«Bangor'unki daha hızlıdır. Git haydi. Sen telefon etme, Rachel etsin. Çantayı hemen getir.»
Rachel buradaki durumu anlayınca zatçn kendisi getirmez, diye düşündü
Jud gitti. Louis tel kapının çarptığını duydu. Şimdi Norma Crandall ve elma kokusuyla kalmıştı.
Oturma odasından yedi günde bir kurulan saatin tıkırtıları geliyordu.
Norma birden -uzun uzun soludu. Gözkapaklan titredi. Louis ansızın buz gibi, korkunç bir kesinlikle karşı karşıya olduğunu hissetti.
Gözlerini açacak... Tanrım gözlerini açacak ve Hayran Mezarlığı hakkında konuşmaya başlayacak.
Ama kadın yalnızca tanımış gibi baktı Louis'in yüzüne, gözleri yine kapandı. Louis kendinden utanmıştı, bu saçma korku ona o kadar yabancı bir şeydi ki. Yine de içi rahatlamış, umut-lanmıştı. Kadının gözlerinden hafif bir ağn seziliyordu, ama şiddetli bir ıstırap yoktu. Ciddi bir kriz olmadığını düşündü.
— 90 —
Louis soluk solumaydı şimdi. Yapay solunum yaptırmayı ancak televizyon dizilerindeki kahramanlar kolay becerirlerdi. Göğüs masajı insanın tüm gücünü alıp götürürdü, yann bütün gün sırtı ve omuzlan ağrayacaktı.
«Yardım edebilir miyim?»
Louis arkasına baktı. Kapının önünde pantolonlu, kahverengi kazaklı bir kadın duruyordu.
Yumruğunu göğsüne bastırmıştı. Hortlak çocukların anası, diye düşündü Louis.
«Hayır,» dedi. Sonra, «Evet lütfen,» dedi. «Bir bez ıslatın, sıkıp alnına koyun.»
Kadın bezi ıslatmaya koştu. Norma'nın gözlen yine açılmıştı.
«Louis, düştüm,» diye fısıldadı. «Bayıldım galiba.»
«Kalbinde bir şey oldu. Çok ciddi görünmüyor. Şimdi sakin-leş ve konuşma. Norma.»
Louis bir an dinlenip yeniden kadının nabzına baktı. Çok hızlı atıyordu. Mors şifresi verir gibiydi, kalbi bir süre normal atıyor, ardından pek fibrilasyon denemeyecek ama yine de epey hızlı derecede atıyordu. Sonra yine normale dönüyordu. Pek iyi bir şey değildi bu, ama yine de kardiyak aritmisinden daha iyiydi.
Kadın bezi getirip Norma'mn alnına koydu. Kararsızca geri çekildi sonra. Jud, Louis'in çantasını
getirdi.
«Ne oldu, Louis?»
«Düzelecek.» Louis, Jud'a bakıyor ama aslında Norma'yUı konuşuyordu. «Cankurtaran geliyor mu?»
-Kann telefon ediyor, beklemeden geldim ben.»
«Olmaz... hastane...» dedi Norma.
«Hastaneye gideceksin,» dedi Louis. «Beş günlük kontrol, ilaç ve sonra da eve dönüp yatacaksın, Norma. Ağzını açacak olursan o elmaların tümünü yediririm ha!»
Kadın hafifçe gülümsedi, gözlerini kapadı.
Louis çantasını açtı, Isodil şişesini çıkarıp içinden minicik bir hap aldı. Şişeyi kapatıp hapı
parmaklan arasında yuvarladı.
«Norma, beni duyuyor musun?»
-Evet.»
«Ağzını açmanı istiyorum. Dilinin altına bir hap koyacağım. Küçük bir hap. Eriyene kadar orada kalmasını istiyorum. Tadı biraz acıdır ama aldırma. Tamam mı?»
-91-
Kadın ağzını açtı.' Bayat takma diş kokusu yayıldı ağzından. Louis orada, mutfakta elmalar ve şekerler arasında yatan kadına karşı büyük bir acıma duydu içinde. Bir zamanlar onun da on yedi yaşında olduğunu, mahallenin bütün erkeklerinin memelerini gözlediklerini, kendi dişlerine sahip olduğunu, gömleğinin altındaki kalbinin küçük bir sağlam motor olduğunu düşündü.
Kadın diliyle örttü hapı, yüzünü buruşturdu. Hap biraz acıydı. Hep öyle olurdu. Ama Norma yardım edilemeyecek durumda bir Victor Pasco\v değildi. Norma'nın yaşayıp yeni yeni şeylere göğüs gereceğini düşünüyordu. Kadının eli havaya kalkıp bir şeyler arandı, Jud karısının elini tuttu.
Louis ayağa kalktı, yere düşen çanağı bulup elmaları ve şekerleri içine doldurdu. Kendisini yolun aşağısındaki evden Bayan Buddinger diye tanıştıran kadın da ona yardım etti, sonra -
çocuklarının arabada beklediklerini, gitmesi gerektiğini söyledi.
«Yardımınıza teşekkür ederim, Bayan Buddinger.»
«Ben bir şey yapmadım ki,» dedi kadın. -Ama bu gece yatarken burada olduğunuz için Tanrıya şükredeceğim, Doktor Creed.»
Louis utanmış bir tavırla elini salladı.
«Ben de,» dedi Jud. Louis'in gözlerinin içine bakıyordu. Kendini toparlamıştı artık. Bir anlık karışıklık ve korkusu geçmişti. «Sana borçluyum şimdi, Louis.»
«Bırak şimdi bunları.- Louis kapıdan çıkmakta olan kadına el salladı. Kadın da gülümseyerek salladı elini. Louis bulduğu bir elmayı ısırdı. Elma öylesine tatlıydı ki... birden tad hücreleri harekete geçtiler. Ru gece bir tane kazandın, Lou, diye düşündü. Zevkle ısırdı elmasını.
Açlıktan ölüyordu.
«Borç borçtur,» dedi Jud. «Sen de bir şey isteyince önce bana geleceksin, Louis.»
-ulur,» dedi Louis. «Gelirim.»
Bangor Sağlık Merkezinin cankurtaranı yirmi dakika sonra geldi. Louis, Norma'nın arabaya yerleştirilmesine dikkat ederken, Rachel'in oturma odasının penceresinden kendisine baktığını
gördü. Elini salladı karısına, Rachel de el salladı.
Louis'le Jud giden cankurtaranın ardından baktılar. Aracın
— 92 —
ışıklan yanıp .sönüyor, sireni çalmıyordu.
«Eh, ben de hastaneye gideyim.» dedi Jud.
•Bu akşam onu görmene izin vermezler sanırım, Jud. Bir elektrokardiyogram çekerler, sonra da yoğun bakıma yatırırlar, tik on iki saat ziyaretçi sokmazlar yanına.»
«İyileşecek mi dersin, Louis? Gerçekten iyileşecek mi?»
Louis omuzlarını silkti. «Bunu kimse garanti edemez. Bir kalp kriziydi geçirdiği. Ama yine de iyileşecek sanırım. Hele şimdi ilaca başlayacağı için eskisinden iyi de olabilir.»
«Eh,» diyen Jud bir sigara yaktı.
Louis gülümseyerek saatine baktı. Henüz sekize on kala olduğunu görünce şaşırdı birden. Oysa kendisine çok geçmiş gibi gelmişti.
«Jud gidip Ellie'ye yardım etmek istiyorum.»
«Öyle ya. Toplayabildiği kadar şeker toplamasını söyle ona.»
«Olur.»
Louis eve döndüğünde Ellie'nin üstünde hâlâ, cadı giysileri vardı. Rachel kıza geceliğini giydirmeye çalışmıştı, ama Ellie kalp kriziyle yanda kesilen oyununa devam olasılığım aklından silmediği için üstündekileri çıkarmamakta direnmişti. Louis ona paltosunu giymesini söylediği zaman kız sevincinden zıpladı.
«Kız için çok geç olacak ama, Louis.»
«Arabayı alınz. Haydi haydi, Rachel, biliyorsun bir aydır bu geceyi bekliyor.-'
«Eh...» Kansı gülümsedi. Ellie annesinin yüzünü görünce bir sevinç çığlığı daha kopardı.
Gardroba koştu. «Norma iyi mi?»
«Sanırım.» Kendini iyi hissediyordu Louis. Yorgun ama iyi. «Küçük bir krizdi. Bundan sonra çok dikkatli olması gerekecek ama, insan yetmiş beş yaşına geldiğinde sırıkla atlama günlerinin sona erdiğini anlamak artık.»
«İyi ki, sen oradaymışsın. Tanrının eli var bu işde sanki.»
«Talih diyelim.» Louis, Ellie'yi görünce gülümsedi. «Hazır mısın. Cadı Hazel?»
«Hazırım. Haydi... haydi... haydi!-
Yarım saat sonra yanm torba şekerle eve dönerlerken (Louis yeter deyince Ellie yanm ağızla itiraz etmişti, aslında o da
— 93 —
çok yorulmuştu, «Bayan Crandall'ın kalp krizi geçirmesine ben mi neden oldum?» diye kız sorunca Louis çok şaşırdı. «Zedelenmiş elmayı almadım diye mi oldu?»
Louis çocukların böyle kör inançlara nasıl kapıldıklarım merak ederek baktı. Birden aklına Hayvan Mezarlığı ve o kaba daireler geldi. Kendine gülmek istedi ama gülemedi.
«Hayır yavrum, sen o iki hortlakla içerdeyken...»
«Hortlak değildi onlar, Buddinger ikizleriydi.»
«İşte sen onlarla mutfaktayken Bay Crandall bana karısının göğsünde sancılan olduğunu anlatıyordu. Doğrusunu istersen, sen onun yaşamının kurtulmasına ya da hastalığının daha kötüye gitmesine engel oldun da diyebiliriz.»
Şimdi şaşırma sırası Ellie'ye gelmişti.
Louis başını salladı. «Bayan Crandall'ın doktora ihtiyacı vardı, balım. Ben de doktorum. Senin hortlak oyunların olmasaydı orada olmayabilirdim.»
Ellie uzun uzun düşündü bunu, başını salladı sonra. «Nasıl olsa ölecek ama,» dedi. «Kalp krizi geçiren insanlar genellikle ölürler. Yaşarlarsa bile arkadan bir tane daha, bir tane daha geçirirler, sonunda da bummm!»
«Bu bilgece sözleri nerede öğrendiğini sorabilir miyim?»
Ellie omuzlarını silkti, bu hareketinin pek Louis'vari olması hoşuna gitmişti babasının.
Kız babasına en büyük güven belirtisini göstererek şeker torbasını taşımasına izin verdi. Louis onun davranışlarını düşünüyordu, Church'un öleceği düşüncesi kızı paniğe uğratmıştı. Ama yaşlı Norma Crandall'ın öleceği fikri... Ellie bunu kaçınılmaz bir şey olarak büyük bir sakinlikle kabul etmişti. Ne demişti? Bir daha, bir daha, sonra da bumm!
Mutfak boştu, Rachel'in yukardan ayak sesleri işitiliyordu. Lou's. Ellie'nin şekerlerini tezgâhın üstüne bıraktı, «îlle de öyle olması gerekmez, Ellie,» dedi. «Norma çok hafif bir kalp krizi geçirdi, ben de tedavisine hemen başlayabildim. Kalbinin pek hasar gördüğünü sanmam. O...»
«Biliyorum,» dedi Ellie neşeyle. «Ama kadın yaşlı, nasıl olsa yakında ölecek. Bay Crandall da.
Yatmadan önce bir elma yiyebilir miyim, baba?»
— 94
Louis düşünceli düşünceli baktı kızına. «Hayır. Git dişlerini fırçala şimdi.»
Çocukları gerçekten anladıklarını sanan insanlar var mıdır, diye düşündü.
Ev sakinleşip de yataklarına yattıklarında Rachel, «EUie çok bozuldu mu, Louis?» diye sordu.
«Çok mu kötüydü?»
Hayır, diye düşündü Louis. Yaşlıların belirli zamanlarda öldüklerini biliyor, tıpkı ip atlarken on üç numaraya basarsa en iyi arkadaşının öleceğini bildiği gibi... tıpkı Hayvan Mezarlığında mezarları giderek daralan halkalara yerleştirmek gerektiğini bildiği gibi...
«Hayır.» dedi. «Çok iyi davrandı. Haydi uyuyalım artık, Rachel. -
O gece onlar uyurlarken ve Jud da kendi evinde uyanık yatarken yeni bir don ofdu. Sabahın erken saatlerinde çıkan rüzgâr ağaçlarda kalmış tek tuk yaprağı da savurup götürdü.
Louis rüzgâr sesiyle uyanmış, dirsekleri üzerinde yan uykulu bir halde doğrulmuştu.
Merdivenlerde ayaksesleri vardı... ağır adımlar, sürtülen ayaklar. Pascow geri dönmüştü. Ama şimdi iki ay geçti artık, diye düşündü. Kapı açıldığında o çürümüş dehşeti görecekti, küflenmiş
şort, dökülmüş etler, kurumuş beyin. Yalnızca gözler canlı olacaktı... cehennemi parıl t'h ve canlı. Pascow bu kez konuşmayacaktı; ses tellen ses çıkaramayacak kadar çürümüştü artık.
Ama gözleri... gözleri kendisini çağıracaktı.
«Hayır.» diye tuttuğu soluğunu bıraktı. Ayaksesleri kayboldu.
Louis kalkıp kapıya gitti, çekip açtı. Dudakları korku ve kararlılıkla gerilmişti, tüyleri ürperiyordu. Pascow orada olacaktı, havaya kaldırdığı kollarıyla VValpurgisnacht'ın gökgürültüsünü andıran ilk notalarını başlatacak olan çoktan ölmüş bir orkestra şefine benzeyecekti.
Böyle bir şey yoktu ama. Merdiven sahanlığında çıt çıkmıyordu... bomboştu. Rüzgânn uğultusundan başka ses yoktu. Louis yatağına dönüp uyudu.
— 95 —21
Louis ertesi günü Doğu Maine Sağlık Merkezinin yoğun b^ kim ünitesine telefon etti.
Norma'nın durumu hâlâ ciddiyetini koruyordu, bir kalp krizini izleyen yirmi dört saat için durum her zaman böyleydi. Ancak kadının doktoru Weybridge daha iça-çıcı haberler verdi. «Bence hafif bir miyokard enfarktüsü bile değil, iz kalmamış. Size çok şey borçlu Norma, Dr. Creed.»
O hafta başka bir gün Louis bir buket çiçek alıp hastaneye gidince Norma'nın aşağı katta yan özel bir odaya taşınmış olduğunu gördü, iyiye işaretti bu. Jud da karısının yanındaydı.
«Kendini çok iyi hissediyor,» dedi Jud çiçekleri üçüncü kez elinde evirip çevirerek.
Norma, Louis'e baktı. «Yaptıkların için teşekkür etmek isterim.» içtenlikle utanıyor gibiydi, bu hali de çok dokunuyordu insana.
Louis de utanmıştı. «Jud abartıyor,» dedi.
«Hiç de değil,•> diye Jud atıldı. Gülümseyecekmiş gibi baktı Louis'e. «Annen sana teşekkürleri geri çevirmemeyi öğretmedi mi, Louis?»
Louis'in anımsadığı kadanyla böyle bir şey dememişti annesi, ama yanlış hatırlamıyorsa bir keresinde yapmacık alçak gönüllülüğün gurur günahının yansı olduğunu söylemişti.
«Norma, elimden geleni seve seve yaptım,» dedi.
«Çok iyi bir insansın sen. Benim şu kocamı al götür de sana bir yerde bir bira ısmarlasın şimdi.
Benim uykum geldi yine. Jud'dan da bir türlü kurtulamıyorum.»
Jud ayağa fırladı, «işte bu oldu, Louis! Çabuk, fikir değiştit-meden gidelim buradan!»
ilk kar Şükran Gününden bir hafta önce yağdı. Kasımın yirmi ikisinde on santim daha yağdı
ama tatilden önceki gün hava acık, masmavi ve soğuktu. Louls ailesini Bangor Havaalanına.
—ee —götürüp Rachel'in Chicago'daki ana babasını ziyaretleri içip uçağa bindirdi.
Bu konudaki tartışmalarının başladığı bir ay öncesinden bu yana belki de yirminci kez, «Doğru değil bu.» demişti Rachel. «Şükran Gününde senin evde tek *başına oturmandan hoşlanmıyorum. Bu bir aile bayramıdır, Louis.»
Louis ilk parkası içinde kocaman görünen Gage'i öteki ko-iuna aktardı. Ellie büyük camlardan birinin önünde bir hava kuvvetleri^ helikopterinin kalkışını izliyordu.
«Eh, biramın başında oturup gözyaşı dökecek değilim,» dedi Louis. «Jud'la Norma hindi yemeye davet ettiler. Asıl suçluluk duyan benim yahu. Seni iki çocukla tek başına gönderdiğim için pişmanım hatta.»
«Birinci mevki uçuyoruz, endişelenmene gerek yok. Bir pren-sesmişim gibi hissediyorum kendimi. Gage de Logan'dan O'Hare Havaalanına kadar uyur nasıl olsa.»
«Uyuyacağını umuyorsun yani.» ikisi de güldüler.
Uçağın anonsu yapılmıştı, Ellie koşa koşa yanlarına geldi. «Bizim uçağımız, anne. Haydi yürü
artık, koşalım, bizi almadan giderler sonra, haydi anne!»
«Gitmezler kızım,» Üç pembe biniş kartı elindeydi. Üzerinde şahane bir kahverengi taklit kürk vardı... Kürk taklit de olsa Rachel pek sevimliydi içinde.
Duygulan bakışından anlaşılmış olmalı ki, Rachel aralarında Gage'i sıkıştırarak kocasını
kucakladı. Gage şaşkın görünüyordu ama keyfi kaçmış değildi.
«Louis Creed, seni seviyorum.»
«An-neee.» diye sabırsızlıkla bağırdı Ellie. «Haydi... haydi... haydi...»
«Tamam, tamam,» dedi Rachel. «Kendine iyi bak, Louis.»
«Olur. Sızinkilere selam söyle.»
«Ah. sen yok musun!» Rachel burnunu kıvırdı kocasına. Hiç de aptal değildi, kocasının bu yolculuğa neden gelmediğini çok iyi biliyordu. «Ne komik «una!»
Louis ailesinin uçağa girişlerini seyretti... bir hafta için gözden kayboldular sonra. Daha şimdiden özlemişti onlan. Ellie' nin az önce önünde durduğu pencereden uçağa bavulları
yükleyen hamalları seyretmeye başladı.
— flV—
Hayvan Mezarlığı — F: 7
Gerçek çok basitti. Lake Forest'li Bay ve Bayan İnvin Goldman Louis'in tıp fakültesindeki tüm masraflarını karşılamayı önermişti. Bunun karşılığında da Rachel'le nişanını bozmasını
istiyordu.
Louis Creed o zamanlar yaşamının parlak bir döneminde değildi, zaten bu tür melodramatik öneriler (ya da daha doğrusu rüşvetler) yaşamının parlak döneminde olanlara yapılmazdı
Yorgundu bir kere. Haftada on sekiz saat derslere devam ediyor, yirmi saat kitap ölçüyor, on beş saat de bir pizzacıda garsonluk yapıyordu. Sinirlen bozulmuştu. Ray Goldman'ın o geceki ga rip neşeli tutumu daha önceki soğuk davranışlarıyla çelişmek teydi. Goldman kendisini bir puro içmek için çalışma odasına çağırdığında, Louis onun karısıyla bakıştığını farketmişti.
Goldman'ın kendisinin kızıyla yattığını bildiğini açıklayacağı anı beklemeye başlamıştı.
Oysa Goldman o inanılmaz önerisini yaptığında, hatta Noel Co\vard oyunundaki kahraman gibi ceketinin cebinden çek defterini çıkardığında, Louis birden patlamıştı. Goldman'ı kızın müzede sergilenen bir esermiş gibi saklamaya çalışmakla suçlamış, kendinden başka kimseyi düşünmediğini söylemiş, düşüncesiz, katlanılması olanaksız bir orospu çocuğu olduğunu dile getirmişti. Bu öfkesinin bir boşalma olduğunu Louis çok sonraları kabul edebilecekti.
İrvvin Goldman'ın kişiliğine yapılan bu saldırılarda, hepsi gerçek bile olsa, diplomatça bir tutum olmadığından, tiyatro havası bir anda yokoluvermişti. Eğer bundan sonra konuşmada espri varsa bile pek kaba türdendi bu. Goldman, Louis'e defolup gitmesini, bir daha kapısının önünde görecek olursa köpek gibi geberteceğini söylemişti. Louis de Goldman'a çek defterini kıçına sokmasını önermişti. Goldman sokağın gelecekleri Louis Creed'inkinden çok açık görünen serserilerle dolu olduğunu söylemişti. Louis de Goldman'a Bank Americard ve American Express kartlarını çek defterinin yanına sokabileceğini anlatmıştı.
Bunların hiçbiri gelecekteki ailesiyle iyi bir ilişkiye sağlam bir âdım değildi kuşkusuz.
Sonunda Rachel ana babasını razı etmişti. (Daha sonralan Lcuis de, Goldman da söylediklerinden özür dileyecek fırsat bulmuşlardı, ancak ikisi de birbiri hakkındaki fikirlerini zerre kadar değiştirmiş değillerdi.) Bundan sonra ne bir dram oynanmış, ne de «bu dakikadan itibaren kızım yok artık* gibi sözler söylenmişti. Goldmann kızını reddetmektense onun Kara Gölün Canavarıyla bile evlenmesine razı gelirdi herhalde. Yine de düğün günü trvvin Goldman'ın yüzü Mısır mezarlarının üzerlerine yontulmuş .yüzleri andırmaktaydı. Düğün armağanı olarak altı kişilik sofra takımıyla bir mikrodalga fırın verilmişti. Para yoktu. Louis'in hummalı okul yılları süresince Rachel bir kadın giyim mağazasında tezgâhtar olarak çalışmıştı. İşte o günden beri de ana babasıyla kocasının aralarının «gergin» olduğunu bilirdi.
Louis isteseydi ailesiyle Chicago'ya gidebilirdi, ancak üniversite programına göre Bachel'le çocuklardan üç gün önce dönmesi gerekecekti. Büyük bir sıkıntı değildi bu. Öte yandan im Ho Tep ve karısı Sfenks'le geçirilecek dört gün gerçekten sıkıntıydı.
Çocuklar kaynanasıyla kayınpederini epey yumuşatmışlardı. Louis, Goldman'ın çalışma odasındaki o geceyi unutmuş gibi yaparak bu yakınlaşmayı daha da arttırabileceğini biliyordu.
Goldman'ın onun numara yaptığını bilmesi de önemli değildi. Ama bunu kendisinin bilmesi (ve bunu kabul edecek cesareti bulması) bu yakınlaşmayı olanaksız kılıyordu. Qn yıl uzun bir süreydi, ama yine de Goldman'ın odasında konyaklarını yudumlarken adamın cebinden çek defterini çıkardâğında,;ağzınâ gelen o pis tadı unutturacak bir süre değHoU. EvetT Rachel'le dar ve çökmüş yatağında geçirdikleri be^gecenin öğrenilmemiş olmasına rahatlamıştı o zaman, ama yine de duyduğu o şaşkın tiksintinin tadını geçen yulaf giderememişti işte.
Kendisi de gidebilirdifâma kayınpederine torunlarım, kızım göndermeyi yeğlemişti! /
Delta 727 pWtte uzaklaşlyordu. Ellie'yi pencerede kendisine /el sallarken gördü. Sonra-biri, Ellie ya da Rachel. oğlanı cama kaldırdılar. Louis el salîadı, Gage de. Belki kendisini görmüştü, belki de Ellie'yi taklM'ediyordu.
Sağ salim gidip gelsinler, dedi içinden. Ceketinin fermuarını çekip park'yerindeki arabasına doğru yürüdü. Rüzgâr başındaki avcı kasketini uçuracak kadar sertti burada. Titreyen elleriyle anahtarı kilide soktu, jetin burnu terminal binasının kenarından görününce arkasına dönüp el salladı. Çok yalnız hissediyordu şimdi kendini.
Jud ve Norma'yla birer bira içip akşam evine dönerken halâ keyifsizdi. Norma bir kadeh şarap içmişti. Mevsim nedeniyle; mutfakta oturmuşlardı.
Jud küçük sobayı doldurmuş, çevresinde oturup soğuk biriyi yudumlamışlar. Micmac Kızılderililerinin iki yüzyıl önce Mac-hias'taki Ipgiliz çıkartmasını nasıl önlediklerini anlatmıştı
Jud. O günlerde, dediğine göre, Micmac'lar epey korkulacak bir kabileydi. Bugün bile bazı
eyalet ve federal devlet avukattan onları öyle buluyor olmalılardı.
iyi bir gece geçirebilirlerdi, ancak Louis kendini bekleyen boş evi düşünüyordu. Kapıya yaklaşırken içerde telefonun çaldığını duydu. Koşup kapıyı açtı, bir sehpayı devirerek oturma odasından geçti, mutfağa girdi. Muşambanın üstünde ayaklan kayıyordu. Telefonu kapar gibi açtı.
«Alo?.
«Sen misin, Louis?» Rachel'in sesi, biraz uzak ama iyi. «Geldik. Hiçbir sorun çıkmadı.»
«Çok iyi!» Louis karısıyla konuşmak için otururken, keşke burada olsaydın, diye düşünüyordu.
22
Jud'la Norma'nın çıkardıkları Şükran Günü yemeği gerçekten çok iyiydi. Louis o gün yemekten sonra eve döndüğünde epey uykusu gelmişti. Hemen yukan odasına çıktı, evin sakinliğinden hazzetmiş olarak terliklerini çıkanp yatağına uzandı. Saat üçü geçiyordu, dışarda soluk bir kış
güneşi vardı.
Biraz uyuklayayun bari, diyen Louis az sonra derin bir uykuya dalmıştı.
Kendisini uyandıran telefon oldu. Dışarsı iyice karanlık olduğundan, biraz şaşırmış olarak el yordamıyla aradı telefonu. Evin köşelerinden dolanan rüzgârın uğultusunu, kaloriferin bo-
— 100 —guk mırıltısını duyuyordu. • ,
«Alo.» dedi. Rachel olmalıydı bu. Chicago'dan kendisinin Şükran Gününü kutlamak istiyordu herhalde. Sonra Ellie'yi verecek. Ellie durmadan konuşacak, ardından telefonu Gage alacaktı...
nasıl oldu da bu kadar uyumuştu... oysa televizyonda maçı seyretmek istiyordu...
Ama telefondaki Rachel değil. Jud'du.
«Louis? Korkarım başın biraz dertte.»
Louis uykusunu açmaya çalışarak doğruldu. «Jud, sen ml-«in? Ne derdi?»
«Bizim bahçede ölü bir kedi var. Kızının kedisi sanırım.»
«Church mü?» Louis'in midesi bulanır gibi oldu.' «Emin misin, Jud?»
«Yüzde yüz emin değilim, ama ona benziyor.»
