{1} Ayinden Romans’a. - Çev.

{2} Altın Dal. -Çev.

{3} İsa’nın son akşam yemeğinde kullandığı tas. -Çev

Çevirenin notu: “Çorak Ülke”nin çevirisine ekli dipnotlar da “The Norton Anthology”den alınmıştır.

{4} İ.S. Birinci yüzyılda yaşamış olan Petronius’un “Satyricon” adlı yapıtından: “Bir keresinde Cumae’de, kendi gözlerimle gördüm; Sibil, bir kafesin içinde asılıydı. Oğlanlar ona ‘Sibil, ne istiyorsun?’ dediklerinde o, ‘ölmek’ diye yanıtladı.” Yunan mitolojisinde kahin yaşlı kadınlar olan Sibillerin en ünlüsü, Cumae’deki Sibil’dir.

Bu Sibil, Aeneas Destanı’nda, Aeneas’a Hades’te (Ölüler Ülkesinde.-Çev.) yol gösterdi. Sibil’e, Apollo tarafından ölümsüzlük bağışlanmıştı; ama kalıcı gençlik istemeyi unutan Sibil, yaşlanarak buruştu ve saygınlığı azaldı. “Çorak Ülke” şiirinde başka kahinler de vardır: Bayan Sosostris, Tiresias.

{5} Bu şiire son biçimini verirken Eliot’a Ezra Pound yardımcı olmuştu.

II miglior fabbro( en iyi usta), Tanrısal Komedya’da (Araf, XXVI, 117) Dante’nin, Provence şairi Arnaut Daniel için kullandığı övgü sözcükleridir.

{6} Bu başlık, Anglikan mezhebinin ölü gömme töreniyle ilgilidir. Nisan, en zalim aydır; çünkü gerçek bir canlanış getirmez ve bize, yararsız anılarla işkence eder. Mevsimler, bu halleriyle, yaşamın çevrimi değildirler; yurtdışı tatil beldelerinde gevezeliklerini işittiğimiz insanlar, aslında yeni bir yaşam istemiyorlar; insan, bu açıdan da bakılınca zalimdir, çünkü yeniden canlanma önerir bunu istemeyen insanlara. Birden tonu değişen ses, sanki peygamber Ezekiel’in sesine dönüşür ve uygarlığın kuru, umutsuz parçalanmışlığını duyurur. Sonra bu ses, romantik şarkılara ve yitirilmiş aşk fırsatlarıyla ilgili anılara bırakır yerini. Daha sonra, günün modası olan falcılığa tanık oluruz:

Mısırlı bilici tavrı takınmış bir şarlatan, eski bir dinin gizlerini fal biçi-mine dönüştürür; tarot kartlarındaki, eski çağlardan kalma simgeler, yozlaştırılarak şarlatanca sözlere dönüştürülmüştür (ama bu simgeler, yoğun bir çağrıştırma gücüne sahiptirler; kartlardaki her karakter, bu şiirde geliştirilecektir.) Sonra, çağdaş uygarlığın daha dolaysız görüntüleri sergilenir: Baudelaire’in Paris’i, günümüzün Londra’sı, Dante’nin Limbo’su, birbirinin aynıdır. Heyecanlı konuşmacı, büyük diriliş ayinini, bahçecilik hakkında delice ve uğursuz bir soruya dönüştürür.

{7} Münih yakınlarında bir göl.

{8} Münih'te, hayvanat bahçesiyle ve kafeleriyle ünlü bir park.

{9} Hiç de Rus değilim, Litvanya'dan geliyorum, tam bir Alman’ım.

{10} “Bk. Ezekiel II, i” [Eliot’ın notu]. Burada Tanrı, Ezekiel’e seslenir: “İnsanoğlu; ayaklarının üzerinde dikil, sana doğru konuşacağım.”

{11} “Bk. Ekklesiastes XII,V” [Eliot'ın notu], Eliot’ın aktardığı bu dize, Vaazcı’nın, eski çağdaki yıkılmışlığı tanımlayan sözlerinden bir bölümdür: “Ne zaman ki korkacaklar yukarıdakinden ve dehşetler yola koyulacak, ve badem ağacı yeşerecek, ve çekirge bir yük olacak ve arzunun sonu gelecek...”

{12} İsayah XXXII, 2: “Erdemli kral”, “Kuru bir yerdeki sulu ırmaklar gibi olacak, yorgun bir toprakta kocaman bir kayanın gölgesi gibi.”

{13} “V. Tristan und Isolde, I, 5-8. dizeler” [Eliot’ın notu]. Wagner’in operasında bir gemici geride bıraktığı kızı anımsıyor: “Temiz rüzgârlar eser senin yurduna; İrlandalı çocuğum, nerde oyalanırsın?"

{14} “Aynı yapıt, III, 24. dize” [Eliot’ın notu]. Adı geçen operanın III. perdesinde Tristan, ölüm döşeğindedir. Cornwall’den Isolde’nin gelmesini beklemektedir; ama kızın gelişini haber vermek için denizi gözleyen çoban, sonucu şöyle bildirir: “Issız ve boş, deniz.”

{15} Aldous Huxley’in “Crome Yellow” adlı romanının panayır sahnesinde bir kadın, çingene gibi giyinerek “Ekbatan Büyücüsü Sesostris” diye tanıtır kendini. Eliot, bu adı, “Sosostris” biçiminde şiirine aldı, alay etmek için.

{16} Tarot kartları. “Ayinden Romansa” adlı kitabında J. Weston’in incelediği Tarot kartlarından dört tanesi. Kase, mızrak, kılıç, tabak. Bunlar, Tas söylencesinde bulunan yaşam simgeleridir. Weston’a göre, “Günümüzde tarot, yozlaştırılıp fala dönüştürülmüştür.” Eliot, 46.-56. dizelerde andığı kartlarla ilgili notunda şöyle der: “Tarot kartlarının özelliklerini bilmem; onları, kurallara iyice aykırı tarzda, amacıma göre kullandım. Bu kartlardan biri olan ‘Asılmış Adam’, amacıma iki yönden uygun düşüyor: Bir yönden o, bana Frazer’ın Asılmış Tanrı’sını çağrıştırıyor; bir yönden de, V. Bölüm'de, müritlerin Emmaus’a yolculuğu sırasında görülen kukuletalıyı çağrıştırıyor. Fenikeli Gemici ve Tüccar, daha sonra da ortaya çıkacak; “İnsan Kalabalığı” ve “Suda Ölüm”, IV. Bölümde yeniden yer alacak. Üç değnekli adam (aslında Tarot’un bir üyesi), uzak bir çağrışımla da olsa, bana Balıkçı Kral’ı anımsatıyor.”

