EVCİL HAYVAN MEZARLIĞI
Hazret! İse onlara dedi ki: «Dostumuz Lazaruz uyuyor, ama ben gidip onu uykusundan uyandırabilirim.»
Bunun üzerine havarileri birbirine baktılar ve bazıları İsa'nın mecazi anlamda konuştuğunu bilmediklerinden gülümsediler. «Efendim, eğer o uyursa daha iyi olur,» dediler.
O zaman Hazreti İsa onlarla daha yalın konuştu. «Lazarus öldü, evet... yine de biz ona gidelim.»
YOHANNA İNCİLİ
Babasını üç yaşında kaybeden Louise Creed. büyukbabası-,n mç tanımadığı gibi. orta yaşlılığa geçerken bir baba bulacağı-m Aklına bile getirmemişti, ancak olan da buydu işte. Bir insa-nm babası olması gereken kişiyi yaşamının epey geç bir döneminde bulduğu zaman yaptığı gibi, bu kişiye «dostum» diyordu Kam; ve iki çocuğuyla Ludlow'dakı büyük ahşap eve taşındıkları
akşam tanışmıştı onunla. VVinston Churchill de onlarla birlikte •aşınmıştı. Church kızı Eıleen'ın kedısiydi.
Üniversitenin konut arama komitesi çok ağır çalışmış, üm-vtrsiteye gidip gelecek ufaklıkta bir yer bulmak tüyler ürpertici bir serüven olmuştu-, öyle ki. orası olduğuna kesinlikle inandığı
(bütün işaretler vardı işte... Sezar'ın öldürülmesinden önceki gecenin gök işaretleri gibi. diye düşündü Louıs) yere yaklaştıkli-nnda hepsi de yorgun, sinirli ve gerilim içindeydiler. Gage'n dişleri çıktığı gibi bütün gün mızmızlık edip duruyordu. Rachel ne kadar ninni söylese de uyumuyordu çocuk. Saati olmamasına rağmen meme vermeye bile kalkışmıştı. Oğlan ağzına sokulan memebaşını hart diye ısınvermişti. Tüm yaşamı boyunca oturduğu Chicago'dan Maine'e taşınmalarını hâlâ pek kavrayamamış olan Rachel hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı.
Eileen de annesine katılmıştı hemen. Steyşın vagonun arkasında Church yolda bulundukları on üç günden beri olduğu gibi huzursuzca adımlayıp duruyordu kapatıldığı daracık yeri. Kafeste bulunduğu sırada miyavlamasına dayanamamışlardı; ancak kedinin serbest bırakıldıktan sonra arabanın içindeki bu durmadan yürümesi insanın sinirlerini harap ediyordu.
— 9 —
Louis'in de içinden ağlamak gelmiyor değildi. Çılgınca ama yine de pek itici olmayan bir fikir geldi aklına: Eşyalarını getiren kamyonu beklerken Bangor'a gidip bir şeyler yemelerini önerecekti. Sonra kadere rehin olarak vereceği bu üç yolcusu arabadan inince, birden gazı
kökleyecek ve arkasına bile bakmadan çekip gidecekti oradan. Güneye, Florida'da Orlando'ya kadar gidecek, orada Disney Dünyasında doktor olarak yeni bir ad altında iş bulacaktı. Ancak otoyoluna çıkmadan önce bir kenarda durup o lanet olasıca kediyi de atacaktı dışarı.
Sun dönemeci de aktıktan sonra şimdiye kadar yalnız kendisinin görmüş olduğu ev karşılarına çıktı. Maine Üniversitesindeki işini garantiledikten sonra gönderdikleri fotoğraflardan ayırdıkları
yedi olası yere bakmak üzere uçakla gelmiş ve işte bunu seçmişti. Ne\v England tipi eski bir ev, aşağıda üç büyük oda yukarda dört oda, ilerde odaya dönüştürülebilecek uzun bir sundurma ve bu ağıstos sıcağında bile evi çepeçevre saran yemyeşil çimenlik.
Evin arkasında çocukların oynayabilecekleri geniş bir alan, onun ardında da sonsuza kadar uzanınnış gibi görünen orman vardı. Emlakçımn dediğine göre, bu çevrede yakın bir gelecekle herhangi bir imar girişiminde bulunulmayacaktı. Micmac kızı.-derili kabilesinin hayatta kalanları
Ludlovv'la doğusundaki kasabaların çevresindeki sekiz bin dönüm toprakta hak iddia etmişlerdi, eyalet ve federal mahkemelerinin işe karışmalarım gerektiren dava önümüzdeki yüzyılın ortalarına kadar uzayabilirdi.
Rachel birden kesti ağlamasını. Yerinde doğruldu. -Bu...»
«Evet o,» dedi Louis. Korkuyordu. Hatta dehşet içindeydi. Yaşamlarının on iki yılını ipotek etmişti bunun için; Eileen on yedisine basana kadar borç ödeyecekti.
Yutkundu.
«Ne diyorsun?»
«Şahane bir yer,» dedi Rachel. Louis'nin göğsünden ağır bir yük kalkmıştı. Kafasından da.
Karısının alay etmediğini görüyordu; evin arkasındaki sundurmaya uzanan asfalt yolda giderlerken eve bakışından, gözlerinin çıplak pencerelerde dolaşmasından, daha şimdiden perdeler, dolaplara muşamba örtüler ve-daha Tann bilir neler düşünmesinden anlıyordu bunu.
«Baba?» dedi Ellie arka koltuktan. O da kesmişti ağlamayı.
ı —10
—
Gage bile kıpırdanıp durmuyordu. Louis bu beklenmedik sessizliğin keyfini çıkardı.
«Ne var, yavrum?»
Kızın dikiş aynasından görülen kahverengi gözleri de evi, bahçeyi, soldaki bir evin çatısını ve ormanlara uzanan büyük
•çimenliği süzüyordu.
•Evimiz buran mı?»
«Evet, yavrum.»
• «Yaşasın!» Kulağının zan patlayacaktı Louis'in. Kimi zaman .Ellie'den çok rahatsız olabilen Louis, Orlando'daki Disney Dünyasını hiç görmese bile umurunda olmadığını düşündü.
Arabayı sundurmanın önüne park edip motoru kapattı.
Motor takırdadı bir süre. Chicago'dan, State Caddesinin kalabalığından sonra çok derin görünen sessizlikte bir kuş cıvıltısı duyuldu.
Hâlâ eve bakan Rachel, «Yuvamız,» dedi.
«Yuva,» dedi kucağında sakin sakin oturan Gage.
Loıüs'le Rachel birbirine baktılar. Dikiz aynasında Eileen' in gözleri irileşti.
»Duydun mu...»
«Gerçekten...»
«Ne dedi...»
Hepsi bir anda konuşmuşlardı, hep birlikte güldüler sonra.
•Gage onlara aldırış bile etmedi, parmağını emmeyi sürdürdü. Bir aydır «anne» diyordu, bir iki kez de «baba» demek istediğini belirten bazı sesler» çıkarmıştı.
Ancak ya rastlantıyla ya da annesini taklit ederek gerçek bir .•sözcük çıkmıştı ağzından. Yuva.
Louis oğlunu karısının kucağından alıp kollan arasında sıktı.
LudloVa böyle geldiler işte.
Louis Creed o anı tılsımlı bir an olarak hatırlayacaktı, belki •de gerçekten tılsımlı olduğu için, ama bu daha çok, akşamın ge-
— n —ri kalanının çılgıncasına olduğu içindi. Ondan sonraki üç saat içinde ne rahat huzur, ne de tılsım vardı.
Derli toplu, düzenden hoşlanan bir insan olan Louis evin anahtarlarını bir zarfa koymuş, zarfın üzerine «Ludlovv Evi, anahtarlar 29 Haziranda alındı» diye yazmıştı. Zarfı arabasının torpido gözüne koymuştu sonra. Bundan emindi. Ama şimdi zarf orada değildi işte.
Giderek artan bir öfkeyle anahtarları ararken Rachel, Gagu'ı kucağına alıp Eıleen'in ardından çayırlıktaki ağaca doğru yürümüştü. Louis koltukların altını üçüncü kez ararken kızı bir çiğlik attı, sonra da ağlamaya başladı.
«Louis!» diye seslendi Rachel. «Kız yaralandı.»
Eileen otomobil lastiğinden yapılma bir salıncaktan düşmüş dizini bir taşa çarpmıştı. Önemli bir şey yoktu ama kız sanki bacağı kopmuş gibi bağırıyordu. Louis yolun karşısındaki, oturma odasında bir ışık yanan eve baktı.
«Yeter artık, Ellie!» diye seslendi «Karşıdakiler adam o'du rulüyor sanacaklar >-
«Acıyor ama!»
Louis kendini tutmaya çalışarak arabaya dondu. Anahw-lar kayıptı ama ilk yardım çantası hâlâ
gözde duruyordu. Çantayı aisp kızının yanına gitti. Ellıe çantayı görünce eskisinden daha çok yaygara kopardı.
«Olmaz! O yakan şeyi istemem! İstemem o yakan şeyi. Baba. hayır ..-
-Eileen tentürdiyot bu. hem yakmaz, hem de...>
«Koca kız oldun artık.» dedi Rachel «Yalnızca . »
«Hayır, hayır, hayır...»
«Ya sesini, kesersin ya da kıçının ağrısından bağırırsın.- dedi Louis
«Kız yoruldu, Lou,» dedi Rachel
«O duyguyu iyi bilirim. Uzat şunun bacağını.»
Rachel, Gage'i yere indirip Eileen'in bacağını tuttu, Louis kızın artan çığlıklarına aldırmadan tentürdiyotu sürdü.
«Kars: evin kapısına biri çıktı,» dedi Rachel. Otlar arasında t ineklemeye çalışan Gage'i kaldırdı.
«Bir bu eksikti.»
«Lou, kız...»
— 12 —
«Biliyorum, yorgun.» Louis şişeyi kapatıp' kızma baktı. «Hiç de acıtmadı işte. Açık konuşalım, Ellie.» «Acıttı. Çok acıyor. Çoook...»
Louis kızı tokatlamamak için güç tuttu kendini.
«Anahtarları buldun mu?» diye sordu Rachel.
«Daha bulamadım.» tik yardım çantasını kapatıp ayağa kalktı. «Şimdi...»
Bu kez Gage haykırmaya başladı. Yaygara koparıyor ya da ağlıyor değildi, Rachel'in kucağında kıvranıyor, gerçekten haykırıyordu.
«Nesi var bunun?» diye Rachel çocuğu kocasına uzattı. Louis, bir doktorla evli olmanın yararlarından biri de bu, diye düşündü. Çocuğun ölmek üzere olduğunu sandığın her zaman hemen uzatıverirdin kocana. «Louis! Ne...»
Çocuk çılgıncasına boynunu koparmaya çalışıyor, çığlık çığlığa bağırıyordu. Louis oğlanı
çevirince boynunda beyaz bir şiş gördü. Pantolonunun askısında da zayıfça kıpırdayan tüylü bir şey vardı.
Sakinleşmeye başlamış olan Eileen yemden bağırmaya koyuldu o anda. Korkuyla geri fırlarken az önce başına iş açan taşa bir daha çarptı, sırtüstü yere düştü, şaşkınlık, korku ve acıyla ağlamaya başladı.
Çıldıracağım, diye düşündü Louis. Çıldınyorum.
«Bir şeyler yap, Louis! Bir şey yapamaz mısın?»
Arkalarında bir ses, «iğneyi çıkarın,» dedi. «İğneyi çıkarın, üstüne biraz sodyumbikarbonat koyun. Şiş iner hemen.» Ses öylesine boğuk, Doğu aksanıyla sözcükleri öylesine yarayarak öylesine söylüyordu ki, Louis'in karmakarışık kafası ne dendiğini bir türlü anlayamıyordu.
Dönüp bakınca belki de yetmiş yaşlarında — canlı ve sağlıklı bir yetmiş yaş — bir adam gördü
çimenlerin üstünde. Adamın üzerinde bir tulum, sırtında da kırış kınş ensesini açıkta bırakan mavi bir gömlek vardı. Yüzü güneşten yanmıştı, filtresiz bir sigara içiyordu. Louis bakarken adam sigarasını başparmr.-ğıyla işaret parmağı arasında söndürüp izmariti cebine yerleştirdi.
Elini uzatıp çarpık çarpık gülümsedi sonra. Louis sevmişti adamın gülümsememesini, üstelik insanlara kolayca «ahşan» bir tip olmamasına karşın.
— 13 —
«İşinizi öğretmek gibi olmasın, doktor.» dedi adam. İst» Louis. babası olması gereken Judson Crandaü'la böyle tanışmıştı.
Adam karşıdan geldiklerini görmüş ve kendi deyimiyle «biraz sıkışık durumda» olduklarını
farkedince yardıma koşmuştu
Louis çocuğu omzuna kaldırdı, Crandall yaklaşıp Gage'in boynundaki şişe baktı, romatizmalı
elini uzattı. Rachel itiraz edercesine açtı ağzını, adamın, eli çok beceriksiz ve Gage'in kafası
kadar iri görünüyordu, ama o daha bir şey söyleyemeden yaşlı adamın parmaklan kesin bir hareketle oynadı; böceğin iğnesi avtıcu içindeydi.
«İriymiş,» dedi. «Ödül falan almaz irilikte belki ama yine de esaslı.» Louis elinde olmadan güldü.
Crandall o çarpık gülümsemesiyle baktı yüzüne. «Esaslı değil mi?»
«Ne dedi, anne?» diye sordu Eileen. Rachel de kahkahayı bastı. Büyük saygısızlıktı bu. ama yine de öyle görünmedi nedense. Crandall cebinden bir paket Chesterfield sigarası çıkardı, ağzının kırışık köşesine bir tane yerleştirip başını salladı. Hepsi gülüyorlardı şimdi, annın soktuğu yerin şişi inmemiş obuasına rağmen Gage de. Yaşlı adam tırnağıyla yaktı kibriti.
Hepsinin bir numarası vardır, diye düşündü Louis. Küçük belki, ama içlerinde iyileri de vardır.
Louis gülmeyi kesip Gage'in ıslak altında olmayan elini uzattı. «Tanıştığımıza memnun oldum Bay...»
«Jud Crandall,» diyen adam elini sıktı. «Siz de doktorsunuz, sanırım."
«Evet, Louis Creed. Karım Rachel, kızım Eileen ve arının soktuğu da Gage.»
«Tanıştığımıza memnun oldum.» ( «Gülmek istememiştim... yani hiçbirimiz istememiştik...
epey yorulduk da, sinirlerimiz bozulmuş olmalı.-
— 14 —
Her şeyi böyle önemsizmiş gibi açıklayıvermesi yeniden kıkırdamasına neden oldu.
«Yorgunluktan ölecek gibiydi.
Crandall başını salladı, «öylesiniz elbette.» Rachel'e baktı. «Kızınızla oğlunuzu bize götürsenize, Bayan Creed. Biraz sod-yumbikarbonat koyardık şişin üstüne. Karım da sizinle tanışmak isteyecektir. Pek sokağa çıkmam. Son. iki üç yılda romatizmaları çok azdı.»
Rachel kocasına baktı, Louis başını eğdi.
- Çok naziksiniz, Bay Crandall.»
<Adım Jud,» dedi adam.
Bir korna sesi .ardından bir motor gürültüsü duyuldu, büyük mavi kamyon evin yoluna girdi.
«Anahtarları da nereye koyduğumu bilemiyorum,» dedi Louis.
«Önemi yok,» dedi Crandall. «Bende yedek anahtar var Sıı-den önce burada oturan Bay ve Bayan Cleveland vermişlerdi on dört, on beş yıl önce. Epey uzun bir süre yaşadılar burada Joan Cleveland kanmın en iyi arkadaşıydı. İki yıl önce öldü. Bili de Orrington'daki o yaşlılar köyüne gitti. Gidip getireyim, zaten şimdi anahtarlar sizindir artık. •
-Çok iyisiniz, Bay Crandall,» dedi Rachel.
«Yok canım. Çevremizde gençleri görmek istiyorum yınj. hepsi bu. Çocuklara yolda dikkat edin. Bayan Creed. O yoldan büyük kamyonlar geçer.*
Nakliye şirketinin adamları kamyondan inip kendilerine doğru yürüdüler.
Yanlarından biraz uzaklaşmış olan Ellie, -«Baba, bu nedir0 diye sordu.
Nakliyecilere doğru yürümekte olan Louis durdu. Bahçenin bitip de çayırın başladığı yerde bir metre eninde bir patika tepeye doğru çıkıyor, çalılıklar ve ağaçlar arasında gözden kayboluyordu.
-Bir patikaya benziyor,» dedi Louis.
-Öyle.» diye gülümsedi Crandall. -Bir gün anlatırım, küçük hanım. Bize gidip kardeşini rahatlatalım mı, ha?»
-«Elbette.» Sonra bir tür umutla sordu. «Sodyum insanın canını yakar mı?»
— 15 —
Crandall anahtarları getirdiğinde Louis kendisininkileri bulmuştu. Torpido gözünün üstündeki boşluktan elektrik telleri arasına kaymıştı zarf. Kapıyı açıp adamları içeri aldı. Crandall öteki anahtarları da verdi. Kullanılmaktan parlayan eski bir zincı-rm uçundaydı anahtarlar, Louis adama teşekkür edip anahtarları düşünmeden cebine attı. Bir yandan da on iki yıllık evlilikleri boyunca toplanan kutulara, eşyalara bakıyordu. Onlan böyle yerleri dışında görmek değerlerini azaltıyordu sanki. Kutulara talalmış bir sürü eşya, diye düşündü, birden canı sıkıldı, üzüldü sıla özlemi denilen şey bu olmalıydı, herhalde.
Yanı başında beliren Crandall, «Kökleriyle çıkarılmış ve başka bir yere ekilmiş,» dedi. Louis elinde olmadan hafifçe sıçradı
• Bu duyguyu bilirmişsiniz gibi konuşuyorsunuz.»
•Aslında bilmem.» Crandall bir sigara yaktı. Akşamın ilk gölgelerinde birden parladı kibrit.
«Şu karşınızdaki evi baban, yaptırmıştı. Karısını oraya getirdi, kadın orada hamile kaldı ve ben de 1900 yılında orada doğdum.» Yani siz •
«Seksen üç yakındayım,» dedi Crandall.
«Çok daha genç gösteriyorsunuz ama.»
Crandall omuzlarını silkti. «Bütün ömrüm boyunca burada yaşadım. Büyük Savaşta gönüllü
yazıldım, ama New Jersey'dekı Bayonne'dan daha fazla yaklaşamadım Avrupa'ya. Berbat b1 r yerdi. 1917'de bile berbattı. Buraya döndüğüme sevinmiştim Norma'mla evlendim, demiryolunda çalıştım ve hâlâ buradayım işte. Ama burada, Ludlow'da, pek çok şey gördüm.
Çok şey gördüm hem de.»
Nakliyeciler Rachel'le paylaştığı büyük yatağın somyasını yüklenmişler, sundurmanın kapısı
önünde duruyorlardı. «Bunu nereye koyalım, Bay Greed?»
«Yukan... bir dakika, ben gösteririm.» Louis adamlara doğru yürüyecekken bir an durup Crandall'a baktı.