«Tüh! Peki. hemen geliyorum.»
«Tamam. Louis.»
Louis telefonu kapattıktan sonra bir süre hareketsiz durdu. Sonra tuvalete gitti, ayakkabılarım giyip aşağı indi.
Belki de Church değildir. Jud yüzde yüz emin olmadığını söyledi. Kedi birisi taşımadıkça yukan kata bile çıkmıyor artık... neden yolun karşı tarafına geçsin ki?
Ama içinden onun Church olduğunu biliyordu... Rachel bu gece telefon ederse, ki nasıl olsa edecekti, Ellie'ye ne diyecekti şimdi?
Fiziksel varlıklara her şey olabilir, dediğini hatırlıyordu Rachel'e. Bir doktor olarak biliyorum bunu... Kedi yolda karşıya geçerken ezilirse bunu kıza anlatmayı ister miydin? Ama bunu söylerken Church'un başına bir şey geleceğine gerçekten inanmıyordu, değil mi?
Poker oynadığı arkadaşlarından Wickens Sullivan'm bir sorusunu hatırlıyordu: Louis nasıl oluyor da bütün gün çırılçıplak gördüğü kadınlara karşı bir şey duymuyordu da, karısının karşısında tahrik oluyordu? Louis durumun insanların hayallerindeki gibi olmadığını anlatmaya çalışmıştı; gebelik testi yaptıı-mak için ya da kendi göğsünde kanser yoklamasını yapmayı
öğrenmek için gelen bir kadın birdenbire örtülerini atıp istiridye kabuğundan çıkmış gibi durmazdı insanın karşısında. Bir meme görürdün, bir kalça, bir bacakarısı. Diğer kısımlar hep
— 101 —
örtülü olurdu ve yanı başındaki hemşire hastadan çok doktorun ününü korumak için orada bulunurdu. Wicky inanmamıştı. Meme memedir, diyordu durmadan. Ya hep tahrik edilmiş
olursun ya da hiç olmazsın. Louis'in buna verebildiği tek karşılık, insanın karısının memesinin diğerlerinkinden değişik olduğunu söylemek olmuştu.
Ailenin de başkalarından değişik olduğu gibi, diye düşündü şimdi de. Church tılsımlı aile çerçevesi içinde olduğu için kaza geçiremezdi, ölemezdi. VVicky'ye doktorların da diğer herkes gibi algıladıkları şeyleri sınıflandırdıklarını anlatamamıştı. Bir meme karının memesi değilse meme değildi. Muayenehanede meme bir vakaydı. Bir tıbbi toplantıya katılıp yüzün konuşmaktan mosmor kesilene kadar çocuklardaki kan kanseri istatistiklerini sıralardın. Ama senin çocuğuna bir şey olsa bir türlü inanmazdın. Benim çocuğuma mı? Benim çocuğumun kedisine hatta? Şaka ediyorsunuz, doktor.
Boşver. Acele etme.
iyi ama Ellie'nin günün birinde Church'ün öleceğini düşündüğü zaman nasıl paniğe kapıldığını
hatırlayınca söylendiği kadar kolay değildi bu.
Lanet olası aptal kedi, neden eve kedi aldık zaten?
«Church?» diye seslendi, ama evin içinde yalnızca dolarları yakıp homurdanan kazanın mırıltısından başka bir şey yoktu. Church'ün son zamanlarını geçirdiği koltuğun üstü boştu.
Radyatörün üstünde yatmıyordu artık. Louis kedinin tabağını tıngırdattı, bir tek bu ses Church'ü saklandığı yerden çıkarıp koşa koşa getirirdi. Ama bu kez ayaksesleri yoktu işte... ve bir daha da hiç olmayacaktı.
Ceketini, şapkasını giyip kapıya doğru yürüdü. Sonra geri döndü. Kalbinin sesine kulak vererek musluğun altındaki dolabı açtı. İki çeşit plastik torba vardı orada, evdeki çöp sepetleri için küçük beyazlar ve dışardaki büyük teneke için büyük yeşiller. Louis yeşillerden birini aldı.
Church kısırlaştıktan sonra epey şişmanlamıştı.
Torbayı, parmaklarına değen plastiğin kayganlığından hoşlanmayarak cebine soktu. Sonra evden çıkıp Jud'un evine yürüdü.
Saat beş buçuk olmuş, alacakaranlık sona ermek üzereydi.
— 102 —manzaranın ölü bir hali vardı. Güneş artık nehrin ötesinde ufukta garip bir turuncuydu. Rüzgâr anayoldan doğru esiyor, Louis1 in yanaktan uyuşuyor, .ağzından beyaz duman gibi çıkan soluğu savruluyordu. Louis ürperdi, ama soğuktan değil. Kendisini öylesine etkileyen yalnızlık duygusuydu. Güçlü ve etkileyici, yüzü olmayan bir yalnızlık. Kendini her şeyden uzak, tek başına hissediyordu.
Jud'u yolun karşısında kalın yeşil paltosuna sarınmış, yüzü kürklü baslığının gölgesinde kaybolmuş bir halde gördü. Donmuş bahçesi ortasında bir heykele benziyordu. Hiçbir kuşun ötmediği bu alacakaranlık manzarasında ölü bir şey daha.
Louis karşıya geçmeye başladığı p.nda Jud eliyle geri dönmesini işaret etti. Louis'in rüzgârdan duyamadığı bir şey bağırmıştı. Rüzgarın uğultusunun şiddetlendiğini farkeden Louis attığı adımı
geri aldı Biran sonra havalı bir korna sesi kulaklarım sağır ederken hemen yanından geçen bir Orinco kamyonu pantolonunun paçalarını havalandırdı. Az daha kamyonun altını', girecekti.
Karşıya geçmeden yolun iki yanına da dikkatle baktı bu kez. Yalnızca uzaklarda kaybolan tankerin stop lambaları görülüyordu şimdi.
* «Orinco kamyonunun altında kalıyordu az daha,» dedi Jud. Bira/ dikkatli ol. Louis.- Louis o kadar yaklaştığı halde halâ görememişi Jud'un yüzünü, karşısındakinin herhangi bir kişi oir.bileceği duygusunu kafasından çıkanp atamıyordu.
Jud'un ayağı dibinde yatan kürklü şeye hâlâ bakmayarak, Norma nerede? diye sordu.
-Kiliseye ayine gitti. Yemeğe de orada kalır sanının, ama son günlerde zaten bir şey yemiyor ki.» Sert esen rüzgâr bir an için adamın başlığını geriye itmişti. Louis başlığın altında Jud'un yüzünü gördü... başka kim olabilirdi ki? «Kadınların toplanması için mazeret işte,» dedi Jud.
«öğleyin evde o kadar yemekten sonra sandviç falan yerler işte. Saat sekizde gelir sanırım.Louis kediye bakmak için çömeidi. Cİiurch olmasın, ne olur, diye düşünüyordu. Eldivenli eliyle hayvanın başını çevirdi. Başkasının kedisi olsun, Jud yanılmış olsun.
Ama tabii Church'tü. Hayvan parçalanmış ya da ezilmiş değildi. Yoldan sık sık geçen büyük tankerlerden birinin altında
— 103 —kalmamıştı. (Orinco tankerinin Şükran Gününde yolda ne işi vardı?). Church'ün gözleri yan açık ve yeşil bilyalar kadar parlaktı. Açık ağzında hafif bir kan sızıntısı vardı. Pek az kanamıştı, göğsünde kırmızı bir leke oluşturacak kadar.
«Seninki mi. Louis?»
«Benimki,» diye içini çekti Louis. Church'ü sevdiğini ilk kez o anda anlamıştı, Ellie kadar değil kuşkusuz, ama kendine göre işte. Kısırlaştınlmasının sonrasında Church ağırlaşmış, kilo almıştı; Ellie'nin yatağı, tabağı ve koltuk arasında gider gelir, hemen hiç sokağa çıkmazdı.
Şimdi ölüyken eski Church olarak görüyordu onu. Keskin kedi dişleriyle dolu küçük ve kanlı
ağız, hırçın bir kedininki gibi uzanmışü ileri doğru. Ölü gözler öfkeli gibiydi. Sanki kısır olarak kısa yaşamının sakin aptallığını anlamış ve ölürken gerçek doğasını yeniden bulmuş gibi.
«Evet, Church,• dedi. «Şimdi bunu Ellie'ye nasıl söyleyeceğim bakalım.»
Birden bir fikir geldi aklına. Church'ü Hayvan Mezarlığına gömecekti, ama herhangi bir taş, işaret tahtası falan koymadan. Bu gece telefonda Ellie'ye bir şey söylemeyecek, yann da Church' ün hiç ortalarda görmediğini söyleyecekti. Öbür günsa kedinin herhalde başını alıp gittiğini sandığını söylerdi. Kediler kimi zaman böyle yaparlardı. Ellie'nin canı sıkılacaktı kuşkn süz... ama o ölümün kesinliği, Rachel'in ölümle ilişkisi olmasını istememesi gibi şeyler olmayacaktı... yalnızca eskiyip giden bir anı...
Korkak, diyordu zihninin bir yanı.
Evet... hiç kuşkusuz. Ama şimdi tartışmaya girmenin alemi mi var?
•Ellie o kediyi çok severdi, değil mi?»
«Evet.» Louis hayvanın başını bir daha oynattı. Kedi katılaşmaya başlamıştı ama yine'de başı
çok rahat dönüyordu. Boynu kırılmış olmalıydı. Evet, boynu kırılmıştı. Louis olayı görebiliyordu şimdi. Church her ne nedenleyse karşıya geçerken bir araba yada kamyon hayvana çarpmış, boynunu kırmış ve Jul Crandall'ın bahçesine fırlatmıştı. Ya da kedinin boynu donmuş toprağa düştüğünde kırılmıştı, önemli değildi. Ne olmuş olursa olsun sonuç aynıydı. Church ölmüştü.
Vardığı sonuçlan söylemek için başını kaldırıp Jud'a baktı.
— 104 —ama yaşlı adam ufuktaki turuncu ışık çizgisine dikmişti gözlerini. Başlığı geriye düşmüştü, yüzü
düşünceli ve sert hatta aksı gibiydi.
Louis cebinden yeşil plastik çöp torbasını çıkardı, rüzgârdan uçup gitmemesi için sıkıca tuttu kenarlarından. Plastiğin hışırtısı Jud'u dalgınlığından kurtarmıştı.
«Evet, sanırım kediyi çok sever,» dedi. Şimdiki zaman kullanması insana hafif bir ürperti veriyordu... içinde bulunduk! ı-n durum, solan ışık, soğuk, rüzgâr... ürkütücü ve gotik bir şeydi.
Kedinin kuyruğunu tuttu, torbanın ağzını açtı, hayvanı kaldırdı. Hayvan yere yapışıp donmuştu, havaya kaldırırken yırtılır gibi bir ses çıkınca tiksintiyle yüzünü buruşturdu Louis. Kedi inanılmayacak kadar ağırdı, sanki ölüm bir ağırlık olarak içine yerleşmiş gibi.. Bir kova kum kadar, diye düşündü.
Jud torbanın kenarını tuttu, Louis hayvanı içine atıp o garip, çirkin ağırlıktan kurtulduğuna sevindi.
«Şimdi ne yapacaksın bunu?- diye sordu Jud.
«Garaja koyanm. sabaha da gömerim herhalde.»
«Hayvan Mezarlığına mı?»
Louis omuzlannı silkti. «Herhalde.»
«Ellie'ye söyleyecek misin?»
«Şey... bunu biraz daha düşünmem gerek.»
Jud bir an durdu, sonra bir karara varmış gibi, «Beni bir i W dakika bekler misin, Louis?» dedi.
Jud, Louis'in bu dondurucu gecede bir dakika bile fazla beklemek istemeyeceğini hiç aklına getirmemiş gibi uzaklaştı. O yaşta bir insanda çok garip olan kendine güven ve çeviklikle hareket ediyordu. Louis zaten söyleyecek bir şeyi olmadığını düşündü. Orada beklemekten mutluymuş gibi baktı Jud'un arkasından.
Kapı kapandıktan sonra yüzünü rüzgâra çevirdi, Church'ün içinde bulunduğu çöp torbası
ayaklarının arasındaydı.
Mutlu.
Evet, mutluydu. Maine'e taşınmalarından bu yana ilk kez kendini artık kendi yerinde, yuvasında hissediyordu. Günün son ışıklan da çekildikten sonra, kışın başında şimdi burada dururken bir hüzün vardı içinde, ama yine de garip bir biçimde ra-
— 105 —nallamış ve bütünleşmiş hissediyordu kendini. Ta çocukluğundan beri olmadığı gibi.
Buralarda bir şeyler olacak sanınm. Hem de epey garip şeyler.
Başını arkaya atınca kararan gökyüzünde soğuk kış yıldızlan m gördü.
Orada ne kadar beklediğini bilemiyordu, aslında saniyeler ve dakikalar hesabıyla çok sayılmazdı herhalde. Birden Jud'ui kapısı önünde bir ışık belirdi, merdivenlerden inmeye başladı Jud eline dört pilli büyük fenerini almış geliyordu, öteki elinde bir kazmayla bir kürek vardı.
Küreği Louis'e uzattı.
-Jud ne yapıyorsun? Bu gece gömenleyiz.» «Gömeriz. Gömeceğiz de.» Jud'un yüzü fenerin gözleri alan ışığının ardında görünmüyordu.
-Jud, ortalık karardı. Saat geç, üstelik soğuk da...»
«Haydi yürü de bitirelim bu işi,» dedi Jud.
Louis başını sallayıp söze yeniden başlamayı denedi, aım mantıklı bir söz bulamıyordu Rüzgârın uğultusu, karanlıktaki yıldızlara karşı sözler o kadar anlamsızdı ki.
-Yanna kadar bekleriz, hiç olmazsa yaptığımız...»
-Ellie kediyi seviyor mu?» «Evet, ama...»
Jud'un yumuşak ve her nasılsa mantıklı sesi, «Sen de kızını seviyor musun?» diye sordu.
«Elbette, benim kızım o...»
-Yürü öyleyse.»
Louis yaşlı adamın ardından •yürüdü.
O gece Hayvan Mezarlığına giderken Louis yolda iki üç kez Jud'la konuşmaya çalıştı ama karşılık alamadı. Bu koşullar altında garip gelse bile o mutluluk duygusu halen devam ediyordu. Her taraftan birden çıkıyor gibiydi bu. Bir elinde Church'ü taşımaktan doğan ağrı, öteki elindeki küreğin verdiği ağn bu-: nün bir parçasıydı, insanın çıplak yerlerini uyuşturan buz gibi; rüzgar da. Ağaçların arasında dolanıyordu sanki. Ormana girdikten sonra kar yoktu ortalıkta. Jud'un fenerinin ışığı da aynı şeyin bir parçasıydı. Louis kavrayıcı, reddedilemez varlığını his-
— 106 —
•-.ediyordu bir sunu. Karanlık bir sır.
Gölgeler arkalannda kaldı, bir açıklığa girdiler. Yerde karlar panldıyordu.
«Biraz dinlen,» dedi Jud. Louis torbayı yere bıraktı. Koluyla alnında biriken terleri sildi. Dinlen mi? Gelmişlerdi oysa. Jud' un fenerinin ışığında mezartaşlannı görüyordu. Jud karlana üstüne oturup yüzünü kollan arasına soktu.
«Jud? İyi misin?»
«iyiyim. Biraz soluğumu toparlamaya çalışıyorum.»
Louis adamın yanına oturup sekiz on kere derin soluk aldı.
«Son altı yıldan bu yana kendimi hiç bu kadar iyi hissetmemiştim,» dedi Louis. -Kızımın kedisini gömmeye gelmişken söylenecek bir şey değil belki, ama gerçek bu. Kendimi çok iyi hissediyorum, Jud.«
Jud da birkaç kere soluk alıp verdikten sonra, «Biliyorum.» dedi. «Arada sırada öyle olur.
Kendini iyi hissedecek zamanı kendin seçemezsin, aksini de. Bulunduğun yerin de bununla b<r ilgisi vardır, ama buna pek güven olmaz. Eroinmanlar da kollarına şınnga yaparlarken çok iyi hissederler kendilerini, oysa o anda zehirleniyorlardır. Hem vücutları, hem beyinleri zehirleniyordun Burası da öyle olabilir. Louis. sakın bunu aklından çıkarayım deme. Umarım doğru olanı yapıyorumdur. Öyle yaptığımı sanıyorum ama emin olamıyorum. Kafam karışıyor bazı bazı. Bunama yaklaşıyor herhalde.
• Neden söz ettiğini anlamadım -
«Bu yerin bir gücü vardır, Louis. Burada pek yok, ama gideceğimiz yerin var.»
«Jud....
«Haydi.» Jud ayağa kalktı. Fenerin ışığı ağaç yığınının üstüne düştü. Jud yığına doğru yürüyordu. Louis birden gece uykuda gezmesini hatırladı. Pascow rüyasında ne demişti?
Ne kadar ihfiyaç duysanda sakın ötesini geçme, doktor. Bu engel asılmamak için konmuştur.
Ama şimdi, bu gece. o rüya veya uyan ya da her neyse, aylar değil, sanki yıllar gerisinde kalmış gibiydi. Louis kendini iyi, canlı, önüne çıkan her şeyin üstesinden gelebilecek kadar dinç
hissediyordu. Birden içinde bulunduğu o anın da rüyayı andırdığını düşündü.
— 107 —
Jud kendisine dönmüştü, başlığı bir boşluğu örtüyor gibiydi. Louis bir an karşısında duranın Pascovr olduğunu düşündü, ışık birden aksi yöne çevrilecek, kürkler arasındaki kafatası ortaya çıkacaktı. Korkusu başından aşağı soğuk su dökülmüş gibi geri geldi.
«Oraya tırmanamayız, Jud,» dedi. «Bacağımızı falan kıran?., sonra da dönmeye çalışırken donup kalırız.»
•Sen benim arkamdan gel,» dedi Jud. «Beni izle ve yere bakma. Hiç duraksama ve sakın aşağı
bakma. Yolu biliyorum, ama çok çabuk ve emin adımlarla geçmek gerek.»
Louis belki de gerçekten bir rüya gördüğünü düşündü, belki de öğledensonra yattığı uykudan uyanmamıştı henüz. Uyanık olsaydım o yığına tırmanmazdım, diye düşündü. Sarhoş olup paraşütle atlamayacağım gibi. Ama bunu yapıyorum işte. Gerçekten yapıyorum galiba, öyleyse... rüya görüyor olmalıyım. Öyle değil mi?
Jud yığının kenarına doğru döndü, fenerin ışığı (kemikleri). birbin üstüne yığılmış ağaçlan ve kütükleri aydınlattı. Yığına yaklaştıkça ışık halkası küçülüyor, parlaklaşıyordu. Aradığı yer olup olmadığını kontrol için bir an bile duraksamadan tırmanmaya başladı Jud. Kayalık bir yamaca ya da kumlu bir tepeye tırmanırken olduğu gibi ikibüklüm yürümüyordu. Merdivenden çıkarmış
gibi tırmanıyordu. Bir sonraki adımını nereye .atacağını çok iyi bilen bir insan gibi yürüyordu.
Louis de onu taklit ederek yürüdü.
Ayağını basacak bir yer aramak için önüne bakmıyordu. Kendisi izin vermedikçe ağaç yığınının bir zarar vermeyeceğine gariptir ama kesinlikle inanıyordu şimdi. Saçmalıktı bu kuşkusuz, bir insanın boynunda Aziz Christopher muskası olduğu takdirde körkütük sarhoş bile olsa hiç kaza yapmayacağına inanması gibi.
Ama oluyordu işte.
Kuru bir dalın silah patlaması gibi bir sesle catırdayarak kırıldığı yoktu, insan her biri delmeye ve parçalamaya hazır, hava etkisiyle bembeyaz kesilmiş sivri dallardan oluşan bir çukura düşmüyordu. Ayaklan devrilmiş ağaçların çoğunu sarmış olan kuru yosunlar üzerinde de kaymıyordu. Ne öne. ne de arkaya
— 106 —devriliyordu. Rüzgar çevrelerindeki çamlar, arasında uğultularla esmekteydi.
Bir an Jud'u yığının tepesinde gördü, yas.li adam ondan sonra öteki yana inmeye başladı, önce dizleri gözden kayboldu, ardından baldırları, kalçaları ve beli. Şeyin... engelin öte yanındaki ağaçların dallarını aydınlatıyordu feneri. Evet, engeldi karşısındaki... başka bir ad vermenin anlamı yoktu.
Louis de tepeye vardı, bir an durakladı, sağ ayağıyla otuz beş derecelik bir eğimde duran devrilmiş bir kütüğe bastı, sol ayağı daha yumuşak bir yerdeydi... eski bir çamın dallan üstünde belki de. Eğilip bakmadı, Church'ün içinde bulunduğu torbayı sağ elinden sol eline aktardı, sağ eline daha hafif olan küreği aldı. Yüzünü rüzgâra çevirdi sonra, rüzgar saçlarını
dalgalandırarak sonsuz bir nehir gibi aktı yanı başında, öylesine soğuk, öylesine temizdi ki...
öylesine sabit.
Düz yolda dolaşır gibi rahatça inmeye başladı. Bir keresinde iriyan bir erkeğin bileğinin kalınlığında olduğunu hissettiği bir dal ayağının altında kırıldı, ama hiç endişelenmemişti bundan, aşağı düşen ayağı beş on santim altta daha kalın bir dala bastı. Louis sendelememişti bile. Birinci Dünya Savaşında bölük komutanlarının çevrelerinde mermiler uçururken nasıl ıslık çalarak siperlerin üstünde dolaşabildiklerini anlıyordu şimdi. Çılgınca bir şeydi bu, ama çılgınlığı
heyecanım arttmyordu.
Jud'un parlak ışığından gözlerini ayırmadan aşağı inmeye devam etti. Sonunda aşağıya ayak basınca közlerin üstüne taze atılan kömür gibi bir sevinç yalazlandı içinde.
«Başardık!» diye bağırdı. Küreği bırakıp Jud'un omzunu okşadı. Bir elma ağacının gemi sereni gibi sallanan en üst dalma nasıl tırmandığını hatırlamıştı. Yirmi yıldır kendini bu kadar genç, bu kadar canlı hissetmemişti. «Başardık, Jud!»
«Başaramayacağımızı mı sanmıştın?»
Louis bir şey söylemek için ağzım açtı -Başaramayacağımızı sanmak mı? Düşüp bir yerimizi kurmadığımız için talihli sayılırız!- ama bir şey söylemeden kapattı yine. Jud'un ağaç yığınına yaklaştığı anda başlayarak hiç kuşkulanmamıştı aslında. Geri dönüş de onu korkutmuyordu artık.
«öyle bir şey işte.»
«Yürü bakalım, daha üç mil falan yolumuz var.»
— 109 —
Yürüdüler. Patika gerçekten de uzanıp gidiyordu. Zaman zaman çok genişliyordu, hep hareket eden ışıkta pek bir şey an-laşılmıyorsa da. Ağaçlar geriye çekilmişler gibi bir açıklık duygusu doluyordu insanın içine. Louis bir iki kez başını kaldınnca kara ağaç duvarlarının arasından'yıldızları gördü. Bir keresinde önlerinden bir şey hızla geçti, ışıkta yeşil gözlerin parıltısı göründü, sonra da kayboldu koşan her neyse.
Kimi yerdeyse patika öylesine daralıyordu ki, çalıların sivri uçları parmaklar gibi sürtünüyordu.
Louis'in ceketinin omuzlarına. Torbayla küreği sık sık bir elinden diğerine aktarıyordu Simdi, ancak omuzlarındaki âğn yerleşmiş gibiydi artık. Yürümenin temposuna uymuş, bu tempoyla uyuşmuştu sanki. Evet, bir güç vardı burada, bunu hissediyordu. Lisedeyken sevgilisini alıp başka bir çiftle birlikte bir elektrik fabrikasının yanındaki çıkmaz bir yolda sevişmeye gitmişlerdi. Ancak aradan pek kısa bir süre geçince Louis'in sevgilisi eve dönmek ya da en azından başka bir yere gitmek' istemişti. Dişleri (dolgulu olanları en azından, zaten dolgusuz olanı pek azdı) ağnmıştı orada. Louis de oradan ayrıldıklarına memnun olmuştu. Elektrik fabrikası çevresindeki hava kendisini de huzursuz kılmış, adetâ duygularını aşın uyandırmıştı.
Burası da öyleydi işte, yalnız biraz daha güçlü. Güçlü ama hiç de kötü değil. Sanki...
Jud uzun bir yamacın altında durdu. Louis az daha çarpıyordu ona.
Jud, Louis'e döndü. «Gideceğimiz yere vardık sayılır. Bundan sonrası da o ağaç yığını gibidir.
Çok rahat ve endişesiz yü-rümelisin. Beni izle ve yere bakma. Yamaç aşağı indiğimizi far-kettin mi?»
-Evet.»
-Burası Micmac'lann Küçük Tann Bataklığı dedikleri yerin kıyışıdır. Buradan geçen kürk tacirleri buraya ölü Adamın bataklığı derlerdi, bataklığı bir kere geçip kurtulanların çoğu bir daha buraya ayak basmamışlardır.»
-İnsanı emer mi?»
-Hem de nasıl! Buzullardan arta kalan kuvartz kumlan arasından su kabarcıklan çıkar. Silikon kumu deriz buna biz, herhalde başka bir adı vardır.»
Jud yüzüne bakınca Louis adamın gözlerinde parlak ve pek
— 110 —de hoş olmayan bir şey gördüğünü sandı.
Jud birden feneri oynatınca bakışı kayboldu.
«Bu taraflarda pek çok garip şey vardır, Louis. Hava biraz daha ağırdır... daha elektrikli falan...»
»
Louis birden irkildi. «Ne oldu?»
-Hiç,» dedi Louis. Çıkmaz yoldaki o geceyi ammsamıştı.
«Aziz Elmo'nun ateşini görebilirsin, gemici nuru denilen ba-takh-k gazlarının yanması yani. Çok garip biçimler çıkar ortaya ama önemli değildir. O biçimleri görecek olursan ve bunlar seni rahatsız ediyorsa başım çevirirsin. İnsan sesine benzeyen gürültüler de duyarsın ama onlar da Prospect'deki dalgıç kuşlarıdır. Ses buraya kadar gelir. Çok gariptir.»
«Dalgıç kuşu mu? Yılın bu mevsiminde mi?» «Evet.» Jud'un sesinden hiçbir şey anlaşılmıyordu.
Louis bir an adamın yüzünü görme isteğine kapıldı. O bakış...
-Jud, nereye gidiyoruz? Bu, her yerin ötesinde ne işimizi var?»
«Vardığımız zaman söylerim.» Jud döndü. «Yerdeki çalı kümelerine dikkat et.»
