İletişim Yayınları 222

Cemil Meriç Bütün Eserleri 3

ISBN 975-470-365-5

 

1. BASKI ©İletişim Yayıncılık A. Ş. Ekim 1993

2. BASKI ©İletişim Yayıncılık A. Ş. Kasım 1993

3.  BASKI ©iletişim Yayıncılık A. Ş. Aralık 1993

 

 

KAPAK: Ümit Kıvanç

DİZGİ: Maraton Dizgievi

UYGULAMA: Filiz Burhan

DÜZELTİ: Süleyman Talay

KAPAK BASKISI: Ayhan Matbaası

İÇ BASKI ve CİLT: Şefik Matbaası

 

 

 

İletişim Yayınları

Klodfarer Cad. İletişim Han No. 7 34400

Cağaloğlu İstanbul

Tel. 516 2260-61-62 • Fax: 516 1258

 

CEMİL MERİÇ

 

 

JURNAL

 

Cilt 2

1966 - 83

 

 

 

 

 

 

YAYINA HAZIRLAYAN

Mahmut Ali Meriç

      CEMİL MERİÇ, kendini "Yazar ve hocayım. Başlıca işim düşünmek ve düşündüklerimi cemiyete sunmaktır." diye tanımlayan özgün bir fikir adamıdır. 1916'da Hatay'da doğdu. Ailesi Balkan Savaşı sırasında Yunanistan'dan göçmüştü. Fransız idaresindeki Hatay'da Fransız eğitim sistemi uygulayan Antakya Sultanisi’nde okudu. Tercüme bürosunda çalıştı,  ilkokul öğretmenliği ve nahiye müdürlüğü yaptı. İstanbul'a gidiş gelişlerinde Nazım Hikmet, Kerim Sadi gibi Türk sosyalistleriyle ilişkiye girdi. Stalin'in Teori ve Pratife'ini çevirdi. "Hatay hükümetini devirmeye çalıştığı" suçlamasıyla yargılanıp hapis yattı. 1940'da İstanbul Üniversitesi'ne girip Fransız Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü. Mükemmel düzeyde Fransızca okuyup yazan Meriç, İngilizceyi anlıyor, Arapçayı -kendi ifadesiyle-"söküyor"du. Elazığ'da   (1942-45)   ve İstanbul’da   (1952-54)   Fransızca öğretmenliği yaptı. 1941'den başlayarak İnsan, Yücel, Gün, Ayın Bibliyografyası dergilerinde yazmaya başladı. lO'de okutmanlık yaptı (1946-74), Sosyoloji Bölümünde ders verdi (1963-74).

      1955'de, gözlerindeki miyopinin artması sonucu görmez oldu, ama olağanüstü çalışma ve üretme temposu düşmedi. 20. Asır, Dönem, Yapraklar, Yeni İnsan, Kubbealtı, Türk Edebiyatı dergilerinde yazıları yayımlandı. Hisar dergisinde "Fildişi Kuleden" başlığıyla sürekli denemeler yazdı. 1974'de emekli oldu ve yılların birikimini ardarda kitaplaştırmaya girişti. 1984'de önce beyin kanaması, ardından felç geçirdi, 13 Haziran 1987'de vefat etti. İlk telif eseri Balzac üzerine küçük bir incelemeydi. Hint Edebiyatı (1964) daha sonra Bir Dünyanın Eşiğinde başlığıyla iki kez daha basıldı. Saint-Simon İlk Sosyolog İlk Sosyalist, 1967'de çıktı. 1974'den sonra yayımlanan kitapları şunlardır: Bu Ülke (1974, 5 baskı), Ümrandan Uygarlığa (1974, 2 baskı), Mağaradakiler (1978,2 baskı), Kırk Ambar (1980), Bir Facianın Hikâyesi (1981), Işık Doğudan Gelir (1984), Kültürden İrfana (1985). Cemil Meriç’in kimisinin izini kendi de yitirdiği ve "kitapçıda kayboldu" diye andığı çok sayıda çevirisi arasında Uriel Heyd'in Ziya Gökalp. Türk Milliyetçiliğinin Temelleri (1980), Thornton Wilder'in Köprüden Düşenler (1981) ve Maxime Rodinson'un Batı'yı Büyüleyen İslâm (1983) adlı eserleri sayabiliriz.