16 —
-Gidin, gidin.» dedi Crandall. -Sonra görürüz. Taşınmak insanı müthiş susatır. Ben genellikle saat dokuz sularında, kapı önünde oturup bir iki bira içerim. Sıcak günlerde gecenin gelmesini seyretmek hoşuma gider. Norma da bazen katılır bana. isterseniz siz de gelin.»
«Gelirim belki,» dedi Louis, gitmeyeceğini bile bile. Çok geçmeden Norma'nın romatizmalarına (hem de bedavadan) bakmasını isteyecekti kuşkusuz. İyi bir insan, diye düşündü. Ancak doktorlar böyle çabuk dostluklar kuran insanlara karşı tetikte olmalılar. Kaçınılmaz bir şeydi, insanın en iyi dostu bile ergeç tıbbi bir fikir sorardı. Yaşlılardaysa bunun sonu yoktu. «Ben; beklemeyin ama, benim için de pek geç kalmayın., çok yorucu bir gün geçirdik.»
«Yaldızlı davetiye gerekmediğini bilin yeter,» dedi CrandaH Adamın çarpık gülüşünde Louis'in ne düşündüğünü çok iyi bildiğini belirten bir şey vardı.
Louis taşıyıcıların yanına giderken yaşlı adamın arkasından, taakıı. Çok dik ve rahat yürüyordu, seksen yaşında değil de ah-mış yaşında biri gibi. îçinde o belli belirsiz ilk sevgi kıpırtısın: hissetti.
Saat dokuzda taşıyıcılar gitmişlerdi. Bitkin düşen Ellie'yle Guge odalarında uyuyakalmışlardı, Gage küçük yatağında, Ellie de yere atılmış bir şilte üstünde. Kızın çevresi kutularla sanlıydı
sayılmayacak kadar çok mumboya kalemi, çocuk posterleri, resimli kitapları, giyecekleri akla gelebilecek her şeyi tıkış tıkıştı çevresinde. Church de yanındaydı, hafif hırıltılarla uyuyordu İri erkek kedinin mırıltıya en yakın çıkardığı s*s bu derin hırlamalardı.
Rachel daha önce kucağında Gage olduğu halde evin içinde bırakmadan dolaşmış, Louis'in taşıyıcılara bir kenara bırakmalarını söylediği eşyaları adamlara kaldırtmış, başka yere taşıtmış
ya da bir kenara istif ettirmişti. Louis adamlar için hazırlu-
— 17 —
Hayvan Mezarlığı — F • 2
dığı çeki kaybetmemişti, bahşiş olarak ayırdığı beş tane on dolarlıkla birlikte göğüs cebindeydi hâlâ. Kamyonun boşaltılması bitince çekle parayı adamlara verdi, teşekkürlerini kabul etti, kâğıtları imzaladıktan sonra kapı önünde uzaklaşan adamlara el salladı. Herhalde yolda Bangor'da durup yuttukları tozu bastırmak için birkaç bira içerlerdi artık. Birayı düşününce aklına Jud Crandall geldi.
Rachel'le mutfakta masa başında otururlarken karısının gözlerinin altının halka 'halka olduğunu gördü. «Sen git yat haydi -dedi.
«Doktorun emri mi?»
«Evet.»
-Peki,» diyerek kalktı karısı. «Çok yorgunum, Gage de gece kalkar nasıl olsa. Sen geliyor musun?»
Louis duraksadı. «Sanmıyorum daha değil. Karşıdaki yas'ı adam... beni bir bira içmeye çağırdı.
Gidip bir bakayım diyorum. Yorgunum ben de, ama hemen uyuyamayacak kadar ger gin sinirlerim.»
Rachel gülümsedi. «Sonunda Norma Crandall'a neresinin ağrıdığını ve nasıl bir şiltede yattığını
soracaksın.»
Louis güldü, bunun ne kadar komik ve ne kadar ürkütücü bir şey olduğunu düşünerek; evet, aradan bir süre geçince kadınlar kocalarının akıllarından geçeni okurlardı.
«Kendisine ihtiyacımız olduğunda yardımımıza koştu.» dedi. -Benim de ona bir iyilik yapmam fazla bir şey değil sanırım. >•
Louis karısına Crandall'a bu kadar kısa süre içinde nasıl bir yakınlık duyduğunu anlatmaya hazır değildi. «Kârısı nasıl biri?» diye sordu. ,,
«Çok tatlı. Gage kucağında oturdu. Şaşırdım, çok yorgundu üstelik, oysa en keyifli gününde bile tanımadığı insanın yanına gitmez. Eileen'e de oynaması için bir bebek yerdi.»
«Romatizması nasıl dersin?»
«Berbat.»
«Tekerlekli koltukta mı?»
«Hayır ama çok yavaş yürüyor, parmaklan da...» Rachel kendi uzun parmaklanın pençe biçiminde büktü. Louis basını salladı. «Her neyse, çok geç kalma, Lou. Yabana evlerden ödüm.
patlar.»
— 18 —
«Pek uzun süre yabancı kalmayacak,» diyerek Louis kamı» m öptü.
Louis eve döndüğünde kendini pek küçülmüş hissediyordu. Kimse kendisinden Norma CrandaU'ı muayene etmesini istememişti, komşuya gittiğinde kadın yatmıştı bile. Jud ise kapalı
sundurmanın paravanları-ardında silik bir gölgeydi. Eskimiş muşambanın üstünde sallanan bir koltuğun rahatlık verici gıcırtısı işitiliyordu. Louis sinek teli gerili kapıya vurdu. Crandall'ın sigarası yaz karanlığında kocaman ve hoş bir ateşböceği gibi parüdı-yordu. Radyodan bir Red Sox beyzbol maçının sesi geliyor, Louis Creed içinde bir yuvaya dönüş duygusu hissediyordu.
-Doktor,- dedi Crandall. «Gelenin siz olduğunuzdan emindim.»
«Bira konusunda şaka etmediniz sanırım..
«Bira konusunda hiç yalan söylemem. Bira hakkında yalan söyleyen bir insan düşman kazanır.
Oturun, doktor. Ben her olasılığa karşı buzun üstüne iki şişe yerleştirdim.»
Sundurma uzun ve dardı, hasır iskemleler ve koltuklarla doldurulmuştu. Louis bir koltuğa kendini bırakınca oturduğu yerin' rahatlığına şaştı. Sol yanında buz parçalan ve birkaç şişe Black Label bira şişesi bulunan teneke bir kova vardı. Bir şişe aldı.
«Teşekkür ederim,» diyerek açtı. Boğazından geçen ilk bir iki yudum mutluluğun ta kendisiydi.
«Afiyetler olsun,- dedi Crandall. «Buradaki günlerinizin mutlu geçmesini dilerim, doktor.»
-Amin,» dedi Louis.
«Bisküvi falan isterseniz bir şeyler bulurum. Epey olgun bir farem var.»
-Neyiniz var?»
«Fare peyniri» Crandall bundan hoşlanmış gibiydi.
«Teşekkür ederim ama bira yeterli benim için.-
— 19—
«Eh, öyleyse keyfimize bakalım.- Crandall mutlu mutlu ge-ğirdi.
«Karınız yattı mı?' diye sordu Louis, neden böyle çanak tuttuğuna kendisi de şaşarak.
«Evet. Kimi zaman kalır, kimi zaman yatar işte.»
«Romatizması sancı veriyor mu?»
«Vermeyenini gördünüz mü hiç?»
Louis başını iki yana salladı.
«Yine de katlanılmaz değil,» dedi Crandall. «Pek yakınlığı yok. Benim Norma'm iyi kadındır.»
Adamın sesinde büyük ve basit bir sevgi vardı. 15 numaralı yoldan geçen büyük bir tanker yüzünden Louis bir an karşıdaki evini göremedi. Tankerin yanında ORINCO yazıyordu.
«Epey büyük bir tanker,» dedi Louis.
«Orinco, Orringtoa yakınlarındadır. Kimyasal gübre fabrikası. Durmadan gelip geçerler. Benzin tankerleri, çöp kamyonları .. Bangor ya da Brewer'de çalışan insanlar da akşamlan evlerine dönerler.» Başını salladı. «Ludlow'un artık sevmediğim bir yanı bu işte. Bu lanet olası yol.
tnsanm rahatı diye bir şeyi kalmıyor. Bütün gündüz ve gece geçerler. Norma uyanır zaman zaman. Beni bile uyandırırlar, ki, ben kütük gibi uyurum oysa.»
Chicago'nun bir an bile kesilmeyen gürültüsünden sonra Maine'in bu garip köşesini şaşılacak kadar sakin bulan Louis yalnızca başını sallamakla yetindi.
«Günün birinde Araplar petrol musluğunu kapatacaklar, o zaman yolda menekşe yetiştirirler artık'.»
«Haklı olabilirsiniz.» Louis bira tenekesini eline alınca olduğunu görüp şaşırdı.
Crandall güldü. <Bir tane daha al, doktor.»
Louis duraksadı bir an. «Peki, ama yalnızca bir tane. dönmem gerek.»
«Hiç kuşkusuz. Taşınma epey dertli bir iş, değil mi?»
«Öyle,» dedi Louis. Bir süre konuşmadılar. Birbirlerini çok uzun zamandan beri tamyormuşlar gibi rahattı suskunlukları. Louis bu duyguyu ancak kitaplarda okumui, o ana dek yaşamış
değildi. Daha önce bedava muayene gibU«r«yler düşündüğü için utandı.
boş
— 20-
Yolda bir kamyon, farlan kuyruklu yıldızlar gibi panldaya-rak geçti.
«Berbat, bir yol,» diye söylendi Crandall, sonra Louis'e döndü. Kınşık ağzında garip bir gülümseme vardı. Gülümsemesinin kenarına bir Chesterfield soktu, kibriti tırnağıyla yaktı.
«Kızının gösterdiği patikayı hatırladın mı?»
Louis bir an anlamadı adamın ne dediğini, Eileen yorgunluktan bitkin bir halde yatağa düşene kadar bir sürü şey söylı*-mişti. Anımsadı sonra. Otlar arasında, ağaçlara ve tepenin üstüne doğru giden patika.
«Hatırladım. Bir gün anlatacağınızı söylemiştiniz.»
«Öyle, anlatacağım da. O patika bir buçuk mil kadar gider ağaçların içinde. 15. karayolu ve ara yol çevresindeki çocuklar orasını çok kullandıkları için temiz tutarlar. Çocuklar gelip geçerler buradan... benim çocukluğuma kıyasla daha çok taşınan falan var artık. O zamanlar bir yeri beğendin mi oraya yerleşirdin. Ama her giden yeni gelene söylüyor olmalı ki, her baharda bir grup toplanıp o patikayı otlardan temizlerler. Bütün yaz boyunca da temiz tutarlar. Kasabadaki büyüklerin çoğu bilmoiı-orasını, bazısı bilir ama çoğu bilmez yine de. Ama bütün çocu-;-Jar bilirler. Bahse girerim ki, iyi bilirler hem de.-
«Orada ne olduğunu biliyor musunuz?»
«Evcil hayvan mezarlığı,» dedi Crandall.
«-Evcil hayvan mezarlığı ha?» diye hoşuna gitmiş gibi tekrarladı Louis.
«Kulağa geldiği kadar garip değil aslında.» Crandall hem sigarasını içiyor, hem sallanıyordu.
«Karayolunun yüzünden. Yolda pek çok hayvan ölür. Köpeklerle kediler çoğunlukla, ama hepsi o kadar değil tabii. O büyük Orinco kamyonlarından biri Ryder lerin çocuklarının evcil rakununu da çiğnemişti. 1973'de, hatti daha önceydi sanınm. Eyalet evde rakım ya da sansar beslemeyi yasaklamadan önce.»
«Neden yasakladılar?»
«Kuduz yüzünden. Maine'de epey kuduz vakası görülüyor artık. İki yıl önce koca bir St.
Bernard köpeği kudurdu da dön kişiyi öldürdü. Berbat bir şeydi. Köpeğe aşı yapılmamış.
Sersem sahipleri köpeklerini aşılatsalardı böyle bir şey olmayacaktı. Ama bir rakun ya da sansarı yılda, iki kez de aşılatsan bazeı
___ 21 ,_
aşının etkisi olmuyor. Ryder'lerin çocuklarının rakunu eskilerin ''tatlı rakun' dedikleri türdendi, insanın yanına gelir... ne de tombuldu ama... köpek gibi yüzünü yalardı. Babalan veterinere para verip tırnaklarını bile söktürmüştü. Epey para vermiş olma» Jıydı... Ryder. Bangor'daki EBM'de çalışırdı. Beş yıl önce, yoksa altı mıydı. Colorado'ya gittiler. O iki çocuğun araba kullanacak yaşa gelmiş olmalarını düşününce şaşıp kalıyor insan. Hayvanlarının ölümüne çok bozulmuşlardı sanırım. Matty Ryder öyle çok ağladı ki, annesi sonunda doktora göstermek istediydi. Şimdi acısı geçmiştir sanınm, ama hiç unutmazlar, iyi bir hayvaa yolda ezildi mi, bir çocuk hiç unutmaz bunu.»
Louis, Eileen'in hep ayağının dibinde mınldayan Churc'le uyuduğunu anımsadı.
«Kızımın bir kedisi var.» dedi. «Winston Churchill. Kısaca Church diye çağırırız.»
•-Başka kedilere atlar mı?»
«Özür dilerim, anlamadım.» Louis adamın neden söz ett'g ııi bilemiyordu.
«Kısırlaştırıldı mı?»
«Hayır, kısırlaştınlmadı.» dedi Louis.
Chicago'dayken bu konuda az konuşmamışlardı. Rachel hayvanın kısırlaştınlmasmı istemiş, hatta veterinerden randevu almıştı. Ama Louis randevuyu iptal etmişti. Şimdi bile bunun nedenini bilmiyordu. Kızının erkek kedisinde kendi erkekliğini görüyor gibi basit ya da saçma bir şey değildi bu. Komşunun şişko karısının çöp tenekelerinin kapaklarını sıkıştırma zahmetine katlanmaması için Church'ün kısırlaştınlmasına kızması da değildi. Aslında bunların hepsi de vardı ama asıl önemlisi, kedinin yeşil gözlerindeki o «canın cehenneme» diyen bakışın kaybolacağım hissetmesiydi. Sonunda Rachel'e kent dışı bir yere taşınacaklarım ve bunun orada bir sorun olmayacağını söylemişti. Şimdi de Judson Crandall kalkmış kendisine oturdukları bölgenin 15 numaralı karayoluyla ilişkili olduğunu söylüyor ve kedisini kısırlaştırıp kısırlaştırmadıgını soruyordu.
«Ben olsam yapardım,» dedi Crandall, sigarasını başparma-gıyla işaret parmağı arasında ezerek. «Kısır bir kedi pek dolaşmaz. Ama bir hayvan gününü karşıdan karşıya geçerek geçire-
•cekse talihi kısa zamanda ters döner ve sonunda Ryder'lerin ra-
— 22 —kunu, küçük Tommy Dressler'in köpeği ve Bayan Bradleigh'in muhabbet kuşunun yanına gider.
Kuş yolda ezilmedi tabii, ama bir gün nalları havaya dikiverdi işte.»
-Düşünürüm,» dedi Louis.
«İyi olur.» Crandall ayağa kalkü. «Bira bitiyor mu? Ben gidip Bay Fare'den bir parça keseceğim kendime.»
«Bira bitti,» diyen Louis de ayağa kalktı. «Ben de gideyim artık. Yann epey yoğun bir gün olacak.»
«Üniversiteye mi başlayacaksınız?»
Louis başını salladı, «öğrenciler daha iki hafta gelmeyecekler ama benim de o zamana kadar ne yaptığımı bilmem gerek, değil mi?»
«Sanırım, hapların nerede olduğunu bilmezseniz başınız derde girer herhalde,» Louis, Crandaü'ın uzattığı eli sıktı, yaşlı kemiklerin kolayca ağrıdığım gözönüne alarak, «istediğiniz bir akşam gelin,» dedi yaşlı adam. «Norma'yla tanışmanızı islerim Sizi seveceğinden eminim.»
«Gelirim. Tanıştığımıza sevindim, Jud.»
•Ben de öyle. İyice yerleşin1 bakalım. Kimbilir belki uzun bir süre kalırsınız burada.»
«Umarım.»
Louis yola kadar yürüdü, bir kamyonun arkasından beş otomobilin geçmesini bekledi, sonra eliyle selam verip yeni evine girdi.
Eve uyumakta olan insanların sesleri hakimdi şimdi. Ellıe hiç kıpırdamamış gibiydi; Gage kendine özgü biçimde, bacakla-' nyla kollarını iki yana açmış sırtüstü uyuyordu, biberonu elinin hemen yanındaydı. Louis bir an durup oğluna baktı; yüreği bir-den öyle bir sevgiyle dolmuştu ki, tehlikeli bile olabilirdi bu. Bunun bir bakıma, şimdi millerce uzaktaki tanıdık yerlere ve yüzlere olan özlemden doğduğunu tahmin ediyordu. Eskiden olduğundan daha çok taşınıyorlar inmnlır şimdi... insan bir yeti seçti mi, oraya yerleşir kalırdı. Eh, bir gerçek payı vardı bunda.
Oğlunun yanına gitti, ortalıkta kendisini görecek kimse, hattâ Rachel bile olmadığı için parmaklarını öpüp yatağın dik tahtaları arasından elini uzatıp oğlunun yanağına dokundu.
Gage mırıldanarak yana döndü.
«tyi uykular, bebek.» dedi Louis.
— 23 —
Louis sessizce soyunup yatak diye yere serdikleri çift kişilik şiltenin bir yanına uzandı. Günün yorgunluğunu üzerinden attığını hissediyordu. Rachel kıpırdamadı. Açılmamış kutular hayaletler gibi yükseliyorlardı odanın içinde.
Louis uyumadan az önce dirseği üzerinde doğrulup pencereden baktı. Odaları evin ön tarafındaydı ve pencereden karşıdaki CrandaH'lann evi görünüyordu. Gölgeleri göremeyecek kadar karanlıktı hava -aylı bir gecede pek o kadar olmazdı- ama yine de sigara ateşini seçebildi. Hâlâ ayakta, diye düşündü. Uzun bir süre de yatmaz. Yaşlılar pek az uyurlar. Belki de nöbet beklerler.
Neye karşı?
Louis uyuyakaldığında bunu düşünüyordu. Rüyasında Disney Dünyasında olduğunu gördü, kenarında bir kızılhaç işareti olan parlak beyaz bir kamyonet sürüyordu. Gage yanındaydı ve en az on yaşındaydı. Church kamyonetin ön camı önünde parlak yeşil gözleriyle Louis'e bakıyordu. Dışarda, 1890'lann tn istasyonunun yanında Miki Fare çevresindeki çocukların ellerini sıkıyor, iri beyaz karton eldivenleri çocukların küçük ve güven dolu ellerini örtüyordu.
Ertesi iki hafta aile olarak işten başlarını kaldıramadılar. Louis'in yeni işi yavaş yavaş ortaya çıkıyordu... çoğu esrarkeş ve ayyaş, kimi toplumsal hastalıklara tutulmuş, kimi aldığı n u: üzgün, evlerinden ilk kez ayrıldıkları için sıkıntılı -çoğu kızdi bunların- olan on bin öğrenci biraraya toplanınca neler olmazdı.. Louis Üiversite Sağlık Hizmetleri müdürü olarak işine alışırken.