Yeniden yürümeye başladılar', genişçe tümseklerden birinden diğerine atlıyorlardı. Louis ayağını bastığı yere bakmıyordu bile. Ayaklan kendiliklerinden, kendisinden bir çaba bejkle-meden buluyorlardı tümsekleri. Yalnız bir kere ayağı kaydı, sol ayakkabısı ince buz tabakasını
yarıp soğuk ve her nasılsa vıcık vıcık durgun suya gi.di. Louis hemen çekti ayağını, Jud'un tiı-rek ışığını izlemeye devam etti. O ışık, ağaçların arasında titremesi, çocukluğunda okuduğu korsan hikâyelerini hatırlatmıştı. Kötü insanlar gece karanlığında altın külçelerini gömmeye gidiyorlardı... tabii sonunda biri, kalbinde bir kurşunla, çukurun dibine sandığın yanına devrilecekti. Bu kanlı hikâyelerin yazarlarına göre, korsanlar ölü arkadaşlarının ruhunun hazineyi koruyacağına inanırlardı.
Ama biz hazine gömmeye gelmedik ki. Kızımın kısırlaştırılmış kedisini gömmeye geldik buraya.
İçinde çılgınca bir itahkahanm yükseldiğini hissetti, güçlük le bastırdı.
— 111 —
«Ses gibi gürültüler» duymamış, Aziz Elmo'nun Ateşini de görmemişti. Ama bir süre yürüdükten sonra yere bakınca ayaklarının, dizlerinin, bacağının alt kısımlarının dümdüz, bembeyaz bir toprak sisi altında kaybolduğunu gördü. Yeryüzünün en hafif kar yığını arasında yürüyor gibiydi.
Havada da bir aydınlanma olmuştu sanki, havanın ısındığına yemin bile edebilirdi şimdi.
Kazmanın küt ucunu sırtına atmış olan Jud'un önünde hızlı adımlarla yürüdüğünü
görebiliyordu. Kazma, hazine gömmeye kararlı bir insan hayalini güçlendiriyordu.
O çılgın coşkun hali devam ediyordu halâ. Birden belki de Rachel'in kendisine telefon etmeye çalıştığını düşündü. Evde telefon çalıyor, o akıllı uslu, şiirsellikten uzak sesini boş eve yayıyordu.
Az daha Jud'un sırtına çarpıyordu yine. Yaşlı adam patikanın ortasında durmuştu. Başını bir yana eğmişti. Dudakları büzülmüş ve gergindi. '
«Jud? Ne...»
-Şişşt!»
Louis susup huzursuzca çevresine bakındı. Yer sisi daha az yoğundu bulundukları noktada, ama yinede kendi ayakkabılarını bile göremiyordu. Birden çalılar arasında bir çatırtı, dalların kırılmasından çıkan bir gürültü işitti, ilerde bir şey yürüyordu, hem de çok iri bir şey.
Jud'a bunun geyik olup olmadığını (aslında aklından geçen ayıydı) sormak için ağzını açtı, ama sonra tıemen kapattı yine. Ses uzaklara kadar gider, demişti Jud.
Farkında olmaksızın Jud'u taklit ederek o da başını yana eğdi ve dinledi. Ses önceleri uzaktan geliyordu, sonra birden çok yaklaştı; onlardan uzaklaşıyor, sonra ürkütecek Jkadar yakına geliyordu. Louis alnında biriken ter damlalarının yanaklarından aşağı süzüldüğünü hissetti.
Church'ün içinde bulunduğu torbayı öteki eline aktardı yine. Avucu terlemişti, yeşil plastik yağby-mış gibi eli arasından kayıyordu. Oradaki şey şimdi öylesine yakındı ki, Louis her an onun iki ayağı üstünde doğrulmuş biçimini göreceğini düşünüyordu, hattâ kimbilir belpü de dev gibi kıllı gövdesiyle yıldızlan bile örtecekti.
Artık ayı diye bir şey düşünmüyordu.
•112 —
O ana n« düşündüğünü kendisi de bilmiyordu.
O şey her neyse birden hareket edip ortadan kayboldu.
Louis yeniden açta ağzını. Neydi o? diye sormaya hazırlandı. Ancak tam o anda karanlıktan tiz ve çılgınca bir kahkaha yükseldi, insanın iliklerini donduran, beynini delen bir sesie yankılandı
durdu. Louis vücudunun tüm eklemlerinin donduğunu, her nasıl olmuşsa kilo aldığını hissetti; öylesine ağırlaşmıştı id. kaçmak için dönecek olursa bataklığa devrilip çamurlar arasında kaybolacaktı.
Kahkaha yükseldi, bir kaya kütlesindeki çatlaklar gibi kupkuru parçalara bölündü, bir çığlık haline geldi ve kaybolmadan önce boğazdan geçen hıçkırıklara dönüştü.
Bir yerlerde bir su damlıyor, başlan üstünde de rüzgâr sü-rejkli akan bir nehir gibi uğulduyordu. Bunun dışında Küçük Tanrı Bataklığı sessizdi.
Louis titremeye başladı. Etleri, hele karnı çekilip büzülüyordu. Evet, buna başka bir ad veremezdi, etleri kemikleri üstünde hareket ediyor gibiydi. Ağzı kupkuruydu. Tükürük diye bir şey kalmamıştı. Ama o coşkulu hali, o üstünden atamadığı çılgınlık h&lâ devam ediyordu.
«Neydi o Tann aşkına?» diye boğuk bir sesle sordu Jud'a..
Jud döndü. Los ışıkta Louis onu yüz yirmi yaşındaymış sandı. Gözlerinde o garip, canlı ışıktan eser yoktu şimdi. Yüzü gerilmişti, gözlerinde korku okunuyordu. Ama konuştuğunda sesi sakindi. «Bir dalgıç kuşu.» dedi. «Yürü haydi, geldik sayılır.»
Yürüdüler. Toprak sertleşmişti yine. Louis bir an bir açıklığa vardıklarını sandı. Havadaki o soluk parıltı kaybolmuştu artık, bir metre ilersindeki Jud'un sırtını ancak görüyordu. Ayakları
altında dondan kaskatı kesilmiş kısa çimenler vardı. Her adımda cam gibi kınlıyorlardı. Sonra yine ağaçların arasına girdiler. Çam kokusu duyuyor, iğnelerini hissediyordu. Zaman zaman bir dal sürünüyordu orasına burasına.
Louis yön ve zaman duygusunu yitirmişti şimdi, ancak pek fazla yürümeden Jud durup kendisine döndü.
«Basamaklar var burada. Kayalar kesilerek yapılmış. Kırk iki ya da kırk dört basamak, tam olarak hatırlamıyorum. Arkamdan gel. Yukan çıkınca varacağız gideceğimiz yere.*
Louis yaşlı adamın ardından tırmanmaya başladı.
-r- H3—
Hayvan Mezarlığı — F : 8
Taş basamaklar geniş olmasına genişti ama topraktan uzaklaşıyor olmaları duygusu da çok huzursuzluk veriyordu. Ayağının altında taş parçalan hissediyordu.
...on iki... on üç... on dört...
Rüzgâr şimdi daha sert, daha soğuktu, yüzünü uyuşturuyordu. Ağaçların üstüne mi çıktık, diye düşündü. Başını kaldırınca milyonlarca yıldız gördü. Karanlıkta soğuk ışıklar. Hayatında kendini hiç bu kadar küçük, önemsiz, anlamsız hissetmemişti yıldızlar karşısında. O eski soruyu bir daha sordu kendi {kendine- Orada akıllı varlıklar var mı acaba? Bu düşünce ür-pertmişti kendisini, sanki bir avuç canlı böcek yemek isteyip istemeyeceğini sormuş gibi.
...yirmi altı... yirmi yedi... yirmi sekiz..
Bu basamaktan kim yonttu acaba? Kızılderililer mi? Mir mac'Iar mı? Alet kullanan insanlar mıydı onlar? Jud'a sormalıyım bunu. «Alet kullanan insanlar» aklına «kürklü hayvanlar getirmişti, onun ardından da ağaçlar arasında dolaşan o şey. hatırladı. Birden ayağı bir yere takıldı, eldivenli elini solundaki kayaya uzattı düşmemek için. Duvar çok yaşlı gibiydi, aşınmış
buruşuk, rkınklı... İyice eskimiş kuru deri gibi, diye düşündü
«İyi misin, Louis?» diye mırıldandı Jud.
-iyiyim.» Oysa soluksuz kalmıştı, Church'ün ağırlığından kaslan ağnyordu.
...kırk iki... kırk üç... kırk dört...
«Kırk beş,» dedi Jud. «Unutmuşum. On iki yıldır çıkmadım buraya. Bir daha da geleceğimi sanmam. Haydi çık bakalım.»
Louis'in/kolunu tutup son basamağı çıkmasına yardım ettv
«Geldik işte.»
Louis çevresine bakındı. Yıldızlann soluk ama yeterli ışığında bulunduğu yeri görebiliyordu.
Toprağın üzerinde kara bir dil gibi uzanan taşlık bir kayanın üzerindeydiler. öteki tarafa bakınca, merdivenlere varmak için içinden geçtiği çam ağaçlarının tepelerini görebiliyordu.
Arizona ya da New Mexico'da doğal sayılabilecek üzeri düz, dimdik bir tepenin üstündeydiler.
Tepenin üzerinde ağaç olmadığı için güneş karlan eritmişti. Lo-< uis. Jud'a dönünce kuru otlann rüzgârda eğildiklerini gördü. Bir tepedeydiler. Az ileride toprak yine ağaçlara doğru yükseliyor* du. Ancak bu düzlük çok garipti, New England'ın alçak ve
— 114—l
tepeleri arasında çok garipti...
Alet kullanan kuılderililer, diye düşündü birden.
• «Yürü haydi.» Jud yirmi beş metre ilerdeki ağaçlığa doğru yürüdü. Rüzgâr çok sert esiyordu, ama insan kendini taptaze hissediyordu şimdi. Louis hayatında gördüğü en yaşlı, en uzun çamlar altında bir dizi şekil gördü. Bu yüksek ve yapayalnız yer nsanda bir boşluk duygusu yaratıyordu. Ama canlı bir boşluk.
Kara şekiller taş öbekleriydi.
«Micmac'lar tepenin üstünü düzeltmişler.» dedi Jud. «Kimse bunu nasıl yaptıklarını bilmiyor, Maya'lann piramitlerini nasıl yaptıklarını bilmedikleri gibi. Maya'lar gibi Micmac'lar da"
unutmuşlar bunu.»
«Neden ama? Neden böyle yapmışlar?»
«Burası mezarlıklarıydı. Ellie'nin kedisini buraya gömmen için getirdim seni. Micmac'lar insan ve hayvan arasında bir ay-nm gözetmezlerdi» Hayvanlarını sahiplerinin yanına gömerlerdi.-Louis onlardan bir adım daha ileri girmiş olan Mısırlıları düşündü. Mısırlılar kralları ölünce onların evcil hayvanlarım da öldürürlerdi, sahiplerinin ruhlarının gideceği yere gitsinler diye. Bir firavunun kızının ardından on binden fazla hayvan öldürüldüğünü okuduğunu anımsıyordu, bunların arasında aUı yüz domuzla iki bin tavuskuşu da vardı. Domuzlar, ölü kızın en sevdiği koku olan gülsuyuyla yıkanmışlardı boğazlan kesilmeden önce.
Piramitler de yapmışlardı. Maya'lann piramitlerinin ne işe yaradıkları bilinmiyor, ama Mısırlıların piramitlerinin ne olduğunu çok iyi biliyoruz... ölüm anıtları... dünyanın en büyük me-lartaşları.
Burada Ramses II yatıyor. Saygılıydı. Louis elinde olmadan kupkuru bir kahkaha attı.
Jud hiç şaşmamış gibi baktı Louis'in yüzüne.
«Git hayvanını göm,» dedi. «Ben bir sigara içeceğim. Sana yardım ederdim ama bu işi fcendin yapman gerek. Herkes kendi ölüsünü gömer. O zaman böyle yapılırdı.»
«Jud, no demek oluyor bütün bunlar? Beni neden getirdin buraya?»
•Ncrma'mn hayatım kurtardın diye.» Sesinden içten pldu-ğu anlaşılıyordu, Louis onun kendini böyle gördüğünden emindi, ama yinede içinde yaşlı adamın yalan söylediği inancı var-
— 115 —di... ya da kendisine yalan söylenmişti ve şimdi o da bu yalanı Louis'e aktarıyordu. Jud'un gözlerinde gördüğü, ya da gördüğünü sandığı o bakışı hatırladı.
Ama burada bunların hiçbirinin önemi yoktu, önemli olan sürekli akan bir ırmak gibi kendisini iten, saçlarını savuran rüzgârdı.
Jud oturup sırtını ağaçlardan birine dayadı, avuçları arasında yaktığı kibritle sigarasını yaktı,
«işe başlamadan önce biraz dinlenmek ister miydin?»
«Gerek yok, yorgun değilim.» Sorulara devam edebilirdi, ama birden bunu hiç istemediğini farketti. Yanlış bir iş yapıyor gibiydi, ama yine de yaptığının doğru olduğunu hissediyordu Şimdıli;k daha fazla üstelememeyi uygun gördü. Bilmesi gereken bir tek şey vardı şimdi.
«Toprak tabakası çok ince görünüyor, gerçekten bir mezar kazabilecek miyim?» Louis merdivenlerin başında kayalann toprağın üstüne çıktığı yeri işaret etti.
Jud başım salladı. «Doğru, toprak tabakası incedir, ama ot büyüyen yerler gömmek için yeterlidir, Louis. insanlar çok uzun bir süre ölülerini gömdüler buraya. Ama bu işin pek kolay olmadığın: da göreceksin.»
Kolay değildi gerçekten. Toprakı taşlık ve sertti. Church'û içine alacak bir çukur kazmak için kazmaya ihtiyacı olacağını çek geçmeden anladı. Önce kazmayla sert toprağı ve taşlan kırmaya, sonra da bunlan kürekle atmaya başladı. Elleri acıyordu, ama vücudu ısınmıştı, iyi bir iş yapmak için güçlü, karşı konulmaz bir duygu vardı içinde. Kimi zaman bir.yaraya dikiş
atarken yaptığı gibi hafifçe bir melodi mırıldanmaya başladı. Kazma kimi zaman sert bir kayaya çarpıyor, jkıvılcımlar fışkırıyor, tahta saptan geçen titreşimler ellerini titretiyordu. Avuçlarında su kabarcıklarının toplandığım hissediyor, ancak çoğu doktor gibi ellerinin bakımına çok önem verdiği halde buna aldırış bile etmiyordu.
Çevresinde ve başının üstünde ağaçlar arasında şarkı söyler gibi esen rüzgârın dışında yere aülan taşlarının çıkardığı bir gürültü duydu. Omzu üzerinden bakınca yere eğilmiş olan Jud' un kendisinin çıkardığı irice taşlan bîr yığın halinde toplamakta olduğunu gördü.
Louis'in baktığını gören Jud, «Kazdığın mezar için,» 'dedi.
»
— 118 —
«Haa.» Louis işine döndü.
Altmış santim eninde ve doksan santim boyunda bir çukur kazmıştı, lanet olasıca bir kedi için Cadillac gibi bir mezar, diye düşündü. Çukur yetmiş beş santim kadar derinleşince kazma artık her vuruşta kıvılcımlar çıkarmaya başlamıştı. Louis kazmayla küreği bir yana atıp û derinliğin yeterli olup olmadığım sordu.
Jud kalkıp şöyle bir baktı. «Bence yeter. Ama önemli olau senin görüşün.»
•Bana neler olup bittiğini söyleyecek misin artık?»
Jud gülümsedi. «Micmac'lar bu tepenin tılsımlı olduğuna inanırlardı. Doğuda ve kuzeydeki bataklıktan bu yana olan ormanların da tılsımına inanırlardı. Burasını yapıp ölülerini her-şeyden uzağa gömdüler böylece. Diğer kabileler buralara yaklaşmadılar, Penobscot'lar bu ormanların hayaletlerle dolu olduğunu söylerlerdi. Daha sonralan kürk avcıları' da aynı şeyleri söylemeye başladılar. Sanırım bataklıkta yanan gazlan görünce hayalet gördüklerini sanmışlardır.»
Jud gülümsedi. Hiç de öyle düşünmüyorsun ya, diye düşündü Louis.
«Daha sonralan Micmac'lar bile buraya gelmemeye başladılar. Birisi burada bir VVendigo gördüğünü ve toprağın bozulduğunu söyledi. Büyük bir toplantı yaptılar bunun üzerine. Benim gençliğimde dinlediğim hikâyeler bunlar. Stanley Bouchard anlatmıştı... ve Stanley B. bilmediği şeyi uydururdu.»
YVendigo'nun kuzey bölgelerinin bir ruhu olduğunu bilen Louis, «Sence toprak gerçekten bozulmuştu muydu?» diye sordu.
Jud gülümsedi ya da hiç olmazsa dudaklan aralandı. «Bence tehlikeli bir yer burası. Ama kediler ve köpekler falan için değil. Haydi, göm hayvanını, Louis.»
Louis torbayı çukura bırakıp üzerini toprakla örttü. Şimdi yorulmuştu artık, üşüyordu. Plastiğin üstüne düşen toprak insanın içini karartan bir ses çıkarıyordu. Buraya geldiğine pişman olmadığı halde, içindeki o coşku duygusu yavaş yavaş kayboluyordu. Bu serüvenin bir an önce bitmesini istiyordu artık. Eve dönüş yolu epey uzundu.
Toprağın plastik üstüne çarptıkça çıkardığı patırtı yavaş yavaş azalıyordu, az sonra toprağın toprağa çarpmasından çı-
— 117 —kan boğuk ses kalmıştı. Louis küreğin ucuyla son parça toprağı da çukura iteledi, (hiçbir zaman yeterli değildir, diye düşündü. Cenaze kaldıncısı amcasının en az bin yıl önce söylediği bir sözü
hatırlıyordu: Açtığın çukuru doldurmaya yetmez çıkan toprak), sonra Jud'a döndü.
«Taş yığının,» dedi Jud.
«Bak, Jud, çok yorgunum, üstelik...»
• Ellie'nin kedisi ama.» Jud'un sesi yumuşak ama acıması di -Doğru olanı yapmanı isterdi sanırım.»
Louis içini çekti. «Herhalde.»
Jud'un tek tek verdiği taşlan üst üste di/mek de on dakik: •>urdu İş bittiğinde Church'ün mezarı üstünde alçak, koni biçil minde bir tnç yığını vardı ve Louis gerçekten az da olsa yorguı
bir zevk duyuyordu. Yıldızların aşığı altında diğerleri gibi yükı liyordu kendi taş yığını da Ellie herhalde hiç görmeyecekti bu nü. -'kızı bataklıktan geçirme düşüncesi bile Rachel'in saçlarını
beyazlatmaya yeterdi, ama kendisi görmüştü ve iyiydi işte.
Ayağa kalkıp pantolonunun dizlerini silkelerken, «Bunlar dan çoğu devrilmiş.» dedi. Şimdi çevresini -daha iyi görüyordu pek çok yerde taşlar yuvarlanmış, dağılmıştı Ama Jud kendi yığınını kendisinin kazdığı mezardan çıkan taşlarla yapmasına özen göstermişti.
«Öyle. Sana dedim ya, çok eskidir burası.»
•işimiz bitti mi artık?»
«Bitti.» Jud, Louis'in omzunu tuttu, «iyi bir iş becerdin, Lo uis. Yapacağını biliyordum zaten.
Haydi eve dönelim şimdi.»
«Jud...» diye söze başlayacak oldu Louis. Ama Jud kazmayı alıp basamaklara doğru yürüdü.
Louis de küreği alıp yetişmek için ardından koştu, sonra da soluğunu yola saklayarak hiçbir şey demedi. Bir kere dönüp arkasına baktı, ama kızının kedisi VVinston Churchill'in mezannı
belirten taş yığını gölgeler arasında kaybolmuştu bile.
Bir süre sonra ormandan çıkıp kendi evinin arkasındaki yola girdiklerinde, filmi geri sardık, diye düşündü. Yola çıkmalarından bu yana kaç saat geçtiğini bilmiyordu, o öğleden sonra uykuya yatmadan önce saatini çıkarmıştı, saat hâlâ yatağın yanında olmalıydı. Yorulduğunu, kıpırdayacak hali kalmadığını bi-Jiyordu yalnızca. On altı. on yedi yıl önce lise ögrencisiypen bir
— 118 —yaz tatilinde Chicago çöp kaldırma ekibindeki ilk gününden bu yana bu kadar yorulduğunu bilmiyordu.
Gittikleri yoldan dönmüşlerdi ama dönüş hakkında pek b! r şey hatırlamıyordu. Ağaç yığını
üzerinde sendelediğini anımsıyordu... ama Jud'un eli hemen yanı başındaydı, kendisine güven veriyordu, zaten az sonra da Kedi Smucky ile Trbcie ve Sevgili Tavşanımız Marta'nın dinlenme yerlerinden geçiyorlardı. Buralardan yalnız Jud'la değil ailesinin tümüyle geçmişti daha önceden.
Bir süre sonra da yeniden evdeydiler.
Konuşmadan yürüdüler eve doğru, Louis'in kapısı önünde durdular. Rüzgâr hâlâ uğulduyordu.
Louis hiçbir şey söylemeden Jud'un kazmasını uzattı.
«Ben eve gideyim,» dedi Jud. «Louella Binson ya da Ruthie Parks az sonra Norma'yı getirirler, o da beni merak eder.»
•Saat kaç biliyor musun?» diye sordu Louis. Norma'nın hâlâ eve dönmemiş olmasına şaşmıştı.
Ona göre saat gece yarısını çoktan geçmiş olmalıydı.
Jud pantolonunun cebinden kapaklı bir cep saat çıkarın kapağını açtı.
«Sekiz buçuk.» Kapağı kapattı yine.
«Sekiz buçuk mu? Yani saat sekiz buçuk mu şimdi?»
«Sen kaç sanıyordun?»
«Çok daha geç.» dedi Louis.
«Yarın görüşürüz, Louis.» Jud yürümeye başladı.
•Jud?.
Jud hafif sorgu dolu bakışlarla döndü.
«Jud, bu gece ne yaptık?»
«Kızının kedisini gömdük.»
«Yaptığımız yalnızca bu muydu?»
«Yalnızca o.» dedi Jud. «Sen iyi bir insansın, Louis, bir kusurun var ama, o da çok soru sorman, insanlar kimi zaman doğru olduğunu sandvklan şeyleri yaparlar. Kalplerinde doğru olduğuna inandıkları şeyleri yani. Eğer bu şeyleri yaparlar, sonra da kendilerini rahat hissetmezlerse, sanki hazımsızlık çekiyormuş gibi olurlarsa, soru sormak ihtiyacını
hissederlerse, yan Üş bir şey yaptıklarım sanırlar. Ne demek istediğimi anlıyor musun?»
— 119 —
•Evet.» Louis yaşlı adamın aklından geçenleri okuduğunu düşündü. Birlikte ışıklan yanan eve doğru yürüdüler.
«O insanların akıllarına gelmeyen şey kendi kalplerinden önce o kubttu duygularını
araştırmaktır.» Jud. Louis'in yüzüne dikkatle baktı. «Ne diyorsun ha, Louis?»
«Haklı olabilirsin derim.»
•«Ve bir insanın yüreğindeki şeyler... bunlar hakkında konuşmak pek bir yarar sağlamaz, değil mi?» «Eh.»
Louis sanki evet demiş gibi Jud, «Sağlamaz elbette,» dedi. Sesi öylesine kendinden emin, öylesine aman vermezdi ki. «Bunlar gizli şeylerdir. Kadınların iyi sır sakladıkları söylenir, gerçekten de biraz ağzı sıkıdırlar, ancak sahiden bir şey bilen bir {kadın sana bir erkeğin kalbinin içini göremediğini söyleyecekti, insanın kalbinin toprağı daha taşlıdır, Louis, Micmac'lann mezarlarının toprağı gibi. Kaya tabakası yüzeye çok yakındır. Bir insan orada ne yetiştirebilirse onu yetiştirir...»
«Jud...»
«Soru sorma, Louis. Yapılmış olanı kabul et ve yüreğini dinle.»
«Ama...»
«Ama falan yok. Yapılmış olanı kabul et ve yüreğini dinle. Bu kez doğru olanı yaptık... en azından doğru olanı yaptığımızı umuyorum. Başka bir zamansa çok yanlış bir şey yapabiliriz.»
•Hiç olmazsa bir sorumu cevaplandıracak mısın?» «Eh, hele bir dinleyelim de sonra karar veririz.» «O yeri kimden öğrendin?» Louis bunu geri dönerlerken düşünmüştü; Jud'un hiç
benzememesine karşın bir Micmac olabileceğini de düşünmüştü.
Jud şaşırmış gibi, «Stanley B.'den-tabii.» dedi.
•Yani o sana sıradan bir şeymiş gibi mi anlattı bunu?»
•Hayır. Orası öyle herkese anlatılacak bir yer değildir. On yaşımdayken köpeğim Spot'u gömdüm oraya. Tavşan kovalarken paslı bir dikenli tele takılmıştı. Yarası İltihaplandı ve öldü»
Bu işde bir yanlışlık-vardı, Louis'e daha önce söylenen şeyle uyuşmayan bir nokta vardı, ancak Louis bu tutarsızlığı farke-demeyecek kadar yorgundu. Jud başka bir şey söylemedi, o hiç-
— 120 —bir s.ey okunmayan gözleriyle baktı yalnızca. «İyi geceler. Jud.» •tyl geceler.»
Yaşlı adam kazma ve küreğini omuzlayıp karcıya geçti. «Teşekkür ederim!» diye seslendi Louis arkasından. Jud dönmedi, duyduğunu belirtmek için bir elini kaldırdı. Evde telefon çalmaya başlamıştı.
Louis bacaklarmdaki ve belindeki sızılar yüzünden suratını buruşturarak içeri koştu. Sıcak mutfağa vardığında altı yedi kere çalmış olan telefon, elini uzattığı anda sustu. Louis yine de telefonu açıp, «Alo,» dedi, ama karşısında çevir sesinden başka bir şey yoktu.
Eachel'di, diye düşündü. Ben onu ararım.
Ama birden numarayı çevirmek güç geldi, karısının annesiyle, hatta daha beteri çek defterini çıkarıp insanın suratına sallayan babasıyla konuşmak. Rachel'in çağırılması... sonra da Ellie.
Ellie hâlâ yatmamıştı kuşkusuz, Chicago'da bir saat geriydi zaman. Ellie kendisine Church'ü
soracaktı.
Çok iyi. Kamyon çarptı. Orinco kamyonu olduğundan eminim. Başka bir şey olsa dramatik bütünlüğü bozulurdu. Bilmem ne demek istediğimi anlatabildim mi? Anlamadın mı? Peki, bos-ver. Kamyon ona çarpıp öldürdü ama hiç iz bırakmadı. Jud'la onu eski Micmac mezarlığına gömdük. Hayvan Mezarlığının devamı gibi bir yere yani. Seni bir gün oraya götürürüm, mezarına çiçek koyarız. Bataklık kuruduktan, ayılar da loş uykusuna yattıktan sonra ama.