            ÜZERİNE

      “Bir çağın ideali, idealin kendisi değildir, herhangi bir idealdir. Başka idealler de var. Her çağın, her milletin kendine göre bir güzel anlayışı var... Bütün bu güzellikleri tatmaya çalışalım, genişletelim ufkumuzu. Geçen devirlerde yaşamak, yani derinleşmek ve ömrü alabildiğine uzatmak; başka ülkelerde yaşamak, başka insanlarla acı çekmek, başka insanlarla gülmek, damlayken denizleşmek ve ân’ı ebediyete sığdırmak; kalbini bütün heyecanlara açmak, yani sınır taşlarını devirmek, çağların ve politikaların sınır taşlarını; bütün insanlığı aynı büyük aşk içinde birleştirmek...

      Sanatçının tek vazifesi vardır bence: insanları birbirine sevdirmek, iki insanı veya iki milyar insanı. Sanat, bir heyecan seyyalesiyle* kilometrelerin ve asırların ayırdığı kalpleri birleştiren büyüdür.”

(Cemil Meriç, 19 Ekim 1966 tarihli mektuptan)

 

      Cemil Meriç’in Jurnal’i aslında bir bütün. Bu bütünü ikiye ayırmamızdaki başlıca neden, tümünün tek bir cilt halinde basılmasının hacim bakımından imkânsız olması. Bu imkânsızlığın yanı sıra, içeriği bakımından da Jurnal’de bir farklılaşma göze çarpıyor. Gerçekten de Jurnal’in elimizdeki ikinci bölümünün ilk yarısı Cemil Meriç’in mektuplarından oluşuyor ve mektuplar, Jurnal’in ağırbaşlı akışı içinde, eserin bütününe bambaşka bir boyut, değişik bir soluk, ilginç bir içerik kazandırıyor.

      Ayrıca 1965 yılının sonunda noktalanan 1963-65 arası yazılar ve pek az mektup, yazarının en yoğun ve devamlı biçimde günlük tuttuğu iki yıllık bir dönemi kapsarken, ikinci ciltte yer alan ve 1966’nın Ekim ayında başlayan mektuplar ve 1967 ile 1983 arasına serpiştirilmiş günlükler on altı yıllık bir zaman dilimini kucaklıyor.

      Bu oldukça uzun süre içinde, mektuplarına ve Jurnal’ine yansıdığı kadarıyla Cemil Meriç’in entelektüel gelişmesine, duygularının ve düşüncelerinin şekillenmesine tanık olmak, yazarı biraz daha iyi tanımak, 196O’lı yıllardan 1980’li yıllara, bütün canlılığı, bütün sıcaklığı, bütün samimiyetiyle bir gönül ve düşünce adamının hayat serüvenini izlemek fırsatı doğuyor bir kez daha.

      Jurnal 2’de yer alan, Cemil Meriç’in Lamia Hanım’a mektupları, onu bambaşka bir açıdan, kişiliğinin bambaşka bir yönüyle tanımamıza imkân sağlıyor. Bu mektuplar sayesinde, tanıdığımızı sandığımız ama daha çok eserlerinden tanıdığımız yazarı hiç bilmediğimiz yanlarıyla keşfetmemiz, kişiliğine daha çok saygı duymamız ya da hayal kırıklığına uğramamız mümkün olabiliyor.

      İnsanoğlunun düşünür ve sanatçı kişiliğinin arka planında birçok zaafı da var kuşkusuz. Bu zaaflar bazen gizli kalıyor, bazen de, elimizdeki mektuplarda olduğu gibi, o kişinin kaleminde bambaşka renklere, itiraf ve ifşalara bürünerek, düşünce ve edebiyat dünyasına güzel eserler kazandırıyor, psikoloji bilimi için paha biçilmez belgeler oluşturuyor ve o kişiyi günlük yaşantısı, maddi ve manevi zevkleri, tatminleri ve tatminsizlikleri, sevgileri ve düşmanlıkları, kısacası bilinmedik yanlarıyla biraz daha yakından tanımamıza yardımcı oluyor.