Gage yeni çevresine alışmanın gerektirdiği ölçüde düşüp orasını burasını bereliyordu; yatma düzeni de bir süre iyice çığırından çıkmış, Ludlovr'da ikinci haftalarının sonunda ancak yeniden düzenli uyumaya başlamıştı. Artık yalnızca yeni bir yerde anaokuluna başlama sorunuyla Ellie aşın heyecanlıydı. Sık sık nedensiz yere gülüyor, ergenlik sıkıntılarını andıran bunalım
— 24 —dönemleri geçiriyor, en küçük bir sözde kıyameti koparıyordu. Rachel kızın okulun kafasında yarattığı korkunç bir yer olmadığını anladığında normale döneceğini söylüyor. Louis de karısına inanıyordu. Gerçekte Ellie çoğunlukla pek tath bir çocuktu.
Akşamlan Jud Crandall'la bir iki bira içmek bir alışkanlık olmuştu aruk. Gage'in normal uyku düzenine dönmesiyle Louis de iki üç gecede bir kendi bira kasasını getirmeye başladı. Norma Crandall la da tanışmıştı. Kadın hoş bir insandı, genellikle sağlıklı olan yaşlı kadın ve erkeklerin yaşlılıklarında iyi olabilecek her şeylerini berbat eden türden pis bir romatizması vardı ama buna rağmen kendini acıyla koy vermiyordu, beyaz bayrak çekmeye niyeti yoktu. Gücü varsa çıksmdı karşısına romatizması Louis kadının önünde pek rahat olmasa bile beş altı verimli yn: olduğunu hesaplıyordu.
Kendi kurallarına karşı çıkmış, kendi isteğiyle kadını mua-ycnc etmişti, doktorunun verdiği reçeteleri incelemiş, hepsini yerinde bulmuştu. Kadına yapabileceği bir şey olmadığından içinde hep bir düşkırıkhğı vardı, ancak kadının doktoru Weybridge, Norma Crandall için yapılabilecek her şeyi yapmıştı. Pek güve-nılemeyen ama her zaman olasılığı bulunan bir yenilik çıkmadıkça hastalık normal seyrini izleyecekti. Bunu kabul etmeyi öğrenmek zorundaydı insan.
Rachel kadından hoşlanmış ve dostluklarını küçük çocukların bsyzbolcu resimlerini değiştokuş
etmeleri gibi yemek tariflerini birbirlerine vererek perçinlemişlerdi. Norma Crandal! ilk olarak elma tatlısı tarifini vermiş, karşılık olarak da Rachel'in böf stroganofunu almıştı. Norma Creeed'lerin çocuklarını, hele. -eski zamanların güzeli» olacağını söylediği Ellie'yi ǰk seviyordu.
Anaokulunun ilk günü geldi çattı sonunda. Dispanser ve sağlık hizmetleri bölümünün yönetimini artık iyice kavramış olduğunu sanan Louis o gün izin aldı. (Dispanser zaten boştu, tek hasta olan kınk bacaklı bir yaz öğrencisi de bir hafta önce taburcu edilmişti.) Gage kucağında, Rachel'in yanında bekliyordu, kocaman san otobüs köşeden dönüp evlerinin önünde durduğunda. Otobüsün ön kapılan açıldı, içerde çocuk gürültüleri yayıldı tatlı eylül havasına.
Ellie sanki bu kaçınılmaz şeyden vazgeçmenin bir yolu olup
— 25 —olmadığını son kez sormak istercesine baktı omzu üzerinden. Ama ana babasının yüzlerinde gördüğü bakış kendisine böyle bir şey için çok geç olduğunu söylemiş ve bu ilk gün her şeyin kaçınılmaz olduğunu farketmiş gibi dönüp otobüse bindi. Kapılar bir canavar soluğu hışırtosıyla kapandı. Otobüs yola koyuldu. Rachel ağlamaya başladı.
«Tanrı aşkına yapma,» dedi Louis. Kendisi ağlamıyordu ama Ağlamak üzereydi. «Yarım gün nasıl olsa.»
«Yarım gün bile kötü,» dedi Rachel, daha çok ağlamaya başladı. Louis karısını kucakladı, Gage iki kolunu ikisinin boyunlarına attı. Genellikle Rachel ağlayınca Gage de ağlardı. Ama bu kez ağlamamıştı. Şimdi yalnızca ona kaldık, diye düşündü Louis. Bunu da çok iyi biliyor namussuz.
Ellie'nin dönüşünü dehşet içinde bekliyorlar, gereğinden fazla kahve içiyorlar, kızın neler çektiğini konuşuyorlardı. Löuıs çalışma odası olacak arka odaya gitti, kağıtlarını oradan oraya koyup oyalanmaya çalıştı ama pek bir şey yapamadı. Rachel ise öğle yemeğini hazırlamaya gülünç denecek kadar erkenden başlamıştı.
Saat ona çeyrek kala telefon çalınca Rachel koşup soluk soluğa bir «Alo?» dedi, ikinci kez çalmasına bırakmadan. JLouıs odasıyla mutfak arasında durmuştu, telefon edenin Ellie'nin öğretmeni olduğundan ve kızın okula allamayacağına karar verdiğini bildirdiğinden emindi.
Kamu eğitiminin midesi kızı hazmedilmez bulmuş ve şimdi de geri tükûrüyordu. Ne var ki, arayan Norma Crandall'dı ve Jud'un mısırların sonunu topladığını isterlerse kendilerine sekiz on tane verebileceklerini söylüyordu. Louis bir torba alıp gitti ve Jud'a kendisini yardıma çağırmadığı için çıkıştı.
«Çoğu bir boka yaramaz zaten,» dedi Jud
«Ben /anındayken öyle konuşma lütfen,» dedi kansı. Antika bir tepsi üzerinde buzlu çayla görünmüştü verandanın kapısında.
«Kusura bakma, sevgilim.»
Louis'e bakıp göz kırpan Norma. «Hiç de pişman değildir böyle konuştuğuna», diyerek yanlarına oturdu.
«Ellie'yi otobüse binerken gördüm,» diyen Jud bir Chester-fıeld yaktı.
— 26 —
•Merak etmeyin,» dedi Norma, -çoğunlukla alışırlar.»
Çoğunlukla, diye düşündü Louis.
Ellie alışmıştı ama. öğlen eve geldiğinde yüzü gülüyordu mavi ilk gün giysisi kirlenmişti, dizlerinin birinde yeni bir yara izi vardı, ayakkabısının birinin bağcığı çözülmüştü, saçandaki, kurdele kayıptı. «Anne! Bab:»: Old MacDonald'ı söyledik! Old MacDonald'ı söyledik. Carstairs Sokağındaki okuldaki gibi!»
Rachel, kucağında Gage'le pencerenin önünde oturan kocasına baktı. Bebek uyukluyordu.
Rachel'in gözlerini hemen kaçırmasına rağmen yüzünde kederli bir ifade seziliyordu. Louis bir an paniğe kapıldı. Gerçekten yaşlanacağız, diye düşündü. Gerçek bu. Kimse bize ayrıcalık tanımayacak. Yola çıktı artık kız. . biz de...
Ellie babasına koşup yeni yaptığı resmi göstermeye Old MacDonald'ı. Bayan Berryman'ı
anlatmaya başladı bir solukta Church kızın bacakları arasında dolaşıyor, yüksek sesle mırıldanıyordu, kızın ona çarpıp düşmemesi mucizeydi doğrusu.
«Yavaş kızım,» diyerek Louis kızı öptü. Gage odadaki heyecandan habersiz uyuyakalmıştı.
«Dur bebeği yatırayım da seni «onra rahat rahat dinlerim.»
Sıcak eylül güneşi alfanda yukan çıkardı. Gage'i, tam merdiven sahanlığına geldiği anda öylesine karanlık ve dehşet dolu bir önseziyle sarsıldı ki, olduğu yerde kıpırdayamadan durup şaşkınlıkla çevresine bakındı. Ne olduğunu anlayamamıştı. Bebeği kucağında biraz daha sıktı, Gage huzursuzca kıpırdandı Louis'in tüyleri diken diken olmuştu.
Ne oluyor, diye şaşkınlık ve korkuyla düşündü. Kalbi çılgınca bir tempoyla atıyordu, başının derisi buz gibiydi, kafasını sarmaya yetmeyecek kadar küçülmüştü sanki, gözlerinin ardında hızla akan adrenalin dalgasını hissediyordu. Korku aşın olduğu zamanlarda insan gözü
gerçekten fırlardı, biliyordu bunu. Tansiyon artıp da kafası sularının hidrostatik basına yükselince gözler yalnız irileşmekle kalmaz, fırlardı. Ne oluyor peki?' Tanrım, sanki koridorda bir şey sûrtündû gibi geldi bana, neredeyse gözlerimle görebileceğim bir «ey.
Aşağıda telli kapı çerçevesine çarptı.
Louis Creed olduğu yerde fırladı, bir çığlık atmak için ağzı m açtı, sonra da güldü, insanların kimi zaman «iyi saatte ol
—.27 —sunlann yokladığı» dedikleri anlardan biri olmalıydı bu. Geçi< bir şey. Böyle şeyler olurdu.
Hayalet diye bir şey yoktu, en azın dan kendi deneylerinde. Mesleği boyunca on beş yirmi kişinin öldüğünü görmüştü ve bir kere olsun ruhun uçup gittiğine tanık olmamıştı.
Gage'i odasına götürüp yatağına yatırdı. Örtüyü çekerkeı birden ürperdi, ansızın Cari Amcasının «gösteri» odasını anımsa mıştı. Ne yeni arabalar vardı orada, ne modern renkli televizyon lar, ne de çalışırken içini görebileceğin önü camlı çamaşır ma kineleri. Yalnızca kapaklan açık kutular, her birinin üzerine!' de gizli bir spot lambası. Amcası cenaze kaldırıcısıydı.
Tanrım, neden böyle ürktün sanki? Bırak bunlan şimdi.
Oğlunu öpüp aşağıya, Eileen'in anaokulundaki i!k gününü dinlemeye indi.
8
Ellie'nin okulda ilk haftasını tamamladığı ve üniversitelilerin kampuse dönmelerinden önceki cumartesi günü, Jud Crar-dall karşıya geçip Creed ailesinin oturduğu çimenliğe doğru yürüdü.
Ellie bisikletinden inmiş bir bardak buzlu çay içiyordu. Ga-ge otlar arasında emekliyor, böcekleri inceliyor ve belki de birkaçını ağzına atıyordu. Proteinini nereden aldığı konusunda pek titiz davranmazdı henüz.
Louis ayağa kalktı. «Jud, dur bir iskemle getireyim sana.»
«Gerek yok.» Jud'ın üzerinde blucin, yakası açık bir gömlek ve ayağında bir cife yeşil bot vardı.
Ellie'ye baktı. «O pati-11 kanın nereye gittiğini hâlâ merak ediyor musun, Ellie?»
Kız hemen ayağa fırladı. «Evet!- Gözleri parlıyordu. -Okul-J da George Buck hayvan mezarlığına gittiğini söyledi, anneme j de anlattım, ama siz orasını bildiğiniz için gitmeyip beklememi j söyledi.»-
«Biliyorum tabii,» dedi Jud. «Annenle baban izin verirlerse! biraz gezinelim oraya doğru. Ama ayağına sağlam bir bot f alan'| giymelisin bazı yerleri çamurludur yolun.»
— 28 —
Ellie eve koştu.
Jud sevecenlikle baktı kızın ardından. «Belki sen de gelmek istersin, Louis.»
«isterim.» Louis kansına baktı. «Sen de gelir miydin, canım?» ••Gage ne olacak? Bir mil yürümek gerekir demiştiniz.» «Askısına yerleştiririm onu.» Rachel güldü. «Oldu... ama sen taşıyacaksın, tamam mı9",
On dakika sonra Gage dışında hepsi botlarını, çizmelerini giymiş olarak yola koyuldular. Gage babasının sırtına asılmış torbasının içindeydi, her şeye tepeden bakıyordu. Ellie önden koşuyor, kelebek kovalayıp çiçek topluyordu.
Arka bahçedeki otlar insanın beline kadar geliyordu. Takvime göre ağustos ayı geçerli iki hafta olduğu halde gökte tam bir yaz güneşi parlamaktaydı. Otlan kırpılmış patikadan yürüyerek ilk tepenin doruğuna vardıklarında Louis'in koltukaltlannda geni:, ter lekeleri görünmeye başlamıştı.
Jud durdu. Louis ilk önce adamın soluğunun kesildiğini sandı, ama sonra birden arkalarında açılıveren manzaraya gözü ilişti.
Jud dişleri arasına bir ot parçası sokarak, «Burası güzeldir,» dedi.
«Müthiş,» dedi soluk soluğa kalmış olan Rachel. Suçlarca-sına döndü kocasına. «Nasıl oluyor da sen bana söz etmedin bundan?»
«Bilmiyordum da ondan.» Louis utanmıştı. Hâlâ kendi mülk-lerindeydiler, bugüne kadar evin arkasındaki tepeye çıkacak zaman bulamamıştı.
Ellie epey uzaklaşmıştı yanlarından. Şimdi o da saklayama-dığı bir şaşkınlıkla yanlarına gelmiş
bakıyordu. Church ayakları dibindeydi.
Tepe yüksek değildi, olmasına da gerek yoktu. Doğuya doğru sık ağaçlar manzarayı örtüyordu, ancak batıya bakıldığında arazi altın şansı bir yaz düşü gibi uzanıp gitmekteydi Her şey sakin, sessiz ve sisliydi. Yolda sessizliği bozacak bir Orinco tankeri bile yoktu.
Gördükleri yer nehrin vadisiydi, Penoscot üzerinde bir zamanlar oduncular kuzeyden Bangor ve Derry'ye kütüklerini yüzdürürlerdi. Bulunduklan yer Bangor'un güneyi. Derry'nin de biraz kuzeyiydi. Nehir sanki kendi derin dûşûndeymiş gibi geniş ve sakindi burada. Louis karşı tarafta Hampden ve VVinterport'u görebiliyor, bu yanda da nehre paralel giden 15 numaralı yolu izleyebiliyordu. Nehre, akaçlara, yollara, tarlalara baktılar. Kuzey Ludlow Baptist Kilisesinin kulesi karağaçlann ardından yükseliyor, sağda Ellie'nin okulunun dörtköşe tuğladan binası seçiliyordu.
Başlan üzerinde bembeyaz bulutlar soluk bir blucin rengindeki ufka doğru ağır ağır yol almaktaydılar.
«Muhteşem tek kelimeyle,» dedi Louis.
«Bir zamanlar Prospect Tepesi derlerdi buraya.» Jud ağzının köşesine sigarasını yerleştirdi ama yakmadı. «Halâ öyle diyen var. ama şimdi gençler kente göç edeli beri unutuldu gitti. Buraya çıkan genç de kalmadı ya. Tepe çok yüksek olmadığından insana hiçbir şey gönneyecekmiş gibi gelir. Ama gördüğünüz gibi...» Elini uzatıp sustu.
Rachel hayranlık dolu bir sesle, «Her yer görünüyor buradan,» dedi. Kocasına döndü.
«Sevgilim, burası da bizim mi?»
Louis cevap vermeye fırsat bulamadan Jud atıldı. «Mülkün bir parçasıdır.»
Ağaçların arası sekiz on derece daha serindi. Hâla geniş ve yer yer çoğu solmuş çiçeklerle (kimi saksıda, kimi konseı--ve kutusunda) işaretli yol çam iğneleriyle kaplıydı. Jud, Ellie'yi çağırdığında çeyrek mil kadar yürümüşler ve yokuş aşağı inmekteydiler.
-Küçük bir kız için güzel bir yürüyüş bu, ama annenle babana buraya gelirsen yoldan hiç
ayrılmayacağına söz vermeni istiyorum.»
«Söz,» dedi Ellie. «Neden ama?»
Jud dinlenmek için durmuş olan Louis'e baktı. Bu camların gölgesinde bile olsa Gage'i taşımak yorucu bir işti. «Nerede olduğunu biliyor musun?» diye sordu.
Louis düşündü, düşündü ama bir cevap bulamadı... Ludlow, Kuzey Ludlow, evimtı arkası, 15
numaralı yolla ara yol arasında... Başını salladı.
— 30 —
Jud parmağıyla omzunun arkasını gösterdi. «O yanda pek çok yer var. Kent oran. Buradan ileri doğru elli mil kadar hep ormanlıktır. Buralara Kuzey Ludlow ormanları derler ama Or-nngton'a da girer, oradan da Rockford'a uzanır. Oradan da sana söylediğim o kızüderililerin hak istedikleri yerlere kadar uzanır. Anayolun üstündeki telefonlu, elektrikli, kablolu televizyonla o şirin evinin ıssızlığın hemen kenarında olduğunu düşünmek garip belki ama gerçek bu işte.»
Ellie'ye baktı. «Demek istediğim, bu ormanlarda fazla dolaşmanı istemiyorum. Ellie. Patikayı
kaybedersen kendini nerede bulacağım ancak Tann bilir.»
-Kaybolmam, Bay Crandall.» Ellie etkilenmiş, hatta sasır -nüsü, ama korkmamıştı. Rachel ise huzursuzca bakıyordu Jud'a. Louis de içinde bir huzursuzluk hissetmekteydi. Kentlilerin içgüdüsel orman korkusuydu bu. Louis izcilik günlerinden beri eline pusula almış değildi, insanın yolunu Kutup Yıldıza bakarak saptaması ya da ağaçların yosunlu taraflarına göre yönünü bulması yirmi yıl geride kalmıştı artık.
Jud yüzlerine bakıp gülümsedi. «1934'ten bu yana bu ormanlarda kimseyi kaybetmiş değiliz.
En azından bu yörede.ı birini. En son Will Jepson kaybolmuştu, ki o da büyük bir kayıp sayılmazdı zaten.»
«Bu yöreden birini dedin,» diye Rachel pek normal olmayan bir sesle sordu. Louis onun aklından geçenleri okuyordu: «Biz bu yöreden değiliz. Hiç olmazsa şimdilik.»
Jud başını salladı, «iki üç üç yılda bir, bir iki turist kaybolur, anayola bu kadar yakın bir yerde kaybolmayız diye düşünenler. Ama hiçbın sonradan bulunmamış değildir. Korkmanıza hiç
gerek yok.-
«Geyık var mıdır buralarda?» diye Rachel korkuyla sordu. Louis gülümsedi. Rachel'in canı
korkmak istiyorsa korksundu biraz.
«Eh. arada şurada görülür, ama tehlikeli değildirler. Çiftleşme mevsiminde biraz sinirli olurlar ama diğer zamanlarda insana bakmaktan başka pek bir şey yapmazlar. Çiftleşme mevsiminden sonra yalnızca Massachusets'lileri kovalarlar, nedenini bilmiyorum ama böyledir işte.» Louis adamın alay ettiğini sandı ama bundan .da pek emin değildi. Çok ciddi görünüyordu Jud. «Pek çok kez- gördüm bunu. Massachusets'in ilçelerinden bi-
— 31 —rınden gelmiş adam buraya, ağaca tırmanmış bir geyik sürüsıı-nün kendisini kovaladığını
söyleyip duruyor, hem de her biri de tekerlekli bir ev kadar büyükmüş üstelik. Geyikler Massachu-sets'lileri korkularından tanıyorlar sanırım. L.L. Bean'den aldıkları o yeni elbiselerin kokusundan olacak belki de. Üniversitede tarımcılık ve hayvancılık okuyanlardan birinin bu konuda bir araştırma yapmasını beklerdim ama bugüne kadar bu konunun üzerine eğilen olmadı işte »
-Çiftleşme mevsimi nedir?» diye sordu Ellie.
