­du, çünkü silah­lı kuv­vet­le­rin ba­şı ola­rak gran­dük ge­le­cek­te Mo­ğol­la­ra kar­şı ba­şa­rı­lı bir mil­lî ayak­lan­ma­yı yö­net­mek için dü­şü­ne­bi­le­cek­le­ri ye­gâ­ne ön­der­di. Bu­na mu­ka­bil halk bo­yar­lar­dan ­grup ola­rak şüp­he­le­ni­yor­ ve on­la­ra iti­mat et­mi­yor­du. 1357 yı­lın­da1043 Mos­ko­va’­da­ki bo­yar kar­şı­tı ayak­lan­ma­lar bu­nun bir ör­ne­ği­dir. Her ha­lü­kâr­da hal­kın gözünde prens bo­yar­lar­dan önce geliyordu ve bo­yar­lar, ken­di­le­ri ile prens ara­sın­da bir ça­tış­ma ol­du­ğu tak­dir­de pren­sin sa­de­ce han ta­ra­fın­dan de­ğil şe­hir hal­kı ta­ra­fın­dan da des­tek­le­ne­ce­ği­nin far­kın­day­dı­lar.

1043 Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 3, kı­sım 6, s. 207.

Ay­rı­ca bo­yar­la­rın bir sı­nıf ola­rak sa­hip ol­duk­la­rı ser­bes­ti, ­psi­ko­lo­jik ba­kım­dan çoğuna gö­re bo­yar hak­la­rı­nın açık­ça be­lir­len­me­si­ni ge­rek­siz kı­lı­yor­du. Ki­yef dö­ne­min­de ol­du­ğu gi­bi pren­sin­den mem­nun ol­ma­yan her­han­gi bir Do­ğu Rus­ya bo­ya­rı, onun­la bağ­la­rı­nı ko­pa­ra­bi­lir ve baş­ka bir pren­sin hiz­me­ti­ne gi­re­bi­lir­di (bu, iki pren­sin bir­bir­le­riy­le sa­vaş­tık­la­rı za­man ol­maz­dı). Böy­le yap­mak­la bo­yar arazili ma­li­kâ­ne­le­ri­ni kay­bet­mez­di, çün­kü bun­lar tı­mar de­ğil onun ba­ba mi­ra­sıy­dı. Sa­ra­yın­da hiz­met et­mek dö­ne­min di­ğer Rus hü­küm­dar­la­rı­nın­kin­den da­ha ca­zip ol­du­ğu ve da­ha çok ka­zanç şan­sı sun­du­ğu için, bu ser­best hiz­met pren­si­bi ge­nel­lik­le Mos­ko­va pren­si­nin le­hi­ne ça­lı­şı­yor­du. XIV. Yüz­yıl­da ve X. Yüz­yı­lın ilk ya­rı­sın­da prens­ler ara­sın­da­ki bir­çok and­laş­ma­da bo­yar­la­rın azatlığı pren­si­bi ve ma­li­kâ­ne­le­rin­de tam yet­ki­li oluş­la­rı teyit edil­di.1044

1044 Bkz. DDG, s. 40, 42, 52, 55.

Daha sonraki olaylar, Do­ğu Rus­ya bo­yar­la­rı­nı ge­le­nek­sel ser­bes­ti­le­ri­ne gü­ven­dik­le­ri için acı bir ha­yal kı­rık­lı­ğı­na uğ­ra­ta­cak­tı. XV. Yüz­yıl so­na er­di­ği za­man ayak­la­rı­nın al­tın­da yek­pâ­re ka­ya zan­net­tik­le­ri ze­min un ufak ol­muştu. Ki­yef Rus­ya­sı­nın fe­de­ra­tif ya­pı­sı­nın bir vec­he­si olan bu hiz­met özgürlüğünün bü­yü­yen Mos­ko­va mo­nar­şi­si­nin men­fa­at­le­ri ile uyuş­ma­dı­ğı gö­rül­dü. Si­ya­sî at­mos­fe­rin de­ğiş­me­siy­le gran­dü­kün hiz­met özgürlüğü pren­si­bi­ni ih­lâl­le­ri ne­re­dey­se ka­çı­nıl­maz ol­du­. Bu tür­den ih­lâl­le­rin ba­zı­la­rı Mo­ğol dö­ne­min­de ol­du. İlk kay­da de­ğer olay İvan Velyaminov ha­di­se­si­dir. 1374 yı­lın­da Mos­ko­va’­yı terk edip Tver pren­si­nin ta­ra­fı­na ge­çin­ce ma­li­kâ­ne­le­ri mü­sa­de­re edil­di ve arkasından Mos­kof­lar ta­ra­fın­dan ya­ka­la­narak idam edil­di.1045 Bu­nun çe­tin bir si­ya­sî ça­tış­ma ve bir mil­lî âcil du­rum anı ol­du­ğu ile­ri­ye sü­rü­le­bi­lir, ama yi­ne de pren­si­bin ih­lâl edil­di­ği in­kâr edi­le­mez. Baş­ka bir ben­zer olay, 1433 yı­lın­da Mos­ko­va­lı bo­yar İvan Vsevolojsky gran­dük II. Va­si­li’­nin has­mı olan Galiç’­li Yu­ri’­nin ta­ra­fı­na ge­çin­ce mey­da­na gel­di. Onun ma­li­kâ­ne­le­ri de mü­sa­de­re edil­di­.1046 Bu olay, yeni ve çetin çatışmaların başladığı dönemde, iç savaş gün­lerinde olmuştu ve her iki taraf da yalnızca anlaşmaları değil, ahlak kurallarını da hiçe sayıyordu. Yine de bu tür olayların sık sık tekrarlanması neticesinde boyarların istedikleri zaman ayrılıp başka bir prensin hizmetine girme haklarını kabul etme temayülü gelişti. Kriz za­man­la­rın­da bu haklarını kul­lan­mak is­te­yen bo­yar­lar şim­di ka­çak ve ha­in ola­rak telakki edi­li­yor­lar­dı. Ye­ni an­la­yış sü­rat­le yer­leş­ti ve XVI. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da -Mos­ko­va bü­tün ma­hal­lî prens­lik­le­ri il­hak et­ti­ği za­man- Mos­ko­va bo­yar­la­rı ken­di­le­ri­ni gran­dü­kün hiz­me­tin­de bu­lun­ma­ya mec­bur gördüler. Ay­rı­ca op­riç­ni­na za­ma­nın­da on­la­rın ço­ğu ba­ba mi­ra­sı ma­li­kâ­ne­le­ri­ni kay­bet­ti­ler ve bu­nun ye­ri­ne ken­di­le­ri­ne tı­mar­lar (po­mes­tia) ve­ril­di.

1045 Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 4, kı­sım 2, s. 258; Di­ako­nov, Vlast’, s. 175-176.

1046 Bkz. Di­ako­nov, Vlast’, s. 177. Tver Va­ka­yi­nâ­me­si­ne gö­re Vsevolojsky son­ra Mos­kof­lar ta­ra­fın­dan ya­ka­lan­dı­ğı za­man II. Va­si­li’­nin em­riy­le göz­le­ri kör edil­miş­ti (PSRL, 15, 290). Di­ğer va­ka­yi­nâ­me­ler­de böy­le bir bil­gi yok­tur ve Tver Va­ka­yi­nâ­me­si­nin doğ­ru­lu­ğu bu kez sor­gu­la­na­bi­lir.

II

Mo­ğol dö­ne­min­de Do­ğu Rus­ya’­da gran­dük­lü­ğün gü­cü­nün bü­yü­me­si­nin baş­lı­ca iki yönü var­dı: her gran­dü­kün oto­ri­te­si­nin ken­di gran­dü­ka­lı­ğı içinde kuv­vet­len­me­si ve en güç­lü gran­dü­ka­lı­ğın kom­şu­la­rı­nın aley­hi­ne ol­mak üze­re top­rak­la­rı­nın bü­yü­me­si. İlk sü­re­cin so­nu­cu ola­rak Mos­ko­va gran­dü­kü ni­ha­yet mül­kün­de mut­lak bir hü­küm­dar (go­su­dar’) ol­du ve­ya XV. Yüzyılda Rusçada samoderjets (otokrat) sözcüğü başka bir hükümdara bağlı olmayan anlamının dışında bir mana ifade etmesine rağmen, bir otokrata dönüştü diyebiliriz. İkin­ci sü­reç mil­lî dev­le­tin te­si­si­ne ve mo­nok­ra­si (edi­no­derja­vie) pren­si­bi­nin za­fe­ri­ne yol aç­tı. İki te­mâ­yül bir­le­şin­ce Mos­ko­va gran­dü­kü (son­ra­la­rı ça­rı), hem Her­bers­te­in’ı hem Fletc­her’i hay­ret­ler için­de bı­ra­kan o mut­lak güç­le do­nan­dı.

Do­ğu Rus­ya’­da bir­li­ğin te­si­si, bü­tün Mo­ğol dö­ne­mi bo­yun­ca ba­şa­rı­lar ve ba­şa­rı­sız­lık­lar­la sü­ren ve an­cak XVI. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da III. Va­si­li’­nin hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da ta­mam­la­nan uzat­ma­lı bir sü­reç­ti. Ta­rih li­te­ra­tü­rün­de ço­ğu kez ha­nın Mos­ko­va gran­dü­kü­nü baş ver­gi tah­sil­da­rı ya­pa­rak bir­li­ğin te­si­si­ne kat­kı­da bu­lun­du­ğu de­ğer­len­dir­me­si ya­pıl­mış­tır. Bun­dan ön­ce­ki iki bö­lüm­de an­la­tı­lan Mo­ğol-Rus mü­na­se­bet­le­ri­nin ger­çek hikaye­si te­mel alın­dı­ğın­da, bu gö­rü­şün ha­ta­lı ve­ya en azın­dan mü­ba­la­ğa­lı olduğu görülmektedir. Han­lar, tek bir Rus pren­si­ne çok faz­la güç ver­me­nin teh­li­ke­li so­nuç­la­rı ola­bi­le­ce­ği­ni pe­kâ­la bi­li­yor­lar­dı. Do­la­yı­sıy­la han, XIV. Yüz­yı­lın ilk ya­rı­sın­da Do­ğu Rus­ya’­nın dört gran­dü­ka­lı­ğa tak­si­mi­ni uy­gun bul­du ve dört gran­dü­kün her bi­ri­ne ken­di mül­kün­de ver­gi top­la­ma gö­re­vi­ni ver­di. Çok zor bir du­rum­da bu­lu­nan ve Mos­ko­va­lı I. Va­si­li’­nin yar­dı­mı­na ih­ti­yaç du­yan Tok­ta­mış Han, an­cak 1392 yı­lın­da onun Nijni Nov­go­rod gran­dü­ka­lı­ğı­nı il­hak et­me­si için yet­ki ver­di. Di­ğer iki gran­dü­ka­lık olan Tver ve Ri­azan’a o ta­rih­te do­ku­nul­ma­dı. Bu­na ilave­ten Tatarlar, Rus­ya’­yı si­ya­sî ba­kım­dan bölün­müş ola­rak tut­mak için ne za­man bir Rus pren­si­nin bü­yü­yen gü­cün­den kor­ku­ya ka­pıl­sa­lar onun­la po­tan­si­yel müt­te­fik­le­ri ara­sı­na ni­fak sok­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar­dı. Şa­yet bu­nun ne­ti­ce­sin­de bir ça­tış­ma çı­kar­sa, o za­man ya ara­bu­lu­cu­luk tek­lif edip oto­ri­te­le­ri­ni ye­ni­den teyit et­ti­re­cek ve­ya şüp­he duy­duk­la­rı pren­si ce­za­lan­dı­ra­cak bir du­rum­da olu­yor­lar­dı. Rus prens­le­ri bu kur­naz­ca usu­lün pe­kâ­la far­kın­day­dı­lar ve bu dö­ne­mde prenslerin kendi aralarında yaptıkları anlaşmaların çoğunda, Tatarların aralarına nifak sokmaya çalışmaları halinde buna kulak asmamayı taahhüt eden bir madde vardır. Fa­kat Rus­lar, her za­man iyi ni­yet­le­ri­ni uy­gu­la­ya­cak ak­lı­se­li­me sa­hip de­ğil­ler­di.

Mos­ko­va hü­küm­da­rı­nın ül­ke­yi bir­leş­tir­me­ye gay­ret eden ye­gâ­ne gran­dük ol­ma­dı­ğı ha­tır­la­na­cak­tır. Tver gran­dük­le­ri da­ha az şans­lı ol­sa­lar da, da­ha az muh­te­ris de­ğil­ler­di ve çok geç­me­den or­ta­ya ye­ni bir müd­dei çık­tı:Lit­van­ya gran­dü­kü. Bu ön­de ge­len gran­dük­le­rin Do­ğu Rus­ya’­yı bir­leş­tir­me te­şeb­büs­le­ri sa­de­ce on­la­rın şah­sî ih­ti­ras­la­rı ile izah edi­le­mez. Çe­tin si­ya­sî du­rum da mil­le­tin gay­re­ti­nin bir­leş­ti­ril­me­si­ni ge­rek­ti­ri­yor­du; bu ol­mak­sı­zın Rus­ya’­yı Mo­ğol ida­re­sin­den kur­tar­ma işi bir ye­re va­ra­maz­dı. Bu sa­de­ce bir­çok prens ta­ra­fın­dan de­ğil hal­kın ek­se­ri­ye­ti bo­yar­lar ve asil ol­ma­yan­lar- ta­ra­fın­dan da çok iyi an­la­şıl­mış­tı. İn­si­ya­kî ola­rak an­cak güç­lü bir hü­küm­da­rın on­la­rı za­fe­re gö­tü­re­bi­le­ce­ği­ni his­se­di­yor­lar­dı ve böy­le bir hü­küm­da­rı des­tek­le­me­ye ha­zır­dı­lar. Mos­ko­va gran­dü­kü­nün di­ğer­le­rin­den da­ha güç­lü ol­du­ğu bel­li olun­ca pek çok bo­yar, halk kitleleri, hat­ta baş­ka gran­dü­ka­lık­lar­da­ki­ler bi­le onun ön­der­li­ği­ni ka­bu­le baş­la­dı­lar. Bu açıdan bakıldığında, Dmit­ri Dons­koy’un Ku­li­ko­vo ovasındaki za­fe­ri, pe­şin­den ye­ni bir aşa­ğı­lan­ma dö­ne­mi­nin gel­me­si­ne rağ­men, mil­lî bi­lin­cin bü­yü­me­si­ne doğ­ru atıl­mış önem­li bir adım­dı.

Rus gran­dük­le­ri ve prens­le­ri ara­sın­da­ki üs­tün­lük mü­ca­de­le­si çe­şit­li aşa­ma­lar­dan geç­ti. Her gran­dük, ön­ce ken­di ai­le­si­ne men­sup ar­pa­lık sa­hi­bi prens­ler üze­rin­de­ki oto­ri­te­si­ni pe­kiş­tir­me­ye, arkasından Do­ğu Rus­ya prens­le­ri ara­sın­da da­ha iyi bir ko­nu­ma gel­mek için ma­nev­ra yap­ma­ya ça­lış­tı. Gran­dük­ler ve prens­ler ara­sın­da­ki mü­na­se­bet­le­rin çe­şit­li­li­ği bu dönemde ak­te­di­len and­laş­ma­la­ra çok gü­zel yan­sı­mış­tır -ori­ji­nal­le­rin bir­ço­ğu hâ­lâ Rus ar­şiv­le­rin­de mev­cut­tur.- Si­ya­sî eşit­lik ve­ya tâbilik, te­rim­ler im­za­la­yan­la­rın ger­çek ai­le bağ­la­rı­na tekabül et­me­se­ de, bu and­laş­ma­lar­da ge­nel­lik­le ak­ra­ba­lık te­rim­le­riy­le ifa­de edi­li­yor­du. Örneğin Ser­puk­hov pren­si Vla­di­mir’e 1376 ve 1374 yıl­la­rın­da ku­ze­ni Dmit­ri Dons­koy ile yap­tı­ğı and­laş­ma­lar­da Dons­koy’un “kü­çük kar­de­şi”, 1389 yı­lın­da­ki and­laş­ma­da ise “oğ­lu” di­ye atıf­ta bu­lu­nu­lu­yor­du. Her iki te­rim de tâ­bi­lik bağ­la­rı­nı gös­ter­mek için kul­la­nı­lı­yor­du; tâ­bi­li­ğin de­re­ce­si 1389 yı­lın­da art­tı­rıl­mış­tı. 1375 yı­lın­da Tver gran­dü­kü ken­di­si­ni Mos­ko­va gran­dü­kü­nün “kü­çük kar­de­şi” ola­rak ta­nım­lı­yor­du; 1382 yı­lın­da Ri­azan gran­dü­kü ay­nı­sı­nı ya­pı­yor­du. Di­ğer ta­raf­tan iki ve­ya da­ha çok prens, eşit­lik esa­sı­na da­ya­lı bir and­laş­ma ak­det­tik­le­ri za­man bir­bir­le­ri­ne “kar­deş” di­yor­lar­dı.

Lit­van­ya gran­dü­kü Vi­tovt Do­ğu Rus­ya prens­le­riy­le yap­tı­ğı and­laş­ma­lar­da tâ­bi­li­ğin da­ha res­mî te­rim­le­ri­ni kul­lan­dı. Örneğin Tver grandükü Boris, 1427 yı­lın­da ya­pı­lan and­laş­ma­da Vi­tovt’u efen­di­si (gos­po­din) ola­rak ka­bul et­ti. İki yıl ka­dar son­ra Ri­azan gran­dü­kü Vi­tovt’a hem “gos­po­din” hem “gos­po­dor” (tâ­bi olu­nan hü­küm­dar) de­di. Bu te­rim­ler­den il­ki he­men II. Va­si­li ta­ra­fın­dan be­nim­sen­di ve Ser­puk­hov’­lu Va­si­li ile yap­tı­ğı and­laş­ma­da kul­la­nıl­dı (1433). Ser­puk­hov’­lu Va­si­li Mos­ko­va­lı ada­şı­na si­ya­sî ve ak­ra­ba­lık te­rim­le­ri­nin ga­rip bir ka­rı­şı­mı ile “efen­di (gos­po­din), ağa­bey ve ba­ba” di­ye hi­tap et­mek zo­run­da kal­dı. Bir yıl son­ra Mojaisk ve Ve­re­ia prens­le­ri, bu defa ak­ra­ba­lık te­rim­le­ri­ni bir ya­na bı­ra­ka­rak II. Va­si­li’­yi gos­po­din­le­ri ola­rak ka­bul et­ti­ler. O ta­rih­ten iti­ba­ren gos­po­din te­ri­mi II. Va­si­li’­nin ha­ne­da­na men­sup ar­pa­lık sa­hi­bi prens­ler­le yap­tı­ğı and­laş­ma­la­rın çoğunda kul­la­nıl­dı. 1448 yı­lın­da (ve­ya 1449 yı­lı­nın baş­la­rın­da) Mos­ko­va kan­çı­lar­ya­sı ar­pa­lık sa­hi­bi prens­ler ba­kı­mın­dan Mos­ko­va gran­dü­kü­nün oto­ri­te­si­ni be­lir­le­me­de bir adım daha ilerlemeye te­şeb­büs et­ti. Bir Suz­dal pren­si ile ya­pı­lan and­laş­ma­da II. Va­si­li’­ye “gos­po­dar” den­ildi. Fa­kat bu te­rim Va­si­li’­nin mü­te­akip and­laş­ma­la­rın­da bir da­ha tek­rar­lan­ma­dı. Ama II. Va­si­li’­nin oğ­lu III. İvan bu te­ri­mi so­nu­na ka­dar kul­lan­dı ve 1487 yı­lın­da Nov­go­rod­lu­la­rın onu go­su­dar’ ola­rak ta­nı­ma­la­rı­nı is­te­di. (Bu kelime, Belorus dilindeki “gos­po­dar”ın Rus­ça’­da­ki var­yan­tı­dır).1047 Te­ri­min Nov­go­rod­lu­lar­ca ka­bul edil­me­si, Nov­go­rod’un ba­ğım­sız­lı­ğı­nın son bul­ma­sı de­mek ol­du.

1047 Bkz. Pre­ob­raz­hensky, s. 153; Vas­mer, s. 300. Gos­po­dor te­ri­mi es­ki Slav­ca gos­pod’, “efen­di”den tü­re­me­dir (mo­dern Rus­ça’­da ay­nı za­man­da “Tan­rı” mana­sı­na­dır). Pre­ob­raz­hensky, s. 151-152; Vas­mer, s. 299-300. Vas­mer’e gö­re gos­pod’ ke­li­me­sin­de­ki ikin­ci he­ce­nin kö­kü Hint-Av­ru­pa di­lin­de­ki po­tis’­dir (Latin­ce mana­sı “muk­te­dir”, “güç­lü”dür).

Şim­di bü­tün di­ğer­le­ri­ni özüm­se­me­ye mu­vaf­fak olan Vla­di­mir ve Mos­ko­va gran­dü­ka­lı­ğın­da gran­dü­ka­lık gü­cü­nün yük­se­li­şi­ni in­ce­le­ye­lim. Mo­ğol hu­ku­ku açı­sın­dan Mos­ko­va gran­dü­kü­nün ol­du­ğu gi­bi di­ğer Rus gran­dük­le­ri­nin ve prens­le­ri­nin oto­ri­te­si genel olarak hanın beratına is­ti­nat edi­yor­du. Bil­di­ği­miz üze­re Ki­yef dö­ne­min­de sa­de­ce R­urik ha­ne­da­nı­na men­sup prens­ler Rus­ya’­da­ prens­lik taht­ı­na çıkma hakkına sahiptiler. Mo­ğol­lar, doğ­ru­dan doğ­ru­ya ha­nın oto­ri­te­si­ne tâ­bi ol­ma­yan Rus ül­ke­le­rin­de Rurikoviçlerin özel hak­la­rı ol­du­ğu pren­si­bi­ni ka­bul et­ti­ler. Mo­ğol­la­rın ken­di­le­ri de Al­tın Ak­ra­ba­lar ta­ra­fın­dan ida­re edil­dik­le­ri için tek bir hü­küm­dar ai­le­si bulunmasıyla ilgili Rus pren­si­bi ken­di ta­sav­vur­la­rı­na ya­kın­dı. Bu bağılamda XIV. Yüz­yıl­da Ba­tı Rus­ya’­da ye­ni Gedimin ha­ne­da­nı ta­nın­dı­ğı za­man Mo­ğol­la­rın Gedimino­viçlerin bir kıs­mı ile çalışmayı ka­bul et­tik­le­rin­den bah­set­mek ge­re­kir. Fa­kat bu defa ha­nın ye­ni tâ­bi­le­ri ken­di­le­ri­ni kısa sürede Mo­ğol hük­mün­den kur­tar­dı­lar. Ya­ga­ilo’­nun Ma­may’ın kuk­la ha­nı­na ve daha son­ra Tok­ta­mış’a “bo­yun eğ­me­si” as­lı­na ba­kı­lır­sa tâ­bi­lik­ten zi­ya­de bir it­ti­fak­tı.

Mo­ğol­la­rın Rurik ha­ne­da­nı­nın hak­la­rı­nı ta­nı­ma­sı, kendilerini bir­çok dert­ten kur­ta­ran akıl­lı bir adım­dı. Bu, Rus­la­rın Mo­ğol­la­rın met­bu­lu­ğu­nu ka­bul et­me­si­ni de ko­lay­laş­tır­mış­tır. Ruriko­viçler -mü­sa­ade olun­du­ğu öl­çü­de- Rus­ya’­da hü­küm sür­me­ye de­vam et­miş­ler­dir, ama on­lar şim­di hem ir­sî hak­la­rı­nın hem de ha­nın verdiği yetkilere göre hü­küm sü­rü­yor­lar­dı. Henüz Ki­yef dö­ne­min­de öne­mi­ni kay­bet­miş olan tah­tın ha­ne­da­nın ekber evladına verilmesiyle ilgili es­ki pren­sip, hem han­lar prens­lik be­rat­la­rı­nı ve­rir­ken onu ço­ğu kez göz ar­dı et­tik­le­ri, hem de Rus­ya’­da­ki şart­lar ol­duk­ça de­ğiş­ti­ği için, artık da­ha az ge­çer­li hale gelmişti. İk­ti­da­rın her prens­lik­te ba­ba­dan oğ­ula bir miras olarak geçmesi pren­si­bi şim­di öne çık­mış­tı. Bu kural, hiçbir yerde, Moskova knazlığında ve onun Vladimir’le bir­leş­me­sin­den sonra Moskova ve Vladimir grandükalığında uygulandığından daha fazla uygulanmamıştır. Bu ba­kım­dan ba­ba mi­ra­sı pren­si­bi Mos­ko­va’­da­ki Da­ni­el ha­ne­da­nı­nın (Da­ni­lo­viçler) gü­cü­nün ­psi­ko­lo­jik te­me­li ola­rak gö­rü­le­li­nir. Bu prensip önce Mos­ko­va prens­li­ği­nde uy­gu­lan­mak­la be­ra­ber kı­sa sü­re son­ra Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın ta­ma­mın­da tat­bik edildi.

Belirtildiği gibi tat­bi­kî açı­dan gran­dü­kün mül­ki­ye­tin­de­ki top­rak­lar onun gü­cü­nün önem­li dayanak noktalarından bi­ri­ni teş­kil edi­yor­du. Gran­dü­kün ma­li­kâ­ne­le­rin­de­ki hak­la­rı­nın onun hü­küm­dar­lık oto­ri­te­si ile kay­naş­ma­sı, Bo­ris Chic­he­rin gi­bi bir­çok ta­rih­çi ve hu­kuk­çu­nun özel hu­ku­kun ka­mu hu­ku­ku üze­rin­de­ki ke­sin za­fe­rin­den ve bu dö­nem­de Mos­kof­ya’­da dev­let olmakla ilgili kav­ram­la­rın ortadan kalkmasından söz et­me­le­ri­ne yol aç­mış­tır. Chic­he­rin, te­ori­si­ni is­pat et­mek için Mos­ko­va prens­le­ri­nin va­si­yet­nâ­me­le­ri­ne atıf­ta bu­lun­mak­ta­dır.1048 Te­ori, ilk ba­kış­ta ik­na edi­ci ge­le­bi­lir; ama as­lın­da ta­ri­hî ger­çek­le­rin aşı­rı de­re­ce­de ba­si­te in­dir­gen­me­si­nin bir ör­ne­ği­dir. Mü­cer­ret hu­ku­kî şab­lon­la­rı Or­ta­çağ kav­ram­la­rı­nın ve ter­mi­no­lo­ji­si­nin yo­rum­lan­ma­sı için kul­la­nır­ken dik­kat­li ol­mak ge­re­kir. As­lın­da pren­sin oto­ri­te­si ta­ma­men özel men­fa­at­le­ri­nin sa­ha­sı­na gö­mül­me­miş­ti. Her Mos­ko­va hü­küm­da­rı­nın ekber evlada ta­nı­dı­ğı ön­ce­lik­te dev­let fik­ri­nin ya­vaş ya­vaş bü­yü­me­si­nin açık ifadesi görülebilir. Çün­kü o sıralarda ve daha son­ra Rus ka­nun­nâ­me­le­rin­de va­si­yet­siz ölüm halinde ilk do­ğa­nın ön­ce­li­ği­ne da­ir bir ka­ide yok­tu ve dolayısıyla ek­be­ri­yet dü­şün­ce­si Rus özel hu­ku­ku­nun mü­es­se­se­le­ri­ni et­ki­le­miş­tir. İs­ter prens­le­re is­ter­se bo­yar­la­ra ait ol­sun, top­rak mül­kü an­ne­nin, dul eşin ve­ya kız­la­rın ba­kı­mı için özel ted­bir­ler alı­na­rak bü­tün oğul­lar ara­sın­da eşit ola­rak tak­sim edi­li­yor­du.

1048 B. Chic­he­rin, “Duk­hovn­ye i do­go­vorn­ye gra­moty ve­li­kikh i udelnykh kni­azei”, Opyty po is­to­rii russ­ko­go prawa ad­lı ese­rin­de (Mos­ko­va, 1858), özel­lik­le Bkz. s. 233-237, 242.

Bu kural dev­let top­rak­la­rı konusunda da Mo­ğol dö­ne­min­de Do­ğu Rus­ya prens­lik­le­ri­nin çoğunda uy­gu­lan­dı, ama Mos­ko­va’­da böy­le ol­ma­dı. Ger­çek şu ki Mos­ko­va’­da bi­le her prens ai­le ge­le­nek­le­ri ba­kı­mın­dan oğul­la­rı­nın her bi­ri­ne bir ar­pa­lık ver­mek­le yü­küm­lüy­dü, fa­kat di­ğer prens­lik­le­rin ak­si­ne tah­tın vâ­ri­si olan en bü­yük oğ­lu­nun pa­yı­nı ge­nel­lik­le di­ğer­le­ri­nin­kin­den bü­yük tu­tu­yor­du. Baş­lan­gıç­ta en bü­yük oğ­ulun mad­dî avan­ta­jı çok gö­ze çar­pı­cı de­ğil­di. Fa­kat ha­lef olan her prens ora­nı en bü­yük oğ­lu­nun le­hi­ne ko­lay­ca art­tı­ra­bi­le­ce­ği için pren­sip ola­rak bu te­mâ­yü­lün öne­mi bü­yük­tü. Ar­ka­sın­da beş oğul bı­ra­kan Dmit­ri Dons­koy’un va­si­yet­nâ­me­si­ne gö­re Mo­ğol ha­ra­cı­nın her 1000 rub­le­si­nin öden­me­sin­de (bu her bi­ri­nin ken­di pa­yı­na dü­şen top­rak­lar­dan ge­len ge­li­rin bir gös­ter­ge­si­dir) en bü­yük oğ­lun pa­yı 342 rub­le idi (pay­lar eşit ol­say­dı bu 200 rub­le ola­cak­tı). Dmit­ri’­nin to­ru­nu II. Va­si­li di­ğer dört oğ­lu ara­sın­da pay­laş­tı­rı­lan 12 şeh­re mu­ka­bil en bü­yük oğ­lu III. İvan’a 14 şe­hir tah­sis et­miş­ti. III. İvan, ay­nı pren­si­bi da­ha da ile­ri­ye gö­tür­dü ve en bü­yük oğ­lu­na 66 şe­hir bı­ra­kır­ken di­ğer dör­dü­ne top­lam 30 şehir bı­rak­tı. Bu davranışın amacı, prens­lik hü­kü­me­tin­de bir­li­ği hemen ik­mal et­mek de­ğil­se bi­le, ha­lef olan her hü­küm­da­ra ak­ra­ba­la­rı ara­sın­da üs­tün­lük sağ­la­mak­tı. Bu uyar­la­ma­lar Rus özel hu­ku­ku­nun ru­hu­na ay­kı­rı ol­duğun­dan on­lar­da dev­let hak­kı­nın un­sur­la­rı­nı gö­re­bi­li­riz.

Moskova grandükü, Al­tın Or­du Hanlığı’nın zayıflamasıyla birlikte, ken­di­si­ni sa­de­ce mül­kün­den oğul­la­rı­na pay ver­mek­te de­ğil, halefini bizzat tayin etme konusunda da gü­ven­de his­set­ti. En bü­yük oğ­lu I. Va­si­li’­ye Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın tah­tı­nı “veren” ilk ki­şi Dmit­ri Dons­koy ol­du. Fa­kat Va­si­li, ha­nın be­ra­tı­nı al­ma­dan tah­ta çık­ma­dı. I. Va­si­li va­si­yet­nâ­me­si­ni hazırlarken gran­dü­ka­lı­ğı is­te­di­ği­ne bı­rak­ma­ya ce­sa­ret ede­me­di. Bil­di­ği­miz gi­bi oğ­lu II. Va­si­li am­ca­sı Yu­ri’­nin mu­ha­le­fe­ti yü­zün­den tah­ta bü­yük zor­luk­la çık­tı. Bun­dan son­ra tah­tı iki de­fa kay­bet­ti ve iki de­fa ge­ri ka­zan­dı. En bü­yük oğ­lu III. İvan’ın hak­la­rı­nı gü­ven­ce al­tı­na al­mak için onu 1448 yı­lı­nın son­la­rın­da ve­ya 1449 yı­lı­nın baş­la­rın­da gran­dük ve müş­te­rek hü­küm­dar ola­rak ilan et­ti. Bun­dan ve hü­küm­dar­lı­ğı­nın ikin­ci ya­rı­sın­da gü­cü­nün art­ma­sın­dan do­la­yı II. Va­si­li “ba­ba mi­ra­sı” olan gran­dü­ka­lı­ğı III. İvan’a “vermekte” te­red­düt et­me­di. III. İvan, tah­ta bu “tensibi” esas ala­rak ve han ta­ra­fın­dan teyiti­ne al­dı­rış et­mek­si­zin çık­tı.1049

1049 Ni­kon, 12, 115.

III

Ki­yef dö­ne­min­de prens­lik ida­re­si­nin baş­lı­ca iş­ti­gal alan­la­rı hu­ku­kî, as­ke­rî ve ma­lî idi. Prens, baş­yar­gıç ve or­du­nun baş­ku­man­da­nıy­dı. Adam­la­rı ver­gi­ler­i ve mah­ke­me harç­la­rı­nı top­lar­dı. Mo­ğol is­ti­la­sın­dan son­ra bü­tün ida­rî iş­le­rin en üst se­vi­ye­de yön­len­di­ril­me­si çar, yâ­ni Mo­ğol ha­nı ta­ra­fın­dan üst­le­nil­di. Rus prens­le­ri­nin yet­ki­si ol­duk­ça azal­dı. Prens­le­rin ar­tık ha­nın buy­ruk­la­rı­na ita­at et­me­le­ri ge­re­ki­yor­du ve ida­rî yet­ki­le­ri ken­di mülk­le­rin­de ke­sin bir şe­kil­de tah­dit edil­miş­ti; yet­ki­le­ri­ni an­cak Mo­ğol­la­rın uh­de­le­ri­ne bı­rak­tı­ğı dar bir alan­da kul­la­na­bi­li­yor­lar­dı.

Hu­ku­kî ba­kım­dan bü­tün Rus prens­le­ri şim­di ha­nın ve Mo­ğol­la­rın Yük­sek Mah­ke­me­si­nin oto­ri­te­si­ne tâ­biy­di­ler ve bil­di­ği­miz gi­bi bir­ço­ğu dev­le­te kar­şı iş­len­miş ger­çek ve­ya ha­ya­lî suç­lar yü­zün­den ha­nın em­riy­le idam edil­miş­ler­di. Han, Rus prens­le­ri ara­sın­da­ki önem­li da­va­lar­da da ka­rar ve­ri­yor­du. Mo­ğol or­du­su­na alı­nan Rus­lar, Mo­ğol as­ke­rî ka­nun­la­rı­na tâ­biy­di­ler.

Ay­rı­ca Rus­lar­la Mo­ğol­lar ara­sın­da­ki bü­tün dava­lar Mo­ğol mah­ke­me­le­rin­de gö­rü­lü­yor­du. Ros­tov pren­si Bo­ris’in so­yun­dan ge­len­ler­le Or­da­lı ça­re­viç Pe­ter’in so­yun­dan ge­len­ler ara­sın­da­ki da­va bu konuda bir örnektir. Bil­di­ği­miz üze­re Pe­ter Rum Or­to­doks ol­muş­tu ve so­yun­dan ge­len­ler de öy­ley­di. Fa­kat hanın ba­kış açı­sı­na gö­re on­lar Mo­ğol ola­rak kal­mış­lar­dı ve üs­te­lik hü­küm­dar so­yun­dan­dı­lar. Böy­le­ce Bo­ris’in so­yun­dan ge­len­ler Pe­ter’in kur­du­ğu ma­nas­tı­rın top­rak­la­rı­na el koy­mak is­te­yin­ce Pe­ter’in to­ru­nu ha­na baş­vur­du. Bu da­va­da Mo­ğol mah­ke­me­si Pe­ter’in so­yun­dan ge­len­le­ri hak­lı bul­du. Bu­nun anlaşmaz­lı­ğın âdil bir çö­zü­mü ol­du­ğu­nu ilave et­mek ge­re­kir. Bu me­se­le­de bir ma­nas­tı­rın men­fa­at­le­ri­nin söz ko­nu­su ol­ma­sı­na rağ­men da­va hu­kuk da­va­sı ola­rak gö­rül­müş­tü. Fa­kat ge­nel bir kural ola­rak ki­li­se, hak­la­rı­ ve im­ti­yaz­la­rına­ yö­ne­lik te­ca­vüz­le­re kar­şı ha­nın yar­lı­ğı ile ko­ru­nu­yor­du. Mü­te­ca­viz­ler Mo­ğol­sa Mo­ğol mah­ke­me­le­ri­ne tâ­biy­di­ler. Şa­yet Rus ise­ler muh­te­me­len Rus prens­le­ri­nin on­la­rı ce­za­lan­dır­ma­sı ge­re­ki­yor­du. Eğer prens ha­re­ke­te geç­mez­se şüp­he­siz ki­li­se ha­na baş­vu­ra­bi­lir­di.

Han, en üst seviyede salahiyetli kişi olmakla birlikte, Rus bo­yar­la­rı ve hal­kı ara­sın­da­ki da­va­la­ra mü­da­ha­le et­mez, bu tür davaların hallini prenslerin kendilerine bırakırdı. Bu tür siyasetler sebebiyle prens­le­rin kendi mülk­le­rin­de yetki alanları Moğol yönetiminden fazla etkilenmiş değildi. Yi­ne de Rus­lar Mo­ğol­la­rın ce­za hu­ku­ku ve Mo­ğol mah­ke­me­le­ri ile ta­nı­şın­ca Mo­ğol hu­kuk sis­te­mi­nin ba­zı ör­nek­le­ri­ni ka­bu­le ha­zır ol­duk­la­rı gö­rül­dü. Ge­nel­de Mo­ğol­la­rın Rus­ya üze­rin­de­ki te­si­ri­ni asgariye indirme te­mâ­yü­lün­de olan Vla­di­mirsky-Bu­da­nov bi­le, gerek idam ce­za­sı­nın (Ki­yef dö­ne­min­de Rus Ka­nun­nâ­me­si’nde idam cezası yoktu) ve gerekse da­yak ce­za­sı­nın (Ki­yef dö­ne­min­de sa­de­ce kö­le­le­re uy­gu­la­nır­dı) Mos­kof ka­nun­la­rı­na Mo­ğol et­ki­siy­le gir­di­ği­ni iti­raf et­mek­te­dir.1050 Mos­ko­va gran­dü­kü I. Va­si­li’­nin 1397 yı­lın­da çı­kar­dı­ğı Dvi­na Fer­ma­nın­da­ki mad­de­le­re gö­re her hır­sız dağ­la­na­rak dam­ga­la­na­cak­tı; üçün­cü de­fa hır­sız­lık yap­ma­nın ce­za­sı ası­la­rak idam­dı.1051 Velyaminov ola­yın­da gö­rül­dü­ğü gi­bi ka­fa­sı ke­si­le­rek idam etme ce­za­sı ha­in­ler için de ko­nul­muş­tu. III. İvan’ın 1497 yı­lın­da­ki Su­deb­nik’i­ne (Ka­nun­nâ­me) gö­re idam ce­za­sı aşa­ğı­da­ki suç­lar için em­re­di­li­yor­du:1052 is­ya­na tah­rik, ki­li­se mal­la­rı­nın ça­lın­ma­sı; ci­na­yet; pod­met, yâ­ni son­ra onu hır­sız­lık­la suç­la­mak için bi­ri­si­nin evi­ne eş­ya koy­mak;1053 ve kun­dak­çı­lık. Top­lum ta­ra­fın­dan müz­min bir ka­til ve hay­dut ola­rak bi­li­nen bir ki­şi (ve­dom­yi lik­hoi çe­lo­vek) de cid­dî bir suç do­la­yı­sıy­la adı geç­ti­ği za­man idam edi­le­bi­lir­di.

1050Vla­di­mirsky-Bu­da­nov, Ob­zor, s. 361.

1051 Dvi­na Fer­ma­nı, mad­de 5, MRL, s. 58. Be­nim 5. mad­de­yi ter­cü­me­me “Ve her hır­sız kız­gın de­mir­le dam­ga­la­na­cak­tır” cüm­le­si­nin ilave edil­me­si ge­rek­mek­te­dir.

1052 Su­deb­nik, 1497, mad­de 9, Vla­di­mirsky-Bu­da­nov; Kh­ris­to­ma­ti­ia, 2, 85.

1053 Her­bers­te­in bu mad­de­ye yo­ru­mu hakkında bkz. Her­bers­te­in, s. 83.

Ay­nı dö­nem­de idam ce­za­sı­nın Ps­kov şeh­ri ta­ra­fın­dan da ka­bul edil­di­ğin­den bu vesileyle bah­set­mek ge­re­kir. Fa­kat bu defa ör­nek teş­kil eden Mo­ğol ka­nun­la­rı de­ğil Ba­tı ka­nun­la­rıy­dı­. Gerek Pskov ve gerekse Novgorod, coğ­ra­fî ko­num­la­rın­dan ve Al­man şe­hir­le­riy­le yap­tık­la­rı can­lı ti­ca­ret­ten do­la­yı Ba­tı’­nın te­si­ri­ne Mos­ko­va’­dan çok da­ha açık­tı­lar. As­lı­na ba­kı­lır­sa geç or­ta­çağ­da ve mo­dern ça­ğın baş­la­rın­da İn­gil­te­re, Fran­sa ve Al­man­ya’­nın ce­za ka­nun­la­rı Mo­ğol­la­rın ce­za ka­nun­la­rı ka­dar ve­ya hat­ta da­ha sert­ti. Bir­çok suç için hem idam ce­za­sı, hem da­yak ce­za­sı ön­gö­rül­müş­tü. Al­man­ya’­da ka­fa­sı­nı kes­mek ve­ya as­mak bir câ­ni­yi idam et­me­nin alı­şıl­dık şe­kil­le­riy­di; öl­dür­mek için ka­zı­ğa bağ­la­yıp yak­mak, can­lı can­lı göm­mek, su­da boğ­mak, çar­ka ger­mek, dört par­ça­ya böl­mek ve ka­zı­ğa ge­çir­mek gi­bi baş­ka birçok me­todlar da kul­la­nı­lı­yor­du.1054 Ps­kov’­da en kö­tü telakki edi­len dört suç için idam ce­za­sı ön­gö­rül­müş­tü: Ps­kov Krem­li­ni mın­tı­ka­sın­da hır­sız­lık yap­mak, at çal­mak, ca­sus­luk ve kun­dak­çı­lık.1055 Ps­kov fer­ma­nın­da idam şek­lin­den bah­se­dil­me­miş­tir; su­çun cin­si­ne bağ­lı ola­rak muh­te­me­len ya suçlunun kafası kesilir ya da asılırdı. Ay­nı dö­nem­de Nov­go­rod’­da ca­ni­le­ri Volk­hov neh­rin­de boğ­ma­nın ter­cih edi­len idam şek­li ol­du­ğu gö­rü­lü­yor.

1054 R. Sch­rö­der, Lehr­buch der de­utsc­hen Rechts­gesc­hich­te (4.cü edis­yon, Le­ip­zig, 1902), s. 756.

1055 Ps­kov Fer­ma­nı, mad­de 7, MRL, s. 63.

Yi­ne Mo­ğol dö­ne­min­de ve muh­te­me­len Ta­tar­la­rın et­ki­siy­le iş­ken­ce Mos­kof ce­za mah­ke­me­le­ri­nin ni­za­mî bir un­su­ru ol­du. 1497 yı­lı­ Su­deb­ni­ki, şüp­he­li­ye ön­yar­gı ve­ya mü­sa­ma­ha ol­mak­sı­zın iş­ken­ce ya­pıl­ma­sı­nı em­ret­mek­te­dir; an­la­şıl­dı­ğı­na gö­re iş­ken­ce­nin baş­lı­ca ga­ye­si hem iti­raf et­tir­mek hem suç or­tak­la­rı hak­kın­da bil­gi al­mak­tı. Fa­kat işin ba­şın­da­ki gö­rev­li­ye kur­ba­nın ma­sum in­san­la­ra if­ti­ra atmasını engelleme ta­li­ma­tı ve­ril­miş­ti.1056 Bu dö­nem­de iş­ken­ce­nin Ba­tı’­da çok yay­gın ola­rak ya­pıl­dı­ğı­nı kay­det­mek ye­rin­de olur. XIV. Yüz­yıl­da Ro­ma Ka­to­lik Ki­li­se­si ta­ra­fın­dan heretiklerin da­va­la­rın­da işkenceye başvurulması tav­si­ye olu­nu­yor­du. XV. Yüz­yıl­da hem Fran­sa’­da hem de Al­man­ya’­da suç­lu­la­rın sor­gu­lan­ma­sın­da iş­ken­ce yap­mak alı­şıl­dık bir şey­di. Fran­sa’­da 1498 ve 1539 yıl­la­rın­da­ki ni­zam­nâ­me­ler ile ağır ce­za da­va­la­rı­nın giz­li­li­ği ve iş­ken­ce ya­pıl­ma­sı ya­sal­laş­tı­rıl­mış­tı.1057 Al­man­ya’­da im­pa­ra­tor V. Char­les Ce­za Ka­nu­nu Ni­zam­nâ­me­si (Hals­ge­richt­sord­nung) (1532) iş­ken­ce ya­pıl­ma­sı­nı sı­nır­la­ma­ya ça­lış­tı ama kö­tü­ye kul­la­nıl­ma­sı­nı dur­dur­ma­yı ba­şa­ra­ma­dı. Ps­kov­lu­lar bu ba­kım­dan ye­ni ör­ne­ğe uy­ma­dı­lar; Ps­kov ka­nun­la­rın­da iş­ken­ce­ye izin ve­ril­mi­yor­du.