{17} IV. Bölüme bakınız. Fenikeli Phlebas ve İzmirli tüccar Bay Eugenides (daha sonra yine ortaya çıkacaklar), tek bir simgesel karakterin (Fenikeli Gemici’nin) farklı evreleridir. Bay Eugenides, “currant” (kuşüzümü) ihraç eder (210. dize); boğulmuş Phlebas, akıntıda (current) sürüklenir (315. dize), [“currant” ile “current” sözcüklerinin okunuşu aynıdır. Çev.] Bunu izleyen dize, Shakespeare'in “Fırtına" adlı oyunundan alınmıştır (I. ii. 398): Ariel’in, deniz kazasına uğrayan Ferdinand’a türküsü. “Oturuyordu bir yığının üzerinde / Kral babamın ölümüne ağlıyordu yine”, “ben bu besteyi sürüklerken suların üzerinde.” Bu türkü, Ferdinand’ın boğulduğu sanılan babası Alonso içindir. “Çorak Ülke” şiirinde, “Fırtına” oyununa birçok gönderme vardır: Alonso’nun ve Ferdinand’ın varsayılan boğuluşları, onların su tarafından arındırılışları olarak görülmektedir; Alonso’ya acı veren “deniz değişimi”, bir bakıma, acının sanata dönüştürülmesini simgelemektedir. (Eliot, Shakespeare’in son oyunlarındaki ayin özelliklerinden etkilenmişti). Ayrıca Ferdinand, Phlebas’ı ve Bay Eugenides’i, dolayısıyla da “boğulmuş Fenikeli Gemici”yi çağrıştırmaktadır. Boğma ve deniz değişimi, suyun yaptığı şeylerdir. Bu şiirde su, çeşitli roller oynamaktadır: Arınma simgesi, vaftiz, canlanma ve büyüme.

{18} “Belladonna”: Güzel hanım. Bu sözcük, aynı zamanda, Madonna'yı (Bakire Meryem’i) imâ etmektedir, dolayısıyla da Kayalıklar Madonnası’nı (Leonardo da Vinci’nin tablosundaki). Kayalıklar, kiliseyi simgelemektedir; ama başka kayalıklar da vardır: Kuraklığın kayalıkları (Çorak Ülke'nin 331. dizesi ve devamı). Belladonna, aynı zamanda, kozmetik yapımında kullanılan zehirli bir bitkidir (güzelavratotu). Bunu izleyen dizede, Bakire simgesi, “Güçlüklerin hanımı”na dönüşmektedir, daha sonra II. Bölüm'de görülecek olan entrikacı ve sinir hastası hanımı imâ ederek.

{19} Yaşam gücünün simgesi; Eliot onu Balıkçı Kral’da somutlaştırıyor.

{20} Bay Eugenides, “tek gözlü”dür; çünkü karttaki yüz, profilden gösterilmiştir, aynı zamanda bununla kötülük ya da dolandırıcılık imâ edilmektedir. Sırtındaki gizemli yük, bereket tapımının gizemleri olabilir, Bayan Weston'a göre -Fenikeli tüccarlar bu tapımı tüm Akdeniz ülkelerine taşımışlardı; ya da bu yük, sadece, “bilinmezliğin yükü"dür, “ağır ve yorucu yükü/tüm bu anlaşılmaz dünyanın” (Wordsworth’ün Tintern Abbey şiirinden.)

{21} Asılmış Adam, Tarot kartında, T biçimindeki haça bir ayağından asılmış olarak gösterilir. Bu figür, bereket tanrısının kendini kurban edişini simgelemektedir; bu tanrı, tekrar canlanarak toprağa ve insanlara bereket getirsin diye öldürülmüştür.

{22} “Baudelaire'den: ‘Fourmillant cite’, cite’, cite’ pleine de revers, /Oü le spectre en plein jour raccroche le passant” [Eliot’ın notu]. Şöyle çevrilebilir: “Kaynaşan kent, düşlerle dolu kent / Bir yer ki parlak günışığında yaklaşır hayalet, yoldan geçene.”

{23} “Inferno III, 55-57" [Eliot’ın notu]. Bu notta Eliot, Dante’nin dizelerini de aktarıyor; bunlar şöyle çevrilebilir: “Öyle uzun bir insan sırası ki/Asla inanamazdım/Ölümün bu kadar çok kişiye yıkım getirdiğine.” Dante, Cehennem’e yaklaşırken, kapıdan içerisini görür: “Günah işlemeksizin ve Tanrı’nın yüceliğini övmeksizin yaşamış olanların lanetli ruhları” da Cehennem’dedir. Baudelaire üzerine bir denemesinde Eliot, şunu öne sürmüştür: İyi sayılmayan, ama kötü de sayılmayan bir insan olmaktansa, tam kötü bir insan olmak yeğdir, bir bakıma.

{24} “İnferno IV, 25-27” [Eliot’ın notu]. Cehennemin ilk halkası olan Limbo’da Dante, Hıristiyanlıktan önce yaşamış oldukları için, Tanrı’yı görme isteklerini hiç gerçekleştiremeyecek olan erdemli kişileri bulur. Eliot, notunda Dante’nin dizelerini de vermiştir; bunların anlamı şöyledir: “Burada, duyabildiğim kadarıyla / Hiçbir yas belirtisi yoktu, sadece iç çekişler / Titretiyordu ölümsüz havayı.”

{25} “Sık sık farkettiğim bir olgu” [Eliot’ın notu]. Azize Mary Woolnoth, para işlemlerinin yaygın olduğu “kent”te (Londra’da) bir kilisedir; kalabalık, Londra Köprüsü’nden akarak kentteki işlerine gitmektedir.

{26} “Sıradan işadamı”nı simgeliyor olabilir.

{27} İ.Ö. meydana gelen Birinci Pön Savaşı’nda, Mylae’deki çarpışma. Bu savaş da, Birinci Dünya Savaşı gibi, ekonomik nedenlerle yapılmıştı.