• Bırak şimdi bunları,» dedi, annesi. «Yanında bir büyük olmadan buraya gelmeni istemiyorum, Ellıe » Rachel kocasına yaklaştı
Jud üzülmüş gibiydi. «Seni korkutmak istemedim, Rachel... ne seni, ne de kızını. Bu ormanlarda korkacak bir şey yoktur. iyi bir yoldur burası, baharları biraz çamurlu olur, hepsi o kadar, ne zehirli sarmaşık vardır, ne de okulun arkasında olan zehirli meşe. Bak, o ağaçtan uzak durmanı istiyorum, Ellie yok-ba üç hafta keten tohumu banyosundan kurtulamazsın.»
Ellie eliyle ağzını örtüp kıkır kıkır güldü.
Jud hâlâ inanmamış görünen Rachel'e döndü. «Gerçekten güvenli bir yoldur. Eminim Gage bile başına hiçbir şey gelmeden gidebilir buradan, kent çocukları da sık sık gelirler demiştim. Temiz tutarlar burasını. Bunu kimse istemez onlardan, kendiliklerinden yaparlar. Ellie'yi böyle bir zevkten yoksun bırakmak istemem.» Yaşlı adam eğilip Ellie'ye göz iorptı. «Yaşamın diğer şeylerine benzer bu da, Ellie. Yoldan ayrılmayacaksın, hepsi bu. Yoldan çakarsan bir de bakarsın ki, kaybolmuşsun şansın yoksa. Sonra arkandan seni aramaya insan çıkarırlar.» -
Yola devam ettiler. Bebek askısından Louis'in boynu ağrımaya başlamıştı. Gage ikide bir saçlarını kavrayıp çekiyor ya da böbreklerine mutlu bir tekme indiriyordu. Sivrisinekler insanın gözlerini yaşartan vızılülanyla yüzünde, boynunda dolaşıyorlardı.
Yol yaşlı çamlar arasından, fundalıklar içinden geçiyor; hep yokuş aşağı iniyorlardı. Şimdi -
çamura da girmişlerdir, Louis'in ayaklan vıcık vıcık çamurun içine batıyordu. Bir yerde bataklığı
işmak için taş yerine ot öbeklerine bastılar. En kötüsü de buydu.
— 32 —
Sonra yine tırmanmaya bağladılar. Gage on kilo birden almış gibi ağırlaşmıştı artık her ne hikmetse sıcaklık da on derece artmış gibiydi. Louis'in yüzünden terler boyanıyordu.
«Nasılsın sevgilim?* diye sordu RacheL «Oğlanı ben taşıyayım mı biraz?»
«Ben taşırım, iyiyim.» Doğruydu bu. kalbinin gümler gibi atmasına karşın. Louis hastalarına verdiği idman öğütlerini kendisi hiç tutmazdı.
Jud'la Ellie yan yana yürüyorlardı; kızın limon şansı pantolonu ve kırmızı gömleği yeşilimsi kahverengi gölgeliklerde parlak renk lekeleriydi.
«Lou, nereye gittiğini biliyor mu dersin?» diye Rachel alçak sesle sordu.
«Hiç kuşkun obuasın,» dedi Louis.
Jud omzu üzerinden seslendi. «Az kaldı... dayanabilecek misin, Louis?»
Adam seksenini geçmiş, daha terlemedi bile, diye düşündü Louis.
Hafif saldırgan bir sesle, «iyiyim,» dedi. Kalp krizi geçirmekte olduğunu bilse bile gururundan yine aynı şeyi söyleyeceği kuşkusuzdu. Hafifçe sırıttı, Gage'in askı torbasını biraz sıkıştırıp yürümeye devam etti.
İkinci tepeyi de aştıktan sonra patika insan boyunda çalılıklar arasına girerek daraldı. Louis o anda Jud'la Ellie'nin eski tahtalardan yapılmış bir kemerin altından geçtiklerini gördü. Tahtanın üstünde artık solmuş boyayla ancak okunabilen HAYVAN MEZARLIĞI yazıyordu.
Rachel'le Louis bakıştıktan sonra sanki oraya evlenmeye gelmişler gibi güdüsel bir hareketle birbirlerinin ellerine uzanıp el tutuştular.
Louis o sabah ikinci kez şaşkına dönmüştü.
Yerde çam iğnelerinden halı yoktu burada. Otlar hemen hemen tam bir daire biçiminde kesilmişti, yaklaşık on metre çapında. Üç yanı sık çalılıklarla çevriliydi, dördüncü yanmdaysa insana ürkütü veren devrilmiş ağaçlar vardı. Çalılar arasından geçmeye ya da kütüklerin üstünden tırmanmaya kalkışan bir insan çelik don giymeli, diye düşündü Louis. Ortadaki açıklık çocukların oradan buradan bulabildikleri eşyalardan yaptıkları
— 33—
Hayvan Mezarlığı — F: 3
mezar taşlarıyla doluydu; sandık tahtaları, teneke parçalan gibi. Ancak alçak çalılıklardan ve devrilmiş kütüklerden çitin ortasında güneşe erişmeye çalışan cılız ağaçlar arasından görüldüğünjfo, yapılmalanndaki beceriksizliğe karşılık, bunlardan insanların sorumlu oldukları
düşünülünce görünümde varolan simetri daha da belirginleşiyordu. Geri plandaki orman buraya çılgıncasına derin bir anlam kazandırıyordu. Hıristiyan değil de, putatapanlann bir mezarlığıymış gibi.
«Çok güzel,» dedi Rachel, sesinden o kanıda olduğu anlamı çıkanlmıyorsa da.
«Öff!» diye bağırdı Ellie.
Louis, Gage'i omzundan indirdi, yerde emekleyebilmesi için. askıdan çıkardı. Sırtı boşalınca derin bir soluk aldı.
Ellie mezartaşlannın birini bırakıp ötekine koşuyor, her biri önünde bir çığlık atıyordu. Rachel gözüyle oğlunu izlerken, Louis de kızın arkasından yürüyordu. Jud yere çömeldi, arkasını bir kaya çıkıntısına verip sigarasını yaktı.
Louis bulunduktan yerin yalnızca belirli bir düzene göre hazırlanmıştan da öte, tek merkezli kaba daireler biçiminde düzenlenmiş olduğunu f ar ketti.
Sandık tahtasından bir mezartaşında KEDİ SMUCKY yazıyordu. Yazı çocuk yazısıydı ama çok dikkatle yazılmıştı. SÖZ DİNLERDİ. Onun altında da: 1971 -1974. Dış dairenin kenarında düz bir taşın üzerine artık solmuş kırmızı boyayla BİFFER yazılmıştı.
«Biffer. Dessler'lerin köpeğiydi,» dedi yaşlı adam. Ökçesiyle yerde küçük bir çukur kazmış, izmaritini gömüyordu. «Geçen yıl bir kamyon altında kaldı.»
Mezarlardan bazüan çoğu solmuş, hatta çürümüş, ama bazıları taze olan çiçeklerle süslenmişti.
Louis'in okumaya çalıştığı taşların çoğunun yazılan iyice silinmişti. Bazılarında hiçbir iz yoktu, Louis bunların tebeşir ya da boya kalemiyle yazılmış olduklarını düşündü.
«Annel» diye bağırdı Ellie. «Bir süs balığı, bak!»
«Görmesem de olur,» dedi Rachel. Louis karısına baktı. Dış
•dairerin de dışına çıkmış, çok huzursuz bir tavırla duruyordu.
Burada bile huzursuz, diye düşündü Louis. ölümün sözkonusu olduğu yerde huzuru kaçardı hep (kimin kaçmazdı ki,) bu da
— 34 —kız kardeşi yüzündendi herhalde. Rachel'in kız kardeşi genç yaşında ölmüş ve karısında Louis'in evliliklerinin ilk günlerinde pek değinmemeyi öğrendiği derin bir iz bırakmıştı. Kız kardeşi Zelda belkemiği menenjitinden ölmüştü. Hastalığı uzun, ıstıraplı ve çirkin geçmiş olmalıydı. Rachel de bundan aşın etkilenecek JİT yaştaydı. Bunu unutmak istiyorsa, üstüne varmanın hiçbir yaran yoktu.
Louis karısına göz kırptı, Rachel de minnetle gülümsedi ona.
Louis başını kaldırdı. Ormanın içinde doğal bir açıklıktaydılar. Otların böyle yeşermesinin nedeni de bu olmalıydı. Yine de bu hale gelebilmesi için bakım, ve sulama gerekliydi. Su kovalarla ya da Gage'in askısından ağır şeylerle taşınmış olmalıydı. Çocukların bu işe böyle sarılıp bunu bu kadar uzun süre sürdürmelerinin yine de garip olduğunu düşündü. Kendi çocukluğunun tutkulanysa çok gelip geçiciydi. Ellie'yle olan ilişkilerinde de kızının kendisinden pek farklı olmadığını görmüştü.
Dairelerin içine doğru yürüdükçe mezarlar daha eskiydi, taşlardaki yazılar da daha güç
okunuyordu. TRDOE, 15 EYLÜL 1968, YOLDA ÖLDÜ. Aynı daire içinde toprağa gömülmüş geniş
bir tahta vardı. Don ve eriyen karlar tahtayı büküp çarpılmıştı ama yazısı hâlâ okunuyordu: l MART 1965'TE ÖLEN TAVŞANIMIZ MARTA'NIN ANISINA. Bir sıra ilerde: GEN. PATTON (İYİ
KÖPEĞİMİZ!). 1958'de ölmüştü. POLYNESİA ise (Louis çocukluk masallarını yanlış
hatırlamıyorsa papağan olmalıydı) bu 1953'te ölmüştü. Ondan sonraki iki sırada pek okunabilen bir şey yo't-tu, ama ondan sonra bir parça mermer üstüne kaba harflerle şunlar kazılmıştı: HANNAH DÜNYANIN EN İYİ KÖPEĞİYDİ 1929 -1939. Mermer epey yumuşak bir türden olmasına rağmen Louis bir çocuğun bunları kazımak için kaç saatini harcadığını
düşünmekten kendini alamadı. Bu sevgi ve acı belirtisi korkunç bir şeydi kendisi için; bu yetişkinlerin kendi ana babalan ya da genç ölmüşlerse çocukları için kolay kolay yapamayacakları bir şeydi.
O sırada yanına gelmiş olan Jud'a, «Ne kadar da eskiymiş bu.» dedi.
Jud başını salladı. «Biraz gelsene, Louis, sana bir şey göstermek istiyorum.»
Ortadan üç sıra beriye doğru yürüdüler. Burada mezarların
— 35 —daire biçiminde yerleştirilmeleri daha belirliydi. Jud devrilmiş olan bir taşın önünde durdu, çömelip taşı doğrulttu.
«Burada yazılar vardı. Ben kendim kazımıştım. İlk köpeğimi buraya gömdüm. Spottu adı.
Büyük Savaşın başladığı yıl, 1914'te yaşlılıktan öldü.»
Louis içinde bulundukları yerin insan mezarlıklarının çoğundan da eski olduğunu düşünerek ortaya doğru yürüdü, taşlan incelemeye başladı. Hiçbiri okunmuyordu, çoğu da toprağa gömülmüştü. Hele birinin üstünü tümüyle otlar kaplamıştı, taşı doğrulturken topraktan yırtıhrmış gibi bir ses geldi. Açığa çıkan yerin üstünde böcekler koşuşuyordu. Ürperdi Louis.
Buradan hoşlandığımı hiç sanmıyorum, diye düşündü.
«Ne kadar eskiye gidiyor bu mezarlar?»
«Hiç bilmiyorum.» Jud ellerini ceplerine soktu. «Spot öldüğünde burası vardı tabii. O zamanlar epey arkadaşım vardı. Spot için çukur kazmama yardım etmişlerdi. Burada toprağı kazmak da o kadar kolay değildir. Çok taşlıktır bir kere. Kimi zaman çocuklara yardım ederdim ben.»
Nasırlı parmaklarıyla bir iki yeri işaret etti. «Yanlış hatırlamıyorsam, şurada Pete LaVas-seur'ün köpeği vardı. Şurada da yan yana Albion Groatley'in üç kedisi gömülüdür... Yaşlı Fritchie yanş
güvercini beslerdi. Ben, Al Groatley ve Cari Hannah köpeğin öldürdüğü birini şuraya gömmüştük.» Jud bir an duraksadı. «Bir ben kaldım geriye, benim dışımda hepsi öldüler.
Hepsi.»
Louis elleri cebinde, hiçbir şey söylemeden hayvan mezarlarına baktt
«Toprak taşlık,» dedi yine Jud. «Bir şey yetişmezdi zaten.»
Gage ağlamaya başlamıştı. Rachel çocuğu kucaklayıp getirdi. «Acıktı,» dedi. «Artık geri dönsek. Loui.» Lütfen, diyordu gözleriyle.
«Peki.» Louis çocuğun askısını sırtına geçirdi, Rachel'in Ga-ge'i koyması için arkasını döndü.
«Ellie! Neredesin, Ellie?»
«işte orada,» diye Rachel devrilmiş ağaçlan gösterdi. Ellie sanki okulun jimnastik salonundaymış gibi tırmanıyordu kütüklere.
«Çabuk in oradan!» diye korkuyla bağırdı Jud. «Ayağın bir kayarsa hepsi devrilir sonra.»
Ellie yere atladı. Kalçasını ovuşturdu. «Ufff!» Derisi sıyrü-
— 36 —mamıştı ama kuru bir dal pantolonunu yırtınıştı.
Kızın saçlarını okşadı Jud. «Ne demek istediğimi anladın mı şimdi? Ormanı iyi tanıyan biri bile imkânı olursa bunlara tırmanmaz da çevresinden dolanmaya çahşır. Birbiri üstüne yıkılmış
ağaçlar çok tehlikelidir. Fırsat bulurlarsa insanı ısırırlar.»
«Sahi mi?» diye sordu Ellie.
«Elbette. Saman gibi birbiri üstüne yığılmışlar, görmüyor musun? Yanlış birine basmış olsaydın hepsini devirirdin.»
Ellie babasına baktı. «Doğru, mu, baba?-
«Sanırım doğru, kızım.»
«Vay canına!» Kız ağaç yığınına bakıp bağırdı. «Pis ağaçlar, pantolonumu yırttınız!»
Uç büyük kahkahalarla güldüler kıza. Ağaçlar gülmedi. Yıllardır olduğu gibi güneş altında beyazlaşmaya devam ettiler. Louis çok uzun zaman önce ölmüş bir canavarın iskeletine benzediğini düşündü ağaçların, iyi yürekli bir şövalyenin öldürdüğü bir canavarın kemiklerinden oluşmuş bir anıt.
Ağaç yığınının hayvan mezarhğıyla orman arasında (ki Jud buna ara sıra «kızılderili ormanı»
derdi) dur üş undaki uygunluğa daha o zaman dikkat etmişti. Böyle gelişigüzel duruşu bir doğa eseri olmayacak kadar ustacaydı. Hatta...
Tam o anda Gage kulaklarından birini yakalayıp mutlu sesler çıkararak bükünce Louis hayvan mezarlığının ötesindeki ormanda devrilmiş ağaçlan falan unuttu. Eve dönme zamanı gelmişti.
Ellie ertesi günü babasının yanına geldiğinde sıkıntılı gibiydi. Louis çalışma odasında bir Rolly Royce Silver Ghost modeli üzerinde uğraşıyordu. Model 680 parçaydı ve 50 parçası hareket ediyordu. Bitmek üzereydi, onsekiz ve ondokuzuncu yüzyılların arabacılarının soyundan olan üniformalı sürücüsünü direksiyonun ardında krallar gibi otururken hayal edebiliyordu.
— 37 —
On yaşından beri model tutkunuydu. Cari Amcasının getirdiği bir Birinci'Dünya Savaşı Spad uçağıyla işe başlamıştı. Sonra Revell uçaklarının çoğunu tamamlayıp yirmi yaşlarına doğru daha büyük ve karmaşık modellere geçmişti. Şişeler içinde gemiler dönemi, savaş araçlan dönemi, hatta insanın gerçeğinden ayıramayacağı tabanca modelleri dönemleri geçirmişti. Son beş yıldır da büyük transatlantik modelleriyle uğraşmışta. Üniversitedeki odasında Lusitania ile Titanic'in, evde konsolun üstünde de, Chicago'dan ayrılmadan az önce tamamladığı Andrea Doria' nın birer modeli duruyordu. Şimdi klasik arabalara başlamıştı ve eğer eski temposu sürecek olursa dört beş yıl kadar bunlarla uğraşırdı artık. Rachel kocasının bu tek gerçek özel uğraşısına herhalde hafif bir horgörüyle karışık kadınca bir hoşgörüyle bakmaktaydı.
Evliliklerinden on yıl sonra bile bu tutkusundan kurtulmasını bekliyor olmalıydı. Belki de böyle düşünmesinin temelinde babasının fikirleri yatıyordu, kayınpederi ilk evlendiklerinde olduğu gibi damadının hiçbir işe yaramayan serserinin biri olduğuna hâlâ inanırdı.
Rachel haklı belki, diye düşünüyordu Louis. Belki de bir sabah otuz yedi yaşında kalktığımda bunların hepsini tavanara-sına kaldırıp paraşütçülüğe başlarım.
Bu arada Ellie'nin ciddi bir hali vardı karşısında.
Uzaklardan dindarları pazar sabahı tapınmaya çağıran kilise çanlarının kilisenin çanı
duyuluyordu.
«Günaydın, baba.»
-Günaydın canım, bir şey mi istemiştin?»
«Bir şey yok.» Ama kızın yüzü başka şeyler söylüyordu. Yüzünden pek çok şey olduğu, ama hiçbirinin de hoş olmadığı okunuyordu. Yeni yıkanmış saçları omuzlarına dökülmüştü, saçlar giderek kumrallaşmasına rağmen hâlâ san rengini tümüyle yi-tirmemişti henüz. Kızın üzerinde bir elbise vardı. Louis kiliseye hiç gitmemelerine karşın kızın her pazar günü elbise giydi- \ ğini düşündü. «Ne yapıyorsun, baba?»
Louis arabanın çamurluğunu dikkatle yapıştırarak yaptığı] şeyi anlattı. Kıza jant kapağını
uzatarak, «Şuna bak hele,» dedi,l -Şu iç içe geçmiş R harflerini görüyor musun? Ne kadar ince biri ayrıntı, değil mi? Şükran Gününde uçakla Shytovm'a gidersek] bir L-1011'e bineriz, jet motorlarının üstünde aynı R'leri görür-| sun.»
— 38 —
«Jant kapağı, ne de önemli şey,- diyerek kız kapağı geri verdi.