1056 Su­deb­nik, 1497, mad­de 36, Vla­di­mirsky-Bu­da­nov, Kh­ris­to­ma­ti­ia, 2, 94.

1057 A. Es­me­in, Co­urs élémentaire d’­his­to­ire du dro­it fran­ça­is (13.cü edis­yon, Pa­ris, 1920), s. 851-853.

Mo­ğol­la­rın ce­za ve mu­ha­ke­me hu­ku­ku­nun Mos­kof hu­ku­ku üze­rin­de­ki et­ki­si pek in­kâr edi­le­mez­se de, Rus­la­rın muhakeme usulleri konusunda Mo­ğol­lar­dan bel­li baş­lı bir ör­nek al­dık­la­rı­na da­ir müs­bet bir ipu­cu yok­tur. Bu­na rağ­men XVI. ve XVII. Yüz­yıl­lar­da Ku­zey Rus­ya’­da­ki ma­hal­lî mah­ke­me­ler­de yary­ga di­ye bi­li­nen kü­çük mev­ki­li bir gö­rev­li­nin bu­lun­du­ğu­nu kay­de­de­bi­li­riz. Bu kelime, muh­te­me­len Mo­ğol­ca jar­gu (car­gu, yar­gu), “yar­gıç”dan gelmektedir.1058

1058Jar­gu te­ri­mi hakkında bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 3, kı­sım 7, s. 212 ; Smir­nov, Kryms­koe Khanst­vo, s. 43-44.

IV

Han, ver­gi­len­dir­me ve as­ker toplama konusunda yarım yüzyıldan daha fazla bir süre Rusya’da tam ve doğrudan yetki kullandı. Mo­ğol­la­r, ih­das et­ti­kleri pos­ta atı hiz­me­ti­ni (yam) ken­di ih­ti­yaç­la­rı için kul­lan­dı­lar. Han, sik­ke kes­me hak­kı­nı da ken­di­si için mah­fuz tut­tu. 1300’le­rin ba­şı­na ka­dar tam ola­rak yü­rür­lük­te olan bu sis­temde, Rus gran­dük­ ve prens­le­ri­nin elin­de as­ke­rî ve ma­lî ida­re me­se­le­le­rin­de­ki es­ki yet­ki­le­ri­nin sa­de­ce cü­zi bir kıs­mı kal­dı. Her pren­se kü­çük bir as­ke­rî bir­lik -ma­iyet- bu­lun­dur­mak ve ba­zı önem­siz ma­hal­lî ver­gi­le­rin ya­nı sı­ra ma­li­kâ­ne­si ile il­gi­li ver­gi­le­ri top­la­ma iz­ni ve­ril­di. Bu dö­nemde ba­ğım­sız bir prens­lik ida­re­sin­den pek bah­se­di­le­mez. Gran­dük­le­re ken­di prens­lik­le­ri da­hi­lin­de baş­lan­gıç­ta bir Mo­ğol yet­ki­li­nin ne­zâ­re­ti al­tın­da ol­mak­la be­ra­ber so­rum­lu­luk ken­di­le­ri­ne ait ol­mak üze­re Mo­ğol­la­rın ha­ra­cı­nın ya­nı sı­ra tam­ga­ vergisi top­la­ma gö­re­vi ve­ri­lin­ce du­rum de­ğiş­ti. Muh­te­me­len gran­dük­ler ha­nın or­du­su için as­ker dev­şi­ril­me­si­ne ve pos­ta atı hiz­me­ti­ne de ne­zâ­ret edi­yor­lar­dı. As­ke­rî ve ma­lî mın­tı­ka­la­rın te­mel sis­te­mi olan t’mi ol­du­ğu gi­bi bı­ra­kıl­mış­tı, ama şim­di ha­ra­cı Mo­ğol bas­kak­la­rın ye­ri­ne gran­dü­kün ver­gi tah­sil­dar­la­rı (danshc­hi­ki) top­lu­yor­lar­dı. Ze­na­at­kâr­la­rın dev­şi­ril­me­si­ne de­vam edil­me­miş gö­zü­kü­yor. İnsanlar, alt­mış kü­sur yıl sü­ren doğ­ru­dan Mo­ğol kont­ro­lü bo­yun­ca sin­di­ril­dik­le­ri ve dev­le­te kar­şı gö­rev­le­ri­ni ye­ri­ne ge­tir­me­le­ri konusunda iyi­ce eği­til­dik­le­ri için gran­dük­ler ver­gi top­la­mak­ta her­han­gi bir zor­luk­la kar­şı­laş­ma­dı­lar.

Prens­le­rin sa­de­ce ha­nın gö­rev­li­le­ri ol­ma­la­rı­na ve sü­rek­li ola­rak Mo­ğol yet­ki­li­ler ta­ra­fın­dan kont­rol edil­me­le­ri­ne rağ­men, es­ki sis­te­min terk edilmesi önemli sonuçlar doğurdu. Prens­ler de­ğiş­tir­me­ye yet­ki­le­ri­nin ol­ma­dı­ğı Mo­ğol ida­re­si ör­nek­le­ri­ne uy­mak zo­run­da ol­sa­lar bi­le, ida­rî iş­le­ri yü­rüt­me­le­ri­ne izin ve­ril­miş­ti. As­lı­na ba­kı­lır­sa, her t’­ma için is­te­nen mik­tar­da ha­ra­cı öde­dik­ten son­ra faz­la­sı­nı ken­di ha­zi­ne­le­ri­ne ak­tar­dık­la­rından, ye­ni sis­te­min ken­di­le­ri için ma­lî ba­kım­dan ka­zanç­lı ola­bi­le­ce­ği­ni keş­fet­miş­ler­di. Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğın­da­ki t’mi sa­yı­sı di­ğer gran­dü­ka­lık­la­rın­kin­den faz­la ol­du­ğu için, du­rum­dan en çok ya­rar­la­nan­lar Mos­ko­va knazlarıydılar.

Dmit­ri Dons­koy’un Ma­may’a baş kaldırmasından ve özellikle Tok­ta­mış’ın dev­ril­me­sin­den son­ra Mo­ğol-Rus ilişkilerinde Rus ülkelerine aşırı muhtariyet getiren ye­ni bir say­fa açıl­dı. Gran­dük­ler ve prens­ler, ken­di­le­ri­ni ha­nın tâ­bi­le­ri ola­rak gör­me­ye ve -pek de mun­ta­zam ol­ma­mak­la be­ra­ber- ha­raç öde­me­ye de­vam et­ti­ler, ama prens­lik­le­ri­nin iç ida­re­si­ni ne­re­dey­se ha­nın hiç­bir mü­da­ha­le­si ol­mak­sı­zın dev­ral­dı­lar ve ken­di sik­ke­le­ri­ni kes­tir­me­ye baş­la­dı­lar. Ta­biî ki sik­ke­le­rin üs­tün­de ken­di ad­la­rı­na ilave­ten ha­nın da adı var­dı.1059 Fa­kat Mo­ğol ida­rî sis­te­mi­nin esas­la­rı de­ğiş­ti­ril­me­di, zi­ra gran­dük­ler on­la­rı işe ya­rar ve et­ki­li bul­muş­lar­dı. Böy­le­ce Mo­ğol ör­nek­le­ri­ne ba­ka­rak XIV. Yüz­yı­lın son­la­rın­dan XVI. Yüz­yı­la ka­dar gran­dü­ka­lık­la­rın ver­gi­len­dir­me ve or­du teşkilatı sis­tem­le­ri ge­liş­ti­ril­di.

1059 Geç Mo­ğol dö­ne­min­de­ki Rus sik­ke­le­ri için bkz. G. B. Fe­do­rov, Den­gi mos­kovs­ko­go kni­az­hest­va vre­me­ni Dmit­ri­ia Dons­ko­go i Va­si­lia I (1359-1425) », MIAS, 12 (1949), 144-185.

Ver­gi­len­dir­me­ye ge­lin­ce, dan’ (haraç) ge­lir­le­rin ana kay­na­ğı, sok­ha da de­ğer­len­dir­me­nin te­mel bi­ri­mi ola­rak kal­dı. Tam­ga artık ta­ma­mıy­la it­hal mal­lar­dan alı­nan güm­rük res­mi­ne dö­nüş­müştü; ilave­ten ma­hal­lî güm­rük rü­sum­la­rı ve­ya myt var­dı. Muh­te­me­len çoğu Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan ih­das edi­len her ne­vi harç ve ge­çiş üc­re­ti de mal­la­rın nak­li­nin her aşa­ma­sın­da alı­nı­yor­du; pri­vi­az­noe gi­bi sı­ğır ve at sa­tı­şın­dan alı­nan ver­gi­ler ve­ya sı­ğır­la­rı bağ­la­mak için alı­nan harç, ro­go­voe ve­ya boy­nuz har­cı ve at­la­rı dam­ga­la­mak için pi­at­no da var­dı.

Top­la­nan bü­tün pa­ra­lar gran­dü­kün ha­zi­ne­sin­de (kaz­na) tu­tu­lu­yor ve bu­nun­la ha­zi­ne­dar (kaz­nac­hei) il­gi­le­ni­yor­du. Bu iki Rus­ça te­ri­min Türk­çe­den ödünç alın­mış ol­ma­sı, mü­es­se­se­nin Mo­ğol ör­ne­ği­ne gö­re ih­das edil­di­ği­nin bâ­riz bir işa­re­ti­dir.

Gran­dük­lük ge­lir­le­ri­nin baş­ka bir önem­li kay­na­ğı da mah­ke­me harç­la­rıy­dı. Ada­let tev­zi edi­lir­ken, sa­de­ce önem­li da­va­lar şah­sen gran­dü­ke ha­va­le edi­lir­di. Suç­la­rın ve açı­lan da­va­la­rın çoğunun halli, yar­dım­cı­la­rı­nın (na­mest­ni­ki) yet­ki­si da­hi­lin­dey­di. Bun­lar­dan en önem­li­si Mos­ko­va şeh­ri­nin “baş yar­dım­cı­sı” (bolşoy na­mest­nik) idi. Her bü­yük şe­hir­de bir yar­dım­cı ve her kır­sal mın­tı­ka­da bir mın­tı­ka şe­fi (vo­les­tel) var­dı. Her bi­ri­nin yar­gıç (ti­uny) ve ra­por­tör (do­vodçi­k) denilen yar­dım­cı­la­rı -ba­zen de kö­le­le­ri- var­dı. Kü­çük yar­gıç­la­rın ver­di­ği ka­rar­lar­dan mem­nun ol­ma­yan­lar bir üst­le­ri­ne (vo­los­te­l ve na­mest­ni­k) ve ge­re­kir­se gran­dük­le­ri­ne baş­vu­ra­bi­lir­ler­di. As­lın­da bu son pro­se­dür, me­sa­fe­nin uzaklığından ve pren­sin sa­ra­yı­na git­mek­ten do­la­yı or­ta­ya çı­ka­cak mas­raf­lar yü­zün­den ko­lay de­ğil­di.

Gran­dü­ka­lık ha­zi­ne­sin­de yu­ka­rı­da sa­yı­lan tüm bu gö­rev­li­le­re ma­aş öde­mek için ye­ter­li pa­ra ol­ma­dı­ğından, gran­dü­kün on­la­rın tayin edil­dik­le­ri mın­tı­ka ta­ra­fın­dan “bes­len­me­le­ri­ne” mü­sa­ade et­mek­ten baş­ka ya­pa­ca­ğı bir şey yok­tu. Bu “bes­len­me sis­te­mi­nin” (korm­le­niye) kök­le­ri Ki­yef dö­ne­mi­ne ka­dar dayanmaktadır,1060 ama Mo­ğol dö­ne­min­de yay­gın­laş­mış­tır. Gö­rev­li­le­re -yar­dım­cı­lar ve mın­tı­ka şef­le­ri- korm­lenşçi­ki deniliyordu. Hal­kın on­la­ra te­min ede­ce­ği yi­ye­ce­ğin ve di­ğer şey­le­rin mik­ta­rı ge­le­nek­ler­le be­lir­len­miş ve son­ra da ka­nun­lar­la bir ni­za­ma bağ­lan­mış­tı. Ge­nel­lik­le ye­ni tayin edi­len bir na­mest­nik ve­ya vo­los­tel gö­re­ve baş­la­dı­ğı za­man bir mik­tar “ayakbastı er­za­kı” (v’i­ezjii korm) ve­ril­me­si­ni bek­ler­di; bun­dan son­ra yıl­da üç de­fa (No­el’­de, Pas­kal­ya’­da ve Aziz Pe­ter ve Pa­ul gü­nün­de [29 Ha­zi­ran]) ona ih­ti­yaç duy­duk­la­rı­nın gön­de­ril­me­si (ve­ya bu­nun ye­ri­ne pa­ra öden­me­si) ge­re­kir­di. Ay­rı­ca ken­di böl­ge­sin­de güm­rük res­mi, mah­ke­me harç­la­rı ve ev­li­lik bel­ge­si harç­la­rı top­la­ma yet­ki­si de var­dı. Bun­la­rın bü­yük bir kıs­mı ona ka­lır­dı.

1060 Korm­le­niye sis­te­mi hakkında bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 190; Kli­uc­hevsky, 1, 376-377; 2, 356-361; Kli­uc­hevsky, Bo­yars­ka­ia Du­ma, s. 110-119 ; Vla­di­mirsky-Bu­da­nov, Ob­zor, s. 192-194 ; G. Lant­zeff, Si­be­ria in the Se­ven­te­enth Cen­tury (Ber­ke­ley, Uni­ver­sity of Ca­li­for­nia Press, 1943), s. 19-24 ; S. B. Ve­se­lovsky, Fe­odal­noe zem­lev­la­de­nia v se­ve­ro­vos­toch­noi ru­si (Mos­ko­va ve Le­ning­rad, 1947), 1, 263-280.

Korm­lenşçi­kler, çoğu kez oto­ri­te­le­ri­ne tâ­bi olan halk­tan ve­re­bil­dik­le­ri ka­dar çok er­zak ve pa­ra al­ma­ya ça­lı­şır­lar­dı. O za­man halk gran­dü­ke şi­ka­yet­te bu­lu­nur­du. O da çok ta­mah­kâr bir korm­lenşçik’i ge­ri ça­ğı­rıp onun ye­ri­ne bir baş­ka­sı­nı tayin ede­bi­lir­di. Fa­kat ye­ni ge­len es­ki­sin­den da­ha kö­tü çı­ka­bi­lir­di. Korm­le­niye tayin­le­ri­nin ge­nel­lik­le kı­sa bir sü­re için, iki ve­ya en çok üç yıl­lı­ğı­na ya­pıl­ma­sı­nın se­bep­le­rin­den bi­ri buy­du. O za­ma­na ka­dar bol ka­zanç­lı bir gö­re­ve gel­me­miş olan­la­rın “ken­di­le­ri­ni bes­le­me­le­ri­ne” mü­sa­ade et­me­si için gran­dük üze­rin­de sü­rek­li bir bas­kı­la­rı var­dı; ve gran­dü­kün her­ke­si tat­min et­mek için gö­rev­de bir ro­tas­yon sis­te­mi­ni uy­gu­la­ma­sı ge­re­ki­yor­du. Bü­yük yar­dım­cı­la­ra ge­lin­ce, on­la­rı kı­sa sü­re­li ola­rak tayin et­mek için ilave bir se­bep var­dı: gran­dük, yar­dım­cı­la­rın­dan hiç­bi­ri­nin aşı­rı güç­lü ol­ma­sı­nı is­te­mi­yor­du ve bu yüz­den kim­se­ye sü­rek­li ola­rak gö­rev ver­mek­ten ve gö­re­vin ir­sî ol­ma­sı teh­li­ke­sin­den ka­çı­nı­yor­du.

Hu­ku­kî iş­le­ri­ne ilave­ten yar­dım­cı­lar ile mın­tı­ka şef­le­ri­nin gran­dü­kün adam­la­rı ola­rak ge­nel ida­rî yet­ki­le­ri de var­dı. Bi­rin­ci­le­rin­ki şe­hir hal­kıy­la, ikin­ci­le­rin­ki dev­let top­rak­la­rın­da ya­şa­yan­lar­la il­gi­liy­di. Di­ğer ta­raf­tan gran­dü­kün ve bo­yar­la­rın mülk­le­ri ile ki­li­se top­rak­la­rı gran­dük­le­rin ve bo­yar­la­rın kâh­ya­la­rıyla ki­li­se yet­ki­li­le­ri ta­ra­fın­dan ida­re edil­dik­le­ri için on­la­rın yet­ki ala­nı­na gir­mi­yor­du. Gran­dü­ka­lı­ğın bü­tün ara­zi­si bi­ri dev­let gö­rev­li­si di­ye­bi­le­cek­le­ri­miz ta­ra­fın­dan, di­ğe­ri ise ma­li­kâ­ne yet­ki­li­le­ri ta­ra­fın­dan ida­re edi­len iki kısımdan oluşuyordu. Bu dö­nem­de gran­dü­kün mülk­le­ri onun mad­dî gü­cü­nün temel dayanaklarından ol­du­ğu için on­la­rın ida­re­si ge­nel dev­let ida­re­si ka­dar önem­liy­di.

Bü­tün sis­tem gran­dü­ka­lık sa­ra­yı­nın (dvor) et­ra­fın­da odak­la­nı­yor­du. Bu­ra­da­ki baş­lı­ca gö­rev­li dvors­ki (sa­ray kâh­ya­sı) di­ye de bi­li­nen ti­un dvors­ki idi. Son­ra­dan bu gö­re­vi be­lirt­mek için dvo­rets­ki (dvo­rets, “sa­ray”dan tü­re­me) te­ri­mi kul­la­nıl­mış­tır. Dvors­ki’­nin gö­rev­le­ri çok yön­lüy­dü. Öncelikle gran­dü­ka­lık sa­ra­y per­so­ne­li­nin, slu­gi (hiz­met­kâr­lar) ve dvo­ri­ane’­nin (sa­ray­lı­lar) ba­şıy­dı.1061 On­la­rın her bi­ri­nin gö­rev tev­zi­ini ya­pı­yor ve ia­şe­le­riy­le il­gi­le­ni­yor­du. Bun­la­rın bir­ço­ğu­na hiz­met­le­ri sü­re­sin­ce top­rak ba­ğış­la­nı­yor­du. Ayrıca dvors­ki, gran­dü­ka­lık ma­li­kâ­ne­le­rin­de ya­şa­yan köy­lü­le­rin yar­gı­cı ve ida­re­ci­si idi. Üçün­cü ola­rak gran­dü­kün mülk­le­ri­nin ha­zi­ne­da­rıy­dı. Mülk­ler­de ya­şa­yan halk­tan top­la­nan pa­ra dev­let ha­zi­ne­sin­den (kaz­nac­he­i’in gö­re­vi­ne böy­le di­ye­bi­li­riz) ay­rı tu­tu­lu­yor­du.

1061 Kli­uc­hevsky, Bo­yars­ka­ia Du­ma, s. 101, 108-110; Ser­ge­evich, 1, 466-477.

Gran­dü­ka­lık eko­no­mi­si­nin hız­la bü­yü­me­siy­le mülk­le­rin ida­re­si için bir­çok ye­ni ma­kam ih­das edil­di. Bun­lar pu­ti (put’ ke­li­me­si­nin ço­ğu­lu, ke­li­me mana­sı “yol”, “ta­rik”) di­ye bi­li­ni­yor­lar­dı ve baş­la­rın­da dvor­ni­ke de­ğil de doğ­ru­dan doğ­ru­ya gran­dü­ke bağ­lı özel bi­rer gö­rev­li (put­nik) var­dı. Bu gö­rev­ler kuş­baz­lık, ahır­lar, av ve yi­ye­cek içe­cek ile il­gi­liy­di.1062 Bu gö­rev­le­rin ek­se­ri­si Ki­yef dö­ne­min­de var­dı. Ki­yef dö­ne­min­de her bü­yük pren­sin sa­ray hal­kı için­de­ki gö­rev­li­ler ara­sın­da bir im­ra­hor, bir av­cı­ba­şı ve­sa­ire bu­lu­nur­du. Fa­kat Ki­yef dö­ne­min­de prens sa­ray­la­rın­da­ki gö­rev sis­te­mi­, Mo­ğol dö­ne­min­de ve özel­lik­le de Mo­ğol­lar­dan son­ra­ki dö­nem­de Mos­kof­ya’­da ol­du­ğu ka­dar kar­ma­şık de­ğil­di.

1062 Kli­uc­hevsky, Bo­yars­ka­ia Du­ma, s. 102-108, 111-123.

Mo­ğol dö­ne­min­de teşkilat­la­rı ya­pıl­dı­ğı için pu­ti’­nin Şark ör­nek­le­ri­nin bel­li bir et­ki­si ile ih­das edi­lip edil­me­dik­le­ri so­ru­la­bi­lir. Bu ba­kım­dan put’ te­ri­mi­nin ken­di­si öne­mlidir, çün­kü Mo­ğol dö­ne­min­den bu mana­da (“prens­lik ida­re­si bö­lü­mü”) kul­la­nıl­dı­ğı­na da­ir bir emâ­re yok­tur.1063 Bu, bir Şark te­ri­mi­nin Rus­ça eş­de­ğe­ri ola­maz mı? Bu ba­kım­dan Türk­çe tü­re ve yol ke­li­me­le­ri il­ginç­tir. “Yol” Rus­ça “put”un tam kar­şı­lı­ğı­dır, esas mana­sı “yol”, “ta­rik”, “pa­ti­ka”dır. Fa­kat “me­tod”, “alış­kan­lık”, “ka­ide”, “ka­nun” ma­na­sı­na da ge­le­bi­lir. “Tü­re”, “alış­kan­lık”, “âdet” ve ay­nı za­man­da “örf”, “ka­nun­nâ­me”, “ni­zam­nâ­me” mana­sı­na gel­mek­te­dir.1064 Sel­çuk­lu­la­rın Fars­ça hikaye­si­nin (“Sel­çuk­nâ­me”) Türk­çe ver­si­yo­nun­da Oğuz Türk­le­ri­nin ef­sa­ne­vî ata­sı tü­re’­yi “yol­lar ve er­kân” (yol ve er­kân), yâ­ni mü­es­se­se­ler ve ka­ide­ler di­ye ta­nım­la­mak­ta ve oğul­la­rı­na tü­re­nin “yo­lun­dan” git­me­le­ri­ni bu­yur­mak­ta­dır. Son­ra sağ kol ve sol kol ku­man­dan­la­rı­nın kı­de­mi­ni ve her bi­ri­nin şö­len sof­ra­sın­da­ki ye­ri­ni tes­pit et­miş­tir. Bü­tün ida­rî gö­rev­le­rin Türk klan­la­rı ara­sın­da ge­le­nek­sel ka­ide­le­re gö­re tak­si­mi­ni ilave et­miş­tir.1065 Zik­re­di­len Türk­çe me­tin­de “yol” te­ri­mi Rus­ça “put’” ke­li­me­si­nin yu­ka­rı­da­ki özel mana­sın­da kul­la­nıl­ma­mış­sa da ter­mi­no­lo­ji­nin ge­nel ­psi­ko­lo­jik ar­kaplanı ben­zer­lik ar­zet­mek­te­dir. Mü­te­kâ­bil Arap­ça te­rim (ki bu hem Fars­ça hem Türk­çe’­ye gir­miş­tir) ta­rik’­dir (“yol”, “me­tod”, “hi­ye­rar­şi”, “hiz­met ve ter­fi yo­lu”). “Yol” için esas Fars­ça ke­li­me “rah”dır; “ör­nek”, “ka­ide”, “âdet” ma­na­sı­na da ge­le­bi­lir.1066 Türk­le­rin hikaye­si­nin Re­şi­düd­din ver­si­yo­nun­da Oğuz Han “sağ ko­lun yo­lu [rah] (sol ko­lun­kin­den) da­ha yük­sek­tir” di­ye be­yan et­mek­te­dir. Bu du­rum­da göründüğü kadarıyla rah, “gö­rev­ler­de mer­te­be” ve­ya “hiz­met yo­lu” de­mek­tir.1067

1063Srez­nevsky, 2, 1738-1739.

1064 Red­ho­use, s. 608; Gord­levsky, s. 52.

1065 M. T. Ho­uts­ma edis­yo­nu, Re­cu­eil des texts re­la­tifs à l’­his­to­ire des Seld­jo­uci­des, 3 (Ley­den, 1902), 204-205 ; Gord­levsky, s. 53 ile mu­ka­ye­se edi­niz.

1066 Red­ho­use, s. 1239; Ste­in­gass, s. 565.

1067 Ras­hid I, 23 (Rus­ça ter­cü­me­si); VOT, 7 (1861), 29 (Fars­ça me­tin).

İda­rî iş­le­rin­den ma­ada her put’un ba­şı­nın bö­lü­mün­de ça­lı­şan­lar üze­rin­de hu­ku­kî yet­ki­si de var­dı. Na­mest­ni­ki ve vo­los­te­li’­nin du­rum­la­rın­da­ki ben­zer se­bep­ten do­la­yı put­ni­ki gran­dü­ka­lık ha­zi­ne­sin­den ma­aş al­maz­lar, ama her put’­dan el­de edi­len ge­lir­den bir pay ve­ri­le­rek mü­ka­fat­lan­dı­rı­lır­lar­dı. Ba­zı hâl­ler­de put­nik pay­la­rı nak­dî ve­ya ay­nî ola­rak top­la­nan­la­rın yüz­de 50’si­ni bu­lur­du. Put­nik gö­re­vin­den el­de edi­le­bi­le­cek ol­duk­ça bü­yük ka­zanç­lar­dan ve put­ni­kin gran­dü­ka­lık ka­bi­ne­sin­de­ki önem­li rol­le­rin­den do­la­yı bu gö­rev­le­re ge­le­cek aday­la­rın ge­nel­lik­le bo­yar­lar ara­sın­dan se­çil­me­si ta­bi­îdir. Bun­lara bo­ya­re putn­ye deniliyordu.

Şim­di Mo­ğol dö­ne­min­de Rus or­du teş­ki­la­tın­da mey­da­na ge­len de­ği­şik­lik­le­re ba­ka­lım. Mo­ğol­lar­la ilk de­fa düş­man ola­rak kar­şı­la­şan ve son­ra uzun bir sü­re on­la­ra tâ­bi olan Rus­la­rın Mo­ğol or­du sis­te­mi hak­kın­da iyi­ce bil­gi edin­miş ol­ma­la­rın­dan ve onun tesirinden etkilendiklerinden hiç şüp­he ola­maz. Bir­çok Rus pren­si­nin ma­iyet­le­riy­le bir­lik­te Mo­ğol han­la­rı­nın gi­riş­tik­le­ri çe­şit­li se­fer­le­re ka­tıl­mak zo­run­da kal­dık­la­rı ha­tır­la­na­cak­tır. Bu­ra­da Ros­tov prens­le­ri­nin 1277-78 yıl­la­rın­da Men­gü Te­mir’in dağ­lı Alan­la­ra kar­şı se­fe­rin­de oy­na­dık­la­rı ro­le ve bir yüz­yıl son­ra Mos­ko­va ve Suz­dal prens­le­ri­nin Tok­ta­mış’ın Ti­mur­lenk’e kar­şı se­fe­ri­ne ka­tıl­ma­la­rı­na atıf­ta bu­lun­mak ye­ter­li­dir. Ay­rı­ca bin­ler­ce Rus her yıl ol­ma­sa da mun­ta­zam ara­lar­la Mo­ğol or­du­su­na alı­nı­yor­lar­dı. Çin’e gö­tü­rü­len ve ora­da is­kân edi­len­le­rin Rus­ya’­ya ge­ri dön­me­ye hiç şans­la­rı yok­tu, ama Gü­ney Rus­ya’­da Al­tın Or­du han­la­rı ta­ra­fın­dan, is­tih­dam edi­len­le­rin ba­zı­la­rı­nın se­fer son­a erdikten sonra -me­se­lâ Tok­ta ta­ra­fın­dan 1298-99 yıl­la­rın­da No­gay’a kar­şı kul­la­nı­lan­lar gi­bi,- yurt­la­rı­na ge­ri dö­nüp üst yet­ki­li­le­re baş­la­rın­dan ge­çen­le­ri an­lat­mış ol­ma­la­rı bek­le­ne­bi­lir.

Bu yüz­den Rus­la­rın kendi ordularının tanziminde Mo­ğol­lar­dan ba­zı ör­nek­ler al­ma­la­rı ka­çı­nıl­maz­dı. Me­se­lâ XV. Yüz­yı­lın son­la­rın­da ve XVI. Yüz­yıl­da Mos­kof or­du­su­nun stan­dart şe­kil­de beş bü­yük bir­lik halinde tan­zi­mi kesinlikle Mo­ğol ter­ti­bi­ni ör­nek alı­yor­du. Bu bir­lik­lere Rus­ça’­da pol­ki deniliyordu.1068 Ter­tip­le­ri şöy­ley­di: mer­kez (bols­hoy polk, ke­li­me mana­sı bü­yük tü­men­dir); sağ kol tü­me­ni (pro­va­ya ru­ka); sol kol tü­me­ni (le­va­ya ru­ka); ön­cü­ler (pre­do­voy polk); ve art­çı­lar (sto­roje­voy polk). Sağ kol ve sol kol te­rim­le­ri Türk­çe ong kol ve sol kol’a tekabül et­mek­te­dir. Mo­ğol­lar­da ol­du­ğu gi­bi Mos­kof or­du­sun­da da sağ kol bir­li­ği sol ko­l kol birliğ­in­den da­ha önem­li telakki edi­li­yor­du.

1068 Mo­dern Rus­ça­da pol­ka alay de­mek­tir.

Rus­lar, Mo­ğol­la­rın düş­ma­nı her iki ce­nah­tan çem­be­re al­mak tak­ti­ği­ni be­nim­se­miş­ler­di (1378 yı­lın­da­ki Voja neh­ri mu­ha­re­be­si bu­nun gü­zel bir ör­ne­ği­dir). Ay­rı­ca or­du­la­rı­na ba­zı Mo­ğol zırh ve silah­la­rı­nı al­mış­lar­dı. 1246 yı­lı gi­bi er­ken bir ta­rih­te Ga­liç­ya­lı Da­ni­el’in as­ker­le­ri­nin Mo­ğol usu­lü­ne gö­re tec­hiz edil­dik­le­ri ha­tır­la­na­cak­tır. 1361 yı­lın­da Ri­azan ile yap­tık­la­rı sa­vaş­ta Mos­kof­lar ke­men­di ol­duk­ça ba­şa­rı­lı bir şekilde kul­lan­mış­lar­dı. XVI. Yüz­yıl­da­ki Mos­kof as­ker­le­ri­nin tec­hi­za­tı da bâ­riz bir Mo­ğol te­si­ri­ni gös­ter­mek­te­dir­ler.

Ki­yef dö­ne­min­de Rus or­du­su baş­lı­ca iki kı­sım­dan mü­te­şek­kil­di: pren­sin ma­iye­ti (druji­na) ve chi­li­arh’ın (ty­si­atsky) ku­man­da­sın­da­ki şe­hir mi­li­si. Kır­sal ke­sim­de­ki halk se­fer­ber­li­ğe tâ­bi de­ğil­di ve bir kural olarak se­fer­le­re ka­tıl­maz­dı. Mo­ğol is­ti­la­sı bü­tün man­za­ra­yı de­ğiş­tir­di. Mo­ğol­lar ken­di silah­lı kuv­vet­le­ri­nin ih­ti­yaç­la­rı için ka­tı bir asker toplama sis­te­mi­ni ih­das et­ti­ler. Bu­na kır­sal ke­sim­de­ki halk da da­hil­di. Son­ra Rus şe­hir­le­ri­ni tah­rip ede­rek ve­ya hal­kı­nı yok ede­rek veçe’­nin yet­ki­si­ni sınırladılar, şe­hir mi­li­si sis­te­mi­nin te­mel­le­ri­ni yık­tı­lar; ty­si­atsky’­nin ar­tık or­du ku­man­da­nı ola­rak ya­pa­ca­ğı pek bir şey kal­ma­dı ve bil­di­ği­miz üze­re ni­ha­yet bu ma­kam lağ­ve­dil­di.

Doğ­ru­dan bir Mo­ğol bas­kı­sı ol­ma­mak­la be­ra­ber eş­za­man­lı ola­rak pren­sin ma­iye­ti­nin vas­fı de­ğiş­ti. Ki­yef dö­ne­min­de druji­na iki ­grup­tan mü­te­şek­kil­di:1069 Kıdemliler ve kıdemsizler. Kı­dem­li­ler, ni­ha­yet bo­yar sı­nı­fı­nın bel­ke­mi­ği­ni teş­kil et­ti­ler. Kı­dem­siz­lere ise halk arasında grid’ deniliyordu. Bu, Nor­se1070* men­şe­li bir te­rim­di (mana­sı Nor­se di­lin­de “ev hal­kı” idi). Pren­sin sa­ra­yın­da kü­çük gö­rev­ler­de bu­lu­nu­yor­lar­dı. Druji­na bü­tü­nüy­le hür yol­daş­lık pren­si­bi­ne is­ti­nat edi­yor­du. Pren­sin oto­ri­te­si, men­sup­la­rı ve dru­jin­ni­ki nez­din­de­ki po­pü­la­ri­te­si­nin ya­nı sı­ra ön­der­lik va­sıf­la­rı­na da­ya­nı­yor­du. Drujin­ni­kler, kendileri is­te­dik­le­ri sü­re­ce onun peşinden gi­di­yor­lar­dı. As­ke­rî bir mü­es­se­se ala­rak dru­ji­na as­len kı­dem­li ve kı­dem­siz men­sup­la­rı­nın sı­kı bir iş­bir­li­ği yap­tı­ğı birleşik bir ­grup­tu. XII. Yüz­yı­lın ikin­ci ya­rı­sın­da bir fark­lı­laş­ma sü­re­ci baş­la­dı ve her bi­r ken­dine özgü özellikle sahip iki ay­rı ­grup or­ta­ya çık­tı. O ta­rih­te her ön­de ge­len bo­yar (druji­na­nın kı­dem­li men­su­bu) ken­di ma­iye­ti­ni teş­kil etti. Kı­dem­siz drujin­ni­ki ise artık pren­sin ken­di ma­iye­ti­nin mü­ve­si­ni teş­kil edi­yor­du. Bu sebepten dolayı halk arasında pren­sin sa­ray hal­kı (dvor) ola­rak bi­li­ni­yor­lar­dı. Druji­na­nın bu iki grubunun fark­lı­laş­ma sü­re­ci Mo­ğol dö­ne­min­de da­ha da hızlandı. Druji­na te­ri­mi ar­tık es­ki­miş­ti. Dö­ne­min kay­nak­la­rı bo­yar­lar­dan ve dvor­dan ta­ma­men fark­lı iki ­grup ola­rak söz eder­ler. Prens sa­va­şa git­ti­ği za­man bo­yar­lar (ve on­la­rın ma­iyet­le­ri) ona yar­dım­cı olu­yor­lar­dı, ama şim­di as­ke­rî mana­da gü­cü­nün baş­lı­ca kay­na­ğını dvor oluş­tu­ru­yor­du. Ayrıca Mo­ğol dö­ne­mi için pren­sin dvo­ru Rus or­du teşkilatı­nın te­mel ta­şı ola­rak telakki edil­me­li­dir.1071 As­lı­na ba­kı­lır­sa dvor, Çin­gi­zî prens­le­rin or­da­la­rın­dan fark­lı de­ğil­di. Dö­ne­min Rus­la­rı­nın iki mü­es­se­se ara­sın­da­ki pa­ra­lel­li­ğin far­kın­da ol­duk­la­rı, 1426 yı­lın­a ait Ni­kon Va­ka­yi­nâ­me­si’n­de­ki bir ka­yıt­tan gö­rü­le­bi­lir. O yıl gran­dük Vi­tovt’un Ps­kov’a kar­şı düzenlediği se­fe­re yar­dım çağ­rı­sı­na ce­va­ben Uluğ Meh­med Han Vi­tovt’a ken­di or­da­sı­nın as­ker­le­ri­ni gön­der­miş­ti; va­ka­nü­vis te­ri­mi “ha­nın dvo­ru” di­ye ter­cü­me et­miş­tir.1072

1069 Ki­evan Rus­sia, s. 138.

1070Nor­se: Ku­zey­li­ler, İs­kan­di­nav­ya­lı­lar –çn.

1071 Pren­sin sa­ra­yı­nın (dvor) as­ke­rî vec­he­si Rus ta­rih li­te­ra­tü­rün­de şim­di­ye ka­dar ih­mal edil­miş­tir. Bu konu hak­kın­da Pe­ter St­ru­ve’­nin can alı­cı mü­la­ha­za­la­rı­ için bkz., St­ru­ve, s. 35.

1072 Ni­kon, 12, 7.

Pren­sin dvo­ru, bir anlamda Ki­yef dö­ne­min­de­ki grid’­den tü­re­miş ol­mak­la birlikte, bir­çok ba­kım­dan pro­to­ti­pin­den fark­lı­dır. Dvo­ry­ane gran­dü­kün yol­daş­la­rı de­ğil­, onun hiz­met­kâr­la­rıy­dı­lar. Bo­yar­la­rın ak­si­ne ba­zı­la­rı bir sü­re için, ba­zı­la­rı ha­yat bo­yu hiz­met­le yü­küm­lüy­dü­.

Şe­hir mi­li­si­nin ge­ri­le­me­si ve dvo­run bü­yü­me­si ile iliş­ki­li ola­rak ye­ni bir gö­rev türü, okol­niç­lik (başmabeyinci) ih­das edil­di. Gö­rev­le­ri Al­tın Or­du or­du­sun­da­ki “bu­ka­ul”unkine tekabül edi­yor­du. Okol­niçi­den ilk de­fa 1284 yı­lın­da Smo­lensk’­de bah­se­dil­miş­tir.1073 Bu, gör­müş ol­du­ğu­muz gi­bi ha­nın sa­ra­yın­da bir­çok yıl ge­çir­miş, bir Mo­ğol pren­se­si ile ev­len­miş ve ge­nel ola­rak “Mo­ğol dos­tu” de­ne­bi­le­cek olan gran­dük Fe­dor’un hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­day­dı. Muh­te­me­len okol­niçi ma­ka­mı­nı or­du ida­re­sin­de Mo­ğol­la­rı ör­nek ola­rak ih­das et­miş­ti. Bu ma­kam­dan Mos­ko­va’­da ilk de­fa 1350-51 yıl­la­rın­da bah­se­dil­miş­tir;1074 Ri­azan’­da ve 1356 yı­lın­da.1075 XVI. Yüz­yıl­da okol­niçi te­ri­mi fark­lı bir mana al­mış­tır: Bo­yar Du­ma­sı­nın ikin­ci de­re­ce­den bir men­su­bu.

1073 Ser­ge­evich, 1, 458.

1074 DDG, s. 13.

1075 AI, 1, No. 2.

Al­tın Or­du’­nun çö­kü­şün­den son­ra Mos­ko­va gran­dük­le­ri Mo­ğol­la­rın ih­das et­ti­ği umumi asker toplama sis­te­mi­ni ge­rek­li ol­du­ğu za­man­lar uy­gu­la­ya­bil­di­ler. Dmit­ri Dons­koy Ma­may’ı Ku­li­ko­vo Ovası mu­ha­re­be­sin­de mağ­lup eden or­du­sunu Mo­ğol sis­te­mi­ni esas ala­rak se­fer­ber et­me­ye mu­vaf­fak ol­muş­tu. Oğ­lu I. Va­si­li Ti­mur­lenk’in is­ti­la­sı­nı kar­şı­la­ma­ya ha­zır­lan­dı­ğı za­man umumi asker toplama sistemini bir ke­re da­ha uy­gu­la­dı. XVI. Yüz­yıl­da as­ke­re al­ma iş­le­mi bir­çok ke­re ya­pıl­dı. O ta­rih­te bu po­sok­ho di­ye bi­li­ni­yor­du, çün­kü ge­rek­li as­ker sa­yı­sı sok­ha ba­şı­na he­sap­la­nı­yor­du.

Rus­ya’­ya ateş­li silah­la­rın gir­me­si konusunda bu­ra­da bir­kaç söz söy­le­mek ge­re­kir. Rus­lar, ateşli silahlarla ilk de­fa 1376 yı­lın­da Bul­gar şeh­rin mu­ha­sa­ra­sı es­na­sın­da ta­nış­tı­lar. Şeh­ri al­dık­tan son­ra el­le­ri­ne geçirdikleri Bulgar toplarının ör­nek­le­ri­ni in­ce­le­miş ol­ma­lı­dır­lar. Anlaşıldığı kadarıyla bununla da yetinmeyip Batı teknolojisini de incelediler ve Moskova’nın istihkamlarını güçlendirmek için birçok top aldılar. Her ha­lü­kâr­da 1382 yı­lın­da Tok­ta­mış Mos­ko­va’­ya akın ter­tip­le­di­ği za­man gar­ni­zo­nun hem top­ları (puş­ki) hem pi­ya­de silah­la­rı (tüfek) var­dı. Gerçi Tok­ta­mış şeh­ri hi­ley­le al­dı, ama XV. Yüz­yıl­da şe­hir bü­tün Ta­tar sal­dı­rı­la­rı­na ba­şa­rıy­la di­ren­di ve böy­le­ce topların fay­da­lı ol­duğu görüldü. Puş­ki ve ti­tüfeğe ilave­ten pişkal (ço­ğu­lu pişkali) de­ni­len bir tür ha­fif top ortaya çıktı. Do­ğu Rus­ya’­da ilk de­fa Tver’­de (1408) ve ar­ka­sın­dan Mos­ko­va’­da da bundan bah­se­dil­miş­tir (1451). Orijinal Mos­kof pi­ya­de silahı (tüfek) Şark ti­pi ol­muş ol­ma­lı­dır. Te­rim Türk­çe (tü­fek)den alın­ma­dır ve ona da Farsçadan geçmiştir. Fars­ça­da tup “top” ve tu­pang “kü­çük top” de­mek­tir.1076 As­lı­na ba­kı­lır­sa XIV. Yüz­yı­lın son­la­rın­da Mo­ğol ön­der­le­ri­nin hiç­bi­ri (Ti­mur­lenk de da­hil ol­mak üze­re) or­du­la­rı­nı ateş­li silah­lar­la tec­hiz et­miş değildi. Muh­te­me­len Bul­gar şeh­ri­nin ya­nı sı­ra Or­ta As­ya’­da­ki ba­zı bü­yük şe­hir­ler ken­di ini­si­ya­tif­le­ri ile toplara sahip olmuşlardı. O ta­rih­te ateş­li silah­lar İran’­da ve Hin­dis­tan’­da kul­la­nı­lı­yor­du1077 ve Bul­gar şeh­ri on­la­rı Ha­rezm üze­rin­den ko­lay­ca edi­ne­bi­lir­di. O ta­rih­te Ba­tı Av­ru­pa ateş­li pi­ya­de silah­la­rı­nı ye­ni ye­ni de­ne­mek­te ol­du­ğun­dan ve on­lar an­cak nâ­di­ren kul­la­nıl­dık­la­rın­dan Mos­kof pi­ya­de silah­la­rı­nın Ba­tı’­dan it­hal edil­miş ola­ma­ya­cağını göz önünde tutmak ge­re­kir. Ateş­li pi­ya­de silah­la­rı İn­gil­te­re’­de 1375 yı­lı ci­va­rın­da kü­çük mik­tar­lar­da imâl edil­me­ye baş­lan­dı (“hand­gun” te­ri­mi İn­gi­liz kay­nak­la­rın­da ilk de­fa 1386 yı­lın­da gö­rü­lür). Al­man­ya’­da “hand­can­non”dan 1381 yı­lın­da Au­ga­burg’­da bah­se­dil­miş­tir. Hep­si de çok hantal şey­ler­di. An­cak 1420’ler­de çok ge­liş­ti­ril­miş bir pi­ya­de silahı (bu­na ilk yiv­siz tü­fek­le­rin ön­cü­sü di­ye­bi­li­riz) Çek­ler ta­ra­fın­dan Hus­sit sa­vaş­la­rın­da yay­gın bi­çim­de kul­la­nıl­dı.1078

1076Bkz. V. Mav­ro­din, “O po­iav­le­nii og­nest­rel­no­go oruz­hia na Ru­si”, VLU (1946), No. 7, 72.