Louis telefonıa kapattı, gidip musluğun küvetini sıcak suyU doldurdu. Gömleğini çıkartıp yıkandı sonra. Soğuk olmasına rağmen domuz gibi terlemişti ve tam bir domuz gibi kokuyordu.
Buzdolabında kalmış bir iki köfte vardı. Onları bir dilim ekmek üzerine koydu, üstüne de iki dilim soğan kesti. Sandviçin üstüne biraz da ketçap koyup bir dilim ekmek daha yerleştirdi.
Rachel'le Ellie evde olsalardı bu yemek karşısında burunlarını kıvınrlardı.
Eh. kaçırdınız bayanlar, diye düşündü sandviçini lezzetle yerken. Konfüçyüs domuz gibi kokanın kurt gibi yediğini söyler. Gülümsedi Louis. Karton kutudan sütünü de içtikten sonra yu-
— 121 —karı çıktı, soyundu ve dişlerini bile fırçalamadan yattı. Vücudundaki sancı ve ağrılar şimdi neredeyse zevkli denebilecek bir zonklamaya dönüşmüştü.
Saati bıraktığı yerdeydi. Dokuzu on geçiyordu henüz. Gerçekten inanılmaz bir şeydi bu.
Louis ışığı söndürdü, yan döndü ve uyudu.
Sabah saat üçte uyanıp tuvalete gitti. Banyonun parlak beyaz floresan ışığı altında baykuş gibi gözlerini kırpıştırarak, işerken birden farkettiği tutarsızlığın ne olduğunu anladı, gözleri irileşti.
Sanki birbirine "uyması gereken iki parça çarpışmış da birbirlerinden uzaklaşmış gibi.
Jud o gece kendisi on yaşındayken köpeğinin paslı bir dikenli tele sürtündükten sonra yarasının iltihaplanması sonucu öldüğünü söylemişti. Ama daha önce hep birlikte Hayvan Mezarlığında gittiklerinde, köpeğinin yaşlılıktan öldüğünü ve orada gömülü olduğunu anlatmış, hatta geçen yılların üstündeki yazılan sildiği taşı bile göstermişti.
Louis sifonu çekti, ışığı söndürüp yatağa döndü. Uyumsuz bir şey daha vardı. Jud yüzyılın başında doğmuştu, Hayvan Mezarlığındaki o gün de Louis'e köpeğinin Büyük Savaşın ilk yılında öldüğünü söylemişti. Yani kendisi on dört yaşındayken, eğer savaşın Avrupa'da başladığını
kastetmişse. Eğer Amerika'ma savaşa girdiği yılı kastediyorsa o zaman on yedi yaşındayken. .
Ama bu gece Spot öldüğünde on yaşında olduğunu söylemişti.
Eh, ne de olsa yaşlı, yaşlılarda geçmişi hatırlamaya çalıştıklarında yanılırlar, diye huzursuzlukla düşündü. Artık her şeyi unuttuğunu kendisi söyledi, kolaylıkla hatırladığı adlan ve adresleri artık unutuyormus, sabah kalktığında o gün yapmayı planladığı şeyleri bile hatırlamakta güçlük çekiyormuş. O yaşta bir insan için doğal bu... Jud için pek bunamış denemez henüz. Unutkan demek daha doğru. Yetmiş yıl önce ölen bir köpeğin ölümünü unutması hiç de şaşırtıcı bir şey değil. Ya da nasıl öldüğünü. Bırak artık bunları, Louis.
Ama yine de hemen uyuyamadı. Uzun bir süre uyanık yattı; boş evi, evin çevresinde dolanan rüzgân aklından silip atamıyordu.
— 122 —
öyle bir an geldi ki, uyuyacağını anlayamadan birden kapandı gözleri. Herhalde öyle olmalıydı, çünkü kendinden geçerken merdivenlerden çıkan hafif ayakseslerini duymuş ve, Beni rahat bırak. Pascow, rahat bırak beni, olan oldu, ölen öldü, diys düşünmüştü, ayaksesleri de kaybolmuştu.
O yıl boyunca pek çok açıklanması olanaksız şey olmasını karşın, Louis bir daha ne uyurken, ne de uyanıkken Victor Pas-cow'un hayalini gördü.
23
Louis ertesi sabah âaat dokuzda uyandı. Odanın doğuya bakan pencerelerinden parlak bir güneş ışığı doluyordu içen. Telefon çalıyordu. Louis uzanıp açtı. «Alo?»
«Günaydın!» dedi Rachel. «Uyandırdım mı yoksa?»
«Uyandırdın ya, namussuz!» diye güldü Louis.
«Sabah sabah ağzını bozma. Dün gece seni aradım, Jud'.da miydin yoksa?»
Bir an duraksadı Louis.
«Evet. Bir iki bira içtik. Norma bir Şükran yemeğine davetliydi. Sana telefon edecektim ama...
bilirsin işte.»
Bir süre konuştular. Rachel ailesi hakkında bilgi verdi, vermese de olurdu ya, yine de kayınpederinin saçlarının daha hızlı dökülmekte olması Louis'in hoşuna gitmişti.
«Gage'le konuşmak ister misin?"
Louis güldü. «Konuşalım bakalım, ama geçen günkü gibi kapatmasın telefonu.»
Karşı taraftan gürültüler geldi, Rachel. -Babana günaydın de,» diyordu çocuğa.
Sonunda Gage, «Gün...aydın.» dedi.
«Merhaba, Gage. Nasılsın bakalım? Dedenin pipo tablasını düşürdün mü yine? Dilerim düşürmüşsündür. Bu kez pul kolak-siyonunu da parçala bari.»
Gage yarım dakika kadar mırıldandı durdu, giderek artan bir sözcük dağarcığı geliştiriyordu artık. Sonunda Rachel tele-
— 123 —fonu oğlanın elinden aldı. Louis de bir rahatlama duydu; oğlunu pek severdi, çok da özlemişti, ama iki yaşında biriyle konuşmanın bir deliyle iskambil oynamaktan farkı yoktu.
«Orada durum nasıl?» diye sordu Rachel.
«îyidir.» Louis bu kez duraksamamıştı. Rachel az önce gece Jud'a gidip gitmediğini sorduğunda gittiğini söyleyince bir çizgiyi geçtiğinin farkındaydı. Kulaklarında Jud Crandall'ın se.v.
çınhyordu. insan kalbi daha taşlıdır. Louis... bir İnsan orada ne yetiştirebillrse onu yetiştirir...
«Doğrusunu istersen biraz sıkıcı geçiyor günler. Seni özledim.»
«Yani bu panayırdan kurtulduğuna sevinmediğini mi söy-yorsun?»
•Sakinlik hoşuma gidiyor,» dedi Louis. «Ama ilk yirmi dört saatten sonra biraz garipsiyor insan.»
«Babamla konuşabilir miyim?» Ellie'nin sesiydi bu.
«Louis? Ellie yanımda.»
«Ver bakalım.»
Louis beş dakika kadar konuştu Ellie'yle. Kız dedesinin aldığı bebekten, dedesiyle birlikte mezbahaya gittiklerinden «öyle pis kokuyordu ki, baba,» dedi kız. (Eh, deden de gül kokmaz, diye düşündü Louis), evde ekmek yapmaya yardım ettiğinden, annesi Gage'in altını
değiştirirken oğlanın kaçtığından söz etti. Gage koridorda koşup dedesinin çalışma odasına dalmıştı öylece; .(Aferin Gage, diye gülümsedi Louis.)
En azından o sabah kurtulacağını sanmaya başlamıştı, El-lie'ye annesini vermesini söyleyeceği sırada kız, «Church nasıl, baba?» diye sordu. «Beni özlüyor mu?»
Louis'in gülümsemesi soldu birden, ama yine de doğallığı elden bırakmadan, «Çok iyidir,» dedi.
«Dün akşamdan kalan eti verip dışan çıkarmıştım. Az önce uyandığım için bu sabah görmedim henüz.»
Bu soğukkanlılıkla esaslı katil olurdun sen. ölüyü en son ne zaman gördünüz. Dr. Creed?
Yemeğe gelmişti. Bir tabak et yedi. Ondan sonra da bir daha görmedim.
«Benim için öp onu.»
«Kendi kedini kendin öp.» Ellie kıkır kıkır güldü.
«Annemle konuşacak mısın, baba?»
«Evet, ver bakalım.»
— W —
Sonra da bitmişti konuşma. Rachel'lo bir iki'dakik» daha konuşmuşlardı. Church sözkonusu edilmemişti.
«Bu iş de bu kadar,» dedi telefonu kapatınca boş ve güneşli odaya. İşin belki de en kötü yanı
kendini pek kötü hissetmemeğiydi, hiç de suçluluk duymuyordu.
24
Steve Masterton saat dokuz buçukta telefon ederek üniversiteye gelip tenis oynamak isteyip istemediğini sordu. Tenis kortu bomboş olduğu için doya doya oynayabilirlerdi.
Louis adamın sevincini arılayabiliyordu, üniversite açık olduğu zaman tenis kortunda kimi zaman oynamak için iki gün sıra beklenirdi. Ama yine de üniversite tıp dergisine bir yazı
hazırlamakta olduğunu söyleyerek teklifi geri çevirdi.
«Emin misin?» dedi Steve. «Bu kadar çalışman doğru mu yani?»
•Sonra bir ara sen yine de. Belki bir şeyler düşünürüz.»
Steve arayacağını söyleyip kapattı telefonu. Louis bu kez yanm bir yalan söylemişti. Gerçekten suçiçeği gibi bulaşıcı hastalıkların dispanserin olanaklarıyla tedavi edilmesi hakkında bir yazı
hazırlamaya niyetliydi ama oyunu reddetmesinin asıl nedeni tüm vücudunda hissettiği ağrılardı. Rachel'le konuştuktan sonra dişlerini fırçalamaya gittiğinde farketmişti bunu. Sırt ado-leleri ağrıyordu, omuzlan torba içinde o ağır kediyi taşımaktan gerilmişti, bacak kasları da gergin birer gitar teliydiler sanki. Bir de kendini İdmanlı sanırdın, diye düşündü. Romatizmalı
bir moruk gibi yerinden güçlükle kıpırdayarak tenis oynaması komik olurdu doğrusu.
Birden aklına bir gece önceki yürüyüşte yalnız olmadığı geldi. Seksen beşine yaklaşan biriyle birlikteydi. Jud da acaba bu sabah kendisi gibi sancılar içinde miydi?
Bir buçuk saat kadar yazısıyla uğraştı, ama istediği gibi ya-zamıyordu. Boşluk ve sessizlik sinirlerine dokunmaya başlamış-
— 125-
U, sonunda kâğıtlarını bir yana bıraktı, parkasını sırtına geçirip karşıya geçti.
Jud'la Norma evde değillerdi, ama üzerinde kendi adı yazılı bir zarfı iğnelenmişti kapıya. Louis zarfı açıp okudu.
Louis,
Karımla, Bucksport'a alışverişe gidiyoruz. Norma'ıun yüzyıldır göz diktiği o konsola da bakacağız sonunda. Belki de McLeod* da bir öğle yemeği yiyip eve öğledensonra döneriz.
İstersen bu gece gel de birer bira içelim.
Ailen senin ailendir, biliyorum. İşlerine burnumu sokmak istemem, ama Ellie benim kızım olsaydı kedisinin yolda kaza geçirip öldüğünü söylemezdim. Tatilinin keyfini çıkarsın kız.
Louis, aklımdayken söyleyeyim, dün akşam yaptıklarımız hakkında da konuşmazdım yerinde olsaydım, en azından Kuzey Ludlow'da. Buralarda o eski Micmac mezarlığını bilen başka insanlar da vardır, hele kasabada hayvanlarını oraya gömmüş olanlar az değildir... orasının Hayvan Mezarlığının bir parçası olduğunu bile söyleyebiliriz hatta. İster inan ister inanma orada bir boğa bile gömülmüştür! Stacpole Yolunda oturan Zack Mc-Govern 1967 yada 68'de ödül kazanan boğasını Micmac mezarlığına gömmüştü. Ha ha ha! İki oğluyla boğayı oraya götürdüğünü anlattığında kahkahadan çatlayacak kadar gülmüştüm. «Ancak burada yaşayanlar bundan söz etmeyi sevmezler ve «yabancı» olarak kabul ettikleri insanların bunları
bilmesini istemezler. Bu batıl inançların bazdan üç beş yüzyıl öncesine kadar gider, ama buralılar buna aşağı yukarı inandıktan için -yabancı»la-nn kendileriyle alay ettiklerini sanırlar.
Bilmem anlatabiliyor muyum. Herhalde sana mantıklı gelmiyordur ama durum böyle işte. Onun için bana bir iyilik yap ve bu konuyu hiç açma, olmaz mı?
Bu konuda seninle herhalde bu gece daha geniş olarak konuşuruz, o zaman daha çok şey anlayacaksın, ancak şunu da söylemek isterim ki. gerçekten gurur duyabileceğin bir davranışta bulundun, bundan emindim zaten.
Jud
Not: Norma bu mektupta neler yazdığımı bilmiyor, ona
—126 —bambaşka şeyler söyledim. Sence bir sakıncası yoksa böyle kalmasını isterdim. Evli olduğumuz elli sekiz yıl içinde Norma'ya birden çok yalan söylemişimdir, zaten erkeklerin çoğunun kanlarına yalan söylediklerini tahmin ederim. Ama şundan da eminim ki, pek çoğu Tanrının karşısına çıkınca hiç çekinmeden bunlan itiraf edecektir.
Bu akşam gel de biraz kafa çekelim.
J.
Louis, Jud'la Norma'nın kapısı önünde en üst basamakta durmuş, kaşlarım çatarak okuyordu notu. Ellie'ye kedinin öldüğünü söyleme... söylememişti zaten. Orada gömülü başka hayvanlarda var. Üç yüzyıl gerisine giden batıl inançlar...
... o zaman daha çok şey anlayacaksın.
Louis satınn üzerinde parmağını gezdirirken ilk olarak bir gece önce yaptıklarım düşündü.
Belleğinde bulanıktı her şey. sanki uyuşturucu ilaç aldıktan sonra yapılan hareketler, ya da rüyalarda görülen şeyler gibi. Ağaç yığınına çıktıklarını, bataklıktaki sisin o garip, aydınlık niyetini, orasının on, on beş derece daha sıcak gibi geldiğini anımsıyordu, ama bunlar bayıltılmadan önce anestezi altındaki kişiyle yapılan konuşmalar gibiydi.
...erkeklerin çoğunun kanlarına yalan söylediklerini tahmin ederim...
Karılarına ve kızlarına, diye düşündü Louis. Jud'un bu sabah telefondaki konuşmalardan ve kendi kafasında geçirdiklerinden böylesine haberdar olması yine de ürkütücüydü.
Louis bir ilkokul öğrencisinin çizgili kâğıdına yazılmış mektubu katlayıp zarfa, zarfı da pantolonunun arka cebine yerleştirdi, evine döndü.
25
Church o öğledensonra saat bir sularında döndü. Louis garajdaydı, son altı haftadır antifriz, kesici aletler, diğer bahçe
— 127 —ilaçlan gibi şeyleri Gage'in 'elinin altından kaldırmak için bir dizi raf yapmaya çalışıyordu.
Church kuyruğu dimdik, içeri girdiğinde bir çivi çakmaktaydı. Louis ne çekici elinden düşürdü, ne de parmağına bir darbe indirdi. Kalbi bir an hoplar gibi oldu. karnında bir an sıcak bir tel panldadı. sonra da söndü; bir ampulün telinin birden kızıp parlaması, sonra da sönmesi gibi.
Daha sonraları kendi kendine söylediği gibi. sanki bütün Şükran Günü sonrasında Church'ün geri dönmesini beklemiş gibiydi. Sanki geceleyin o eski Micmac mezarlığına gitmelerinin nedenini zihninin ilkel yanı daha ilk anından beri biliyormuş gibi.
Çekici dikkatle bir kenara bıraktı, ağzındaki çivileri avucu na tükûrüp üstündeki tulumun cebine koydu, sonra gidip kediyi kucağına aldı.
Canlı ağırlık, diye düşündü huzursuz bir heyecanla. Kaza obuadan önceki kadar ağır. Canlı
ağırlık bu. Torbadayken daha ağırdı, ölüyken daha ağırdı.
Kalbi gerçekten hoplamıştı şimdi, bir an garaj çevresinde döner gibi oldu.
Church kulaklarını geri atmış, kucağa alınmasına itiraz etmiyordu. Louis hayvanı güneşe çıkarıp arka merdivenin üstüne oturdu. Kedi kucağından inmeye çalıştı, ama Louis hayvanı okşayarak tuttu kucağında. Kalbi küt küt atıyordu şimdi.
Bir gece önce hayvanın kırık boynu çevresinde başının nasıl döndüğünü hatırlayarak hafifçe dokundu boynundaki sert tüylere. Parmaklarının altında sağlam adelelerden başka bir şey yoktu. Kediyi kaldırıp burnuna yakından baktı. Orada öyle bir şey görmüştü ki, hayvanı
kucağından yere aüp, gözleri kapalı olarak bir eliyle yüzünü örttü. Dünya durmadan dönüyordu şimdi, başı dönüyordu, uzun içki gecelerinin sonunda kusmadan az önce olduğu gibi.
Church'ün burnunda kurumuş kan lekeleri ve uzun bıyıkları arasında iki küçük yeşil plastik parçası vardı. Torbanın parçalan.
Bu gece daha geniş olarak konuşuruz, o zaman daha çok şey anlayacaksın...
Şu anda istediğinden daha çok şey anlamıştı zaten.
Bir fırsat tanı bana, diye düşündü. En yakın akıl hastane-
— 128 —sine kapatılacak kadar çok şey anlayacağım o zaman.
Louis kediyi içeri aldı, mavi tabağını çıkardı, balık ve ciğerden oluşan bir kutu kedi maması
açtı. Gri kahverengi topağı kutudan çıkarırken Çhurch mırıldanarak sürtünüyordu Louis'in dizlerine. Kediyi hisseden Louis'in tüyleri ürpermişti, hayvanı tekmelememek için sımsıkı
kapattı çenelerini. Kedinin kürklü gövdesi çok kaygan, çok kabarık... kısacası çok iğrençti. Bir daha Church'e elini bile sürmese umurunda değildi.
Tabağı yere koymak için eğilince Çhurch yemeğe saldırma A için sürtünerek geçti yanından.
Louis hayvanın ekşi toprak koktuğuna yemin edebilirdi, sanki kürkü toprakla kaplanmış gibi.
Geriye gidip kedinin yemek yiyişine baktı. Yalandığını duyabiliyordu. Çhurch eskiden de yalanır mıydı? Belki kendisi dikkat etmemiş olabilirdi. Her ne olursa olsun tiksinti verici bir sesu bu.
Ellie olsa, kaba. derdi.
Louis birden dönüp yukarı çıktı. Ağır ağır çıkmaya başlamıştı, ancak yukan koridora vardığında neredeyse koşuyordu. O sabah iç çamaşırları da dahil olmak üzere üstündekileri temiz giydiği halde hepsini bir çırpıda çıkarıp çamaşır sepetine attı. Dayanabileceği kadar sıcak suyla banyoyu doldurup içine girdi.
Çevresinde yükselen buharlar arasında sıcak suyun kaslarını gevşettiğini hissediyordu. Sıcak su kafasına da iyi gelmişti. Su ılımaya başladığında epey gevşemiş ve yine kendini bulmuştu.
Kedi geri donda, ne var bunda yani?
Bir yanlışlık olmuştu. Dün gece Çhurch'ün kamyon çarpmış bir kediye hiç benzemediğini kendi kendine söylememiş miydP
Yolda çarpılmış o kadar hayvan gördün, paramparça, bar-saklan ortalığa yayılmış...
Şimdi her şey anlaşılıyordu. Çhurch çarpmadan yalnızca bayılmıştı. Jud'un eski Micmac mezarlığına taşıdığı kedi baygındı, ölü değil. Kediler dokuz canlı derlerdi ya. Tanrıya şükürler olsun ki, Ellie'ye bir şey söylememişti. Şimdi kız Church'ün ölümüne ne kadar yaklaşmış
olduğunu öğrenemeyecekti artık.
Ağzında ve tüylerindeki kan... boynunun öyle dönmesi...
Doktordu kendisi, veteriner değiL Yanlış bir teşhis koymuştu... tşte bu kadar. Zaten o soğukta Jud'un bahçesinde, alaca-
— 128—
Hayvan Mezarlığı — F: 9
karanlıkta başka türlü bir muayene olamazdı. Üstelik elinde eldivenleri vardı. Bu da...
Banyonun fayans duvannda geniş ve biçimsiz bir gölge göründü, küçük bir canavann ya da dev bir yılanın başı gibi, bir şey hafifçe dokunup geçti omzuna. Louis yıldırım çarpmış gibi ayağa fırladı, sular küvetin dışına döküldü. Korkudan ürpererek geri döndüğünde tuvaletin kapağı
üstünde oturan kedinin bula nık san yeşil gözleriyle karşılaştı.
Church sanki sarhoşmuş gibi iki yana sallanıyordu. Loihi-tiksintiyle bütün vücudu büzülmüş bir halde baktı kediye, ke netlenmiş çeneleri arasında güçlükle bastırdığı bir çığlık vardı Church hiç
>öyle sallanmazdı ...avını ipnotize etmeye çalışan bir yılan git ... ne kısırlaştınldıktan sonra, ne de daha önce İlk ve son kt-z düşündü bunun başka bir kedi olduğunu, Ellie nin kedisine benzer bir kedinin garaja girdiğini, gerçek Church' un ağaçlar arasındaki o düzlükte, taş yığını altında gömülü olduğunu. Ama işaretleri de eşti... yırtık kulak... çiğnenmiş gibi görünen o on patı..
Church daha el kadarken Ellie onu evlerinin arka kapısına sıkıştırmıştı.
Church'dü karşısındaki, bundan kuşkusu yoktu.
«Çık dışarı!- diye boğuk bir sesle mırıldandı.
Church bir an daha baktı yüzüne... Tanrım, gözleri farklıydı, her nasılsa hiç de eskisi gibi değildi. . sonra yere atladı, do nüp gitti.
Louis küvetten çıktı, hemen kurulanıp traş oldu. Bomboş? evde telefon bir çığlık gibi çaldığında giyiniyordu. Telefon sesini duyan Louis gözleri ırileşmiş olarak ellerini havaya kaldırdı birden Sonra ağır ağır indirdi. Kalbi hızla atıyordu.
Arayan Steve Masterton'du, tenise gelip gelmeyeceğini so ruyordu. Lonis bir saat sonra buluşmak üzere randevulaştı. Aslında harcayacak zamanı yoktu, tenis oynamaksa şu anda hiç
yapmak istemediği bir şeydi, ne var ki. evden çıkmak zorundaydı. Kediden uzaklaşmak istiyordu, orada olmaması gereken kediden...
Gömleğinin eteklerini aceleyle soktu pantolonuna, bir el çantasına *nr şort, bir tişörtle bir havlu takıştırıp koşa koşa aşağı indi.
Churc-ı aşağıdan dördüncü basamağın üzerinde yatıyordu.
— 130 —
Louis in ayağı kediye takıldı, az daha tepetaklak düşüyordu Korkuluğu tutup güçlükle kurtuldu Soluk soluğa merdivenin altındaydı şimdi. Church kalktı, gerindi... sırıtır gibi baktı Louis'in yüzüne.
Louis evden çıktı. Kediyi dışarı çıkarması gerektiğini biliyordu, ama yapmadı bunu O anda kediye dokunabileceğini sanm.-vordu
26
Jud sigarasını yaktı, kibriti sallayıp söndürdü, önündeki teneke küllüğü bıraktı.
«Evet, bana oradan söz eden Stanley Bouchard di.» Bir sure durup duşundu.
Mutfak masasının üzerinde pek el sürmedikleri bira kadehleri duruyordu. Louıs daha önce Steve'le bir yerde sandviç yiyip akşam yemeği işim halletmişti. Karnı doyunca Church'un dönüşünü daha anlayışla karşılamaya başlamıştı, ancak yine de kedinin herhangi bir yerinde olabileceği boş ve karanlık evine dönmeye pek hevesli değildi.
Norma da bir süre yanlarında oturmuş, televizyon seyrederken elindeki dikişe devam etmişti Noel'den önceki hafta kilisede yoksullar yararına satmak için bir şey işliyordu. Büyük bir olaydı
bu kasaba için. Kadının parmaklan çok iyi çalışıyordu, bu gece romatizmalı olduğu anlaşılmıyordu bile. Louis bunun soğuk ama çok kuru olan havadan olabileceğini duşundu.
Kadın kalp krizini atlatmıştı, kendisini öldürecek olan krizden on hafta sonraki bu gece daha toplu ve daha genç görünüyordu. Louis o akşam ona bakarken kadının gençliğinde nasıl olduğunu görür gibiydi.
Saat ona çeyrek kala Norma iyi geceler diV/ip çekilmiş, Louis de Jud'la başbaşa kalabilmişti.
Jud artık s - -«(ustu, sigarasının dumanına bakıyordu.
-Stanny B.,» dedi Louis.
— 181 —
Jud gözlerini kırpıştırdı. «Ha, evet... Ludlow'da herkes, hatta Bucksport ve Prospect'le Orrington'da da herkes ona Stanny B. derdi. Köpeğim Spotun öldüğü yıl 1910'daki köpeğin ilk ölümünde yani, Stanny çoktan yaşlanmıştı ve biraz da kaçıktı. Bu bölgede Micmac mezarlığını
bilen başkaları da vardı ama ben bunu ilk kez Stanny S.'den duydum, o da babasından, babası
da kendi babasından öğrenmişti. Tam bir Kanuk ailesiydi tümü de..."
Jud gülerek birasını yudumladı.
«Onun o bozuk İngilizceyle konuşması hâlâ kulaklarımda dır. Beni ıs. Karayolunda -o zaman adı Bangor Bucksport Yoluy du- şimdiki Orinco fabrikasının bulunduğu yerdeki ahırın arkasında bulmuştu. Spot daha ölmemişti ama ölmek üzereydi, babam da beni oraya yaşk Yorky'nin sattığı tavuk yemlerinden almam için göndermişti. Tavuk yemine falan ihtiyacımız yoktu aslında, babamın beni evden neden uzaklaştırdığını çok iyi bi liyordum.»
«Köpeği mi öldürecekti?»
«Spot'u ne kadar sevdiğimi bilirdi, bu yüzden köpeği öldürdüğünü görmemem için beni yollamıştı. Tavuk yemini aldım Yorky malı hazırlarken de oradaki eski değirmen taşının üstüne oturup hüngür hüngür ağlamaya başladım.»
Jud hâlâ gülümseyerek başını ağır ağır salladı.
«Derken Stanny B. çıkageldi. Kasabanın yarısı onu kaçık öteki yansı da tehlikeli olarak görürdü. Büyükbabası 1880'lerde büyük bir kürk avcısı ve tacirmiş. Duyduğum kadarıyla, kürK
almak için tâ Maritimes'den Bangor ve Derry'ye, hatta daha güneye, Skowhegan'a kadar gidermiş. Üzeri deri kaplı büyük bir arabayla dolaşırmış. Gerçek bir Hıristiyanmış ve iyice sarhoş olduğunda vaaz bile verirmiş. Stanny anlatırdı bunları. Büyükbabasını çok severdi.