«Eğer Rolly Royce'un varsa buna tekerlek kılıfı denir. Bir Rolly Boyca alacak kadar zenginsen az bir şey gösteriş yapmana izin vardır, ikinci milyonumu yaptığımda bir tane alacağım. Rolly Royce Corniche. Gage'in arabada midesi bulanınca hakiki derilerin üstüne kusar hiç olmazsa.
Nen var senin böyle, Ellie? Ama Ellie'yle böyle konuşulamazdı. Herhangi bir şeyi doğrudan doğruya soramazdın. Kendini ele vermekten çok korkardı. Louis'in hayran olduğu bir huyuydu bu.
«Biz zengin miyiz, baba?»
«Değiliz, ama açlıktan ölecek durumda da değiliz.»
«Okuldaki Michael Buras bütün doktorların zengin olduklarını söyledi.»
«Sen de Michael Burns'e pek çok doktorun zengin olduğu-<nu, ama bunun için yirmi yıllık bir çalışma gerektiğini ve üniversite dispanserinin başında bulunmakla zengin olunmadığım söyle.
Uzman olursan zengin olursun. Kadın hastalıktan uzmanı, ortopedist ya da nörolog gibi. Onlar daha çabuk zengin olurlar. Benim gibilerin para sahibi olması daha uzun sürer.»
«Peki sen neden uzman olmuyorsun, baba?»
Louis yine modellerini hatırladı, bir gün gelip artık savaş uçağı yapmak istemediğini, aynı
şekilde Tiger tanklarından bıktığını, şişe içinde gemi modeli yapmanın aptalca bir şey olduğunu düşündüğünü anımsadı. Sonra bir insanın tüm yaşamını çocukların ayaklarını düztabanlık için muayene etmek ya da uzman bir parmakla bir kadının rahmine yara ya da yumru olduğunu anlamak için lastik eldiven giyerek geçirmenin nasıl olacağını düşündü.
«Hoşuma gitmiyor da ondan.»
Church içeri girdi, durakladı, parlak yeşil gözleriyle durumu inceledi. Sessizce pencepe pervazına atlayıp uyumaya başladı.
Ellie haytfana bakınca kaşlarını çatmıştı, Louis'e çok garip geldi bu Ellie kediye genellikle insanın içini burkacak derecede güçlü bir sevgiyle bakardı. Kız odanın içinde dolaşıp çeşitli modellere bakmaya başladı. Bir ara olağan olmasına çalıştığı bir sesle, «O hayvan mezarlığında ne kadar çok mezar vardı, değil mi?» diye sordu.
— 39 —
İşte şimdi konuya giriyoruz, diye düşündü Louis, ama dönüp bakmadı. Rolls'un ön farlannı
yerleştirmeye devam etü.
«Öyle,» dedi. «Yüzden fazlaydı sanırım.»
«Baba, hayvanlar neden insanlar kadar uzun yaşamazlar?»
«Bazıları yaşarlar. Hatta kimisi insanlardan uzun yaşar. Filler çok uzun yaşar, bazı deniz kaplumbağalarının yaşlannıysa kimse bilemez... ya da bilirler ama inanmazlar.»
Ellie kolaylıkla üstesinden geldi bunun. «Filler ve deniz kaplumbağaları evcil hayvanlar değildir.
Evcil hayvanlar, hiç de uzun yaşamıyorlar. Michael Burns köpeğin yaşadığı her yılın bizim sekiz dokuz yılımıza eşit olduğunu söyledi.»
«Yedi,» dedi Louis. «Ne demek istediğini anlıyorum, kızım, bütünüyle haksız da değilsin. On iki yaşında bir köpek yaşlı bir köpektir. Metabolizma diye bir şey vardır, bu metabolizma zamanı
söyler. Başka şeyler de yapar kuşkusuz... örneğin, pek çok kimse yemek yer ve zayıf kalır, annen gibi. Ya da benim gibiler şişmanlamadan yemek yiyemezler. Metabolizmalarımız değişiktir de ondan. Ancak metabolizmanın en önemli görevi, canlılara bir vücut saati olarak hizmet etmektir. Köpeklerin metabolizması epey hızlıdır. Insanmkiyse biraz daha ağır çalışır.
Bizler çoğunlukla yetmiş iki yıl yaşanz. İnan bana, yetmiş iki yıl da çok uzun bir süredir.»
Ellie'nin gerçekten canı sıkılmış göründüğü için hissettiğinden daha içtenlikli konuşmuş olmayı
umuyordu. Kendisi otuz beş yaşındaydı ve o yılların kapının ardından gelen esinti gibi hızla ve uçarak geçtiğine inanıyordu. «Deniz kaplumbağalarının metabolizmaları ise...»
«Ya kediler?» diye sordu kız, Church'e bakarak.
«Kediler de köpekler kadar yaşarlar.» Yalandı bu, kedilerin yaşamı şiddetle geçer ve çoğunlukla kanlı bir şekilde son bulurdu. Hep de insan gözünden uzakta olurdu bu ölümler.
İşte Church karşısında güneşte uyukluyordu (ya da öyle görünüyordu), her gece kızının yatağında uyuduğunu görürdü hayvanın, küçüklüğünde bir yün yumağı gibiydi. Ama Louis onun kırık kanatlı bir kuşu kovaladığını görmüştü, havanın yeşil gözlerinin ölümcül bir zevkle parladığına yemin edebilirdi. Kovaladığı şeyi pek ender olarak öldürürdü, bir tek kez dışında.
Louis onun iki apartman arasındaki sokakta bir fare yakaladığını görmüştü.
— 40 —
Church hayvanı paramparça etmişti, o zaman Gage'e altı aylık hamile olan Rachel banyoya koşup küsmüştü. Şiddetli yaşara, şiddetli ölüm. Televizyondaki kolay kanan aptal köpeklerin aksine gerçek köpekler yakalayıp parçalarlardı kedileri. Ya da başka bir erkek kedi. Zehirli et yerlerdi, geçen bir arabanın altında kalırlardı. Kediler hayvan dünyasının gangsterleriydi, yasanın dışında yaşarlar ve çoğunlukla da orada ölürlerdi. Ateşin yanında kıvrılıp uyuyarak yaşlanan pek azdı.
Ama bunlar ölüm gerçeğini ilk kez merak etmiş olan beş yaşındaki kızına anlatacak şeyler değildi.
«Church şimdi üç, sen de beş yaşındasın,» dedi. «Sen on beşinde olduğun zaman o halâ
yaşıyor olabilir. Çok uzun zaman var daha.»
«Bana hiç de uzun gelmiyor,» dedi Ellie. Sesi titriyordu. «Hiç de uzun değil.»
Louis modeliyle çalışıyor görünmeyi bırakıp kızını yanma çağırdı. Ellie babasının kucağına oturdu, Louis kızın güzelliğine bir kez daha vuruldu. Koyu tenliydi Ellie, bir Doğulu kadar hem de. Chicago'da birlikte çalıştığı doktorlardan Tony Benton kıza «Hintli Prenses» derdi.
«Şekerim, bana kalsaydı Church'ün yüz yıl yaşamasını isterdim, ama kuralları koyan ben değilim.»
«Kim koyuyor öyleyse?» diye dudak büktü Ellie. «Tanrı herhalde.»
Louis gülmesini güçlükle bastırdı. Gülünmeyecek kadar ciddiydi durum.
«Tann ya da başka biri,» dedi. «Saatlerin kurulması biter sonunda, benim bildiğim bu işte. Bu işe hiçbir garanti yoktur, yavrum.»
«Ben Church'ün o hayvanlar gibi ölmesini istemiyorum!» diye birden parladı kız. «Church'ün ölmesini istemiyorum. Benim kedim o! Tanrının kedisi değil. O gitsin istediği kediyi alıp öldürsün, ama Church'e dokunmasın! Benim kedim o!»
Mutfaktan ayak sesleri duyuldu, Rachel kapıdan başını uzattı. Ellie şimdi babasının göğsüne kapanmış ağlıyordu. Dehşet boy göstermişti artık, ortaya çıkmıştı. Değiştirilemezse bile hiç
olmazsa ağlanabilirdi.
«Ellie. Ellie,» diye salladı kızını kollan arasında. «Church
— 41 —
ölmedi ki, Ellie. Orada uyuyor işte.»
•ölebilir ama,» diye hıçkırdı kız. Her an ölebilir.»
Louis kıza sarılıp salladı kollan arasında. Ellie'nin doğruya da yanlış, ölümün kesinliği, küçük bir kızın gözyaşları karşısındaki umursamazlığı için ağladığını biliyordu. Bütün o hayvanlar ölmüş
ve gömülmüşlerse, Churchsde ölebilirdi.
(Herhangi bir an)
Ölebilirdi ve gömülürdü. Eğer bu Church'ün başına gelebi-lirse, annesinin, babasının, küçük kardeşinin de başlarına gelebilirdi. Kendisinin de. Ölüm belirsiz bir fikirdi, ama Hayvan Mezarlığı gerçekti. O kaba saba işaret tahtaları, taşlar bir çocuğun elleriyle bile hissedebileceği gerçeklerdi.
Şu anda yalan söylemek kolay, az önce kedilerin yaşam süreleri hakkında söylediği gibi. Ama yalan bir gün hatırlanır, sonunda bütün çocukların ana babalan hakkında tuttukları karneye işlenirdi. Kendi annesi de böyle yalan söylemişti, kadınların gerçekten çocuk istediklerinde bebeklerini otlar arasında bulacaklarını falan; yalan ne kadar masum idiyse de, Louis annesini bunu söylediği için, kendisini de inandığı için hiç bağışla-manuştı.
«Ölüm de yaşamın bir parçası kızım,» dedi.
«Kötü bir parçası öyleyse!»
Buna verecek bir karşılık yoktu. Kız ağlamaya devam etti. Sonunda dinecekti gözyaşları. Hiçbir zaman kaybolup gitmeyecek olan bir gerçekle huzursuz bir banş yapmanın ilk adımıydı bu.
Kızını sımsıkı kucaklayıp açık pencereden giren kilise çanlarının seslerini dinledi. Ellie'nin gözyaşları dindikten bir süre sonra onun da Church gibi uyuyakalmış olduğunu farketti.
Louis kızını yatağına yatırdıktan sonra Rachel'in kek hamurunu biraz aşın bir şiddetle dövdüğü
mutfağa indi. Ellie'nin sahanın ortasında böyle birden patlayıvermesine şaştığını söyledi karısına, kızının hiç alışık olmadığı bir şeydi bu.
«öyle.» Rachel kesin bir tavırla tencereyi tezgâha vurdu. •Dün gece hep uyanıktı sanırım.
Yatağında durmadan döndüğünü duydum sabaha kadar, Church de saat üçte dışarı çıkmak istedi. Ellie huzursuzken yapar bunu.»
«Peki neden...?»
— 42 —
«Nedenini biliyorsun!» dedi Rachel öfkeyle. «O lanet olasıca hayvan mezarlığı yüzünden! Lou, kız çok bozuldu. Yaşamında gördüğü ilk mezarlık bu... huzuru kaçtı işte. O küçük gezinti için dostun Jud CrnadaU'a teşekkür edeceğimi hiç sanmıyorum.»
Birden dostum oluverdi, diye düşündü Louis. Bundan hem hoşlanmamış, hem de ürkmüştü.
-Rachel...»
«Kızın bir daha oraya gitmesini istemiyorum.»
«Rachel, Jud'ın patika konusunda söyledikleri doğru.»
«Önemli olan patika değil, bunu sen de biliyorsun.» Rachel tencereyi alıp hamuru karıştırmaya başladı.'«Önemli olan o lanet olası yer. Sağlıklı bir yer değil orası. Çocukların gidip mezar kazmalan, mezarlara bakmaları, otlan kesmeleri... kötü bir şey bu. Bu kentteki çocukların hastalıkları her neyse Ellie'nin de aynı şeye tutulmasını istemiyorum.»
Louis şaşkın şaşkın bakıyordu karısının yüzüne. Her yıl tanıdıklarından iki üçünün evlilikleri yıkılırken kendilerinkinin devam etmesinin bir nedeninin de esrara gösterdikleri saygı
olduğundan kuşkulanırdı, insan derinliğine düşündü mü, evlilik
•diye bir şey olmadığı, birlik diye bir şey bulunmadığı, her insanın yapayalnız olduğu ve sonunda mantığa meydan okuduğu... işte buydu belki de yan anlaşılmış ve hiç dile getirilmemiş olan esrar, insan eşini ne kadar iyi bildiğini sanırsa sansın, bir an gelir, boş
duvarlara çarpar ya da çukurlara düşerdi. Kimi zaman da (Tannya şükürler olsun pek ender olarak) yabancı bir garipliğin ortasında buluverirdi kendini, bir uçağın ortada hiçbir şey yokken bir hava boşluğuna girmesi gibi. Hiç inanmadığın, hatta psikolojik bozukluk sanacağın kadar sana garip gelen bir şey. O zaman, eğer evliliğine değer veriyorsan, kafa sakinliğine değer veriyorsan, adımlanm dikkatli atardın. Böyle bir şeyi farkettiğinde, buna kızmanın aslında bir insanın aklından geçenlerin bilinmesinin mümkün olduğuna inananlann işi olduğunu hatırlamaya çalışırdı
«Yalnızca bir hayvan mezarlığı ama, şekerim,» dedi.
Rachel kaşığıyla çalışma odasını işaret etti. «Az önce ora->ı.a ağlarken orasının onun için yalnızca bir hayvan mezarlığı
•olduğunu mu sanıyorsun? Kızda bir iz bırakacak bu, Lou. Hayır, bir daha gitmeyecek oraya.
Patikadan korkmuyorum, önemli
— 43 —olan orası. Şimdiden Church'ün öleceğini düşünmeye başladı
bile.»
«Rachel, Church ölecek ama.»
Kadın öfkeyle baktı kocasına. «Önemli olan o değil.» Geri zekâlı bir çocuğa bir şey anlatmaya çalışırmış gibiydi. «Church bugün ya da yann ölmeyecek...»
«Ben de kıza bunu anlatmaya çalıştım...»
«Ya da öteki gün, hatta belki de yıllarca...»
«Sevgilim, bundan emin olamayız ki...»
«Olabiliriz elbette!» diye bağırdı Rachel. «Hayvana iyi bakıyoruz, ölmeyecek ö, burada kimse ölmeyecek, onun için kızına neden daha birkaç yıl anlayamayacağı bir şeyi anlatıp da keyfini kacınyorsun?»
«Rachel, dinle beni.»
Ama Rachel'in dinlemeye niyeti yoktu. Öfkeden gözleri parlıyordu. «Bir insanın bir ölümle, ister sevdiği hayvanı olsun, ister bir arkadaşı yada bir akrabası olsun, herhangi bir ölümle başı
çıkması zaten yeteri kadar güçken bir de kalkıp bunu turist ziyaret yeri haline dönüştür...
Hayvanlar için Asri Mezarlık.. » Kadının gözlerinden yaşlar yuvarlanıyordu.
«Rachel.- Louis ellerini karısının omuzlanna koymak için uzandı. Kadın sert bir hareketle iteledi kocasını.
«Bırak şimdi.» dedi. «Benim neden söz ettiğim hakkında en küçük bir fikrin bile yok senin.»
Louis içini çekti. «Gizli bir kapak açılmış da dev bir miksere düşmüş gibiyim,» dedi. Bir gülümseme beklemişti ama beklediğini bulamadı. Karısının gözleri alev alevdi. Rachel öfkeliydi, kızmış değil de öfkeden gözü dönmüştü hem de. Sözü ağzından çıkana kadar ne diyeceğini bilmeden, «Rachel, dün gece sen nasıl uyudun?» diye sordu.
«Oh oh oh!» Louis başını öfkeyle çeviren karısının gözlerindeki o yaralı bakışı görmüştü. «Çok akıllısın doğrusu. Gerçekten akıllısın. Hiç değişmezsin, değil mi, Louis? Ortada aksayan bir şey varsa hemen Rachel'i suçlarsın. Değil mi? Rachel yine o garip duygusal tepkilerinden birini gösteriyor.»
«Haksızlık bu.»
-öyle mi?* Kadın tencereyi kaldırıp vurarak ocağın yanına
— 44 —indirdi. Bir kek kalıbı yağlamaya başladı, dudakları sımsıkı bastırılmıştı.
Louis, «Çocuğun ölüm hakkında bir şey öğrenmesi bu kadar kötü değil ki,» dedi sabırla.
«Aslında ben bunu gerekli bir şey olarak görürüm. Ellie'nin tepkisi, ağlaması, normal şeyler göründü bana...»
«Çok normal demek,» diye Rachel yine kocasına döndü. «Sapasağlam bir kedi için öylesine yürekler acısı bir biçimde ağlamak çok normal, öyle mi?»
«Yeter artık. Çok saçma konuşuyorsun.»
•Zaten ben artık bu konuyu tartışmak istemiyorum.» «Evet ama tartışacağız,» dedi Louis. Bu kez kızan kendisiydi. •Sen saldırılarını bitirdin, şimdi bana hak tanımaya ne dersin?»
•Ellie bir daha oraya gitmeyecek. Benim için konu kapanmıştır.»
••Ellie bebeklerin nereden geldiğini geçen yıl öğrenmişti. Ona Myers'in kitabını alıp olayı
anlatmıştık, hatırladın mı? Çocukların nasıl dünyaya geldiklerini bilmeleri gerektiği konusunda fikir birliğine varmıştık.»
•Bunun hiçbir ilgisi yok...»
•Var elbette!» dedi Louis. «Kızla içerde Church hakkında konuşurken annemi, bebeklerin nereden geldiğini sorduğumda bana otlar falan hakkında anlattıklarını anımsadım. O yalanı hiç
unutamamışımdır. Bir çocuğun ana babasının söylediği bir yalanı unutabileceğim hiç
sanmıyorum.»
•Çocukların nasıl dünyaya geldiklerinin o uğursuz hayvan mezarlığıyla hiçbir ilişkisi yok!» diye bağırdı Rachel. Gözleriyse başka şeyler söylüyordu: Canın isterse sabahtan akşama kadar benzerliklerden söz et, Louis, ölsem de kabul etmeyeceğim dediklerini.
Yine de denedi Louis.
«Bebekleri biliyor, ormandaki o yer de işin öteki ucunu bilme isteği uyandırdı kızda. Bence bu dünyanın en doğal...»
«Lütfen bunu tekrarlayıp durmaktan vaz geçer misin?» Ka-nsı öylesine bağırmıştı ki, Louis elinde obuadan geriledi Dirseği tezgâhın üstündeki un torbasına çarptı, torba yere düştü, un çevreye yayıldı, beyaz bir toz bulutu yükseldi yerden.
«Tann cezasını versin!»
— 45 —
Yukarıda Gage ağlamaya başladı.
«Bir bu eksikti.» Rachel de ağlamaya başlamıştı. «Çocuğu da uyandırdın işte. Sakin, sessiz, huzurlu bir pazar günü için teşekkür ederim sana.»
Karısı yanından geçerken Louis onun kolunu tuttu. «Sana bir şey sormak istiyorum. Canlı
varlıklara her şeyin olabileceğini bilirim. Bir doktor olarak bilirim bunu. Kedisi kan kanseri olursa, ki kediler çok sık tutulurlar kan kanserine, ya da yoldan geçerken ezilirse bunu ona sen nü açıklayacaksın, Rachel?»