1077ZO, s. 353.

1078Oman, 2, 228-229.

Pi­ya­de silahı­nın ak­si­ne top Rus­lar ta­ra­fın­dan Ba­tı’­dan alın­mış ol­ma­lı­dır. Rus­ça­da­ki “top” ve “ha­fif top” (puşka pişkal) ke­li­me­le­ri Çek di­lin­den alın­ma­dır.1079 Bu ba­kım­dan Rus­ya’­ya it­hal edi­len ilk top muh­te­me­len Bo­hem­ya’­dan gel­miş­ti ve­ya her ha­lü­kâr­da Çek top­çu­lar ta­ra­fın­dan kul­la­nı­lı­yor­du. XV. Yüz­yı­lın or­ta­sın­da ateş­li silah­la­r Do­ğu Rus­ya’­da, muh­te­me­len hem Mos­ko­va’­da hem Tver’­de imâl edi­li­yor­du. An­la­şıl­dı­ğı­ kadarıyla o ta­rih­te en iyi top­lar Tver’­de ya­pı­lı­yor­du. Tver­li top dö­küm­cü­sü Nic­ho­las Krec­het­ni­kov için (1453 yı­lı ci­var­la­rın­da) “böy­le ma­hir bir us­ta­nın Al­man­la­rda bi­le bu­lun­ma­dı­ğı” söy­le­ni­yor­du.1080 1475 yı­lın­da bir­çok bi­rin­ci sı­nıf İtal­yan me­ka­nik­çi­si ve dö­küm­cü­sü III. İvan ta­ra­fın­dan is­tih­dam edil­di­ler ve sonuçta Mos­ko­va silah fab­ri­ka­sı oldukça büyüdü.

1079Flo­rovsky, 2, 325. Mo­dern Çek­çe­de punka “tü­fek” de­mek­tir.

1080Ry­ba­kov, s. 603.

4. SOSYAL DEĞİŞİKLİKLER

I

Moğol döneminde Do­ğu Rus­ya’­da sos­yal sı­nıf­la­rın du­ru­mun­da mey­da­na ge­len de­ği­şik­lik­ler, hü­kü­met ve idari konulardaki değişiklikler ka­dar bü­yük de­ğil­di, ama da­ha az önem­li de de­ğil­di. Mo­ğol dö­ne­mi bo­yun­ca es­ki sos­yal dü­ze­n -ser­best top­lum- te­mel­le­ri,- ilk ön­ce dış gö­rü­nüm bo­zul­mak­sı­zın ya­vaş ya­vaş ve sü­rek­li ola­rak aşın­dı­rıl­dı. III. İvan Rus­ya’­nın Mo­ğol dev­le­tin­den ba­ğım­sızlığını ilan edip Nov­go­rod’u fet­het­ti­ğinde, ye­ni ya­pı­nın tas­la­ğı he­men he­men ha­zır­dı ve ye­ni dü­zen, yâ­ni hiz­met­le yü­küm­lü top­lum, açık­ça gö­rü­lür hale gel­miş­ti. Bu durum, Rus top­lu­mu­nun özellikle es­ki yük­sek ta­ba­ka­sı olan bo­yar­lar için ge­çer­li­dir; ga­rip gö­zü­ke­bi­lir ama on­la­rın hü­küm­da­ra tâ­bi kı­lın­ma sü­re­ci alt sı­nıf­la­rın zap­t-u rapt altına alın­ma­sın­dan ve serf ha­li­ne ge­ti­ril­me­sin­den ön­ce ta­mam­lan­mış­tı.

Mos­ko­va bo­yar­lı­ğı çe­şit­li ve he­te­ro­jen un­sur­lar­dan olu­şu­yor­du. XIV. ve XV. Yüz­yıl­da­ki bo­yar­la­rın ba­zı­la­rı Vla­di­mir gran­dü­ka­lı­ğı­nın es­ki bo­yar kabilelerine men­sup­tu­lar. İç­le­rin­de Bu­tur­lin’­ler, Çe­lyad­nin’­ler, Ku­tu­zov’­lar (bu ai­le­le­rin üçü de as­len Al­man so­yun­dan gel­dik­le­ri­ni id­dia edi­yor­lar­dı), Mo­ro­zov’­lar, Velyaminov’­lar (bun­lar Va­reng1081* so­yun­dan­dı) ve Vo­ront­sov’­lar var­dı. Ol­duk­ça çok sa­yı­da­ki Mos­ko­va­lı bo­yar ai­le­si Ba­tı Rus­ya men­şe­liy­di. Pleşçeyev’­ler ve Kvaşnin’­ler bu ­gru­ba da­hil­di­ler. Ba­tı Rus­lar­dan başka bir­çok Lit­van ve bilâhare pek çok Leh, Mos­ko­va gran­dük­le­ri­nin hiz­me­ti­ne gir­miş­ti. Kay­nak­la­rı­mızda “Leh ve Lit­van men­şe­li” ai­le­le­re yapılan atıflarda, bu­nun on­la­rın Le­his­tan ve Lit­van­ya’­dan geldiklerine işaret ettiğini, fa­kat et­nik men­şe­le­ri­nin her za­man tam olarak bel­li ol­ma­dı­ğı­nı unut­ma­ma­lı­dır. Bo­yar­la­rın ba­zı­la­rı Leh­leş­miş Ba­tı Rus­lar­dı. Bir kı­sım ise “Prus­ya” men­şe­li ol­du­ğu­nu id­dia edi­yor­du. As­len bir Bal­tık (Lit­van) ül­ke­si olan Prus­ya XIII. Yüz­yı­lın son­la­rın­da ta­ma­men Al­man­laş­tı­rıl­mış ol­du­ğu için “Prus­ya­lı” men­şei bir noktada Al­man de­mek­tir. Bu ­gru­ba H­vos­tov’­lar, Ro­ma­nov’­lar (as­len Koş­kin daha son­ra Zaha­rin’­ler olarak bi­li­ni­yor­lar­dı) ve Şe­re­me­tev’­ler da­hil­di.1082 Go­lo­vin’­ler ve Hov­rin’­ler Rum so­yun­dan­dı­lar. Ni­ha­yet Mos­ko­va’­nın en iyi bo­yar ai­le­le­ri­nin ba­zı­la­rı “Ta­tar” (Mo­ğol ve­ya Türk) men­şe­liy­di­ler. Bun­la­rın ara­sın­da öne çı­kan­lar Vel­ya­mi­nov-Zer­nov’­lar­dı (asıl Velyaminov’­lar ile ka­rış­tır­ma­mak ge­re­kir). Sa­bu­rov’­lar ve Go­du­nov’­lar bu ai­le­nin kol­la­rıy­dı­lar. Ar­se­ni­ev’­ler ile Bah­me­tev’­ler Rus­ya’­ya XIV. Yüz­yı­lın son­la­rın­da ve XV. Yüz­yı­lın or­ta­la­rın­da yer­leş­ti­ler.

1081Va­reng: Ku­zey­li, Vi­king –çn.

1082 A. I. So­bo­levsky’e go­re Şe­re­me­tev adı “Sar­mat”dan tü­re­me­dir.

1450 yı­lı­na ge­lin­di­ğin­de, ye­ni bir aris­tok­ra­tik ­gru­bun, hiz­met­li personelin (slujil­ye kni­azia) or­ta­ya çık­ma­sı­nın ya­nı sı­ra gran­dü­kün dvo­ru­nun et­ra­fın­da odak­la­nan kü­çük asil­zâ­de­ sınıfının (dvo­ri­ane) gi­de­rek art­ma­sı ile bo­yar­la­rın sı­nıf ola­rak ko­nu­mu iyi­ci za­yıf­la­mış­tı.

Hiz­met­li prens­ler sı­nı­fı­nın teş­ki­li uzat­ma­lı bir ta­ri­hî sü­reç­ti ve bu sı­nıf bo­yar­la­rın­ki ka­dar he­te­ro­jen­di. XIV. ve XV. Yüz­yıl­lar­da hep­si Rurik’in so­yun­dan ge­len bir­çok Do­ğu Rus­ya pren­si hü­küm­ran­lık hak­la­rı­nı Mos­ko­va gran­dü­kü­ne dev­ret­me­yi ve­ya sat­ma­yı el­ve­riş­li ve­ya ge­rek­li bul­du­lar. İç­le­rin­de Ros­tov ha­ne­da­nın­dan olan prens­le­rin ba­zı­la­rıy­la Nijni Nov­go­rod ve Suz­dal’­dan olan­lar da var­dı. Bu­na ilave­ten prens­lik­le­ri Se­ve­ria ül­ke­sin­de (çoğunlukla Yu­ka­rı Oka hav­za­sın­da) olan bir­çok Ruriko­viç ken­di­le­ri­ni Mos­kof­ya ile Lit­van­ya ara­sın­da­ki sa­hip­siz top­rak­lar­da ve her iki dev­le­tin teh­di­di al­tın­da bul­du­lar. Ba­zı­la­rı bağ­lı­lık­la­rı­nı Lit­van­ya gran­dü­kü­ne sun­du­lar, ama örneğin Obo­lensky’­ler gi­bi di­ğer­le­ri Mos­ko­va gran­dü­kü­nün hiz­me­ti­ne gir­me­yi ter­cih et­ti­ler. Çe­şit­li se­bep­ler­den do­la­yı Lit­van­ya’­da­ki du­rum­dan hoş­nut ol­ma­yan Gedimin so­yun­dan ge­lme (Gedimino­viçler) bir­çok Lit­van pren­si de Mos­ko­va’­ya git­ti­. (Ge­di­min’in oğ­lu Na­ri­munt’un so­yun­dan ge­len) Pat­ri­key­ev prens­le­ri bun­la­rın ara­sın­day­dı. Ni­ha­yet bil­di­ği­miz üze­re II. Va­si­li’­nin hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da Cu­çi prens­le­rin­den ba­zı­la­rı Rus­ya’­nın hiz­me­ti­ne gir­di­ler. Bunlara “çareviç” ve hat­ta Mos­ko­va’­ya gel­me­den ön­ce Ka­zan ve­ya Si­bir­ya’­da ken­di ad­la­rı­na hü­küm sür­müş­ler­se, “çar” deniliyordu. 1500’ler­de Mos­ko­va ça­rı­na hiz­met eden prens­le­rin için­de en yük­sek mer­te­be­dey­di­ler. XVI. ve XVII. Yüz­yıl­lar­da Ku­das­hev ve En­galyc­hev prens­le­ri gi­bi da­ha kü­çük Ta­tar asil­zâ­de­le­ri Cu­çi­le­rin pe­şi sı­ra Mos­ko­va’­ya gel­di­ler; Çer­kasy ve İme­re­tinsky prens­le­ri gi­bi ba­zı Çer­kez ve Gür­cü asil­zâ­de­le­ri de böy­le yap­tı.

III. İvan ile III. Va­si­li’­nin hü­küm­dar­lık­la­rı za­ma­nın­da son ma­hal­lî prens­lik­le­rin de il­ha­kı­nı mü­te­akiben, hem ma­hal­lî gran­dük hem de ar­pa­lık sa­hi­bi prens olan bü­tün Do­ğu Rus­ya Ruriko­viçleri ya göç et­mek ve­ya Mos­ko­va gran­dü­kü­nün hiz­me­ti­ne gir­mek arasında bir tercih yap­mak zo­run­da kal­dı­lar. Çoğu ikin­ci yo­lu seç­ti. 1550 yı­lı­na ge­lin­di­ğin­de hiz­met­li prens­ler ­gru­bu­nun teş­kil sü­re­ci ne­re­dey­se ta­mam­lan­mış­tı. Mos­ko­va’­ya yer­le­şen Rurik ha­ne­da­nın­dan Rus prens ai­le­le­ri ara­sın­da ön­de ge­len­ler Be­lo­zersky, Dol­go­ru­kov, Kurbsky, Şçe­pin-Ros­tovsy, Lo­ba­nov-Ros­tovsky, Obo­lensky, Şahovsky, Şu­isky, Vol­konsky prens­le­ri ve diğer birçoklarıydı. Prenslerden Go­lits­yin, Ku­ra­kin, Ms­tis­lavsky, Tru­bets­koy ve da­ha bir­çok­la­rı gi­bi Gedimino­viçlerin sos­yal ko­num­la­rı da­ha dü­şük se­vi­ye­de de­ğil­di.

Gran­dü­ka­lı­ğın hiz­me­ti­ne gi­ren prens­ler bo­yar­lar­la ay­nı si­ya­sî ve as­ke­rî gö­rev­le­ri ifa edi­yor­lar­dı. Ni­ha­ye­tin­de bo­yar sı­fa­tı­nın üst ta­ba­ka­sı­nı mey­da­na ge­tir­di­ler. Prens ve bo­yar ai­le­le­ri­nin hiz­met­te­ki ve sos­yal sil­si­le­de­ki yer­le­ri 1500’ler­de mest­nic­hest­vo (yer dü­ze­ni) di­ye bi­li­nen ve çar için ha­zır­la­nan Şe­çe­re Ni­zam­nâ­me­si (Go­su­da­rev ro­dos­lo­vets) ile dev­let ve or­du gö­rev­li­le­ri­nin lis­te­le­ri­ni (Raz­ri­adn­ye kni­gi) esas ola­rak alan kar­ma­şık bir sis­te­me gö­re be­lir­len­miş­ti.1083 Ça­rın bu iki ced­ve­li esas ala­rak mü­şa­vir­le­ri­ni seç­me­si ve or­du ile ida­re için yük­sek gö­rev­li­le­ri tayin et­me­si bek­le­ni­yor­du. Em­sal­le­re gö­re hiz­met­te­ki mev­ki­le­ri­ni be­lir­le­mek için, se­çe­re kı­de­mi­nin ya­nı sı­ra bo­yar ve prens ai­le­le­ri­nin ön­ce­ki hiz­met ka­yıt­la­rı­na ba­kı­lı­yor­du. Bo­yar ve prens ailelerinin hiçbir men­su­bu sos­yal ba­kım­dan ken­di­sin­den aşa­ğı­da telakki et­ti­ği bir ada­mın levkisin­den aşa­ğı bir gö­rev­de hiz­met et­me­yi ka­bul et­mez­di. Çar da Bo­yar Du­ma­sı için ye­ni üye­le­ri bo­yar ve prens sı­nı­fı­nın en üst ta­ba­ka­sın­dan seç­me­ye ge­le­nek­ler ba­kı­mın­dan mec­bur­du. Fakat bu gruptan Duma için adam seçmek, ordu ve yönetime tayin yapmaktan daha kolaydı. Se­çim yap­mak için tabii ki her se­fe­rin­de em­sal önem­li bir rol oy­nu­yor­du. “Bo­yar” te­ri­mi ar­tık ye­ni bir mana ka­zan­mış­tı, bi­rin­ci de­re­ce­den Du­ma men­su­bu de­mek­ti (is­ter prens is­ter­se ke­li­me­nin es­ki mana­sıy­la bo­yar ol­sun fark et­mi­yor­du). İkin­ci de­re­ce­den olan Du­ma üye­le­ri okol­niç idi­ler.

1083 Mest­nic­hest­vo hakkında bkz. Kli­uc­hevsky, 2, 149-166; A.I. Mar­ke­vich, O mest­nic­hest­ve (Ode­sa, 1879).

Mest­nic­hest­vo sis­te­mi bo­yar ve prens sı­nı­fı­nın Mos­kof hü­kü­me­ti ve ida­re­si için­de­ki im­ti­yaz­lı ko­nu­mu­nu teyit et­miş­ti ve bir bü­tün ola­rak ­gru­ba bel­li ba­zı ga­ran­ti­ler su­nu­yor­du. IV. İvan’ın yap­tı­ğı op­riç­ni­na te­rö­rü bi­le bo­yar sı­nı­fı­nı ez­mek­le be­ra­ber mest­nic­hest­vo­yu ip­tal et­me­ye mu­vaf­fak ola­ma­mış­tı. Di­ğer ta­raf­tan artık hep­si ça­ra hiz­met et­mek­le yü­küm­lü kı­lın­dık­la­rı için, bo­yar­la­rın es­ki hiz­met ser­bes­tisi ta­ma­men or­ta­dan kal­dı­rıl­mış­tı. Bilindiği gibi bo­yar­la­rın yetkilerinin sınırlandırılması Dmit­ri Dons­koy’un hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da baş­la­mış­tı. Gör­müş ol­du­ğu­muz üze­re, es­ki dü­zen­de bo­yar­la­rın arazileri bulunan ma­li­kâ­ne­le­ri üze­rin­de­ki hak­la­rı kesinlikle gör­dü­ğü hiz­met­le bağ­lan­tı­lı de­ğil­di. Dmit­ri Dons­koy’un dev­rin­den iti­ba­ren şa­yet gran­dük bir bo­ya­rın iha­net­te bu­lun­du­ğu­na ka­rar ve­rir­se o bo­ya­rın mülk­le­ri mü­sa­de­re edi­le­bi­li­yor­du. Fa­kat bir kural olarak bo­yar serbestisiyle ilgili es­ki pren­sip XV. Yüz­yı­lın ilk ya­rı­sın­da hâ­lâ ka­bul gö­rü­yor­du ve prens­ler ara­sın­da­ki and­laş­ma­lar­da teyit edi­li­yor­du. Bu ba­kım­dan bo­yar­lar ile prens­ler ara­sın­da bâ­riz bir fark var­dı.

Prens­ler, sos­yal ba­kım­dan bo­yar­la­rdan üs­tün ol­mak­la birlikte, as­lın­da si­ya­sî ba­kım­dan da­ha az ser­best­ti­ler. Prens­ler gran­dü­ke sa­da­kat­la­rı­nı sü­rek­li izhar etmek ve baş­ka bir yer­de hiz­met gör­me­ye ça­lış­ma­ya­cak­la­rı­na da­ir bir ahit im­za­la­mak zo­run­day­dı­lar. Şa­yet va­ad­le­ri­ni bo­zar­lar­sa mülk­le­ri­ni kay­be­der­ler­di. Gran­dük II. Va­si­li’­nin 1428 yı­lın­da am­ca­sı Yu­ri ile yap­tı­ğı and­laş­ma­da Yu­ri’­nin gran­dü­kün hiz­met­li prens­le­ri­ni mülk­le­riy­le bir­lik­te hiz­me­ti­ne al­ma­ma­yı va­ad et­ti­ği ka­rak­te­ris­tik bir mad­de var­dır.1084 Hiz­met­li prens­le­rin hak­la­rı­nın tah­di­di bo­yar­la­rın im­ti­yaz­la­rı­nın da kı­sıt­lan­ma­sı için em­sal teş­kil et­ti. III. İvan’ın hü­küm­dar­lı­ğı­nın son­la­rı­na doğ­ru hem bo­yar­lar hem de prens­ler ay­nı va­zi­ye­te düş­müş­ler­di. III. İvan va­si­yet­na­me­sin­de (1504) hiç­bir hiz­met­li pren­sin ve bo­ya­rın oğ­lu­nun ve ha­le­fi­nin hiz­me­tin­den çık­ma­ya­cak­la­rı­nı hük­me bağ­la­mış­tı; ak­si­ne ha­re­ket eden mülk­le­ri­ni kay­be­der­di.1085

1084 DDG, s. 65.

1085 Age., s. 356-357.

Şim­di XVII. Yüz­yıl­da bo­yar­lar ve prens­ler da­hil ol­mak üze­re bir bü­tün ola­rak pe­kiş­miş olan Rus asil­zâ­de­lerinin et­nik kökenlerine ve ter­ki­bi­ne bak­mak yer­siz ol­maz. N. P. Za­gos­kin’in he­sa­bı­na gö­re asil Rus ai­le­le­rin­den 229’u “Ba­tı Av­ru­pa” (bu­na Al­man­lar da­hil­di), 223’ü Leh ve Lit­van, 156’sı Ta­tar ve sa­ir Şark men­şe­liy­di. Bu ya­ban­cı soy­dan ai­le­le­re mu­ka­bil 168 ai­le Rurik ha­ne­da­nı­na men­sup­tu; 42’si be­lir­til­me­miş “Rus” men­şe­liy­di; ve 97 ai­le­nin soyu bi­lin­mi­yor­du.1086 Leh-Lit­van so­yun­dan denilen ai­le­le­rin ba­zı­la­rı­nın Ba­tı Rus asıllı ol­ma­la­rı ge­re­kir. Yi­ne de Rus men­şe­li ai­le­ler aşi­kâr bir şe­kil­de azın­lık­tay­dı­lar. Za­gos­kin’in ra­kam­la­rı son­ra­ki bir dö­ne­me atıf­ta bu­lu­nu­yor­. Rus zadegan sınıfı için­de­ki “Ta­tar” ai­le­le­ri­nin oranının II. Va­si­li’­nin hü­küm­dar­lı­ğın­dan son­ra çok art­tı­ğını unut­ma­mak ge­re­kir. Ba­tı Av­ru­pa ve Leh asıl­lı asil Rus ai­le­le­ri­nin çoğu Rus­ya’­ya an­cak XVII. Yüz­yıl­da ve hat­ta ba­zı­la­rı da­ha son­ra yer­leş­miş­ti. Bu yüz­den Mos­ko­va bo­yar­larının ter­ki­bin­de Rus asıl­lı ai­le­le­rin ora­nı Mo­ğol dö­ne­mi son­ra­sın­dan da­ha yük­sek ol­muş ol­ma­lı­dır.

1086 Vla­di­mirsky-Bu­da­nov, Ob­zor, s. 123, dip­not 1.

II

Sosyal seviye itibariyle daha aşağıda bulunan Do­ğu Rus­ya or­ta sı­nı­fı, Mo­ğol dö­ne­min­de iki ana ­grup­tan oluşuyordu: âzat hiz­met­kâr­lar (slu­gi voln­ye) ve gran­dü­ka­lık sa­ra­yı kah­ya­sı­nın oto­ri­te­si­ne tâ­bi olan ve ni­ha­yet dvo­ri­ane ola­rak bi­li­nen hiz­met­le yü­küm­lü hiz­met­kâr­lar (slu­gi pod dvors­kim). Bo­yar oğul­la­rı ola­rak bi­li­nen bo­yar ai­le­le­ri­nin fa­kir düş­müş kol­la­rı âzat hiz­met­kâr­la­rın özel bir ka­te­go­ri­siy­di. Te­rim, ilk de­fa 1259 yı­lın­da Nov­go­rod Va­ka­yi­nâ­me­sin­de gö­rü­lü­yor,1087 ama ­grup ola­rak pe­ki­şip önem ka­zan­ma­sı an­cak XV. Yüz­yı­lın ilk ya­rı­sın­da ol­muş­tur. Gerek slu­gi voln­ye ve gerekse boyarzâdeler, bo­yar­lar gi­bi ay­nı hiz­met ser­bes­ti­si­ne sa­hip­ti­ler; her iki­si de pren­sin hiz­me­tin­den çık­sa­lar bi­le el­le­rin­de ka­lan ba­ba mi­ra­sı mülk­le­re dokunulmuyordu. Mülk­le­ri (özel­lik­le de boyarzâdelerinkiler) muh­te­me­len bo­yar­la­rın ma­li­kâ­ne­le­rin­den çok da­ha kü­çük­tü­ler ve ma­li­kâ­ne hak­la­rı da­ha az şu­mul­lüy­dü. Azat hiz­met­kâr­la­rın çoğu kü­çük rüt­be­li su­bay­lar ol­muş ol­ma­lı­dır­lar. Ve hiz­met ser­bes­ti­le­ri­ni bo­yar­lar­la he­men he­men ay­nı dönemde kay­bet­ti­ler.

1087 Nov­go­rod, s. 82, 310.

Dvo­ri­ane­nin (“slu­gi pod dvors­kim”) çoğu hür in­san­lar­dı, ama ba­zı­la­rı as­len gran­dü­kün kö­le­le­riy­di. Hep­si de hiz­met­le yü­küm­lüy­dü. Ta­biî ki kö­le­ler ka­ça­bi­lir­di, ama hu­ku­ken is­te­dik­le­ri za­man hizmete son ve­re­mez­ler­di. Hür in­san­lar hiz­me­te baş­lar­ken sü­re­yi be­lir­le­ye­bi­lir­ler­di. Bir­ço­ğu ha­yat bo­yu hiz­met et­miş ol­ma­lı­dır. Ba­zı­la­rı pren­sin or­du­sun­da (as­ke­rî mana­da dvor) hiz­met edi­yor­du. Di­ğer­le­ri sa­ray­da ve gran­dü­ka­lık ma­li­kâ­ne­le­ri­nin ida­re­sin­de çe­şit­li gö­rev­ler ifa edi­yor­lar­dı. Bu sos­yal ­gru­bun en alt se­vi­ye­sin­de prens­lik ma­li­kâ­ne­le­rin­de arı­cı­lık, bah­çe­van­lık, kö­pek ba­kı­cı­lı­ğı, kun­duz av­cı­lı­ğı ve­sa­ire gi­bi gö­rev­le­ri ye­ri­ne ge­ti­ren­ler bu­lu­nu­yor­du. Dvo­ri­ane­nin bir­ço­ğu­na gran­dük ba­kı­yor­du. Di­ğer­le­ri­ne ge­çi­ci ola­rak kü­çük ara­zi­li ma­li­kâ­ne­ler ve­ril­miş­ti. Eğer herhangi bir zamanda gran­dü­kün hiz­me­tin­den çı­kar­lar­sa, top­rak­la­rı­nı terk et­mek zo­run­day­dı­lar. Bu­ra­da Mos­kof dö­ne­mi­nin o çok önem­li mü­es­se­se­si­nin -as­ke­rî tı­mar (po­mes­tiye)- kay­nağını görüyoruz.

Sos­yal bir ­grup ola­rak Mo­ğol dö­ne­min­de­ki “slu­gi pod dvors­kim” ta­rih­çi­nin özel il­gi­si­ne sezâvardır. Bunun sebebi, sa­de­ce Mos­ko­va gran­dük­le­ri­nin zen­gin­li­ği­nin ve gü­cü­nün bü­yü­me­sin­de oy­na­dık­la­rı önem­li rol değil, ay­nı za­man­da Rus or­ta sı­nı­fı­nın nü­ve­si ve bo­yar­lar­la ça­tış­ma­sın­da ça­rın baş des­te­ği ol­malarındandır. XVI. Yüz­yı­lın ikin­ci ya­rı­sın­da bo­yar­la­rın si­ya­sî ba­ğım­sız­lı­ğı çar IV. İvan ta­ra­fın­dan yı­kı­lın­ca Mo­ğol dö­ne­min­de­ki dvo­ri­ane­nin sta­tü­sü ça­rın ge­nel­de asil­zâ­de­ler­le mü­te­akip mü­na­se­bet­le­rin­de ör­nek teş­kil et­ti. Mos­kof ça­rı­nın gü­cü­nün önem­li kaynaklarından biri de, onun po­mes­tiye sis­te­mi va­sı­ta­sıy­la or­du­da­ki su­bay­la­rın ara­zi ve ma­li­kâ­ne­le­ri­ni kont­ro­l al­tın­da tut­ma­sıy­dı.1088 Ev­vel­ce söy­len­miş ol­du­ğu gibi, po­mes­tiye sis­te­mi­nin kök­le­ri­nin en azın­dan bir kıs­mı Mo­ğol dö­ne­min­de­ki gran­dü­ka­lık dvo­ri­ane­si­nin top­rak­la­rın­da gö­rü­le­bi­lir. Böy­le­ce sis­tem ke­sin şek­li­ni Mo­ğol­lar­dan son­ra­ki dö­nem­de -XVI. Yüz­yıl­da- al­mak­la be­ra­ber, Mo­ğol dev­ri­ne onun aşı­la­ma dö­ne­mi de­ne­bi­lir. Dvo­ri­anst­vo’­nun (yâ­ni ko­lek­tif ola­rak dvo­ri­ane­nin) yük­se­li­şi, çarın XVI. Yüz­yı­lın or­ta­sın­da Du­ma’­ya girişte üçün­cü bir de­re­ce­yi, dvo­ri­ane­nin tayin edi­le­bil­di­ği “Du­ma silah­ta­rı”1089* (dumn­yi dvo­ri­anin) de­re­ce­si­ni ih­das et­ti­ği za­man görüldü. Bu, dva­ri­anst­vo’­ya çar­lı­ğın en yük­sek mec­li­sin­de söz hak­kı ver­di. XVII. Yüz­yıl için­de dvo­ri­ane­nin üst ta­ba­ka­sı­nın ko­nu­mu bo­yar­la­rın­ki­ne yak­laş­tı. XVII. Yüz­yıl­da ise iki ­grup birbirine geçti ve neticede Rus­ya İm­pa­ra­tor­lu­ğu’n­da “dvo­ri­anin” te­ri­mi “asil­zâ­de”, “Dvo­ri­anst­vo” da zâ­de­gân mana­sı­nı al­dı.

1088 Po­mes­tiye sis­te­mi bu se­ri­nin 4.cü cil­din­de ele alı­na­cak­tır. Po­mes­tiye hakkında bkz. K. A. Ne­vo­lin, Pol­noe sob­ra­nie soc­hi­ne­nii (St. Pe­ters­burg, 1857), 4, 191-261 ; Kli­uc­hevsky, 2, 230-242 ; Vla­di­mirsky-Bu­da­nov, Ob­zor, s. 566-574; S. V. Rozh­dest­vensky, Sluz­hi­loe zem­lev­la­de­nie v mos­kovs­kom go­su­darst­ve XVI ve­ka (St. Pe­ters­burg, 1896); Ve­se­lovsky, Fe­odal­noe zem­lev­la­de­nie (yu­ka­rı­da­ki dip­not 60 gi­bi), s. 281-313; Eli­as­he­vich, 1, 368-377; 2, 21-57.

1089Silah­tar: Şö­val­ye­nin bir al­tın­da­ki rüt­be –çn.

III

As­ker­lik hiz­me­ti asil­zâ­de­le­rin ve or­ta sı­nı­fın baş­lı­ca gö­re­vi ve dev­le­te ba­ğım­lı­lık­la­rı­nın te­me­li olur­ken, şe­hir­li­ler ve köy­lü­ler ti­ag­lo’­ya tâ­bi idi­ler. Baş­lı­ca gö­rev­le­ri ver­gi ver­mek ve dev­let is­te­di­ğin­de iş­gü­cü sağ­la­mak­tı. Ti­ag­lo ile yü­küm­lü sos­yal sı­nıf­la­rın (bun­lar sa­yı­ca mil­le­tin ka­hir ek­se­ri­ye­ti­ni teş­kil edi­yor­lar­dı) otur­ma­sı XVII. Yüz­yıl için­de ta­mam­lan­dı. Fa­kat uzun va­de­li sü­reç Mo­ğol dö­ne­min­de baş­la­mış­tı. Sü­re­cin baş­lan­gıç aşa­ma­sın­da te­mel âmil, Mo­ğol­la­rın Rus­ya’­ya zo­run­lu ola­rak ka­bul et­tir­dik­le­ri ge­nel ver­gi­len­dir­me ve as­ke­re al­ma sis­te­miy­di.

Ki­yef dö­ne­min­de bü­yük şe­hir­ler­de­ki halk ver­gi­den mu­af­tı; silah al­tı­na alın­mış as­ker­ler ola­rak de­ğil de hür va­tan­daş­lar ola­rak gö­rev yap­tık­la­rı ken­di mi­lis­le­ri­ni (ty­si­ac­ha, “bin”) teş­kil eder­ler­di. Mo­ğol­la­rın ge­tir­di­ği ver­gi­len­dir­me ve as­ke­re al­ma, veçe’­nin yet­ki­le­ri­nin kı­sıl­ma­sı ile bir ara­ya ge­lin­ce, Do­ğu Rus­ya’­da şe­hir hal­kı­nın sta­tü­sü­nü te­mel­den de­ğiş­tir­di. (Nov­go­rod ile Ps­kov’un muh­ta­ri­yet­le­ri­ni mu­ha­fa­za­ya mu­vaf­fak ol­duk­la­rı ve va­tan­daş­la­rı­nın Mo­ğol dö­ne­mi bo­yun­ca si­ya­sî ve fer­dî hak­la­rı­nı tam ola­rak el­le­rin­de tut­tuk­la­rı ha­tır­la­na­cak­tır.) Do­ğu Rus­ya Mo­ğol­lar­dan ba­ğım­sız­lı­ğı­nı ka­za­nın­ca Mos­ko­va gran­dü­kü Mo­ğol­la­rın ver­gi­len­dir­me ve as­ke­re al­ma sis­te­mi­ni ip­tal et­me­di, bi­lâ­kis onu ken­di hü­kü­me­ti­nin ih­ti­yaç­la­rı için kul­lan­dı. Ve sistem daha da yay­gın­laş­tı­rıl­dı: Nov­go­rod 1478 yı­lın­da, Ps­kov ise 1510 yı­lın­da Mos­ko­va’­ya il­hak edil­di­ler. Her iki şeh­rin es­ki bağımsız kurumları ip­tal edil­di­.

Do­ğu Rus­ya şe­hir­le­rin­de si­ya­sî ser­bes­ti­nin son bul­ma­sıy­la zen­gin ve fa­kir şe­hir hal­kı ara­sın­da­ki eko­no­mik fark­lı­lık ye­ni bir önem ka­zan­dı. Mos­kof tüc­car­la­rın en üst ta­ba­ka­sı olan gos­ti ve su­kon­ni­ki, şe­hir hal­kı­nın pek çoğundan daha imtiyazlı bir azın­lık haline geldiler. XVI. Yüz­yıl için­de üst ta­ba­ka üç ­gru­ba bölün­dü: (1) gos­ti, en zen­gin top­tan­cı tüc­car­lar; (2) yüz­lük gos­ti (gos­tin­na­ya sot­niya), da­ha az zen­gin tüc­car­la­rın lon­ca­sı; (3) yüz­lük su­kon­ni­ki (su­kon­na­ya sot­niya), su­kon­ni­ki lon­ca­sı. Bun­la­rın hep­si doğ­ru­dan ver­gi­ler­den ve zo­run­lu vazifeden mu­af­tı­lar. Sa­hip ol­duk­la­rı im­ti­yaz­la­ra mu­ka­bil bu ­grup­la­ra men­sup tüc­car­lar, devletin ma­lî ida­re­sin­de ve do­lay­lı ver­gi­le­rin top­lan­ma­sın­da çara yar­dım­cı ol­mak­la yü­küm­lüy­dü­ler.

Bu şe­kil­de en de­ğer­li un­sur­la­rın­dan mah­rum ka­lan şe­hir hal­kı­nın ti­ag­lo’­ya tâ­bi kit­le­si iki ­grup halinde teşkilat­lan­mış­tı: pe­ra­ken­de­ci tüc­car­lar ve us­ta ze­na­at­kâr­lar gi­bi “or­ta sı­nıf” şe­hir­li­ler (se­red­niye) ve “ka­ra” halk (çern­iye li­udi) di­ye de bi­li­nen “kü­çük sı­nıf” şe­hir­li­ler (mo­lods­kiye), yâ­ni kü­çük ze­na­at­kâr­lar ve ya­rı ya­rı­ya ka­li­fi­ye olan iş­çi­ler­le hiç ka­li­fi­ye ol­ma­yan iş­çi­ler. Bun­lar “ka­ra yüz­lü­ğü” (çer­na­ya sot­niya) teş­kil edi­yor­lar­dı. Or­ta ve kü­çük sı­nı­fa men­sup şe­hir­li­le­rin çoğu asıl şeh­rin dı­şın­da po­sad’­da (Ye­ni­şe­hir va­roş) ya­şı­yor­lar­dı. 1550 yı­lı­na ge­lin­di­ğin­de po­sads­kiye li­udi (özel ola­rak şe­hir­li­le­rin ti­ag­lo’­ya tâ­bi or­ta ve kü­çük sı­nıf­la­rı mana­sın­da “şe­hir hal­kı”) di­ye bi­li­ni­yor­lar­dı. IV. İvan’ın Su­deb­nik’in­de tes­bit edi­len çe­şit­li sı­nıf­la­ra men­sup ki­şi­le­rin şe­re­fi­ne kar­şı iş­len­miş suç­la­rın taz­mi­nat çi­zel­ge­si bi­ze fark­lı şe­hir­li ­grup­la­rın sos­yal ve eko­no­mik ko­num­la­rı ara­sın­da­ki fark hak­kın­da ye­ter­li fi­kir ve­rmektedir.1090 Bir gost’a ha­ka­re­tin ce­za­sı 50 rub­ley­di; or­ta sı­nıf­tan bir şe­hir­li­ye ha­ka­re­tin ce­za­sı 5 rub­ley­di; aşa­ğı sı­nıf­tan bir “po­sads­ki”ye ha­ka­ret et­me­nin ce­za­sı ola­rak 1 rub­le ye­ter­liy­di.

1090 Su­deb­nik, 1550, mad­de 26, Vla­di­mirsky-Bu­da­nov, Kh­ris­to­ma­ti­ia, 2, 129-130.

Moskova hükumeti, XVII. Yüz­yıl­da Kargaşa Dönemi kri­zi­ni mü­te­akip şe­hir hal­kı­nı mahallelerine bağ­lı kıl­mak için bazı adım­lar at­tı. 1613 yı­lın­da kargaşa es­na­sın­da pa­yi­taht­tan kaç­mış olan po­sads­ki­nin zor­la Mos­ko­va’­ya ge­ri ge­ti­ril­me­si için emir çı­kart­tı; 1619 yı­lın­da ev­vel­ce göç et­miş olan bü­tün po­sads­ki­nin Do­ğu Rus­ya’­nın her ta­ra­fın­da­ki şe­hir­le­ri­ne ge­ri dön­me­le­ri için bir ni­zam­nâ­me çı­ka­rıl­dı.1091 Mahalle, 1649 yı­lın­da­ki Ka­nun­nâ­me (Uloje­niye) ile ni­ha­yet bü­tün men­sup­la­rı­nın sü­rek­li bağ­lı ol­duk­la­rı ka­pa­lı bir ­grup ola­rak tes­cil edil­di. Hü­kü­me­tin iz­ni ol­ma­dan ma­hal­le­si­ni terk eden­ler Si­bir­ya’­ya sü­rül­mek­le ce­za­lan­dı­rı­la­cak­lar­dı.1092 1658 yı­lın­da bir po­sa­dan di­ğe­ri­ne geç­me­ye ölüm ce­za­sı ge­ti­ril­di.1093

1091 Vla­di­mirsky-Bu­da­nov, Ob­zor, s. 129.

1092 So­bor­noe Uloz­he­nie tsa­ria Alek­se­ia Mik­ha­ilo­vic­ha (Mos­ko­va, 1907), bö­lüm 19, özel­lik­le mad­de 1-11, 13, 18-20’ye Bkz..

1093 Vla­di­mirsky-Bu­da­nov, Ob­zor, s. 130.

Do­ğu Rus­ya köy­lü­le­ri­nin zap­t-u rapt altına alın­ma ve serf ya­pıl­ma sü­re­ci Do­ğu Rus­ya şe­hir hal­kı­nın­ki­nin ben­ze­riy­di. Baş­lan­gıç nok­ta­sı­nı Mo­ğol­la­rın ver­gi­len­dir­me ve as­ke­re al­ma sis­te­mi teş­kil edi­yor­du. Mos­kof hü­kü­me­ti bun­dan man­tı­kî so­nuç­lar çı­kar­dı. Ki­yef dö­ne­min­de kır­sal ke­sim­de­ki sı­nıf­la­rın ge­nel bir kural ola­rak as­ker­lik hiz­me­ti ile yü­küm­lü ol­ma­dık­la­rı ha­tır­la­na­cak­tır. Kü­çük top­rak sa­hip­le­ri (li­udi ve svo­ezemtsy)1094 doğ­ru­dan ver­gi (ha­raç) öde­mek­le yü­küm­lü de­ğil­di­ler,1095 ama dev­let köy­lü­le­ri (smerdy)1096 yü­küm­lüy­dü­ler. Mo­ğol dö­ne­min­de smerdy ay­rı bir ­grup ola­rak sa­de­ce Nov­go­rod ül­ke­sin­de var­lı­ğı­nı sür­dür­müş­tü. Smerdy te­ri­mi Ba­tı Rus­ya’­da Lit­van re­ji­mi es­na­sın­da ya­vaş ya­vaş kul­la­nım­dan kalk­mış­tı. Mo­ğol dö­ne­min­de Do­ğu Rus­ya’­da hiç kul­la­nıl­ma­mış­tı. Muh­te­me­len sa­bık Ba­tı ve Do­ğu Rus­ya smerdy’­si­nin ek­se­ri­si Mo­ğol­la­rın ih­das et­tik­le­ri “yüz­lük­ler” (bu özel mana­da) ve “or­da­lar” gi­bi hiz­met ­grup­la­rı­na ka­tıl­mış­lar­dı. Liudi te­ri­mi (kü­çük top­rak sa­hi­bi mana­sın­da) de Mo­ğol dö­ne­min­de kul­la­nım­dan kalk­mış­tı. Do­ğu Rus­ya’­da kü­çük top­rak sa­hip­le­ri­nin hâ­lâ mev­cut ol­ma­sı­na rağ­men1097 sa­yı­la­rı çok azal­mış ol­ma­lı­dır. Ba­zı­la­rı pren­sin dvo­ru­na ka­tıl­mış ol­salar gerektir; di­ğer­le­ri ise köy­lü se­vi­ye­si­ne düş­müş­tü. Fa­kat Nov­go­rod ve Ps­kov ül­ke­le­rin­de kü­çük top­rak sa­hip­le­ri sı­nı­fı Mo­ğol dö­ne­mi bo­yun­ca ön­de ge­len bir ko­num­da bu­lun­ma­yı sür­dür­dü­ler. Şa­yet mün­fe­ri­den top­rak sa­hi­biy­se­ler, Nov­go­rod’­da svo­ezemtsy ola­rak bi­li­ni­yor­lar­dı; or­tak­la­şa mül­ki­yet ba­his­ mev­zu ol­du­ğu za­man on­la­ra şabry (Ps­kov’­da si­abry) de­ni­yor­du.1098

1094 Li­udi ve svo­ezemtsy hakkında bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 143-144.

1095 Age., s. 191.

1096 Smerdy’­nin sta­tü­sü hakkında bkz. a.g.e., s. 143-146.

1097 Mo­ğol dö­ne­min­de Do­ğu Rus­ya’­da­ki kü­çük top­rak sa­hip­le­ri hakkında bkz. Eli­as­he­vich, 1, 247.

1098 Si­abry te­ri­mi hakkında bkz. Ki­evan rus­sia, s. 134.

Do­ğu Rus­ya’­da tak­rî­ben XIV. Yüz­yı­lın or­ta­sın­dan iti­bâ­ren köy­lü­le­re sa­de­ce “hris­ti­yan” (kh­ris­ti­ane ve­ya kres­ti­ane) de­ni­yor­du.1099 Pe­ter St­ru­ve’­ye gö­re ye­ni te­rim ki­li­se ta­ra­fın­dan ge­ti­ril­miş­ti.1100 Ger­çek­ten de “kh­ris­ti­ane” ke­li­me­si­ni “köy­lü­ler” mana­sı­na kul­la­nan ilk Do­ğu Rus­ya do­kü­ma­nı met­ro­po­lit Cyp­ri­an’ın St. Cons­tan­ti­ne ma­nas­tı­rı­na gön­der­di­ği fer­man­dı (1391). Bu fer­man­da ma­nas­tı­rın or­tak­çı çift­çi­le­ri­ne hris­ti­yan di­yor­du. Muh­te­me­len on­la­rın ma­nas­tı­ra olan hu­ku­kî ba­ğım­lı­lı­ğı­nı de­ğil de ma­ne­vî ba­ğım­lı­lı­ğı­nı vur­gu­la­mak is­ti­yor­du. Te­rim bu şek­liy­le ve­ya “kres­ti­ane” şek­lin­de bir­çok ki­li­se do­kü­man­la­rın­da tek­rar­lan­dı ve kı­sa sü­re­de ki­li­se-ara­zi mü­na­se­bet­le­ri ala­nın­da aşi­na­lık ka­zan­dı. O za­man­lar ma­nas­tır­lar Do­ğu Rus­ya’­da­ki top­rak­la­rın önem­li bir bö­lü­mü­ne sa­hip ol­duk­la­rı için “köy­lü­ler” mana­sı­na ge­len ye­ni te­rim so­nun­da top­rak­la il­gi­li di­ğer ka­te­go­ri­ler için de ka­bul gör­dü.1101 1497 yı­lın­da­ki1102 ve 1550 yı­lın­da­ki1103 ka­nun­nâ­me­ler­de kul­la­nıl­dı.