      Cemil Meriç’in önce Jurnal’ini, şimdi de mektuplarını ve Jurnal’inin ikinci kısmını yayımlayarak, onun entelektüel kişiliğinin kitaplarına yansımamış bir yanını, duygusal kişiliğinin ise, mektuplarına yansımış olduğu kadarıyla önemli bir bölümünü okuyucuya sunabilmekteyiz. Onun bu duygusal kişiliğinin entelektüel boyutlarını, günlük dalgalanmalarını, endişeleri, sevinçleri, huzursuzlukları içinde bütün şiirsel yanıyla gözler önüne seren, duygu yüklü, sevgi ve öfke yüklü mektuplarının değerlendirilmesini okuyucuya bırakıyoruz.

      Mektuplar bir yaşam öyküsü niteliğinde olmaktan çok, Cemil Meriç’in hayatının bir döneminden kesitler, devamlı şekillenen portresinden taslaklar sunuyor bize. Yaşadığı belki de önemsiz birçok olay mektuplardaki ifadesi sayesinde değer kazanıyor.

      Mektuplar canlı ve çoğu kez doğaçlama bir düşüncenin ürünü, her konuda bir şeyler söylemek isteyen bir insanın anlık tepkileri, anlık izlenimleri, bazen acele değerlendirmeleri.

      Mektupların bir önemi de yazarı yapmacıksız olarak, ev kıyafetiyle karşımızda bulabilmemizi mümkün kılmaları, ev kıyafetiyle, daha doğrusu her kılıkta. Enstantanelerin keyfi ve gerçekliği ile. Bu yazışmanın satırları arasında yazarının kalp atışlarını duyar gibi oluruz, nabzının hızlandığını ya da ağırlaştığını hissederiz adeta.

      Hem yazarın uğraştığı konuları sezinleriz bu yazılarda, hem de o konularla ilgili düşüncelerinden,  izlenimlerinden yankılar buluruz. Bu mektupları yazmış olması Cemil Meriç’in kendi içine kapanmadığının, fildişi kulesine çekilmediğinin, kitaplarında ifadesini bulan düşüncelerinden çok daha değişik düşünce ve izlenimlerini, bir anlamda topluma mâletmek arzusunun bir göstergesidir de aynı zamanda.

      Mektuplar yazarın jurnalidir de, onun edebî konulardaki yaklaşımlarını, değerlendirmelerini,  eleştirilerini, tarihî konulardaki düşüncelerini içerdikleri gibi, his ve aşk dünyasını da yansıtırlar. Sonuçta mektuplar Jurnal’i, Jurnal de mektupları tamamlar.

      Mektuplarında da Jurnal’inde de hep samimidir Cemil Meriç, bazen fazla açık ve yalındır, kimseye yaranmak gibi bir endişesi zaten yoktur. Hisseden ve düşünen adamdır Cemil Meriç, düşünmek, hem de doğru düşünmek ister, doğru düşünmek hissetmektir aynı zamanda, zevk sahibi olmaktır, kesin ve hızlı bir ayırım yapabilmek, kararlar alabilmektir. Sağduyulu olmak demektir düşünmek, umutsuz olmamak, hayaller dünyasına saplanıp kalmamak, üretken olmaktır, çalışmaktır. Doğru düşünmek başkalarıyla birlikte ve başkaları için de düşünmektir.

      Her mektup külliyatının romantik bir yanı mutlaka vardır. Yazar kendini olduğu gibi gösterir mektuplarında, acılarıyla, ümitleriyle, hayalleriyle, kendini tahlil eden bir insanın ciddiyetiyle, okuyucusunu, okuyucusu tek bir kişi de olsa, ebediyet karşısında tanık alarak.

      Her mektup külliyatının romantik bir yanı mutlaka vardır dedik ama Cemil Meriç’in mektupları, romantik lezzetlerinin ötesinde, son derece gerçekçi bir manzara da sunmaktadır okuyucuya. Mektupların yazıldığı dönemde aşk, Cemil Meriç’in hayatının ekseni olmuştur adeta. Coşku ve lirizm, zaman zaman mistik bir değer kazanarak dile gelir bu satırlarda. Cemil Meriç’in mutluluğunun da mutsuzluğunun da kaynağı sevdiği kişidir, onsuz bir dünya düşünemez, ona karşı duyduğu ihtiyacın hayatî bir ihtiyaç olduğuna inanır bütün samimiyetiyle.

      Diğerlerinden farklı bir ilişki ağı örülmektedir iki insan arasında, değişik bir aşk söz konusudur, birbirini tamamlayan, birbirinden vazgeçemeyen iki insanın öyküsünü yaşarız bu mektuplarda.

