I
Hayatının bu döneminde, yani 1966-67 yıllarında yaşamakla yaratmak bir dilemma* olarak çıkar Cemil Meriç’in karşısına. Yaşamak yaratmak demektir, insanın beyniyle ebedileşmesidir. Ama yaratmanın bedeli yaşamamaktır, insanın kendisi olmaktan vazgeçmesidir.
Oysa yaşamak bir fırtınaya kapılmak, yanmak, ağlamak, yani sevmektir. Yaratmaksa mumyalaşmak, fırtınanın, yani hayatın dışında kalmak, yabancılaşmaktır.
1955’lerin yaratmak isteyen Cemil Meriç’i, 1960’ların yaratan Cemil Meriç’i ile, 1967’nin yaşamak isteyen Cemil Meriç’i arasında ilginç bir gelgite tanık oluruz. Ne var ki yaratmayı sürdürecektir Cemil Meriç, çünkü o, yaratmadan yaşayamayacak insanlardandır ve hayatının anlamı her şeye rağmen ve her şeyden önce eser vermek, “kendisini kelimeye boşaltmak, kanla ve alevle dolu mektuplar yazmak, bir Ortaçağ simyageri gibi, kıskanç ve ahmak bakışlardan kaçarak yaratmaktır, hayat fırtınasını sesin hendesesine* hapsetmektir” (19 Ocak 1967).
Ve Cemil Meriç bir yandan yaşayacak, bir yandan da giderek artan bir tempo ile hayatının geri kalan yirmi yılı boyunca yaratmayı sürdürecektir.
* * *
Jurnal 2’nin ikinci yarısı, Cemil Meriç’in düşüncelerini büyük bir ustalıkla sergilemeye devam ettiği yazılarla işlenmiştir. “Yazarın tek bir düşmanı vardır: bağnazlık. Düşüncenin bütün huysuzluklarına, bütün hoyratlıklarına, bütün çılgınlıklarına selam” diye gürler Cemil Meriç (18 Haziran 1974).
Yarım asır Avrupa düşüncesi ile uğraştıktan sonra kendi gerçeklerine döner. İçtimai* haksızlıkların sona ermesini, liyakatin yerini bulmasını, acı çekenlerin gözyaşlarının dinmesini ister.
Hükümlerini tayin eden ihtiraslar değildir, mümkün olabildiğince tarafsızdır. Dogmaların peçesini sıyırmış, hakikatleri tenkit süzgecinden geçirmiş bir insandır, dürüsttür, çok okumuş, çok düşünmüştür. Kısacası bir entelektüeldir Cemil Meriç, yani her şeyden önce tenkitçidir. Dünyayı yeni baştan kuracağına inanır, içtimai bir sınıfın yol göstericisi olabilmeyi ister ve en önemlisi aklın, idrakin evrenselliğine inanır.
Zaman zaman karamsardır, çünkü hakikatlerin göreceliğinin farkındadır: “Düşündüklerimizin ne değeri var? Başkalarını tedirgin etmek için sözde-hakikatlerinizi haykırmak terbiyesizlik” diye yazar... “Herkes bir mukaddese sarılmış, mukaddeslerin abes olduğunu nasıl iddia edebilirsin? Teklif edebileceğin hiçbir değer yok” (1 Ocak 1974).
Kaldı ki gücü de tükenmektedir. “... bu entelektüellik, yani her şeyi gözümle görmek, hakikatleri pervasızca çağımın suratına haykırmak misyonunu başaracak güçte değilim” (9 Ağustos 1975). “Ruh bahçemde ümit başakları bir bir kuruyor. Ne akla inanıyorum, ne ilme. Tevekkül güç, isyan vahim. Yoksa yaşayışımın tek tesellisi istikbale bir şeyler aktarmak, bu da elimde değil” (3 Ocak 1982).
Cemil Meriç obskürantizmle* düşüncenin ezelî boğuşmasında hep düşüncenin yanında, hep hoşgörülü. Ona göre kimse hiçbir zaman küfr-ü mutlak içinde değildir, sadece herkesin beşerî tereddütleri vardır.
Yasak bölge tanımaz Cemil Meriç, en iyi manasıyla hümanisttir, kâinatın muammalarını anlamak için hem dinlerin, hem felsefenin ışığından faydalanır, bütün bilgilere, bütün düşüncelere açıktır. Karşısında, çoğu zaman mutlak hakikati belli sloganlara icra ederek, savundukları ideolojiyi fıtrî bir imtiyaz olarak kendilerine mâleden oportünistler ve bunların etrafında kümelenen adsız ve şuursuz yığınlar vardır.