{28} Bereket tanrısının ölüm ayininin yozlaştırılması.

{29} “Bk. Webster'in Beyaz Şeytan’ındakiAğıt [Eliot’ın notu]. Cornelia’nın söylediği bu ağıtta şöyle dizeler vardır: “Ama uzak tut kurdu ordan, insanların düşmanı o, /Çünkü tırnaklarıyla kazar çıkarır onları yine.” Eliot, “kurt” yerine, “köpek” sözcüğünü koyuyor; köpek, insanın düşmanı değil, dostudur. Burada, bereket ayininin yozlaştırıldığı ima ediliyor olabilir: Ölen tanrı, kentin dışındaki evin arka bahçesine gömülen bir şey haline getirilmiştir ve dost bir köpek tarafından topraktan çıkarılmayı beklemektedir. Belki Sirius’a gönderme yapılmaktadır; Sirius (Köpek Yıldız), eski Mısır mitolojisinde, Nil’in bereket getirici sellerinin habercisidir (Bayan Weston’ın kitabında incelenmiştir).

{30} “V. Baudelaire, Kötülük Çiçekleri'nin önsözü [Eliot’ın notu]. Bu dizelerin çevirisi: “İkiyüzlü okuyucu-benzerim-kardeşim!” Bu önsözde, insanın aptallığa, günaha, şeytanlığa saplandığı belirtilmektedir. Baudelaire gibi Eliot da, okuyucuyu sarsarak, şiire katmaktadır.

{31} Bu başlık, Thomas Middleton’ın (1570-1627) iki oyununu akla getirmektedir: Satranç Partisi, Kadınlar Kadınlardan Sakınıyor. Bu oyunlardan İkincisinde, bir sahne vardır: Satranç partisinde, bir kaynana, kendinden geçercesine bir tutkuyla bir hamle yapmaktadır, gelini iğfal edilirken; her hamle, iğfalin bir hareketini simgelemektedir. Şiirin bu bölümü, vaktinin boşluğundan bunalan, tuvalet masasının karşısına oturmuş bir kadınla başlar; odada süs eşyaları, parfümler, her yanı saran nesneler, duyuları boğmaktadır. Sanat yapıtları ise, görkemle yararlılık arasındaki ayrımı vurgulamaktadır. Sinir bunalımının yükselişi, diyalogla (ya da iç monologla) sergilenmekte: Shakespeare'in dizelerinin gülünç taklidi ise, kültür yozlaşmasını simgelemektedir. Bu sahne, küçük ama müthiş bir “vuruş”la biter. Bu vuruş hemen, barmenin, kapanış saatinin geldiğini bildirirken tezgâha vuruşuna dönüşür ve toplum merdiveninin en alt basamağında yeni bir sahne başlar; kadınlar, bir meyhanede, çocuk düşürme yöntemleri hakkında konuşurlar; bu olgu, günümüzün Çorak Ülke’sinin bir özelliği olarak, cinselliğin kötüye kullanılışının göstergesidir.

{32} Bk. “Antonyus ve Kleopatra” II, ii, 1. 190” [Eliot’ın notu]. Shakespeare'in bu oyununda Enobarbus, Kleopatra’nın Antonyus’la ilk karşılaşmasını şöyle anlatır: “[Kleopatra’nın] oturduğu saltanat kayığı, parıltılı bir taht gibi / Yanıyordu suyun üzerinde.” Eliot, Enobarbus'un sözlerini ironik bir biçimde değiştirmiştir.

{33} “Aeneid, I, 726” [Eliot'ın notu]. Laquearía, “panoyla kaplı tavan” demektir. Eliot, Aeneid'den, bu sözcüğün geçtiği bölümü de, notunda aktarmıştır; şöyle çevrilebilir: “Alevli meşaleler sarkıyordu, altın panolu tavandan; meşaleler yenmişti geceyi alevlerle.” Virjilyus bu dizelerde, Kartaca Kraliçesi Dido’nun, sevdiği Aeneas için düzenlediği şöleni anlatır. (Kartaca, “Çorak Ülke”nin daha sonraki bir bölümünde, “günah aşklar”ın ülkesidir; 307. dize ve Eliot’ın bununla ilgili notu.)

{34} “Orman manzarası; Milton, ‘Yitik Cennet’, IV, 140” [Eliot’ın notu.] Şeytan, Cennet Bahçesi’ni tanımlıyor.

{35} “Ovidyus, Başkalaşımlar, VI, Philomela” [Eliot’ın notu]. Ovidyus’un anlattığı bir Yunan mitidir. Philomela, “barbar kral” Tereus tarafından iğfal edilir ve bülbüle dönüşür. Eliot, 100. dizeyle ilgili notunda, bülbülün şarkısını ileride verdiğini belirtiyor.

{36} Trajik mit, yozlaşarak kirli bir öyküye dönüşmüştür.

{37} “Bk. III. bölüm, 1. 195” [Eliot’ın notu],

{38} “Bk. Webster: ‘Rüzgâr o kapıda mı hala?” [Eliot’ın notu]. Nottaki bu dize, Webster’in The Devil’s Law Case (III. ii. 162) adlı yapıtından alınmıştır.

{39} “Bk. I. Bölüm, 1. 37, 48” [Eliot’ın Notu.]

{40} Bk. Middleton’ın Kadınlar Kadınlardan Sakınıyor yapıtındaki satranç partisi” [Eliot’ın Notu.] Bu satranç partisinin anlamı, bu bölüme ilişkin 1. dipnotta açıklanmıştır.

{41} Barmen, kapanış saatinin geldiğini bildiriyor.

{42} Deliren Ophelia'nın ayrılış sözleri (Hamlet, IV, v.72). Ophelia da, “suda ölüm” le karşılaşır.