      Böylesi bir aşkı, değişik kavramlarla ifade etmiş yazarlar, kimisi mutlak aşk demiş bu sevgiye, kimi zevk aşk, kimi tutku aşk. “Yüce Aşkın Antolojisi” adlı bir eserin yazarı olan Fransız Benjamin Peret{1} ise kitabına yazdığı önsözde bu kavramı yüce aşk deyimiyle ifade ediyor ve bu tür bir aşkta çeşitli yüceleştirmelerin söz konusu olduğunu vurguluyor.

      Peret’e göre, “...yüce aşk, mutluluk şarkısına dönüşen bir yalnızlık çığlığıdır, yüce aşkla beraber, olağanüstü, ulvi harikuladelikler insan yaşamının bir parçası oluverir, onun sayesinde, ten ve kafa birbiri içinde erir, aralarında tam bir uyum kurulur... Artık öncesi gibi değildir insan, ani bir değişime uğramış, tene bağlı duyguları ruhani bir boyut kazanmıştır. Benzer bir değişim, karşımızdaki insanda da gerçekleşir. Kendisi olmaktan çıkmıştır kişi, umut edip bekleyen birisi yerine, yepyeni bir hayata başlayan bir başkası vardır karşımızda. Sizi gerçekten tamamlayan insanla karşılaşmışsanız hiçbir ayrılık, hiçbir kopuşşünülemez artık.

      ... Yüce aşk, bu iki değişik insanın birbiriyle sağladığı uyumdur. Ne var ki kadınla erkek arasındaki ayırımı vurgulayarak bir ikilik yaratan ve bu ikilikten yararlanıp, günlük hayatın en ufak teferruatına kadar insanlar üzerindeki baskıcı tutumunu sürdüren Batı toplumlarında, bu ideal uyum pek mümkün olamamaktadır. Ve bu ideal uyumu yani yüce aşkı yakalayanlar da toplum dışı kalırlar bu yüzden, hatta topluma karşı çıkıyor kabul edilirler çoğu kez. Çünkü toplum yüce aşkın gerçekleşmesine karşıdır, yüce aşkı keşfeden, toplumun ve toplum değerlerinin dışında bir mutluluğun mümkün olduğunu keşfeder. Onun için de insanlar, bu mutluluğu şairlerin ve sanatçıların sesiyle çağırırlar daha çok...

      ... Yıldırım aşkı deyimi, beklenilen kişiyle karşılaşmanın göz kamaştırıcı niteliğini ifade eder. Bu yıldırım aşkı şuurlu olmayabilir de başlangıçta. Yıldırım aşkı, bilinçli ya da bilinçsiz olarak içimizde geliştirmiş olduğumuz ideal sevgili modelinin birdenbire karşımıza çıkmasıdır. Bu modelin ideal olması, insanın yarım yanını bütünlemesindedir. Bilincimizde gelişmiş olan bu model çocukluğumuzdan alır kaynağını, ergenlik çağımızda şekillenir, genç kız ya da delikanlı, çoğu kez birbirine zıt eğilimlerin etkisi altında kalır. Bu modelde hem anne ya da babanın oluşturduğu imaj, hem de gençliğimizin günlük yaşantısından izler bulunur.”

 

      Lamia Hanım’la tanıştıktan sonra, yılları aşınmış libaslar* gibi üstünden atar Cemil Meriç, 18 yaşına döner, kişiliği değişir, hem 18 yaşın çılgınlığı, hem de 48 yaşın susuzluğu ile sevmektedir. Herkesten kaçar, yalnız sevgilisinin olmak ister. Vücuduyla, kafasıyla, duygularıyla. 48 yıldır gördüğü rüya gerçek olmuştur. O dünyasının tek kadını, tek insanıdır, zaten her kadında yalnız onu aramıştır.

      İdealar âlemindeki kadındır Lamia Hanım ve onu Cemil Meriç yaratmıştır, hasretlerinden, acılarından, rüyalarından. Havva’dan bu yana onun kadar bütün, onun kadar saf, onun kadar girift ve onun kadar güzel ve onun kadar gerçek bir kadın yaratılmamıştır.

      Bazen onu kaybettiğini sanır Cemil Meriç, onda rüyasını, onda ideali bulamadığı zaman dünyası kör bir kuyuya benzemektedir. Lamia Hanım Cemil Meriç’in kuvvetidir, onu hayata bağlayan neşedir. Onun için her türlü acıya katlanabilir Cemil Meriç ve onu unutmayı, onsuz avunmayı ihanetlerin en büyüğü sayar.