1099 Rus­ça kh­ris­ti­ane (“Hristiyan­lar”) ke­li­me­si “İsa”dan (Kh­ris­tos) tü­re­me­dir; kres­ti­ane ise “haç”dan (krest) tü­re­me­dir. Es­ki Rus­ça­da kres­ti­ane as­len “hris­ti­yan­lar” mana­sı­na ge­li­yor­du; mo­dern Rus­ça­da “köy­lü­ler” mana­sı­nda­dır.

1100 St­ru­ve, s. 78-84.

1101 Eli­as­he­vich, 1, 23.

1102 Mad­de 57, Vla­di­mirsky-Bu­da­nov, Kh­ris­to­ma­ti­ia, 2, 102 (kh­ris­ti­ane).

1103 Mad­de 88, a.g.e., 2, 173 (kres­ti­ane).

Ki­li­se ve ma­nas­tır mülk­le­rin­den başka köy­lü­le­rin ya­şa­dı­ğı üç değişik ka­te­go­ri­de ara­zi var­dı: (1) “ka­ra” top­rak­lar, yâ­ni ver­gi­len­dir­me­ye tâ­bi mi­rî ara­zi­ler; (2) gran­dü­ka­lık mülk­le­ri; (3) hiz­met­kâr­ prens­le­rin ve bo­yar­la­rın ma­li­ka­ne­le­ri. Mo­ğol hâ­ki­mi­ye­ti­nin ilk yüz­yı­lın­da­ki ma­nas­tır ara­zi­le­rin­de­ki köy­lü­le­rin sta­tü­sü ile di­ğer ka­te­go­ri­ler­den ara­zi­ler­de ya­şa­yan­la­rın sta­tü­sü ara­sın­da önem­li bir fark var­dı. Bil­di­ği­miz gibi, ki­li­se ve top­rak­la­rı, han ta­ra­fın­dan ver­gi­len­dir­me ve di­ğer yü­küm­lü­lük­ler­den mu­af tu­tul­muş­lar­dı. Bu yüz­den ma­nas­tır ara­zi­le­rin­de­ki köy­lü­ler sa­de­ce ma­nas­tır için ma­li­kâ­ne­ye mü­te­al­lik iş­ler yap­mak­la yü­küm­lüy­dü­ler, dev­let için olan ti­ago­la­ya tâ­bi de­ğil­ler­di. Bu­na mu­ka­bil di­ğer ara­zi­ler­de­ki köy­lü­ler hem ha­raç ödü­yor­lar­dı, hem de as­ke­re alı­nı­yor­lar­dı. Ga­rip gö­zük­me­si­ne rağ­men ki­li­se­nin mu­afi­ye­ti, Al­tın Or­du’nun ge­ri­le­me­sin­den ve Mos­ko­va gran­dü­kü­nün oto­ri­te­si­nin art­ma­sın­dan son­ra tah­dit edil­di. Ki­li­se şim­di im­ti­yaz­la­rı­nın teyidi için gran­dü­ke baş­vur­mak zo­run­day­dı. Ki­li­se ida­re­si­ne mu­afi­yet ta­nı­yan, fa­kat ki­li­se ara­zi­le­rin­de­ki köy­lü­le­ri yam ve sok­ha ver­gi­le­ri­ne tâ­bi kı­lan bir­çok gran­dü­ka­lık fer­ma­nı çı­ka­rıl­dı. Ne­ti­ce ola­rak 1500’ler­de ma­nas­tır köy­lü­le­ri­nin sta­tü­sü di­ğer ka­te­go­ri­ler­de­ki köy­lü­le­rin­ki­ne ya­kın ol­du.

Ti­ag­lo­ya tâ­bi ol­mak­la be­ra­ber bü­tün ka­te­go­ri­ler­de­ki köy­lü­ler Mo­ğol dö­ne­min­de hâ­lâ hür­dü­ler. Ay­rıca bu dö­nem­de Do­ğu Rus­ya köy­lü­sü sa­de­ce bir baş­ka­sı­nın ara­zi­sin­de ki­ra­cı de­ğil­di, bi­lâ­kis fi­ilen iş­le­di­ği top­rak üze­rin­de ken­di hak­kı­na, “iş­le­ye­nin hak­kı­na” (tru­do­voye pra­vo) sa­hip­ti. İs­ter bir par­ça “ka­ra” top­rak is­ter­se bir gran­dü­kün ve­ya bo­ya­rın top­ra­ğı­nı iş­le­sin, hiç kim­se onu ka­nu­nen çift­li­ğin­den çı­ka­ra­maz­dı. Top­ra­ğı iş­le­di­ği ve ver­gi­le­ri­ni öde­di­ği sü­re­ce top­rak üs­tün­de­ki hak­la­rı mah­ke­me­ler ta­ra­fın­dan ta­nı­nı­yor­du.1104 Ka­ra top­rak­lar­da ya­şa­yan köy­lü­ler ile ki­li­se top­rak­la­rın­da ve­ya özel top­rak­lar­da ya­şa­yan­la­rın ko­nu­mu ara­sın­da­ki fark, il­ki sa­de­ce dev­le­te ver­gi ve­rirken, ikin­ci­lerin ay­nı za­man­da ma­li­kâ­ne­ye de öde­me ya­pı­yor olmaları ve ge­le­nek­ler uya­rın­ca malikâne için ça­lış­ma­la­rıy­dı. İki ­gru­bun du­ru­mu­nu eşit­le­mek için “ka­ra” köy­lü­ler ma­li­kâ­ne köy­lü­le­rin­den da­ha yük­sek ver­gi­ler ödü­yor­lar­dı. Her köy­lü­nün zi­raî dö­ne­min ni­ha­ye­tin­de, yâ­ni son­ba­ha­rın son­la­rın­da bü­tün he­sap­la­rı gör­dük­ten son­ra çift­li­ği­ni bı­ra­kıp baş­ka bir ma­li­kâ­ne­ye git­me hak­kı var­dı. Ka­ra top­rak­lar­da ge­nel­lik­le ye­ri­ne ti­ag­lo pa­yı­nı üst­le­ne­cek bi­ri­ni bul­ma­sı is­te­ni­yor­du. XV. Yüz­yı­lın or­ta­la­rın­da St. Ge­or­ge Gü­nü, 26 Ka­sım, köy­lü­nün iliş­ki­si­ni kes­me­si için uy­gun gün ola­rak telakki edi­li­yor­du. Bu ta­rih 1497 ve 1550 yıl­la­rın­da­ki ka­nun­nâ­me­ler­le ya­sal­laş­tı­rıl­mış­tı.

1104 Eli­as­he­vich, 1, 59-65.

Ta­biî ki köy­lü­nün ha­re­ket ser­bes­ti­si şa­yet ma­li­kâ­ne­nin efen­di­si­ne şah­sî bor­cu var­sa en­gel­le­ne­bi­lir­di. XVI. Yüz­yı­lın or­ta­la­rın­da­ki zi­raî kriz­den do­la­yı bu tür borç­lan­ma­lar da­ha sık­laş­mış­tı. Fa­kat köy­lü­le­rin ser­bes­tisi için en bü­yük teh­li­ke ba­zı köy­lü­le­rin şah­sen borç­lan­ma­la­rı de­ğil­di, bi­lâ­kis ara­zi­li ma­li­kâ­ne­ler üze­rin­de­ki hü­kü­met kont­ro­lü­ne ge­ti­ri­len ye­ni uy­gu­la­ma­lar­dı. XVI. Yüz­yı­lın or­ta­sın­da bü­yük çap­ta po­mes­tiya ih­da­sı ile hü­kü­met po­meşçi­ki (tı­mar­lı­lar) için iş­gü­cü te­min et­mek prob­le­miy­le kar­şı kar­şı­ya kal­dı ve po­mes­tiya ara­zi­le­rin­de ya­şa­yan köy­lü­le­ri başlangıçta ge­çi­ci bir ted­bir ola­rak top­ra­ğa bağ­la­mak­tan baş­ka bir al­ter­na­tif gö­re­me­di (1581). 1649 yı­lın­da­ki ka­nun­nâ­me ile ka­ra ol­ma­yan bü­tün top­rak­la­ra top­rak kö­le­li­ği ge­ti­ril­di ve bu sü­rek­li kı­lın­dı. Ka­ra top­rak­lar­da­ki köy­lü­ler es­ki sta­tü­le­ri­ni mu­ha­fa­za et­ti­ler, ama ar­tık daimi ola­rak köy­le­ri­ne bağ­lıy­dı­lar.

5. MANEVÎ HAYAT

I

Hristiyan klisesi, Or­ta­çağ Rus­ya­sın­da mil­le­tin ma­ne­vî ha­ya­tın­da Or­ta­çağ Ba­tı dün­ya­sın­da ol­du­ğu gi­bi hayli önemli bir rol oy­nu­yor­du. Bu yüz­den özel­lik­le İs­lami­ye­tin Al­tın Or­du’­da­ki za­fe­rin­den son­ra Rus­ya’­ya di­nî alan­da doğ­ru­dan bir Mo­ğol et­ki­si için pek se­bep kalmadı. Fa­kat Mo­ğol fet­hi do­lay­lı ola­rak Rus ki­li­se­si­nin ve ma­ne­vî ha­ya­tı­nın ge­liş­me sey­ri­ni çe­şit­li şe­kil­ler­de et­ki­le­di. Mo­ğol is­ti­la­sı­nın ilk şo­ku ki­li­se için Rus ha­ya­tı ve kül­tü­rü­nün di­ğer vec­he­le­ri­ne ol­du­ğu ka­dar acı ve­ri­ciy­di. Met­ro­po­li­tin ken­di­si de da­hil ol­mak üze­re bir­çok müm­taz din ada­mı tah­rip edi­len şe­hir­ler­de te­lef ol­du­lar; bir­çok ka­ted­ral, ma­nas­tır ve ki­li­se ya­kıl­dı ve­ya yağ­ma­lan­dı; sa­yı­la­ma­ya­cak ka­dar çok ce­ma­at men­su­bu öl­dü­rül­dü ve­ya esir edil­di. Rus ki­li­se­si­nin met­ro­po­lit­lik ma­ka­mı olan Ki­yef şeh­ri öy­le tah­rip edil­di ki, yıl­lar­ca ki­li­se ida­re­si­nin mer­ke­zi ola­rak hiz­met verecek durumu kalmadı. Pis­ko­pos­luk böl­ge­le­rin­den en çok Per­ey­as­lav za­rar gör­dü ve ora­da­ki pis­ko­pos­luk ka­pa­tıl­dı.

An­cak Men­gü-Te­mir’in Rus din adam­la­rı­na mu­afi­yet fer­ma­nı çı­kar­ma­sın­dan son­ra ki­li­se ken­di­si­ni tek­rar sağ­lam bir ze­min­de bul­du ve ya­vaş ya­vaş ye­ni­den teşkilat­la­na­bil­di; yıl­lar geç­tik­çe ba­zı ba­kım­lar­dan Mo­ğol sal­dı­rı­sı­ ön­ce­sin­den da­ha güç­lü ol­du. As­lın­da Rum met­ro­po­lit­ler ve­ya Bi­zans ta­ra­fın­dan tayin edil­miş Rus met­ro­po­lit­ler ta­ra­fın­dan ida­re edi­len ve ha­nın fer­ma­nıy­la ko­ru­nan Rus­ya ki­li­se­si, bu dö­nem­de prens­le­rin ik­ti­da­rın­dan Rus­ya ta­ri­hi­nin baş­ka hiç­bir dö­ne­min­de ol­ma­dı­ğı ka­dar ba­ğım­sız­dı. Bu, ay­nı za­man­da Rus­ya ki­li­se­si­nin fa­ali­ye­ti için güç­lü mad­dî te­mel edin­di­ği bir dö­nem­di. Ki­li­se ara­zi­le­ri, gerek Mo­ğol ve gerekse Rus dev­let oto­ri­te­le­ri­nin mü­da­ha­le­sin­den ma­sun ol­du­ğu için, git­tik­çe ar­tan sa­yı­da köy­lü­yü cezp et­ti­ler ve el­de edi­len ürü­nün top­lam zi­raî ürü­ne olan ora­nı yavaş yavaş art­tı. Bu, özel­lik­le ma­nas­tır ara­zi­le­ri için ge­çer­liy­di. Ki­li­se­nin Mo­ğol hâ­ki­mi­ye­ti­nin ilk yüz­yı­lı­nın so­nu­na doğ­ru ulaş­tı­ğı re­fa­hın de­re­ce­si ma­ne­vî fa­ali­ye­ti­ni ic­ra et­me­si­ne çok yar­dım­cı ol­du.

Ki­li­se­nin Mo­ğol dö­ne­min­de kar­şı kar­şı­ya kal­dı­ğı gö­rev­ler ara­sın­da il­ki, prens­ler­den sıradan ki­şi­le­re ka­dar ka­ram­sar­lı­ğa ka­pıl­mış ve ne ya­pa­ca­ğı­nı bil­me­yen in­san­la­ra ma­ne­vî tav­si­ye­ler­de bu­lun­mak ve ma­ne­vî des­tek ver­mek­ti. Bu­nun­la iliş­ki­li ola­rak da­ha ge­nel bir mis­yon da Rus hal­kı­nın hris­ti­yanlaşma­sı­nı ta­mam­la­mak­tı. Ki­yef dö­ne­min­de hris­ti­yan­lık yük­sek sı­nıf­lar ve şe­hir hal­kı ara­sın­da iyi­ce yer­leş­miş­ti. Bu dö­nem­de ku­ru­lan ma­nas­tır­la­rın çoğu şe­hir­ler­dey­di. Kır­sal ke­sim­de hris­ti­yan­lık ol­duk­ça za­yıf­tı ve put­pe­rest­li­ğin ba­ki­ye­si hâ­lâ mev­cut­tu. Do­ğu Rus­ya’­nın taş­ra hal­kı an­cak Mo­ğol dö­ne­min­de ta­ma­men hris­ti­yan­laş­tı. Bu, hem din adam­la­rı­nın gay­ret­li ça­ba­la­rıy­la, hem de hal­kın ken­di için­de­ki ma­ne­vî ke­si­min di­nî his­si­ya­tı­nın art­ma­sı ile ol­du. Bu dö­ne­min met­ro­po­lit­le­ri­nin çoğu bü­tün Rus­ya’­yı ge­ze­rek ki­li­se ida­re­si­nin ha­ta­lı ta­raf­la­rı­nı dü­zelt­mek ve pis­ko­pos­lar­la ra­hip­le­rin fa­ali­yet­le­ri­ni yön­len­dir­mek için çok za­man har­cı­yor­lar­dı. Dör­dü Do­ğu Rus­ya’­da, iki­si Ba­tı Rus­ya’­da ve bi­ri Sa­ray’­da bir­çok ye­ni pis­ko­pos­luk ih­das edil­di. Ki­li­se­le­rin ve ma­nas­tır­la­rın sa­yı­sı özel­lik­le 1350 yı­lın­dan son­ra hem şe­hir­ler­de hem taş­ra­da sü­rek­li ola­rak art­tı. Kl­uçevsky’ye gö­re Mo­ğol dö­ne­mi­nin ilk yüz­yı­lın­da otuz, ikin­ci yüz­yı­lın­da ise bu­nun beş mis­li da­ha faz­la ma­nas­tır ku­rul­muş­tu.1105 Ye­ni ma­nas­tır ha­re­ket­le­ri­nin ka­rak­te­ris­tik bir özel­li­ği ma­nas­tı­ra gi­riş ye­mi­ni­ni ip­ti­daî şart­lar­da ağır iş gör­me­si­nin ya­nı sı­ra dua ve te­fek­kür için “ya­ban yer­le­re” -or­man­la­rın de­rin­lik­le­ri­ne- git­mek için eden mün­fe­rit ki­şi­le­rin, ateş­li bir di­nî he­ye­ca­na sa­hip genç adam­la­rın ini­si­ya­ti­fi ele al­ma­la­rıy­dı. Mo­ğol is­ti­la­sı­nın ge­tir­di­ği fe­lâ­ket­ler ve prens­le­rin ara­sın­da­ki kav­ga­la­rın ya­nı sı­ra ge­nel­lik­le zor olan ha­yat şart­la­rı bu man­ta­li­te­nin or­ta­ya çık­ma­sın­da âmil ol­muş­lar­dı.

1105 V.O. Kli­uc­hevsky, Oc­her­ki i rec­hi (Mos­ko­va, tak­rî­ben 1915 yı­lı), s. 210. Ma­nas­tır­la­rın ge­nel ola­rak Mo­ğol dö­ne­min­de oy­na­dık­la­rı rol hakkında bkz. Kli­uc­hevsky, Kurs, 2, 260-280.

Bir zâ­vi­ye bü­yü­yüp çev­re­sin­de mü­ref­feh köy­le­rin bu­lun­du­ğu bü­yük, ka­la­ba­lık ve zen­gin bir ma­nas­tı­ra dö­nüş­tü­ğü za­man, as­lî mün­ze­vî­ler ve­ya ay­nı ha­let-i ru­hi­ye­ye sa­hip olan ye­ni ke­şiş­ler, de­ği­şen at­mos­fe­ri bo­ğu­cu bu­lu­yor ve ya­rat­tık­la­rı ve­ya bü­yü­me­si­ne yar­dım et­tik­le­ri ma­nas­tı­rı terk edip or­man­la­rın de­rin­lik­le­rin­de ve­ya çok da­ha ku­zey­de ye­ni bir zâ­vi­ye ku­ru­yor­lar­dı. Böylece her ma­nas­tır bir­çok ye­ni­si­nin ku­rul­ma­sı­na ve­si­le olu­yor­du. Bu ha­re­ke­tin ön­cü­sü ve çok say­gı du­yu­lan li­de­ri Mos­ko­va’­nın 40 mil ka­dar ku­zey­do­ğu­sun­da­ki Tri­nity Ma­nas­tı­rı­nın ku­ru­cu­su olan Ra­do­nej’­li St. Ser­gi­us idi. Onun aziz­le­re has ki­şi­li­ği, ken­di­siy­le hiç kar­şı­laş­ma­mış olan ki­şi­ler için bi­le il­ham kay­na­ğıy­dı ve ha­ya­tı bo­yun­ca yap­tık­la­rı­nın mü­te­akip ne­sil­ler üze­rin­de­ki te­si­ri mu­az­zam­dı. St. Ser­gi­us, Rus hal­kı­nın di­nî ha­ya­tın­da önem­li bir âmil olan ima­nın sem­bo­lü ol­muş­tu.1106 Bu çağ­da­ki ma­nas­tır ha­ya­tı­nın te­mâ­yüz eden di­ğer li­der­le­ri ara­sın­da Be­lo­oze­ro’­lu St. Cy­ril ile Be­yaz De­niz’­de ay­nı adı ta­şı­yan So­lovs­ki Ma­nas­tı­rı­nı ku­ran St. Zo­si­ma ve St. Sav­va­ti var­dı. Ye­ni ma­nas­tır­lar Rus­ya’­nın ku­zey yö­re­le­ri­nin ko­lo­ni­zas­yo­nun­da te­sa­dü­fen önem­li bir rol oy­na­dı­lar.1107

1106 Kli­uc­hevsky, Oc­her­ki i rec­hi, s. 199-215.

1107 Bkz. V. O. Kli­uc­hevsky, “Kho­zi­aist­ven­nia de­ia­tel­nost’ Slo­vets­ko­go mo­nast­ria”, Opyty i iss­le­do­va­ni­ia (2.ci edis­yon, Mos­ko­va, tak­rî­ben 1915 yı­lı), s. 1-36.

Ku­zey­de­ki ma­nas­tır­la­rın bir­ço­ğu Fin-Ugur ka­bi­le­le­ri­nin böl­ge­sin­de bu­lu­nu­yor­lar­dı ve şim­di bu halk­lar da hris­ti­yan­laş­tı­rıl­dı­lar. Perm’­li St. Step­han’in Zy­ri­ani­an­lar (şim­di on­la­ra Ko­mi den­mek­te­dir) ara­sın­da­ki mis­yo­nu bu ba­kım­dan özel­lik­le ve­rim­liy­di. Step­han sa­de­ce Zy­ri­ani­an di­li­ne iyi­ci va­kıf ol­mak­la kal­ma­dı, bu di­lin di­nî ya­zı­la­rı yer­li­ler ara­sın­da yay­mak için kul­lan­dı­ğı özel bir al­fa­be­si­ni bi­le yap­tı.1108

1108 Perm’­li St. Step­han hakkında bkz. Ma­ka­ri, 4, 138-149; 5, 236-240; Go­lo­binsky, 2, 262-296.

Mo­ğol ça­ğın­da Do­ğu Rus­ya’­da di­nî ye­ni­den can­la­nı­şın bir baş­ka önem­li vec­he­si, ki­li­se sa­na­tıy­dı. Bu dö­nem, hem fresk hem iko­na şek­lin­de Rus di­nî res­sam­lı­ğı­nın ge­liş­me­si­ne şa­hit ol­du.1109 Bu ar­tis­tik rö­ne­sans­ta ha­ya­tı­nın ve mes­lek ha­ya­tı­nın so­nu­na tak­ri­ben otuz yıl Rus­ya’­da ka­lan Rum res­sam The­op­ha­nes önem­li bir rol oy­na­dı. The­op­ha­nes, ön­ce Nov­go­rod’­da son­ra Mos­ko­va’­da ça­lış­tı. Hem şa­he­ser­le­ri­ne hem şah­si­ye­ti­ne Rus­la­rın hay­ran­lık duy­ma­la­rı­na rağ­men, ona Nov­go­rod ve Mos­ko­va iko­na res­sam­lı­ğı ekol­le­ri­nin ku­ru­cu­su de­ne­mez. Rus res­sam­lar, onun ser­best fır­ça dar­be­si tek­ni­ğin­den çok fay­da­lan­dı­lar; ama onun fer­dî ve dra­ma­tik sti­li­ni tak­li­de te­şeb­büs et­me­di­ler. Bu dö­ne­min en bü­yük Rus res­sa­mı, genç­li­ği­ni Tri­nity Ma­nas­tı­rın­da ge­çi­ren ve son­ra­dan bu ma­nas­tır için meş­hur “The Old Tes­ta­ment Tri­nity”1110* iko­na­sı­nı res­me­den Andrew Rub­lev’­di. Rub­lev’in eser­le­ri­nin çe­ki­ci­li­ği, kom­po­zis­yo­nu­nun hu­zur do­lu id­di­asız­lı­ğın­da ve pas­tel renk­le­rin sen­fo­ni­sin­de ya­tar. Onun eser­le­ri ile çağdaşı İtal­yan res­sam Fra An­ge­li­co’­nun­ki­ler ara­sın­da bel­li bir ben­zer­lik var­dır.

1109 Mo­ğol dö­ne­min­de Rus res­sam­lı­ğı hakkında bkz. M. Al­pa­tov ve N. Bru­nov, Gesc­hich­te der alt­rus­sisc­hen Kunst (Augs­burg, 1932), s. 285-346; M. Al­pa­tov, And­rei Rub­lev (Mos­ko­va ve Le­ning­rad, 1943); N. P. Kon­da­kov, The Rus­si­an Icon, E. H. Minns ter­cü­me­si (Oxford, Cla­ren­don Pres, 1927); P. P. Mu­ra­tov, Les Ico­nes rus­ses (Pa­ris, 1927); D. T. Ri­ce, Rus­si­an Icons (Lond­ra ve New York, King Pen­gu­in Boks, 1947); L. Ous­pensky ve W. Lossky, Der Sinn der Iko­nen (Bern, İs­viç­re, 1952).

1110The Old Tes­ta­ment Tri­nity: Ahd-ı Atik Tes­li­si –çn.

Da­ha az gö­ze çarp­mak­la bir­lik­te da­ha az önem­li ol­ma­yan bir hu­sus ise, bu dö­nem­de ma­ale­sef hak­kın­da az şey bil­di­ği­miz ki­li­se ilahisinin ge­liş­me­si­dir. Di­ya­to­nik1111* zna­menny ilahisinin biz­ce bi­li­nen el­yaz­ma­la­rı­nın çoğu 1450 yı­lın­dan 1650 yı­lı­na ka­dar Mo­ğol­lar­dan son­ra­ki dev­re ait­tir.1112 Bu zna­menny ilahisinin pro­to­ti­pi Rus­ya’­ya XI. Yüz­yıl­da Bi­zans­lı mu­gan­ni­ler ta­ra­fın­dan ge­ti­ril­miş­ti. Mo­ğol­lar­dan son­ra­ki de­vir­de Rus tegannisi Bi­zans ör­ne­ğin­den bir­çok ba­kım­lar­dan fark­lıy­dı. Afl­red J. Swan’ın işa­ret et­ti­ği üze­re “Rus top­ra­ğın­da ge­liş­me­si ve Rus­ya şart­la­rı­na uyar­lan­ma­sı es­na­sın­da [zna­menny ilahisi] Rus halk tür­kü­le­ri ile ya­kın bir mü­na­se­bet içi­ne gir­di.”1113 Mo­ğol dev­ri muh­te­me­len zna­menny ilahisinin ni­haî aşa­ma­sı­nın olu­şum dö­ne­miy­di. De­mest­venny de­nen baş­ka bir ilahi de yi­ne Mo­ğol dö­ne­mi­nin so­nun­da or­ta­ya çık­tı ve XVI. Yüz­yıl­da mo­da ol­du.1114

1111 Di­ya­to­nik: İçin­de ya­ban­cı (kro­ma­tik) ses­ler bu­lun­ma­yan gam –çn.

1112 Zna­menny ilahisi hakkında bkz. V. Stas­lov, “Za­met­ki o de­mest­ven­num i tro­est­roch­nom pe­ni”, Kül­li­ya­tın­da (Sob­re­nie soc­hi­ne­nii), 3, 107-128; N. Fin­de­isen, Oc­her­ki po is­to­rii muzy­ki v Ros­sii (Mos­ko­va ve Le­ning­rad, 1928), 1, 97-103; A. J. Swan, “The Zna­menny Chant of the Rus­si­an Church”, Mu­si­cal Quarterly, 26 (1942), 232-243, 365-380, 529-545.

1113 Swan (dip­not 107’de­ki gi­bi), s. 365.

1114 De­mest­venny ilahisi hakkında bkz. Sta­sov (dip­not 107’de­ki gi­bi); Fin­de­isen (dip­not 107’de­ki gi­bi); Fin­de­isen (dip­not 107’de­ki gi­bi), s. 247-251; M. S. Pe­ke­lis, edi­tör, Is­to­ri­ia russ­koi muzy­ki (Mos­ko­va ve Le­ning­rad, 1940), 1, 85-86.

Ki­li­se­nin ru­hu, ede­bi­yat­ta­ki ifa­de­si­ni, her şey­den ön­ce pis­ko­pos­la­rın va­az­la­rı ve aziz­le­rin ha­yat hikaye­le­ri­nin ya­nı sı­ra aziz ola­rak ka­bul edil­me­yi hak et­tik­le­ri­ne ina­nıl­dı­ğı için bi­yog­ra­fi­le­ri aziz­le­rin ha­yat hikaye­le­ri tar­zın­da ya­zı­lan bel­li ba­zı Rus prens­le­ri­nin bi­yog­ra­fi­le­rin­de bul­du.1115 Bu eser­le­rin ço­ğu­nun al­tın­da ya­tan dü­şün­ce, Mo­ğol bo­yun­du­ru­ğu­nun Rus hal­kı­nın gü­nah­la­rı yü­zün­den Tan­rı’­nın ver­di­ği bir ce­za ol­du­ğu ve an­cak ger­çek bir hris­ti­yan­laş­ma­­nın Rus­la­rı zor du­rum­la­rın­dan kur­ta­ra­ca­ğıy­dı. Vla­di­mir’­li pis­ko­pos Se­ra­pi­on’un (1274-75)vaazları bu ta­vır için ti­pik­tir. O, Rus­la­rın çek­tik­le­ri acı­lar ko­nu­sun­da sü­rek­li kav­ga­la­rıy­la mil­le­tin gü­cü­nü kuv­ve­ti­ni tü­ke­ten prens­le­ri suç­lu­yor­du. Fa­kat bu­nun­la kal­mı­yor­du. Sı­ra­dan in­san­la­rı da put­pe­rest­li­ğin ka­lın­tı­la­rı­na sa­rı­lıp kal­ma­la­rı­nın ya­nı sı­ra hu­ra­fe­le­re ina­nış­la­rı konusunda tek­dir edi­yor­du ve her Ru­sun töv­be edip sa­de­ce is­men de­ğil ru­hen de hris­ti­yan ol­ma­sı için ıs­rar edi­yor­du.1116 Mo­ğol hâ­ki­mi­ye­ti­nin ilk yüz­yı­lın­da­ki prens­ler ara­sın­da gran­dük Ya­ros­lav ile oğ­lu Alexander Nevsky’­nin ha­yat­la­rı özel bir öne­mi ha­iz­dir. Ya­ros­lav’ın bi­yog­ra­fi­si gü­nü­mü­ze sa­de­ce fragman­lar ola­rak ulaş­mış­tır. Bi­rin­ci per­de­sin­de Ya­ros­lav’ın ön­de ge­len bir ak­tör ol­du­ğu mil­lî bir tra­je­di ola­rak ta­sar­lan­mış­tı. Gi­riş kıs­mın­da Rus ül­ke­si­nin me­sut ma­zi­si hay­ran­lık uyan­dı­ra­cak bir şe­kil­de tas­vir edil­miş­ti. Muh­te­me­len pe­şi sı­ra Rus­ya’­nın ba­şı­na ge­len fe­lâ­ket tas­vir edi­le­cek­ti, ama o kı­sım kay­bol­muş­tur. Gi­riş kıs­mı gü­nü­mü­ze “Rus­ya’­nın Mah­vı­nın Hikaye­si” (Slo­vo o po­gi­be­li zem­li russ­koi) di­ye ay­rı bir baş­lık­la ulaş­mış­tır.1117 Er­ken Mo­ğol dö­ne­mi Rus ede­bi­ya­tı­nın bel­ki en bü­yük ba­şa­rı­sı­dır. Alexander Nevsky’­nin Ha­ya­tı’n­da vur­gu Ro­ma Ka­to­lik haç­lı se­fe­ri­ne kar­şı Rum Or­to­doks­lu­ğu­nun mü­da­fa­asın­da gös­ter­di­ği as­ke­rî yi­ğit­li­ği­dir.1118

1115 Mo­ğol dö­ne­min­de Rus ev­li­ya tez­ke­re­le­ri ve men­kı­be­le­ri ede­bi­ya­tı hakkında bkz. I. Nek­ra­sov, Za­rozh­de­nie nat­si­onal­noi li­te­ra­tury v se­ver­noi Ru­si (Ode­sa, 1870); Kli­uc­hevsky, Zhi­ti­ia; A. P. Kad­lu­bovsky, Oc­her­ki po is­to­rii drev­ne-russ­koi li­te­ra­tury zhi­tii sv­yi­atykh (Var­şo­va, 1902); N. P. Bar­su­kov, Is­toch­ni­ki russ­koi agi­og­ra­fii (St. Pe­ters­burg, 1882); E. V. Pe­tuk­hov, Russ­ka­ia li­te­ra­tu­ra, drev­nii pe­ri­od (Iu­ri­ev, 1912), s. 93-95, 112-125; G. P. Fe­do­tov, Svi­at­ye drev­nei Ru­si (Pa­ris, YMCA Pres, 1931).

1116 Vla­di­mir’­li Se­ra­pi­on hakkında bkz. Pe­tuk­hov (dip­not 110’da­ki gi­bi), s. 84-86; Age., Se­ra­pi­on Vla­di­mirs­ki (St. Pe­ters­burg, 1888); M. Gor­lin, “Sérapion de Vla­di­mir, prédicateur de Ki­ev”, RES, 24 (1948), 21-28.

1117 M. Gor­lin, “Le Dit de la ru­ine de la Te­rre Rus­se et de la mort du Grand-Prin­ce Ja­ros­lav”, RES, 23 (1947), 1-33.

1118 Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 3, dip­not 72.

Mo­ğol dev­rin­de­ki din adam­la­rı, Rus va­ka­yi­nâ­me­le­ri­nin der­len­me­sin­de Ki­yef dö­ne­min­de ol­du­ğu gi­bi önem­li bir rol oy­na­dı­lar. Mo­ğol is­ti­la­sın­dan son­ra bu meş­ga­le ne­re­dey­se son bul­du. 1240 ile 1260 yıl­la­rı ara­sın­da ya­zı­lan ve bi­zim kıs­men bil­di­ği­miz ye­gâ­ne va­ka­yi­nâ­me Ros­tov va­ka­yi­nâ­me­siy­di. Nâ­şi­ri o şeh­rin pis­ko­po­su Cy­ril’­di. D. S. Lihaçyev’in ik­na edi­ci bir şe­kil­de gös­ter­di­ği gi­bi, Cy­ril’e Çernigov’­lu Mikael’in kı­zı ve Ros­tov’­lu Va­sil­ko’­nun dul eşi pren­ses Ma­ria yar­dım et­miş­ti. Hem ba­ba­sı hem ko­ca­sı Mo­ğol­lar ta­ra­fın­dan öldürülen Maria, ken­di­si­ni ha­yır iş­le­ri ile ede­bi­ya­ta has­ret­miş­ti.1119 1305 yı­lın­da Tver’­de bir va­ka­yi­nâ­me der­len­di. Bu 1377 yı­lın­da Suz­dal’­lı ke­şiş La­uren­ti­us (La­uren­ti­an Codex’in1120* ya­za­rı) ta­ra­fın­dan kıs­men is­tin­sah edil­di. XV. Yüz­yıl­da Mos­ko­va’­da Tri­nity va­ka­yi­nâ­me­si (met­ro­po­lit Cyp­ri­an’ın de­ne­ti­mi al­tın­da baş­lan­mış ve 1409 yı­lın­da ta­mam­lan­mış­tı) ve 1418 yı­lı ci­va­rın­da met­ro­po­lit Pho­ti­us’un edi­tör­lü­ğü al­tın­da der­le­nen yıl­lık­la­rın da­ha da id­di­alı mec­mu­ası gi­bi oldukça ge­niş hacimli ta­ri­hî eser­ler gö­rül­dü. Bu so­nun­cu­su, bilâhare Vosk­re­sensk ve Ni­kon va­ka­yi­nâ­me­le­ri gi­bi XVI. Yüz­yı­lın bü­yük mec­mu­ala­rı hâ­li­ne ge­len baş­ka eser­le­re te­mel ol­ma gö­re­vi­ni gör­müş­tür. XIV. Yüz­yıl bo­yun­ca ve çö­kü­şü­ne ka­dar Nov­go­rod ken­di ta­ri­hî yıl­lık­la­rı­nın ya­zıl­dı­ğı bir mer­kez­di. Rus va­ka­nü­vis­le­ri­nin çoğunun, özel­lik­le Ni­kon va­ka­yi­nâ­me­si­nin nâ­şir­le­ri­nin sa­de­ce Rus de­ğil ayrıca Ta­tar me­se­le­le­ri hak­kın­da da mü­kem­mel bil­gi sa­hi­bi ol­duk­la­rı­nı gös­ter­dik­le­ri kay­de­dil­me­li­dir.

1119 Lik­hac­hev, s. 283.

1120Codex: El yaz­ma­sı ki­tap, bil­has­sa es­ki Ki­ta­bı Mu­kad­des ve­ya klâ­sik me­tin­le­rin nüs­ha­sı –çn.

II

Mo­ğol dev­rin­de­ki ya­zı­lı ve söz­lü man­zum Rus ede­bi­ya­tın­da Ta­tar­la­ra kar­şı iki tür ta­vır gö­rü­le­bi­lir. Bir yan­da mil­le­te bas­kı ya­pan­la­ra kar­şı bir red­det­me, mu­ha­le­fet his­si­ya­tı var­dı. Di­ğer yan­da ise boz­kır ha­ya­tı­nın lirik yanına ­psi­ko­lo­jik ola­rak alt­tan al­ta bir davetiye var­dı. Puş­kin, Ler­mon­tov ve Leo Tols­toy gi­bi bir­çok XIX. Yüz­yıl Rus ya­za­rı­nın Kaf­kas­ya’­ya ve Kaf­kas dağ­lı­la­rı­nın renk­li ha­ya­tı­na duy­duk­la­rı öz­lem bu man­ta­li­te­yi an­la­mak­ta yar­dım­cı olur.

Red­det­me te­mâ­yü­lün­den do­la­yı Mo­ğol ön­ce­si çağ­da­ki bliny ye­ni du­ru­ma uy­ma­sı için ye­ni­den göz­den ge­çi­ril­miş, es­ki düş­ma­nın (Ku­man­lar) adı­nın ye­ri­ne ye­ni­si­nin­ki -Ta­tar­lar- ika­me edil­miş­ti. Eş­za­man­lı ola­rak Rus­ya’­nın boz­kır halk­la­rı ile mü­ca­de­le­si­nin Mo­ğol dö­ne­mi­ni ele alan ye­ni bliny, ta­ri­hî des­tan­lar ve tür­kü­ler ya­pıl­mış­tı. Ba­tu’­nun Ki­yef’i tah­rip et­me­si ve No­gay’ın Rus­ya’­ya yap­tı­ğı akın­lar çağdaş Rus folk­lo­ru­na ko­nu ol­muş­tu.1121 Ta­tar­la­rın Tver’e yap­tık­la­rı bas­kı ve 1327 yı­lın­da Tver­li­le­rin ayak­lan­ma­sı, sa­de­ce va­ka­yi­nâ­me­ler­de kay­de­dil­me­miş­ti, aksine an­la­şıl­dı­ğı­ kadarıyla özel bir ta­ri­hî des­ta­nın te­me­li­ni de teş­kil et­miş­ti.1122 Ve tabii ki, daha önce belirtildiği gibi, Ku­li­ko­vo Ovası mu­ha­re­be­si, bö­lüm­le­ri va­ka­nü­vis­ler ta­ra­fın­dan kul­la­nı­lan ve son­ra ta­ma­mı ya­zı­ya ge­çi­ri­len çe­şit­li va­tan­per­ver hikaye­le­rin ko­nu­su ol­muş­tu. Bu­ra­da es­ki Rus ede­bi­ya­tı­nın söz­lü ve ya­zı­lı şe­kil­le­ri­nin kay­naş­tı­ğı­nı gö­rü­rüz. Ko­nu­su ay­nı döneme ait olan “Za­donşçi­na” aşi­kâr bir şe­kil­de ya­zı­lı ede­bi­ya­tın bir par­ça­sı­dır.1123

1121 A. S. Or­lov, Drev­ni­aia russ­ka­ia li­te­ra­tu­re XI-XVI ve­kov (2nci edis­yon, Mos­ko­va ve Le­ning­rad, 1939), s. 141-145; N. K. Gud­zii, Is­to­ria drev­nei russ­koi li­te­ra­tury (2nci edis­yon, Mos­ko­va, 1941), s. 225-226, 318-321; R. Ja­kob­son, “So­ba­ka Ka­lin Tsar” (yu­ka­rı­da bö­lüm 3, dip­not 200’de­ki gi­bi); D. S. Lik­hac­hev, Nat­si­onal­noe sa­mo­soz­na­nie drev­nei Ru­si (Mos­ko­va ve Le­ning­rad, 1945), s. 78-81.

1122 Bkz. yu­ka­rı­da bö­lüm 3, dip­not 242.

1123 Bkz. yu­ka­rı­da, s. 262. “Za­donşçi­na”nın met­ni için bkz. P. Si­mo­ni, edi­tör, “Za­donshc­hi­na”, ANORS, 100, no.2; J. Frček; Zadonština (Prag, 1948).

Ca­zi­be un­su­ru­na ge­lin­ce, boz­kır ha­ya­tı ve sa­vaş­la­rı­nın şi­ir gi­bi olu­şu, henüz Mo­ğol ön­ce­si de­vir­de b­liny ya­pan­lar ta­ra­fın­dan his­se­dil­miş­ti. Kuliko­vo Ovası’nın va­tan­per­ver des­tan­la­rın­da bi­le mey­dan oku­ma­sı­nı ke­şiş Pe­res­vet’in ka­bul et­ti­ği Ta­tar sa­vaş­çı­nın şö­val­ye­li­ği aşi­kâr bir hay­ran­lık­la kay­de­dil­miş­ti. Mo­ğol­ dönemi ön­ce­si Rus bliny’­sin­de İra­nî ve es­ki Türk kah­ra­man­lık tür­kü­le­ri­ne in­kâ­rı müm­kün ol­ma­yan pa­ra­lel­lik­ler var­dır.1124 Mo­ğol dev­rin­de Rus folk­lo­ru, “Ta­tar” (Mo­ğol ve Türk) şi­iri­nin ör­nek­le­rin­den ve ko­nu­la­rın­dan da et­ki­len­miş­ti.1125 Muh­te­me­len Mo­ğol or­du­la­rı­na alı­nan Rus as­ker­le­ri Rus­la­rın Ta­tar­ kah­ra­man­lık ede­bi­ya­tı ile ta­nış­malarına va­sı­ta ol­muş­lar­dı. Rus­ya’­ya yer­le­şen Ta­tar­lar da Rus folk­lo­ru­na Ta­tar mo­tif­le­ri­ni sok­muş ol­ma­lı­dır­lar.

1124 Bkz. Ki­evan Rus­sia, s. 250-251.

1125 Bkz. V. V. Sta­sov, “Pro­isk­hoz­de­nie russ­kikh by­lin”, Kül­li­ya­tın­da (Sob­ra­nie soc­hi­ne­nii (St. Pe­ters­burg, 1894), 3, 948-1260.

Rus di­li­nin Mo­ğol­ca ve Türk­çe’­den ve­ya Türk­çe va­sı­ta­sıy­la Fars­ça ve Arap­ça’­dan al­dı­ğı ke­li­me ve te­rim­ler­le zen­gin­leş­me­si, ay­nı kül­tü­rel iç içe geç­me sü­re­ci­nin bir baş­ka vec­he­si­dir. 1450 yı­lı­na ge­lin­di­ğin­de Ta­tar (Türk) di­li Mos­ko­va gran­dü­kü II. Va­si­li’­nin sa­ra­yın­da mo­da ol­muş ve muh­alif­le­ri bu­na şid­det­le kar­şı çık­mış­lar­dı. II. Va­si­li, Ta­tar­la­rı ve “dil­le­ri­ni” (i reç ih) aşı­rı de­re­ce­de sev­mek­le suç­lan­mış­tı.1126 Bir­çok Rus asil­zâ­de­si­nin XV., XVI. ve XVII. Yüz­yıl­lar­da Ta­tar­ca lâkablar al­ma­la­rı dö­nem için ti­pik­ti. Örneğin Velyaminov ai­le­si­nin bir men­su­bu, Ak­sak (Türk­çe­de “to­pal” mana­sı­na­dır) ve onun so­yun­dan ge­len Ak­sa­kov­lar di­ye bi­li­ni­yor­lar­dı.1127 Ben­zer şe­kil­de Şçe­pin-Ros­tovsky prens­le­rin­den bi­ri­ne Bah­te­yar (bah­ti­yar Fars­ça­da “şans­lı”, “zen­gin” de­mek­tir) de­ni­yor­du. O, XVII. Yüz­yıl­da ne­sil­le­ri tü­ke­nen Bahteya­rov prens­le­ri­nin ata­sıy­dı.