«Bırak beni.» Kadının gözlerindeki incinmiş ve şaşkın bakış sesindeki öfkeden de üstündü.
Bakışları, bunu konuşma/k istemiyorum. Louis, beni bu konuda konuşturamazsm, diyordu.
«Bırak da çocuk yatağından düşmeden...»
«Belki de bunu açıklayacak sen olmalısın.» dedi Louis. «Bu gibi şeylerden söz etmediğimizi, iyi insanların böyle şeyler konuşmadıklarını, bunları 'gömdüklerini' - ama sakın gömme sözcüğünü
kullanma .olmaz mı - söylersin de kızı kompleks sahibi edersin.»
«Senden nefret ediyorum!» Rachel kolunu kocasının elinden kurtarıp kendini dışan attı.
Louis böyle konuştuğuna pişmandı, ama iş işten geçmişti artık.
Rachel, «Bırak beni!» diye bağırdı dışan çıkarken. «Yeteri kadar berbat ettin her şeyi. Bunların Ellie'nin önünde konuşulmasını istemiyorum artık. Ciddi konuşuyorum, Lou. Ölümde doğal olan hiçbir şey yok. Hiçbir şey. Sen doktor olarak bilmelisin bunu.»
Kansı çıkınca Louis süpürgeyi abp yere dökülen unu süpürdü. Rachel'in son söylediği şey şimdiye dek hiç ortaya çıkmamış bir fikir ayrılığım ortaya koymuştu. Kendisi bir doktor olarak ölümün, belki de doğum dışında, dünyanın en doğal şeyi olduğunu biliyordu. Vergi pek doğal değildi, insan yada toplum çatışmaları da. Sonunda yalnızca saat vardı ve zaman içinde üzerleri silinen, yazısız kalan taşlar. Deniz kaplumbağaları ve dev sekoya ağaçlan bile günün birinde ölürlerdi.
«Zelda.» dedi yüksek sesle, «Tanrım, onun için ne kadar kötü olmuş olmalı.»
— 46
Tüm sorun, konu hakkında bir şeyler yapması mı, yoksa oluruna mı bırakmasıydı.
10
«Umarım Ellie çok sarsılmamıştır,- dedi Jud Crandall. Louis bir kez daha düşündü yaşlı adamın önemli olan noktaya parmak basmaktaki yeteneğini.
Jud ve Norma Crandall'la akşam serinliğinde Crandall'larm verandasında oturmuşlar, bira yerine buzlu çay içiyorlardı. 15. Karayolunda haftasonu ertesi trafiği epey yoğundu, millet her iyi havalı haftasonunun mevsimin sonuncusu olacağını düşünüyordu. Ertesi gün Maine Üniversitesindeki dispanserde tam olarak göreve başlayacaktı. Dün ve bugün öğrenciler akın akın gelmişler, Orono ve kampustaki evlerle yatakhaneleri doldurmuşlardı. Yataklannı
yapıyorlar, eski dostlukları tazeliyorlar ve hiç kuşkusuz sekiz saatlik ders günleriyle okul yemekleri eski dostlukları tazeliyorlar ve hiç kuşkusuz sekiz saatlik ders günleriyle okul yemekleri konusunda homurdanıyorlardı. Rachel bütün gün soğuk davranmıştı kendisine, soğuk ne demek, buz gibi hatta. Şu anda yatakta olmalıydı, Gage'i de yanına almıştı herhalde.
İkisi de kadının yattığı yana çekilmiş olurlardı, Louis'in yattığı taraf birden genişlemiş gibi olurdu. Uçsuz, verimsiz bir çöl gibi.
«Dedim ki...»
«Özür dilerim,» dedi Louis. «Dalmışım. Evet, biraz sarsılmıştı. Nasıl bildiniz?»
•Oraya .gidenleri çok gördüm.» Jud karısının elini tutup gülümsedi. «Değil mi, şekerim?»
«Sürülercesini.» dedi Norma Crandall. «Çocukları çok severiz »
«Kimi zaman hayvan mezarlığı ölümle ilk karşılaşmaları olur,» dedi Jud. «Televizyonda insanların öldüklerini görürler ama bunların hepsinin oyun olduğunu bilirler, cumartesi öğleden sonraları eskiden sinemalarda gösterilen kovboy filmleri
— 47 —gibi. Televizyonda ya da kovboy filmlerinde insanlar karınlarım ya da göğüslerini tutarlar ve devrilirler. Tepedeki o yer çocuklara film ve televizyondan daha gerçek gelir.»
Louis başını salladı. Bunu bir de kanma anlatmayı dene bakalım.
«Kimi çocuk hiç etkilenmez ya da etkilendiğini anlayamazsın... sanırım çoğu bu deneyimi evlerine götürür, öteberiyi topladıkları gibi bunu da evde daha iyi inceleyebilecekleri bir zamana saklarlar. Çoğu esaslı çocuklardır. Ama bazıları... Hollo-•vvay'lann küçük oğullarını
hatırlıyor musun. Norma?»
Kadın başını salladı. Elindeki bardakta hafifçe sallandı buzlar. Gözlüğü de göğsünde sallanıyordu. Geçen bir arabanın f arlan gözlük zincirini biran aydınlattı. «Ne kadar da çok karabasan görürdü,» dedi. «Toprağın altından çıkan cesetler falan. Sonra köpeği zehirli bir şey yemişti galiba, öyle değil mi, Jud?.
«Zehirdi. Herkes öyle düşünüyordu. 1925'teydi bu. Billy Hol-loway on yaşında falan vardı.
Daha sonra eyalet senatörü oldu Temsilciler Meclisine girmek istedi ama seçimi kaybetti. Kore'
den az önceydi.»
«Arkadaşlarıyla köpeğine bir cenaze töreni düzenlemişti.» diye hatırladı Norma. «Bir sokak köpeğiydi ama çocuk çok severdi hayvanı. Ana babasının kötü düşlere falan neden olacağı için gömülmeye karşı çıktıklarını anımsıyorum. Ama iyi bir tören olmuştu. Büyük çocuklardan ikisi bir tabut yapmışlardı, değil mi, Jud?»
Jud başını sallayıp buzlu çayını bitirdi. «Dean ve Dana Hail,» dedi. «Biri daha vardı, adını pek hatırlamıyorum ama Bo-wie'lerden biriydi sanırım. Middle Drice'da eski Brochette evinde oturan Bovvie'leri hatırladın mı, Norma?»
«Tabii!» Norma olay sanki dün olmuş gibi heyecanlanmıştı. Belki de kafasında öyleydi.
«Bowie'ydi! Alan ya da Bun...»
«Kendall da olabilir.» dedi Jud. «Her neyse, tabutu kimin taşıyacağı hakkında esaslı bir tartışma çıktığını anımsıyorum. Köpek pek büyük olmadığından ancak iki kişilik yer vardı. Hail'
lann çocukları tabutu kendileri yaptıkları için taşıma hakkının da kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlardı. 'Üstelik ikizdiler de. Bili tabut taşıyıcı olacak kadar köpeği iyi tanımadıklarını
söylemişti. Babam tabutu ancak ölünün en iyi arkadaştan taşır
-48 —diyordu. Herhangi bir marangoz değil.» Jud'la Norma bu anıya .güldüler, Louis yalnızca sırıttı.
«Billy'nin kız kardeşi Mandy Holloway, Britanica Ansiklopedisini çıkardığında az daha dövüşeceklerdi. Babası Stepnen Hol-loway, Bangor'la Bucksport arasındaki tek doktor olduğundan o günlerde Ludlow'da ansiklopedi alacak para yalnız onda vardı.»
«İlk elektrik de onlara gelmişti,» diye atıldı Norma.
«Her neyse, sekiz yaşındaki Mandy o kpca cildi kucaklamış, etekleri havada uça uca geldiydi.
Billy'yle Bowie'lerin oğlu -sanırım 1942'de savaş pilotu eğitimi görürken Pensacola'da yere çakılıp yanan Kendall'dı - zehirlenmiş, o sokak köpeğini me>-zarhğa götürme şerefini kazanmak için Haü'ların çocuklarıyla dövüşe hazırlanıyorlardı.»
Louis gülmeye başladı. Az sonra kahkahalarla gülüyordu. Rachel'le tartışmalarından .sonra içine girdiği gerginlikten kurtulmaya başlamıştı.
«Durun, diye bağırdı kız. Şuna bakın hele. Hepsi durup baktılar. Kız CENAZE bölümünü
açmıştı, Kraliçe Victoria'nın cenaze töreninin bir resmi vardı. Tabutun her bir yanında resmi giysili kırk bir kişi vardı, kimi tabutu kaldırmaya uğraşıyor, kimi de boş boş çevrede dolaşıyordu. Mandy, devlet adına cenaze töreni yapılıyorsa istediğin kadar tabut taşıyıcı
olabilir, kitap öyle yazıyor, dedi.»
«Böylece sorun çözüldü mü?» diye sordu Louis.
«Elbette. Sonunda yirmi çocuk topladılar, giysiler dışında Mandy'nin bulduğu resimden farkı
kalmadı cenazenin. Mandy işi ele aldı, hepsini sıraya dizip ellerine birer çiçek verdi, yola koyuldular. Mandy Hollovvay'i seçmemekle bu ülke çok şey kaybetmiştir.» Jjud gülerek salladı
başını. «Her neyse Billy'nin hayvan mezarlığı hakkındaki karabasanlarının sonu oldu bu. Köpe-
.ğinin ardından yas tuttu, yas dönemi bitti ve yaşamaya devam etti. Eh, hepimizin de yaptığı
bundan başka bir şey değildir ya.»
Louis, Rachel'in mezarlık hakkındaki o isterik halini düşündü.
«Ellie unutur hepsini.» dedi Norma, oturuşunu değiştirdi. «Louis, burada ölümden başka bir şey düşünmeyiz sanıyorsun herhalde, oysa Jud'la ben yaşlarımızın ilerlemesine kanın henüz...»
— 49 —
Hayvan Mezarlığı — F : 4
• «Ne münasebet,» dedi Louis.
•Yine de hiç olmazsa onunla uzaktan bir dostluk kurmak pek kötü bir fikir değil sanırım.
Bugünlerde... bilmem ki... kimse ölüm hakkında konuşmak, ölümü düşünmek istemiyor gibi.
Çocuklara zaran olur diye televizyondan da kaldırdılar... insanlar da cesetleri görmemek için kapalı tabutlara bakıyorlar artık... herkes ölümü unutmak istiyor aanırım.»
«Bir yandan da kablolu televizyon diye bir şey çıkardılar...» diyen Jud, Norma'ya baktı.
«İnsanların genellikle perdeleri kapalıyken yaptıklan şeyleri gösteriyorlar. Bir kuşaktan ötekine her şey nasıl değişiyor, değil mi?»
«öyle sanırım,» dedi Louis.
•Biz başka bir zamanın insanlarıyız,» dedi Jud özür diler-cesine. «Ölüme daha yakındık biz.
Büyük Savaştan sonra salgın hastalık başladığında kadınların, çocukların nasıl öldüklerini düşününce insan bugün doktorlann tılsımlı bir değneğe sahip olduklarına inanıyor. Norma'yla benim gençliğimizde kansere tutuldun mu ölüm emrin imzalanmış sayılırdın. 1920'lerde ışın tedavileri falan yoktu! İki savaş, cinayetler, intiharlar...»
Bir an sustu.
«Ölümü hem dost, hem de düşman olarak görürdük. Kardeşim Pete 1912'de Taft Başkanken apandisitten öldü. On dört yaşındaydı, mahallede onun gibi beyzbol oynayan yoktu.»
Louis kalkıp gerindi. «Gideyim artık, yarın büyük bir gün.»
«Evet, yann senin için dönmedolap başlıyor, değil mi?» Jud da kalktı. Norma'nın da kalkmaya çalıştığını görünce yardım etti. Norma yüzünü buruşturarak kalktı.
•Bu gece epey kötüsünüz galiba,» dedi Louis.
«Pek kötü sayılmaz.»
«Yatarken biraz sıcak koyun.»
«Her gece koyarım zaten. Louis... Ellie için üzülme. Yeni arkadaş edinmeye başlayınca orasını
unutur.' Belki bir gün hep birlikte gidip otlan yolarlar, yazılan yeniden yazarlar, çiçek falan ekerler. Akıllarına esince yaparlar bazı. O zaman daha rahat edecektir. O uzaktan tanışma durumuna gelecektir.»
Kanma kalırsa asla.
«Yann akşam gel de kolejde olanlan anlat bakalım,» Jud. «Bir el de oyun oynarız, yenilmek neymiş görürsün.»
— 50 —
«Ben de seni önce sarhoş ediveririm.» diye güldü Louis.
«Doktor, oyunda hileyle yenildiğim gün senin gibi bir doktor bozmasının beni muayene etmesine izin vereceğim.»
Louis iki dostunu gülerek bırakıp yazsonu alacakaranlığında evine yürüdü.
Rachel yatağın kendi yanında, bebeğini kucaklamış olduğu halde uyuyordu. Bu öfkesi de geçerdi nasıl olsa, evlilikleri boyunca başka tartışmaları ve aralarına giren soğukluklar da olmuştu ama şimdiye dek olanların en kötüsüydü bu. Hem keder, hem öfke, hem de mutsuzluk duyuyordu Louis, barışmak istiyor ama bunu nasıl yapacağını bilemiyordu, hatta ilk hareketin kendisinden gelmesi gerektiğinden de o kadar emin değildi. Öylesine anlamsız bir şey için hem de... insan zihninin bir oyunuyla dev boyutlar .kazanmış bir hiç. Başka tartışmaları da olmuş, Rachel başka zamanlarda da ağlamıştı ama hiçbir zaman Ellie' nin gözyaşlan ve sorulan üzerine çıkan kadar acı olmamıştı bunlar. Bir evliliğin yapısal bir darbe yemesi için bu tür pek fazla kavga gerekmeyeceğini düşünüyordu Louis Bunun gibi birkaç
tartışma evliliklerinin temellerini sarsardı.
Louis soyundu, saati sabah altıya kurdu, duş yaptı, saçlarını yıkadı, dişlerini fırçalamadan bir mide tableti attı ağzına (Nor-ma'nın buzlu çayı hazımsızlık yapmıştı). Belki de hazımsızlığının nedeni eve geldiğinde Racbel'i yatağın kendi yanında yatıyor görmesiydi. Kolejde tarih dersinde yeryüzünde en önemli, diğer her şeyi belirleyen şeyin sınırlar olduğunu okumamış
mıydı?
Her işini bitirip de yatağa girince uyuyamadığını farketti. Bir şey vardı, kafasının anlında huzurunu kaçıran bir şey. Rac-hel'le Gage'in uyumlu soluklarını dinlerken son iki günü
düşündü. GEN. PATTON... DÜNYANIN EN İYİ KÖPEĞİ... HANNAH. TAVŞANIMIZ MARTA...
Ellie'nin öfkesi. Church'On ölmesini istemiyorum... Tanrının köpeği değil o... Rachel'in öfkesi.
Doktor olarak bilmen gerekir... Norma Crandall: İnsanlar unutmak istiyorlar sanki... Ve sesi başka bir zamandan gelen Jud: Kimi zaman otururdu ölüm insanla yemeğe...
Onun sesi, bir de kendisine dört yaşında seks konusunda yalan söyleyen ama on ikisinde kuzeni Ruthie bir otomobil kazasında öldüğü zaman ölüm konusunda gerçeği açıklayan an-
— 51 —nesinin sesiyle karışıyordu. Ruthie babasının arabasında ölmüştü. Gencin biri anahtan üstünde bir kamyon bulup gezmek üzere atlamış ama yola çıktığında arabayı durdurmayı bilmediğini farketmişti. Gencin yaralan hafifti, Cari Amcanın Fairlane'i ise paramparça olmuştu. Annesinin verdiği haber üzerine Louis, Clemez, demişti. Sözcükleri tek tek duymuştu ama anlamını
çıkaramamıştı. Ne demek istiyorsun öldü diye? Ne diyorsun sen? Sonra da, kim gömecek onu?
diye sormuştu. Ruthie'nin babası Cari Amca cenaze kaldırıcıydı, ama kızını gömemezdi herhalde. O kanşıklık ve giderek artan korkusu içinde en önemli soru buydu kendisi için.
Kasaba berberinin saçlannı kimin kestiği gibi karşılığı olmayan bir soruydu bu.
Sanırım Danny Donahue yapacak, demişti annesi. Gözlerinin kenan kızarmıştı, çok da yorgun görünüyordu. Yorgunluktan hastalanmış gibiydi. Amcanın meslekte en iyi arkadaşı, zavallı
Ruthie'cik... o kadar acı çektiğini düşündükçe... sen de benimle dua et, olmaz mı, Louis?
Ruthie için dua et. Bana yardım etmene ihtiyacım var.
Mutfakta diz çöküp dua etmişlerdi, annesiyle kendisi, sonunda olup biteni de ancak dua ederken anlamıştı. Annesi Ruthie Creed'in ruhu için dua ediyorsa, Ruthie'nin vücudu artın yok demekti. Kapalı gözlerinin önünde bir hayal belirmişti: Ruthie kendisinin on üçüncü
doğumgünü partisine yanaklarından aşağı sarkan çürümüş gözleriyle geliyordu, saçları küf tutmuştu. Yaşamının en büyük ıstırabıyla bağırmıştı: ÖLMÜŞ OLAMAZ! ÖLMÜŞ OLAMAZ, ANNE.
ONU SEViYORUM!
Ve annesinin sakin bir sesle verdiği cevap yeni hayaller getiriyordu gözlerinin önüne: Kasım gökyüzü altında solmuş çimenler, yere atılmış renkleri kararan güller, yosun tutmuş boş
havuzlar, çürüme, kokuşma, toz.
Çok üzgünüm oğlum, ama öldü. Ruthie yok artık.
Louis ürperdi. ölü ölüdür, başka ne istiyorsun ki?
Birden neyi yapmayı unuttuğunu, yeni işine başlayacağı günün gecesi neden böyle eski acılan canlandırdığını hatırladı.
Kalktı, aşağı inerken birden yol değiştirip Ellie'hin odasına girdi. Kız sakin sakin, ağzı açık uyuyordu. Üzerindeki pijama, küçük geliyordu kıza. Mısır gibi boy atıyorsun, Ellie, diye düşündü. Church de kızın bacakları arasına kıvrılmış uyuyordu.
•52 —
Aşağıda telefonun yanındaki tahtanın üzerine çeşitli notlar iliştirilmişti. En üstte Rachel'in elyazısıyla MÜMKÜN OLDUĞU KADAR ERTELENECEK İŞLER yazıyordu. Louis rehberi aldı, bulduğu numarayı boş bir sayfaya yazdı. Numaranın altına da Quentin L. Jolander - Veteriner, diye yazdı. Church için telefon edip randevu alınacak, o kısırlaşürmazsa birini salık verir.
Bu konudaki eski fikirleri geldi aklına sonra, kısırlaştırmak kediyi olduğundan önemsizleştirecekti, zamanından önce tombul bir şey olacak, biri tabağına zehirli bir şey koyana kadar radyatörün üstünde uyumakla yetinecekti. Church'ün böyle olmasını
istemiyordu. Olduğu gibi zayıf ve aksi seviyordu hayvanı.