      Mektuplarında maskesizdir Meriç, kelimelerin arkasına saklanmaya gerek duymaz, yazdıklarını bir daha okumaz, düzeltmez, kalbiyle kalemi arasında kapı yoktur. Ama perspektif hatası yapmak da istemez.

      Bir suç işler gibi mektup yazmaktadır, çok defa en kötü, en bedbin, en ilhamsız zamanlarında. İstediği zaman yazamamaktadır, istediğini yazamamaktadır, çünkü yazmak için kaçmak mecburiyetindedir,  bir başkasına yalvarmak zorundadır, hep bir başkasının aracılığına muhtaçtır.

      Kavuşmak sonra da ayrılmak trajedilerin en büyüğüdür. Zaman zaman ölmekten başka arzusu olmadığını yazacak kadar bedbindir. Zaman zaman hayata bağlanır, sevdiği insanı ebedileştirmek, onda ebedileşmek ve sonra ölmek ister. Aşkı ıstırabın prizmasından seyretmektedir Cemil Meriç.

      Aslında kendine güveni sonsuzdur, başkalarına benzemez o, “tektim ve beni bütünümle seviyordun, sevmeğe mahkûmdun” diye yazacak kadar iddialıdır. Her zamanki gibi yalnız o vardır, o, fetheder gibi, cengeder gibi, yaratır gibi konuşur, o, bütünüyle muhteşemdir. Ama anlaşılmamıştır, hayatı hayal kırıklıklarıyla,  zilletlerle doludur. İkbal, servet veya haz için de olsa küçülmemiştir, yalvarmamıştır.

      Sevgilisi, her zerresiyle perestişe* layıktır, onun kabiliyetleri şahane birer tomurcuktur, aşkının sıcak ikliminde, bütün şiiri, bütün füsunu, bütün ıtırıyla açabilmelidir.

      Aldığı mektuplar alev alevdir, sevgilisi kalbini kâğıda işlemektedir adeta, o kadar güzel yazmaktadır ki, Cemil Meriç kalemini kırmak, kitaplarını yakmak ve yalnız onu okumak ister. Lamia Hanım’ın mektupları büyülü bir aynadır.

      Lamia Hanım da “perde arkasında sevgilisini bekleyen 15 yaşında, eski yıllara ait bir kızın heyecanı”nı yaşar, “ilk flörtünü herkesten saklayan bir ortaokul öğrencisi” gibidir, “tayın ilk defa yonca tarlasına çıktığı neşe ve hafifliği” duyar içinde. Bir ruh temizliği sarmıştır benliğini, hayat açısı değişmiştir, eskisi gibi değildir, “içimdeki lav, milyonlarca Pompei’yi yerle bir edebilir” diye yazar. Tek okuyabildiği Cemil Meriç’in mektuplarıdır. Bu mektuplar “mukaddes kitaplardan daha ilahî, daha çıldırtıcı, daha çileden çıkaran” mektuplardır.

      Lamia Hanım “mazide mihrakına oturmamış bir füze gibi” yaşamıştır, Cemil Meriç onu zincirli olduğu mağaradan ışığa çıkaran adam, “siz sadece birine sahip çıktınız, herkes yerli yerinde. Biz beraberce uzaklaşıyoruz oradan, el ele, gönül gönüle”.

      Lamia Hanım mektuplarında, bir yandan Cemil Meriç’ten nasıl etkilendiğini dile getirirken, bir yandan da onu ve karşılıklı ilişkilerini büyük bir ustalıkla tahlil eder.

       “Sizinle insan büyüyemiyor, daima hükümranlığınıza tâbi, vefakâr, sadık bir tebaa. Ama bu tâbiyette bir yücelik var. Sizin sevginize layık olmanın, aşılmaz his âleminize yakınlaşmanın gururu ile sarhoşum. Sizde her şey hoş, bambaşka olsa bile hoş. İnsan size rehberlik ederken dahi bir rehber tarafından idare edildiğini anlıyor...

      ... Dilinle yapamayacağın şey yok, seviyor, azarlıyor, yalvarıyor, emrediyor, tehdit ediyorsun...”