1126 Nov­go­rod IV, 125-126.

1127 Prens P. Dol­go­ru­kov, Ros­si­is­ka­ia ro­dos­lov­na­ia kni­ga, 4 (St. Pe­ters­burg, 1857), 44, 71.

Rus di­li­ne bir­çok Türk­çe ke­li­me Mo­ğol is­ti­la­sın­dan ön­ce gir­miş­ti, ama ger­çek ar­tış Mo­ğol dev­rin­de baş­la­mış ve XVI. ile XVII. Yüz­yıl­lar­da sür­müş­tü. İda­re ve ma­li­ye sa­ha­la­rın­da Mo­ğol­ca ve Türk­çe­den (ve­ya Türk­çe va­sı­ta­sıy­la Arap­ça ve Fars­ça­dan) alı­nan te­rim­ler ara­sın­da den­gi (pa­ra), kaz­na (ha­zi­ne), ta­mojniya (güm­rük bi­na­sı) gi­bi ke­li­me­ler­den bu­ra­da bah­so­lu­na­bi­lir. Baş­ka bir ­grup alın­tı ti­ca­ret ve ti­ca­ret mal­la­rıyla iliş­ki­li­dir: ba­zar (Pa­zar), ba­la­gan (dük­kân), ba­ka­le­ya (bel­li ka­lem­ler­de­ki bak­ka­li­ye ma­lı), borysh (kâr), ku­maş (kır­mı­zı ku­maş) ve di­ğer­le­ri. El­bi­se, ba­şa ve aya­ğa gi­yi­len­ler­le il­gi­li alın­tı­lar ara­sın­da şun­lar var­dır: ar­mi­ak (köy­lü­le­rin üst­lü­ğü), başlik (bir tür ku­ku­le­ta), başmak (ayak­ka­bı). Ta­bi­atıy­la önem­li bir alın­tı ­gru­bu at­lar­la, renk­le­riy­le ve ye­tiş­ti­ril­me­le­ri ile iliş­ki­li­dir; me­se­lâ ar­ga­mak (saf­kan at), bu­lan­yi (kül ren­gi­ne ça­lan kah­ve­ren­gi, sı­çan tü­yü ren­gi), ta­bun (yılkı sü­rü­sü). Ev eş­ya­la­rı, yi­ye­cek ve içe­ce­ğin ya­nı sı­ra, mey­ve ve seb­ze, ma­den­ler ve de­ğer­li taş­la­ra da­ir bir­çok di­ğer Rus­ça ke­li­me de Türk­çe­den ve­ya Türk­çe va­sı­ta­sıy­la di­ğer Şark dil­le­rin­den alın­mış­lar­dı.1128

1128 Şark (Ta­tar) men­şe­li Rus­ça ke­li­me­ler hakkında bkz. F. Mik­lo­sich, “Die tür­kisc­he Ele­men­te in den sü­dost-und os­te­uro­pa­eisc­hen Sp­rac­hen” AWV (Vi­ya­na, 1884-90), s. 34, 35, 37, 38; L. Wanstrat, Be­it­ra­ege zur Cha­rak­te­ris­tik des rus­sisc­hen Wortschatzes (Le­ip­zig, 1933), s. 63-82, 97-98; Men­ges, Pre­ob­raz­hensky ve Vas­mer’e de da­nı­şıl­ma­lı­dır. Es­ki ve mo­dern Rus­ça­da­ki Şark dil­le­rin­den alın­tı ke­li­me­le­rin eti­mo­lo­jik söz­lü­ğü Ka­li­for­ni­ya Üni­ver­si­te­sin­de P. A. Bo­od­berg ve K. H. Men­ges ta­ra­fın­dan ha­zır­lan­mak­ta­dır (Bkz. Men­ges, s. 6).

Rus­ya’­nın en­te­lek­tü­el ve ma­ne­vî ge­liş­me­sin­de etkisinin de­ğer­len­di­ril­me­si güç olan bir başka faktör, Rus­ya’­ya yer­leş­miş ve hris­ti­yanlaşmış olan Ta­tar­la­rın ve on­la­rın so­yun­dan ge­len­le­rin oy­na­dık­la­rı rol­dür. Ros­tov’­da bir ma­nas­tır kur­muş olan Or­da­lı ça­re­viç Pe­ter’in du­ru­mun­dan ev­vel­ce bah­se­dil­miş­ti. Baş­ka ben­zer du­rum­lar da var­dı. XV. Yüz­yıl­da ön­de ge­len bir Rus di­nî li­de­ri olan ve bir de ma­nas­tır ku­ran Bo­rovsk’­lu St. Paf­nu­ti bir bas­ka­kın to­ru­nuy­du. XVI. Yüz­yıl­da adı Bul­gak olan Ta­tar asıl­lı bir bo­yar oğ­lu ra­hip ol­muş­tu ve bun­dan son­ra XX. Yüz­yı­lın meş­hur bir Rus din âli­mi olan pe­der Ser­gi­us Bul­ga­kov’a ka­dar ai­le­de hep bir ra­hip ola­gel­miş­ti.1129 Ta­rih­çi N. M. Ka­ram­zin ve fi­lo­zof Pe­ter Cha­adev gi­bi da­ha baş­ka Ta­tar asıl­lı müm­taz Rus ön­de­ri ay­dın­lar var­dı.1130 Adı­na ba­kı­lır­sa Cha­adev Mo­ğol asıl­lı ol­ma­lı­dır, çün­kü Cha­aday Mo­ğol­ca Ca­ga­tay (Ça­ga­tay) adı­nın kı­sal­tıl­mış şek­li­dir. Pe­ter Cha­adev muh­te­me­len Çin­giz Han’ın oğ­lu Ca­ga­tay’ın so­yun­dan ge­li­yor­du.1131 “Ba­tı­lı­laş­tı­rı­cı” Cha­adev’in Mo­ğol asıl­lı ol­ma­sı ve “Sla­vofil” Ak­sa­kov ai­le­si­nin Va­reng so­yun­dan ol­ma­sı (Velyaminov’­la­rın bir ko­luy­du­lar), bün­ye­sin­de he­te­ro­jen et­nik un­sur­la­rı ba­rın­dı­ran Rus me­de­ni­ye­t po­ta­sı için hem bir te­zat­tır, hem de ti­pik­tir.

1129 Pe­der Ser­gi­us Bul­ga­gov, Au­to­bi­og­ra­fic­hes­kie za­met­ki (Pa­ris, YMCA Pres, 1946, s. 15. Ra­hip Bul­ga­kov ai­le­sin­den baş­ka Rus­ya’­da iki­si de Ta­tar men­şe­li olan, bi­ri XIV. Yüz­yıl­dan ve di­ğe­ri XVI. Yüz­yıl­dan be­ri bi­li­nen iki asil Ta­tar ai­le­si da­ha var­dı.

1130 Bkz. M. Vas­mer, “Der Na­me Ča­ada­jev”, ZSP, 17 (1941), 340.

1131 Vas­mer (dip­not 124’de­ki gi­bi), s. 340-341. Cha­ada­ev hakkında bkz. C. Quénet, Tc­ha­ada­ev et ses Lett­res philosophiques (Pa­ris, 1931); A. Sc­hel­ting, Russ­land und Eu­ro­pa (Bern, 1948); V. V. Zen­kovsky, Is­to­ri­ia russ­koi fi­lo­so­fii (Pa­ris, YMCA Pres, 1948), 1, 157-179; N. O. Lossky, His­tory of Rus­si­an Phi­lo­sophy (New York, In­ter­na­ti­onal Uni­ver­si­ti­es. Pres, 1951, 1951), s. 47-51.

6. SONUÇ

I

Do­ğu Rus­ya ken­di­si­ni han­la­rın oto­ri­te­sin­den kur­tar­dı­ğı za­man, Mo­ğol is­ti­la­sı ön­ce­sin­den da­ha güç­lü ola­rak or­ta­ya çık­tı. “Bü­yük Rus­ya”nın ta­ma­mı şim­di Mos­ko­va gran­dü­kü­nün ön­der­li­ği al­tın­da si­ya­sî ba­kım­dan bir­leş­miş­ti. Grandük, ya­ban­cı ida­re­den ba­ğım­sız­lı­ğı­nın ya­nı sı­ra, ül­ke­nin iç me­se­le­le­rin­de­ki oto­ri­te­si­ni vur­gu­la­mak için otok­rat (sa­mo­derjets) ve çar ün­van­la­rı­nı al­dı. XVI. Yüz­yı­lın ikin­ci ya­rı­sı­nın en cin fi­kir­li dip­lo­mat­la­rın­dan bi­ri olan ve Do­ğu Av­ru­pa me­se­le­le­ri­ni çok iyi bi­len Ciz­vit An­to­nio Pos­se­vi­no, Mos­ko­va hü­küm­dar­la­rı­nın “kib­ri­nin” Ta­tar hâ­ki­mi­ye­tin­den kur­tu­luş­la­rı­nın bir so­nu­cu ol­du­ğu yo­ru­mu­nu yaparken muhtemelen hak­lıy­dı.1132 “Çar” ve “otok­rat” ün­van­la­rı III. İvan’ın hü­küm­dar­lı­ğı­nın son za­man­la­rın­da za­man za­man ve III. Va­si­li’­nin hü­küm­dar­lı­ğı za­ma­nın­da da­ha sık kul­la­nıl­dı­lar.1133 IV. İvan, ki­li­se­nin kut­sa­ma­sı ile res­men çar ola­rak taç giy­di (1547). IV. İvan, Prens Kurbsky ile olan mü­te­akip po­le­mik­le­rin­de “otok­rat” ün­va­nı­nı ül­ke­nin iç me­se­le­le­rin­de ta­ma­mıyla tek söz sa­hi­bi hü­küm­dar mana­sın­da kul­lan­mış­tı.

1132 V. O. Kli­uc­hevsky, Ska­za­ni­ia inost­rant­sev o mos­kovs­kom go­su­darst­ve (2nci edis­yon, Mos­ko­va, 1918), s. 83.

1133 Di­ako­nov, Vlast’, s. 134-136.

“Çar” ün­va­nı­nın Rus­lar ta­ra­fın­dan ön­ce Bi­zans im­pa­ra­tor­la­rı, daha sonra ise Mo­ğol han­la­rı için de kul­la­nıl­dı­ğı ha­tır­la­na­cak­tır. Rus­ya tam da ha­nın kont­ro­lü­nün ya­rı ya­rı­ya kı­rıl­mış pran­ga­sın­dan kur­tu­lur­ken, Bi­zans İm­pa­ra­tor­lu­ğu Os­man­lı Türk­le­ri ta­ra­fın­dan yı­kıl­mış­tı. III. İvan’ın son Bi­zans im­pa­ra­to­ru­nun Pa­pa’­nın hi­ma­ye­si al­tın­da­ki ye­ğe­ni Sop­hia Pa­le­olo­gus ile ev­len­me­si, onun Bi­zans çar­la­rı­nın va­ri­si ol­du­ğu şek­lin­de an­la­şı­la­bi­li­r­di. Os­man­lı­la­ra kar­şı Rus­la­rın yar­dı­mı­nı al­mak is­te­yen Pa­pa ve Ve­ne­dik­li­ler, ev­li­li­ğin bu ba­kım­dan öne­mi­ne işa­ret et­mek­te va­kit kay­bet­me­di­ler. Rus­la­rın ken­di­le­ri de bu­nun ne mana­ya gel­di­ği­nin far­kın­day­dı­lar, ama ola­ya çok faz­la de­ğer ver­me­di­ler.1134 Fa­kat Bi­zans ge­le­nek­le­ri­ni di­ğer bir­çok şe­kil­de kul­lan­dı­lar. Rus­ya’­nın hris­ti­yan­laş­tı­ğı za­man­dan be­ri Rus si­ya­sî dü­şün­ce­si Bi­zans dokt­rin­le­rin­den et­ki­len­miş­ti. Yi­ne de Ki­yef dö­ne­min­de Rus­lar ta­ra­fın­dan eni­ne bo­yu­na bir mo­nar­şi te­ori­si ge­liş­ti­ril­me­miş­ti, çünkü o ta­rih­te Rus­la­rın si­ya­sî geçmişi Bi­zans’ın­kin­den çok fark­lıy­dı. Son­ra şart­lar de­ğiş­ti, Mos­kof­ya’­da güç­lü bir mer­ke­zî dev­let oluş­tu ve Rus ka­lem eh­li il­ham al­mak için Bi­zans dü­şün­ce­sin­de­ki vaktiyle ih­mal et­miş ol­duk­la­rı akım­la­ra baş­vu­ra­bil­di­ler. XVI. Yüz­yıl­da­ki Mos­kof mo­nar­şi te­ori­le­ri­nin bir­çok ba­kım­dan Bi­zans dokt­ri­ni­ni yan­sıt­tık­la­rı­na şüp­he yok­tur.1135

1134 Lik­hac­hev, Nat­si­onal­noe sa­mo­soz­na­nie drev­nei Ru­si (dip­not 115’de ol­du­ğu gi­bi), s. 97.

1135 Di­ako­nov, Vlast’; Val­den­berg, O pre­de­lakh tsars­koi vlas­ti (yu­ka­rı­da bö­lüm 4, dip­not 155’de ol­du­ğu gi­bi).

Mos­kof­lar şim­di eskisinden daha fazla bir gayretle Bi­zans ve Rus mo­nar­şi­le­ri ara­sın­da doğ­ru­dan bir bağ ol­du­ğu­nu öne sür­mek için ta­ri­hî ipuç­la­rı bul­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar­dı. Öne sü­rü­len çe­şit­li ya­rı ta­ri­hî ve söz­de ta­ri­hî tez­le­rin ara­sın­da Aziz Vla­di­mir’e hris­ti­yan ol­du­ğu za­man im­pa­ra­tor ve Cons­tan­ti­nop­le pat­ri­ği ta­ra­fın­dan taç giy­di­ril­di­ği id­di­ası var­dı. Baş­ka bir po­pü­ler hikaye de, prens Vla­di­mir Mo­no­mah’a çar­lık ala­met­le­ri­ni Bi­zans im­pa­ra­to­ru­nun ver­di­ği­ne da­ir­di. Bu ef­sa­ne­ye is­ti­na­den Mos­ko­va hü­küm­dar­la­rı­nın kürk ve de­ğer­li taş­lar­la süs­lü ta­cı XVI. Yüz­yıl­da Mo­no­mah Ta­cı (Şap­ka Mo­no­maho­va) ola­rak bi­lin­di. Ta­cı Mo­no­mah’ın adıy­la iliş­ki­len­di­ren Rus­ya me­se­le­le­ri­nin ilk ya­ban­cı mü­şa­hi­di Her­bers­te­in idi.1136 IV. İvan’ın va­si­yet­nâ­me­si, ona Mo­no­mah’ın Ta­cı di­ye atıf­ta bu­lu­nan ilk Rus do­kü­ma­nı­dır.1137 Taç, I. İvan’ın hü­küm­dar­lı­ğın­dan be­ri Mos­ko­va gran­dük­le­ri­nin ha­zi­ne­sin­de mu­ha­fa­za edi­li­yor­du ve on­la­rın va­si­yet­nâ­me­le­rin­de taç­dan Al­tın Taç (Şap­ka Zo­lo­ta­ya) di­ye bah­so­lu­nu­yor­du.1138 I. İvan’a muh­te­me­len Uz­beg Han ta­ra­fın­dan ve­ril­miş­ti. Taç, XIII. Yüz­yı­lın son­la­rın­da­ki ve­ya XIV. Yüz­yı­lın baş­la­rın­da­ki Or­ta As­ya sa­na­tı­nın bir şa­he­se­ri­dir.1139

1136 Herbrs­te­in, s. 32.

1137 DDG, s. 433.

1138 Age., s. 8.

1139 A. A. Spitsyn, “K vop­ro­su o Mo­no­mak­ho­voi shap­ke”, ORSA, 8, bö­lüm 1 (St. Pe­ters­burg, 1906), 146-184; Mo­no­mach Ta­cı­nın bir res­mi için bkz. Drev­nos­tii Ros­si­is­ko­go Go­su­darst­va, 2, re­sim 1, 2; J. S. Mar­tin, A Pic­tu­re His­tory of Rus­sia (New York, Crown Pub­lis­hers, 1945), s. 25.

Mos­kof­la­rın ken­di­le­ri­nin Aziz Vla­di­mir’in ve Vla­di­mir Mo­no­mah’ın taç giy­me hikaye­le­ri­ne cid­den ina­nıp inan­ma­dık­la­rı­nı söy­le­mek zor­dur. Her ha­lü­kâr­da Mos­ko­va Çar­lı­ğı ile Al­tın Or­du arı­sın­da­ki ta­ri­hî ba­ğı çok iyi bil­dik­le­ri için bü­tün koz­la­rı­nı Bi­zans’a bağ­la­mış­lar­dı. Ger­çek­ten de Mos­kof hü­küm­da­rı­nın sa­bık met­bu­su­nun ün­va­nı­nı al­ma­sı ga­yet ta­biî idi. Ay­rıca Rus kar­şı sal­dı­rı­sı baş­la­dı­ğı ve Rus­lar Ka­zan ve Ast­ra­han han­lık­la­rı­nı zap­tet­tik­le­ri za­man (1552 ve 1556 yıl­la­rın­da) Rus ça­rı Al­tın Or­du’­ya ha­lef dev­let­ler­den en azın­dan iki­si­nin va­ri­si ol­du­ğu­nu id­dia ede­bi­lir­di. Bu zap­tın öne­mi, Mos­ko­va hü­kü­me­ti­nin hü­küm­da­rı­nın çar ün­va­nı­nın Le­his­tan kra­lı ta­ra­fın­dan ta­nın­ma­sı­nı sağ­la­mak için sarf et­ti­ği ça­ba ile vur­gu­lan­mış­tı. Rus­ya’­nın 1556 yı­lın­da Leh ve Lit­van el­çi­le­ri­ne ver­di­ği no­ta­da yu­ka­rı­da­ki iki hikaye doğ­rul­tu­sun­da­ki Bi­zans te­zin­den başka Tan­rı’­nın IV. İvan’a Rus ül­ke­si­nin ya­nı sı­ra Ka­zan ve Ast­ra­han çar­lık­la­rı­nı ver­di­ği “ve Ka­zan ve Ast­ra­han tah­tının es­ki­den be­ri çar­lık ma­ka­mı­” olduğu be­yan edi­li­yor­du.1140 Ül­ke­si­nin mü­es­se­se­le­ri­ne ve ge­le­nek­le­ri­ne çok aşi­na olan XVII. Yüz­yıl­da­ki Mos­kof ya­za­rı Gre­gory Ko­tos­hik­hin’in Ka­zan ile Ast­ra­han’ın zap­tı­nı Mos­ko­va Çar­lı­ğı­nın ta­ri­hî te­mel­le­ri ola­rak te­lak­ki et­ti­ği de ilave edi­le­bi­li­r.1141

1140 Di­ako­nov, Vlast’, s. 142-143.

1141 G. Ko­tos­hik­hin, O. Ros­sii v tsarst­vo­va­nie Alexeia Mik­ha­ilo­vic­ha (3cü edis­yon, St. Pe­ters­burg, 1884), s. 1.

Mo­ğol ge­le­nek­le­ri­nin Mos­kof mo­nar­şi­sin­de de­vam et­ti­ği­nin önem­li bir delili de, dip­lo­ma­tik ilişki kuralları üzerinde Moğol etkisidir. Mos­kof­ya’­ya ge­len bir­çok Ba­tı­lı el­çi, dip­lo­ma­tik me­ra­si­min ka­tı ve gü­lünç for­ma­li­te­le­rin­den şi­ka­yet­çi ol­muş­tu. As­lı­na ba­kı­lır­sa XVI. ve XVII. Yüz­yıl­lar­da Rus ve Ba­tı­lı dip­lo­mat­la­rın for­ma­li­te­ler ba­kı­mın­dan kar­şı­lık­lı alın­gan­lık­la­rı­na, id­dia ve kar­şı id­di­ala­rı­na ge­ri dö­nüp bak­tı­ğı­mız za­man Ba­tı­lı el­çi­le­rin ba­zı ta­sav­vur­la­rı bi­ze Mos­kof­la­rın­ki ka­dar saç­ma gö­zük­mek­te­dir. Yan­lış an­la­ma­la­rın te­me­lin­de, Ba­tı­lı­la­rın ve Rus­la­rın fark­lı kurallara gö­re ha­re­ket et­me­le­ri ve Rus me­ra­sim­le­ri­nin bir­çok ba­kım­dan Mo­ğol ör­ne­ği­ni yan­sıt­ma­sı ya­tı­yor­du.1142

1142 N. I. Ve­se­lovsky, “Ta­tars­koe vi­li­ia­nie na po­sols­kii tse­re­mo­ni­al v mos­kovs­kii pe­ri­od russ­koi is­to­rii”, Otc­het St. Pe­ters­burgs­ko­go Uni­ver­si­te­ta za 1900 god (St. Pe­ters­burg, 1911), Ek, s. 1-19. Mos­kof dip­lo­ma­tik me­ra­sim­le­ri­nin ve dip­lo­ma­tik me­se­le­le­ri hal­let­me me­tod­la­rı­nın ana hat­la­rı için bkz. V. P. Po­tem­kin, edi­tör, Is­to­ri­ia dip­lo­ma­tii, 1 (Mos­ko­va, 1943), 235-250.

Bir hü­kü­me­tin ya­ban­cı el­çi­le­re kar­şı gö­rev­le­ri ve el­çi­le­rin git­tik­le­ri ül­ke­nin hü­kü­me­ti­ne kar­şı sa­hip ol­duk­la­rı hak­la­ra da­ir te­mel Mos­kof ta­sav­vu­ru, Ba­tı­lı­la­rın ta­sav­vu­run­dan bâ­riz bir fark­lı­lık gös­te­ri­yor­du. Mo­ğol­la­rın ba­kış açı­sı­na gö­re –ki Mos­kof­lar bu­nu pay­la­şı­yor­lar­dı– bir el­çi güven mektubunu sun­­du­ğu hü­küm­da­rın mi­sa­fi­riy­di. Hü­küm­dar, onun ve ma­i­ye­ti­nin nak­li­ni, ko­nak­la­ma­sı­nı, yi­ye­cek ve içe­ce­ği ile gü­ven­li­ği­ni sağ­la­mak­la yü­küm­lüy­dü. Ba­tı­lı­lar be­da­va ko­nak­la­ma ve yi­ye­ce­ğe iti­raz et­mez­ken, bir­çok kez Mos­ko­va’­nın on­la­rın gü­ven­li­ği için gös­ter­di­ği ti­tiz­li­ğin kendilerini sü­rek­li mu­ha­fa­za al­tın­da tut­ma­ya dö­nüş­me­si­ni pro­tes­to et­miş­ler­di. Di­ğer ta­raf­tan Ba­tı’­da yol­cu­luk yap­mak du­ru­mun­da olan Rus el­çi­le­ri na­kil­le­ri, yeme-içme ve ko­nak­la­ma­la­rı için pa­ra -hem de ba­zen aşı­rı de­re­ce­de ol­mak üze­re- öde­mek zo­run­da ka­lın­ca kı­zı­yor­lar­dı. Hem Mo­ğol­la­rın hem Mos­kof­la­rın dip­lo­ma­tik me­ra­sim­le­rin­de kar­şı­lık­lı ola­rak he­di­ye te­ati­si­ne bü­yük bir önem ve­ri­li­yor­du. Sa­de­ce hü­küm­dar­lar he­di­ye alıp ver­mi­yor­lar­dı, aksine el­çi­le­rin zi­ya­ret et­tik­le­ri hü­küm­da­ra uy­gun he­di­ye­ler sun­ma­sı bek­le­ni­yor­du. Mo­ğol­la­rın ne­zâ­ket ka­ide­le­ri­ni ör­nek alan bir Rus diplomatik kuralı, her­han­gi bir ya­ban­cı el­çi­nin ça­rın hu­zu­ru­na silah­lı ola­rak çık­ma­sı­nı ya­sak­lı­yor­du. Bir­çok Ba­tı­lı el­çi ka­bul sa­lo­nu­na gir­me­den ön­ce kı­lı­cı­nı çı­kar­ma­sı is­ten­di­ğin­de iti­raz et­miş­ti, ama hep­si ka­ide­ye uy­mak zo­run­da kal­mış­tı. Rus­ya’­ya bir ya­ban­cı el­çi gel­di­ği za­man hu­dut­ta özel bir gö­rev­li (pris­tav) ta­ra­fın­dan kar­şı­la­nır­dı. Mos­kof (ve ay­nı za­man­da Ta­tar) ne­zâ­ket ka­ide­le­ri­ne gö­re bir­bir­le­ri­ni hü­küm­dar­la­rı­nın na­mı­na se­lam­la­mak üze­re el­çi ile pris­ta­vın ay­nı an­da at­tan in­me­le­ri ge­re­ki­yor­du. Son­ra pris­tav el­çi­nin sa­ğın­da at sü­rer­di. An­la­şıl­ma­sı zor se­bep­ler­den do­la­yı Ba­tı­lı­lar bu iki ku­ra­la şid­det­le iti­raz eder ve on­la­ra uy­ma­mak için müm­kün olan her yola baş­vu­rur­lar­dı. Fa­kat çoğu ka­çı­nıl­ma­zı ka­bul et­mek zo­run­da ka­lır­dı.1143

1143 Dış mü­na­se­bet­ler­de Mos­kof ne­za­ket ku­ral­la­rı­nın Bü­yük Pet­ro ta­ra­fın­dan ip­tal edil­diğini ve yer­le­ri­ne Ba­tı ka­ide­le­ri­nin ika­ma edil­di­ğin­den bah­set­mek yer­siz ol­maz. XVII. ve XIX. Yüz­yıl­lar­da Rus dip­lo­ma­tik me­ra­sim­le­ri Ba­tı­da­ki­ler­le öz­deş­ti.

Mos­kof­la­rın Mo­ğol­la­rın dip­lo­ma­si usul­le­ri­ne âşi­na ol­ma­la­rı, on­la­ra Şark dev­let­le­riy­le, özel­lik­le de Al­tın Or­du’­nun ha­le­fi olan dev­let­ler­le mü­na­se­bet­le­rin­de çok yar­dım­cı ol­muş­tu. Bir ba­kı­ma Rus­ya’­nın ken­di­si böy­le bir ha­lef dev­let­ti ve Al­tın Or­du’­nun da­ğıl­ma­sın­dan son­ra Rus­ya hü­küm­da­rı Mo­ğol-Ta­tar âle­min­de li­der­lik id­di­asın­da bu­lun­ma­ya hak sa­hi­bi gö­zü­kü­yor­du. Al­tın Or­du de­nen dev­let as­lın­da Ak Or­du di­ye bi­lin­di­ği için bu or­da­nın han­la­rı­nın ha­le­fi ola­rak Mos­ko­va ça­rı­na şim­di “be­yaz çar” de­ni­yor­du. XVII. ve XIX. Yüz­yıl­lar gi­bi geç bir ta­rih­te bi­le Rus­ya im­pa­ra­to­ru Kal­mıklar ve Bur­yat­lar için be­yaz han (tsa­gan khan) idi.1144 Türk ve Mo­ğol ka­bi­le­le­ri ara­sın­da Rus Ça­rı­nın Mo­ğol han­la­rı­nın ha­le­fi ol­du­ğu­yla ilgili his­si­yat, ça­rın ida­re­si­nin bu ka­bi­le­le­re şu­mu­lü için ­psi­ko­lo­jik ba­kım­dan mü­sa­it bir or­tam ya­ra­tı­yor­du. Mos­kof dip­lo­mat­lar, bi­linç­li ola­rak ve­ya bi­linç al­tın­dan bu du­rum­dan ya­rar­lan­mış­lar­dı. Bu ba­kım­dan prens Nic­ho­las Tru­bets­koy’un yap­tı­ğı gi­bi Rus­la­rın im­pa­ra­tor­luk­la­rı­nı Çin­giz Han’­dan te­vâ­rüs et­tik­le­ri söy­le­ne­bi­lir.

1144 Kha­ra-Da­van, s. 199.

II

Do­ğu Rus­ya’­nın Mo­ğol ida­re­sin­den kur­tul­ma­sı Mos­ko­va gran­dük­le­ri­nin, ki­li­se­nin, bo­yar­la­rın, or­ta sı­nı­fın ve hal­kın –as­lın­da bü­tün mil­le­tin– müş­te­rek gay­re­ti so­nu­cun­da ol­muş­tu. Kur­tu­lu­şun do­lam­baç­lı sü­re­cin­de ku­ru­lan ye­ni mo­nar­şi, Ki­yef dö­ne­mi­ Rus­la­rı­na ya­ban­cı olan pren­sip­le­re is­ti­nat edi­yor­du. Do­ğu Rus­ya top­lu­mu­nun bü­tün sı­nıf­la­rı şim­di dev­le­te tâ­bi kı­lın­mış­lar­dı. Bir ke­re kur­tu­luş he­de­fi­ne ulaş­tık­tan son­ra Mos­kof re­ji­mi­nin gev­şe­ye­ce­ği ve es­ki ser­bes­tile­rin en azın­dan bir kıs­mı­nın ye­ni­den ta­nı­na­ca­ğı bek­le­ne­bi­lir­di. As­lın­da bil­di­ği­miz gibi bu­nun ak­si ol­du. Sos­yal sı­nıf­la­rın kont­rol al­tı­na alın­ma­sı dur­mak­sı­zın sür­dü ve Mo­ğol hâ­ki­mi­ye­ti­nin son bul­ma­sın­dan iki yüz­yıl son­ra, 1650 yı­lı ci­va­rın­da zir­ve­ye çık­tı.

Gö­rü­nür­de­ki bu ta­ri­hî te­zat ni­yey­di? Ce­vap aşi­kâr­dır: Mos­ko­va mo­nar­şi­si­nin uluslararası alan­da­ki sal­lan­tı­lı du­ru­mu ve sü­rek­li sa­vaş teh­li­ke­si. Mos­kof­ya gü­ney­do­ğu­da ve gü­ney­de hâ­lâ Ta­tar­lar ta­ra­fın­dan teh­dit edi­li­yor­du; ba­tı­da Lit­van­ya ile Mos­ko­va (1569 yı­lın­dan son­ra Mos­ko­va ile Le­his­tan) ara­sın­da­ki ik­ti­dar mü­ca­de­le­si mun­ta­zam ara­lar­la alev­le­ne­rek sü­rü­yor­du; ku­zey­ba­tı­da, Nov­go­rod’u il­hak et­tik­ten son­ra, Mos­ko­va hü­kü­me­ti ev­vel­ce Nov­go­rod­lu­la­rın ifa et­ti­ği gö­re­vi, yâ­ni Fin­lan­di­ya Kör­fe­zi ve Ka­re­lya’­da Li­von­ya Şö­val­ye­le­ri ile İs­veç’in bas­kı­sı­nı dur­dur­ma­yı, üst­len­mek zo­run­da kal­mış­tı. Mos­ko­va Al­tın Or­du ha­nının oto­ri­te­si­ne kar­şı çık­tı­ğı za­man ge­ri­de hâ­lâ bir­çok ha­lef Ta­tar dev­le­ti kal­mış­tı ve Ta­tar­lar he­men her yıl Mos­kof­ya’­nın gü­ney ve do­ğu vi­lâ­yet­le­ri­ne akın­lar ter­tip edip yağ­ma yap­ma­ya ve bin­ler­ce esir al­ma­ya de­vam edi­yor­lar­dı. Buna rağmen Mos­ko­va gran­dü­kü­nün Mo­ğol ida­re­sin­den ba­ğım­sız ol­ma­sın­dan son­ra Rus kay­nak­la­rı­nın tü­ketilmesi aza­la­ca­ğı­na art­tı. Boz­kır­lar­da Mos­kof­ya ile Ta­tar­lar ara­sın­da ta­biî sı­nır­lar yok­tu ve Mos­ko­va hü­kü­me­ti bü­tün sı­nır boy­la­rı­nı da­imî ola­rak ko­ru­mak zo­run­da ka­lı­yor­du. Hem Ka­sı­mov Ta­tar­la­rı hem de hu­dut boy­la­rın­da ya­şa­yan­lar ile Kos­sak­lar ya­rar­lı olu­yor­lar­dı, ama ni­za­mî or­du bir­lik­le­ri­nin de her yıl se­fer­ber edil­me­le­ri ge­re­ki­yor­du. Te­fer­ru­at­lı bir müs­tah­kem mü­da­faa hat­la­rı sis­te­mi ku­rul­muş­tu, ama Ta­tar­lar bir­çok se­fer bun­la­rı de­li­yor ve ara­la­rın­dan ve ar­ka­la­rın­dan ge­çe­rek ül­ke­ye do­lu­yor­lar­dı. Bu şart­lar al­tın­da me­se­le­yi hal­let­me­nin tek yo­lu ola­rak fe­tih ve­ya dip­lo­ma­si ile boz­kır­lar­da Rus kont­ro­lü­nü sağ­la­mak gö­zü­kü­yor­du. Je­opo­li­tik ba­kım­dan IV. İvan’ın Ast­ra­han’a doğ­ru Vol­ga’­nın aşa­ğı­la­rı­na yap­tı­ğı ham­le önem­li bir ha­re­ket­ti, çünkü boz­kı­rı te­k te­k ele alı­na­bi­le­cek iki par­ça­ya bö­lü­yor­du. Fa­kat bu, Rus­ya’­nın boz­kır hak­la­rı üze­rin­de hü­küm­ran­lı­ğı­nı te­sis et­me­si­nin sa­de­ce baş­lan­gı­cıy­dı. Sü­reç, XVII. ve XVII. Yüz­yıl­lar­da de­vam ede­rek 1783 yı­lın­da gü­ney­de Kı­rım’ın il­ha­kı ile son bul­du.

Ba­tı­da­ki mü­ca­de­le sü­rek­li ve Ta­tar­la­rı dur­dur­mak sü­re­ci ka­dar baş ağ­rı­tı­cı ol­ma­mak­la be­ra­ber, bü­tü­nüy­le da­ha az mas­raf­lı de­ğil­di, çün­kü akut kriz dö­nem­le­rin­de da­ha kuv­vet­li ve da­ha iyi tec­hiz edil­miş or­du­la­rı ve silah fab­ri­ka­la­rın­da da­ha faz­la ya­tı­rı­mı ge­rek­ti­ri­yor­du. Du­rum ke­sin­lik­le hü­kü­met kont­ro­lü­nün gev­şe­me­si­ne mü­sa­ade ede­cek gi­bi de­ğil­di. Ak­si­ne ye­ni ver­gi­le­ri tarh et­mek ge­re­ki­yor­du ve ver­gi­len­dir­me sis­te­mi li­be­ral­leş­ti­ril­mek­ten zi­ya­de sı­kı­laş­tı­rıl­mak zo­run­day­dı. Po­mes­tiye sis­te­mi­ne da­ya­nan ye­ni bir or­du­nun teş­ki­li po­mes­ti­ye’ye zi­raî iş­gü­cü te­min et­me me­se­le­si­ni or­ta­ya çı­kar­dı ve bu, gör­müş ol­du­ğu­muz gi­bi, top­rak kö­le­li­ği­ne yol aç­tı. Bü­tün bun­la­rın so­nu­cun­da Mo­ğol dö­ne­min­de baş­la­yan ve as­len Mo­ğol­la­rın ida­rî pren­sip­le­ri­ne is­ti­nat eden sos­yal sı­nıf­la­rın kont­rol al­tı­na alın­ma­sı, Mos­kof hü­kü­me­ti ta­ra­fın­dan ile­ri­ye gö­tü­rül­dü ve ta­mam­lan­dı. Otok­ra­si ve top­rak kö­le­li­ği, Rus hal­kı­nın mil­let ola­rak ha­yat­ta kal­mak için öde­di­ği be­del­ler­di.

KISALTMALAR

AA Acta Archaeologica Academiae Scientiarum Hungaricae.

AAE Akty Arkheograficheskoi ekspeditsii.

Abaev V.I. Abaev, Osetinskii iazyk i folklor, I (Moskow and Leningrad, 1949).

Ab-ul-Faraj Gregory Ab-ul-Faraj, Chronographia, E.A.W. Budge, trans. See Sources.

AEM Archäologisch-epigraphische Mitteilungen aus Österreich-Ungarn.

AHR American Historical Review.

AI Akty istoricheskie.

AIK Annales de l’ınstitut Kondakov.

AIZR Arkhiv iuzhnoi i zapadnoi Rossii.

AK Arkheologicheskaia Kommissiia, Izvestiia.

Akanc Grigor of Akanc, History of the Nation of the Archers, R. P. Blake and R. N. Frye, eds. And trans., HJAS, 12 (1949), 269-399.

Altan-Tobci “Altan-Tobči,” Galsan gomboev, trans., VOT, 6 (1858).

AM Asia Major.

AN Akademiia Nauk, Izvestiia.

Ancient Russia G. Vernadsky, Ancient Russia (New Haven, Yale University Press, 1943).

Annuaire Annuaire de l’Institut de Philologie et d’Histoire Orientales et Slaves.

ANORI Akademiia Nauk, Otdelenie Russkogo Iazyka i Slovesnosti, Izvestiia.

ANORS Akademiia Nauk, Otdelenie Russkogo Iazyka i Slovesnosti, Sbornik.

Antonovich Monografii V.B. Antonovich, Monografii po istorii zapadnoi i iugo-zapadnoi Rusi (Kiev, 1885).

ANZ Akademiia Nauk, Zapiski.

ANZI Akademiia Nauk, Zapiski po istoriko-filologicheskomu otdeleniiu.

ASAW Abhandlungen der Sachsischen Akademie der Wissenschaften zu Leipzig (Phil.-hist.Klasse).

ASEER American Slavic and East European Review.

ASTH Asiatic Studies in Honour of Tôru Haneda (Society of Oriental Research, Kyoto University, 1950).

AW Ateneum Wilenskie.

AWB Preussische Akademie der Wissenschaften, Berlin, Sitzungsberichte (Phil.-hist. Klasse).

AWGA Akademie [formerly: Gesellschaft] der Wissenschaften in Göttingen, Abhandlungen (Phil.-hist.Klasse).

AWGN Akademie [formerly: Gesellschaft] der Wissenschaften in Göttingen, Nachrichten (Phil.-hist. Klasse).

AWV Akademie der Wissenschaften, Vienna, Denkschriften (Phil.-hist. Klasse).

AZR Akty zapadnoi Rossii.

Barthold, “Edigey” W. Barthold, Otets Edigeiia, TO, I (1927), 18-23.

Barthold, Turcs W. Barthold, Histoire des Turcs de l’Asie centrale (Paris, 1945).

Barthold, Turkestan W. Barthold, Turkestan Down to the Mongol Invasion (London, 1928).

Barthold, Ulugbek W. Barthold, Ulugbek i ego vremia (Petrograd, 1918).

Baumgarten I N. de Baumgarten, Généalogies et marriages occidentaux des Rurikides russes du x-me au xııı-me siècle, OC, 35 (1927).

Baumgarten 2 N. de Baumgarten, Généalogies des branches régnantes des Rurikides du xııı-me au xvı-me siècle, OC, 94 (1934).

Belleten Türk Tarih Kurumu, Belleten.

Berezin I. N. Berezin, Ocherk vnutrennego ustroistva Ulusa Dzhuchieva, VOT, 8 (1864).

Bernshtam A. Bernshtam, Sotsialno-ekonomicheskii stroi arkhonoeniseiskiklı Tiurok VI-VIII vekov (Moskow and Leningrad, 1946).

Blue Annals G. N. Roerich, ed., The Blue Annals, Pt. I (Calcutta, 1949).

Bouvat L. Bouvat, L’empire mongol, 2-me phase (Paris, 1927).

Bratianu G. I. Bratianu, Recherches sur le commerce génois dans la Mer Noire au XIII-ME siècle (Paris, 1929).

Bretschneider E. Bretschneider, Medieval Rescarches from Eastern Asiatic Sources (London, 1888; 2d ed. 1910), 2 vols.

Browne 2 E. G. Browne, A Literary History of Persia from Firdawsi to Sa’di (London, T. Fisher Unwin, 1906; reprinted, Cambridge, Cambridge University Press, 1928).

Browne 3 E. G. Browne, A History of Persian Literature under Tartar Dominion (Cambridge, Cambridge University Press, 1920).

BSOAS Bulletin of the School of Oriental and African Languages.

Buslaev F. I. Buslaev, Sochineniia, 1-2 (St. Petersburg, 1908-10).

BVSAW Berichte über die Verhandlungen der Sächsischen Akademie der Wissenschaften zu Leipzig (Phil.-hist. Klasse).

BZ Byzantinische zeitschrift.

CAH Cambridge Ancient History.

Cathay Colonel Sir Henry Yule, Cathay and the Way Thither, new edition by Henri Cordier (London, Hakluyt Society, 1914-16), 4 vols.

ČČH Český Časopis Historický.

Cessi R. Cessi, Storia della Republica di Venezia (Milano, 1944), 2 vols.

Chteniia Moscow, Universitet, Obshchestvo Istorii i Drevnostei, Chteniia.

Cleaves, “Chancellery” F. W. Cleaves, A. Chancellery Practice of the Mongols, HJAS, 14 (1951), 493-526.

Cleaves, Inscription I F. W. Cleaves, The Sino-Mongolian Inscription of 1362, HJAS, 12 (1949), 1-133.

Cleaves, Inscription II F. W. Cleaves, The Sino-Mongolian Inscription of 1335, HJAS, 13 (1950), 1-131.

Cleaves, Inscription III F. W. Cleaves, The Sino-Mongolian Inscription of 1338, HJAS, 14 (1951), 1-104.

Cleaves, “Mongolian Names” F. W. Cleaves, The Mongolian Names and Terms in the History of the Nation of the Archers by Grigor of Akanc, HJAS, 12 (1949), 400-443.

CO Collectanea Orientalia.

Cordier H. Cordier, Histoire générale de la Chine (Paris, 1920), 4 vols.

DDG S.V. Bakhrushin and L. V. Cherepnin, eds. Dukhovnye i dogovornye gramoty velikikh i udelnykh kniazei XIV-XVI vekov (Moskow and Leningrad, 1950).

Denzinger, Enchiridion H. Denzinger and C. Bannwart, Enchiridion symbolorum (14th and 15th ed. Freiburg, 1922).

Diakonov, Ocherki M. A. Diakonov, Ocherki obshchestvennogo i gosudarstvennogo stroia drevnei Rusi (4th ed. St. Petersburg, 1912).

Diakonov, Vlast’ M. A. Diakonov, Vlast’ moskovskikh gosudarei (St. Petersburg, 1889).

D’Ohsson M. D’Ohsson, Histoire des Mongols (Paris, 1824), 2 vols. This (first) edition only has been accessible to me.

Eberhard W. Eberhard, Chinas Geschichte (Bern, 1948).

EI Enycclopaedia of Islam.

Ekzempliarsky A. V. Ekzempliarsky, Velikie i udelnya kniazia severnoi Rusi v tatarskii period (St. Petersburg, 1889-91), 2 vols.

Eliashevich V. B. Eliashevich, Istoriia prava pozemelnoi sobstvennosti v Rossii, 1-2 (Paris, 1948-51).

ES Brockhaus-Efron, entsiklopedicheskii slovar’.

ESA Eurasia septentrionalis antiqua.

Escarra J. Escarra, Le Droit chinois (Peking and Paris, 1936).

FEQ Far-Eastern Quarterly.

Fletcher G. Fletcher, On the Russ Commonwealth (London, Hakluyt Society, 1856).

Florovsky or Florovsky, Chekhi A. Florovsky, Chekh i vostochnye slaviane (Prague, 1935-47), 1, 2.

Franke, “Europa” H. Franke, Europa in der ostasiatischen geschichtsschreibung des 13. und 14-Jahrhunderts, Saeculum, 2 (1951), 65-75.

Franke, Geld H. Franke, Geld und Writschaft in China unter der Mongolen Herrschaft (Leipzig, 1949).

Franke, Geschichte O. Franke, Geschichte des chinesischen Reiches, 4 (Berlin, 1948).

GA Gosudarstvennaia Akademiia Istorii Materialnoi Kultury, Izvestiia.

Gibbon E. Gibbon, The Decline and fall of the Roman Empire (New York, Modern Library, n.d.), 2 vols.

GNP S. N. valk, ed., Gramoty Velikogo Novgoroda i Pskova (Moscow and Leningrad, 1949).

Golubinsky E. Golubinsky, Istoriia russkoi tserkvi (Moskow, 1900-17), 2 vols., each in two parts.

Golubinsky Kanonizatsiia, E. Golubinsky, Istoriia kanonizatsii sviatykh v russkoi tserkvi (2d ed. Moscow, 1903).

Golubovich G. Golubovich, ed., biblioteca Bio-bibliografica della Terra Santa e dell’ Oriente franciscano (Quaracchi, 1906-27), 5 vols.

Golubovsky P. V. Golubovsky, Istoriia smolenskoi zemli (Kiev, 1895).

Gordlevsky V. Gordlevsky, Gosudarstvo Seldzhukidov Maloi Azii (Moscow and Leningrad, 1941).

Grekov Krestiane, B. D. Grekov, Krestiane na Rusi s drevneishikh vremen do XVII veka (Moscow and Leningrad, 1946).

Grigoriev, Yarlyki V. Grigoriev, O dostovernosti yarlykov dannykh khanami Zolotoi Ordy russkomu dukhovenstvu (Moscow, 1842).

Groot J. J. M. de Groot, chinesische Urkunden zur geschichte Asiens (Berlin and Leipzig, 1921-26), 1-2.

Grousset R. Grousset, L’Empire Mongol (Paris, 1941).

Grousset, Empire des steppes R. Grousset, L’Empire des steppes (Paris, 1939).

Grousset, Extrême-Orient R. Grousset, Histoire de l’Extreme-Orient (Paris, 1929), 2 vols.

Grousset, Histoire R. Grousset, Histoire de l’Asie, 3 (Paris, 1922).