{43} Suyun hem arındırıp hem boğması gibi ateş de, hem arındırır hem yok eder. Ateş Vaazı, insanları yıkıma sürükleyen ve yeniden yaşama kavuşmalarını engelleyen şehvetin ve öbür tutkuların ateşlerine karşı Buda’nın verdiği vaazdır. Bu bölümün başlangıcında, edebiyat yapıtlarının ünlü pasajlarına ironik göndermeler yapılmakta ya da bu pasajlar gülünçleştirilmekte, geçmişin yüce ayinleriyle günümüzün iğrençlikleri alaylı bir tarzda eşitleştirilmekte ve böylece, Thomes üzerindeki sonbahar sahnesi, gittikçe uğursuzlaştırılmaktadır. Bereket tapımlarını bir zamanlar tüm Akdeniz bölgesine yaymış olan Suriyeli tüccarların yozlaşmış torunu Bay Eugenides görünür sahnede; sonra, çağımızın şehvetinin, anlamsız seksin egemen olduğu korkunç sahne başlar. Thames ırmağındaki, eski ve yeni, ırza geçmeler, Dante’nin, Wagner’in, Shakespeare’in sözlerinin gülünç taklitleriyle desteklenerek, çağımızın Çorak Ülke’sinin hiçliğini ve saçmalığını vurgulamaktadır. Bu sahneden sonra, Batılı St. Augistine, şehvetin terkedilmesi konusunda Doğulu Buda’nın çağrısını yinelemektedir.

{44} Spencer, Prothalamion [Eliot’un notu]. Bu dize, Spencer’in evlenme türküsünden alınmıştır; bu evlilik türküsüne Thames ırmağı da eşlik etmişti Londra’da, ama günümüzdekinden farklı bir Thames.

{45} Kutsal Kitap, Mezmurlar CXXXVII.1: Sürgün İbraniler, anayurtları için yas tutarlar: "Babil ırmaklarının kıyılarında oturduk, evet, ağladık, anımsadığımızda Zion’u.” Leman Gölü, Cenevre Gölü’nün öbür adıdır; Eliot, Çorak Ülke şiirini Lozan’da bu gölün kıyısında yazdı. “Leman” sözcüğü, aynı zamanda, yasadışı ilişkiyi ifade eden eski bir sözcük olup “metres” anlamına gelir; bundan dolayı, “Leman suları”, şevhet ateşlerini çağrıştırır.

{46} Andrew Marvell'in To His Coy Mistress şiirindeki ünlü dizelerin ironik tarzda değiştirilmiş hali. Dizelerin aslı: “Ama arkamda, hep işitiyorum / Zamanın kanatlı arabasının hızla yaklaştığını:” Bk. 196. dize.

{47} Balık avlamak, ölümsüzlüğü ve kurtuluşu aramaktır. (Bk. Balıkçı Kral); ama bu eylem, günümüzde yozlaştırılmıştır.

{48} “Bk. Fırtına, I., ii” [Eliot'un notu]. Bk: 48. dize.

{49} “Bk. Marvell, To His Coy Mistress” [Eliot’un notu].

{50} “Bk. Day, Parliament of Bees: ‘Birden, dinlerken, işiteceksin, / Gürültüsünü boruların ve acıların, getirecek / Actaeon’u Diana’ya ilkbaharda, / Hepten görünce Diana'nın çıplak tenini.”*[Elıot’un notu] Superileriyle birlikte yıkanan iffet tanrıçası Diana'yı görünce Actaeon, erkek geyiğe dönüştürülür ve avlanıp öldürülür. John Day’in şiirini gülünç tarzda taklit etmekle Eliot, şunu belirtmek istemiştir: Actaeon’un sonunun simgelediği değerler, Sweeney ve Bayan Porter İkilisinin simgelediği değerlerden çok farklıdır.

{51} “Bu dizelerin alındığı ballad, hangi ülkenindir bilmiyorum; bana Avustralya’nın Sidney kentinden bildirilmişti” [Eliot’un notu].

{52} “Verlaine, Parsifal” [Eliot’un notu]. Bu dizenin çevirisi: “Ve ey o çocuk sesleri, kubbede şakıyan!” Verlaine’in sonesinde Parsifal, sınav sırasında, kendini Tas’a layık kılmak (günah işlememek) için şehvetin kışkırtmalarına direnir. Wagner’in operasında Parsifal, Tas şatosuna girmeden önce ayaklarını yıkamıştır.

{53} “Tereu”, Philomela’yı “vahşice zorlamış olan” Tereus’a göndermedir; aynı zamanda, Elizabeth döneminin şiirlerinde, bülbül sesi olarak kullanılmıştır.

{54} Eski çağın, gizemli tapımları yayan Kartacalı Fenikeli ve Suriyeli tüccarlarından farklı olarak, günümüz İzmir’inin tüccarı Eugenides, lüks “Metropole Oteli’nde hafta sonu tatili” yapmayı, tapım olarak yaymaktadır.

{55} “Kuşüzümlerinin fiyatına, ‘Londra’ya kadar taşıma ve sigorta giderleri eklidir’; Yükleme Belgesi ve öbür belgeler, alıcıya, poliçeyi ödeyince verilecek” [Eliot’un notu].

{56} “Tiresias, gerçekte bir ‘karakter’ olmayıp yalnızca bir seyirci olmasına karşın, şiirdeki en önemli kişidir, çünkü ötekileri birleştirmektedir. Tıpkı tek gözlü tüccarın, kuşüzümü satıcısının Fenikeli Gemici’de kaynaşması ve bu sonuncusunun, Napoli Prensi Ferdinand’dan tümüyle ayrı olmaması gibi, tüm kadınlar da tek bir kadındır ve bu iki cinsiyetin birleştiği kişi Tiresias’tır. Tiresias’ın gördüğü, aslında, bu şiirin özüdür. Ovidyus’tan şu bölüm, antropolojik açıdan çok ilginçtir:” [Eliot’un notu]. Eliot, notunda, Ovidyus’un Başkalaşımlar’ından bir bölüm aktarmaktadır. Tiresias’ın cinsiyet değişimini anlatan bu Latince bölüm, şöyle çevrilebilir: [Bir gün, iyice içen Jüpiter, karısı Juno’yla şakalaştı.] “Dedi ki: ‘Senin aşktan aldığın zevk, erkeklerinkinden çok daha büyük.’ Juno bunu yadsıdı; o zaman, aşkın bu iki yönünü de bilen, akıllı Tiresias’a sormayı kararlaştırdılar. Çünkü Tiresias, bir zamanlar, ormanda çiftleşen iki büyük yılana sopasıyla vurarak şiddet uygulamış ve -şaşılacak bir şey- erkekten kadına dönüşmüş, yedi yıl böyle kalmıştı. Sekizinci yılda, aynı yılanları görmüş ve şöyle demişti: ‘Size tek bir darbe, vuranın cinsiyetini değiştirecek kadar güçlüyse, şimdi yine vuracağım size? Böyle diyerek yılanlara vurmuş ve eski biçimine, doğduğu zamanki durumuna kavuşmuştu. Tiresias, iki tanrı arasındaki eğlenceli anlaşmazlığa hakem olarak seçildi ve Jüpiter’i destekledi. Derler ki; Satumia (Juno), çok kızdı ve

onu lanetleyip sürekli kör haline getirdi. [Hiçbir tanrı, öbür tanrının yaptığını bozmadığı için], kudretli baba, Tiresias’a, yitirdiği görme gücü yerine, geleceği bilme gücünü bağışladı ve böylece, onuru uğruna ödediği cezayı hafifletti.”