Adam bütün kızılderilüerin bir tek kabileden olduklarına ve bunun da incil'de sözü geçen kayıp kabile olduğuna inanırmış, bu yüzden arabanın üstüne çeşitli kızüds-rili kabilelerinin işaretlerini çizmiş. Bütün kızüderililer çenen-nemlikmişler ama işte her nasılsa hepsi aynı zamanda Hıristiyan olduklarından büyüleri tutarmış. Diğer kürk tüccarları batıya göçtükten çok sonra bile Stanny'nin dedesi Micmac'larla alışverişe devam etmiş. Stanny'nin dediğine göre, fiyatları ucuz
— 132 —olduğundan ve İncil'in tümünü ezbere bildiğinden. Micmac'lar onun avcılar ve ormancılar gelmeden önce kara cüppelilerin kendileriyle konuştuğu gibi konuşmasından hoşlanırlarmış.»
Jud susunca Louis bekledi.
«Micmac'lar Stanny B.'nin dedesine artık kullanmadıktan mezarlıktan söz etmişler. Wendigo toprağı bozduğu için kullan-mıyorlarmış orasını. Sonra Küçük Bataklık Tanrısından, basamaklardan falan da söz etmişler. O günlerde kuzey bölgelerinde çok dinlerdin bu YVendigo hikâyesini. Bizim Hıristiyan öykülerimiz gibi, onlann da. bir sürü hikayeleri vardır herhalde.
Norma bunu söylediğimi duysa bana kızar, ama gerçek bu, Louis. Kışların çok soğuk ve uzun geçtiği, yiyeceğin kıt olduğu yıllarda kuzey Kızılderilileri o kötü yere inerlermiş, orada ya açlıktan ölürler ya da...»
«Yamyamlık mı?»
Jud omuzlarım silkti. «Belki. Belki de yaşlı ve yakında ölecek birini seçerlerdi ve bir süre et yüzü görürlerdi. Bunun için uydurdukları hikâye de gece uyurlarken VVendigo'nun köye ya da kamplanna girdiği ve onlara dokunduğuydu. VVendigo dokunduğuna kendi cinsinden birinin etini yeme arzusu verirdi.-Louis başını salladı. «Şeytan yaptırdı demenin bir başka yolu.»
-Elbette. Benim tahminimce buralardaki Micmac'lar da bu işi yapmak zorunda kaldılar ve yediklerinin kemiklerini -ki bu bir iki kişi de olabilir sekiz on da- o mezarlıklarına gömdüler.»
«Sonra da toprağın bozulduğunu söylediler.»
«îşte sanırım Stanny B. de o sırada ahıra içki şişesini almaya gelmişti. Zaten iyice kafayı
bulmuştu. Dedesi öldüğünde kasabalının dediğine göre milyonermiş, oysa Stanny B. kasabanın çulsuzuydu. Bana neden ağladığımı sordu, ben de anlattım. Bu işi çözümlemenin bir yolu olduğunu söyledi, eğer çözümlenmesini istiyorsam ve yürekliysem. Spot'u yeniden iyileştirmek için her şeyi yapmaya hazır olduğumu söyledim, ona bir veterinerin bunu başarıp başaramayacağını sordum. Ben veteriner filan bilmem, dedi, Stanny, ama senin köpeğini iyileştirmeyi bilirim, çocuk. Şimdi eve git babana köpeği bir torbaya koymasını söyle. Gömecek falan değilsin, ha! Onu Hayvan Mezarlığına taşıyt>:> o büyük ağaç yığınının gölgesine bırakacaksın. Babana bu işi
— 133 —kendin halledeceğim söyle. Ona bunun ne işe yarayacağını sordum, ama Stanny B. bana gece uyumamamı ve cama taş attığında dışarı" çıkmamı söyledi. Gece yansı da olabilir çocuk, dedi.
Eğer Stanny B.'yi unutup uyursan .Stanny B. de seni unutur, köpeğin de cehenneme kadar gider artık.» Jud, Louis'e bakıp bir sigara daha yaktı.
-Her şey Stanny'nin dediği gibi oldu. Döndüğüm zaman babam hayvana acı çektirmemek için beynine bir kurşun sıktığını söyledi. Hayvan Mezarlığı hakkında bir şey söylemem ge rekmedi, babam bana Spot'un oraya gömülmek isteyip istemeyeceğim sordu, isterdi herhalde, dedim.
Köpeğimi bir torbaya sokup ardımdan sürükleyerek yola koyuldum. Babam yardım etmek isteyince Stanny B.'nin sözlerini hatırlayıp reddetmiştim. O gece hiç uyumadım. Gecenin çocuklar için nasıl bir türlü geç-nifk bilmediğini bilirsin. Sabah olduğunu sanıyordum, bir de bakıyordum saat daha onu ya da on biri vuruyor. Bir iki kez başım önüme düştü, uyuyacak gibi oldum ama hemen kendimi toparladım. Sanki biri 'Uyan Jud!' demiş gibi. Bir şey benim uyanık durmamı sağlamak istermiş gibi.»
Louis kaşlannı kaldırınca Jud omuzlarını silkti.
• Aşağıdaki saat on ikiyi çalınca kalktım, giyinip yatağımın üstünde oturdum. Az sonra saat yarımı, sonra da biri çaldı. Stanny B hâlâ ortalarda yoktu. Sersem Fransız beni unuttu, diye duşundum. Tam soyunuyordum ki, cama iki taş çarptı. Hatta taşlardan biri camı çatlatmıştı, bunu ben ancak ertesi sabah gördüm, annemse ancak kış gelince farketti, o zaman da dondan çatladığını sandı. Hemen pencereye koşup camı kaldırdım. Biı- çocuk gece yarısı dışarı çıkmak için...»
Louis güldü, on yaşındayken gece karanlığında evden çıkma, isteğini hiç duymadığını bile bile.
Yine de. eğer öyle bir şey yapmak isteseydi, gündüzün gacırdamayan kapıların merdivenlerin geceleri gacırdayacağını çok iyi anlıyordu.
«Bizimkilerin eve hırsız girdiğini sanacaklarını düşündüm, ancak kalbimin güm güm diye atışı
sona erince babamın aşağıdaki yatak odasından gelen horultularını duyabildim. Dışan bakınca Stanny B.'nin bahçede durmuş yukarı baktığını gördüm. Dışarda hiç rüzgâr olmamasına karşın adam yaprak gibi sallanıyordu, öylesine sarhoş olmasaydı o gece geleceğini hiç san-
134 —mıyordum. Louis. Kendisi herhalde fısıltıyla konuştuğunu sanıyordu ama doğrusu bağıra bağıra, geliyor musun, çocuk, yoksa ben mi oraya gelip seni indireyim, diyordu. Babamın uyanıp beni bir güzel döveceğinden korkarak şist dedim, ama Stanny eskisinden daha yüksek sesle, ne dedin, diye bağırdı. Bizimkiler evin o yanında yatıyor olsalardı işim tamamdı, Louis.
Ama onlar şimdi Norma'yla benim yattığım nehre bakan arka odada y atıyorlardı.»
<Herhalde koşa koşa inmişsindir aşağı,- dedi Louis. «Bir biran daha var mı, Jud? • Her zaman içtiğinden iki çişe daha çok içmişti ama bu gece için fazla gelmiyordu. Bu gece buna zorunluydu sanki.
•Yerini biliyorsun.- Jud bir sigara daha yaktı. Louis'in yerine oturmasını bekledi sonra.
«Merdivenden inmeye cesaret edemedim. Merdiven bizimkilerin yatak odasının önünden geçiyordu. Pencerenin dışındaki sarmaşığa tutanarak indim. Çok korkuyordum, ama doğrusunu istersen Stanny B.'yle Hayvan Mezarlığına gitmekten çok babamdan korkuyordum.»
Sigarasını küllüğe bastırdı.
• İkimin yolu koyulduk. Stııany B. en az beş altı kez düştü yolda. İçki fıçısına düşmüş gibi kokuyordu. Yanında bir kazma kürek vardı. Hayvan Mezarlığına varınca çukuru bana kazdınp kendisinin sıkacağını düşündüm. Ağaç yığınının üstünden ormanının içine gideceğimizi, orada başka bir mezarlık olduğunu söyledi. Ayakta duramayacak kadar sarhoştu oysa. Oraya tırma-namazsın Stanny B., düşüp boynunu kıracaksın, dedim. Ne ben, ne de sen boynumuzu kıracağız, dedi. Ben yürüyebilirim, sen köpeğini kucakla hele. Haklıydı da. O yığına düz bir yolmuş gibi, bir kez önüne bile bakmadan tırmandı. Tâ oraya kadar yüklendim Spotu, on beş
yirmi kilo olmalıydı, bense o zamanlar kırk beş kiloydum. Louis, ertesi günü nasıl sızılar içindeydim anlatamam. Sen bugün nasıl hissediyorsun kendini?»
Louis yalnızca başını sallamakla yetindi.
•Yürüdük de yürüdük. Sonsuza dek yürüyeceğiz gibi gelmişti bana. O zamanlar ormanlar daha ürkütücüydü. Ağaçlarda pek çok kuş vardı. Hayvanlar da. Geyik, ayı falan. Spot'u arkamda sürüklüyordum. Bir süre sonra Stanny B.'yi değil de bir kmlderüiyi izlediğimi düşünmeye başladım. Stanny artık tö-
— 135 —kezlemiyor, düşmüyordu. Rahat adımlarla dimdik yürüyordu, bu da bu fikri iyice yerleştirmişti kafama. Ama Küçük Tann Bataklığının ucuna geldiğimizde dönüp bana bakınca yine Stanny' yi görüp rahatladım. Tökezleyip düşmemesinin tek nedeni korkusuydu. Korkudan ayılmıştı artık.
Bana dün gece sana anlattığım şeyleri anlattı sonra, dalgıç kuşlarını, bataklık gazlarını falan.
Görüp duyduğum şeylere hiç aldırmayacaktım. En önemlisi bir şey seninle konuşacak olursa sakın karşılık verme, dedi Bataklığı geçmeye başladık sonra. Bir şey gördüm, ama bunu sana söyleyecek değilim, on yaşımdan bu yana belki beş altı kez daha oraya gittimsede bir daha öyle bir şey görmedim. Bir daha da görmeyeceğim. Dün gece Micmac mezarlığına son gidi-
şimdi, Louis.»
Burada oturmuş tüm bu dinlediklerime inanıyor olaınanı, diye düşündü Louis. içtiği üç bira kendi kendine konuşmasını kolaylaştırıyordu. Yaşlı Fransızların, Kızılderili mezarlıklarının, VVendigo diye bir şeyin ve öldükten sonra dirilcn hayvanların hikayelerine inanıyor olamam, değil mi? Kedi sersemlemişti sadece, bir araba çarpmış ve sersemlemişti, hepsi bu. Bunak bir ihtiyarın saçmalamaları bunlar.
Ama değildi ve Louis bunun böyle olmadığını biliyordu. Üç bira bu bilgisini yok edecek değildi.
Otuz üç tane içse de bir yaran olmazdı.
Church ölmüştü, bir şeydi bu, şimdi canlıydı, bu da başka bir şey. Hayvanda bir gariplik vardı, bu da üç. Bir şey olmuştu. Jud belki kendisine bir iyilik borcu olduğunu düşünmüştü... ancak Micmac mezarlığındaki büyü belki de o kadar iyi bir büyü değildi. Louis .çimdi bunu yaşlı
adamın gözlerinde okuyordu. Jud'un gözlerinde bir şey bunu bildiğini gösteriyordu. Bir gece önce onun gözlerinde gördüğü ya da gördüğünü sandığı şeyi düşündü. O neşeli bakış. Jud'un Ellie'nin kedisiyle kendisini o gece yolculuğuna çıkarma fikri yalnızca yaşlı adamdan gelmiş
değildi.
Kimden gelmişti öyleyse? Ancak verecek bir karşılığı olmadan soruyu silip attı kafasından.
«Spot'u gömüp taş yığdım üzerine. İşim bittiğinde Stanny B. uyuyordu. Onu uyandırmak için epey sarsmak zorunda kaldım, ama o kırk dört basamağı inince...»
— 136 —
«Kırk beş,» diye nunküuıdı Louis.
Jud başını salladı. «Do,gru, kırk beş. işte o kırk beş basamağı indiğimizde yine ağzına bir damla koymamış gibi dimdik yürümeye başladı. Bataklığı, ormanı, ağaç yığınını geçtik, sonunda bizim eve vardık. On saat geçmiş gibi gelmişti bana, oysa ortalık hâlâ karanlıktı.
Simidi ne olacak, diye sordum Stanny' ye. Olacakları bekle, deyip yine sallana sallana yürüdü
gitti. O gece yine ahırda yattı sanırım. Sonunda benim Spot iki yıl fazla yaşadı ondan.
Karaciğeri bozuldu, kanını zehirledi, çocuklar 4 Temmuz 1012 günü yol kenarında ölü buldular Stanny B.'yi... Ben o gece yine sarmaşığı tırmanıp odama çıktım ve başım yastığa değer değmez uyudum. Ertesi sabah saat dokuzda annemin sesiyle uyandım. Babam demiryolunda çalışırdı, saat altıda çıkardı evden. Annem beni yalnızca çağırmıyordu. Louis. Çığlık çığlığa haykırıyordu.»
Jud gidip buzdolabından bıir bira aldı, şişeyi çekmecenin kulpuna sokup açtı. Tavandan gelen ışıkta yüzü sapsarı, nikotin rengindeydi. Birasının yansımı içti, silah patlaması gibi bir sesle geğirdi, sonra Norma'nın yattığı oclaya doğru baktı. Yine Louis'e döndü.
-Bunu anlatması çok güç benim içi .a. Yıllarca, düşündüm durdum ve kimseye ağzımı açıp bir şey söylemedim. Seks konusu gibi. Şimdi sana söylüyorum. Louis, çünkü senin şimdi değişik bir hayvanın var. Tehlikeli değil belki... ama değişik. Doğru mu?»
Louis, Church'ün beceriksizce tuvaletin üstünden atlayışını, pek budalaca görünmeyen o bulanık gözlerinin kendi gözlerine dikilmesini düşündü.
Başını salladı sonra.
•Aşağı indiğimde annem buzdolabıyla tez gah arasında bir köşeye sığınmış duruyordu. Yerde beyaz bir şey vardı, pencereye asmak üzere olduğu perdeler. Mutfağın ktıpısında köpeğim Spot duruyordu. Her tarafı toztoprak içindeydi, bacakları çamurluydu. Karnındaki tüyler pislikten düğüm düğümdü. Hırlamıyor, ses çıkarmıyor, yalnızca orada durup bakıyord.uı. Ama istese de, istemese de annemi köşeye sığınmaya zorladığı belliydi. Annem korkudan çıldıracak gibiydi, Louis. Anan babtın için ne düşündüğünü bilmiyorum ama ben benimkileri çıljnnı gibi severdim.
— 137 —
Annemi böyle korkutacak bir şey yaptığım düşüncesi Spot'u görünce sevinmemi engellemişti.
Onu orada gördüğüme şaşmamıştım bile.»
«Bu duyguyu çok iyi biliyorum,» dedi Louis. «Church'ü bu sabah gördüğümde... sanki...»
Durakladı bir an. Çok doğal mı? Aklına ilk gelen şey buydu, ama aradığı sözcükler bunlar değıi di. »Sanki olması beklenen bir şeymiş gibi...»
-Evet,» diyen Jud bir sigara yaktı. Elleri çok hafif tıtriyo. du. «Annem beni orada don gömlek görünce bağırmaya ba> ladı. Köpeğine yemek ver, Jud! Hayvan yemek istiyor, çabu v yemek ver ve perdeleri pisletmeden al götür! Ben hemen yiye çek bir şeyler bulup köpeği çağırdım. Sanki adını tanımıyormu9 gibi gelmedi ilk önce. Spot dcg.il bu, diye düşündüm, ona ben zeyen bir sokak köpeği...»
'Evet! Evet!» dedi Louis.
Jud başını salladı. «Ama ikinci, üçüncü çağırışımda geldi. Üstümü fırlar gibi. Onu dışarı
çıkarmaya çalıştım, gitti kapıya çarptı, az daha devriMyordu. Verdiklerimi yedi ama. Ben de o arada korkumu yenm iş, neler olup bittiğini anlar gibi olmuştum. Çömelip kucakladım hayvanı.
Gördüğüme o kadar sevinmiştim ki... Spot o anda yüzümü yaladı...> Jud ürperdi, binasını kaldırıp içti.
«Louis, soğuktuı dili. Spotun seni yalaması demek yüzüne ölü bir balık sürtmek gibi, bir şeydiı.»
Bir sure ikisi <dfî konuşmadılar. «Devam et.» dedi Louis.
«Spot yemeğini bitirince onu yıkamak için kullandığımız eski tekneyi çıkarıp hayvanı bir güzel yıkadım. Spot yıkanmaktan nefret ederdi, çoğ unlukla babam ve ben onu güç bela yıkar, bu arada da tepede!n tırnağa islenirdik. Babam küfürler yağdırır, * Spot da genellik! le köpeklerin yaptıkları gibi utanmışçasına, bakardı bize. Yıkanmanın hemen ardından da topraklar içinde yu-,' varlamr, sonra tüylerini silkelemek için annemin çamaşır ipinin altına koşar, bütün temiz çarşaflan berbat ederdi. Annem dej yaygarayı kopaırır, köpeği vuracağını söylerdi. Ama o gün hiç ses çıkarmadı Sjpot. Yıkanırken kıpırdamadı bile. Hoşlanmamıs-tım bundan. Bu .. şey...
sanki bir et parçasını yıkamak gibi bir şeydi. Yıkadıktan sonra havlusunu alıp güzelce kunıladım. Dikenli telden yamalanan yerlerini görüyordum, telin doladığı yer-
— 138 —lerde tüy bitmiyordu,, eti de çökmüş gibiydi. Eski bir yaranın iyileştikten beş yü sonraki hali gibi.» - - - —
Louis başını salladı. Mesleğinde zaman zaman rastlamıştı buna. Yaralı yer hiçbir zaman tam olarak etle dolmazdı. Bu da kendisine hep mezarları ve cenaze kaldırıcısı amcasının yanında çalıştığı günleri hatırlatırdı.
«Başını gördüm sonra. O çöküntülerden bir de orada vardı, ama tüyleri küçük beyaz bir daire gibi örtmüştü üzerini. Kulağının yanındaydı.'
•Babanın kurşunu sıktığı yer,» dedi Louis.
Jud başını salladı.
«Bir insanı ya da hayvanı kafasından vurmak sanıldığı kadar kesin bir yol değildir, Jud.
Merminin kafatasının çevresinde dolaşıp beyine girmeden öteki yandan çıkabileceğini bilmeyen intihar meraklılarıyla doludur bitkisel yaşam koğuştan. Ben kendini sağ kulağının üstünden vuran ve kurşunun kafasının öteki yanma geçip şahdamarını parçalamasından ölen birini de görmüştüm. Kurşunun izlediği seyir bir yol haritasını andırıyordu^
Jud gülümsedi. «Norma'nın gazetelerinden birinde öyle bir haber okuduğumu hatırlıyorum.
Ama Louis, babam Spot öldü dediğinde Spot ölmüş demekti.»
• Pek*\lâ. Öyle diyorsan, öyledir.-«Kızının kedisi ölmüş müydü?»
•Öldüğünü sanmıştım.-
•Olmadı, Louis. Doktorsun sen.»
•Olmadı. Louis. Tanrısın sen, dermiş gibi söyledin bunu Ben Tann değilim. Hava karanlıktı...»
•Karanlıktı elbette, başı da bilyalı yatak üzerindeymiş gibi dönüyordu, onu kaldırmak istediğinde dondan yere yapılmış gi-biydi,\ Louis. Canlılar öyle ses çıkarmazlar bir yerden kaldırılırken. Ancak ölüysen yattığın yerin altındaki don çözülmez.»
Yan odada, saat on buçuğu çaldı.
• Baban eve gelip köpeği gördüğünde ne dedi?» diye sordu Louis.
«Ben bahçede bilya oynuyor, ama aslında onun gelmesini bekliyordum. Kötü bir şey yapıp da dayak yiyeceğimden emin olduğum zamanlardaki gibiydim. Saat sekizde bahçe kapısında
— 139 —göründü babam, üzerinde tulumu, başında kasketi vardı...Louis eliyle örttü ağzını esnerken.
«Saat epey geç oldu,» dedi Jud. «Bitirelim artık.»
«Pek o kadar geç değil. Her akşamkinden birkaç bira fazla içtim de ondan. Devam «t, Jud acele etme. Sonuna kadar dinlemek istiyorum.»
«Babamın elinde sefertası vardı, boş tasları sallaya sallaya ıslık çalarak geliyordu. Hava kararmıştı ama yine de beni orada görmüştü. Her zaman olduğu gibi, selam Judkins, dedi. O
anda Spot karanlıktan çıkıverdi, her zaman olduğu gibi onu gördüğüne sevinmiş olarak üstüne sıçramadı ama. Ağır ağır, kuv-ruğunu sallayarak geldi. Babam sefertaşım düşürdü elinden, jkı
adım geriledi. Dönüp kaçacaktı belki, ama sırtı çite dayanmıştı. Spot sonunda sıçradığında babam hayvanın ayaklarını tuttu. Dans ettiğin kadının ellerini tutuyorsun gibi. Uzun uzun baktı
köpeğe, sonra bana döndü. Yıkanması gerek bunun, Jud. dedi. Gömdüğün toprak kokusu sinmiş üstüne. Sonra da ev» girdi.»
«Sen ne yaptın?» diye sordu.
«Bir daha yıkadım tabii. Spot yine hiç kıpırdamadan oturdu teknede. Eve girdiğimde saat dokuz bile olmamıştı, ama annem yatmıştı. Babam, konuşmamız gerek, Judkins. dedi.
Karşısına oturdum, hayatım boyunca ilk kez erkek erkeğe konuştuk. Sizin evin oradan hanımeli, bizim bahçenden de gül kokulan geliyordu.» Jud Crandall içini çekti. «Benimle öyle yüz .yüze konuşmasının iyi bir şey olacağını düşünürdüm, ama hiç de öyle olmadı. Tıpkı karşı
karşıya konmuş iki aynadan birine bakınca kendini aynalardan bir koridorda görülmüşsün gibi.
Bu hikâye kimbilir kaç zamandır kulaktan kulağa dolaşıyordu. Adları dışında hep aynı hikâye.»
«Baban işi biliyordu.»
•Evet. Seni oraya kim götürdü, Jud, diye sordu. Ben de anlattım. Beklediği bir şeymiş gibi başını salladı. Böyle bir şeyi bekliyor olmalıydı. Daha sonraları o günlerde beııi oraya götü-1
rebilecek altı yedi kişinin Ludlovr'da yaşadıklarını öğrendim. -, Bunların içinde bu çılgınlığı
yapabilecek tek kişinin Stanley B. olduğunu tahmin etmişti sanırım.»
— 140 —
«Jud, babana seni oraya neden kendisinin götürmediğini sordun mu?»
«Sordum, o uzun konuşmamızın bir yerinde sordum bunu. Kötü bir yer olduğunu, ne hayvanlarını kaybeden insanlar için, ne de hayvanların kendileri için iyi olmadığını söyledi.
Spotu yeni haliyle beğenip beğenmediğimi sordu sonra. Biliyor musun, Louis, bu soruya çok güç karşılık verebildim... sana duygularımı anlatmam] çok önemli, çünkü az sonra sen de bana eğer yaptığımız kötü bir şeyse kızının kedisini neden oraya gömdürt-tüğümü soracaksın, öyle değil mi?»
Louis başını salladı. Ellie döndüğünde Church için ne düşünecekti? öğleden sonra Steve Masterton'la tenis oynarken hep bunu düşünmüştü.
«Çocukların kimi zaman ölmenin daha iyi olduğunu anlamaları için yaptım belki de,» dedi Jud biraz zorlanarak. «Sen'n Ellie'nin bilmediği bir şey bu, içimde bir ses kızın bunu bilmemesinin nedeninin karının da bilmemesi olduğunu söylüyor. Yanılıyor muyum söyle, eğer yanılıyorsam burada keseriz bu konuyu.»
Louis ağzımı açtı, sonra kapattı.
Jud ağır tjjT konuşmaya başladı, sözcükten sözcüğe atlıyo--du şimdi, gect bataklıkta öbekten öbeğe atladığı gibi.
"Yıllar boyunca pek çok kez gördüm bunu. Sana Lester \[or-gaıı'ın ödül kazanmış boğasını
oraya gömdüğünü söylemiştim. Hanratty diye bir boğa. Ne saçma bir ad, değil mi? Hayvan içinde bii' yaradan falan ölmüştü. Lester tâ oraya kadar sürükledi hayvanı. Bunu nasıl yaptı, o ağaç yığınını nasıl aştı bilemiyorum Ancak insan yapmak istedi mi, yapar derler. O mezarlık için en azından doğrudur bu. Hlmratty döndü, ama Lester iki hafta sonra vurdu hayvanı. Boğa aksileşmişti. Ne var ki. böyle olan başka hayvan da duymadım. Çoğu biraz daha aptal., biraz daha ağır... biraz...-
«Biraz da ölü mü?»
«Evet. Biraz da ölü. Sanki... sanki bir yere gitmişler de... yan yoldan dönmüşler gibi. Kızın bunu bilmeyecek, Louis. Kedisine araba çarptığını, hayvanın öldüğünü ve yeniden dirildigı-ni bilmeyecek. Bunun için çocuk öğrenilecek bir ders olduğunu bilmiyorsa ona ders veremeyeceğini söyleyebilirsin. Ancak . •
— 141 —
Ancak bazen öğretebilirsin.» dedi Louıs, kendi kendine konuşur gibi.
•Evet, bazen. Belki de kız ölümün gerçekte ne olduğunu acıların dinip iyi anıların başlaması
olduğunu anlar. Yaşamın sonu ciegil de acının sonu. Bunlan ona anlatmazsın, o kendi bulur çıkarır. Eğer bana benziyorsa, hayvanını sevmeye devanı eder Hayvan aksilenmeyecek, önüne geleni ısırmayacak, böyî > ?pyler olmayacak... Onu sevmeyi sürdürür ama kendi sonuçlarını da kendisi çıkaracak ve sonunda öldüğü zaman da derin bir suluk alacak.-Beni bunun için götürdun oraya,- dedi Louis. Kendini daha jyı hissediyordu şimdi. Bir açıklama vardı. Mantıktan çok sınır uçlarına hitap ediyordu, ama yine de bu koşullar altında bir açıklamaydı.
Jud ansızın elleriyle yüzünü örttü. Louis bir an yaşlı adama şiddetli bir sancı geldiğini sanıp merakla doğruldu, ama sonra göğsünün inip kalktığını görünce onun ağlamamak içia kendini tutmaya çalıştığını anladı.