(5 Ekim 1966)

       “Daima dikkat ettim, hiçlerle konuşur, tartışır, onları konuşturur, onları takdir eder, sonra içinden eğlenirsin, sen cüceler ülkesindeki Güliver, sen Lucifer, sen Wuthering, Heighest Hacliff ve sen beni didikleyen, harabeden, öldüren Cemil Meriç...”

(23 Ekim, Pazar)

 

       “Bence siz, ya on dokuzuncu veya yirmi birinci asrın şövalyesisiniz. Bugünün cemiyeti sizi anlayamaz, kime anlatmak istiyorsunuz kendinizi? Bir sürü fare ve siz sihirli kavalcı”.

(25 Kasım 1966)

 

       “Balzac bu kadar büyük mü, yoksa onu bu hale siz mi getirdiniz? İkinciyi kabul ettim. Bu hususta maharetiniz büyük. Bir sihirbaz gibi istediğinizi, istediğiniz kılığa sokuyor ve etrafı buna inandırıyorsunuz”.

(9 Aralık 1966)

 

       “Sizi anlamak için İncil’den bu yana, her milletin tarihini, coğrafyasını, edebiyat, felsefe, sosyoloji, güzel sanatlar, hatta fuhuş geleneklerini bilmek icabediyor velhasıl. Her satırınızda, insan kendini büyük bir mağlubiyete düşş buluyor”.

(12 Ocak 1967)

 

       “Asıl büyücü sensin, istediğini sevdiriyorsun insana, istediğinden nefret ettiriyorsun”.

(12 Ocak)

       “Sizi okurken, trapez cambazlarının dehşetine düşüyorum. Bir anda kırılıyorum size. İkinci satırda havadayım, terkedilmek korkusuyla titriyorum bir an. Bir an içinizdeyim, bir parçanızım”.

(1 Mart 1967)

 

       “Kafka’dan Milena’ya mektuplar... Sanki bir bakıma kendimi buldum bu mektuplarda... Tek rakibiniz Kafka. Ama Milena sizin mektupları okusa, beni ortadan kaldırıp tahtıma oturmak isterdi”.

(5 Mart 1967)

 

       “Velhasıl seni özetleyemiyorum, kıyaslayamıyorum,  seni dünyaya şimdiye kadar gelenlerle ve sonra geleceklerle... şartmış sanki”.

(7 Aralık 1966)

 

      Cemil Meriç’le Lamia Çataloğlu arasındaki bu yoğun yazışma 9 ay gibi kısa bir zaman aralığına sığmıştır. Bu süre içinde, kesin bir rakam vermek zorsa da, görebildiğimiz kadarıyla Cemil Meriç 56, Lamia Hanım ise 193 mektup yazmıştır.

      Cemil Meriç’in mektuplarında onun bilmediğimiz pek çok yanını, yaşam öyküsünden birçok enstantaneyi yakalamak mümkün, çok da zevkli. Ne var ki bu mektupların alevlendirdiği sevginin gelişebilmesi ve zaman içinde sürebilmesi Cemil Meriç’in yaşadığı hoşgörülü ortama bağlıdır büyük ölçüde. Cemil Meriç gençliğini, aşklarını yaşayamamıştır belki, belki gözlerini kaybettikten sonra büyük bir boşluğa yuvarlanmıştır ama 27 yaşından itibaren de yanında dertlerini onunla paylaşan, onunla sıkıntı çeken, onunla üzülen, onunla sevinen bir insan vardır devamlı, bu insan, eşi Fevziye Meriç’tir. Fevziye Meriç sakin bir yaz akşamı, fırtınasız bir limandır. Mükemmel bir annedir de aynı zamanda. Temizdir, saftır, “eski Roma’nın istikrarını, üstünlüğünü yapan feragatkâr, vazifeşinas kadınlardan biri”. Cemil Meriç fırtınadan kaçan bir gemidir, Fevziye Hanım güvenilir bir liman ve Cemil Meriç bu limana sığınır.

      Gözlerini kaybettikten sonra ideal bir mutluluk düşünemez Cemil Meriç, ama hayatı yine de sever, zilletleri, korkuları, endişeleri ile. Bütün insanlık neredeyse tek bir kişide toplanmıştır Cemil Meriç için ve o insanı kaybederse her şeyin, biteceğini düşünmektedir,  kaçak birtakım zevkler aradığı olmuştur ama onu hayata bağlayan gerçek ve yeri tutulmaz insan karısıdır... Fevziye Hanım “günden güne büyümüş, hayatının manası haline gelmiş”tir (6 Mart 1983).