{57} “Bu, tam olarak Safo’nun dizesi olmayabilir; ama aklımdan akşam evine dönen ‘liman işçisi’ ya da ‘kayıkçı’ balıkçı olarak kalmış.” [Eliot'un notu]. Aslında Safo’nun seslendiği, Hesperus’tur (akşam yıldızı); bu yıldız, herkesi işten eve getirir, gece dinlensinler diye.

{58} Bradford, yünlü kumaş üretilen bir kenttir; burada I. Dünya Savaşı sırasında birçok zengin türemiştir.

{59} Tiresias, birçok nesiller boyunca Teb’de yaşadı, burada Oidipus’un ve Kreon’un trajik yazgılarına tanık oldu; surların hemen dışındaki pazar yerinde, olayları önceden haber verdi.

{60} “Goldsmith, Wakefield Papazı’ndaki şarkı” [Eliot’un notu]. Bu romanda Olivia, ırzına geçildiği yere dönünce, şu şarkıyı söyler: “Güzel kadın, çılgınlığa tenezzül edince ve erkeklerin ihanetini çok geç fark edince, hangi büyü yok edebilir onun kederini; hangi sanat onu arındırabilir günahından? Günahını örtmek için, utancını tüm gözlerden gizlemek için, aşığına pişmanlık vermek ve göğsünü dövdürtmek için, tek çare ölmek.”

{61} “Fırtına, daha önce belirtilen yer” [Eliot’un notu]. Bk. 48. dize. (Yukarıdaki alıntı, Ferdinand’ın konuşmasındandır ve “ağladım yine, denizde ölen kral babama” sözlerinin devamıdır.)

{62} “St. Magnus Martyr’in içi, bence, [mimar] Wren’in iç alanlarının en güzellerinden biridir.” [Eliot’un notu]. Bu dizelerde, “hoş” müzik, işten sonra dinlenen “balık satıcıları” ve kilisenin içinin parıltısı, bütün bunlar, gerçek değerlere sahip bir dünyayı imâ eder; bu dünyada, iş ve dinlenme, gerçektir ve dinsel bir bağlama girerler. Bu dizelerde, nerdeyse yitmiş bir dünyaya kısacık bir bakış vardır.

{63} “(Üç) Thames-kızının şarkısı burada başlıyor; 292. dizeden 306. dizeye dek, sırayla konuşuyorlar. Bk. Götterdämmerung, III, i: Ren kızları” [Eliot’un notu]. Thames-kızları, hem eskileri hem yenileri, şehvetin ve rezilliğin kısır, çorak dünyasını simgelerler. Eliot, bu kızları, Wag- ner’in Die Götterdämmerung (Tanrıların Alacakaranlığı) operasındaki Ren-bakireleriyle kıyaslamaktadır; Ren-bakireleri, Nibelung’ların çalınan altını yüzünden ırmağın güzelliğinin yittiğine üzülürler. “Çorak Ülke”nin bu bölümündeki nakarat (277-78. dizeler), Wagner’den alınmıştır.

{64} Greenwich, Thames’in güney yakasında, Londra’nın bir kasabasıdır; karşısında Köpek Adası (yanmada) yer alır. Eliot belki, daha önceki köpek konusuna gönderme yapmaktadır.

{65} Kraliçe Elizabeth ile Leicester Dükü arasındaki sonuçsuz (verimsiz) aşk, Eliot’ın notunda anımsatılıyor: “Froude, Elizabeth, Cilt I, Bölüm iv. De Quadra’mn İspanyalı Philip’e mektubu: ‘Öğleden sonra, bir saltanat kayığından, ırmaktaki oyunları seyrediyorduk. (Kraliçe), Lord Robert [Leicester Dükü] ile oturuyordu; ben arka taraftaydım; saçma bir konuşma tutturdular ve öyle bir noktaya vardılar ki sonunda Lord Robert, ben de burada olduğuma göre, kraliçe isterse evlenmemeleri için bir neden bulunmadığını söyledi.” Bu iki önemli insan, 16. yüzyılda yaşamış oldukları halde, geçmişin görkemini simgelemekten acizdirler ve günümüzdeki iğrençliğe ters düşmemektedirler. (Kraliçe Elizabeth, ırmak kıyısındaki Greenwich Sarayı’nda doğmuştur.)

{66} “Araf, V, 133” [Eliot’un notu]. Araf'ın, Eliot tarafından gülünçleştirilen dizelerinin aslı, şöyle çevrilebilir: “Anımsa beni, La Pia’yım ben. / Siena beni yaptı, Maremma bozdu.” Highbury, Londra’nın banliyösüdür; Richmond, Thames’in ilerisinde olup, Londra’nın güzel bir semtidir, burada kayıklar ve oteller vardır; Kew, bahçeleriyle ünlüdür.

{67} Londra’nın doğu bölgesinde, yoksul bir mahalle.

{68} Thames’in denize açıldığı yerde, buluşmak için gidilen kıyı.

{69} “St. Augustine’in İtirafları: ‘Sonra geldim Kartaca’ya; orada bir kazan dolusu dinsiz aşk uğuldattı kulaklarımı” [Eliot’un notu], St. Augustine, itiraflarının bu bölümünde, şehvete kapıldığı gençlik yıllarını anlatır. Ayrıca, 92. dizeye ve bununla ilgili dipnota bakınız.