•O yüzden, ama o yüzden değil de,- dedi Jud boğulur gibi bir sesle. «Stanny B.'nin bunu yaptığı nedenle yaptım. Lester Morgan'ın köpeği ezilen Linda Lavesque'i oraya götürdüğü
nedenle. Hem de Lester boğası çayırda çocukları kovalıyor*' diye hayvanı kendi eliyle öldürmüştü. Yine de götürdü Linda'yı. Buna ne dersin bakalım?»
•Jud, neden söz ediyorsun sen?» diye korkuyla sordu Louis.
Lester de, Stanny de, ben de aynı nedenle yaptık bu işi. Alıştığın için, karşı koyamadığın için yaparsın bunu. Mezarlığın gizli bir şey olduğu ve bu sırn biriyle paylaşmak istediğin için yaparsın. İyi de bir neden buldun mu...» Jud ellerini yüzünden çekip inanılmaz derecede yorgun ve yaşlı görünen gözleriyle yüzüne baktı, -işte o zaman da yaparsın işte. Kendi kendine neden uydurursun... iyi nedenler gibi gelir bunlar sana... ama çoğunlukla istediğin için yaparsın. Ya da yapmak zorun/da olduğun için. Babam beni oraya götürmedi, kendisi hiç
gitmemişti çünkü, oradan söz edildiğini duymuştu yalnızca. Stanny B. ise oraya gitmişti... beni de götürdü... aradan yetmiş yıl geçti... ve ansızın...» '
— 142 —
Jud başını sallayıp avucunuu içine kuru kuru öksürdü.
«Dinle, Louis. Lester'in boğası aksilenen tek hayvandı bildiğim kadarıyla. Bayan Lavesque'in küçük köpeği bir kere postacıyı ısırmıştı galiba... hayvanların zamanla kötüleştiklerini falanda duymadım değil... ama Spot hep iyi kaldı. Yalnız ne yaparsan yap, ne kadar yıkarsan yıka hep toprak kokardı... ama iyi bir hayvandı. Annem bir daha elini bile sürmedi köpeğe, ama iyi hayvandı, Louis, bu akşam gidip kediyi öldürürsen tek bir şey bile söylemeyeceğim. Orası...
insanı bir kez etkisi altına aldı mı, dünyanın en iyi nedenlerini uyduruyorsun sonra... ama yanılmış olabilirim, Louis. Lester yanılmış olabilir. Stanny B. yanılmış olabilir. Ben de Tanrı
değilim. Ama ölüyü diriltmek. . Tanrı olmaya ancak bu kadar yaklaşılabilir, değil mi?»
Louis yine bir şey söylemek için ağzını açtı, ama söylenu-den kapattı. Söyleyecekleri yanlış
olacaktı, zalimce olacaktı. Jud. ben o kadar sıkıntıya lanet olasıca hayvanı bir daha öldürmek için girmedim.
Jud birasını bitirdi. «Hepsi bu kadar sanırım. Tükendim artık..
«Bir soru daha sorabilir miyim?»
«Sor bakalım.» • «Oraya hiç insan gömülmüş müdür?»
Jud'un kolu elinde olmadan kasıldı, iki şişe yere devrildi biri parçalandı.
«Aman Tannm! Hayır! Bunu kim yapar ki? Böyle şeylerden söz bile etme, Louis!»
«Merak etmiştim.»
-Bazı şeyler merak edilmez.- Jud Crandail ilk kez vas'lı ve-hastalıklı göründü Louis'in gözüne.
Sanki taze kazılmış mezu-nnm yakınlarındaymış gibi.
Daha sonra eve döndüğünde Jud'un. o anda naşı! goni--düğü hakkında bir şey daha takıldı
kafasına.
Yalan söylüyormuş gibi bakmıştı yüzüne.
— 143-
27
Louis ne kadar sarhoş olduğunu kendi garajına girene dek anlayamadı. '
Dışarda yıldızların ışıklan ve hilâl biçiminde ay gölge verecek kadar değilse de, yine önünü
görecek denli ışık vardı. Garaja girince ortalık zifiri karanlık oldu birden. Bir yerlerde bir elektrik düğmesi olacaktı ama yerini hatırlayamıyördu bir türlü Ayaklarını sürüyerek ağır ağır yürüdü, her an yere atılmış bir oyuncağa çarpmaktan, oyuncakla birlikte tepetaklak yuvarlanmaktan korkuyordu.
Kedi neredeydi? içerde mi kalmıştı yoksa?
Her nasılsa yolunu kaybetmişti, bir duvara tosladı. Eline bir kıymık batınca, «Bok!» diye bağırdı
karanlığa. Ama birden kızmaktan çok korkmuş olduğunu anladı. Garaj olduğu yerde dönmüştü
sanki, şimdi değil elektrik düğmesini, neyin nerede olduğunu bile hatırlamıyordu. Mutfak kapısının nerede olduğunu da.
Avucunun içi yanarak küçük adımlarla yürümeye başladı yine Kör olmak böyle işte, diye düşünüyordu. Rachel'le gittiği Stevje Wonder konserini anımsadı. Altı yıl falan önceydi. Ellie'ye hamileydi. Rachel, VVonder'i Synthesizeer'e iki adam getirmişlerdi, yerdeki kablolara falan ayağının takılmaması için uyanyot-lardi, iki kolundan tutarlarken. Sonra diğer -şarkıcılardan biriyle dansa kalktığında kadın Wonder'i sahnenin temizce bir yerine çekmişti. İyi dans ediyordu, diye hatırladı Louis, ama iyi dans edebileceği yere kendisini götürecek birine ihtiyacı
vardı
Beni mutfak kapısına götürecek bir sağ kol olsa, diye düşünürken birden durup titredi.
Karanlıktan kendisine yol gösterecek bir el çıksa nasıl da çığlık çığlığa bağırırdı.
Kalbi yerinden kopacakmış gibi atarken durdu. Yürü, dedi kendi kendine. Bırak bunları şimdi, yürü... O lanet olasıca kedi neredeydi? Birden steyşin vagonun arka çamurluğuna çarptı, dizinden
s
İ
— 144 —sırtına kadar yayıldı şiddetli bir sancı. Tek bacağı üstünde leylek gibi durup bacağını kaldırdı, iki eliyle tuttu. Şimdi nerede olduğunu biliyordu hiç olmazsa, garajın haritasını çizmişti kafasında, üstelik gözleri de karanlığa alışıyordu. Kediyi evde bırakmıştı, hatırlıyordu şimdi, dokunmak, kucağına alıp dışarı taşımak istememişti...
Church'ûn sıcak, tüylü gövdesi o anda alçaktan akan bir su gibi bileğine sürtündü. İğrenç
kuyruğu bir yılan gibi yalayıp geçti dizini... Louis o zaman çığlığı bastı işte... ağzını açtı ve bağırdı, bağırdı, bağırdı.
28
«Baba!» diye bağırdı Ellie.
Kız uçaktan inen yolcular atlasından bir futbolcu gibi çalımlar atarak koştu babasına.
Yolculardan çoğu gülümseyerek kenara çekiliyorlardı. Kızın bu sevgi gösterisi karşısında utanmıştı Louis. ama yine de budalaca bir gülümseme yayılıyordu yüzüne.
Gage. Rachel'in kucağındaydı, oğlan da Ellie bağırınca gördü babasını. «Baaa!» diye çığlığı
basıp annesinin kucağından allamaya çalıştı. Rachel gülümsedi (biraz yorgunca bir gülümseme, diye düşündü Louis), oğlanı kucağından indirdi. Gage de Ellie'nin ardından koşmaya başladı.
«Baaa! Baaa!»
Louis oğlanın üstünde daha önce görmediği bir tulum olduğunu farketti Büyükbabasının işi olmalıydı bu. Ellie o anda üstüne atlayıp ağaca tırmanır gibi tırmandı kucağına.
•Baba!» Louis'in yanaklannı öptü.
•-Nasılsın, kızım!» Louis eğilip Gaı&e'i de koluna aldı, ikisini de kucakladı. «Sizi ne kadar özledim', bilemezsiniz.»
Rachel de çantası ve para cüzdanı elinde olduğu halde gelmişti yanlarına. Öteki kolunda da Ga»?e'in bezlerinin bulunduğu torba vardı. Uzun ve yorucu bir göınevden dönen profesyonel bir fotoğrafçıya benziyordu.
— 145 — l Hayvan Mezarlığı — F : 1C
Louis iki çocuğun arasından uzanıp kansını öptü. «Merhaba!»
-Nasılsın, doktor?» «Yorgun görünüyorsun.»
-Ölesiye yorgunum. Boston'a kadar rahat geldik- Uçak değiştirmekte de sorun çıkmadı.
Kalkarken de. Ama uçak kentin üstünde dolanırken Gage aşağı baktı ve üstüme kustu.»
«Eyvah!»
-«Tuvalette üstünü değiştirdim Mikrop falan aldığını sanmıyorum Uçak tutmuştur.»
- Haydi eve,- dedi Louis. «Si'te pizza hazırladım.-
- Pizza! Pizza! diye bağırdı Ellie babasının kulak zarını palla tırcasına.
-Pica! Pıca!» diye Gage öteki kulağının zarını patlattı. 'Yürüyün,- dedi Louis. «Davullarınızı
alalım da kurtulalım şuradan.-
-Baba. Church iyi mi?» diye sordu Ellie babasının kucağın dan iner inmez. Louis'in beklediği soruydu bu. Ama Ellie nin endişeli yüzünü, lacivert gözleri arasında beliren derin çizgiyi hiç
beklemiyordu. Louis kaşlannı çatıp Rachel'e baktı.
«Haftasonunda ağlayarak uyandı bir gece,» dedi Rach^l «Bir karabasan görmüş.»
-Church'ün ezildiğini gördüm rüyamda.»
-Bayram gününün ardından hindili sandviçleri biraz i'azia kaçırdın,» dedi annesi. «İshal de oldu. Şunun içini rahat ettir de buradan çıkalım artık, Louis. Son bir haftada en az beş yıl yetecek kadar havaalanı g< ördüm.»
«Church iyidir, kızım,» dedi Louis.
İyidir elbette. Bütün §;ün evde yatıyor ve o garip, bulanık gözleriyle beni gözetliyor, sanki bir kedinin sahip olduğu zeka her neyse işte onu yoketntiş birini görmüş gibL Çok iyidir.
Dokunmaktan iğrendiğim içfın geceleri süpürgeyle atıyorum'dışarı. Süpürür gibi itiyorum, o da gidiyor. Geçen gün kapıyı açtığımda, Ellie, bir fare vardı af jzında. Kahvaltı diye barsaklanra boşaltmıştı hayranın. O sabi ıh ben kahvaltı edemedim. Bunun di şrada...
«İyidir, kızım.»
Ellie'nin gözleri arasındaki çizgi kayboldu. «Çok sevindim.
_ 146 —
O rüyayı görünce onu öldü sanmıştım.»
-öyle mi?» Louis gülümsedi. «Rüyalar garip şeyler, değil mi?-
«Rüla!» diye bağırdı Gage. Artık papağan devresine girmişti, duyduğu her şeyi tekrarlayacaktı.
«Haydi yürüyün bakalım,» dedi Louis, bağa} bölümüne .doğru yürüdüler.
Park yerindeki steyşin vagona yaklaşıyorlardı ki, Gage garip, hıçkınr gibi bir sesle, «Cici! Cici!»
dedi ve ailesini karşılamak için yeni aldığı pantolonu giymiş olan Louis'in üstüne kustu.
Anlaşıldığı kadanyla Gage, kusura bakmayın kusmam geldi, demek için cici denilmesini yeterli buluyordu.
Bangor Havaalanından Ludlcrvv'daki evlerine olan on yedi millik yol boyunca Gage ateş
belirtileri gösterdi, huzursuz bir uykuya daldı. Louis arabayı geri geri garaja sokarken gözünün ucuyla Church'ün duvann dibinde kuyruğu dimdik havada olarak arabayı garip gözleriyle incelediğini farketti. Kedi günün son ışıkları arasında kayboldu. Louis dört yedek lastiğin yanında barsaklan deşilmiş "bir sıçan gördü. Garajın karanlığında pembe pembe parlıyordu sıçanın içi.
Louis arabadan çıktı, yanlışlıkla olmuş gibi lastik yığınına çarptı, üstteki iki tane düşüp sıçanı
örttü. Church'ün dirilmeden önceki yaşamında yalnızca bir tek fare öldürdüğünü görmüştü.
Kimi zaman fareleri köşeye sıkıştırır ve onlarla sonu kötü bitecek Dir oyuna girişirdi, ama her seferinde ya kendisi ya da Rachel yetişip fareyi kedinin pençelerinden kurtarmışlardı. Kedilerin kısırlaştırıldıktan sonra, hele karınlan iyi besleniyorsa, farelere dönüp bakmadıklarını da bilirlerdi.
-Orada durup hayal mi kuracaksın, yoltsa şu çocuğu taşımama yardım mı edeceksin?» diye sordu Rachel. -Mongo Uydusundan dön artık, Dr. Creed. Dünya insanlarının sana ihtiyacı var.»
-Kusura bakma.» Louis şimdi alev alev yanan oğlanı kucakladı.
O akşam Louis'in ünlü pizzasmı yalnız üçü yediler. Gage oturma odasındaki divanda ılık tavuksuyu çorbası dolu bir şişeyi eline alıp hasta hasta televizyon seyretti.
Yemekten sonra Ellie garaj kapısına gidip Church'e seslen-
— 147 —di. Rachel yukarda bavulları açarken bulaşıktan yıkayan Louis kedinin ortaya çıkmayacağını
umdu. Ama kedi o yeni ağır yürüyüşüyle hemen beliriverdi. Sanki çagınlmayı bekliyormuş gibi.
Sinsice, insanın aklına ilk gelen sözcük buydu.
«Church!» diye bağırdı Ellie. «Merhaba. Church!» Kız kediyi kucakladı. Louis gözucuyla seyrediyordu; bulaşık leğeninin içinde eliyle kalmış çatal bıçak var mı diye artyordu bir yandan.
Ellie'nin mutlu yüzünde bir şaşkınlık başlangıcı gördü. Kedi k-, zın kucağında hiç kıpırdamadan, gözlerini gözlerine dikmiş olarak yatıyordu.
Uzun bir dakika sonra -Louis'e çok uzun geldi bu dakika -kız kediyi indirdi. Church arkasına bakmadan yemek odasına yürüdü. Küçük sıçanların cellatı, diye düşündü Louis. Tanrını, biz ne yaptık o gece?
Gerçekten ne yaptıklarım anımsamaya çalıştı, ama bu o ko-dar geride kalmış, öylesine pusluydu ki. Victor Pascow'un dispanserdeki kanlı ölümü gibi. Gökyüzünde rüzgârdan arabaları
ve ormana giden arka çayırlıktaki beyaz kar parıltısını hatırlıyordu, hepsi o kadar.
«Baba?- Ellie alçak sesle konuşuyordu.
«Ne var, kızım?»
«Church çok garip kokuyor.» ' «öyle mi?» . i.elao
••Evet! Çok kötü hem de! Eskiden böyle kokmazd;. Şey.. kaka kokuyor!»
«Belki de pistik bulaşmıştır üstüne, yavrum. Her neyse geçer yakında.»
«Dilerim geçer.» dedi Ellie o komik büyümüş de küçülmüş sesiyle. Yürüdü gitti sonra.
Louis sonuncu çatalı bulup yıkadı, suyu boşalttı. Dışardan çılgın gibi esen rüzgarın sesi geliyordu. Rüzgâr kışı getiriyordu. Birden korktuğunu farketti, saçma, nedensiz bir korku, insanın bulutlar birden güneşi örttüğünde ya da nedenini bilmediği bir takırtı duyduğunda korktuğu gibi.
-Kırk mı?» diye sordu Rachel. «Lou, emin misin?» «Virüs,» dedi Louis. Rachel'in suçlar gibi ses tonundan et-küenmemeye çalışıyordu. Yorgundu kansı. Uzun bir gün geçir-
— 148 —mis. çocuklarıyla koca kıtanın yansını aşmıştı. Saat gecenin on biriydi ve hâlâ günü sona ermemişti. Ellie odasında mışıl mışıl uyuyordu. Gage baygın denebilecek bir halde onların yatağında yatıyordu. Louis bir saat önce aspirine başlamıştı. «Aspirin sabaha kadar ateşini düşürür, sevgilim,» dedi.
«Ampisilin falan vermeyecek misin?»
«Grip ya da başka bir enfeksiyon olsa verirdim. Ama yalnızca bir virüs bu. Penisilin türü
ilaçların virüs üzerinde fazla bir etkisi yoktur. Aksine ishal yapar ve vücut suyunu azaltır.»
-Virüs olduğundan emin misin?»
«İkinci bir fikir istiyorsan serbestsin!»
«Bana bağırmana gerek, yok!» diye bağırdı Rachel.
«Bağırmıyordum!» diye bağırdı Louis.
«Bağınyordun! Bağınyordun işte...» Birden ağzı titremeye başladı, elini yüzüne götürdü. Louis karısının gözleri altında koyu renkli torbacıklar oluştuğunu gördü, kendisinden utandı.
«Özür dilerim,» diyerek oturdu karısının yanma. «Ne olduğunu bilmiyorum böyle. Özür dilerim, Rachel.»
«Ne şikâyet et, ne özür dile,» diyen Rachel hafifçe gülümsedi. «Bir kere bana böyle demiştin.
Yolculuk berbattı. Gage'in dolabına bakınca tepenin atacağından korkuyordum sonra. Şu anda bana acırken söylesem iyi olacak sanırım.»
«Tepemi attıracak ne oldu?»
«Annemle babam on takım elbise aldılar oğlana. Bugün de üstünde onlardan biri vardı.»
«Yeni bir şey giydiğini farketmiştim.»
«Farkettiğini farkettim ben de.» Rachel yüzünü buruşturunca Louis'in içinden hiç gülmek gelmediği halde güldü. «Ellie'ye-de altı elbise.»
«Altı mı!» Bağırmamak için güç • tutuyordu kendini Louis. Birden öfkelenmişti, nedenini bilemeden, açıklayamadan. «Ne-den ama, Rachelt Neden bunu yapmalanna razı geldin?
ihtiyacımız yok bizim,., biz alabiliriz...»
Sustu sonra. Öfkesinden boğuk çıkıyordu sesi, aradığı sözcükleri bulamıyordu. Ormanda Ellie'nin kedisini taşıması geldi gözlerinin önüne, ağır torbayı bir elinden diğerine aktanşı... ve bu sırada Lake Forest'li o orospu çocuğu lrwin Goldman kızının sevgisini o dünyaca ünlü çek defteri ve dünyaca ünlü dolmaka-
— 146 —lemiyle satın almaya çalışıyordu...
Az daha şöyle bağıracaktı: O kıza altı elbise aldı, ben de
•ölü kedisini dirilttim, hangimiz daha çok seviyoruz kızı?
Ama kapattı ağzım. Böyle bir şeyi asla söylemeyecekti. Asla.
Rachel kocasının boynuna dokundu. «Louis, lütfen anlamaya çalıştı. Lütfen. Çocukları
seviyorlar, çok da az görüyorlar torunlarını. Ve ikisi de yaslanıyorlar artık, Louis. Babamı
görsen tanımazsın şimdi.»
«Tanırım,» diye mırıldandı Louis.
«Lütfen anlamaya çalış, sevgilim. Anlayışlı olmak bir zarar vermez sana.»
Louis uzun bir süre baktı kansına. «Zarar veriyor,» dedi «Vermemesi gerek belki ama veriyor işte.»
Rachel tam ağzını açmıştı ki, Ellie'nin sesi duyuldu. «Baba! Anne!»
Rachel doğrulurken Louis kalktı. «Sen Gage'in yanında ka! ben bakarım.» Kızın ne istediğini tahmin ediyordu. Kediyi dışarı çıkarmıştı; Ellie yattıktan sonra hayvanı yemek tabağını
koklarken görmüş, dışan atmıştı. Kedinin kızıyla birlikte yatmasını istemiyordu. Bundan sonra olmazdı. Cari Amcanın cenaze eviyle ilgili anılarıyla hastalık düşünceleri birleşmişti kafasında Church'ün Ellie'nin yatağında yattığı aklına gelince.
Her şeyin eskisi gibi olmadığını, işin içinde bir şeyler olduğunu anlayacak kız.
Kızı yatırırken kediyi dışarı atmıştı, ama şimdi Ellie'nin odasına girdiğinde kız yan uyanık bir halde yatağının içinde oturuyordu. Church ise yarasa gibi pencere pervazına kurulmuştu Gözleri açıktı ve koridordan gelen ışıkta panldıyordu.
«Baba, şunu dışan çıkar, öyle pis kokuyor ki,- diye mırıldandı Ellie.
«Şişş! Haydi sen uyu, Ellie.» Louis sesinin sakinliğine kendisi de şaşmıştı. Pasccrvv'un öldüğünün ertesi günü, uykuda gezmesinden sonraki sabahı hatırladı. Dispansere gittiğinde yüzünün berbat olduğunu düşünerek doğruca banyoya girip aynada kendisine bakmıştı.
Çevredeki insanların içlerinde ne korkunç sırlar gizli olduğu halde dolaştıklarım düşünmekten kendini
•alamıyordu.
Ama bu sır değil. Tanrı cezasını versin! Kedi bu!
— 150-
Ellie haklıydı. Berbat bir koku yayılıyordu hayvandan.
Kediyi abp aşağı indirirken ağzından soluk almaya çalıştı. f)aha kötü kokularda vardı; açık konuşmak gerekirse bok kokusu daha beterdi. Bir ay kadar önce fosseptik çukuruyla bir sıkıntıları olmuştu, Puffer ve Oğullarının vidanjörü çukuru boşaltmaya geldiğinde Jud. «Eh, pek Chanel No. 5 kokusu değil, ha!» demişti. Kangren olmuş bir yaranın kokusu da korkunçtu.
Ama bu koku da kötüydü işte. Kediye nereden bulaşmıştı k:? Akşamüstü ailesi yükardayken süpürgeyle kovarak dışarı atmıştı hayvanı. Kedi hemen hemen döneli bir hafta olmuştu, işte şimdi ilk kez kucağına alıyordu. Sımsıcaktı kollan arasında. Bir hastalık gibi, diye düşündü.
Hangi delikten girdin içeri, seni lanet olasıca hayvan!
Birden o gece gördüğü rüyayı anımsadı, Pascovv'un kapalı mutfak kapısından sanki acıkmış
gibi geçişini.
Belki de delik falan yoktu. Belki de kedi hayalet gibi geçmişti kapalı kapının içinden.
Louis birden kedinin kolları arasında kıpırdayacağını, kendisim tırmalayacağını düşündü. Ama Church hiç kımıldamadan duruyor, o münasebetsiz sıcaklığı ve pis kokuyu yayıyor, Louis m gözleri ardındaki düşünceleri okuyormuş gibi yüzüne bakıyordu.
- Kapıyı açıp kediyi, biraz da sert olarak garaja fırlattı. «Haydi git, bir sıçan öldür, ne yaparsan yap!»
Church beceriksizce düştü yere. bir an yuvarlanır gibi oldu. Louis'e yeşil, nefret dolu bakışlarla baktı. Sonra sarhoş gibi iki yana sallanarak yürüdü gitti.
Ah Jud, diye düşündü Louis. Ağzım açmamış olmam isterdim.
Mutfak musluğunda ellerini ve kollarını iyice, ameliyata ha-zırlarmış gibi yıkadı. Alıştığın için yaparsın... nedenler uydurursun... iyi nedenler gibi gelir bunlar sana... ama gerçekte o-raya bir kez gitmiş olduğun için, orası senin yerin olduğu için., oraya ait olduğun için yaparsın., en tatlı nedenleri uydurursun.»
Hayır. Jud'u suçlayamazdı. Kendi özgür iradesiyle gitmişti.
Suyu kapatıp ellerini kollarını kurulamaya çalıştı. Birden havluyu bırakıp gözlerini küçük pencerenin dışındaki geceye-dikti.
— 151 —
Yani bu, orasının şimdi benim yerim olduğu mu demek? Benim de mi orası?
Hayır. Böyle olmasını istemiyorsam, değildir.
Havluyu yerine asıp yukarı çıktı.
Ftachel yatmış, örtüyü çenesine kadar çekmişti, Gage de yanı başındaydı. Rachel özür ditercesine baktı kocasına. «Bu ak şamlık, sevgilim, sence bir sakıncası yoksa. Onu yanımda görür sem içim rahat edecekti, öyle çok ateşi var ki.»
«Önemi yok,» dedi Louis. «Den aşağıdaki kanepe yatakta yatarım.»
«Kızmadın ya?»
-Hayır. Böyle olmasının hem Cage'e zaran yok, hem de senin için rahat eder.» Louis gülümsedi. «Yalnız virüsü sen de alacaksın. Hiç kuşkun olmasın. Ama bu seni vazgeçilmez, değil mi?»
Karısı gülümseyip başını salladı. -Ellie ne istiyordu?»
«Church'ü yanından almamı.»
-EUie, Church'ün alınmasını mı istedi? Olamaz.»
-Öyle işte. Hayvanın kötü koktuğunu söyledi. Birazda haklıydı sanırım. Birinin gübre yığını
içinde yuvarlanmış olmalı.»
-Bu kötü işte.» Rachel yattığı yerde döndü. «Ellie'nin senin kadar Church'ü de özlediğinden eminim.»
«Eh,» dedi Louis. Eğilip karısını dudaklarından öptü. «Uyu artık, Rachel.»
«Seni seviyorum, Lou. Evime döndüğüme memnunum. Aşağıda yatacağın için de üzgünüm.»
-Önemi yok,» diyen Louis ışığı söndürdü.
Louis aşağıda yatağı hazırlarken ince şiltenin altındaki demir çubuğun bütün gece sırtını
acıtacağını düşünüyordu. Yatağın çarşafı üstündeydi neyse, bir de onu yaymak zahmetine katlanmayacaktı. Koridordaki dolaptan iki battaniye aldı, onları da yaydı, soyunmaya başladı.
Church yine eve girdi mi acaba? Şöyle ortalığı, bir kolaçan «t bakalım. İyi de olur. Kapıların kilitli olup olmadıklarını kontrol etmek bir zarar vermez üstelik.
Bütün alt katı dolaşıp kapılan ve pencereleri tek tek kont-
— 162 —rol etti. Birinci seferinde iyi bir iş yapmıştı zaten, hepsi kilitliydi, Church de görünürlerde yoktu.
«Eh. şimdi içeri gir de görelim, aptal kedi,» diye söylendi. Ardından da Church'ün dısarda donmasını diledi.
Işıklan söndürüp yattı sonra. Demir çubuk sırtına batmaya başlamıştı. Louis uyuyakaldığında sabaha kadar uyuyamayaca-ğım düşünüyordu. Uydurma yatağında rahatsız bir şekilde yanma dönmüş uyuyordu, ama uyandığında...