Grum-Grzymailo G. E. Grum-Grzymailo (Grumm-Grzhimailo), Zapadnaia Mongoliia i uriankhaiskii krai (Leningrad, 1914-30), 1, 2, and 3, Pt. 1, Pt. 2.

Haenisch E. Haenisch, Die geheime Geschichte der Mongolen (Leipzig, 1948).

Halphen L. Halphen, L’Essor de l’Europe, XI-XIII-me siècles (Paris, 1932; 3d ed. Paris, 1948).

Herberstein Baron S. Herberstein, Zapiski o moskovitskikh delakh, A. I. Malein, trans. (St. Petersburg, 1908).

HJAS Harvard Journal of Asiatic Studies.

Hóman B. Hóman and Gy. Szekfü, Magyar Történet, 1-2 (Budapest, 1941-42).

Howorth H. H. Howorth, History of the Mongols (London, Longmans, Green & Co., 1876-1927), 4 vols.

HRM Historica Russiae monumenta, A. Turgenev, ed.

Hrushevsky M. Hrushevsky (Grushevsky), Istoriia Ukrainy-Rusi (Kiev and Lvov, 1903-31), 9 vols.

Hyp. Hypatian Codex (1st ed. PSRL, 2).

Iakinf Iakinf (Bichurin), monk, trans., Istoriia pervykh chetyrekh khanov iz doma chingisova (St. Petersburg, 1829).

Ibn-Batuta C. Defrémery and B. R. Sanguinetti, eds. and trans., Voyages d’Ibn-Batoutah (Paris, 1853-58), 4 vols.

IIM Akademia Nauk, Institut Istorii Materialnoi Kultury, Kratkie soobshcheniia.

Ikonnikov V.S. Ikonnikov, Opyt russkoi istoriagrafii (Kiev, 1891-1908), 2 vols.

IMT Istoricheskii Muzei, Trudy.

JA Journal asiatique.

JAOS Journal of the American oriental Society.

JGOE Jahrbücher für Geschichte Osteuropas.

Jireček, Bulgaria H. Jirecek, Geschichte der Bulgaren (Prague, 1876).

Jireček, Serbia C. Jirecek, Geschichte der Serben, I (Gotha, 1911).

JNCB Journal of the North china Branch of the Royal Asiatic Society.

JRCAS Journal of the Royal Central Asian Society.

Karamzin N. M. Karamzin, Istoriia Gosudarstva Rossiiskogo (6th ed. St. Petersburg, A. Smirdin, 1851-53), 12 vols.

Karamzin, Notes Primechaniia k istorii Gosudarstva Rossiiskogo (6th ed. St. Petersburg, A. Smirdin, 1852-53), 12 vols.

Khara-Davan E. Khara-Davan, Chingis-Khan kak polkovodets i ego nasledie (Belgrade, 1929).

Kievan Russia G. Vernadsky, Kievan Russia (New Haven, Yale University Press, 1948).

Kliuchevsky or Kliuchevsky, Kurs V. O. Kliuchevsky, Kurs russkoi istorii (American Council of Learned Societies Reprints, Russian Series, No. 14), Reproduction of the 1937 Moscow edition, 5 vols.

Kliuchevsky, Boyarskaia Duma V. O. Kliuchevsky, Boyarskaia Duma drevnei Rusi (4th ed. Moscow, 1909).

Kliuchevsky, Zhitiia V.O. Kliuchevsky, Drevnerusskie zhitiia sviatykh kak istoricheskii istochnik (Moscow, 1871).

Kolankowski L. Kolankowski, Dzieje Wielkiego Ksiestwa Litewskiego za Jagiellonów (Warsaw, 1930), I.

Kotwicz, “Formules initiales” W. Kotwicz, Formules initiales des documents mongols au xııı-me et xıv-me siècles, RO, 10 (1934), 131-157.

Kotwicz, “Lettres” 1. W. Kotwicz, En marge des lettres des il-khans de Perse, CO, 4 (1933).

Kotwicz, “Lettres” 2 W. Kotwicz, Quelques mots encore sur les lettres des il-khans de Perse, CO, 10 (1936).

Kotwicz, “Mongols” W. Kotwicz, Les Mongols, promoteurs de l’idée de paix universelle au début du xııı-e siècle, La Pologne au VII-e Congrès International des Sciences Historiques (Warsaw, 1933), pp: 1-6 (of the reprint).

Kozin S. A. Kozin, ed. And trans., Sokrovennoe skazanie, I (Moscow and Leningrad, 1941).

Krause, Cingis Han F. E. A. Krause, Cingis Han (Heidelberg, 1922).

Krause, Geschichte F. E. A. Krause, Geschichte Ostasiens (Göttingen, 1925), I.

Krymsky, Persia A. Krymsky, Istoriia Persii, eë literatury i dervishskoi teosofii (Moscow, 1909-15), 3 vols.

Krymsky, Turkey A. Krymsky, Istoriia Turechchyny (Kiev, 1924).

Kuczyński S. M. Kuczyński, Ziemie czernihowsko-siewierskie pod rzadami Litwy, TISU, 33 (1936).

Kulakovsky, Alany Iu. Kulakovsky, Alany po svedeniiam klassicheskikh i vizantiiskikh pisatelei (Kiev, 1899).

Kulakovsky, Tavrida Iu. Kulakovsky, Proshloe Tavridy (2d ed. 1914).

KUO Kazan, Universitet, Obshchestvo Arkheologii, Istorii i Etnografii, Izvestiia.

Kurat A. N. Kurat, Topkapı Sarayi Müzesi Arşivindeki Altın Ordu, Kırım ve Türkistan Hanlarına ait yarlık ve bitikler (Istanbul, 1940).

La Monte J. L. La Monte, The World of the Midle Ages (New York, Appleton-Century-Crofts, 1949).

Latourette K. S. Latourette, The Chinese, Their History and Culture (New York, Macmillan, 1934), 2 vols.

Laur. Laurentian Codex of the Russian annals.

Likhachev D. S. Likhachev, Russkie letopisi (Moscow and Leningrad, 1947).

Liubavsky M. K. Liubavsky, Ocherk istorii litovsko-russkogo gosudarstva (2d ed. Moscow, 1915).

Lopez R. Lopez, Storia delle colonie genovese nel Mediterraneo (Bologna, 1938).

Lot F. Lot, L’Art militaire et les armées au Moyen Age en europe et dans le Proche Orient (Paris, 1946), 2 vols.

McGovern W. M. McGovern, The Early Empires of Central Asia (Chapel Hill, University of North Carolina Press, 1939).

Makari Makari (Bulgakov), Metropolitan, Istoriia russkoi tserkvi (St. Petersburg, 1888-91), 12 vols.

MAR Arkheologicheskaia Komissiia, Materialy po arkheologii Rossii.

Martin H. D. Martin, The Rise of Chingis Khan and His Conquest of North China (Baltimore, Johns Hopkins Press, 1950).

Matthew Paris. See Paris, Matthew.

Menges K. H. Menges, The Oriental Elements in the Vocabulary of the Oldest Russian Epos, The Igor Tale. Preface by R. Jakobson. Supplement to Word, Monograph No. I (New York, 1951).

MIAS Akademiia Nauk, Institut Istorii Materialnoi Kultury, Materialy i issledovaniia po arkheologii SSSR.

Miliukov, Ocherki P. Miliukov, Ocherki po istorii russkoi kultury, I (7th ed. Moscow, 1918).

Minns E. H. Minns, Scythians and Greeks (Cambridge, Cambridge University Press, 1913).

Minorsky, Caucasica III V. Minorsky, Caucasica III, The Alan capital Magas and the Mongol campaigns, BSOAS, 14 (1952), 221-238.

Minorsky, “Middle East” V. Minorsky, The Middle East in Western Politics in the 13th, 15th, and 17th Centuries, JRCAS, 27 (1940), 427-461.

Minorsky, “Nasir al-Din” M. Minovy and V. Minorsky, Nasir al-Din Tusi on Finance, BSOAS, 10 (1942), 755-789.

Minorsky, Tadhkirat V. Minorsky, ed. and trans., Tadhkirat al-Muluk: A Manual of Safavid Administration (London, Luzac & Co., 1943).

Moravcsik Gy. Moravcsik, Byzantinoturcica (Budapest, 1942-43), 2 vols.

Mostaert, “L’Ouverture du sceau” A. Mostaert, “L’Ouverture du sceau” et les adresses chez les Ordos, MS, I (1935), 315-337.

Moszyński K. Moszyński, Kultura Iudowa Slowian, 2, Fasc. 1-2 (Kraków, 1934-39).

MPMP Marco Polo, trans. Moule and Pelliot. See Sources.

MPYC Marco Polo, trans. Yule and Cordier. See Sources.

MRL G. Vernadsky, trans. Medieval Russian Laws (New York, Columbia University Press, 1947).

MS Monumenta serica.

MSOS Mitteilungen des Seminars für orientalische Sprachen (Berlin).

MTB Memoirs of the Research Department of the Toyo Bunko (Tokyo).

Mutafchiev P. Mutafchiev, Istoriia na bulgarskiia narod (Sofia, 1943-44), 2 vols.

Nasonov A. N. Nasonov, Mongoly i Rus’ (Moscow and Leningrad, 1940).

Nasonov, Russkaia zemlia A. N. Nasonov, “Russkaia zemlia” i obrazovanie territorii drevnerusskogo gosudarstva (Moscow, 1951).

Nikon The Patriarch Nikon Chronicle.

Nikov P. Nikov, Tataro-bulgarski otnosheniia (Sofia, 1921).

NORAO Russkoe Arkheologicheskoe Obshchestvo, Numizmaticheskoe Otdelenie, Zapiski.

Novgorod The First Novgorodian Chronicle (1950 ed.).

Novgorod IV The Fourth Novgorodian Chronicle.

Novotný V. Novotný, České dĕjiny, I, Pt. 3. (Prague, 1928).

OAK Otchet Arkheologicheskoi Kommissii.

OC Orientalia christiana.

OCP Orientalia christiana periodica.

OGN Akademiia Nauk, Otdelenie Gumanitarnykh Nauk, Izvestiia.

Oman Ch. Oman, A History of the Art of War in the Middle Ages (2d ed., London, Methuen & Co., 1924), 2 vols.

OO Odessa, Obshchestvo Istorii i Drevnostei, Zapiski.

ORSA Russkoe Arkheologicheskoe Obshchestvo, Otdelenie russkoi I slavianskoi arkheologii, Zapiski.

Ostrogorsky G. Ostrogorsky, Geschichte des byzantinischen Staates (Munich, 1940).

Palladi, “Kitaiskoe skazanie” Palladi (Kafarov), Archimandrite, trans., Starinnoe kitaiskoe skazanie o Chingiskhane, VS, I (1877), 149-202.

Paris, Matthew Matthew Paris, English History, trans. from the Latin by J. A. Giles (London, H. C. Bohn, 1852-54), 3 vols.

Pashuto V. T. Pashuto, Ocherki po istorii galitsko-volynskoi Rusi (Mos­cow, 1950).

Paszkiewicz H. Paszkiewicz, Jagiellonowie a Moskwa, I (Warsaw, 1933).

Paszkiewicz, Polityka Ruska H. Paszkiewicz, Polityka ruska Kazimierza Wielkiego (Warsaw, 1925).

Pelliot P. Pelliot, Notes sur I’histoire de la Horde d’Or (Paris, 1950).

Pelliot, Campagnes P. Pelliot and L. Hambis, eds. and trans., Histoire des campagnes de Gengis Khan (Leyden, 1951), I.

Pelliot, “Mongols et papaute” P. Pelliot, Les Mongols et la papauté, Pts. 1-2, ROC, 23 (1922-23), 24 (1924). Only these two parts have been accessible to me.

Plano Carpini M Ioann de Piano Carpini, Istoriia Mongalov, A. I. Malein, trans. (St. Petersburg, 1911).

Poliak, “Caractere colonial” A. N. Poliak, Le Caractère colonial de L’Etat Mamelouk dans ses rapports avec la Horde d’Or, REI, 1935, 231-248.

Poliak, “Yasa” A. N. Poliak, The Influence of Chingis-Khan’s Yasa upon the General Organization of the Mameluk State, BSOAS, 10 (1942), 862-876.

Poppe, “Opisanie” N. Poppe, Opisanie mongolskikh ‘shamanskikh’ rukopisei Instituta Vostokovedeniia, ZIV, I (1932), 151-200.

PPS Pravoslavnyi palestinskii sbornik.

Preobrazhensky A. Preobrazhensky, Etymological Dictionary of the Rus­sian Language (New York, Columbia University Press, 1951). Reproduc­tion of the Russian edition.

Priselkov, Yarlyki M. D. Priselkov, Khanskie yarlyki russkim mitropolitam (Petrograd, 1916).

PSRL Polnoe sobranie russkikh letopisei.

RA Revue archiologique.

Radlov V. Radlov, Yarlyki Toktamysha i Temir-Kutluga, VOZ, 3 (1889), 1-40.

Radlov, Versuch W. Radloff [V. Radlov], Versuch eines Wörterbuches der Türk-Dialekte (St. Petersburg, 1893-1911), 4 vols.

Rashid I Rashid ad-Din, Sbornik letopisei, I. N. Berezin, trans., VOT, 5 (1858).

Rashid IA Idem, VOT, 13 (1868).

Rashid IB Idem, VOT, 15 (1888).

Rashid 3 Rashid ad-Din, Sbornik letopisei, 3, A. A. Romaskevich, E. E. Bertels, and A. Iu. Iakubovsky, eds., A. K. Arends, trans. (Moscow and Leningrad, 1946).

Ratchnevsky P. Ratchnevsky, Un code des Yuan (Paris, 1937).

Redhouse J. W. Redhouse, A Turkish and English Lexicon (new impres­sion, Constantinople, 1921).

REI Revue d’études islamiques.

RES Revue des études slaves.

Riasanovsky V. A. Riasanovsky, Fundamental Principles of Mongol Law (Tientsin, 1937).

RIB Russkaia istoricheskaia biblioteka.

Risch Johann de Piano Carpini, Geschichte der Mongolen und Reisebericht, F. Risch, trans. (Leipzig, 1930).

RO Rocznik Orientalistyczny.

ROC Revue de l’Orient chrétien.

Rockhill W. W. Rockhill, ed. and trans., The Journey of William of Rubruck . . . with two accounts of the earlier journey of John of Pian de Carpine (London, Hakluyt Society, 1900).

Rog. The Rogozhsky Chronicle (Rogozhsky letopisets).

Rybakov B. A. Rybakov, Remeslo drevnei Rusi (Moscow, 1948).

SA Sovetskaia arkheologiia.

Schiltberger J. Buchan Telfer, ed. and trans., The Bondage and Travels of Johann Schiltberger (London, Hakluyt Society, 1879).

Schmidt W. Schmidt, Der Ursprung der Gottesidee, 9, Die Asiatischen Hirtenvölker, die primären Hirtenvölker der Alt-Türken, der Altai- und der Abakan-Tataren (Münster and Freiburg, 1949).

Secret History. See Kozin (Russian trans.) and Haenisch (German trans.).

SEER The Slavonic and East European Review (London).

Serebrfansky, Zhitiia N. Serebriansky, Drevnerusskie kniazheskie zhitiia (Moscow, 1915). Also in Chteniia.

Sergeevich V. I. Sergeevich, Drevnosti russkogo prava (St. Petersburg, 1908-11), 3 vols.

SGGD Sobranie gosudarstvennykh gramot i dogovorov (St. Petersburg, 1813-94), 5 vols.

Siyaset-nama B. N. Zakhoder, trans., Siyaset-nama, Kniga o pravlenii vizira XI stoletiia Nizam al-Mulka (Moscow and Leningrad, 1949).

Simeonov The Simeonov Chronicle (Simeonovskaia letopis’).

SK Seminarium Kondakovianum (Prague).

Smirnov, Krymskoe Khanstvo V. D. Smirnov, Krymskoe Khanstvo pod verkhovenstvom Ottomanskoi Party (St. Petersburg, 1887).

Soloviev S. M. Soloviev, Istoriia Rossii s drevneishikh vremen (ist ed. Moscow, 1851-79), 29 vols.

Soloviev, Novgorod S. M. Soloviev, Ob otnoskeniiakh Novgoroda k velikim kniaziam (Moscow, 1845).

Spuler or Spuler, Horde B. Spuler, Die goldene Horde (Leipzig, 1943).

Spuler, Iran B. Spuler, Die Mongolen in Iran (Leipzig, 1939).

Sreznevsky I. I. Sreznevsky, Materialy dlia slovaria drevnerusskogo iazyka (St. Petersburg, 1893-1912), 3 vols.

SSRP Scriptores rerum prussicarum (Leipzig, 1861-63), 1-2.

Stadtmüller G. Stadtmüller, Geschichte Südosteuropas (München, 1950).

Steingass F. Steingass, A Comprehensive Persian-English Dictionary (London, Kegan Paul, Trench, Trübner & Co., 1892; 2d impression 1930).

Struve P. B. Struve, Nabliudeniia i issledovaniia iz oblasti khoziastvennoi zhizni i prava drevnei Rusi, offprint from Sbornik Russkogo Instituta v Prage, I (Prague, 1929).

TAS Trudy Arkheologicheskikh S’ezdov.

Tatishchev V. N. Tatishchev, Istoriia rossiiskaia, 1-4 (St. Petersburg, 1768-84).

Thomsen V. Thomsen, Alttürkische Inschriften aus der Mongolei, ZDMG, 78 (1924), 121-175.

Tiesenhausen V. G. Tiesenhausen [Tizengauzen], ed. and trans., Sbornik materialov otnosiashchikhsia k istorii Zolotoi Ordy, I (St. Petersburg, 1884); 2 (Moscow and Leningrad, 1941).

TISU Travaux de l’Institut Scientifique Ukrainien (Warsaw).

TO Tavricheskoe Obshchestvo Istorii, Arkheologii i Etnografii (Sim­feropol), Izvestiia.

Togan A. Z. V. Togan, Tarihde usul (İstanbul, 1950).

Tolstov, Khorezm S. P. Tolstov, Drevnii Khorezm (Moscow, 1948).

Tolstov, Po sledam S. P. Tolstov, Po sledam drevnekhorezmiiskoi tsivilizatsii (Moscow and Leningrad, 1948).

TP T’oung Pao.

TPS Transactions of the Philological Society.

Trinity The Trinity Chronicle (Troitskaia letopis’), M. Priselkov’s re­construction.

UJ Ungariscke lahrbiicher.

Vasiliev, Goths A. A. Vasiliev, The Goths in the Crimea (Cambridge, Mass., Mediaeval Academy of America, 1936).

Vasmer M. Vasmer, Russisches etymologisches Wörterbuch (Heidelberg, 1950-). Not yet completed.

Veliaminov-Zernov V. V. Veliaminov-Zernov, Issledovanie o Kasimovskikh tsariakh i tsarevichakh (St. Petersburg, 1863-87), 4 vols.

Vernadsky, “Juwaini” G. Vernadsky, Juwaini’s Version of Chingis-Khan’s -Yasa, AIK, II (1939), 33-45.

Vernadsky, “Royal Serfs” G. Vernadsky, The Royal Serfs (Serai Regales) of the “Ruthenian Law” and Their Origin, Speculum, 26 (1951), 255-264.

Vernadsky, “Sarmat. Hintergrund” G. Vernadsky, Der sarmatische Hinter-grund der germanischen Völkerwanderung, Saeculum, 2 (1951), 340-392.

Vernadsky, “Uigurs” G. Vernadsky, Notes on the History of the Uigurs in the Late Middle Ages, JAOS, 56 (1936), 453-461.

Vernadsky, “Yasa” G. Vernadsky, The Scope and Contents of Chingis-Khan’s Yasa, HJAS, 3 (1938), 337-360.

Vernadsky, “ZOEV” G. Vernadsky, Zolotaia Orda, Egipet i Visantiia v ikh vzaimootnosheniiakh v tsartstvovanie Mikhaila Paleologa, SK, I (1927), 73-84.

Veselovsky N. I. Veselovsky, Khan iz temnikov Zolotoi Ordy Nogay i ego vremia (Petrograd, 1922).

VLU Vestnik Leningradskogo Universiteta.

Vladimirsky-Budanov, Khristomatiia M. F. Vladimirsky-Budanov, Khris-tomatiia po istorii russkogo prava (St. Petersburg and Kiev, 1908-15), 3 vols.

Vladimirsky-Budanov, Obzor M. F. Vladimirsky-Budanov, Obzor istorii russkogo prava (7th ed. St. Petersburg and Kiev, 1915).

Vladimirtsov B. Ia. Vladimirtsov, Obshchestvennyi stroi Mongolov, (Len­ingrad, 1934).

Vladimirtsov, Chingis-Khan B. Ia. Vladimirtsov, Chingis-Khan (Berlin-St. Petersburg-Moscow, 1922).

Voegelin E. Voegelin, The Mongol Orders of Submission to European Powers, 1245-1255, Byzantion, 15 (1941), 378-413.

Voskr. The Voskresensky Chronicle (Voskresenskaia letopis’).

VOT Russkoe Arkheologicheskoe Obshchestvo, Vostochnoe Otdelenie, Trudy.

VOZ Russkoe Arkheologicheskoe Obshchestvo, Vostochnoe Otdelenie, Zapiski.

VS Vostochnyi sbornik, I (St. Petersburg, 1877).

Wassaf Geschichte Wassaf’s, J. Hammer-Purgstall, ed. and trans. (Vienna, 1856).

Wittfogel K. Wittfogel and Feng Chia-shêng, History of Chinese Society:Liao (Philadelphia, American Philosophical Society, 1949).

Wyngaert A. van den Wyngaert, Itinera et relationes fratrum minorum saeculi XIII et XIV (Quaracchi, 1929).

Zambaur E. Zambaur, Manuel de généalogie et de chronologie pour l’histoire de l’Islam (Hanovre, 1927), 2 parts and volume of tables.

ZDMG Zeitschrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft.

Zinkeisen J. W. Zinkeisen, Geschichte des Osmanischen Retches in Europa (Hamburg, 1840-63), 7 vols.

ZIV Zapiski Instituta Vostokovedeniia.

ZMNP Zhurnal Ministerstva Narodnogo Prosveshcheniia.

ZO B. D. Grekov and a. Iu. Iakubovsky, Zolotaia Orda i ee padenie (Moskow and Leningrad, 1950).

ZOG Zeitschrift für osteuropäische Geschichte.

ZRGO Zapiski Russkogo Geograficheskogo Obshchestva.

ZSP Zeitschrift für slavische Philologie.

KAYNAKLAR1145*

1145The asterisk items are titles of publications which reached me too late to be taken into consideration in the preparation of this volume.

ı. ınscrıptıons

Akchokrakly, O., Staro-Krymskie i otuzskie nadpisi xıı-xv vekov, TO, I (1927), 5-17.

— Staro-Krymskie nadpisi, TO, 3 (1929), 152-159.

Blochet, E., Les inscriptions de Samarkand, I. Le Gour-i-mir ou Tombeau de Tamerlan, RA, ser. 3, 30 (1897), 67-77, 202-231.

Bonaparte, Prince Roland, Documents de l’époque mongole (Paris, 1895), Inaccessible to me.

Chavannes, E., Inscriptions et pièces de chancellerie chinoises de l’époque mongole, TP, 5 (1904), 357-447; 6 (1905), 1-42; 9 (1908), 297-425.

Cleaves, F. W., Inscriptions I—III. See Abbreviations.

*Cleaves, F. W., The Sino-Mongolian Inscription of 1346, HJAS, 15 (1952), 1-123.

Devéria, G., Notes d’épigraphie mongole-chinoise, JA, ser. 9, 8 (1896), 94-128, 395-443.

Haneda, T., Une tablette du décret sacré de l’empereur Genghis, MTB, 8 (1936), 85-91.

Kemal, IA., Nadpis’ na portale “Mecheti Uzbeka” v gorode Starom Krymu, TO, I (1927), 202-204.

Kotwicz, W., Mongolskie nadpisi na Erdzeni-dzu, Sbornik Muzeiia Antropologii i Etnografii, 5, Fasc. I (Petrograd, 1918), 205-214.

Lewicki, M., Les Inscriptions mongoles inédites en écriture carrée, CO, 12 (1937).

Murayama, S., Über die Inschrift auf den “Stein des Čingis,” Oriens, 3 (I950), 108-112 (tables 1-2).

Orlov, A. S., Bibliografiia russkikh nadpisei XI-XV vekov (Moscow and Leningrad, 1936).

Ponomarev, A. I., Popravki k chteniiu nadpisi Timura, Sovetskoe Vostoko-vedenie, 3 (1945), 222-224.

Poppe, N. N., Karasakpaiskaia nadpis’ Timura, Gosudarstvennyi Ermitazh, Trudy Otdela Vostoka, 2 (1940), 185-187.

Rybakov, B. A., K bibliografii russkikh nadpisei xı-xv vekov, Istoricheskie zapiski, 4 (1938), 250-256.

Spitsyn, A. A., Tatarskie baisy, AK, 29 (1909), 133-134.

ıı. coıns

1. Mongol

Blau, O., and Stickel, J. G., Zur mohammedanischen Numismatik und Epigraphik, I. Über einige mohammedanische Münzen, ZDMG, II (1857), 443-459.

Blochet, E., Les Monnaies mongoles de la Collection Decourdemanche, ROC, II (1906), 50-59, 113-129.

Drouin, E., Notice sur les monnaies mongoles faisant partie des documents de l’époque mongole publiés par le prince Bonaparte, JA, ser. 9, 7 (1896), 486-544.

Frähn, C. M., Recensio numorum muhammedanorum Academiae Imperialis Scientiarum Petropolitanae (St. Petersburg, 1826).

— Über die Münzen der Chane vom Ulus Dschutschis oder der Goldenen Horde (St. Petersburg, 1832).

Grigoriev, V. V., Monety Dzhuchidov, Genueztsev i Gireev, OO, I (1844).

Inaccessible to me.

— Neskolko novykh vidov i variantov dzhuchidskikh monet, VOT, 8 (1864), 319-354.

— Opisanie klada iz zolotoordynskikh monet naidennogo bliz razvalin Saraya, Zapiski St. Peterburgskogo Arkheologichesko-Numizmaticheskogo Obshchestva, 2 (1850), 1-63.

Lane-Poole, S., Catalogue of the Oriental Coins in the British Museum, 6: The Coins of the Mongols (London, 1881); additions to 6 in 10 (1890), 81-138.

Likhachev, A. F., Novyi klad dzhuchidskikh monet, Russkoe Arkheologicheskoe Obshchestvo, Izvestiia, 8 (1877), 37-43.

Markov, A. K., Inventarnyi katalog musulmanskikh monet Ermitazha (St. Petersburg, 1896).

— O monetakh Khana Nogaia, Moskovskoe Numizmaticheskoe Obshche­stvo, Trudy, 3 (1905). Inaccessible to me.

— Serebrianaia moneta dinastii Argunidov, Numizmaticheskii sbornik, 2 (Moscow, 1913), 319-320.

Masson, M. E., Monetnyi klad xıv veka iz Termeza, Bulletin de I’Université de I’Asie Centrale, 18 (Tashkent, 1929), 53-66.

Saveliev, P. S., Monety Dzhuchidov, Dzhagataidov, Dzhelairidov i drugie, VOT, 3 (1858), 203-528.

— Spisok zolotoordynskikh monet iz goroda Uveka, KUO, 2 (1880), 171. Inaccessible to me.

Soret, F., Lettre à M. le professeur H. Brockhaus sur quelques monnaies Houlaguides, ZDMG, 16 (1862), 417-426.

Neizdannye vostochnye monety, VOT, 2 (1856), 68-112, 304-328; 4 (1859), 285-314.

Tiesenhausen (Tizengauzen), V. G., Numizmaticheskie novinki, VOZ, 6 (1892), 241-257.

— Vostochnye monety N. P. Linevicha, VOZ, 4 (1889), 302-312.

Vasmer, R., O dvukh zolotoordynskikh monetakh, Zapiski Kollegii Vostokovedov, 2 (1926), 109-112.

2. Russian

Fedorov, G. B., Dengi Moskovskogo Kniazhestva vremeni Dmitriia Donskogo i Vasiliia I, MI AS, 12 (1949), 144-185.

Kaufman, I. I., Russkii ves, ego proiskhozhdenie i razvitie, NORAO, I, Fasc. I (1906), 93-183.

— Serebrianyi rubl v Rossii, NORAO, 2, Fasc. 1-2 (1910), 1-268.

Markov, A. K., O tipakh russkikh monet xv veka, NORAO, I, Fasc. 4 (1910), 130-137.

Oreshnikov, A. V., Russkie monety do 1547 goda (Moscow, 1896).

Tolstoy, Count I. I., Dengi velikogo kniazia Dmitriia Ivanovicha Don­skogo, NORAO, I, Fasc. 4 (1910), 139-154.

Monety velikogo kniazia Vasiliia Dmitrievicha, NORAO, 2, Fasc. 3-4 (1913), 1-84.

ııı. archeology

1. The Golden Horde and Central Asia

Ballod, F., Privolzhskie Pompei (Moscow and Petrograd, 1923).

Staryi i Novyi Saray (Kazan, 1923).

Barthold, W., Arkheologicheskie raboty v Samarkande letom 1924 goda, GA, 4 (1925), 119-132.

— Novye dannye o samarkandskikh pamiatnikakh, VOZ, 25 (1921), 83-88.

Bashkirov, A. S., and Bodaninsky, U., Pamiatniki krymsko-tatarskoi stariny, Novyi vostok, 8-9 (1925), 295-311.

Bernshtam, A. N., Chuiskaia dolina, MIAS, 14 (1950), 140-141 and Plates 91-94.

Blochet, E., Musulman Painting XIITH-XVIITH Century, C. M. Binyon, trans., (from the French), with an introduction by Sir E. Denison Ross (London, Methuen & Co., 1929).

Bodaninsky, U., Tatarskie mavzolei “durbe” v Krymu, TO, I (1927), 195-201.

Borozdin, I. N., Solkhat, Novyi vostok, 13-14 (1927), 271-301.

Denike, B., Zhivopis’ Irana (Moscow, 1938).

Elisséev, S., and others, Histoire universelle des arts.

Arts musulmans-Extrême Orient (Paris, 1939). Pt.: Les Arts musulmans, by Georges Salles, pp. 54-62: “L’Art mongol et l’art timouride.” Pt.: L’Art de la Chine, by S. Elisséev, pp. 351-356: “L’Epoque Yuan.”

Gorodtsov, V. A., Rezultaty arkheologicheskikh issledovanii na meste goroda Madzhar, TAS, 14, Pt. 3, 199. Inaccessible to me.

Iakubovsky, A. Iu., Feodalizm na Vostoke. Stolitsa Zolotoi Ordy Saray Berke (Leningrad, 1932).

— Razvaliny Sygnaka, Gosudarstvennaia Akademiia Istorii Materialnoi Kultury, Soobshcheniia, 2 (1930), 123-159.

— Razvaliny Urgencha, GA, 6, Fasc. 2 (1930).

Markevich, A. I., Poezdka v Staryi Krym, Izvestiia Tavricheskoi Uchenoi Arkhivnoi Kommissii, 6 (1888).

— Staro-Krymskie drevnosti, Izvestiia Tavricheskoi Uchenoi Arkhivnoi Kommissii, 17 (1892).

Nevostruev, K. I., O gorodishchakh Volzhsko-Bolgarskogo i Kazanskogo Tsarstv, TAS, I (1869). Inaccessible to me.

Piliavsky, V., Urgenck i Mizdakhan (Moscow, 1948). Reviewed by B. Nikitine, JA, 239 (1951), 255-256.

Samarkandskie mecheti, Fasc. I, Mechet’ Gur-Emir (St. Petersburg, 1905).

Smirnov, A. P. Bania xıv veka v Velikikh Bolgarakh, IIM, 6 (1940), 82-88.

Issledovanie gorodishcha Suvar, SA, 4 (1937), 330-332.

Suvar, IMT, 16 (1941). Inaccessible to me.

Smirnov, Ia. I., ed., Vostochnoe serebro (St. Petersburg, 1905). The fol­lowing numbers in this album belong to the Mongol period: 173-180, 194-198, 220-225, 227-240, 242, 244, 245, 297, 300, 321, 322.

Smolik, J., Die timuridischen Baudenkmäler in Samarkand aus der Zeit Tamerlans (Vienna, 1929). Inaccessible to me.

Spitsyn, A. A., K voprosu o Monomakhovoi shapke, ORSA, 8, Pt. I (1906), 146-184.

— Tatarskie kurgany, TO, I (1927), 149-153.

Stasov, V. V., Miniatiury nekotorykh rukopisei vizantiiskikh, bolgarskikh, russkikh, dzhagataiskikh i persidskikh (St. Petersburg, 1902).

Talitsky, M. V., Verkhnee Prikam’e v x-xıv vekakh, MIAS, 22 (1951), 33-96.

[Tiesenhausen, V. G.] Materialy dlia bibliografii musulmanskoi arkheologii. Iz bumag V. G. Tizengauzena, K. A. Inostrantsev and Ia. I. Smirnov, eds., VOZ, 16 (1906), 079-0145, 0213-0416.

Tolstov, Khorezm (see Abbreviations), pp. 154-170.

Tolstov, Po sledam (see Abbreviations), pp. 274-295.

Veselovsky, N. I., Nadgrobnyi pamiatnik Timura v Samarkande, TAS, 7, Pt. 2 (1891), 67-72. Inaccessible to me.

Proizvodstvo arkheologicheskikh raskopok. Kubanskaia Oblast’, OAK (1905-6), pp. 69-75.

Viatkin, V., Otchet o raskopkakh observatorii Ulug-Beka v 1908 i 1909 godakh, Izvestiia Russkogo Komiteta po Izucheniiu Srednei Azii, ser. 2, No. 1 (1912). Inaccessible to me.

Zhukovsky, V. A., Drevnosti Zakaspiiskogo Kraia, razvaliny Starogo Merva, MAR, 16 (1894).

2. Russia

Alpatov, M., and Brunov, N., Geschichte der altrussischen Kunst (Augs­burg, 1932). Plates in a separate volume.

Artsikhovsky, A. V., ed., Materialy i issledovaniia po arkheologii Moskvy, Pts. 1-2, MIAS, 7 (1947); 12 (1949).

— and Rybakov, B. A., Raskopki na Slavne v Novgorode Velikom, SA, 3 (1937), 179-193.

Grabar, I., Istoriia russkogo iskusstva (Moscow, n.d., around 1912), I, 205-302, 322-330; 6, 151-262.

Karger, M. K., Arkheologicheskie issledovaniia Kieva (Kiev, 1951).

Loukomski, G. K., L’Architecture religieuse russe du XI-me siècle au XVII-me (Paris, 1929).

Nekrasov, A. I., Ocherki po istorii drevnerusskogo zodchestva XI-XVII vekov (Moscow, 1936).

Porfiridov, N. G., Drevnii Novgorod (Moscow and Leningrad, 1947).

Rybakov. See Abbreviations.

Solntsev, F. G., illustrator, Drevnosti rossiiskogo gosudarstva (Moscow, 1849-53), 6 vols.

Strokov, A. A., Otchet ob arkheologicheskikh rabotakh v Staroi Russe v 1939 godu, Novgorodskii istoricheskii sbornik, B. D. Grekov, ed., 7 (1940), 19-31. This is the only volume of NIS available to me.

Raskopki v Novgorode v 1940 godu, IIM, 11 (1945), 65-73.

— and Bogusevich, V. A., Predvaritelnyi otchet o raskopkakh v Novgo­rode v 1939 godu, Novgorodskii istoricheskii sbornik, 7, 3-18.

Tarakanova, S. A., K voprosu o krepostnykh stenakh Pskova, IIM, 13 (1946), 77-80.

Voronin, N. N., Drevnerusskie goroda (Moscow and Leningrad, 1945).

— Ocherki po istorii russkogo zodchestva (Moscow, 1934). Inaccessible to me.

ıv. documents

A. Documents of the Mongol Empire and of the Regional Khanates

I. THE GREAT YASA OF CHINGIS-KHAN

No full authentic text has been preserved.

For partial accounts of the contents see the following:

Ab-ul-Faraj, Latin trans. by Bruns and Kirsch, I, 449-451.

English trans. by Budge, I, 354-355.

Juwaini, Persian text, Mirza Muhammad, ed., pp. 16-25; for English trans., see Vernadsky, “Juwaini.”

Makrizi, A1-, Excerpt on the Yasa, Silvestre de Sacy, ed. and trans., Chrestomatie arabe, 2 (1826), 160-164.

Russian trans., Berezin (see Abbreviations), pp. 409-413.

English version, Riasanovsky (see Abbreviations), pp. 83-85.

Rashid ad-Din, see below.

2. CHINGIS-KHAN’S MAXIMS (BILIK)

Rashid I B, pp. 120-131; English trans. by Riasanovsky, pp. 86-91. See also Berezin (as in Abbreviations), pp. 484-487.

3. DOCUMENTS OF THE GREAT KHANS AND OF THE REGIONAL KHANS

Abel-Rémuzat, M., Mémoires sur les relations politiques des princes chrétiens, et particulièrement des rois de France, avec les empereurs mongols, Mémoires de I’Institut Royal de France, 6-7 (1822-24).

*Cleaves, F. W., The Mongolian Documents in the Musée de Téhéran (forthcoming in HJAS).

Haenisch, E., Zu -den Briefen der mongolischen Il-Khane Argun und Öljeitu an den König Philipp den Schönen von Frankreich, Oriens, 2 (1949), 216-235.

Kotwicz, “Lettres” 1, 2. See Abbreviations.

*Mostaert, A., and Cleaves, F. W., Trois documents mongols des Archives Secrètes Vaticanes (forthcoming in HJAS).

Pelliot, P., Les Documents mongols du Musée de Teheran, Athar-e Iran, 1 (1936), 31-44.

Mongols et papauté (see Abbreviations), 1, 15-16.

Voegelin, See Abbreviations.

4. THE YARLYKS OF THE KHANS OF THE GOLDEN HORDE

Berezin, I. N., Khanskie Yarlyki (Kazan, 1850-51), 3 vols. Inaccessible to me.

— Tarkhannye yarlyki Krymskikh Khanov, OO, 8 (1872). Inaccessible to me.

Yarlyki krymskikh khanov Mengli-Gireiia i Muhammed-Gireiia, oo, 8 (1872). Inaccessible to me.

Grigoriev, Yarlyki. See Abbreviations.

Grigoriev, V. V., and Iartsov, I. O., Yarlyki Tokhtamysha i Seadet-Gireiia, OO, 1 (1844). Inaccessible to me.

Kurat. See Abbreviations.

Obolensky, Prince M. A., ed., Yarlyk Kkana Zolotoi Ordy Tokhtamysha k polskomu korolıu Iagailu 1392-1393 g. (Kazan, 1850). Inaccessible to me.

Priselkov, Yarlyki. See Abbreviations.

Radlov. See Abbreviations.

Samoilovich, A. N., Neskolko popravok k izdaniiu i perevodu yarlykov Tokhtamysh-khana, TO, I (1927), 141-144.

— Neskolko popravok k yarlyku Timur-Kutluga, AN, 1918, pp. 1109-1122.

B. Documents of the Russian Lands and of the Grand Duchy of Lithuania

I. INTERNATIONAL AND REGIONAL TREATIES; PRINCELY WILLS

Bakhrushin, S. V., ed., Dukhovnye i dogovornye gramoty kniazei velikikh i udelnykh (Moscow, 1909).

— and Cherepnin, L. V., eds., Dukhovnye i dogovornye gramoty velikikh udelnykh kniazei XIV-XVI vekov (Moscow and Leningrad, 1950).

Goetz, L. K., ed., Deutsch-russische Handelsverträge des Mittelalters (Hamburg, 1916).

Sobranie gosudarstvennykh gramot i dogovorov, 1-2 (Moscow, 1813-19).

2. LAWS

The Charter of Dvina Land (1397). Old Russian text, AAE, I, No. 13; re­printed in Vladimirsky-Budanov, Khristomatiia, 1, 121-126. English trans., MRL, pp. 57-60.

The Charter of the City of Pskov (1397-1467). Phototypic reproduction of the MS, Pskovskaia Sudnaia Gramota (St. Petersburg, 1914); first edi­tion, N. N. Murzakevich, ed. (Odessa, 1847; reprinted, 1868); reprinted, Vladimirsky-Budanov, Khristomatiia, 1, 128-162; modern Russian trans. by L. V. Cherepnin, and A. I. Iakovlev, Istoricheskie zapiski, 6 (1940), 237-299. English trans., MRL, pp. 61-82.

3. DOCUMENTS OF NOVGOROD AND PSKOV

Bakhrushin, S. V., ed., Pamiatniki Velikogo Novgoroda (Moscow, 1909).

Valk, S. N., ed., Gramoty Velikogo Novgoroda i Pskova (Moscow and Len­ingrad, 1949).

4. DOCUMENTS OF THE GRAND-DUCHY OF LITHUANIA

Danilowicz, I., Skarbiec Dyplomatow (Wilno, 1860-62), 2 vols.

Dovnar-Zapolsky, M. V., Akty litovsko-russkogo gosudarstva, Chteniia (1899), Pt. 4.

Litovskaia Metrika (Register of the Grand Duchy of Lithuania). Most of the documents of these files belong to the post-Mongol period.

Akty litovskoi metriki, F. I. Leontovich, ed. (Warsaw, 1896-97), 2 vols.

Litovskaia metrika, RIB, 20 (1903), 27 (1910), 30 (1914).

Liubavsky (see Abbreviations), pp. 297-376.

Paszkiewicz, H., ed., Regesta Lithuaniae, I (Warsaw, 1930). Inaccessible to me.

Prochaska, A., Codex epistolaris Vitoldi, Monumenta medii aevi historica res gestas Poloniae ilhistrantia, 6 (1882).

Volumina Legum, I (St. Petersburg, 1859). Inaccessible to me.

5. DOCUMENTS OF THE RUSSIAN CHURCH

Pavlov, A. S., ed., Pamiatniki drevnerusskogo kanonicheskogo prava, RIB, 6 (1880).

Priselkov, M. D., and Vasmer, M. Otryvki V. N. Beneshevicha po istorii russkoi tserkvi xıv veka, ANORI, 21, Pt. I (1916), 48-70.

6. COLLECTIONS OF MISCELLANEOUS DOCUMENTS OF THE MONGOL AND POST-MONGOL PERIODS

Akty istorickeskie (St. Petersburg, 1841-42), 5 vols.

Akty iuridicheskie (St. Petersburg, 1838).

Akty otnosiashchiesia k istorii iuzhnoi i zapadnoi Rossii (St. Petersburg, 1863-92), 15 vols.

Akty otnosiashchiesia k istorii zapadnoi Rossii (St. Petersburg, 1846-53), 5 vols.

Akty sobrannye Arkheograficheskoiu Ekspeditsieiu (St. Petersburg, 1836), 3 vols.

Arkhiv iugo-zapadnoi Rossii (Kiev). Ser. 1, 1-9 (1859-93); ser. 2, 1 (1861); ser. 3, 1-3 and 5 (1863-1902); ser. 6, 1, 2, 4, 6 (1876-1911); ser. 7, 1-2 (1886-90).

Historica Russiae monumenta, A. I. Turgenev, ed., I (St. Petersburg, 1841).

Russkaia Istoricheskaia Biblioteka (St. Petersburg, 1872-1927), 39 vols.

v. chronıcles

A. Mongol and Tibetan

1. The Secret History of the Mongols (Monghol-un Niuča Tobča’an; Chi­nese paraphrase: Yüan Ch’ao Pi Shi). Mongol text edited by E. Haenisch, Mangchol un Niutscha Tobtscha’an (Leipzig, 1935-39), 2 vols.; by S. A. Kozin (see below), pp. 203-302; by P. Pelliot (see below), pp. 5-120. Russian trans. by Palladi (Palladius) Kafarov, Starinnoe mongolskoe skazanie o Chingiskhane, Trudy chlenov Rossiiskoi Dukhovnoi Missii v Pekine, 4 (1866), 23-160; by S. A. Kozin, Sokrovennoe skazanie, I (Moscow and Leningrad, 1941), 79-199.

German trans. by E. Haenisch, Die geheime Geschichte der Mongolen (Leipzig, 1948).

French trans. (of sects. 1-185) by P. Pelliot, Histoire secrète des Mon­gols (Paris, 1949), pp. 121-196.

Turkish trans. by A. Temir, Moğollarin Gizli Tarihi (Ankara, 1948).

  1. The Blue Annals [Tibetan], Pt. I, G. N. Roerich, ed. and trans. (Royal
    Asiatic Society of Bengal, Monograph Ser., No. 7, Calcutta, 1949).
  2. Altan Tobči (The Golden Epitome).

Edited and trans. into Russian by Galsan Gomboev, VOT, 6 (1858), pp. 1-116 (Mongol text) and pp. 117-197 (Russian trans.)