{70} “Bu sözcüklerin alındığı, Buda’nın Ateş Vaazı’nın tam metni (Dağdaki Vaaz kadar önemlidir), çevrilmiş halde, şimdi ölmüş olan Henry Clarke Warren’in Çevirilerle Budizm adlı yapıtında bulunabilir...” [Eliot’un notu]. Bu vaazda Buda, her şeyin yanmakta olduğunu belirtir: Göz yanmaktadır, biçimler yanmaktadır, gözün algılamalarından kaynaklanan hoş ya da çirkin tüm duygular yanmaktadır. Onları yakan, tutkunun ateşidir, nefretin ateşidir, çılgınlığın ateşidir. İsa'nın Dağdaki Vaaz’ı için, bakınız: Matta V-VII.

{71} “Yine St. Augustine’in İtiraflar’ından. Doğu ve Batı çileciliğinin bu iki simgesinin, şiirdeki bu bölüme doruk noktası olacak tarzda bir araya gelişi, rastlantı değildir” [Eliot'un notu].

{72} Bu bölüm, iki türlü yorumlanmıştır: Suda, yeniden diriliş getirmeyen ölüm (suyun kötüye kullanılışı) ya da yeniden doğuştan önceki kurbanca ölüm. Phlebas, deniz değişimiyle acı çekerken, ticaret tutkusundan ve kibirinden arınmıştır; Bayan Weston’ın belirttiğine göre, İskenderiye’de her yıl, denize Adonis’in büstü atılmakta ve yedi gün sonra rahiplerce çıkarılmaktadır. Ama yorumların çoğunluğuna göre, Phlebas’ın suda boğuluşu, yeniden canlanış getirmeyen bir ölümdür, ölümde tuhaf bir huzur olsa da. Ayrıca, 47. dizeye ve ilgili dipnota bakınız.

{73} “V. Bölümün ilk kısmında üç izlek kullanılmıştır: Emmaus’a yolculuk, Tehlikeli Kilise’ye yaklaşmak (Bayan Weston’in kitabına bakınız), günümüzde Doğu Avrupa’nın bozulmuşluğu” [Eliot’un notu]. Emmaus'a yolculuk (bk: 360. dize ve ilgili dipnot), İsa’nın yaşamının önemli bir yanıdır; Çorak Ülke’nin bu kısmında, İsa’nın yaşamı etkilidir. İsa, öldürülen bereket tanrısıyla özdeşleştirilmiştir; ama henüz, diriliş yoktur. Kayalık diyarın korkunç bir betimlenmesi yapılır; sonra her şey mahvolur ve Batı uygarlığının büyük kentlerinin yıkılışıyla ilgili sezgi ve hayaller, karabasana dönüşür. Sonra, Çorak Ülke’nin ortasında sahne değişir, Tehlikeli Kilise görünür; boş ve terkedilmiş gibidir; arayış, sanki sonuçsuzdur. Ama birden, horoz öter, şimşek çakar ve bereket getirici yağmur yağar. Gökgürlemesi, Doğu bilgeliğinin terimleriyle, Sanskritçe olarak, kurtuluş ilkelerini bildirir: “Ver, duygudaş ol, denetle.” Ama bizler, gerçekten vermeye yanaşmayacak kadar dar görüşlüyüz, gerçekten duygudaş olamayacak kadar bireysel yapımızın içine kapanmışız, denetlemeyi uygulamaktan çok ona uymaya eğilimliyiz. Bu yüzden, kurtuluşa ulaşmak, şüpheli olarak kalır.

{74} Bu dizeler, İsa’nın hapsedilişini; Diriliş Günü’yle ondan önceki cuma arasındaki Haça Geriliş’le Canlanış arasındaki umutsuz günleri imâ etmektedir. Ayrıca, Balıkçı Kral'a gönderme yapılmakta; Çorak Ülke’de diriliş olanaksız göründüğünde umudun tükenişi çağrıştırılmaktadır.

{75} Ecclesiastes’in kehâneti: “Çekirge, yük olacak ve arzu tükenecek...” Ayrıca, 23. dizeye ve ilgili dipnota bakınız.

{76} “Bu... Quebec’te işitmiş olduğum, yalnız gezen ardıçkuşudur... Onun ‘su damlama şarkısı’, haklı olarak, çok ünlüdür.” [Eliot’un notu],

{77} “Bu dizeleri, Antarktika’ya yapılan keşif yolculuklarından biri esinledi (unuttum hangisi, ama sanırım Shackleton’ın yolculuklarından biri): Anlatıldığına göre, keşif grubu, gücünün son sınırındaydı ve üyeleri, olması gerekenden bir kişi fazla oldukları sanrısına kapılıyorlardı hep.” [Eliot’un notu]. Bu olay, İsa’nın müritlerinin Emmaus’a yolculuğunu çağrıştırmaya yaramaktadır (Lukka XXIV. 13-16): “Bir arada konuşup düşünürlerken, İsa yaklaştı ve onlarla gitti. Ama onların gözleri, onu görmemeleri için kapatılmıştı.”

{78} Eliot’ın, 367-77. dizelerle ilgili notu: “Bk. Herman Hesse, Blick ins Chaos...” Alıntıladığı Almanca parça, şöyle çevrilebilir: “Şimdiden, Avrupa’nın yarısı, şimdiden Doğu Avrupa’nın en az yarısı, Kaos’a doğru giderken, kutsal bir coşkuyla kendinden geçerek uçurumun kıyısında ilerliyor, ezgiler okuyor, ilahi okurcasına, Dimitri Karamazov gibi. Keyfi kaçmış burjuvalar gülüyorlar bu ezgilere; ermişler ve kahinler gözyaşlarıyla dinliyor onları.”

{79} İronik anlamda kullanılmıştır. [Çevirenin notu: ‘Yeni oluşum’ diye çevirdiğimiz sözcük, ‘reform’dur. Eliot, Hıristiyanlıktaki reform hareketini yeriyor olabilir.]

{80} İma edilen şudur: Sınavlardan geçen gezgin şövalye, Tehlikeli Kilise’nin önüne gelindiğinde, yıkıntıdan başka bir şey görmeyince umutsuzluğa kapılacak olur. Bu yokluk yanılsaması, şövalyenin son sınavıdır.

{81} Horozun ötüşü, hortlakların ve kötü ruhların kaçışmasının işaretidir. Bk. Hamlet, I. i. 157.