...Hayvan Mezarlığının ötesindeki mezarlıktaydı. Yalnızdı bu kez. Church'ü öldürmüştü ve sonra
'her nedense ikinci kez diriltme gereğini duymuştu. Tann bilirdi nedenini, kendisi bilmiyordu.
Hayvanı bu defa epey derine gömmüştü ve Church dı-şan çıkaramıyordu. Louis kedinin toprağın altında ağlayan bir çocuk gibi sesler çıkardığını işitiyordu. Ses toprağın arasından geliyordu, taşların arasından. Ses ve o berbat tatlımsı çürüme kokusu. Kokuyu solumak bile göğsünü agırlaştınyordu, sanki üstünde bir yük varmış gibi.
...ağlama devam ediyordu...
...ağırlık hâlâ göğsü üzerindeydi...
«Louis!* Rachel'di bu. Korku doluydu sesi. «Louis, yukarı gel!»
Korkudan başka bir şeydi bu... umutsuzca bir ağlama. . Gage.
Louis gözlerini açınca Church'ün yeşilimsi sarı bakışlarıyla karşılaştı. Yüzünden on santim ötede. Kedi kıvrılmış, göğsünde oturuyordu. Koku ağır dalgalar halinde çarpıyordu yüzüne.
Hayvan mırıldanıyordu.
Louis bir şaşkınlık ve korku çığlığı attı. ilkel bir kovalama hareketiyle ellerini kaldırdı. Church yere atladı, yan tarafı üstüne düştü, doğrulup o sallanan yürüyüşüyle uzaklaştı.
Tanrım! Üzerimdeydi, Tanrım! Tam üstümde oturuyordu!
Uyanıp da ağzında bir örümcek bulsaydı bu kadar tiksin-mezdi. Bir an kusacağını sandı.
«Louis!»
Louis yerinden fırladı. Gage yan yatmıştı, ağzından Rachel' in serdiği havluya kusmuş
geliyordu. Kusuyordu ama yeterli değildi. Boğulacak gibi kızarmıştı yüzü.
Louis çocuğu koltukaltlanndan tutarken ateşimin ne kadar
— 153 —yüksek olduğunu farketti. Gazını çıkarmak istercesine omzuna kaldırdı. Sonra birden geri attı
kendini. Gage'in boynu kopacak gibi savruldu. Geğirmeye benzeyen bir ses çıktı içinden, ağzın dan oluk gibi fışkırdı kusmuğu, yere ve konsola aktı. Gage ye niden ağlamaya başladı. Ama şimdi sesi müzik gibi geliyordu Louis'in kulağına. Böylesine ağlayabilmek yeteri kadar oksijen aldığını gösterirdi.
Rachel'in dizlerinin bağı çözülmüştü, yığılır gibi oturdu \% tağa, başını avuçları arasına aldı.
Omuzlan sarsılıyordu. • daha ölüyordu, değil mi, Louis? Az daha...»
Louis oğlu kucağında olduğu halde odada yürümeye baş lamıştı. Oğlanın hıçkırıkları
azalıyordu, neredeyse uyuyacaktı
«Kendi kendine de temizlerdi boğazını, Rachel, ama ben bi raz yardım ettim, hepsi bu.»
«Çok kötüydü ama.» Kadın inanmayan, şaşkın gözlerini çe-•virdi kocasına. «Louis, az daha ölüyordu.»
Louis birden Rachel'in güneşli mutfakta bağıra bağıra söylediklerini anımsadı, ölmeyecek Church... hiç kimse ölmeyecek burada...
-Sevgilim, hepimiz ölüme yakınız,» dedi. «Hem de her an. Yeniden kusmaya neden olan şey akşam verdikleri süt ol* ımuştu. Gage gece yansı uyanmıştı, Rachel'in dediğine göre. Louis'in yatmasından bir iki saat sonra; «karnı açmış» gibi ağla yınca Rachel şişeyle sütünü vermiş, oğlan sütü emerken kendisi .de uyuyakalmıştı. Bir saat sonra da o boğulmayı başlatan ok
.sürükleri duyarak uyanmıştı.
«Artık süt vermek yok,- dedi Louis. «Evet, artık süt yok.-diye yineledi Rachel de.
Louis saat ikiyi çeyrek geçe aşağı inip on beş dakika kadar kediyi aradı. Araması sırasında mutfakla bodrum arasındaki kapının aralık olduğunu gördü. Zaten bundan kuşkulanıyordu.
Annesinin kedilerin eski biçim kilitleri açmakta usta kesildiklerini söylediğini hatırlıyordu.
Bodrumlanndaki de öyleydi. An nesinin dediğine göre, kedi kapının kenarına tırmanır ve kapı
açılana kadar kolu çekerdi. Louis, Church'ûn bu numarayı yapmasına izin vermeyecekti.
Bodrum kapısında bir de sürgü vardı. Church'ü kazanın altında uyuklarken bulup fazla düşünmeden kapı dısan etti. Dönerken de bodrum kapısını sıkıca kapa-Jhp kalın sürgüyü çekti.
' -154-
29
Sabah Gage'in ateşi normale inmişti. Yanakları kızarmıştı ama gözleri canlıydı. Bir iki hafta içinde anlamsız sesleri de sözcüklere dönüşmüş gibiydi. Artık söylenen her şeyi tekrarlıyordu.
Ellie kardeşinin «bok» demesini istiyordu.
«Haydi bok de, Gage.»
«Bok de Gage,» diye yineledi oğlan. Louis oğlanın şekerli olduğu takdirde yulaf ezmesi yemesine izin vermişti. Gage de her zaman olduğu gibi yemeği yiyeceğine üstüne başına dökmekteydi.
Ellie kıkır kıkır güldü.
«Osuruk de, Gage.»
«Osuruk de Gage,» diye yüzünden alcan yulaflar arasından tekrarladı Gage. «Osuruk bok.»
Ellie'yle Louis güldüler. Gülmemek olanaksızdı.
Rachel bundan hoşlanmamıştı. «Bir gün için bu kadar terbiyesizlik yeter,» dedi.
• «Osuruk bok osuruk bok osuruk bok,» diye neşeyle söylendi Gage. Ellie ellerinin ardında kahkahayı bastı. Rachel'in dudakları hafifçe kıvrıldı. Louis onun pek dinlenmemiş olmasına karşın çok iyi göründüğünü düşündü. Gage iyileşmiş, kendisi de evine dönmüştü.
«Cici.» dedi Gage bir değişiklik olarak ve yediği bütün yulafı tabağına kustu.
«Eyvah!» diye bağıran Ellie masadan kaçtı.
Louis'ondan sonra kendini tutamadı. Elinde değildi. Göklerinden yaşlar gelene kadar güldü.
Rachel'le Gage sanki aküm kaçırmış gibi bakıyorlardı yüzüne.
Hayır, diyebilirdi onlara Louis. Dell değilim. Aklımı kaçırmıştım ama şimdi iyileşeceğim artık.
İyileşeceğimden eminim.
Çılgınlığın geçip geçmediğini bilmiyordu, ama geçmiş gibi hissediyordu kendini. Belki de yeterliydi bu.
Bir süre için gerçekten de yeterliydi.
— 155 —30
Gage'in virüsü bir hafta devam edip sonra geçti. Ondan bir hafta sonrada bronşite tutuldu. Ellie ve arkasından Racheldt Noel'den önceki hafta üçü de yaşlı ve öksürüklü köpekler gibi dolaştılar evin içinde. Louis'in bronşite yakalanmaması Rachel'i kızdırmış gibiydi.
Üniversitede sömestrin son haftası Louis, Steve, Surrend-ra ve Charlton için pek yoğun geçti.
Şimdilik grip salgını yoktu, ama pek çok bronşit ve zatürree vardı. Noel'den iki gün önce altı
sarhoş öğrenci getirildi dispansere. Pascow olayını hatırlatan benzerlikler vardı. Altı sersem küçük bir kızağa binmişlerdi (Louis'in anlayabildiği kadanyla altıncısı en sondakinin omuzlarında oturuyordu), sonra tepe aşağı kaymışlardı. Çok eğlenceliydi. Yalnızca bir aksama olmuş, kızak epey hız kazandıktan sonra yoldan çıkmış ve İç Savaştan kalma toplardan birine çarpmıştı. Sonuç iki kırık kol, bir kınk bilek, toplam yedi kınk kaburga, bir beyin sarsıntısı ve sayılmayacak kadar çok yara bereydi. Yalnızca en arkada oturan çocuğun sırtına binmiş olan hiçbir yara almamıştı. Kızak topa çarptığında bu talihli kişi topun üstünden fırlayıp başüstü bir kar yığınına dalmıştı. Bu insan enkazını toparlamak pek eğlenceli olmamıştı, Louis ellerini olduğu kadar dilini de kullanmıştı öğrencilere. Ama sonra olayı Rachel'e anlatırken gözlerinden yaş gelene kadar gülmüştü. Rachel bunda komik ne olduğunu anlamayarak garip garip bakmıştı kocasının yüzüne. Louis ona bunun aptalca bir kaza olduğunu, insanların yaralandıklarını ama yine de ölümcül bir yara almadan kurtulmuş olduklarını anlatamazdı.
Gülmesi hem içinin rahatlamasındandır hem de zafer duygusundan; bugün bir zafer kazandın işte, Louis.
EUie'nin 10 Aralıkta başlayacak olan tatilinden birkaç gün önce Louis'in ailesindeki bronşit atlatılmıştı artık. Dört kişilik aile eski usul bir Noel kutlamaya hazırlandılar. Kuzey Ludlow'
— 158 —da'ki evleri (o ilk geldiklerinde garip, hatta düşman görünen evleri) şimdi tam bir yuva olmuştu artık.
Noel gecesi çocuklar uyuduktan sonra Louis'le Bachel elleri kollan renkli kâğıtlara sarılmış
paketlerle dolu olarak hırsızlar gibi ayaklarının ucuna basarak indiler tavanarasmdan. Gage'e birkaç tane minyatür araba, Ellie'ye Ken ve Barbie bebekleri, bebek giysileri, içinde lambası
yanan oyuncak bir fınn falan.
Kan koca Noel ağacının ışıkları altında yan yana oturup armağanları yerleştirdiler. Rachel'in üzerinde ipekli bir pijama, Louis'in üzerinde de robdöşambrı vardı. Louis böyle huzurlu bir gece geçirdiklerini hiç anımsamıyordu. Şöminede yanan ateşe arada bir kütük atıyorlardı.
Winston Churchill bir keresinde Louis'e sürtünerek yanından geçti, Louis hayvanı
hoşnutsuzlukla iteledi. Kokusuna dayanamıyordu. Kedi az sonra Rachel'in dizi dibine oturmaya kalkıştı ama kadın da «pist» diye itti hayvanı. Louis karısının az sonra elini üstüne sürdüğünü
gördü, pis ya' da mikroplu bir şeye dokunduğu zaman insanın bilinçsiz olarak yaptığı gibi.
Rachel' in bu hareketi bilinçli olarak yaptığını sanmıyordu.
Church şöminenin önüne gitti ve hantal bir şekilde çöktü ateşin yanına. Kedinin bütün inceliği kaybolup gitmişti artık. Louis'in hatırlamak bile istemediği o geceden sonra. Hayvan bir şeyini daha kaybetmişti. Louis bunun farkındaydı ama ne olduğunu tam olarak anlaması için hemen hemen bir ay geçmişti. Kedi artık hiç mırıldanmıyordu. Oysa eskiden, hele uyuduğu zamanlar, hiç durmadan mınldanırdı. Öyle ki, çoğu gece Louis uyuyabilmek için kalkıp Ellie'nin kapısını
kapatırdı.
Kedi şimdi kütük gibi uyuyordu, ölü gibi.
Hayır, bir istisna olmuştu, diye düşündü. Church'ün üzerinde pis kokan bir battaniye gibi yattığı gece... O gece mınldanı-yordu kedi. Ya da ona benzer bir ses çıkarıyordu işte.
Ama Jud Crandall'ın bildiği ya da tahmin ettiği gibi hayvan hiç de köıüleşmemişti. Louis kazanın ardında kırık bir cam bulmuştu bodrumda, camcıyı çağırtıp camı taktırınca boş yere mazot yakmaktan da kurtulmuşlardı. Haftalarca farkedemeyeceği bu kınk camı bulmasına yardım ettiği için kediye teşekkür bile borçlu sayılırdı.
— 157 —
Elhe artık Churcn un yanında yatmasını istemiyordu, ancak zaman zaman televizyon seyrederken kucağına çıkıp uyumasına pek ses çıkarmıyordu. Yine de sık sık, «Haydi git artık, Chuvch. çok pis kokuyorsun,» demekten kendini alamıyordu. Hayvana yemeğini yine seve seve veriyordu, Gage bile ara sıra hayvan."* kuyruğunu çekiyordu yine... kötülükten çok bir dostluk belirtisi olarak. Bu durumlarda Church oğlanın kendisine gi biı- radyatör, altı bulup oraya sığınırdı.
Bir köpek olsaydı değişiklikleri daha kolay farkederdik. diye düşündü Louis. Ama kediler oldum olası bağımsız hayvanlardır. Bağımsız ve garip. Mısırlı firavunların ve kraliçelerin öteki dünyada ruhlarına yol göstersin diye kedilerini de kendileriyle mumyalatmalarına şaşmamak gerekirdi.
Garip yaratıklardı kediler.
•Haydi yatalım,» dedi Rachel. «Senin armağanını erkenden vereyim bu Noel.»
Louis doğruldu. «Kadın, o benim hakkım zaten.»
Rachel ellerini yüzüne kapaüp güldü. O anda tıpkı Elhe ye ya da Gage'e benzemişti.
«Bir dakika,» dedi Louis. «Son bir işim daha kaldı.» Ayakkabı dolabından çizmelerinden birini getirdi. Sönmek
üzere olan şöminenin önündeki koruyucu perdeyi kaldırdı. , -Louis, ne yapıyorsun?»
-Görürsün.»
Şöminenin bir yanında ateş sönmüş, küllerden bir tabaka birikmişti. Louis çizmeyi küllere bastırarak bir iz bıraktı, sonra altı küllü çizmeyi bir mühür gibi taşların üstüne bastırdı.
«Tamam işte oldu,» dedi. «Beğendin mi?»
Rachel yine kıkır kıkır gülüyordu. «Louis, Ellie çaldıracak bunu görünce.»
Okulda son bir iki haftadır Ellie keyif kaçıncı bir söylenti duymuştu: Noel Baba gerçekten insanın ana babasıydı. Kızın Deering Dondurmacısında birkaç gün önce gördüğü epey sıska bir Noel Baba da bu görüşü güçlendirmişti. Noel Baba bir tabureye oturmuş, elindeki sandviçi rahat rahat yiyebilmek için sakalını çenesinin bir köşesine itmişti. Ellie'nin epey keyfi kaçmıştı
(üstelik takma sakaldan çok sandviçin peynirli olmasına kızmıştı). Rachel mağazalardaki Noel Babaların gerçekte asıl
— 158-
Noel Babanın gönderdiği «yardımcılar» olduğunu, kendisminse son dakikaya kadar çocuklardan gelen istek mektuplarını okuduğu için böyle reklam işleriyle uğraşacak zamanı olmadığını
söyleyerek kızı biraz yatıştırabilmişti.
Louis şöminenin önüne dikkatle yerleştirdi koruyucu perdeyi. Şimdi bir küllerin üstünde, diğeri yerde iki ayakizi vardı. Noel Baba bacadan inmiş de iki adımda ağacın altına gidip Creed ailesinin armağanlarını bırakmış gibiydi. Her ikisinin de sol ayakizi olduğunu anlamadığın takdirde yaratılan tablo gerçekten güzeldi... Louis, Ellie'nin o kadar ince eleyip sıkı dokuyan bir çocuk olduğunu sanmıyordu.
«Louis Creed, seni seviyorum,» diyen Rachel kocasını öptü
«Esaslı bir erkekle evlendin, sevgilim. Bana dayanırsan seni yıldız yaparım bir gün.»
Merdivenleri çıkmaya başladılar. Louis televizyonun önündeki sehpayı gösterdi. Sehpanın üzerinde bir iki çörekle iki şişe bira vardı. SENiN ÎÇtN NOEL BABA diye yazıyordu. Ellie'nin iri harfi kartında.
«İsterim.» Rachel çöreğin yansını yedi. Louis de birayı açtı.
«Bu saatte bira içmek midemi berbat edecek.»
«Saçma. Haydi yürü. doktor.»
Louis bira şişesini bırakıp sanki birden hatırlannış gibi elini cebine soktu. Oysa o küçük paketin ağırlığını saatlerdir hissediyordu.
-Bu da senin, sevgilim. Şimdi açabilirsin. Mutlu Noel'ler, sevgilim.»
Rachel yaldızlı kağıda sanlı, mavi saten kordeleyle bağlı küçük paketi elinde evirip çevirdi.
«Louis, ne var bunun içinde?»
Louis omuzlarını silkti. «Sabun. Şampuan örneği. Doğrusunu istersen unuttum.»
Rachel paketi yukan çıkarken açtı, Tiffany kutusunu görünce bir sevinç çığlığı kopardı.
Pamuklan çıkannca ağzı acık kaldı.
«Eee?» diye endişeyle sordu Louis. Daha önce karısına hiç gerçek bir mücevher almamıştı, heyecanlanıyordu. «Beğendin rai?»
Kadın ince altın zinciri çekti, küçük safir taşını ışığa tuttu. Taştan masmavi ışıklar yayılıyordu.
— 150 —
«Louis. o kadar güzel ki...» Louis karısının gözlerinin yaşardığını görünce hem korktu, hem de pek duygulandı.
«Hey, bırak şimdi ağlamayı, tak bakalım.»
«Louis, bunu alacak paramız... senin paran...»
«Şist! Geçen Noel'den beri üç beş kuruş koyuyorum bir yana... hem senin sandığın kadar pahalı da değildi.»
«Kaç para verdin buna?»
-Bunu hiç söylemeyeceğim, Rachel. Bir Çinli işkencesi -... • duşu gelse bile. iki bin dolar.»
«İki bin mi?», Rachel kocasının boynuna öylesine sıkı sarıldı ki, Louis az daha tepetaklak düşüyordu. «Çıldırmışsın sen Louis!»
«Tak bakalım.»
Kolyeyi taktı Rachei. Louis kancasını kapatmasına yardım etti. Kadın dönüp kocasına baktı
.«Yukarı çıkıp aynada kendime bakmak istiyorum.»
«Git bak bakalım. Ben de kediyi dışan çıkarıp ışıklan söndüreyim.»
«Sevişirken yalnız bu kalsın, üstümüzdekileri hep çıkaralım,» dedi Rachel kocasının gözlerinin içine bakarak.
«Çabuk ol öyleyse.»
Church'ü yakaladı, artık süpürgeyi kullanmıyordu. Her şeye rağmen kediye alışmış olmalıydı.
Işıklan söndürerek kapıya doğru yürüdü. Mutfakla garaj arasındaki kapıyı açtığında soğuk hava ayaklarının çevresinde dolandı.
«Mutlu Noel'ler, Chu...»
Sesi kesildi birden. Yerde paspasın üstünde ölü bir karga vardı. Kafası parçalanmıştı. Bir kanadı kopmuş, yanık bir kâğıt gibi arkasında yatıyordu. Church, Louis'in kollan arasından kurtulup donmuş kuşu koklamaya başladı. Louis bakarken kedinin kulaktan arkaya yattı, daha başını çeviremeden Church kuşun donuk gözlerinden birini kapmıştı bile.
Church yine saldırdı, diye düşündü Louis başını çevirirken, ama yinede karganın kanlı göz çukurunu görmüştü. Beni pek etkUeraemeli. Daha beterini gördüm ben. çok daha beterini, Pascow'u Örneğin. Pascow çok daha kötüydü...
Ama yine de etkilenmişti. Midesi bulanıyordu. İçindeki o sıcacık cinsel istek sönmüştü şimdi.
Karga en az kendisi kadar
— 180 —iri. Birden yakalamış olmalı....
Şimdi bunun temizlenmesi gerekirdi. Kimse Noel sabahı kapısının önünde böyle bir armağan bulmayı istemezdi. Hem bu kendi sorumluluğuydu, değil mi? Elbette öyleydi. Yalnızca kendisinin. Ailesinin döndüğü akşam, otomobil lastiklerini Church' ün öldürdüğü farenin üstüne devirdiği anda bilinçsiz olarak kabullenmişti bunu.
İnsanın yüreğinin toprağı daha da taşlıdır, Louis.
Bu düşünce öylesine canlı, öylesine üç boyutluydu ki, Louis sankj Jud yanı başında belirmiş ve yüksek sesle konuşmuş gibi irkildi.
İnsan yetiştirebildiğini yetiştirir...
Church oburca çökmüştü kuşun yanına. Şimdi öteki kanadını kemiriyor, kanadı bir sağa bir sola çekerken hışırtı gibi b'r ses çıkıyordu. Louis birden hayvana bir tekme savurdu. Kedinin arkası havalandı, ayaklan iki yana açılarak yere düştü. O uğursuz san yeşil gözleriyle Louis'e bakıp uzaklaştı oradan, -Ya beni!» diye tıpkı kedi gibi mırıldandı Louis.
«Louis?» Rachel'in sesi yatak odasından geliyordu. «Yatağa geliyor musun?»
«Geliyorum.» önce şu pisliği temizlemem gerek, tamam mı. Rachel? Benim pisliğim bu.
Garajın ışığını yaktı önce, sonra mutfak musluğunun altından yeşil bir çöp torbası aldı. Garaj duvarından aldığı kürekle kuşu ve kopuk kanadını torbaya doldurdu. Ağzını bir iple bağladığı
torbayı arabanın öteki yanındaki çöp kutusuna attı. İşini bitirdiğinde ayaklan buz kesmişti.
Church garaj kapısı önünde duruyordu. Louis küreği hayvana doğru tehdit edercesine sallayınca kedi kara bir su gibi kayboldu.
Yukarda Rachel söz verdiği gibi üzerinde safir taşlı kolys-den başka hiçbir şey olmadığı halde kendisini bekliyordu. Tembelce güldü kocasını görünce. «Neden bu kadar geciktin, patron?»
«Mutfağın lambası yanmıştı, onu değiştirdim.» «Gel bakalım.» Rachel kocasını yatağa doğru çekti. Hem de elinden değil. Hafifçe gülümsedi. Şarkı söyler gibi, «O. uyuyup uyumadığını
bilir,» dedi. «Uyanık olup olmadığını da... Oh,
—161— Hayvan Mezarlığı — F: 11
oh. sevgili Louis'im benim, bu da ne?*
Üstündekileri çıkaran Louis, «Elin değer değmez uyanan bir şey işle,- dedi. «Noel Baba gelmeden belki yeniden uyuturuz. ne dersin ha?»
Rachel dirseği üzerinde doğruldu, soluğu ılık ve tatlıydı.
•Senin kötü mü, iyi mi olduğunu çok iyi bilir o... onun için hep iyi ol., söyle bakalım küçük Louis, iyi misin, ha?»
«tyidir sanırım,- dedi boğuk bir sesle Louis.
«Bakalım tadı da kendisi kadar güzel mi?»
Sevişmeleri iyiydi, ama Louis her iyi sevişmenin ardından olduğu gibi rahatça uyuyamadı bu kez. Noel sabahı karanlığında uyanık yatıyor. Rachel'in. derin soluklarını dinlerken, kapısının önündeki ölü kuşu düşünüyordu. Church'ün kendisine Noel armağanı.
Beni unutma. Dr. .Creed. Canlıydım, sonra öldüm »e çimdi yine canlıyım. Dönüşümü
tamamlayıp geldim buraya, öteki taraftan geldiğinde artık mınM^p-m^t^iı^ını ve avlanmaya alıştı-
ğını söylemeye geldim sana. Bir <n-m.mn yetistirebildiğini yetiştirmesi gerektiğini söylemeye geldim. Bunu sakın unutma, Dr. Creed. Ben senin kalbinin bundan sonra olacağının bir parçasıyım... kann var. kızın var, oğlun var... ve bir de ben varım. Sun hiç unutma ve bahçeni bakımlı tut.
Louis farkına varmadığı bir anda uyuyakalmıştı.
31
Kış geçiyordu. EUie'nin Noel Babaya olan inancı şöminedeki ayakizleriyle bir süre için yine yerine gelmişti. Gage armağanlarını açmış, arada sırada da lezzetli görünen bir parça renkli ambalaj kağıdını ağzına atmıştı. O yıl çocukların ikisi de kutularının oyuncaklardan daha eğlenceli olduğuna karar vernvş görünüyorlardı.
Crandall ailesi gece ziyarete geldi. Louis .bir ara tam bir
— 182 —doktor gibi Norma'yı süzdüğünü farketti. Kadının yüzü soluktu. Büyükannesi olsa Norma'nın
«gidici» olduğunu söylerdi ki, aslında pek yanlış bir deyim değildi bu. Romatizmadan şişmiş ve biçimlerini kaybetmiş elleri sahki bir anda karaciğer lekeleriyle örtülmüş gibiydi. Saçları da seyrelmişti. Crandall'lar saat on sularında evlerine döndüler, Creed ailesi de yeni yıla televizyon seyrederek girdi. Norma'nın evlerine son gelişiydi bu.
Louis'in sömester tatilinin çoğu yağmurlu geçti. Yakıt parasını düşününce havanın pek soğuk olmamasına sevinmişti, ama yine de iç kapayıcıydı. Evin içinde çalışıp, karısına dolap, raf falan yaptı, kendine de çalışma odasında bir model Porsc-he'ye başladı. 23 Ocakta dersler başladığında üniversiteye döndüğüne sevinmişti.
Grip de sonunda gelmişti, ilkbahar döneminin başlamasından bir hafta sonra başgösterdi salgın. Louis günde on, on iki saat çalışıyordu artık, eve döndüğünde ayakta duracak hali kalmıyordu... ama mutsuz değildi.
Havanın ılıklığı 29 Ocağa kadar devam etti. Bir hafta derece sıfırın altında dolaştı ondan sonra, Louis, yardımcılarından biri başını odasının kapısından içeri uzatıp da karısının telefonda olduğunu söylediğinde, bir gencin kınk kolunu onarmaya çalışıyordu.
Louis telefona gittiğinde Rachel ağbyordu. Hemen korkuya kapılmıştı Louis. Ellie, diye düşündü, kızağından düşüp kolunu kırdı herhalde. Ya da kafasına bir şey oldu. Kızakla kaza yapan öğrencileri hatırladı.
«Çocuklardan biri mi, Rachel?» diye sordu.
«Hayır, hayır.» Daha çok ağbyordu şimdi. «Çocuklardan biri değil. Norma, Lou. Norma Crandall. Bu sabah öldü. Kahvaltıdan hemen sonra, saat sekizde falan, dedi Jud. Senin evde olduğunu sanıp gelmiş, yanm saat önce çıktığını söyledim. Lou... öylesine zavallı bir hali vardı
ki... öylesine yaşlı... Tannya şükürler olsun, Ellie okula gitmişti, Gage de hiçbir şeyin farkında olmayacak kadar küçük...»