*Edited by F. W. Cleaves, preface by A. Mostaert (Cambridge, Harvard University Press, 1952).

4. Sanang-Secen, History of the East Mongols. Ed. and trans. into Ger­man by I. J. Schmidt, Geschichte der Ost-Mongolen und ihres Fürstenhauses verfasst von Ssanang Ssetsen (St. Petersburg, 1829).

B. Chinese

  1. History of Chingis-Khan’s Campaigns (Wu Ch’in Cheng Lu). Russian
    trans. by Palladi (Palladius) Kafarov, Starinnoe kitaiskoe skazanie o
    Chingiskhane,
    VS, I (1877), 149-202. French trans. by P. Pelliot and
    L. Hambis,
    Histoire des campagnes de Gengis Khan, I (Leyden, 1951).
  2. History of the Yuan Dynasty (Yüan Shi). Partial Russian trans. by
    Iakinf (Hyacinthus) Bichurin,
    Istoriia pervykh chetyrekh khanov iz
    doma Chingisova
    (St. Petersburg, 1829); partial German trans. by
    F. E. A. Krause,
    Cingis Han (Heidelberg, 1922).

C. Arabic and Persian

  1. Ibn al-Athir, Chronicon, C. J. Tornberg, ed., 12 (Leyden, 1853).
    Partial Russian trans. by A. A. Kunik, Vypiska iz Ibn-el-Atira o pervom
    nashestvii tatar na kavkazskie i chernomorskie strany s 1220 po 1224
    god,
    Uchenye Zapiski Imperatorskoi Akademii Nauk po I i III otdeleniiu,
    2,
    Fasc. 4 (1854), 636-668.
  2. An-Nasawi, Muhammad.

Histoire du Sultan Djelal ed-Din Mankobirti, prince du Kharezm, O. Houdas, ed. and trans., Publications de l’Ecole des Langues Orientales Vivantes, ser. 3, 9 (1891), Arabic text; and 10 (1895), French trans.

3. Juwaini, Ala ad-Din Ata Malik, Tarikh-i Jahan Gusha (History of the World Conqueror), Mirza Muhammad, ed. (Leyden and London, Gibb Memorial Series, 1912).

Chapter on the Great Yasa trans. into Russian by V. F. Minorsky, Ap­pendix I to G. Vernadsky, O sostave Velikoi Yasy Chingis Khana (Bruxelles, 1939), pp. 40-50; into English by G. Vernadsky, AIK, 11 (1939), 33-45.

Excerpt on Mongol Campaigns in the West, trans. by J. A. Boyle, Minorsky, Caucasica III, pp. 222-223.

4. Rashid ad-Din, Fadla’llah, Jami at-Tawarikh (Collection of Chronicles),
Vol.
I. Introduction and History of Chingis-Khan.

Persian text, I. N. Berezin, ed., Sbornik letopisei, istoriia Mongolov, VOT, 7, 13, 15 (1861-88).

Russian trans., I. N. Berezin, VOT, 5, 13, 15.

*New Russian trans., A. A. Semenov, ed. Pt. I, A. A. Khetagurov, trans.; Pt. 2, O. I. Smirnova, trans. (Moscow and Leningrad, 1952).

Excerpt on Western Campaigns, trans. into English by V. F. Minorsky, Caucasica III, pp. 224-228.

Vol. 2. History of Chingis-Khan’s Successors.

Persian text, E. Blochet, ed., Djami el-Tevarikh (London, Gibb Memorial Series, 1911).

Partial French trans., H. J. Klaproth, JA, ser. 2, II (1833), 335-358 and 447-470.

English version of the above, Cathay (see Abbreviations), 3, 105-133.

Vol. 3. History of the Mongols in Persia.

Persian text, M. Quatremère, ed., Histoire des Mongols de Perse, I (Paris, 1836); K. Jahn, ed., Tarih-i-mubarak-i Gazani des Rašid al-Din. Geschichte der Ilhane Abaga bis Gaihatu (Prague, 1941); K. Jahn, ed., Geschichte Gazan-Hans (London, Gibb Memorial Series, 1940).

French trans., M. Quatremère (as above).

Russian trans., A. K. Arends. See Abbreviations.

  1. Wassaf. See Abbreviations.
  2. Nizam ad-Din Shami, Zafar-nama (Book of Victories).

Tauer, F., ed., Histoire des conquêtes de Tamerlan, intitulé Zafarnamah (Prague, Oriental Institute, 1937).

Excerpts in Russian trans., Tiesenhausen, 2, 105-125; Materialy po istorii Turkmen (see No. II below), I, 511-524.

7. Sharaf ad-Din Ali Yazdi, Zafar-nama (Book of Victories).

Persian text, Mawlawi Muhammad Ilahdad, ed., The Zafarnamah (Cal­cutta, 1885-88), 2 vols.

French trans., Petis de la Croix, F., L’Histoire du Timur-Bec connu sous le nom du Grand Tamerlan (Paris, 1722).

English trans. (from the French), The History of Timur-Bec, known by the name of Tamerlain the Great, Emperor of the Monguls and Tatars (London, 1723), 2 vols.

Chapters on Timur’s campaign against Tokhtamysh of 1391, French trans. by M. Charmoy, Expédition de Timour-i-lenk ou Tamerlan contre Toqtamiche, Mémoires de l’Académie Impériale des Sciences de St. Petersbourg, ser. 6, 3 (1836), 172-243.

8. Ibn-Arabshah, Ahmad, Life and Deeds of Timur.

S. H. Manger, ed. and trans. (into Latin), Ahmed Arabsiadae vitae et rerum gestarum Timuri, qui vulgo Tamerlanes dicitur, historia (Leeuwarden, 1767-72).

English trans., J. H. Sanders, Tamerlane or Timur the Great Amir (Lon­don, 1937). Inaccessible to me.

French trans. of chap. 8 (Timur’s expedition against Tokhtamysh of 1391) by Charmoy (see No. 7 above), pp. 419-421.

9. Ibn-Khaldun, Autobiography.

Chapter on Ibn-Khaldun’s meeting with Timur in 1401, W. J. Fischel, ed. and trans., Ibn-Khaldun and Tamerlane (Berkeley and Los Angeles, Uni­versity of California Press, 1952).

10. Tiesenhausen (Tizengauzen), V. G., ed. and trans., Sbornik materialov
otnosiashchikhsia k istorii Zolotoi Ordy: I,
Arabic Sources (St. Peters­burg, 1884); 2, Persian Sources, Romaskevich and S. L. Volin, eds. (Mos­cow and Leningrad, 1941).

Selected excerpts from the above listed and other Arabic and Persian writers, with Russian trans.

11. Volin, S. L., Romaskevich, A. A., and Iakubovsky, A. Iu., eds., Materialy
po istorii Turkmen i Turkmenii, I
(Moscow and Leningrad, 1939), 469-541.

Selection of Arabic and Persian sources bearing on the history of Cen­tral Asia in the Mongol period, in Russian translation.

12. Haydar Dughlat, Mirza Muhammad, Tarikh-i-Rashidi.

English version, N. Elias,. ed., E. D. Ross, trans., A History of the Moghuls of Central Asia (London, S. Low, Marston & Co., 1895, re-issue, 1898).

D. Armenian, Georgian, Greek, Syriac

I. ARMENIAN AND GEORGIAN

Brosset, M. F., Histoire de la Géorgie, I (St. Petersburg, 1849).

Dulaurier, E., Les Mongols d’après les historiens armeniens, JA, ser. 5, 11 (1858).

Grigor of Akanc, History of the Nation of the Archers, R. P. Blake and R. N. Frye, eds. and trans., HJAS, 12 (1949), 269-399.

Russian trans. by K. Patkanov, Istoriia Mongolov inoka Magakiia [i.e. Grigor of Akanc] (St. Petersburg, 1871).

Patkanov, K., Istoriia Mongolov po armianskim istochnikam (St. Peters­burg, 1873-74), 2 vols.

[Vardan] Vseobshchaia istoriia Vardana Velikogo, N. Emin, trans. (Mos­cow, 1861).

2. GREEK

Chalcocondyles, L., Historiarum demonstrations. I. Bekker, ed. (Bonn, 1843); E. Darkó, ed. (Budapest, 1922-27), 2 vols.

Dukas (Ducas), Historia byzantina, I. Bekker, ed. (Bonn, 1834).

Gregoras, Nikephoros, Historia romana, L. Schopen and I. Bekker, eds. (Bonn, 1829, 1830, 1855), 3 vols.

Russian trans., P. Shalfeev, Rimskaia istoriia Nikifora Grigory, I (St. Petersburg, 1862).

Pachymeres, Georgios, De Michaele et Andronico Palaeologis libri XIII.

I. Bekker, ed. (Bonn, 1835). 2 vols.

Russian trans., V. N. Karpov, ed., Georgiia Pakhimera istoriia o Mikhaile i Andronike Paleologakh, 1 (St. Petersburg, 1862).

Phrantzes, Georgios, Chronicon. I. Bekker, ed. (Bonn, 1838); J. B. Papadopoulos, ed. I (Leipzig, 1935).

3. SYRIAC

Ab-ul-Faraj, Gregory (Bar Hebraeus), Chronographia.

Latin trans., P. Bruns and G. G. Kirsch, eds. and trans. (Leipzig, 1788).

English trans., E. A. W. Budge, ed. and trans. (London, 1932).

E. Russian

The Chronography (Khronograf) of 1512, PSRL, 22, Fasc. I (1911).

The V. D. Ermolin Chronicle (Ermolinskaia letopis’), PSRL, 23 (1910).

The Galician and Volynian Chronicle. See the Hypatian Codex.

The Gustynsky Monastery Chronicle (Gustynskaia letopis’). Published as Appendix to the Hypatian Codex, PSRL, 2 (1843), 233-373.

The Hypatian Codex. Contains the Book of Annals (see Kievan Russia, p. 371); the Kievan Chronicle; and the Galician and Volynian Chronicle. Published in PSRL and separately. PSRL, 2, Ist ed. 1843 (does not in­clude the Book of Annals); 2d ed. 1871; Fasc. I, 3d ed. 1923. Separately, A. Shakhmatov, ed. (1908).

The Kazan Chronicle (Kazanskii letopisets), PSRL, 19 (1903).

The Laurentian Codex. Contains the Book of Annals and the Suzdalian Chronicle. Published in PSRL, 1, Ist ed. 1846; 2d ed. Fasc. I: The Book of Annals (1926); Fasc. 2: The Suzdalian Chronicle (1927); Fasc. 3: The Continuation of the Suzdalian Chronicle (1928).

The N. A. Lvov Chronicle (Lvovskaia letopis’), PSRL, 20, Pts. 1-2 (1910-14).

The Patriarch Nikon Chronicle (Patriarshaia Hi nikonovskaia letopis’), PSRL, 9-13 (1862-1906).

The Novgorodian Chronicles.

The First Novgorodian Chronicle, PSRL, 3 (1841); separately, Novgorodskaia letopis’ po sinodalnomu kharateinomu spisku (St. Petersburg, 1888); Novgorodskaia pervaia letopis’, A. N. Nasonov, ed. (Moscow and Leningrad, 1950).

English trans., R. Mitchell and N. Forbes, with an introduction by C. R. Beazley, in Camden Third Series, 25 (London, 1914).

Latin trans, of the section of the First Novgorodian Chronicle contain­ing a narrative of the Fourth Crusade, A.D. 1204 [1950 ed., pp. 46-49; variant pp. 240-246], C. Hopf, ed., Chroniques greco-romanes inédites ou peu’connues (Berlin, 1873), pp. 93-98. Inaccessible to me.

Spanish trans., based on the Latin, Sara Isabel de Mundo, La Cuarta Cruzada segun el cronista Novgorodense, Andes de historica antigua y medieval, 1950 (Buenos Aires, 1951), pp. 135-141.

The Second Novgorodian Chronicle, PSRL, 3 (1841); 2d ed. A. F. Bychkov, Novgorodskie letopisi (St. Petersburg, 1879).

The Third Novgorodian Chronicle, Bychkov, op. cit.

The Fourth Novgorodian Chronicle, PSRL, 4 (1848); 2d ed. Fascs. 1-3 (1915-29).

The Pskovian Chronicles, I. The First Pskovian Chronicle (Pskovskaia pervaia letopis’), A. N. Nasonov, ed. (Moscow and Leningrad, 1941).

The Rogozhsky Library Chronicle (Rogozhskii letopisets), PSRL, 15 (2d ed.), Fasc. I (1922).

The St. Sophia Annals (Sofiiskii Vremennik), P. M. Stroev, ed. (St. Peters­burg, 1820), 2 vols.

The N. Simeonov Chronicle (Simeonovskaia letopis’), PSRL, 18 (1913).

The Suzdalian Chronicle. See the Laurentian Codex.

The Synodal Printing Office Chronicle (Tipografskaia letopis’), PSRL, 24 (1921).

The Trinity Monastery Chronicle (Troitskaia letopis’). Text reconstructed by M. D. Priselkov, Troitskaia letopis’ (Moscow and Leningrad, 1950).

The Tverian Chronicle (Tverskaia letopis’), PSRL, 15 (1863).

The Ustiugian Digest of Chronicles (Ustiuzhskii letopisnyi svod), K. N. Serbina, ed. (Moscow and Leningrad, 1950).

The Voskresensky Monastery Chronicle (Voskresenskaia letopis’) PSRL, 7-8 (1856-59).

The West Russian Chronicles (Zapadnorusskie letopisi), PSRL, 17 (1907).

vı. travels

Agrefeni, Archimandrite, Khozhdenie (Itinerary to Jerusalem), Archi­mandrite Leonid, ed., PPS, 48 (1896).

Avraami, Bishop of Suzdal, Otryvki (Fragments of a Journey to Florence), A. Popov, Istoriko-literaturnyi obzor drevne-russkikh polemicheskikh sochinenii protiv latinian (Moscow, 1875), pp. 400-406. Inaccessible to me.

[Barbaro,Giosafat] , Travels to Tana and Persia by Josafa Barbara and Ambrogio Contarini, W. Thomas, trans., Lord Stanley of Alderley, ed. (London, Hakluyt Society, 1873).

Batuta, Ibn, Travels. See Ibn-Batuta (Abbreviations).

Benedict the Pole, Friar, Relation oj Journey to Mongolia.

Latin text, Wyngaert, pp. 134-143.

English trans., Rockhill. See Abbreviations.

Friar Benedict was a member of John of Piano Carpini’s mission.

Epifani, Monk, Skazanie o puti k Ierusalimu (Tale of the Journey to Jeru­salem), Archimandrite Leonid, ed., PPS, 15 (1887).

González de Clavijo, R., Embajada a Tamorlan, F. López Estrada, ed. (Madrid, 1943).

Russian trans., I. I. Sreznevsky, ed. Dnevnik puteshestviia ko dvoru Timura v Samarkand v 1403-1406 godakh, ANORS, 28 (1881).

English trans., C. R. Markham, Narrative of the Embassy of Ruy Gonzales de Clavijo to the Court of Timur (London, Hakluyt Society, 1859).

Ignati of Smolensk, Deacon, Khozhdenie (Itinerary to Jerusalem), S. V. Arseniev, ed., PPS, 12 (1887).

John of Plano Carpini, History of the Mongols and Journey to Mongolia.

Latin text, Wyngaert, pp. 27-130.

English trans. (of the Journey only), Rockhill. See Abbreviations.

German trans., Risch. See Abbreviations.

Russian trans., D. Yazykov, Sobranie puteshestvii k Tataram (St. Peters­burg, 1825), pp. 7-63; A. I. Malein, Ioann de Plano Karpini, Istoriia Mongalov; Vilgelm de Rubruk, Puteshestvie v vostochnye strany (St. Petersburg, 1911), pp. 1-62.

Julian, Friar, and Other Hungarian Missionaries, Journey to Great Hun­gary.

Bendefy, L., ed., Fontes authentici itinera fr. Iulianii (1235-38) illustrantes, Archivum Europae Centro-Orientalis, 3 (1937), 1-52. Cf. J. Bromberg, Zur Geographie der Reisen des Dominikaners Julian, Finnischugrische Forschungen, 26 (1940), Anzeiger, pp. 60-73.

Anninsky, S. A., ed. and trans. (into Russian), Izvestiia Vengerskikh missionerov xııı-xıv vekov o Tatarakh i vostochnoi Evrope, Istoricheskii Arkhiv, 3 (1940), 95-112; Russian trans., pp. 77-94.

*Sinor, D., Un voyageur du treizième siècle, le Dominicain Julien de Hongrie, BSOAS, 14 (1952), 589-602.

Lannoy, Ghillebert de, Oeuvres, Ch. Potvin and J. Ch. Houzeau, eds. (Louvin, 1878), pp. 9-72.

Michael, Bishop of Smolensk, and Sergius, Archimandrite, Khozhenie Piminovo v Tsargrad (Bishop Pimin’s Journey to Constantinople), PSPL, II, 95-104.

Odoric of Pordenone, Travels.

Latin text, Wyngaert, pp. 413-495.

English trans., H. Yule and H. Cordier, Cathay (see Abbreviations), 2.

Polo, Marco, Travels.

The Book of Ser Marco Polo, the Venetian, Colonel Sir Henry Yule, trans., 3d ed. revised by H. Cordier (London, J. Murray, 1903), 2 vols.

The Description of the World, trans. and annotated by A. C. Moule and P. Pelliot (London, G. Routledge & Sons), I (1938).

Schiltberger, Hans, Travels.

German editions: (1) K. F. Neumann, ed., Fallmerayer and Hammer-Purgstall, commentators, Reisen des Johannes Schiltberger aus München in Europa, Asia und Afrika von 1394 bis 1427 (München, 1859); (2) V. Langmantel, ed., Hans Schiltbergers Reisebuch (Tübingen, 1885).

English trans., Commander J. Buchan Telfer, The Bondage and Travels of Johann Schiltberger (London, Hakluyt Society, 1879).

Russian trans., F. Brun, Puteshestvie Ivana Shiltbergera, Zapiski Novorossiiskogo Universiteta, I (Odessa, 1867). Inaccessible to me.

Simeon of Suzdal, Hieromonk, Isidorov Sobor i khozhenie ego (Journey to the Council of Florence), A. Popov, Obzor (see Avraami, above), pp. 344-359. Inaccessible to me. Cf. PSRL, 8, 100-106.

Varsonofi, Hieromonk, Khozhdenie k sviatomu gradu Ierusalimu (Itiner­ary to Jerusalem), S. O. Dolgov, ed., PPS, 45 (1896).

William of Rubruck, Friar, Journey to Mongolia.

Latin text, Wyngaert, pp. 164-332.

English trans. See Rockhill (Abbreviations).

German trans., F. Risch, Wilhelm von Rubruck: Reise zu den Mongolen 1253-1255 (Leipzig, 1934).

Russian trans., A. I. Malein (see John of Plano Carpini), pp. 65-178.

Zosima, Hierodeacon, Xenos sirech Strannik (Xenos i.e. Wanderer), Kh. M. Loparev, ed., PPS, 24 (1889).

TEMEL BİBLİYOGRAFYA

ı. handbooks

Birge, J. K., A Guide to Turkish Area Study (Washington, D.C., Amer­ican Council of Learned Societies, 1949).

Encyclopaedia of Islam (London, Luzac & Co., 1913-36), 4 vols. Turkish ed., revised and enlarged, Islam ansiklopedisi, I—(İstanbul, 1940—). Not yet completed.

Articles on Turkish subjects rewritten by Turkish specialists and greatly expanded.

Philips, C. H., Handbook of Oriental History (London, Royal Asiatic So­ciety, 1951).

Strakhovsky, L., ed., A Handbook of Slavic Studies (Cambridge, Harvard University Press, 1949).

Togan, A. Zeki Velidi, Tarihde usul (İstanbul, 1950).



ıı. bıblıographıcal outlınes and revıews

Bibliografiia Vostoka. I, Istoriia (1917-1925), D. N. Egorov, ed. (Moscow, 1928).

Franke, H., Neuere Gesamtdarstellungen der Geschichte Chinas, Saeculum, I (1950), 318-323.

Glazer, S. S., Bibliography of Periodical Literature on the Near and Mid­dle East (reprinted from The Middle East Journal), 1 (1947)—

Grousset, R., Histoire de l’Extrême-Orient, 2, Eléments de bibliographie, chap. 3, Les Mongols, 672-677.

Kerner, R. J., Northeastern Asia, a Selected Bibliography (Berkeley, University of California Press, 1939), 2 vols.

Slavic Europe: A Bibliography (Cambridge, Harvard University Press, 1918).

Krause, F. E. A., Die Epoche der Mongolen, MSOS, 26-27 (1924), 46-49.

Library of Congress, Monthly List of Russian Accessions (Washington, D.C.), I (1948)—

Loewenthal, R., A Bibliography of Near and Middle Eastern Studies published in the Soviet Union from 1937 to 1947, Oriens, 4 (1951), 328-344.

— Works on the Far East and Central Asia published in the U.S.S.R., 1937-47, FEQ, 8 (1948-49), 172-183.

Poppe, N., Russische Arbeiten auf dem Gebiet der Mongolistik 1914-24, AM, I (1924), 676-681.

Spuler (see Abbreviations), pp. 455-525: Verzeichnis des Schrifttums.

Spuler, Iran (see Abbreviations), pp. 465-502: Verzeichnis des Schrift­tums.



ııı. hıstorıcal geography and ethnography

Ahmad, N., Muslim Contribution to Geography (Lahore, 1947).

Aristov, N. A., Zametki ob etnicheskom sostave tiurkskikh plemen I narodnostei, Zhivaia starina, 1896, 3-4. Reviewed by W. Barthold, VOZ, II (1899), 341-356.

Barthold, W., Istoriia izucheniia Vostoka v Evrope i Rossii (St. Peters­burg, 1911; 2d ed. Leningrad, 1925).

German ed., Ramberg-Figulla, E., trans., Die geographische und historische Erforschung des Orient (Leipzig, 1913).

French ed., La Découverte de I’Asie, B. Nikitine, trans. and annotator (Paris, 1947).

Orta Asya Türk tarihi hakkında dersler (İstanbul, 1927.).

German ed., 12 Vorlesungen über die Geschichte der Türken Mittelasiens, Th. Menzel, trans. (Berlin, 1935).

French ed., Histoire des Turcs d’Asie centrale, M. Donskis, trans., (Paris, 1945).

— Svedeniia ob Aralskom more i nizoviakh Amu-Dar’i s drevneishikh vremen do xvıı veka, Izvestiia Turkestanskogo Otdela Russkogo Geograficheskogo Obshchestva, 4 (1902).

German ed., H. von Foth, trans., Nachrichten über den Aral-See und den unteren Lauf des Amu-Darja von den ältesten Zeiten bis zum XVII Jahrhundert (Leipzig, 1910).

Turks, Historical and Ethnografic Survey, EI, 4, 900-908.

Bazilevich, K. V., ed., Atlas istorii SSSR, I (Moscow, 1950).

Beazley, C. R., The Dawn of Modern Geography (London, J. Murray), 3 (1906).

Bernshtam. See Abbreviations.

Castren, M. A., Ethnologische Vorlesungen über die altaischen Völker (St. Petersburg, 1857).

Curtin, J., A Journey in Southern Siberia, the Mongols, Their Religion and Their Myths (Boston, Little, Brown & Co., 1909).

Czaplicka, M., The Turks of Central Asia in History and at the Present Day (Oxford, Clarendon Press, 1918). Reviewed by W. Barthold in Zapiski Kollegii Vostokovedov, I, 506-511.

Grum-Grzymailo. See Abbreviations.

Halecki, O., Geografja polityczna ziem ruskich, Polski i Litwy 1340-1569, Sprawozdania Towarzystwa Naukowego Warszawskiego, 1-2 (1917).

Hazard, H. W., compiler, Atlas of Islamic History (Princeton, Princeton University Press, 1951).

Hennig, R., Terrae incognitae, 3-4 (Leyden, 1938-39).

Herrmann, A., Historical and Commercial Atlas oj China (Cambridge, Mass., Harvard University Press, 1935).

Ivanovsky, A. A., Zur Anthropologie der Mongolen, Archiv für Anthropologie, 24 (1896).

Katanov, N. F., Etnograficheskii obzor turetsko-tatarskikh plemen (Kazan, 1894). Inaccessible to me.

Kerner, R. J., The Urge to the Sea: the Course oj Russian History (Berkeley and Los Angeles, University of California Press, 1942).

Kervyn, L. M., Moeurs et coutumes mongoles (Gembloux, 1949).

Kozlov, P. K., Mongolia i Amdo i mertvyi gorod Khara-Khoto (Moscow and Petrograd, 1923).

Mongolia i Kam (St. Petersburg, 1905-7), 5 vols.

Kuczyński. See Abbreviations.

Kuznetsov, S. K., Russkaia istoricheskaia geografiia (Moscow, 1910).

Liubavsky, M. K., Obrazovanie osnovnoi gosudarstvennoi territorii velikorusskoi narodnosti (Leningrad, 1929).

Marquart (Markwart), J., Über das Volkstum der Komanen, AWGA, N.S., 13, No. 1 (1914), 25-238.

Moravcsik. (See Abbreviations).

Nasonov, A. N., “Russkaia zemlia” i obrazovanie territorii drevnerusskogo gosudarstva (Moscow, 1951).

Pallas, P. S., Sammlungen historischer Nachrichten über die Mongolischen Völkerschaften (St. Petersburg, 1776-1801), 2 vols.

Pelliot, P., A propos des Comans, JA, IIth ser., 15 (1920), 125-185.

Pypin, A. N., Istoriia russkoi etnografii (St. Petersburg, 1890-92), 4 vols.

Radloff, W. (Radlov, V.), Ethnographische Übersicht der Türkstämme Sibiriens und der Mongolei (Leipzig, 1883). Inaccessible to me.

Riasanovsky, V. A., Customary Law of the Mongol Tribes (Harbin, 1929).

Seredonin, S. M., Russkaia istoricheskaia geografiia (Petrograd, 1916).

Spuler, B., Mittelalterliche Grenzen in Osteuropa, I.

Die Grenze des Grossfürstentums Litauen im Südosten gegen Türken und Tataren, JGOE, 6 (1941), 152-170.

Vambery, H., Das Türkenvolk (Leipzig, 1885).

Vladimirtsov. See Abbreviations.

French ed., M. Carsow, trans., Le Régime social des Mongols; le jéodalisme nomade (Paris, 1948). Preface by R. Grousset.

Zamyslovsky, E., Uchebnyi atlas po russkoi istorii (2d ed. St. Petersburg, 1887). Zelenin, D., Russische (ostslavische) Volkskunde (Berlin and Leipzig, 1927).




ıv. source study

1. Mongol and Tibetan Sources



Cleaves, F. W. Chancellery. See Abbreviations.

— The Expression Dur-a Qočarulčaju in the Letter of Öljeitü to Philippe le Bel, HJAS, 11 (1948), 441-455.

— The Expression Jöb Ese Bol in the Secret History oj the Mongols, HJAS, II (1948), 311-320.

Haenisch, E., Der Stand der Yuan-pi-schi-Forschung, ZDMG, 98 (1944).

Untersuchungen über das Yüan-ch’ao pi-shi, ASAW, 41, No. 4 (1931).

Kotwicz, Formules initiates. See Abbreviations.

Laufer, B., Skizze der mongolischen Literatur, Keleti Szemle, 8 (1907), 165-261.

2d ed. in Russian, revised and enlarged by B. la. Vladimirtsov, Ocherk mongolskoi literatury (Leningrad, 1927). Second ed. inaccessible to me.

Mostaert, A., A propos du mot širolga de l’Histoire secrète des Mongols, HJAS, 12 (1949). 47O-476.

Sur quelques passages de l’Histoire secrète des Mongols, HJAS, 13 (1950), 285-361; 14 (1951), 329-403. To be continued.

Pelliot. See Abbreviations.

Roerich, G. N., The Author of the Hor-chos-hbyun, Journal of the Royal Asiatic Society (1946), 192-196.

The Blue Annals, I, i-xxi.

— Kun-mkhyen Chos-kyi hod-zer and the Origin of the Mongol Alphabet, Journal of the Royal Asiatic Society of Bengal. Letters (1945), 52-57.

— Notes on Central Asia, Greater India Society, Journal, 13 (1946), 73-76.

Vladimirtsov (see Abbreviations), pp. 5-26.




2. Arabic and Persian Sources


Barthold, W., Iran (Tashkent, 1926).

Musulmanskii mir (Petrograd, 1922).

Turkestan. See Abbreviations.

Blochet, E., Introduction à l’histoire des Mongols de Fadl Allah Rashid ed-Din (London, Gibb Memorial Series, 1910).

Brockelmann, C, Geschichte der arabischen Literatur (2d ed. Leyden, E. J. Brill, 1943-49), 2 vols.

Browne 3. See Abbreviations.

Krymsky, Persia (see Abbreviations), 3, 33-80.

Martinovitch, N., Die verlorene Handschrift von Rašid ad-Din, Artibus Asiae, 5 (1935), 213-220.

Storey, Ch. A., Persian Literature, a Bio-bibliographical Survey (London, Luzac & Co., 1927-39), 2 vols., vol. 2 in three parts.

Wustenfeld, F., Die Geschichtsschreiber der Araber, AWGA, 28-29 (1882-83).



3. Russian Sources


Berezhkov, N., Litovskaia metrika kak istorickeskii istochnik, I (Moscow and Leningrad, 1946).

Cherepnin, L. V., Russkie feodalnye arkhivy xıv-xv vekov (Moscow, 1948-51), 2 vols.

Iasinsky, M. N., Ustavnye zemskie gramoty litovsko-russkogo gosudarstva (Kiev, 1889).

Ikonnikov, V. S., Opyt russkoi istoriografii (Kiev, 1891-1908), 2 vols., each in two parts.

Kochin, G. E., Materialy dlia terminologicheskogo slovaria drevnei Rossii (Moscow and Leningrad, 1937). Inaccessible to me.

Leontovich, F. I., Istochniki litovsko-russkogo prava, Warsaw, Universitet, Izvestiia, 1894, Fasc. I. Inaccessible to me.

Likhachev, D. S., Russkie letopisi (Moscow and Leningrad, 1947).

Nasonov, A. N., Letopisnye pamiatniki tverskogo kniazhestva, OGN, 1930, 709-738, 739-772.

Priselkov, M. D.; Istoriia russkogo letopisaniia xı-xv vekov (Leningrad, 1940).

Shakhmatov, A. A., Razyskaniia o sostave drevneishikh letopisnykh svodov (St. Petersburg, 1908).

Tikhomirov, M. N., Istochnikovedenie istorii SSSR s drevneishkih vremen do kontsa xvııı veka (Moscow, 1940).

Valk, S. N., Sovetskaia arkheografiia (Moscow and Leningrad, 1948).




v. genealogy and bıography

1. Mongol

GENEALOGIES



Lane-Pool, S., The Mohammedan Dynasties (Westminster, A. Constable & Co., 1894).

Russian ed., W. Barthold, trans. and annotator, Musulmanskie dinastii (St. Petersburg, 1899).

Muizz al-Ansab fi Shajarat Salatin Moghul (Glorification of the Genealogies of the Mongol Sultans). See Storey, 2, 298, and Tiesenhausen, 2, 29.

Excerpts in Russian trans., Tiesenhausen, 2, 41-63.

Zambaur, E., Manuel de généalogie et de chronologie pour l’histoire de l’Islam (Hanovre, 1927), 2 vols. and a volume of tables.



BIOGRAPHIES



Chingis-Khan

Barthold, W., Chingis-Khan, EI, 1, 856-862.

Erdmann, F., Temudschin der Unerschütterliche (Leipzig, 1862).

Fox, R., Genghis Khan (New York, Harcourt, Brace & Co., 1936).

Grenard, F., Gengis-Khan (Paris, 1935).

Grousset, R., Le Conquérant du monde (Paris, 1944).

Lamb, H., Genghis Khan, the Emperor of All Men (New York, R. M. McBride & Co., 1927).

Martin, H. D., The Rise of Chingis Khan and His Conquest of North China (Baltimore, Johns Hopkins Press, 1950).

Prawdin, M., Tschingis-Chan und sein Erbe (Stuttgart and Berlin, 1938).

Vladimirtsov, B. Ia., Chingis-Khan (Berlin, Petrograd, and Moscow, 1922).

English ed., Prince D. S. Mirsky, trans., The Life of Chingis-Khan (Boston and New York, Houghton Mifflin & Co., 1930).

Walker, C. C, Jenghiz Khan (London, Luzac & Co., 1939).

Nogay

Veselovsky. See Abbreviations.

Timur (Tamerlane)

Bouvat, L., Timur Lang (Tamerlane), EI, 4, 777-779.

Ibn-Arabshah. See Sources, V, C. 8.

Lamb, H., Tamerlane the Earth Shaker (New York, R. M. McBride & Co., 1928).

Ulug-Beg (Ulugbek)

Barthold, W., Ulugbek i ego vremia (Petrograd, 1918).

Turkish ed. [Kurat], A. Nimet, trans., Uluğ-Bey ve zamani (İstanbul, 1930).



2. Russian and Lithuanian



Barsukov, A. P., Obzor istochnikov i literatury russkogo rodosloviia, ANZ, 54 (1887), Suppl.

Baumgarten I, 2. See Abbreviations.

Benz, E., ed., Russische Heiligenlegenden (Zurich, 1953).

Dolgorukov, Prince P. V., Rossiiskaia rodoslovnaia kniga (St. Peters­burg, 1855-57), 4 vols.

Ekzempliarsky. See Abbreviations.

Koneczny, F., Jagiello i Witold, Przewodnik naukowy i literacki, 20 (1892).

Lobanov-Rostovsky, Prince A. B., Russkaia rodoslovnaia kniga (2d ed. St. Petersburg, 1895), 2 vols.

Prochaska, A., Król Wladyslaw Jagiello (Kraków, 1908).

Puzyna, J., Korjat i Korjatowicze, AW, 7 (1930), 425-454.

Puzyna, J., Korjat i Korjatowicze oraz sprawa podolska, AW, II (1936), 61-97.

Rodoslovnaia kniga kniaziei i dvorian rossiiskikh i vyezzhikh (Moscow, 1787), 2 vols. Contains the so-called Velvet Book (Barkhatnaia kniga).

Russkii biograficheskii slovar’ (St. Petersburg, 1896-1918), 25 vols. Not completed.

Smolka, S., Kiejstut i Jagiello, Pamietnik Akademii Umiejetnosci (Phil. and Hist. Sec.), 7 (1889).

Stadnicki, K., Bracia Wladyslawa Jagielly (Lwów, 1867).

Olgierd i Kiejstut (Lwów, 1870).

Synowie Gedymina (Lwów, 1881).

Vitovt, Biographies of,

Barbashev, A., Vitovt (St. Petersburg, 1885-91), 2 vols. Vol. 2 inacces­sible to me.

Pfitzner, J., Grossfürst Witold von Litauen ah Staatsmann (Prague, 1930).

Wolff, J., Kniaziowie Litewsko-ruscy od końca czternastego wieku (War­saw, 1895).

Ród Gedymina (Kraków, 1886). Inaccessible to me.

Zotov, R. V., O kniaziakh chernigovskikh po liubetskomu sinodiku (St. Petersburg, 1892).

ŞECERE TABLOLARI
DİZİN

A. N. Nasonov, 197, 198, 199, 217

Abaga, han, 201, 203, 204

Abaka, 101

Abbasi Halifeliği, 20

Abbasi halifesi, 93

Abbasiler, 20

Abdullah, 295, 301

Abdurrahman, 82, 86

Adriyatik, 14, 78

Afganistan, 54, 58, 234

Agatha, 243

Agiles’li Raymond, 18

Ahi, 362

Ahmed, 174, 216, 224, 225, 408

Ahmıl, 244

Ak Mangıt, 336

Ak Ordu, 174, 175, 460

Akanc’lı Grigor, 120, 129, 131, 136, 267

Akdeniz, 16, 18, 53, 82, 118, 189, 209, 229, 250

Akdes Nimet Kurat, 12

akıncı, 361

Akka, 103

Aksakov, 454, 455

Aktübe, 177, 190

Alakul Gölü, 88

Alamut, 93

Alan, 25, 54, 72, 82, 113, 141, 200, 212, 219, 221, 283, 309

Alan nehri, 220

Alan Pazarı, 220

Alandar, 95, 96

alani, 32

Alan-Koa, 32, 33, 34, 48, 125, 296

Alanlar, 25, 72, 126, 141, 142, 154, 171, 212, 221, 240, 242, 254, 283, 323, 430

Alanorsi, 283

Albigen, 21

Al-Buga, 245

Alcigiday, 87, 90

Alçıday, 47

Alexander Nevsky, 76, 83, 178, 183, 184, 185, 187, 188, 190, 197, 198, 199, 206, 210, 212, 227, 293, 451

Alexei, 252, 307, 310

Alexei (Moskova çarı), 285

Alexei Petrovich Khvost, 252

Algirdas, 251

Almalık, 113

Alman, 9, 21, 76, 151, 174, 240, 255, 287, 352, 364, 368, 379, 423, 435

Altan Tobçi, 153

Altay, 26

Altay bölgesi, 42

Altay Türkleri, 125, 126

Altın Ordu, 10, 82, 107, 110, 112, 113, 118, 139, 140, 154, 155, 168, 171, 172, 173, 174, 175, 188, 190, 195, 204, 209, 216, 225, 227, 228, 232, 234, 238, 239, 240, 241, 244, 246, 249, 250, 251, 253, 254, 255, 256, 257, 258, 259, 260, 261, 263, 266, 269, 276, 278, 281, 293, 294, 295, 296, 298, 299, 301, 308, 314, 315, 321, 322, 326, 328, 330, 331, 332, 333, 334, 335, 337, 341, 342, 344, 346, 347, 348, 349, 355, 356, 358, 360, 380, 383, 395, 398, 399, 403, 408, 409, 410, 414, 421, 430, 433, 445, 446, 458, 460, 461

Alugu, 96

Ambagay Han, 30, 50

Amuderya, 53, 54, 59, 93

Anadolu, 67, 179, 233

Ananda, 109

Andrew, 304

Andrew (Alexander Nevsky’nin kardeşi), 178, 183, 184, 185, 186, 187

Andrew (Alexander Nevsky’nin oğlu), 212, 217, 218, 225, 227, 236, 237

Andrew (keşiş), 116

Andrew (Mstislav’ın oğlu), 181

Andrew (Vitovt’un kardeşi), 351

Andrew Bogoliubsky, 400

Andrew Pleşçeyev, 379

Andrew Rublev, 449

Andronikus II, 215, 233, 240, 241

Andronikus III, 239

Anhwei, 94, 119

Ankara, 365

Ann, 218

Annam, 100

Antoine Mostaert, 63, 79

Aorsi, 283

Apollonius, 162

Arabistan, 110

Aragon, 108

Arap, 16, 17, 34, 140, 231, 238, 240

Araplar, 13, 19, 28, 33

Arapşah, 308, 309

Argun, 124, 125

Arık Buka, 95, 96, 97, 198

Arseniev, 436

Ascelin, 84, 87

Aslar, 25

Astrahan, 177, 330, 331, 340, 348, 409, 458, 461

Asud (bkz. Aslar), 25

Aşai Rabbani, 370

atamanlar, 270

Atilla, 73, 125, 223

Attila, 158

Avarlar, 24

Avrasya, 13, 16, 23, 81, 141, 154, 395

Avusturya, 181, 182, 194

Ayasofya, 369, 370

azab, 361

Azak, 254, 330, 408, 409

Azerbaycan, 58, 67, 68, 97, 118, 165, 225, 226, 234, 242, 253, 321

Aziz Han, 295

Aziz Peter, 303, 427

Azov, 330, 331

B. Vladimirtsov, 40, 155

Baarin, 40, 48

Bağdat, 93, 129, 189

Bağdat Halifeliği, 68, 93, 97

Bâkire Meryem, 34

Balkan yarımadası, 250, 360, 361

Balkan Yarımadası, 220

Baltık, 21, 188, 209, 210, 211, 247, 436

Baltık Denizi, 74, 195, 250, 284

Barak Han, 349

Barlas, 296

Barthold, 53

Barthold, W., 40

Basel, 366, 371

Baskak, 224

Baskaki, 267

Baskakovo, 267

Başkırlar, 254

Batı Avrupa, 14, 23, 26, 73, 77, 79, 81, 96, 108, 250, 364, 434, 439

Batıy, 68

Batu, 64, 68, 69, 70, 72, 73, 76, 79, 82, 85, 88, 89, 90, 91, 94, 139, 143, 167, 171, 173, 176, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 184, 186, 188, 190, 191, 197, 202, 203, 205, 212, 215, 221, 223, 226, 316, 452

Bayalun, 240

Bayan, 98, 99, 106, 115

Bayazıt, 363, 364, 365

Baybars, 140, 200, 204, 214

Baybuga, 249

Baycu Noyan, 82, 87

Baydar, 69

Baykal, 26

Baykal Gölü, 48

Baylak Hatun, 228

Begiç, 309, 378, 379

beki, 29

Béla, 73, 77, 78, 181, 182

Belaya Rus’, 283

Belev, 359, 360, 376

Belgrat, 362

Beloozero, 208, 448

Belorusya, 192, 193, 275, 400

Belozersky, 437

Benedict, 84, 116, 153

Berdibeg, 118, 253, 294

Berdidad, 360, 377

Berezin, İ., 269

Berke, 89, 95, 97, 171, 188, 189, 190, 195, 198, 199, 200, 201, 202, 204, 206, 212, 214, 225, 242, 267, 330, 408

Bertold Spuler, 118, 269, 379

Besarabya, 230

Bessarion, 366, 367

Beyaz Deniz, 448

Beyaz Rusya, 283, 284, 286

Beyaz Viking, 285

Bilgutay, 47

Bilik, 61, 156

Birger, 75

bitikçi, 257, 267

Bitiug nehri, 392

Bizans İmparatorluğu, 19, 21, 189, 203, 210, 233, 250, 353, 362, 456

Bizans kilisesi, 365

Boal, 202

Bogurçi, 38, 46, 62

Boğaziçi, 21, 204, 216

Boğdan, 240, 265, 295, 322, 346, 353, 354, 375

Bohemya, 77, 84, 182, 348, 349, 409, 410, 434

Boleslaw, 247

Bolkhov, 194

Borcigin, 31, 38, 64, 125

Borçigin, 35

Boris, 209, 212, 326, 342, 352, 371

Boris (Gorodets prensi), 320

Boris (Novgorod grandükü), 323

Boris (Rostov prensi), 187, 208, 209, 422

Boris (Tver grandükü), 384, 385, 389, 418

Boris Chicherin, 419

Borolday, 195

Borovsk, 391, 455

Bosna, 362

Bosporus, 241

Boucher, 92, 156

Boussay (bkz. Ebu Said), 113

Boyalun Hatun, 240

Boyar, 413, 433, 437, 439

Boyarzâde, 384, 385, 388

Böri, 79

Börte, 37, 38, 39, 40, 64

Brabant, 77

Braslav, 263

Brasov, 222

Briansk, 311, 333, 344, 375, 384

Brodniki, 171

Brodnikler, 220

Buchier, 92

Budizm, 169

Bug, 171, 282, 295, 336

Buhara, 54, 57, 58, 110, 323

Bulat Saltan, 340, 342

Bulat Temir, 295, 308

Bulgar, 171, 201, 213, 215, 220, 232, 239, 240, 255, 295, 308, 316, 317, 328, 332, 359, 363, 364, 433

Bulgar hanlığı, 70

Bulgarlar, 219, 323, 362, 364

Bumin-İstemi, 126

Buri, 69

Burkan Dağı, 39, 61

Burma, 100, 107

Bursa, 234, 362

Burunday, 195, 196, 213, 261

Buryatlar, 460

Buturlin, 435

Buyantu, 109, 110, 111, 112, 114, 168

Büyük Bulgar, 70

Büyük İskender, 33, 152

Büyük Ordu, 174

Büyük Petro, 335

Büyük Tartaristan, 174

Bylina, 232

Cagatay, 47, 59, 64, 66, 69, 79, 81, 89, 90, 94, 96, 99, 107, 109, 112, 118, 139, 166, 169, 455

