"Eyvah, pipomu unutmuşum!" diye yineledi Velençuk. "Ne halt edeceğim ben şimdi kardeşler?"
"Sen de bir cuvaracık tüttürürsün olur biter, canım kardeşim!" dedi Çikin, dudaklarını büzüp göz kırparak. "Ben hep cuvara[37] içerim... Pipodan çok daha keyiflidir cuvara!"
Tabii herkes bastı kahkahayı.
Gülenlere katılmayan, aldırış da etmeyen Maksimov, amirce bir edayla piposunu sol avucuna vurarak:
"Külahıma anlat sen o unuttum hikâyesini!" dedi. "Nereye kayboldun, sen önce ondan haber ver bize!"
Velençuk arkaya doğru yarım döndü, elini şapkasına doğru kaldıracak oldu, sonra vazgeçip indirdi.
"Tek damla koyduysam ağzıma beni şuracıkta parçala Fyodor Maksimiç!" dedi. "Bana ne oldu, ben de bilmiyorum. Hem ben kim, kendini bilmeyecek kadar içmek kim!"
Maksimov, edebi söylevini şu sözlerle bitirdi:
"Arkadaşınız yüzünden komutanlara hesap vermek zorunda kalan benim! Bu türden münasebetsizlikleriniz sürerse, tatsızlık çıkar, bilmiş olun!"
Bir dakika kadar sessiz kalan Velençuk, daha sonra ensesini kaşıyarak ve özellikle belli bir kişiye seslenmeden başına gelenleri anlatmayı sürdürdü:
"Valla nasıl söylesem bilmem ki kardeşlerim! Mucize gibi bir şeydi yaşadığım! On altı yıllık askerlik hayatımda ilk kez başıma böyle bir şey geldi! Gerçekten bir mucizeydi bu kardeşlerim! Top takımı sıra olsun dediklerinde, ben de herkes gibi hazırlığımı görüp dışarı çıktım. Hiçbir anormallik yoktu. Sonra topların oraya vardığımda, birden onun pençelerine düştüm. Aldı beni, bir güzel ezdi, yoğurdu ve... yere çaldı... Gerisini hatırlamıyorum. Nasıl deliksiz bir uyku!.. Olursa bu kadar olur, kardeşlerim! Kış uykusu gibi bir şeydi!"
Antonov çizmesini ayağına geçirirken:
"Anam ağladı seni uyandırana kadar!" dedi. "Dürt dürt uyanmaz! Adam değil, kütük sanki!"
"Bak gördün mü!.. Sarhoşluk olaydı böyle mi olurdu!?"
Derken Çikin aldı sözü:
"Bizim köyde bir kocakarı vardı... Sobanın üzerindeki peykeden iki koca yıl boyunca hiç inmemiş bu. Millet uyuyor zaar, diye düşünüyormuş. Bir gün, gidip şunu uyandıralım, demişler. Oh-ho, meğer seninki dünyasını çoktan değiştirmiş de ondan hiç inmezmiş peykeden. Onun için de o vakit uykunun pençesine düşmüş, dedilerdi... Bilmem anlatabildim mi, canım kardeşim?!"
Maksimov, gülümseyerek:
"Haydi, Çikin, Kafkasya'daki liderlik maceranı anlatsana bize!" dedi, bu arada bana da "Bir salağı dinlemek istemez miydiniz?" der gibi baktı.
Bana kaçamak bir bakış fırlatan Çikin:
"Ne liderliği, Fyodor Maksimoviç!" dedi. "Ben sadece Kapkaz"ın[38] ne menem bir yer olduğunu anlatmıştım o zaman!"
"Bilmez miyim, elbette öyle! Bırak kıvırtmayı, Çikin! Orada insanlara nasıl liderlik ettin çabuk anlat bize!"
Çikin, aynı şeyi daha önce de birkaç kez anlatanlara özgü hızlı bir konuşmayla, başladı:
"Nasıl liderlik ettiğimin gizlisi saklısı yok... Oradaki hayatınız nasıl, diye sordular. Ben de yediğimiz önümüzde, yemediğimiz ardımızda, canım kardeşim dedim. Öğünlerimiz o biçim! Sabah akşam erata birer fincan şokolat. Öğle yemeğinde, beylerin paşaların sofrasını süsleyen nemse arpasından çorba ve votka yerine de herkese birer kapak Madera...[39] Hem de, Madera Divirye! Ki şişesiz fiyatı, tevatür, kırk iki bangınotmuş!"