{82} Karlı dağ; Himalayalar’ın bir doruğu.

{83} Karlı dağ; Himalayalar’ın bir doruğu.

{84} “Datta, dayadhvam, damyata (ver, duygudaş ol, denetle). Gökgürültüsünün anlamıyla ilgili mit şu kitaptadır: Brihadaranyaka-Upanishad, 5, 1...” [Eliot’un notu]. Söz konusu Hindu miti, tanrılarla, insanlarla ve cinlerle ilgilidir: Bunlar sırayla, babaları Prajapati’ye seslenirler, “Efendimiz, konuş bizimle” diye. O da her birine tek bir hece, “DA” hecesini söyler. Her grup, bu heceyi, farklı tarzda yorumlar: “Datta” (Sadaka vermek), “Dayadhvam” (Sevecen olmak), “Damyata” (Kendini denetlemek). Mit, şöyle biter: “Tanrı’nın sesinin, gökgürültüsünün DA, DA, DA dediğinde söylediği şudur: ‘Kendini denetle, sadaka ver, sevecen ol.’ Bundan dolayı, bu üç şeyi yapmak gerekir.”

{85} “Webster, Beyaz Şeytan, V, vi: ‘...yeniden evlenecekler / Senin kefenini solucanlar delmeden önce / Örümcek, senin mezar yazıtına ince bir perde çekmeden önce.” [Eliot’un notu].

{86} “Cehennem, XXXIII, 46...” [Eliot’un notu]. Cehennem’in bu dizelerinde, Ugolino, çocuklarıyla birlikte açlıktan öldüğü kuleye hapsedilişini anımsamaktadır: “Ve aşağıda kapısının kilitlendiğini duydum bu korkunç kulenin.” Eliot, şunu demek istiyor: ‘Duygudaş ol’ buyruğuna uyamıyoruz, çünkü kendi bencilliğimize hapsolmuşuz. Eliot ayrıca, F.H. Bradley’in Appearance and Reality (sh. 346) adlı yapıtından şu alıntıyı yapmaktadır notunda: “Düşüncelerim ve duygularım nasıl bana özgüyse, dış dünyaya ilişkin duygularım da bana özgüdür. İki durumda da, deneyimlerim, kendi çemberimin içine düşer ve bu çember, dışarının üzerine kapanmıştır; bütün benzer öğeleriyle her daire, kendisini çevreleyen öbürlerine kapalıdır (saydam değildir)... Sonuç olarak; ruhta beliren bir varoluş olarak görüldüğünde, tüm dünya, herkes için ayrıdır ve o ruha özgüdür.”

{87} Gururu uğruna sorumluluğunu çiğneyen Coriolanus, kendi benliğinin zindanına hapsolmuş insanın tam bir örneğidir. Gururu incinince, düşmanları kendi yurduna karşı savaşmaya götürdü. (Shakespeare'in Coriolanus oyunu.)

{88} “Weston, Ayinden Romansa; Balıkçı Kral’la ilgili bölüm” [Eliot’un notu],

{89} Balık avlayan (kurtuluşu, ölümsüzlüğü arayan) insan, bu dizede, az da olsa bir umuda sahiptir.

{90} Bu çocuk şarkısında, daha sonra, şu dize vardır; “Anahtarı al da bu kızı kilitle, güzel hanımım.”

{91} “Araf, XXVI, 148....” [Eliot'un notu]. Notta, Araf’ın 145-48. dizeleri aktarılmaktadır; bunlarda, Provence şairi Arnaut Daniel, Dante’ye şöyle der: “Şimdi, seni bu merdivenin tepesine kadar çıkaran erdem adına rica ediyorum senden, acımı tam zamanında dikkate al.” Sonra (Eliot’ın, bu şiirinde aktardığı dizede) “gizlendi, kendilerini arıtmakta olan ateşin içine.” Araftaki ateş, şehvet ateşinden farklı olarak, arındırıcıdır.

{92} “Pervigilium Veneris. Bakınız: Philomela ile ilgili II. ve III. Bölümler” [Eliot'un notu]. Şiirde alıntılanan Latince tümcenin anlamı: “Ne zaman bir kırlangıç gibi olacağım?” Bu tümcenin alındığı Pervigilium Veneris (Venüs’ün uyanık kalışı) şiiri, Geç Latince döneminden kalan anonim bir şiir olup bahar konusuyla bir Venüs ilahisinin karışımıdır. Pervigilium’un son bölümünde, Tereus-Procne-Philomela mitinden söz edilir (şu farkla ki Philomela, bir kırlangıçla özdeşleştirilmiştir); adı bilinmeyen şairin kederine, yeniden doğuş umudu karışmıştır: “Tereus’un kız hizmetçisi, kavak ağacının altında şarkı söylüyor; sanırsınız ki ağzından, aşkın müzikli titreyişleri çıkıyor, bir kızkardeşin barbar bir kocadan yakınışı değil... O, şarkı söylüyor, bizim sesimiz çıkmıyor. Benim baharım ne zaman gelecek? Ne zaman bir kırlangıç gibi olacağım, bu sessizliğime son vermek için? Müz’ü yitirdim sessizlikte, artık Apollo bakmıyor bana.” Ayrıca, “Ey kırlangıç kırlangıç” ifadesi için Swinburne’ün Itylus şiirine bakılmalıdır; bu şiir şöyle başlar; “Kırlangıç, kızkardeşim, ey kızkardeşim kırlangıç, / Yüreğin nasıl dolu olabilir baharla?"

{93} “Gerard de Nerval, El Desdichado sonesi” [Eliot’un notu]. Bu dize, şöyle çevrilebilir: “Aquitaine Prensi, viran kulede.” tarot kartlarından biri, “yıldırımın çarptığı kule”dir. Viran kule, zayıflamış geleneğin simgesidir.

{94} Bu, şiirin tümünü kastediyor olabilir: Şair, kendi durumunu ele almak amacıyla, çeşitli parçaları (fragmanları) bir araya getirmiştir.

{95} “Kyd'in İspanyol Trajedisi” [Eliot’un notu]. Kyd’in bu oyunu (1594), Elizabeth dönemindeki intikam trajedilerinin ilk örneklerindendir. Oğlunun öldürülmesiyle çılgınlaşan Hieronymo, kendisinden, sarayda oynanacak eğlenceli bir oyun yazması istendiğinde öcünü alır. “Öyleyse uyarım size” der ve oyunun sahnelerini öyle düzenler ki oyunun akışı içinde oğlunun katilleri öldürülür.