      Fevziye Hanım’ın hayatının manası da Cemil Meriç’tir. Ve Fevziye Hanım ona karşı hep anlayışlı, hep müsamahakâr, hep yumuşaktır. Yine de, kocasının Lamia Hanımla olan ilişkisini benimseyebilmesi çok zordur. Gururu kırılır, zaman zaman isyan eder sessizce, üzüntülerini içine atar ama Cemil Meriç’in hayatı sevmesi, hayata bağlanması, karamsarlığını unutması, dahası yaratmayı sürdürmesi, daha çok üretmesi, mektuplarındaki yoğun duygusallığı aşarak, Hint Edebiyatı’nı ve Saint-Simon’u izleyen tüm diğer eserlerini yazabilmesi gerekmektedir, bu da Fevziye Hanım’ın ona sağladığı güvenli, sevgi ve şefkat dolu ortam sayesinde mümkün olabilir.

      Bu ortamın oluşmasında çocuklarının, öğrencilerinin, dostlarının da büyük payı vardır. Cemil Meriç’in kuvveti, bir ölçüde de, hayatının arka planını oluşturan bu insanların varlığından kaynaklanır. Onları sever Cemil Meriç, onlarsız bir hayat düşünemez. Ne var ki yakın çevresi konusunda oldukça sessizdir, sesini yükselttiğinde de çoğu kez insafsızdır hükümlerinde, çocuklarını, öğrencilerini, dostlarınığıtta yaşatır belki ama onları, sevginin değil öfkenin ve kırgınlığın halesiyle kuşatır daha çok. Jurnal’i mezar taşı kitabeleriyle doludur, yokluğa yuvarlanan bir aşinaya hayatının bir parçasını verir, onu dostluğunun ama daha da çok öfkesinin halesiyle çevreler. Dostlarıyla bir bütündür Cemil Meriç, dostlarıyla, düşmanlarıyla bir bütün.

      Dostlarını tesadüfler seçer Cemil Meriç’in ama “hayatını tanzim eden onlar”dır. “İzzet olmasa ne Hint yazılabilirdi, ne Jurnal. Her ibda, sayılamayacak kadar çok âmillerin eseri. Bunların bazısı tayin edici, bu tayin edici âmillerin başında İzzet var” (3 Ocak 1982). Gerçekten de İzzet Tanju’nun bu konudaki rolü son derece önemlidir ve bilebildiğimiz kadarıyla Cemil Meriç’in çok ender kadirşinaslık örneklerinden biridir bu birkaç satır.

      Elimizdeki mektupları Cemil Meriç’e ilham eden Lamia Çataloğlu da, onun yaratma gücünü kanatlandıran önemli bir âmildir*. Dengeli, anlayışlı, gerektiğinde fedakâr tutumuyla hem Cemil Meriç’i bütünüyle benimsemiş, sevmiş, saymış, hem de onu eşiyle, çocuklarıyla, çevresiyle kabul ederek kişiliğinin bölünmesini önlemiş, ona huzurlu, rahatlatıcı, dost bir ortam sunmasını bilmiştir. Cemil Meriç’le uzun beraberlikleri süresince belki Fevziye Hanımla hiç karşılaşmamıştır Lamia Hanım ama onun kocasına karşı anlayış dolu yaklaşımını hissetmiş, onu takdir etmekten kendini alamamıştır. Cemil Meriç’in kitaplarının yazılmasına yardımı dokunan Lamia Çataloğlu, onun için vazgeçilmez bir mesai arkadaşı da olmuş, düşüncelerini büyük ölçüde paylaşmış, Fevziye Hanım’ın ölümünden, özellikle de Cemil Meriç’in 1985’de geçirdiği önemli rahatsızlıktan sonra, son nefesine kadar onun yanından ayrılmamış, hizmetinde bulunmuştur.

      Burada, Cemil Meriç adına ve kendi adımıza Lamia Çataloğlu’na teşekkür etmeyi bir borç biliyoruz, hem bize Cemil Meriç’in duygu dolu dünyasını tanımamızı sağlayan mektupları ilham etmiş olduğu için, hem de onun hayatının vazgeçilmez bir parçası olarak, ona, ölümüne kadar kanat gerdiği için.