Herkesten daha çok gülen, gülmekten kırılan Velençuk, atıldı:
"Madera dedin mi duracaksın! Vay anam vay, ne şaraptır o!"
Gülüşme yatışınca Maksimov:
"Şu aziatlar[40] üzerine anlattıklarına geç!" dedi.
Çikin ateşe eğildi, ince bir dal parçasını tutuşturup piposunun üzerine koydu, dinleyicilerinin kulak kesilmiş kendisini beklemekte olduklarının farkında değilmiş gibi uzun süre piposundan duman almak için çabaladı, sonunda ağzından yeteri kadar duman savurmaya başlayınca piposunun üzerine tuttuğu dalı fırlattı, şapkasını daha da geriye yıktı, yüzünü buruşturup hafiften gülümseyerek başladı:
"Şimdi, sordular bunlar bana: Dediler ki, sizin o Kapkaz'da Çerkezler varmış, Türkler varmış... bir vuruşta adamı öldürüyorlarmış, aslı var mı? Dedim: Bak canım kardeşim, Çerkez dediğin çeşit çeşittir. Örneğin Tavlinli denilenleri vardır ki, taşlık yerlerde yaşarlar, ekmek yerine de taş yerler. Efendime söyleyeyim, bunların hele bir de kütük gibi iri olanları vardır ki tek gözlüdürler ve o gözleri de alınlarının ortasındadır, ayriyeten şapkaları da kırmızı olur, kızıl bir ışık gibi yanar durur başlarında, tıpkı seninki gibi, canım kardeşim!"
Çikin bu son sözünü, başında gerçekten kızıl tepelikli, gülünç bir şapka bulunan acemi ere dönüp söylemişti.
Bu beklenmedik sesleniş karşısında katılırcasına gülmeye başlayan acemi er, iki büklüm oldu; gülerken bir yandan dizlerine vuruyor, bir yandan da boğulurcasına öksürüyordu. Gülmek ve öksürmek arasında bin zorlukla soluk alarak, kesik kesik: "Demek Tavlinli böyle oluyor ha!?" dedi.
Çikin, bir baş hareketiyle şapkasını alnına düşürdü:
"Hepsi bu kadar değil, dedim, Mumralar var daha... Bunlar ufacık, ikiz yaratıklardır. Hep el ele tutuşup, çifter çifter dolaşırlar.... Ve öyle hızlı koşarlar ki, artlarından at koştursan, nafile! ‘Yoksa senin bu Mumralar analarından da böyle çifter çifter mi doğmuşlar?' diye sordu biri (Köylü konuşmasını taklit ederek, kalın, boğuk bir sesle söylemişti Çikin bunu). Ne sandındı, canım kardeşim, dedim. Anadan doğma böyledir onlar. İkisinin elini birbirinden ayıracak olsan, öyle bir kan akar ki, kendini mezbaha da sanırsın. Başlarından şapkalarını alacak olsan, yine ortalığı kan götürür. ‘Peki, adam öldürmekte usta mıdırlar?' diye sordu biri. Valla dedim, ellerine geçirdikleri adamın anında bağırsaklarını eline verirler. Çektikçe çekerler bağırsaklarını... onlar bağırsaklarını çektikçe, sen kıkır kıkır gülersin. Ta ki cartayı çekene kadar!.."
Millet gülmekten yıkılırken Maksimov hafif bir gülümsemeyle:
"Ve bütün bu anlattıklarını güvenilir buldular, öyle mi?"
"Valla ne diyeyim Fyodor Maksimiç, bizim halkımız öyle bir halk ki... Ne desen inanıyor... Onlara Kazbek dağını anlattıydım bir sefer. Dedim, bu öyle bir dağdır ki, yazın da üzerinden kar kalkmaz... Bunlar, canım kardeşim, hep birden gülmeye başladılar... ‘Hadi oradan!' dediler. ‘Öyle kocaman bir dağın üstünden yazın da karın kalkmaması duyulmuş, görülmüş şey mi? Bizde buzlar çözülmeye başladı mı, önce yükseklerdeki karlar erir. Bulsan bulsan çukur yerlerde bulursun karı!'"
Çikin göz kırpıp, "Bu hikâye de burada biter!" dedi.