Louis'in kaşları çatümıştı, bu korkunç habere karşın düşüncelerinin Rachel'e kaydığını
hissediyordu. Yine aynı şey içte. Belirli bir davranış değildi, kesin olarak söylenecek bir «ey değildi, ölüm çocuklardan gizlenecek bir sır, bir korkuydu sanki.
—•163 —
Victoria çağında hanımefendilerin ve beyefendilerin cinsel ilişkinin çocuklardan saklanması
gereken çirkin bir gerçek olduğunu düşünmeleri gibi.
«Kalbi miydi?» diye sordu.
«Bilmiyorum.» Kansı artık ağlamıyordu, ama sesi kısık ve boğuktu. «Hemen gelebilir misin, Louis? Onun tek dostusun sen sana ihtiyacı olduğunu sanıyorum.»
Dostusun sen.
öyleyim, diye şaşkın şaşkın düşündü Louis. Seksen yaşında bir insanın arkadaşım olacağı hiç
»Jriım«ı gelmezdi, ama sanının öyle işte. Aralarında geçenleri düşününce bunun böyle olmasının doğru olacağı aklına geldi sonra. Jud herhalde kendisinden çok önce anlamıştı dost olduklarını. Jud hep yanında olmuştu o günden sonra... Louis, Jud'un kararının doğru olduğuna inanmıştı... doğru olmasa bile merhametli olduğuna. Şimdi elinden geleni yapacaktı yaşk adama, karısının cenazesine yardım bile olsa bu.
«Geliyorum,» diyerek kapattı telefonu.
32
Kalp krizi değildi. Ani ve herhalde acısız bir beyin kanaması geçirmişti. Louis öğledensonra Steve Masterton'a telefon edip olanları anlatınca Steve o tür bir ölümün insanı ürkütmediğini söyledi.
«Tanrı kimi zaman fazla oyalanır,» dedi. «Kimi zaman da parmağını uzatır ve bu iş bu kadar der.»
Rachel ölüm konusunu konuşmak istemiyordu, Louis'in de kendi önünde konuşmasına izin vermiyordu.
Ellie ise daha çok şaşırmış ve ilgilenmişti. Louis, altı yaşında sağlıklı bir çocuğun tepkisi böyle olur, diye düşünüyordu. Kız Bayan Crandall'ın gözleri açık mı, kapalı mı öldüğünü öğrenmek istiyordu. Louis bilmediğini söyledi.
Altmış yıldır birlikte yaşadıkları gözönüne alınırsa, Jud ka-
— 184 —nsının ölümünü kendisinden beklendiği gibi karşılamıştı. Louls onu -ki Jud bugün gerçekten seksen üç yaşında gösteriyordu -mutfakta masa başında birasını içip sigarasını tüttürürken buldu. Yaşlı adam bomboş bakışlarla oturma odasına bakıyordu.
Louis içeri girince başını kaldırdı. «Gitti işte, Louis.» Bunu öyle sıradan bir şeymiş gibi söylemişti ki, Louis olayın tam e'kişini henüz kavrayamadığını farketti. Jud'un ağzı titremeye başladı, koluyla gözlerini örttü. Louis gidip adamın omuzlarına doladı kolunu. Jud dayanamayıp ağlamaya başladı. Rahatlamıştı şimdi. Durumunu anlamıştı. Kansı ölmüştü.
«Oldu, şimdi oldu işte,» dedi Louis. «Norma da senin biraz ağlamanı isterdi sanırım.
Ağlamasaydın kızardı herhalde.» Lo-uis'in de gözleri yaşarmıştı. Jud sıkı sıkı sarıldı dostuna.
Jud on dakika kadar ağladıktan sonra fırtına geçti. Louis, Jud'un sözlerini can kulağıyla dinledi, hem doktor, hem de dost olarak dinliyordu. Yaşlı adamın konuşmasında bir gariplik olacak mı
diye bekliyordu; ne zaman'ı anlamış mıydı (nerede'yi bilirdi, çünkü bütün ömrünce Ludlow'da yaşamıştı). En çok da Norma'nm adını geçmiş zamanda mı, şimdiki zamanda mı kullandığına dikkat ediyordu. Jud'un kendini kaybettiğini gösteren hiçbir belirtiye rastlamadı. Uzun zamandır evli olan çiftlerin bir gün arayla, bir hafta arayla öldüklerini bilirdi. Duyulan şok ya da daha önce giden eşi yakalama isteği... (Church olayından önce düşünemeyeceği bir şeydi bu; o olaydan sonra ruhsal durumlar ve doğaüstü konusundaki düşüncelerinde sakin ama köklü
değişiklikler olmuştu.) Sonunda Jud'un derin bir yas içinde ama kendine hakim olduğunu anladı. Yılbaşı gecesi kendi evlerinde otururken Norma'da tanık olduğu o zayıflıktan eser yoktu adamda.
Yüzü ağlamaktan şişmiş ve kızarmış olan Jud buzdolabından bir bira çıkardı.
«Belki pek erken ama dünyanın bir yerinde güneş nasıl olsa batmak üzeredir, ayrıca...»
•Başka bir şey söylemene gerek yok,- dedi Louis. Birayı açtı. «Ona içelim mi?»
«iyi olur sanırım,» dedi Jud. «Onu on alta yaşındayken görecektin, Louls. Ceketinin önü açık kiliseden çıkarken... gözlerin yerinden fırladı. Şeytanı içkiye tövbe ettirirdi. Tannya şü-
— 165 —kürler olsun ki, benden böyle bir şey istemedi.»
Louis gülümseyerek şişeyi kaldırdı. «Norma'ya!»
Jud şişesini Louis'inkiyle tokuşturdu. Yine ağlıyordu, ama gülüyordu da. Başım eğdi. «Ruhu sükûn içinde olsun ve her neredeyse orada romatizma olmasın.»
«Amin!» Biralarım içtiler.
Louis, Jud'un içkide çakır keyif olmaktan öteya gittiğini ili kez o gün gördü, yine de adam kendini kaybetmemişti. Hep es*-ki anılar geliyordu aklına, tatlı anılar, hikâyeler, kimi zaman renkli, kuni zaman şaşırtıcı öyküler dökülüyordu ağzından. Geçmişin hikayeleriyle şimdiki zamanı Louis'in ancak hayran olabileceği biçimde birleştiriyordu. Sabah kahvaltıdan sonra ölen Rachel olsaydı kendisi onun yansı kadar olamazdı.
Jud, Bangor'daki Brookings Smith Cenaze Evine telefon edip ertesi gün için randevu aldı. Evet, tahnit edilmesini istiyordu, giyinik olarak, kendisi verecekti elbiseyi; evet, iç çamaşırlarını da; hayır, onların arkadan bağlanan ayakkabılarından istemiyordu. Birisine saçlarım yıkatabilirler miydi acaba? Geçen pazartesi yıkamıştı. Norma şimdi kirlenmiş olmalıydı. Louis, Jud' un konuşmasından cenaze evinin ölünün yıkanması işini üstlendiğini anlıyordu. Jud başını salladı, telefondaki adama teşekkür etti, sonra yine dinledi. «Evet,» dedi sonra, hafif bir makyaj istiyordu, ama çok az. Bir sigara yaktı, «öldü, herkes de biliyor öldüğünü, maskaralığa gerek yok.» Cenaze töreni sırasında tabut kapab olacaktı, ancak daha önce ziyaret saatlerinde açık tutulacaktı. 1951'de mezar yeri aldıkları Mount Hope Mezarlığına gömülecekti. Kâğıtları önünde olduğu için adama hazırlıkların; başlaması için parsel numarasını da verdi: H-101. Daha sonra da Louis'e kendisininkinin de H-102 olduğunu söyledi.
Telefonu kapatıp Louis'e baktı. «Dünyanın en güzel mezarlığı Bangor'dadır. istersen bir bira daha aç, Louis, epey uzua sürecek bu.»
Louis reddedecekti -başı dönmeye başlamıştı- ama birden gözlerinin önünde hiç istemediği bir hayal belirdi: Jud, Norman' nın cesedini ağaçlar arasında sürükleyerek çekiyordu. Hayvan Mezarlığının ötesindeki Micmac mezarlığına.
Yüzüne bir tokat yemiş gibi oldu. Hiçbir «ey söylemeden gidip bir bira aldı. Jud, «iyi yaptın»
der gibi başını sallayıp tele-
— 166 —fonu açtı yine. O öğleden sonra saat üçte Luuis eve döndüğün* de Jud karısının cenazesi için gereken her şeyi yapmıştı, önem-li bir yemek daveti yapan bir insan gibi adım adım ilerliyordu.
Cenaze ayininin yapılacağı Kuzey Ludlow Methodist Kilisesini ve Mount Hope Mezarlık Müdürlüğünü aradı. Cenaze evi aslında bu iki yeri de arayacaktı ama Jud daha önceden telefon edip haber vermeyi uygun görmüştü. Pek az yaslı ailenin aklına gelecek bir şeydi bu... ya da gelse bile, pek az kişi yapardı bunu. Louis bu yüzden hayran kalmıştı. Jud daha sonra eski meşin kaplı eski bir telefon defterini karıştırıp Norma'nın ve kendisinin hayatta olan akrabalarını aradı. Telefonların arasında birasını içiyor, geçmişi hatırlıyordu.
Louis adama karşı büyük bir hayranlık duyuyordu... ve de sevgi?
Evet, dedi yüreği. Ve de sevgi.
Ellie o akşam pijamasını giyip aşağı indiğinde babasına Bayan CrandaU'ın cennete gidip gitmeyeceğini sordu. Sanki duyulmaması gerektiğini anlamış gibi fısıltıyla konuşuyordu. Rachel ertesi günü Jud'a götürmeyi düşündüğü bir yemek hazırlamaktaydı mutfakta.
Karşıda CrandalTlann evinde bütün ışıklar yanıyordu. Evin aşağısında ve yukarısında ellişer metrelik araba kuyrukları uzanmaktaydı. Tanıdıktan Jud'a başın sağolsun demeye gelmişlerdi, iki ev arasında buz gibi bir şubat rüzgârı esiyordu. Yol kapkara buzla kaplıydı. Maine kışının en soğuk dönemini yaşıyorlardı.
Louis kızını kucağına aldı. «Doğrusu pek bilmiyorum, Ellie.» Televizyonda esaslı bir silahlı
çarpışma vardı. Louis kızının Musa, tsa ve Aziz Paul'den çok Ronald McDonald, Örümcek Adam ve Burger King'i tanıdığını düşündü. Dininin gereklerini yerine getirmeyen Musevi bir anayla dinle pek ilgisi olmayan Methodist bir babanın çocuğuydu. Ruh konusundaki düşünceleri herhalde pek belirsizdi, ne efsane, ne de rüya, belki de rüyaların rüyası. Çok geç artık, diye düşündü. Beş yaşında daha, ama çok geç bunun için. Tanrım, ne kadar da çabuk çok geç
oluyor.
— 187 —
Ama Ellie gözlerinin içine bakıyordu, bir şeyler söylemesi gerekti.
«öldüğümüz zaman, neler olacağı hakkında insanlar pek çok şeye inanırlar,» dedi. «Kimi cennete ya da cehenneme gideceğimizi düşünür. Bazıları küçük çocuklar olarak yeniden doğacağımıza inanırlar...»
«Yeniden doğuş.» dedi Ellie. «Televizyondaki filmde Audrey Rose'a olduğu gibi.»
«Sen o filmi görmedin!» Ellie'nin Audrey Rose'u gördüğünü duysa Rachel beyin kanaması
geçirirdi, diye düşündü.
«Okulda Marie söyledi.» Marie, Ellie'nin en iyi arkadaşıydı. Kötü beslenmiş, hep hastalıklı
görünen pasaklı bir küçük kız. Louis'le Rachel kızlarının onunla arkadaşlığına hiç karşı*
çıkmamışlardı, ama Rachel bir keresinde Marie evlerinden gittiğinde 'x>uis'e her seferinde Ellie'nin başında bit araması gerektiğini düşündüğünü söylemişti. Louis ise gülmüştü.
• Marie'nin annesi bütün filmleri seyretmesine izin veriyor.» Louis kızın sesindeki eleştiriyi duymazlıktan geldi.
«Eh, aşağı yukan öyle,» dedi. «Katolikler cennet ve cehenneme inanırlar, Hindularla Budistler Nirvana'yo...»
Yemek odasının duvannda bir gölge, belirmişti. Rachel. Kendilerini dinliyordu.
Louis daha yavaş sesle devam etti.
«Daha pek çok şeye inanan vardı herhalde. Ama aslında kimse bir şey bilmez, Ellie. insanlar bildiklerini söylerler, ama bunu söyledikleri zaman inançlan yüzünden inandıklarını söyle-lemek isterler, inanan ne demek olduğunu biliyor musun?»
«Şey...»
«Bak, şimdi benim koltuğumda oturuyoruz. Yann bu koltuğun burada olacağını biliyor musun?»
•Elbette.»
•O zaman koltuğun burada olacağına inancın var demektir. Benim de öyle. inanç bir şeyin olmasına ya da olacağına inanmaktır. Anladın mı?»
•Evet.» Ellie anlamış gibi salladı başını.
•Ama koltuğun yann burada olup olmayacağını bilemeyiz. Bir de bakarsın koltuk delisi bir hırsız gece girip bizim koltuğu çalmıştır.»
— 188 —
Ellie güldü.
«Böyle bir şey olmayacağına inanınz. inanç çok önemli bir şeydir. Gerçekten dindar insanlar bizim inanç ve bilmenin aynı şey olduğuna inanmamızı isterler, ama ben buna inanmam. Aynı
konuda çok değişik düşünce vardır çünkü. Bildiğimiz şey '-7udur: öldüğümüz zaman iki şeyden biri olur. Ruhlarımız ve düşüncelerimiz ya ölüm deneyinin üstesinden gelirler ya da gelmezler.
Bunu yapabilirlerse aklına gelebilen her şey olabilir. Ya-pamazlarsa her şey bitmiştir. Son.»
«Uyumak gibi mi yani?»
Bir an düşündü Louis. «Daha çok ameliyattan önce bayıltılmak gibi sanırım.»
«Sen hangisine inanıyorsun, baba?»
Duvardaki gölge hafifçe kıpırdandı.
Louis yetişkin yaşamının büyük bir bölümünde -herhalde üniversite günlerinden bu yana-
ölümün son olduğuna inanmıştı. Pek çok ölüm görmüş ama yanından bir ruh uçup gittiğine hiç
tanık olmamıştı. Ruhlar nereye giderlerse. Aynı şeyi Victor Pascovv'un ölümünde de düşünmüş
değil miydi? Psikoloji deı sinde öğretmeniyle aynı düşünceyi paylaşmıştı. Bilim dergilerinde yer alan ölümden sonraki hayat hikâyeleri ölümün karşı konulmazhğına bir direnmeydi. Sonsuz derecede yaratıcı olan insan zihni, bir ölümsüzlük hayali yaratarak en son ana kadar deliliği geciktirmeye çalışırdı.
Hayır, kendisi yeniden doğuma hiç inanmamıştı. En azından Church olayına kadar.
«Bence devam ederiz,» dedi kızına. «Ama bunun nasıl olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.
Değişik insanlar için değişik biçimlerde olabilir. Belki de tüm yaşamın boyunca inandığını elde edersin sonunda. Ama ben yaşamın devam ettiğine ve Bayan Crandall'ın mutlu olabileceği bir yerde olduğuna inanıyorum.»
«Buna inancın var demek.» Bir soru değildi bu. Ellie dehşete düşmüş gibiydi.
Louis biraz kendinden memnun biraz utançla gülümsedi. «Sanırım. Senin yatma zamanın geldiğine de inanıyorum. Hem de on dakika geç bile kaldığına.»
Kızı bin ağzından, bir burnundan öptü.
«Hayvanlarda öldükten sonra yaşarlar mı dersin?»
— 189 —
•Evet,» dedi Louis hiç düşünmeden. Az daha, özellikle ke-1 diler de diyecekti. Sözcükler dudaklarının ucunda titremişlerdi, ş ürperdiğini hissetti.
«Peki,» dedi kız babasının kucağından inerken. «Gidip annemi de öpeyim.»
•Haydi bakalım.»
Louis kızının ardından baktı. Ellie yemek odasının kapışıl önünde durup döndü. «O gün Church için çok aptalca davran-] don, değil mi? öyle- ağladım falan...»
•Hayır, «ekerim, hiç de aptalca olduğunu sanmıyorum.»
•Şimdi ölse dayanırım artık.» Ellie söylediklerini biran düşünür gibi durdu. Sonra dediklerinin doğruluğunu anlamış gibi. •Elbette dayanırım,» dedi. Annesini bulmak için koçtu.
Daha sonra Rachel yatakta, «Kızla konuştuklarını duydum,* dedi.
•Onaylamıyor musun?» Louis bu konuyu açıldığa kavuşturmanın en iyisi olduğuna karar vermişti, eğer Rachel'in istediği buysa.
•Hayır,» dedi Rachel pek kendisine uymayan bir duraksamayla. »Hayır, Louis sorun bu değil.
Ben... «ey... korkuyorum. Beni bilirsin. Korktuğum zaman bemen savunmaya geçerim.»
Louis karısının böylesine güçlükle, caba harcayarak konuşmasına hiç tanık olmamıştı o güne dek; birden az önce Ellie'yle olduğundan daha tedbirli olduğunu farketti. Bir mayın tarlasına girmiş olduğunu anlıyordu.
•Neden korkuyorsun? ölmekten mi?»
«Kendim için değil. Bunu artık düşünmüyorum bile. Ama çocukken çok düşünürdüm. Çok geceler uyuyamadım bu yüz-> den. Canavarların gelip beni yediklerini görürdüm rüyalarımda, bu canavarların hepsi de kız kardeşim Zelda'ya benzerlerdi.»
İşte, diye düşündü Louis. Sonunda oldu işte. Bu kadar zamandır evliyiz, şimdi söylüyor artık.
«Onun hakkında pek konuşmazsın,» dedi.
Rachel gülümseyerek dokundu kocasının yüzüne. «Çok iyisin, Louis. Onun hakkında hiç
konuşmam ben. Onu hiç düşün-memeye çalışırım.»
•Bunun için bir nedenin olduğunu düşünmüşümdür.»
— 170—
•Vardı. Hal* da var.»
Rachel düşünerek durakladı.
«öldüğünü biliyorum... belkemiği menenjiti...»
«Belkemiği menenjiti.» diye tekrarladı Rachel. «Evde onun hiçbir resmi yok artık.»
«Bir genç kız resmi var... babanın...»
«Çalışma odasında. Doğru, onu unutmuştum. Annem de çantası içinde bir resmini hal* taşıyor sanırım. Benden iki yaş büyüktü. Hastalığa tutuldu... ve arka yatak odasındaydı... sanki kötü
bir sır gibi arka odadaydı, Louis... orada ölüyordu. Kardeşim arka odada öldü... ve kötü bir sırdı... hep öyleydi.»
Rachel birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Louis bir isteri krizinin geleceğini düşünerek telaşlandı. Uzanıp karısının omzunu tutmaya çalıştı ama Rachel kendini geri çekti.
«Rachel... yavrum...»
«Bir şey söyleme bana, Louis. Susturma beni. Bunu anlatacak gücü bir kez bulacağım kendimde, bir daha da sözünü etmeyeceğim. Bu gece nasıl olsa uyumam artık.»
Louis alacağı karşılığı bilerek, «O denli korkunç muydu?» diye sordu. O kadar çok şeyi anlıyordu ki şimdi... daha önce hiçbir bağlantı kuramadığı ya da hayal meyal tahmin ettiği şeyler birden açıklanmıştı kafasında. Karısının kendisiyle hiçbir cenazeye gelmediğini anımsadı, hatta motosikletiyle otobüse çar-pıp ölen tıptan arkadaşı Al Locke'nin cenazesine bile. Oysa Al sık sık kendilerini ziyarete gelir, Rachel de gençten hoşlanırdı. Ama cenazesine gitmemişti.
Hastaydı o gün, diye hatırladı Louis. Grip falan olmuştu. Oldukça kötüydü, ertesi gün hiçbir şeyi kalmamıştı.
Cenazeden sonra hemen düzeldi, diye düzeltti kendisini. Karısının hastalığının ruhsal olduğunu düşündüğünü bile anımsıyordu.
«Korkunçtu. Tahmin edebileceğinden de kötü. Günden güne eriyip gittiğini görüyorduk, Louis, ve yapacak hiçbir şey yoktu. Sancılar içindeydi. Vücudu kuruyor, küçüluyordu... omuzları
çöküyor, yüzü bir maske gibi oluyordu gün geçtikçe. Elleri kuş ayaklarından farksızdı. Yemeğini kimi zaman ben verirdim. Nefret ederdim bundan, ama yine de yapardım ve hiç yakınmazdım.
Sancılan artınca uyuşturucu vermeye başladılar... önceleri ha-
— 171 —fif şeyler, ama sonraları eğer yaşasaydı kendisini uyuşturucu tutkunu yapacak ilaçlar. Ama herkes biliyordu nasıl olsa Öleceğini. Sanırım o yüzden... bir sırdı bizim için. ölmesini istiyorduk onun, Louis, daha fazla acı çekmemeli için ölmesini arzu-Vuy ördük... biz daha fazla acı
çekmeyelim diye. Bir canavara benzemeye başlamıştı artık, bir canavar oluyordu... Bunun kulağa çok feci geldiğini tahmin ederim...»
Rachel yüzünü elleriyle örttü.
Louis karısına hafifçe dokundu. «Hiç de öyle değil, Rachel.»
•Öyle!» diye bağırdı kadın, «öyle!-
•Gerçekten olmadık bir şey değil bu. Uzun süren hastalıkların kurbanları çoğunlukla hiç de hoş
olmayan, çok istekleri olan canavarlara dönüşürler. Azizler gibi uzun süreli acılara katlanan hasta fikri romantik bir hikâyeden başka bir şey değildir. Hastanın kabaetlerinde ilk iltihaplar başladı mı, artık çevresine acılarını yayıp karşısına çıkan herkesi kıran bir in-.san oluverirler.
Ellerinde değildir bu... ama karşısındaki insanlar da bunu bildikleri halde dayanamazlar işte.»
Rachel şaşkınlıkla baktı kocasının yüzüne... hatta umutla belki. Sonra yüzüne yine bir güvensizlik ~<«skesi haline geldi. «Uyduruyorsun.»
Acı acı güldü Louis. «Ders kitaplarını göstermemi ister misin? Ya intihar istatistiklerini? Onları
görmek ister miydin? Ölümcül bir hastanın evinde bakıldığı durumlarda intihar istatistikleri, hastanın ölümünden sonraki altı ay içinde dimdik yükselirler.»
«İntihar, ha!»
«Hap içerler, beyinlerine bir kursun sıkarlar. Nefretleri... yorgunluktan... tiksintileri... acılan...»
Louis omuzlarını silkti. «Geride kalanlar kendilerini cinayet işlemiş kabul ederler. Ve kendi hayatlarına son verirler.»
Rachel'in ağlamaktan şişmiş yüzüne garip bir rahatlama gelmişti. «Çok şey istiyordu... nefret ediyordu her şeyden, herkesten. Zaman zaman bilerek işerdi yatağına. Annem helaya gitmek için yardım isteyip istemediğini sorardı... sonralan, artık ayağa kalkamadığı zamanlar da oturağı getirmek isterdi... ama Zelda hayır derdi... sonra da yatağına işerdi, annem ya da ben çarşafı değiştirelim diye... bir kaza olduğunu söylerdi ama j
—172—•
gözlerinin içi gülerdi. Gözlerinin güldüğünü görürdün. LouU. Odan hep çiş ve ilaç kokardı...
Öksürük gurubu kokan uyuşturucu ilaçlan vardı... geceleri bazen uyandığımda... şimdi bile bazı
geceler uyandığımda o öksürük «urubu kokusunu duyarım... ve gerçekten uyanamamışsam...
Zelda ölmedi daha? ölmedi mi, diye düşünürüm....
Rachel'in birden soluğu kesildi. Louis karonun elini tuttu. Rachel erkeğin elini vahşi bir güçle sıktı.
«Altım değiştirdiğimiz zaman sırtının düğüm düğüm olduğunu görürdü. Sonuna doğru, Louis...
en sonuna doğru... kıçı sırtına çıkmış gibiydi.»
Rachel'in ıslak gözleri korkunç bir karabasanı hatırlayan bir çocuğun korku dolu, donuk gözleriydi şimdi.
«Bazen bana... elleriyle dokunurdu... kuşu andıran elleriyle... kimi zaman az daha çığlık atacak gibi olur, bana dokunmamasını söylerdim... bir keresinde yüzüme dokunduğunda çorbasını
koluma döküp yaktım ve o gün gerçekten çığlıklar ata ata bağırdım... ağladım... gözlerindeki o gülümsemeyi o gün de gördüm. Sonuna doğru ilaçlar etki yapmaz olmuştu. O zaman çığlık çığlığa bağıran oydu. Daha önceleri nasıl olduğunu hiç hatırlamıyorduk artık, ne annem, ne de ben. O, yalnızca arka odadaki o çirkin, nefret dolu, çığlıklar atan şeydi... bizim kötü sımmızdı.»
Rachel yutkundu.
«Sonunda... sonunda... yani... annemle babam yoklardı... Öldüğünde. Ama ben yanındaydım.
Bayram olduğu için arkadaşlarına gitmişlerdi bir iki saatliğine. Ben mutfakta bir şeyler okuyordum. Ya da resimlerine bakıyordum. Çok bağırdığı için ilaç zamanını bekliyordum.
Annemle babam gittiğinden beri bağırıyordu... hiç durmadan. O öyle bağırırken oku yamıyordum elimdekini. Sonra... sonra... birden sustu Zelda. Sekiz yasmadaydım, Louis... her gece karabasanlar görüyordum... Sırüm düz diye benden nefret ettiğini sanıyordum, sürekli sancı çekmediğim için, yürüyebildiğim için, yaşayacak olduğum için... beni öldürmek istediğini sanmaya başlamıştım. Ama Louis, bu gece bile bunun yalnızca benim hayalim olduğunu sanmıyorum. Benden nefret ettiğini düşünüyorum hâlâ. Beni öldürmezdi, sanmam... ama elinde olup da benim vücudumu alabilseydi... peri
— 173 —masallarında olduğu gibi... işte bunu yapardı, eminim. Birden susunca bir şey mi oldu diye içeri koştum, yastıkları kaymış ya da yan dönmüş olabilirdi. Yüzüne bakınca dilini yuttuğunu ve boğulmak üzere olduğunu sandım. Louis, ne yapacağımı bilmiyordum! Sekiz yasmadaydım henüz!»
«Bilemezdin elbette.» Louis karısını kucakladı. Rachel kayığı büyük bir gölün ortasında birden devrilmiş de iyi yüzme bilmeyen birinin paniğiyle sımsıkı sarıldı Louis'e. «Bu yüzden seni üzdüler mi, yavrum?»