Dışarda karanlıkta dev bir kamyon geçiyordu yoldan. Notu tahtaya iliştirip yatağına döndü.
11
Ertesi sabah tahtada notu gören Ellie bunun ne demek olduğunu sordu.
«Küçük bir ameliyat geçirecek,» dedi Louis. «Belki bir geç» veterinerde kalır. Eve döndüğünde hep bahçede duracak, dışar-larda gezmek istemeyecek.»
«Karşıya da geçmeyecek, değil mi?» diye sordu Ellie.
Belki beş yaşında ama kesinlikle aptal değil, diye düşündü Louis. «Karşıya da geçmeyecek.»
dedi.
«Oh!» dedi Ellie, konu da böylece kapanmış oldu.
Epey sürtüşmeli ve belki de ağlamaklı bir tartışmaya hazır olan Louis, kızın Church'ün bir gece için bile olsa evden uzaklaşmasını böyle uysallıkla kabul edişine şaşmıştı. Kızın ne kadar endişeli olduğunun da farkındaydı. Hayvan Mezarlığının etkisi konusunda belki de Rachel o kadar yanılmamışta.
Gage'in sabah yumurtasını vermekte olan Rachel kocasına minnetle baktı. Louis içinde bir rahatlama hissetti. O bakış soğukluğun sona erdiğini müjdeliyordu. Sonsuza kadar olsun, diye düşündü.
— 53 —
Daha sonra, büyük sarı otobüs gelip Ellie'yi okula götürdükten sonra Rachel kocasının yanına geldi, kollarım boynuna doladı, dudaklarını öptü. «Sana karşı kötü davrandığım için bağışla beni şekerim.» dedi.
Louis huzursuzluğunu tümüyle kaybetmeden öptü karısını. Rachel'in bu sözü yeni bir şey değildi, genellikle kendi istediği bir şey yapıldığı zamanlar söylerdi bunu.
Bu arada Gage eraekleye emekleye ön kapıya gitmiş, alt camdan dışan, boş yola bakıyordu.
Düşen donunu kaldırarak «Otobüs,» dedi. «Ellie otobüs.»
«Oğlan çok çabuk büyüyor,» dedi Louis.
Rachel başını salladı. «Hoşuma gitmeyecek k ad r çabuk hem de.»
«Şu altına bez konma hikâyesi bitsin hele. ondan sonra durur.»
Kadın güldü, aralan yine düzelmişti artak. hiçbir burukluk kalmamıştı. Rachel bir adım gerileyip kocasının kravatını düzeltti, eleştirili bir bakışla iyice süzdü.
«Teftişi geçtim mi?-
«Çok yakışıklısın.»
«Biliyorum. Ama bir kalp cerrahına benziyor muyum? Yılda iki yüz bin dolar kazanan bir insana,?»
«Hayır, ancak eski Lou Creed'e,» diye güldü Rachel. «Heyecanlı mısın?»
«Biraz.»
«Gerek yok. Sargı sarmak, grip için reçete yazmak ve kızlara doğum kontrol hapı vermek için yılda altmış yedi bin dolarlık bir iş...»
«Uyuz merhemini unutma,» diye gülümsedi Louis. Dispansere ilk gidişinde kendisini en çok şaşırtan şey Quell'deki ilaç ve malzeme çokluğuydu. Orta boylu bir üniversite kampüsün-den çok bir askeri üs hastanesine -yetecek kadar ilaç görmüştü.
Başhemşire Bayan Charlton alaya bir gülümsemeyle, «Kampus dışındaki odalar epey lükstür, göreceksiniz,» demişti.
Görecekti herhalde.
«iyi günler.» diyerek kamı bir daha öptü. Geri çekildiğinde alaycı bir ciddiyet ifadesi vardı
yüzünde. «Tann aşkına, orada
-54 —yönetici olduğunu unutma, sıtajyer falan değilsin.»
•Emredersiniz, doktor.» İkisi de güldüler yine. Bir an şöyle-sormayı düşündü Louis: Zelda mıydı, şekerim? Seni huzursuz eden şey o muydu? Zayıf noktan orası mı? Zelda'nın nasıl öldüğü mü? Ama bunu sormayacaktı ona, hele şimdi. Doktor olarak pek çok şey bilirdi, ölüm doğum kadar doğaldı, ama insan sonunda kabuk tutmaya başlamış bir yarayı da yeniden deş-mezdi.
Onun için hiçbir şey sormadan karısını bir kez daha öpüp dışarı çıktı.
İyi bir başlangıç, iyi bir gündü. Maine gecikmiş yaz günlerinden birini yaşıyordu, gökyüzü
parlak ve bulutsuzdu, ısı yirmi beş derece dolayındaydı. Louis anayola çıkarken şimdiye kadar şahane denilebilecek bir sonbahar manzarası görmediğini düşünüyordu. Ama acelesi yoktu, bekleyebilirdi.
İkinci araba olarak aldıkları Honda'yı üniversiteye doğru sürdü. Rachel bu sabah veterineri arayacak, Church'ün ameliyatını yaptıracaklardı. Hayvan Mezarlığı saçması da böylece sena erecekti. Ardında yatan ölüm korkulan da. Böylesine güzel bir eylül sabahı ölümü düşünmenin anlamı yoktu.
12
Üniversite arazisine girdiğinde dikkatini ilk çeken şey trafiğin birden nasıl arttığı oldu. Araba ve bisiklet trafiği vardı, koşarak gelenlerde az değildi. Koşanlardan ikisine çarpmamak. için ani bir fren yaptı. Kornaya bastı. Koşucuların (bisikletliler de onlardan farksızdılar) koşmaya başladıkları anda bütün sorumluluklarının sona erdiğini düşünür gibi bir havaya girmelv-rine müthiş içerlerdi. Ne de olsa bir tür idmandı yaptıktan. Gençlerden biri Louis'e • bakmadan eliyle çirkin bir hareket yaptı. Louis içini çekerek sürdü arabayı.
Kendisini şaşırtan ikinci şey de cankurtaranın dispanserin küçük otoparkındaki yerinde olmaması oldu. Dispanser kısa bir
— 55 —süre için her türlü hastalık ya da kazayla başa çıkabilecek biçimde donatılmıştı; büyük holün yan tarafında üç muayene ve tedavi odası, bunun ardında da her biri on beş yataklı iki koğuş
vardı. Ama bir ameliyathaneye benzer bir şey yoktu, ciddi kazalarda hasta ya da yaralıyı Doğu Maine Sağlık Merkezine ulaştıracak cankurtaranları bulunuyordu. Louis'e dispanseri gezdiren asistan Steve Masterton son iki eğitim yılının kayıtlarım büyük bir gururla göstermişti. Bu süre içinde yalnızca otuz sekiz kere başvurulmuştu cankurtarana... öğrenci sayısının on binin, tüm üniversitedekilerinse on yedi binin üstünde olduğu düşünülürse hiç de çok değildi bu.
Ve işte işe başladığı ilk gün cankurtaran yerinde değildi.
Arabasını yeni DR. CREED yazılmış yerin önünde park edip içeri girdi.
Elli yaşlannda, saçları kırlaşmış ama kendisi canlı, ufak tefek bir kadın olan Chariton üzerinde yalnızca bir blucinle sür.-yenmisi bir.tişört olan bir kızın ateşini ölçüyordu. Louis kızın ki sa bir süre önce güneşten epey yanmış olduğunu farketti, derisi iyice soyulmuştu.
«Günaydın Joan,» dedi. «Cankurtaran nerede?»
«Gerçek bir facia yaşadık,- diyen kadın dereceyi kızın ağzından çıkarıp baktı. «Steve Masterton bu sabah saat yedide geldiğinde motorun ve ön tekerleklerin altında büyük bir birikinti gördü.
Radyatör su kaçınyormuş. Alıp götürdüler.
«İyi.» dedi içi rahatlamış olan Louis. Hiç olmazsa ilk korktuğu gibi bir kaza falan olmamıştı.
«Ne zaman gelecek peki?»
Joan Chariton güldü. «Üniversite Motor Bakım Mehkezini bilirim, on beş aralıkta Noel armağanı
diye gönderirler artık. Öğrenciye baktı. «Biraz ateşin var. İki aspirin al ve barlarla arka sokaklardan uzak dur.»
Kız muayene masasından indi. Louis'e beğeni dolu bir bakışla bakıp çıktı odadan.
«Yeni sömestrin ilk müşterisi,» diyerek dudak büktü Chariton. Dereceyi düşürmek için salladı.
«Ondan pek hoşlanmadın galiba.»
«Bu tipi bilirim,» dedi kadın. «Bir de bunun karşıtı tipleri: Yedeğe bırakılmak istemedikleri için adele kopmasına falan aldırmadan oynayan ve böylece ilerki profesyonel yaşamlarını teh-
-56 —likeye atan atletler. Sonra bunun gibi Bayan Yanm Derece Ateşliler vardır...» Kadın başını
pencereden yana salladı. Louis güneş yanığı kızın yatakhaneye doğru yürümekte olduğunu gördü. Muayene odasında kız kendini hiç de iyi hissetmeyen ama durumunu göstermekten de kaçınan bir havadaydı. Şimdiyse kalçalarını çalkalaya çalkalaya yürüyor, hem çevresini gözden kaçırmıyor, hem de kendisini izlettiriyordu.
«Tipik bir kolej hastalık hastası işte.» Charlton dereceyi sterilize kutusuna koydu. «Bu yıl on beş yirmi kere görürüz onu. Sınav önceleri ziyaretleri sıklaşır. Son sınavdan bir hafta falan önce zatürree olduğundan emindir. O olmazsa mutlaka bronşiti vardır. Böylece dört beş
sınavdan kurtulur, sınavlara daha sonra girer. Sınavın güç olacağını duyduklarında mutlaka ağır hasta olur bunlar.»
«Bu sabah pek kuşkucuyuz,» dedi Louis. Kendisiyse epey şaşkındı.
Kadın göz kırptı doktora. «Ben bunları üstüme alınıp üzülmüyorum, doktor. Siz de pek aldırış
etmemelisiniz.»
«Stephen nerede şimdi?»
«Sizin büronuzda, mektuplara cevap vermeye çalışıyor.»
Odasına girerken Louis'in kendine güveni tamdı.
Louis geçmişi düşününce, düşünecek gücü kendisinde bulunca yani, karabasanın o sabah saat onda ölmek üzere olan Victor Pascow'un dispansere getirilmesiyle başladığını hatırlayacaktı.
O saate kadar ortalık epey sakindi. Kendisi geldikten yanm saat sonra, saat dokuzda, dokuz-beş arası çalışacak iki yardımcısı gelmişti. Louis her birine birer çörekle kahve verip on beş
dakika kadar işlerini ve daha da önemlisi, işleri dışındaki şeyleri anlattı. Sonra Charlton aldı
kızları; Louis kadının odadan çıkarken kızlara, «Kusmuk ya da bok görmeye alerjiniz yok ya?»
diye sorduğunu duydu, «ikisini de bol bol göreceksiniz burada »
«Tannm!» diyen Louis elleriyle gözlerini örttü. Ama gülüyordu. Charlton gibi nasır bağlamış bir insan her zaman yararlıydı.
Louis uzun Mavi Haç formlarını doldurmaya başladı. Bu, her yıl yapılan ilaç ve araç listesiydi.
(«Her yıl,» diye söylenmişti
— 57 —
Steve Masterton. «Hor yıl aynı şey. Neden komple kalp nakil aygıtı, yaklaşık değeri sekiz milyon dolar, yazmıyorsun Louis? İyice şaşırırlardı o zaman.») Bir ara başını kaldırıp bir fincan kahvenin iyi geleceğini düşündüğü sırada bekleme odası yönünden Masterton'un çığlığını
duydu. «Louis! Hey, Louis. çabuk gel buraya! Başımız dertte!»
Masterton'un sesindeki panik Louis'i yerinden fırlatmıştı. Sanki bilinçaltında bunu bekliyonnuş
gibi kalktı ayağa. Masterton'un sesinin geldiği yönden kınk bir cam kadar keskin ve ince bir çığlık duyuldu. Ardından bir tokat sesi ve Charlton'un, «Sus yada defol git buradan!» diyen sesi. «Kes dedim sana!»
Louis bekleme odasına girdiği anda kanlan gördü. Her taraf kan içindeydi sanki, Yardımcı
kızlardan biri bir kenarda hıçkı-nyordu. Yüzü sapsarı kesilmiş olan diğeri yumruğunu ağzına sokmuştu. Masterton çömelmiş, yerde yatan bir gencin başını tutmaya çalışıyordu.
Steve başını kaldırıp Louis'e baktı. Gözleri irileşmişti, kor ku doluydu. Konuşmaya çalıştı ama ağzından ses çıkmadı.
öğrenci Sağlık Merkezinin geniş camlı kapılan önünde bir kalabalık toplanmıştı, herkes yansımayı önlemek için ellerini gözlerine siper etmiş, camdan içeri bakmaya çalışıyordu. Louis dönüp bakınca pencerelerinde dışardan içersini seyretmek isteyenlerle dolu olduğunu gördü.
Kapılara bir şey yapamazdı, ama pencerelere...
Az önce çığlık çığlığa bağıran kız yardımcısına, «Perdeleri çek,» dedi.
Kız derhal harekete geçmeyince de kıçına bir şaplak indirdi. «Çabuk ol, kız!»
Kız koştu, bir an sonra yeşil perdeler çekilmişti. Charlton'la Steve Masterton güdüsel bir hareketle yerde yatan gençle kapı arasında durup dışardan görülmesini engellediler.
«Sedye ister misiniz, doktor?» diye sordu Charlton.
Louis Masterton'un yanına çömeldi. «Gerekirse getir hemen. Daha hastayı görmedim bile.»
«Haydi,» dedi Charlton perdeleri çeken kıza. Kız yine yumruğunu ağzına sokmuş, sessizce bağırıyordu. Charlton'a bakıp, «Aaah!» diye inledi.
«Evet, öyle. Yürü haydi.» Kızı sertçe itip harekete geçirdi,
— 58-
kızın kırmızı beyaz çizgili eteği savruldu.
Louis, Orono'daki Maine Üniversitesinde ilk hastasının üzerine eğildi.
Yirmi yaşlarında bir gençti bu, Louis'in önemli olan teşhisi koyması için üç saniye yetmişti.
Genç ölecekti. Kafasının yansı ezilmiş, boynu kırılmıştı. Şişmiş ve çarpılmış sağ omzundan köprücük kemiği fırlamıştı. Başından yerdeki halıya kan ve sa-nmsı bir sıvı akıyordu. Kafasının yarılmış yerinden beyazımsı gri beyni görünüyordu. Kırık bir pencereden içeri bakmak gibi bir şeydi bu. Yara beş santim enindeydi, kafasının içinde bir bebek olsaydı. Zeus'ün alnından doğurması gibi doğurabilirdi aradan. Halâ yaşıyor olması inanılmaz bir şeydi, ölü ölüdür, dediğini hatırladı annesinin. Gülmek için dayanılmaz bir istek vardı, içinde, ölü, ölüdür, çok kesin bir söz iste.
Masterton'a, «Çabuk cankurtaranı çağır,» dedi.
«Louis, cankurtaran...»
«Tannm!» diye Louis kendi alnına bir şaplak indirdi. Bakışları Charlton'a kaydı. «Joan, böyle bir durumda ne yapardınız? Kampus güvenliğine mi haber verirdin, yoksa Merkez Hastanesinin acil servisine mi?»
Joan şaşkın ve çaresiz görünüyordu. Alışık olmadığı duygular, diye düşündü Louis. Ama cevap verdiğinde sesi sakindi. «Bilemiyorum, doktor. Sağlık Merkezinde bulunduğum süre içinde böyle bir durumla karşılaşmamıştım.»
Louis düşündü bir an. «Kampus polisine haber verin. Acil servisin kendi cankurtaranını
göndermesini bekleyecek zamanımız yok. Gerekirse itfaye arabalarından biriyle Bangor'a götürürler. Hiç olmazsa onun sireni ve ışıkları vardır. Haydi, Joan.»
Kadın giderken Louis onun anlayışlı bakışını yorumlayabi-liyordu. Güneşten yanmış, sağlıklı ve gelişmiş vücutlu bu genç -belki de bu durumunu yaz boyunca yol işlerinde çalışmaya ya da boyacılık yapmaya veya tenis dersleri vermeye borçluydu -işte bu genç ne yaparlarsa yapsınlar ölecekti. Kendi cankurtaranları motoru çalışır bir halde kapı önünde bekliyor olsa bile ölecekti.
ölmek üzere olan genç inanılmayacak bir şey yapmış, kıpırdıyordu. Gözleri aralanıp açıldı. Kanlı
mavi gözler. Hiçbir şey görmeden bakıyordu çevresine. Başını oynatmaya çalışırken.
— 58 —
Louis bunu önlemek için kınk boynu da unutmayarak, hafifçe bastırdı.
Kafasındaki delik. Tanrım, kafasındaki o delik.
Bulundukları durumda anlamsız ve saçma bir soru olduğunu bildiği halde Steve'e, «Ne olmuş?»
diye sordu. Kenarda duran bir seyircinin sorabileceği bir soruydu bu. Ama adamın kafasındaki delik aslında kendi durumunu, yani yalnızca bir seyirci olduğunu belirtiyordu. «Polis mi getirdi?»
«Birkaç öğrenci battaniyeden yaptıkları bir sedyeyle getirdiler. Nasıl yaralandığını bilmiyorum.»
Bundan sonra olacakları da düşünmek gerekliydi. O da kendi sorumluluğuydu. «Git onlan bul.-dedi. «Yan kapının ö-nünde topla hepsini. £1 altında bulunmalarını istiyorum, ama gördüklerinden daha fazla görmelerini istemiyorum.»
Önünde olup bitenlerden uzaklaşacağına sevinen Masterton gidip kapıyı açtı. İçeri heyecanlı, şaşkın sesler doldu bir anda Louis bir polis arabasının sirenini de işitiyordu. Kampus Güven lik gelmişti demek. Louis huzursuz bir rahatlama hissetti içinde.
ölmek üzere olan gencin boğazından bir gargara sesi geliyordu. Konuşmaya çalışıyordu. Louis bazı sesler işitti, ama sözcükler boğuk ve karışıktı.
-İyileşeceksin ahbap,» dedi gence doğru eğilip. Bunu söylerken aklına Eachel'le Ellie geldi, midesinde bir gurultu oldu. Elini ağzına götürerek geğirdi.
«Kaaa,» dedi genç adam. «Gaaaa.^.»
Louis çevresine bakınca bir an için ölen adamla baş başa kalmış olduğunu gördü. Joan Charlton'un yardımcılarına içerden sedyeyi getirmelerini söylediğini duyuyordu. Louis onların içerki odayı bilip bilmediklerini düşündü, ne de olsa onların da işde ilk günleriydi bu. Tıp dünyasına ne giriş yapmışlardı ama. Duvardan duvara yeşil hah şimdi gencin başı altında genişleyen morumsu bir daireyle lekelenmişti. Beyin sıvısının akması kesilmişti neyse.
