XII

Birliğimiz, upuzun bir yürüyüş kolu oluşturup yeniden şarkılarla kalenin yolunu tuttuğunda vakit epey geç olmuştu.

Son pembe ışıklarını, açık, saydam gökyüzünde kımıltısızca duran ince, uzun bir buluta saplayan güneş, karlı dağ doruklarının gerisine inmişti. Karlı dağları yavaş yavaş leylak rengi bir sis kaplıyordu; bir tek, dorukların oluşturduğu en üst çizgi, batan günün kızıl ışıkları altında inanılmaz bir açıklıkla ortadaydı. Ay çoktan doğmuş, koyu mavilikte ışıyıp duruyordu. Üzerleri çiy tutmaya başlayan otların, ağaçların yeşilleri artık usul usul kararıyordu. Kara bir kütleyi andıran yürüyüş kolumuz, ışıltılı çayırlar üzerinde ölçülü adımlarla ilerliyordu; her yandan trampet sesleri ve neşeli şarkılar duyuluyordu. Altıncı bölükte ana ezgiyi var gücüyle yineleyen ikinci sesin tertemiz, saf göğsünden yükselen güç dolu, coşku dolu ezgiler duru akşam alacasında gidebildiği kadar uzaklara gidiyordu.

1852