{96} “Shantih. Burada yinelendiği tarzda, bir Upanishad’ın geleneğe uygun son sözcüğüdür. Bu sözcüğün dilimizdeki karşılığı, ‘Aklı aşan huzur’dur” [Eliot’un notu]. Kutsamanın, Batı geleneğine yabancı bir dilde yapılışı, çözümün istendiğini ama başarılamadığını kastediyor olabilir. Şiirin sonundaki fragmanlar, kaosu gidermeye yönelik umutsuz bir girişimdir ve bozguna uğrayan bu girişim, çıldırmakla sonuçlanır (“Hieronymo çıldırdı yine”). Sözlerimizi üçlü mesajla ve kutsamayla bitiriyoruz ama kurtuluş şüphelidir.

{97} Şiirin başlığı, ironik bir çelişkiyi imâ eder, “aşk şarkısı”nın romantik çağrışımıyla. “J. Alfred Prufrock” adının kabalığı arasındaki çelikşiyi. Şiirin başında, Dante'nin “Cehennem”inden aktarılan dizeler, bu çelişkiye derin bir umutsuzluk eklemektedir. Orta yaşlı ve mutsuz bir adam olan Prufrock, yaşamaya mahkûm edildiği toplumun içinde bir yabancı gibidir; yaptığı ziyaretlerin boşunalığının farkındadır; beceriksizliğinin ve uyumsuzluğunun, kendisinden istenene göre davrandığının farkındadır. Hem bu dünyanın bayağılığını ve saçmalığını bilmekten huzursuzdur, hem de kendi cinsel yetersizliğini hissetmekten. Bir zamanlar bir yerde daha gerçek ve daha güzel bir yaşam gördüğünü, ama bu gerçeklikten uzaklaşarak şimdi boğulduğu yapay ve kısır varoluşa hapsolduğunu düşünür. Bu yitik düşsel dünya, paradoksal olarak, tek gerçek dünyaydı, insanın bulunması gereken ortamdı, ama insan bu ortamdan sürülmüştü.

{98} “Eğer bu yanıtımı, dünyaya dönecek olan birine verdiğimi düşünseydim, bu alev hiç kımıldamadan kalırdı. Ama, işittiğim doğruysa, bu derinliklerden hiç kimse canlı dönmediğine göre, yanıt veriyorum sana, rezil olma korkusu duymadan.” (Dante, Cehennem, 27. kanto). Günahı yüzünden alevin içine hapsedilen Guido da Montefeltro, yaşamında işlediği suçu itiraf eder Dante’ye, çünkü onun dünyaya geri dönmeyeceğine ve bunu anlatmayacağına inanmaktadır.

{99} Burada belki de “eter”in iki anlamı arasında bir karşıtlık kurulmaktadır. Bu sözcüğün birinci anlamı, açık gökyüzü ya da cennettir; ikinci anlamıysa, tıptaki anlamına uygun olarak, çaresizlik, bilincin ve kişiliğin yokoluşudur.

{100} “İşler ve Günler", İ.Ö. 8. yüzyıl Yunan şairi Hesiodos'un, çiftçilik konusundaki bir şiiridir. Eliot’un kurduğu çelişki, ellerin yararlı çiftçilik çalışması ile, ziyafetlerdeki anlamsız el hareketleri arasındaki çelişkidir.

{101} Yani okyanusun dibinde yengeç olmak istiyor. Belki yengecin hareketleri, yararsızlığı ve yaşlanmayı akla getiriyor. (Bk. Hamlet, II, ii, 205- 6: “Siz, beyefendi, yaşlanırdınız benim gibi, eğer yengeççe geri geri gidebilseydiniz.”)

{102} Salome’ye, Herod’un önünde raksetmesinin ödülü olarak, bir tepsinin içinde Vaftizci Yahya’nın kesik başı getirilmişti.

{103} Burada, Marvell’in “To His Coy Mistres” şiirinin son dizelerine bir anıştırma yapılmaktadır. Bu dizelerde Marvell, utangaç sevgilisine şöyle önermektedir:

“Yuvarlayalım tüm gücümüzü

Ve tüm inceliğimizi bir topun içine,

Koparıp alalım zevkimizi haşin bir savaşla

Girerek yaşamın demir kapılarından.”

 

{104} Burada, Kutsal Kitap’taki iki Lazarus’un biri ya da ikisi birden imâ edilmektedir. Lazarus’lardan biri, dilencidir ve onun, ölüm dünyasından geri dönmesine ve zengin günahlıları cehennem konusunda uyarmasına izin verilmemiştir. Öbür Lazarus ise, İsa’nın yaşama geri döndürdüğü kişidir.

{105} Kraliçe Elizabeth döneminde, krallık ailesinden birinin ya da bir soylunun, devlet adına yaptığı yolculuk. O dönemin oyunlarında bazen bu “ilerlemeler” sahnede canlandırılırdı.

{106} Eliot’un bu şiiri yazdığı sırada, “yuvarlanmış” (kıvrık) paçalı pantolonlar modaydı.

{107} Shakespeare’in “pericles” oyununda Marina, Perikles’in kızıdır. Marina, denizde doğmuştu; onu kaybeden babası, genç bir kadın olarak yeniden buldu. Marina, çektiği onca sıkıntıya karşın, erdemli kalmayı başarmıştır.

{108} “Dünyanın hangi yeri, hangi ülkesi, hangi bölgesi burası?” Seneca’nın “Hercules Furens" (Çılgın Herkül) oyununda Herkül, çıldırıp çocuklarını öldürdükten sonra, aklını topladığında böyle der. Eliot, bu konudaki bir açıklamasında, Seneca’nın oyunundaki sahnelerle Shakespeare’in oyunundaki sahneleri “çaprazlamak” amacını güttüğünü belirtmişti. Eliot, “Çorak Ülke”de ve başka şiirlerinde kullandığı doğum-ölüm İkilisini burada da kullanıyor. Bu şiirin izleği, yeniden doğuştur; şehvetten aşka ve şiddetten dinginliğe kaçış.