Camuga, 39, 40, 41, 42, 43

Canibeg, 118, 249, 251, 253, 266, 282, 294, 320

Capet hanedanı, 235

Carl Robert, 248

Casimir, 248, 251, 282, 371, 372, 373, 374, 375, 384, 389, 392

Cathay, 113

Catherine II, 203

Cattaro, 78

Cayagatu (bkz. Tug-Timur), 111

Cebe, 46, 53, 56, 58

Celâleddin, 58, 59, 66, 67, 68

Celaleddin-i Rumî, 219

Celayir, 42, 322

Cenevizli, 189, 309, 369

Cenevizliler, 209, 210, 229, 230, 234, 240, 241, 315, 332

Cermen, 141

Ch’eng-tsung, 106

Champa, 100

Chang-chun, 60

Chang-ki, 115

Charles V, 424

Chekiang, 98, 119

Cherkasy, 345, 347, 386

Chih-li, 50, 51

Chin, 30, 39, 41, 42, 45, 50, 51, 52, 66, 68, 99, 103, 117, 138, 154

Chu Yüan-chang, 119, 169

Chudov manastırı, 371

Chukhloma, 384, 386

Cinkşi, 115, 275

Clement John, 108

Clermont, 18

Coamas, 156

Conrad, 20, 22

Constance, 346

Constantine, 178, 207, 209, 212, 236, 369

Constantine Bezzubtsev, 389, 392

Constantine Tikh, 201

Constantinopolis, 91, 345, 353, 362, 365, 366, 367, 369, 370, 371, 372

Cosmos, 85

Cuci, 39

Cuçi, 47, 48, 59, 64, 68, 82, 89, 112, 173, 188, 202, 203, 208, 239, 241, 254, 255, 256, 295, 296, 298, 357, 360, 375, 386, 392, 395, 404, 436

Cuçi Ulusu, 173, 174, 294, 298, 299, 315, 323, 326, 337, 346, 348

Cungarya, 64, 88, 96, 126, 165, 169

Curzola, 230

Cuveynî, 128, 130, 131, 135, 136, 137, 145

Cuzcanî, 167

Cürcen, 50, 68, 154

Cyril, 184, 185, 190, 199, 208, 214, 385, 401, 448, 451

Çağaday, 169

Çağatay, 169, 254

Çaka, 231, 233

Çanakkale, 250

Çek, 179, 349, 364, 368, 434

çerbi, 47

Çeremisler, 254

Çerkasy, 437

Çerkez, 309, 330, 345, 348, 437

Çernigov, 72, 76, 178, 180, 181, 261, 263, 286, 403

Çernigov’lu Mikael, 179, 180, 208, 451

Çernigov-Sever, 260

Çin, 10, 13, 14, 16, 24, 25, 30, 35, 36, 39, 42, 45, 50, 51, 52, 53, 55, 56, 57, 63, 65, 66, 68, 81, 82, 90, 93, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 108, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 126, 127, 140, 143, 144, 157, 159, 165, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 186, 198, 205, 212, 230, 245, 250, 260, 266, 275, 283, 296, 320, 331, 336, 410, 430

Çingiz Han, 10, 14, 17, 18, 19, 24, 26, 32, 34, 35, 36, 38, 40, 44, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 68, 69, 81, 99, 105, 120, 122, 123, 124, 125, 128, 129, 130, 131, 133, 134, 135, 137, 138, 139, 140, 144, 146, 147, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 162, 167, 168, 169, 170, 173, 175, 181, 204, 205, 231, 253, 254, 256, 297, 325, 337, 398, 455, 460

Çinkay, 66, 82, 86, 90

Çormagan Noyan, 66, 68

Çungarya, 56

Dadakov, 212

Dağıstan, 322, 327

Dalmaçya, 78

Daniel, 72, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 185, 186, 190, 193, 194, 195, 196, 213, 227, 236, 237, 286, 291, 342, 419

daruga, 257, 266, 276

David V, 83, 177

Day-Seçen, 37, 38

Deccal, 78

Delhi, 59, 66, 67

Derbend, 327

desiatok, 262

Deşt-i Kıpçak, 165, 171, 177, 200, 348, 350

Devlet Berdi, 349, 350

Dharmapala, 109

Dimitri, 211, 216

Divden, 227

Dmitri, 216, 217, 218, 227, 228, 244, 252, 274, 275, 278, 303, 305, 308, 309, 310, 311, 312, 313, 315, 316, 317, 318, 319, 322, 323, 359, 379

Dmitri (Briansk prensi), 311, 335

Dmitri (Pereyaslav prensi), 206

Dmitri Bobrok-Volynsky, 304, 308, 312, 333

Dmitri Dedko, 248

Dmitri Donskoy, 278, 292, 293, 328, 334, 417, 420, 421, 425, 433, 438

Dmitri Krasny, 358

Dmitri Shemiaka, 358, 375, 376, 378, 381, 383, 384, 385, 386

Dobun-Mergan, 32

Dolon-nor, 95

Dominiken, 84

Don, 69, 72, 171, 212, 219, 230, 231, 290, 310, 311, 312, 314, 328, 330, 386, 392

Donets, 72, 290

doroga, 257, 308

Dorogobuj, 302

Dönme Julian, 223

Dubrovnik, 78

Ducas, 368

Dusburg, 287

Duva-Timur, 112

Dvina, 192, 244, 284

Dvina Fermanı, 423

E. E. Golubinsky, 200

E. Khara Davan, 121

E. Khara-Davan, 44, 142, 173, 398

Ebu Said, 112, 113, 118

Ebubekir, 337

Ebulhayr, 350

Edige, 326, 333, 335, 336, 337, 338, 339, 340, 341, 342, 343, 346

Edigey, 277, 299, 308

Edirne, 239, 363

Edward G. Browne, 330

Edward I, 102

Edward II, 108

Eflak, 295, 368

Ege, 250

Egolday, 263, 358

Ekbatana, 162

Elets, 328

Eliu Chu-tsai, 59, 65, 82

El-Makrizî, 135, 136

El-Melik el-Nasır, 241

El-Timur, 112, 115

Enkin (bkz. Pekin), 30

Eremei, 302

Eric Voegel, 121

Erich Haenisch, 44

Ermeni, 120, 129, 267

Ermenistan, 20, 68, 82, 83, 87

Ernst Herzfeld, 33

Ertuğrul, 67, 233

Esen-Buka, 109, 110

Eski Saray, 190, 331

Estonlar, 75

Eugenius IV, 366, 371

Euphrosyne, 204

Eyyubi, 20

Fatih Mehmed, 370

Fedor, 208, 209, 212, 218, 227, 338, 341, 433

Fedor Basenok, 384, 388, 390, 391

Fedor Belozersky, 313

Fedor Biakont, 252

Fedor Koşka, 308, 389

Felix V, 366, 371

Fêng Chia-shêng, 165, 170

Ferdinand Lot, 364, 368

Ferrara, 366, 370

Filibe, 363

Filistin, 22, 75, 83, 87, 97, 103, 108

Fin, 75, 254, 394, 449

Finlandiya, 76

Finlandiya Körfezi, 75, 461

Floransa, 366, 370

Francis Woodman Cleaves, 11

Franklar, 368

Fransa, 18, 22, 74, 78, 84, 87, 90, 91, 92, 102, 124, 125, 365, 404, 423, 424

Fransisken, 84, 85, 86, 90, 92, 103, 108, 115

Frederick Barbarossa, 21, 22

Frederick II, 22, 75, 77, 83, 182

Friesland, 74

Frigya, 67

G. Grum - Grjimaylo, 25

Gakla, 352

Galiç, 194, 248, 249, 265, 273, 279, 282, 285, 351, 356, 357, 358, 378, 384, 386, 390, 403, 407, 415

Galiçya, 72, 179, 180, 183, 185, 191, 193, 194, 196, 206, 222, 223, 246, 247, 248, 251, 260, 261, 265, 271, 272, 273, 274, 275, 282, 283, 286, 412

Galiçyalı Daniel, 84, 179, 184, 431

Galile, 97, 200

Gazan, 107, 108, 158, 233, 234

Gazne, 58, 234

Gedimin, 247, 248, 251, 286, 359, 419, 436

Gegen (bkz. Suddhipala), 111

Gelibolu, 250

Gennadius Scholiarus, 370

George Pachymeres, 203, 221

Gerasim, 356, 367

Gertrude, 181

Gıyaseddin Keyhüsrev II, 177

Gıyaseddin Mesud II, 233

Gibbon, 18, 330

Giosafato Barbaro, 331

Giovanni Giustiniani, 369

Gleb, 208, 209, 212

Gorky, 245

Gorodets, 199, 212, 217, 320, 327, 376, 377, 394

Gorodna (Grodno), 191

Got, 171, 221

Gothland, 74

Gregory Ebul Ferec, 17, 129

Grünwald, 344

Guillaume Boucher, 92

Gur Han, 41

Gürcistan, 20, 66, 68, 83, 177

Güyük, 11, 69, 79, 81, 83, 85, 86, 87, 88, 120, 121, 122, 123, 124, 132, 153, 154, 156, 157, 173, 175, 178, 179, 183, 403

Hacı Giray, 263, 350, 392

Haçlı Seferleri, 13, 21

Halep, 96

Hanbalık, 98

Hang-çu, 98

Hans Delbrück, 151

Han-si, 50

Harezm, 13, 19, 20, 22, 25, 53, 54, 55, 57, 59, 60, 126, 166, 177, 198, 242, 250, 259, 321, 323, 326, 338, 343, 404, 434

Harezmli, 19, 55, 59, 82

Harezmşah, 54, 55, 58

Haşhaşiler, 20, 75, 93, 97

Hazar Denizi, 58, 59, 233, 327

Hazarlar, 24

Hedwig, 288

Henry Howorth, 15

Herat, 342

Hermitage Müzesi, 161

Hethum I, 82, 83

Hıdır, 294, 300

Hırvatistan, 77, 78

Hindiçini, 100

Hitler, 70

Ho Ch’iu-t’ao, 36

Hollanda, 74

Honan, 66, 68, 119

Ho-nan, 50

Hong Wu, 298

Horasan, 165

Horvatiyan, 283

Hotan, 43, 99

Hristiyan, 13, 17, 18, 20, 22, 23, 52, 75, 78, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 90, 91, 102, 108, 172, 184, 208, 218, 222, 223, 240, 294, 323, 346, 361, 362, 365, 370, 446

Hrushevsky, 248, 249

Hun, 125, 126, 141, 158

Hunan, 94

Hupeh, 94, 119

Hussit, 349, 353, 434

Hülagu, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 101, 112, 125, 171, 188, 189, 200, 201, 202, 269

Hüsrev ve Şirin, 174

I. Mehmed, 365

II. Mehmed, 369, 370

II. Murad, 350, 365, 369

II. Yuri, 71, 76, 83, 247, 248, 283, 289, 412

III. Vladislav, 369, 373, 374

III. Yuri, 292

Irak, 20, 66, 67, 68, 83, 165

Isık Göl, 89

IX. Gregory, 78

IX. Louis, 77, 84, 87, 89, 90, 92

İbak, 174

İbni Arapşah, 242

İbni Battuta, 175, 240, 242, 258

İbni Batuta, 113, 139, 175

İbni Mufaddal, 167

İbni Tagribirdi, 140

İgor Alayı Destanı, 230, 314

İlhan, 107, 158, 203

İlhan Argun, 102, 103

İlhanlar, 97, 118, 166, 167

İlhanlı, 101, 216, 233, 242, 253, 321

İlhanlılar, 102, 155, 165, 166, 170, 204, 212, 216, 218, 225, 226, 234, 244, 270

İli, 64, 98, 165

İngiltere, 22, 74, 77, 78, 102, 108, 423, 434

İnnocent IV, 83

İran, 13, 14, 20, 33, 54, 57, 66, 67, 68, 84, 87, 90, 92, 97, 98, 99, 101, 107, 108, 110, 112, 115, 118, 133, 141, 142, 155, 158, 162, 165, 167, 168, 170, 171, 174, 188, 189, 200, 201, 219, 230, 234, 238, 258, 269, 321, 322, 331, 434

İrtış, 64

İsa, 75, 203, 365

İsidor, 367, 368, 369, 370, 371

İskenderiye, 241

İskit, 221

İskitler, 16, 24, 126, 141, 230

İsmailî, 20

İstemi, 126

İsveç, 184, 186, 461

İsveçliler, 75, 185, 285, 335

İtalya, 22, 250, 366, 367

İvan, 236, 238, 244, 245, 246, 294, 303, 304, 338, 340, 341, 351, 358, 384, 385, 387, 393, 415

İvan I, 246, 251, 253, 260, 272, 292, 407, 457

İvan II, 200, 252, 274, 275, 300, 352, 395

İvan III, 292, 383, 395, 399, 418, 420, 421, 423, 435, 437, 439, 456

İvan IV, 352, 371, 401, 438, 440, 442, 456, 457, 458, 461

İvan Mojaisky, 381, 383, 386, 387, 389, 391

İvan Patrikeev, 388

İvan Riapolovsky, 383, 384

İvan Striga-Obolensky, 388, 390, 391

İvan Velyaminov, 305, 308, 309

İvan Vsevolojsky, 357, 415

İznik, 184, 189, 190, 362, 366

Jacob II, 108

Jan Dlugosz, 343

Japonya, 100

Java, 100

Johann Schiltberger, 174, 255

Johannes Rahder, 12

John Bessarab, 240

John de Beaumont, 176

John Kantakuzen, 285

Joinville, 89

Joseph, 184

Kadan, 69, 95

Kadir Bedri, 343

Kafkas, 25, 212, 452

Kafkaslar, 58

Kafkasya, 72, 171, 177, 201, 212, 242, 244, 254, 327, 330, 347, 386, 408, 452

Kahire, 241, 350

Kaifeng, 116

kalan, 163, 269

Kalavun, 214

Kalawun, 103

Kalita, 246, 351, 387

Kalka, 58, 70, 314, 315

Kalmuklar, 45, 121

Kaluga, 71

Kama, 244, 254, 255

Kamboçya, 100, 107

Kamenets, 263

Kanglı, 55

Kansu, 50, 96

Kanton, 98

Kara Rusya, 192, 195, 265, 283, 284

Kara Tahsilat, 268, 277

Karadeniz, 16, 24, 118, 171, 172, 209, 221, 229, 231, 232, 233, 234, 250, 281, 282, 295, 301, 331, 334, 336, 337, 344

Kara-Kitan, 52, 53, 56, 60, 64

Karakurum, 81, 83, 85, 86, 89, 91, 94, 95, 99, 107, 178, 184, 259

Karamzin, 176, 178, 391, 397, 455

Karatavuk Sahrası, 363

Kareller, 75

Karl A. Wittfogel, 170

Karl A.Wittfogel, 165

Karolenj, 235

Karpat dağları, 76

Kasar, 47

Kasım, 376, 379, 380, 385, 386, 387, 390, 392, 394, 395

Kasog, 347

Kaşgar, 99

Kaşgarya, 98, 99

Kathar, 21

Katolik Kilisesi, 21, 75, 83, 107, 186, 194, 288, 356, 366, 424

Kavgadyi, 243, 244

Kaydu, 98, 99, 106, 107

Kayrıçak Oğlan, 328

Kayşan, 109

Kazakistan, 64, 72, 165, 166, 169, 173, 296, 298, 323, 324, 346, 348, 349

Kazan, 26, 332, 348, 359, 377, 380, 387, 392, 394, 395, 437, 458

Kazan Hanlığı, 175, 359

Kazan Tatarları, 26, 175

Kefe, 210, 230, 234, 241, 249, 315, 331, 332

Keistut, 287, 288, 289, 303

Keldi Beg, 295

Kepek, 348, 349

Kerayit, 27, 38

Kerulen, 89

Khlynov, 358

Kholm, 194, 195, 196, 283, 340

Kıbrıs, 82, 84, 87, 92, 250

Kılıç Arslan, 83

Kılıç Taşıyanlar Tarikatı, 21

Kırgız, 151, 346

Kırım, 25, 167, 171, 175, 177, 209, 212, 219, 221, 227, 229, 239, 241, 242, 250, 254, 263, 295, 305, 307, 315, 331, 332, 343, 348, 349, 350, 391, 394, 408, 409, 461

Kırım Tatarları, 26

Kiangsi, 119

Kiev, 15

Kilavun, 214, 216

Kilikya, 82

Kinkit, 254

Kit Buka, 96

Kitan, 42, 52, 159, 160

Kitanlar, 24, 43, 50, 51, 127, 146

Kiyat, 254

Kiyef, 9, 70, 72, 85, 178, 183, 206, 223, 246, 247, 252, 260, 261, 263, 268, 273, 282, 285, 286, 319, 327, 333, 335, 336, 343, 344, 345, 346, 351, 370, 372, 374, 399, 401, 402, 403, 404, 411, 413, 414, 415, 419, 421, 422, 427, 429, 431, 432, 441, 443, 447, 451, 452, 457, 460

Kladsko, 77

Kliuchevsky, 208, 290, 292

Klosterneuburg, 79

Kokoçu, 49

Kolomna, 236, 291, 310, 311, 328, 339, 357, 360

Kolyvan, 184

Kondurça, 325

Konstantinopolis, 15, 19, 21

Korçi, 40

Koriat, 251, 295, 304

Kosak, 400

Kosog, 347

Kosova, 363

Koşka, 308

Kotan Han, 72, 73

Kozelsk, 71

Kök Ordu, 174

Köln, 77

Kör Vasili, 383

Köstendil, 240

Kraliçe Blanche, 77

Kremenets, 196, 356

Kremlin, 289, 302, 303, 371

Krevo, 288

Krevo Birliği, 288, 289, 375

Kriviçler, 192

Kubilay, 93, 94, 95, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 109, 110, 111, 113, 117, 124, 151, 156, 157, 159, 169, 170, 172, 189, 198, 202, 203, 204, 212

Kuça-Turfan, 99

Kudüs, 18, 19, 20, 84

Kukanlık, 231

Kulikova Pole, 311, 312, 313, 314

Kulpa, 294, 300

Kuman, 72, 82, 176, 177, 215, 221, 222, 337

Kursk, 224, 263, 358

Kurumşi, 178, 194, 195

Kusala, 111, 115

Kuşin, 254

Kutba, 174

Kutbeddin Muhammed, 54

Kutlug Buka, 298, 299

Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu, 21

Kutuku (bkz. Kusala), 111

Kutuzov, 388, 435

Kuybişev, 325

Kuzey Denizi, 74

Küçlük, 52, 53

Küçük Asya, 20, 54, 67, 68, 165, 177, 218, 233, 360, 361, 365

Küçük Mehmed, 356, 359, 375, 392

Küçük Rusya, 282

Külük, 109, 111

Kürdistan, 67

László, 222

Laurentius, 452

Lazar, 363, 364

Lehistan, 14, 73, 76, 77, 179, 180, 185, 196, 223, 224, 226, 246, 248, 263, 265, 271, 274, 275, 281, 282, 286, 288, 289, 293, 322, 327, 333, 334, 349, 353, 354, 368, 373, 374, 375, 390, 400, 409, 435, 458, 461

Lehnica, 76, 149

Leninsk, 190

Leo, 181, 195, 213, 247

Leo Tolstoy, 452

Letonlar, 75

Lewis, 248

Liao, 42, 159

Liao-yang, 114

Liegnitz, 76, 78

Litovsk, 192

Litvanlar, 75, 191, 192, 193, 196, 284, 287, 289, 374

Liubov, 303

Liubutsk, 264

Livonya Şövalyeleri, 76, 461

Longjumeau’lu Andrew, 87

Loren, 92

Lubart, 248, 282, 285, 286

Lucifer, 78

Lugven, 339

Luksemburg, 364

Lutsk, 195, 196, 263, 283, 353, 366

Lübnan, 20

Lvov, 196, 265, 273

Lyon, 84, 87, 101, 102, 190

M. A. Diakonov, 371, 398

M. İ. İvanin, 151

Macaristan, 14, 23, 70, 72, 73, 76, 77, 78, 79, 82, 149, 176, 179, 180, 181, 185, 196, 219, 220, 221, 222, 223, 224, 226, 248, 364, 368

Mahmud Yalavaç, 66, 82, 86, 90

Mahmudek, 359, 377, 380, 387, 391

Makedonya, 362, 363

Makrizî, 128, 130, 131, 134, 135, 136, 138, 139, 148, 338

Mamat Saltan, 295

Mamay, 168, 295, 296, 298, 299, 301, 303, 305, 306, 307, 308, 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 337, 411, 419, 425, 433

Mançu, 23, 30, 117, 127

Mançurya, 23, 24, 50, 52, 114

Manfred Hohenstaufen, 101

Mangıt, 203, 215, 219, 299, 336, 346

Marburg, 287

Marco Polo, 102, 105, 118, 151, 158, 161, 170, 173

Maria, 201, 208, 218, 233, 247, 357, 378, 385, 451

Mark, 367, 370

Marko Kraljeviç, 363

Marko Polo, 230

Marmara, 234, 250

Matthew Paris, 26, 73

Maveraünnehir, 165, 169, 296, 297, 323, 324

Mâverâünnehir, 96, 98

Mavi Ordu, 174

Mazovia, 247

Mehmed, 257, 349

Melim Berdi, 392

Memluk, 93, 96, 140, 188, 189, 200, 202

Mendovg, 192, 193, 194, 195, 213, 286

Mengli Giray, 263

Mengü Temir, 202, 203, 204, 205, 206, 207, 209, 210, 211, 212, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 224, 229, 408, 409, 430

Mengü Timur, 206

Merkit, 35, 38, 43

Meryem, 329

Metz, 92

Mısır, 20, 83, 89, 93, 96, 101, 102, 108, 140, 165, 188, 189, 200, 202, 203, 204, 213, 214, 215, 216, 227, 234, 238, 241, 249, 250, 254, 321, 337, 340, 342, 350

Mikael, 12, 181, 201, 209, 223, 227, 237, 238, 243, 244, 294, 302, 303, 304, 305, 317, 318, 320, 373, 374, 375, 386, 389, 392, 408

Mikael Brenok, 312, 313

Mikael I, 302

Mikael I. Rostovtzeff, 126

Mikael II, 338

Mikael Paleologus, 189, 210

Mikael VIII, 190, 200, 204, 214, 215, 216

Mikulin, 302

Mindaugas (bkz. Mendovg), 192

Ming, 111, 119, 169, 296, 298, 320

Mişerler, 254

Mitrofan, 205

Moğolistan, 10, 19, 22, 23, 24, 25, 28, 30, 43, 45, 52, 55, 60, 61, 64, 70, 79, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 88, 89, 90, 91, 92, 94, 95, 96, 97, 99, 102, 106, 119, 125, 126, 143, 159, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 176, 178, 179, 182, 209, 260, 262, 410

Mojaisk, 236, 358, 386, 418

Moldavya, 219, 220, 221

Mologa, 71

Montecorvino’lu John, 103, 107, 116

Moravya, 77, 410

Moskofya, 274, 281, 286, 302, 332, 339, 343, 344, 345, 351, 355, 356, 359, 375, 381, 387, 388, 389, 390, 392, 399, 400, 412, 420, 429, 436, 457, 458, 461

Moskova, 10, 15, 71, 200, 227, 235, 236, 237, 243, 244, 245, 246, 250, 251, 252, 272, 274, 275, 276, 277, 278, 281, 285, 289, 290, 291, 292, 293, 294, 300, 301, 302, 303, 304, 305, 306, 307, 308, 309, 310, 311, 313, 314, 315, 316, 317, 318, 319, 320, 321, 322, 323, 324, 326, 328, 329, 330, 333, 334, 338, 339, 340, 341, 342, 343, 345, 350, 351, 354, 356, 357, 358, 359, 360, 367, 370, 372, 373, 375, 377, 378, 379, 380, 381, 383, 384, 385, 386, 387, 388, 389, 390, 391, 392, 393, 394, 395, 397, 398, 399, 400, 401, 404, 405, 406, 408, 409, 412, 413, 414, 415, 416, 417, 418, 419, 420, 421, 422, 423, 425, 426, 430, 433, 434, 435, 436, 437, 439, 440, 442, 443, 445, 448, 449, 452, 454, 456, 457, 458, 459, 460

Moskovalı Dmitri, 300, 301, 304, 307, 320

Möngke, 69, 72, 83, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 98, 99, 105, 120, 121, 122, 123, 124, 132, 156, 160, 184, 186, 188, 189, 198, 202, 209

Mstislav, 181, 345, 374, 385

Mstislavsky, 437

Mugan, 97, 166

Muhammed, 57, 58

Muhammed Bulak, 295, 303

Muhammed II, 54, 55, 57

Muhammed Yalavaç, 60

Muineddin Natanzi, 337

Mukali, 46, 52, 66

Munlik, 49

Munlik Temuçin, 37

Murom, 187, 377, 383

Mustafa, 375

Mürid, 295, 300, 301

Müslüman, 17, 19, 20, 22, 23, 55, 56, 57, 66, 67, 82, 108, 138, 157, 171, 172, 175, 188, 195, 197, 198, 200, 204, 216, 218, 242, 249, 258, 259, 267, 294, 297, 337, 360, 361, 362, 372, 408

Napolyon, 70

Nasıreddin Tusî, 128

Nayman, 42, 46, 48, 52

Nekomat, 305, 306, 307, 308

Nerghi, 230

Nesturi, 86

Neva, 76

Nevrû, 236

Nevruz, 294, 300

Nicholas N. Martinovich, 11

Nieman, 284

Niğbolu, 365

Nijni Novgorod, 245, 265, 276, 280, 306, 309, 310, 316, 323, 326, 328, 342, 358, 376, 377, 378, 411, 416, 436

Nizamülmülk, 20

Nogay, 201, 202, 203, 204, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 219, 220, 221, 222, 223, 224, 225, 226, 227, 228, 229, 230, 231, 232, 233, 236, 240, 254, 281, 295, 300, 336, 343, 346, 430, 452

Nogaylar, 219, 233, 254, 346

Nomogan, 99

Norveçliler, 285

Novgorod, 11, 71, 73, 75, 76, 78, 183, 184, 185, 187, 195, 209, 210, 211, 217, 243, 244, 250, 260, 261, 265, 267, 270, 277, 278, 280, 290, 292, 304, 305, 306, 309, 310, 317, 326, 334, 339, 340, 350, 352, 353, 375, 376, 377, 379, 387, 390, 391, 403, 405, 406, 407, 408, 409, 411, 418, 423, 435, 439, 442, 443, 449, 452, 461

Novgorodok, 192, 194

O. Kowalewski, 110

Oçigin, 95

Odoric, 115, 170

Oelun, 35

Oelün, 35, 37, 47, 49

Ofka, 248

Ogatay, 47

Oğul-Gaymış, 89, 90

Oğuz, 53, 67, 254, 429

Oğuz Han, 158, 430

Oka, 71, 254, 264, 290, 291, 309, 312, 328, 359, 376, 377, 379, 394, 436

Okhura, 264

Olcaytu, 106, 107, 108, 125, 234

Oleg, 224, 225, 303, 310, 313, 316, 319, 333, 338

Olelko, 374

Olgerd, 251, 252, 282, 286, 287, 288, 293, 295, 301, 302, 303, 304, 305, 307, 317, 336, 339, 345, 349, 374

Olivera, 364

Olkonut, 35, 37

Olympias, 33

Opochka, 352

Orda, 154, 173, 174, 199, 209, 216, 218, 219, 237, 243, 244, 245, 251, 272, 281, 294, 296, 298, 300, 303, 308, 314, 319, 320, 322, 323, 338, 340, 344, 357, 358, 379

Orhan, 234, 361

Ortodoks, 21, 75, 85, 171, 186, 190, 194, 205, 287, 289, 293, 353, 368, 373, 422

Oslebia, 310, 312, 313

Osman, 67, 233

Osmanlı, 15, 219, 250, 331, 350, 353, 360, 361, 362, 363, 370, 456

Osmanlı İmparatorluğu, 67, 234, 332, 362, 364, 365

Ostei, 317, 318

Otrar, 55, 57, 58, 324, 336

Oyrat, 397

Özbek, 347, 348, 349

P. N. Miliukov, 262, 398

P. P. Smirnov, 407

Pakhra, 392

Palatio, 368

Palladi, 36

Paris, 74, 77, 92, 116

Paul Pelliot, 36, 44, 120, 123, 177, 347

Peçenekler, 16, 24

Pekin, 10, 30, 51, 52, 63, 95, 98, 103, 104, 106, 107, 112, 114, 116, 119, 156, 165, 166, 298, 320

Peremyshl, 283

Peresvet, 312, 453

Pereyaslav, 72, 260, 261, 447

Pereyaslavl, 107, 184, 211, 235, 236, 237, 238, 264, 301, 339

Pereyaslavl grandük Andrew, 237

Peter, 84, 208, 218, 246, 252, 287, 292, 351, 422, 444, 455

Peter Chaadev, 455

Peter Ordynsky, 208

Philips IV, 102

Photius, 345, 351, 354, 367, 452

Piana nehri, 309

Pinsk, 192, 213

Plano Carpini, 79, 84, 91, 120, 135, 151, 153, 157, 161, 173, 176, 177, 181, 182, 205, 403

Pleşçeyev, 252, 386, 389, 435

Podolya, 178, 194, 196, 233, 260, 261, 263, 282, 327, 336, 344, 356

Poliak, 130, 138, 140, 202

Polotsk prensi Andrew, 311, 333, 335

Presvest, 310

Pripet, 192

Pronsk, 265, 304, 341, 352, 354

Prusya, 21, 191, 289, 303, 324, 436

Prut, 220, 230

Pskov, 75, 76, 78, 228, 265, 335, 339, 352, 379, 403, 409, 411, 423, 424, 432, 442, 444

Radoslav A. Tsanoff, 63

Reşidüddin, 28, 33, 35, 44, 62, 110, 128, 129, 139, 153, 201, 233, 238, 430

Riazan, 71, 143, 187, 225, 236, 245, 251, 253, 255, 265, 276, 279, 290, 303, 305, 306, 309, 310, 313, 316, 319, 328, 330, 333, 338, 341, 349, 352, 354, 358, 367, 372, 375, 384, 386, 387, 392, 395, 403, 416, 417, 418, 431, 433

Riga, 211, 247

Roma, 21, 30, 73, 83, 84, 101, 102, 107, 183, 186, 193, 241, 248, 287, 288, 353, 355, 356, 364, 366, 367, 369, 370, 371, 373, 424, 451

Roma İmparatorluğu, 13, 21, 141, 181, 182, 220, 400

Roma Kilisesi, 365

Roman, 181, 191, 194, 195, 196, 252, 286

Roman Jakobson,, 12

Romen, 295, 345

Rostislav, 179, 180, 208

Rubruck’lu William, 90, 91, 92, 120, 121, 176

Rum İmparatorluğu, 21

Rusya, 9, 10, 11, 14, 23, 26, 53, 58, 69, 70, 71, 73, 74, 75, 79, 82, 84, 90, 98, 112, 114, 126, 142, 143, 154, 155, 165, 167, 168, 171, 172, 173, 174, 176, 177, 178, 179, 182, 183, 184, 185, 186, 187, 189, 190, 192, 194, 195, 196, 198, 199, 202, 203, 204, 205, 206, 207, 208, 209, 212, 213, 215, 221, 223, 224, 227, 228, 233, 234, 235, 236, 237, 238, 239, 243, 244, 246, 247, 250, 251, 252, 254, 258, 259, 260, 261, 262, 263, 265, 266, 267, 268, 269, 270, 272, 274, 275, 276, 279, 281, 282, 283, 284, 285, 290, 292, 293, 296, 300, 301, 305, 307, 308, 309, 311, 313, 314, 315, 316, 319, 320, 321, 322, 326, 327, 328, 330, 331, 333, 335, 338, 341, 345, 349, 350, 351, 352, 353, 354, 355, 356, 358, 359, 363, 367, 370, 372, 379, 380, 388, 390, 391, 392, 393, 394, 395, 397, 398, 399, 400, 402, 403, 404, 405, 406, 408, 409, 410, 411, 412, 413, 414, 415, 416, 417, 418, 419, 420, 422, 424, 425, 430, 433, 434, 435, 436, 437, 439, 441, 442, 443, 444, 445, 446, 447, 448, 449, 450, 451, 452, 453, 455, 456, 457, 458, 459, 460, 461

Rükneddin Baybars, 230

Rylsk, 224, 225

S. M. Solovyev, 397, 398

Sahib Giray, 263

Salahaddin, 20

Saltania, 113

Sâmânoğulları, 53

Samara, 325

Sambat, 83

Sanok, 265, 272

Sarasen, 75

Saray, 82, 83, 94, 113, 118, 165, 166, 170, 173, 176, 180, 184, 185, 186, 190, 205, 211, 214, 224, 236, 238, 242, 250, 253, 254, 255, 259, 265, 276, 295, 298, 299, 300, 301, 303, 307, 308, 314, 323, 331, 348, 375, 392, 394, 403, 404, 408, 448

Sarı Hoca, 303

Sarı Su, 324

Sarıg Uzen, 324

Sarmat, 221, 283

Sartak, 89, 90, 91, 94, 171, 184, 185, 186, 189

Sâsânîler, 141

Satun, 115

Saycut, 254

Schiltberger, 364

Selçuklu, 20, 67, 68, 82, 83, 177, 218, 233

Semerkant, 57, 58, 110, 296, 297, 298, 299, 326, 330, 332, 349

Serge Elisséeff, 12

Sergius, 307, 310, 311, 312, 313, 448

Sergius Bulgakov, 455

Sessiz Constantine, 213

Severia, 344, 359, 375, 384, 436

Seydahmed, 356, 358, 375, 380, 391, 392, 394

Sezar, 152

Shan-si, 167

Shan-tung, 50

Shosha, 290

Shvarn, 194, 213

Sığnak, 296, 298, 299

Sırp, 240, 362, 363, 364, 365

Sibirya, 27, 45, 173, 336, 437, 443

Sigismund, 344, 349, 353, 354, 355, 356, 364, 373, 389, 400

Sigismund I, 263

Sigismund Koributovich, 349

Silezya, 76, 84

Simeon, 251, 252, 276, 304, 316, 351, 384, 391

Simon, 153

Sinkiang, 28, 43

Sirderya, 55, 173, 296, 323, 324

Sit’, 71, 149

Siyenpiler, 24

Skirgailo, 333

Slonim, 192

Smolensk, 208, 212, 227, 236, 247, 248, 260, 261, 264, 334, 339, 340, 352, 367, 373, 374, 385, 403, 433

Sogd, 42

Sokal, 263

Soldaia, 210, 229, 230, 240, 249, 305, 331, 409

Solhat, 239, 249

Sophia, 322, 324, 378, 386, 456

Split, 78

Spuler, 216

St. Constantine, 444

St. Luke, 329

Stalingrad, 190, 242

Stephan Duşan, 362

Stephan Uroş, 240

Subudey, 46, 58, 69, 70, 71, 73, 76, 94, 149, 152, 335

Suddhipala, 111

Sultaniye, 165, 166, 322

Sung, 50, 63, 66, 68, 93, 95, 98, 99

Suriye, 20, 66, 67, 68, 73, 74, 83, 93, 96, 97, 250, 331, 338

Suzdal, 187, 197, 245, 251, 289, 301, 306, 308, 310, 316, 320, 323, 367, 376, 377, 380, 400, 403, 418, 430, 436, 452

Suzdalia, 107, 196, 197, 198, 199, 200, 206, 207, 210, 290, 399, 400, 403, 405

Suzdallı Alexander, 245

Suzdallı Avraami, 367

Suzdallı Dmitri, 300, 301, 306, 320

Suzdalya, 184

Sünni, 54, 93, 170

Süryani, 42

Svetoslaw, 232

Sviatoslav, 224, 225

Svidrigailo, 339, 343, 355, 356, 357, 358, 367, 373, 374

Szajo, 76

Sze Tang-tse, 98

Şadibeg, 337, 340

Şam, 96

Şerefüddin, 323, 330

Şevkal, 245

Şeyban, 173, 350

Şigi-Kutuku, 48

Şii, 20, 54, 170

Şirin, 350

Şirin Tegin, 357

Şirvan, 327

T. D. Kendrick, 285

T’ai-ting (bkz. Yesün-Timur), 111

T’mi’ler, 263

Tahran, 165

Tallinn, 184

Tamga, 269, 280, 426

Tangut, 45, 61, 99

Tannenberg, 289, 344

Tao, 60

Tartar, 12, 26, 77, 85

Tartarus, 26, 77

Tarusa, 327

Tatar, 26, 37, 41, 180, 197, 198, 202, 204, 221, 273, 308, 312, 334, 338, 339, 341, 344, 347, 348, 350, 352, 356, 358, 360, 375, 377, 378, 379, 380, 383, 385, 387, 388, 389, 391, 392, 393, 394, 395, 399, 433, 436, 437, 439, 452, 453, 454, 455, 456, 459, 460, 461

Tayçiyut, 37

Tebriz, 103, 118, 165, 253, 322

Tele Buga, 219, 222, 223, 224, 225, 226, 227, 228

Temir Hoca, 295

Temir Murza, 312

Temuçin, 17, 19, 31, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 48, 52, 81, 128

Temuga Oçigin, 95

Terek, 242, 327

Terter, 215, 232, 239

Theodora, 209

Theodosia, 210

Theognost, 214, 252, 266

Tırnova, 232, 345, 363

Tibet, 36, 50, 99, 100, 169

Tiflis, 202

Timur, 34, 106, 107, 109, 113, 125, 234, 257, 296, 297, 321, 323, 324, 325, 326, 327, 328, 329, 330, 331, 332, 336, 338, 361, 365, 404

Timur Kutlug, 326, 333, 335, 337, 342, 356

Timur Melik, 299

Timur-Kutlug, 257, 259

Timurlenk, 166, 168, 169, 297, 298, 299, 314, 320, 337, 342, 343, 349, 430, 433, 434

Tinibeg, 174, 249

Tisa, 76

Tmutorokan, 345

Togan-Timur, 109, 115, 116, 119

Togrul Han, 38, 39, 40, 41

Tokta, 107, 224, 226, 227, 228, 229, 230, 231, 232, 233, 234, 236, 237, 238, 239, 240, 243, 430

Toktamış, 259, 265, 276, 277, 278, 279, 298, 299, 307, 309, 314, 315, 316, 317, 318, 320, 321, 323, 324, 325, 326, 327, 328, 329, 331, 332, 333, 334, 335, 336, 338, 341, 342, 343, 344, 348, 356, 378, 379, 380, 409, 412, 416, 419, 425, 430, 433

Tonking, 94

Tovtivil, 192, 193

Töton, 9, 21, 75, 76, 78, 185, 191, 192, 193, 287, 288, 289, 322, 324, 334, 344, 353, 354, 356

Trakya, 201, 363

Transilvanya, 220, 221, 222

Transkafkasya, 68, 97, 177, 179, 201, 226, 321, 323, 327

Transoxania, 42

Trinity Manastırı, 307, 310, 313, 448, 449

Troiden, 213, 247

Troki, 287, 334

Tsarev, 190

Tugan, 202

Tug-Timur, 111, 112, 114, 115

Tuğ-Timur, 170

Tuka Timur, 299, 348

Tuka- Timur, 294

Tuka-Timur, 173

Tula, 260, 265, 311

Tulunbay, 241

Tuluy, 47, 61, 64, 65, 66, 69, 83, 88, 89, 90, 94, 95, 98, 105, 166, 188

Tuna, 78, 125, 203, 220, 221, 354

Turakina, 81, 157

Turov, 192, 283

Tüde Mengü, 202, 214, 216, 217, 218, 219, 224, 227

Tüden, 228

Tümen, 174, 336

Türk, 11, 16, 23, 24, 26, 28, 43, 45, 53, 69, 73, 82, 96, 100, 125, 126, 138, 140, 142, 150, 151, 163, 165, 166, 168, 169, 172, 177, 221, 232, 239, 241, 254, 256, 266, 296, 337, 343, 346, 347, 348, 353, 361, 364, 368, 369, 429, 436, 453, 454, 460

Türkistan, 13, 19, 20, 28, 36, 53, 55, 56, 57, 59, 60, 61, 67, 99, 126, 139, 142, 144, 149, 151, 165, 167, 169

Türkmen, 53, 55, 67, 69

Türkmenistan, 165

Tvertsa, 290

Ugliç, 209, 384, 385, 391, 393

Ugur, 449

Ugurlar, 254

Ukrayn, 344, 347, 348, 386

Ulagçı, 94, 186, 188, 189, 198

Uluğ Mehmed, 348, 349, 350, 352, 356, 357, 358, 359, 360, 375, 376, 377, 378, 379, 380, 381, 383, 385, 391, 432

Ungirat, 37

Urban, 18

Urgenç, 54, 55, 59, 323, 326, 331, 343, 404, 409

Uriangedey, 94

Urus Han, 296, 298, 299, 326, 328, 349

Ustiug, 197, 310, 390, 393

Uygur, 19, 42, 48, 49, 50, 66, 82, 99, 157, 268

Uzbeg, 167, 171, 175, 190, 239, 240, 241, 242, 243, 244, 245, 246, 247, 249, 261, 282, 294, 295, 457

Ügedey, 47, 59, 64, 65, 66, 68, 69, 79, 81, 82, 89, 90, 94, 95, 96, 98, 107, 157, 161, 162, 164, 166, 167, 177

Üzbeg, 110, 112, 113, 408

V. D. Smirnov, 350

V. N. Tatişçev, 277

V.O. Kliuçevsky, 398

Vaclov, 77

Varna, 368, 369, 374

Vasili, 187, 211, 253, 268, 274, 277, 279, 292, 302, 304, 305, 306, 308, 316, 320, 322, 323, 324, 326, 328, 334, 338, 339, 340, 341, 342, 350, 354, 356, 357, 358, 359, 360, 367, 371, 375, 376, 377, 378, 379, 380, 381, 383, 384, 385, 386, 387, 388, 389, 390, 391, 392, 393, 394, 395, 400, 415, 416, 418, 420, 421, 423, 433, 436, 438, 439, 454

Vasili III, 437, 456

Vasili Kutuzov (bkz. Kutuzov), 386

Vasili Velyaminov, 253, 304

Vassaf, 234

Veçe, 207, 413

Venedikli, 102, 210

Viatka, 358, 387, 390, 391

Vilno, 287, 354, 355

Vitebsk, 192, 212, 367

Vitovt, 263, 289, 322, 324, 327, 333, 334, 335, 336, 337, 338, 339, 340, 341, 343, 344, 345, 348, 349, 350, 351, 352, 353, 354, 355, 356, 374, 418, 432

Viyana, 15, 79

Vladimir, 70, 71, 75, 83, 178, 183, 184, 185, 186, 187, 195, 196, 197, 199, 206, 210, 211, 217, 224, 227, 236, 237, 239, 243, 244, 245, 246, 251, 252, 261, 265, 266, 274, 275, 278, 279, 281, 282, 283, 286, 293, 300, 301, 303, 304, 305, 309, 310, 311, 312, 313, 317, 318, 320, 321, 323, 328, 329, 339, 341, 351, 352, 357, 374, 387, 406, 407, 409, 417, 418, 419, 421, 425, 435, 451, 457, 458

Vladimir F. Minorsky, 12

Vladislav, 288, 289, 373

Voishelk, 193, 213

Voja, 309, 431

Volga, 69, 70, 71, 82, 171, 173, 176, 177, 199, 211, 238, 254, 255, 290, 295, 298, 299, 308, 310, 316, 323, 325, 328, 330, 332, 348, 349, 351, 359, 376, 393, 407, 409, 461

Volinyalı Vasilko, 179

Volkovysk, 192

Vologda, 385

Volokolamsk, 290, 317, 318, 339, 386

Vsevolod, 207, 210

Vukasin, 363

W. Kotwicz, 12, 45, 124

Wang Han, 41, 42

Wigand, 287

William A. Mitchell, 152

Winchester, 75

Yagailo, 287, 288, 293, 301, 307, 310, 311, 313, 315, 322, 324, 327, 334, 344, 349, 353, 373, 419

Yakub, 377, 379, 380, 385, 386, 387, 390

Yakubovsky, 316

Yan Gashtovt, 374

Yangtse, 104

Yangtze, 118

Yan-Timur (bkz. El-Timur), 112

Yarkent, 99

Yarmouth, 74

Yaroslav, 83, 178, 206, 210, 211, 227, 351, 357, 451

Yasa, 56, 61, 103, 120, 121, 123, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 144, 147, 155, 170, 337

Yassy, 220

Yayık, 203, 233, 323, 325, 326, 346

Yedisu, 165, 169

Yeh-lü Chu-tsai, 52

Yeni Aşağı Hisar, 376

Yeni Saray, 190, 298, 330, 331

Yeniçeri, 361

Yenisey, 25, 26, 48

Yesügen, 41

Yesügey, 31, 35, 37, 38, 39, 47, 49

Yesün-Timur, 111, 112

Yesüy, 41

Yona, 367, 372, 384, 385, 387, 388, 389, 390, 393

Yuri Patrikcevich, 359

Yuri Patrikeevich, 388

Yüan, 35, 36, 63, 79, 98, 100, 105, 106, 109, 113, 114, 117, 140, 162, 165, 166, 169, 296, 320

Yünnan, 94

Zagreb, 77, 78

Zeki Velidi Togan, 16

Zhmud, 191, 193, 334, 374

Zvenigorod, 279, 351, 357, 387, 392, 405

Zyrianianlar, 449