Cemil Meriç, kendisinin de dediği gibi, adeta mezarların ötesinden seslenmektedir çağdaşlarına. Zaafı da, gücü de günlük tutkulardan uzak olmasından kaynaklanmaktadır.
“Topluma yol göstermek gibi küstah bir macera içinde yer alanlar, ister istemez o toplumun belli fertleri tarafından göklere çıkarılırken, menfaaatleri zedelenen birçoklarınca yok farzedilmeye mahkûmdurlar”. (27 Mart 1983)
En içten dileğimiz Cemil Meriç’in yol göstermek istediği bu toplumun giderek olgunlaşıp, bir ölçüde de olsa kadirşinas olmayı öğrenerek, onun bu hükmünü haksız çıkarmasıdır; onu göklere çıkarmak ya da yok farzetmek gibi ucuz bir çözüm yerine, onu okuması, onu mümkün olabildiğince objektif olarak değerlendirebilmesidir.
Jurnal 2’de yer alan mektuplar Lamia Hanım’a mektuplardan ibaret değil, Jurnal sayfaları arasına serpiştirilmiş yirmi kadar mektup daha var. Yine bu sayfalarda Cemil Meriç’in “Bu Ülke” ve “Mağaradakiler” adlı eserlerine yazmış olduğu ithaf yazılarından örneklere rastlıyoruz.
Jurnal 2 aynı zamanda, Cemil Meriç’in anılarına dönerek, çocukluğunu ve gençlik yıllarını değerlendirdiği özyaşam öyküsü nitelikli yazılarla da zenginleşmiş. Eserin en büyük zenginliklerinden birisi ise Cemil Meriç’in kendi entelektüel kişiliğini ele aldığı, gerçek hüviyetini tespit etmeye çalıştığı yazılar, bir anlamda kendi müdafaasını yaptığı hal tercümeleri.
Jurnal 2 dosyasındaki mektuplar da, yazılar da başlıksız. Mektuplara başlık konması zaten söz konusu olamazdı. Ama bazıları bir dergi yazısı haline dönüştürülmüş 11 kadar mektup ve günlüğe sonradan başlıklar konmuş.
Aslında Cemil Meriç için, “yazılara başlık koymamak, asırları aşan bir doğu geleneğinin yarı şuurlu mirası”dır, “okuyucuya bir keşfin zevkini tattırmak,... layık olanlara seslenmek arzusu”ndandır. Zaten her yazı adı ile doğar Meriç’e göre, insanlar gibi.
Biz yine de, mektup ve günlükleri yazıldıkları tarihlere göre, yıllara ayırırken, 1966’dan 1983’e kadar devam eden Jurnal 2’deki yazıları başlıklarla donattık, böylece hem yazıların içeriklerini, bazen de ana fikirlerini vurgulamak istedik, hem de başlıksız okunması daha zor olabilecek hacimli bir metinler bütününün okunmasını daha zevkli, daha kolay kılmaya çalıştık.
Jurnal 2’de de, Jurnal l’de olduğu gibi esere herhangi bir müdahalede bulunmadık. Cemil Meriç’in Jurnal 2 dosyasına yerleştirmiş olduğu her mektup ve yazıyı olduğu gibi muhafaza ettik, metindeki isimleri değiştirmedik ya da kısaltmadık, baş harfleriyle belirtilmiş isimleri de metindeki şekliyle bıraktık. Mektuplar, yer yer, iki insan arasındaki özel ilişkileri, özel davranışları da dile getiriyordu, onun için tarafları rahatsız edebileceğini düşündüğümüz pek az kelime ve cümleyi metinden çıkarmak ihtiyacını hissettik, bunu yaparken son derece titiz davranarak, bu ilişkinin mahiyeti hakkında okuyucuyu yanıltabilecek herhangi bir değişiklikten kaçındık.
Kitabın sonuna bir lügatçe koymayı ve metinde geçen özel isimlerle ve belli başlı kavramlarla ilgili birer dizin hazırlamayı ise yine gerçekleştiremedik. Ancak böyle bir çalışmanın yararlı olacağı düşüncesindeyiz, onun için bu çalışmanın sadece ertelenmiş olduğunu belirtmek isteriz.
Cemil Meriç’in mektuplarıyla ilk defa yoğun bir biçimde karşılaşacak olan okuyucu için yararlı olduğuna inandığımız bu oldukça uzun giriş yazımızı noktalarken Cemil Meriç’e içten bir merhaba diyor ve sözü ona bırakıyoruz.
MAHMUT ALİ MERİÇ
İstanbul Dalyan, Ekim 1993