«Hayvan Mezarlığında,» diye mırıldandı adam... sırıttı sonra. Gülümsemesi az önce perdeleri kapatan kızmki gibi neşeden uzak, isterikti.
Louis kulaklarına inanmayı reddederek baktı gence. Ardından işitme duygusuyla ilgili bir sanrıya kapıldığını düşündü. O
— 80 —birtakım sesler çıkardı, benim bilinçaltını da bunları kendi deneyimlerimin bunlara uygun anlaşılır seslerine dönüştürdü.
Ama olan bu değildi, bir an sonra bunu kabul etmek zorunda kalmıştı. Çılgıncasına bir korkuya kapıldı; kollarında, kanunda eti çekilir gibi oldu... yine de inanmayı reddediyordu. Evet, söylenen heceler Louis'in kulaklarında olduğu kadar yerde yatan gencin dudaklanndaydı da, ama bu, gördüğü sanrının görme duyusunu da etkilemesinden başka bir anlama gelmezdi ki.
«Ne dedin?» diye fısıldadı.
Bu kez sözcükler, bir papağanın ya da dili y animi.1} bir kar-ganınkiler kadar kesindi. «Gerçek mezarlık değil orası.» Gözleri bomboştu gencin, hiçbir şey görmüyordu, kan içindeydi. Ağzında ölü bir balığın iri sırıtışı vardı.
Dehşet dolaşıyordu Louis'in içinde, buz gibi elleriyle sıcacık yüreğini kavrayıp sıkıyordu.
Giderek küçülüyor gibiydi. Dispanserin bekleme odasının yerinde yatan bu kanlı baştan kaçmak istiyordu. Louis fazla bir din bilgisi olan bir insan değildi, batı) inançlara falanda pek aldırmazdı. Böyle bir şey için hazırlıklı değildi... her neyse bu.
Oradan kaçma arzusunu bütün gücüyle bastırmaya çalışarak biraz daha yaklaştı gence. «Ne dedin?» diye sordu ikinci kez.
Sıntma. Bu kötüydü işte.
Ölmek üzere olan genç, «Bir insanın yüreğinin toprağı daha da taşlıdır, Louis,» diye mırıldandı.
«İnsan ne ekebüirse onu eker... ve onu yetiştirir.»
Louis, diye düşündü. Kendi adından sonra bilinçli olarak hiçbir şey duymamıştı. Tanrım benim adımı söyledi.
«Kimsin sen?» diye sordu titrek bir sesle. «Kimsin sen?-
«Kızılderili balığımı getirdi.»
«Benim adımı...»
«Uzak dur, biz. Bilmek...»
«Sen...»
«Kaa,» dedi genç, Louis onun soluğunda ölüm kokusunu duyuyordu artık.
«Ne?» Adamı sarsmak geçiyordu içinden.
«Gaaaaaa»»
Kırmızı şortlu genç birden titremeye başladı. Tüm kaslan kilitlenmiş kalmıştı sanki. Gözleri bir an o boş bakışını kaybetti.
— 61 — .
Louis'le göz göze geldi. Sonra her şey bir anda yok oldu. Kötü bir koku çarptı Louis'in burnuna.
Bir daha konuşmalı, diye düşündü Louis. Gözler yine o boş bakışla doldu... parlamaya başladı.
Genç adam ölmüştü.
Louis üstündekilerin derisine yapıştığını şöyle böyle farke-derek doğruldu. Karanlık bir kanat gibi yumuşacık çöküyordu gözlerinin üstüne, dünya içini bulandıran bir hızla dönmeye başlamıştı. Ne olduğunu farkedince ölünün yanından çekildi, başını dizleri arasına eğdi, sol elinin başparmağıyla işaret parmağım ağzına sokup kanatana kadar dişetlerini sıktı.
Bir an sonra dünya normale dönmüştü yine.
13
Oda birden insanlarla doldu, sanki hepsi de sıralarını bekleyen oyuncularmış gibi.. Louis'in gerçekdışıhk ve uyumsuzluk duygularını arttırmıştı bu. Bunlar psikoloji derslerinde okuduğu ama o güne dek yaşamadığı duygulardı. Çok korkuyordu şimdi. İnsanın içkisine farkında olmadan güçlü bir doz LSD atılsa herhalde böyle olur, diye düşündü.
Yalnızca benim için sahnelenen bir oyun. Ölmek üzere olan kâhin Sybil yalnız benim için kehanette bulunabilsin diye oda boşaltılıyor. Ölünce de herkes geri geliyor.
Kızlar boyun ve belkemiği vakalan için kullanılan sert sedyeyle geldiler. Joan Charlton da arkalarından belirip kampus polisinin yolda olduğunu söyledi. Genç koşarken bir araba çarpmıştı kendisine. Louis o sabah arabasının önünde koşanları anımsayınca yüreği duracak gibi oldu.
. Charlton'un ardından Steve Masterton'la iki kampus polisi geldiler. «Louis, Pascow'u getirenler... Bir şeyin mi var, Louis?»
«iyiyim.» Louis ayağa kalktı. Üzerine bir daha geldi baygınlık, yine çekildi sonra. «Pascow muymuş adı?»
Kampus polislerinden biri. «Birlikte koştuğu kız Victor Pas-cow olduğunu söyledi.»
Masterton'un Pascow'u getirenleri doldurduğu odadan bir
•82 —kızın hıçkırıkları duyuluyordu. Okula hoşgeldin. küçük hanım, diye düşündü. İyi bir yıl dilerim.
Louis saatine bakıp iki dakika çıkardı. «Bay Pascovv saat onu dokuz geçe öldü.» dedi.
Polislerden biri elinin tersiyle ağzını sildi.
«Louis, bir şeyin mi var?» diye sordu Masterton. «Felaket bir görünüşün var.»
Louis cevap vermek, için ağzını açarken, yardımcı kızlardan biri sedyeyi elinden bırakıp üstüne başına .kustu. Bir telefon çalmaya başladı. Hıçkıran kız şimdi çığlıklar atarak ölen gencin adını
söylüyordu. «Vic! Vic! Vic!» Karmakarışıktı ortalık. Polislerden biri Charlton'dan ölünün üstünü
örtmek için bir battaniye istiyor, kadın da böyle bir istekte bulunmak için yetkisi olup olmadığını soruyordu.
Louis yine boğazına yükselen o çirkin kahkahaları tüm gücünü kullanarak yuttu. Bu Pascovv gerçekten HAYVAN MEZARLIĞI sözcüklerini söylemiş miydi? Bu Pascow gerçekten kendi adını
söylemiş miydi? 'Kendisini şaşırtan kafasını allak bullak «den şeyler bunlardı. Zihni daha şimdiden o birkaç saniyeyi koruyucu bir kılıfla örtüyor, değiştiriyor, bozuyordu. Başka bir şey söylemişti kuşkusuz (eğer gerçekten bir şey söyleraişse). Louis de içinde bulunduğu şok yüzünden yanlış anlamıştı. Pascow herhalde ilk düşündüğü gibi bazı sesler çıkarmıştı yalnızca.
Louis üniversite yönetiminin diğer elli üç adaya kendisini tercih etmesini sağlayan o benliğini bulmaya çalışıyordu. Ortada yönetimi ele alan tek kişi yoktu, harekete geçen yoktu, oda çevresini saran bir kalabalıkla doluydu.
«Steve. şu kıza bir havlu ver,-, dedi. Konuşmak bile kendini toparlamasına yardımcı olmuştu.
Sanki içinde bulunduğu roket artık yönetimine geçmişti ve küçük yıldızdan hızla uzaklaşıyordu, O küçük yıldız da, Pascow'un konuştuğu o mantıksız andı. Louis yöneticilik yapmak üzere seçilmişti ve şimdi de görevini yapacaktı.
«Joan polise bir battaniye ver.»
«Doktor, henüz bir döküm yapıl...»
«Sen ver yine de. Sonra o yardımcına bak.» Sedyenin öteki ucunu hâlâ elinden bırakmamış
olan diğer kıza baktı. İpnotize olmuş bir tutkunlukla bakıyordu Pascovv'un cesedine. «Kız!»
diye sertçe seslenince kız gözlerini cesetten ayırdı.
— 63 —
«Ş-şe... şey....
«öteki kızın adı ne?»
«K-kimin...?.
«Kusanın,» dedi Louis sert bir sesle.
«Ju-j - Judy. Judy De Lessio.»
«Peki, seninki?»
«Carla.. Kız şimdi biraz toparlanmış gibiydi.
«Carla, git Judy'ye bak. O battaniyeyi de getir. Bir numaralı muayene odasının yanındaki küçük depoda bir yığın var. Haydi, çıkın çimdi hepiniz. Biraz normale dönsün burası.
Hepsi birden harekete geçtiler. Az sonra yan odadaki çığlıklar kesilmişti. Susmuş olan telefon yine çalıyordu. Louis kulaklığı kaldırmadan bekletme düğmesine bastı.
Yaşlıca olan kampus polisi daha aklı başında birine benziyordu. «Kime haber vermek zorundayız?, diye sordu Louis. «Bana bir liste verebilir misin?.
Polis başını salladı. «Altı yıldır böyle bir şey olmamıştı. Öğretim yılına kötü bir başlangıç.»
«Hem de nasıl). Louis telefonu alıp düğmeye bastı.
Heyecanlı bir ses, «Alo Kim...?, diye söze başladı. Louis telefonu kapattı. Sonra bir daha açıp numaralan aramaya başladı.
14
Ortalık ancak o gün dörtten sonra, kampus güvenlik başkanı Richard Irving'le Louis'in basına bir açıklama yapmalanyla biraz yatışır gibi oldu. Victor Pascow, biri nişanlısı olan iki arkadaşıyla Jogging yapıyordu, Haven'li yirmi üç yaşındaki Tra-mont VVithers'in sürdüğü bir araba aşın bir hızla Lengyll Kızlar Jimnastikhanesi yönünden gelmişti. VVithers'in arabası
Pascovr a çarpmış, Pascovr arabayla bir ağaç arasında kalmıştı. Arkadaşları ve yoldan geçen iki kişi kendisini bir battaniyeye koyup dispansere getirmişlerdi. Birkaç dakika sonra da ölmüştü.
Wit-
•64 —bers tehlikeli ve içkili araba kullanmak ve ölüme neden olmaktan tutuklanmıştı.
Kampus gazetesinin yazı işleri müdürü Pascovr'un basından aldığı yaralardan öldüğünün söylenip söylenemeyeceğini sordu. Beynin arasından görüldüğü o kınğı düşünen Louis ölüm nedenini Penobscot adli tıp doktorunun açıklayacağını bildirdi. Yazı işleri müdürü Pascovv'u battaniye içinde dispansere taşıyan dört gencin istemeyerek onun ölümüne neden olup olamayacaklarını sordu bunun üzerine.
«Hayır,» dedi Louis. «Kesinlikle hayır. Benim görüşüme göre. Bay Pascow kazayı geçirdiği anda ölümcül bir yara almıştı.»
Birkaç soru daha vardı ama Louis'in bu sözü gerçekte basın toplantısını sona erdirmişti. Şimdi odasında oturmuş gününün parçalarını toplamaya yada olanları kendine göre örtmeye, olayın üstüne ince bir bürokratik bir perde çekmeye çalışıyordu. Steve Masterton bir saat önce, basın toplantısının hemen ardından eve gitmişti. Louis onun televizyonda akşam haberlerinde kendisini seyretmek istediğini düşünüyordu. Şimdi Charlton' la birlikte şu ya da bu sakatlıklarına rağmen üniversite öğrenimini sürdüren öğrencilerin dosyalarını
incelemekteydiler. Yirmi üç şeker hastası, on beş saralı, on dört yarım felçli ve lösemililer, iki sağu- ve birkaç kişi daha.
Öğleden sonranın en sıkıcı anı Steve gittikten az sonraydı. Charlton gelip masasına pembe bir kâğıt parçası bırakmıştı. Bangor Halıcılık sabah saat dokuzda gelecek.
«Halı mı?»
«Halının değişmesi gerekecek.» dedi kadın özür dileyen bir sesle. «O leke imkânı yok çıkmaz, doktor.-
Çıkmazdı elbette. Louis bunun üzerine dispansere gidip bir Tuinal içmişti, ilacı kendisine tıbbiyenin ilk sınıfında, bir arkadaşı tanıtmıştı Louis bunun alışkanlık yapmasına engel olmak için çok direnmişti, îyi de yapmıştı, çünkü arkadaşı daha üçüncü sömestrede tıbbiyeden çıkmak zorunda kalmış, Vietnam'a sağlık eri olarak gitmişti. Louis onu, uyuşturucuyla kendinden geçmiş halde Creedence topluluğunun «Ruh Through The Jung-le- parçasını dinlerken düşlemişti çoğu kez.
4ma yine de bir şeye ihtiyacı vardı, önündeki dosyadan gözlerini kaldırdığı her an karşısında o pembe notu görecekae
— 65—
Hayvan Mezarlığı — F: 5
kesinlikle bir şeye gereksinimi vardı.
Gece nöbetçisi Bayan Ballings kapıdan başını içeri uzatıp, «Karınız birinci hatta, Dr. Creed,-dediğinde kendini işine iyice kaptırmıştı.
Louis saatine bakınca beş buçuk olduğunu gördü, oysa en az bir buçuk saat önce çıkmak niyetindeydi
«Teşekkür ederim, Nancy.»
Telefonu kaldırıp bir numaralı hattın düğmesine bastı. «Selam sevgilim, ben de sim...»
«Louis, iyi misin?»
«İyiyim.»
«Haberleri dinledim. Çok üzüldüm, Lou.» Bir an durakladı Rachel. «Radyoda dinledim. Soruları
yanıtlıyordun. Sesin iyi geliyordu.»
«Öyle mi? Çok iyi.»
«İyi olduğundan emin' misin?»
«Evet, iyiyim, Rachel.»
«Haydi eve gel artık.»
«Olur.» Ev sözcüğü bile hoş gelmişti kulağına.
15
Louis'in ağzı açık kalmıştı kapıda kendisini karşılayan karısını görünce, Rachel'in üzerinde kocasının çok hoşuna giden ağ örgüsü sutyen, yan saydam külot vardı ve başka da bir şey yoktu.
«İnsanın ağzının suyunu akıtacak kadar güzelsin,» dedi. «Çocuklar nerde?»
«Bayan Dandridge aldı onlan. Saat sekiz buçuğa kadar baş basayız... iki bucuk saatimiz var yani. Gel boşa geçirmeyelim bu süreyi.»
Rachel erkeğe yaslandı. Louis çok hafif bir koku duyuyordu... gül mü acaba? Karısını kucakladı, ellerini kalçaların* bastırıp kendine doğru çekti. Kadının dili hafifçe kocasının dudak-
— 66 —lan üstüne dolaştı, yumuşak ama seri hareketlerle dilini buldu.
öpüşmeyi bıraktıklarında Louis boğuk bir sesle, «Yemeğe sen mi varsın?» diye sordu.
«Ben tatlıyım.» Kadın vücudunun alt kısmım erkeğe yaslayıp şehvetli hareketlerle oynatmaya başladı. «Sana sevmediğin hiçbir şeyi vermemeye söz veriyorum.»
Louis kadını kavramaya çalıştığı anda Rachel kollan arasında sıyrılıp elini tuttu. «Yukarı çıkana kadar bekle.»
Rachel kocasına çok sıcak bir banyo hazırlamıştı, erkeği ağır ağır elleriyle soyup suya soktu.
Sünger eldivenleri ellerine geçirip iyice sabunladı kocasını. Louis o ilk korkunç günün üzerinden akıp gittiğini hissediyordu. Rachel de bu arada ıslanmıştı, donu ikinci bir deri gibi yapışmıştı
vücuduna.
Louis banyodan çıkmaya çalışırken kadın kendisini içeri itti.
-Şimdi de...»
Süngerli el hafifçe kavradı erkekliğini, inanılmaz bir yumuşaklıkla aşağı yukarı gidip gelmeye başladı.
«Rachel...» Ter içinde kalmıştı Louis. Ve bu yalnızca banyonun sıcaklığından değildi.
..Şişşt!.»
•Hiç bitmeyecek gibiydi... Louis doyum noktasına geldiğinde sünger yavaşlıyor, duracak gibi oluyordu. Ama durmuyor, hı-fifçe sıkıyor, sıkı>ordu, sonurda doruğa ulaştığı zaman kulakları
patlayacak gibi oldu
Sesini bulabildiğinde, «Tanrım!» dedi. «Bunu nerede öğrendin?'
<Kız İzcileri arasında.»
Rachel banyo serüveni sırasında altını yaktığı bir biftek bırakmıştı ocakta. O gün saat dörtte bir dahaki yıla kadar ağzına yemek koyamayacağına yemin edebilecek olan Louis iki tabak dolusu et yedi.
Rachel erkeği bir daha çıkardı yukan.
«Şimdi bakalım sen bana neler yapacaksın?»
Doğrusu Louis kendisinden beklenileni fazlasıyla başarmıştı.
Rachel daha sonra eski mavi pijamasını giydi. Louis de sır-
— 67 —tına eski gömleğiyle artık biçimini kaybetmiş kadife pantolonunu geçirip çocukları almaya gitti.
Bayan Dandridge kazayı öğrenmek istiyordu, Louis ona olanları kısaca, ertesi gün Bangor Daily Nevvs gazetesinde oku-yacaklanndan çok daha özetle anlattı. Böyle davranmaktan hoşlanmamıştı asbnda, dedikodu yapıyormuş gibi hissediyordu kendini, ama kadın çocuklara bakmak için para almıyordu, kendisi de Rachel'le geçirdiği akşam için minnettardı ona.
Evleri arasındaki bir millik yolda Gage arabada uyumuştu, Ellie de esneyip duruyordu. Louis oğlanın altını değiştirdi, geceliğini giydirip yatağına yatırdı. Sonra Ellie'ye bir hikâye okudu.
Odasına çıkardıktan beş dakika sonra uyumuştu kız.
Louis aşağıya indiğinde Rachel elinde bir bardak sütle oturma odasındaydı. Kucağında bir polisiye roman vardı.
«Louis. gerçekten iyi misin?»
«iyiyim, şekerim. Teşekkür ederim. Her şey için.»
Rachel gülümsedi. «Amacımız memnun etmektir. Jud'a gidip biranı içecek misin?»
Louis başını salladı. «Bu gece olmaz. Hiç halim yok.»
«Umarım bunun bir nedeni de benim.»
«Hiç kuşkun olmasın.»
«öyleyse bir bardak süt iç de doğru yatağa gidelim, doktor bey.»
Louis asistanlık günlerinde olduğu gibi günün olaylarını düşünerek biç uyuyamayacağını
sanıyordu.» Oysa yatar yatmaz uyudu. Bir yerde normal bir insanın günün olaylarından kurtulmasının yedi «teWVft sürdüğünü okumuştu. Bilinçle bilinçaltının yer değiştirmesi için yedi dakika.
Tam oraya varmıştı ki, Rachel'in uzaklardan gelen sesini duydu. «... öbür gün.»
«Ne?»
«Jolander. Veteriner. Church'ü öbür gün alacak,-
«Ha.» Church. Dostum, malının değerini bil bu arada. Sonra bir delikten aşağı düşer gibi, rüyasız, derin bir uykuya daldı.
—68 —16
Çok sonraları bir şey uyandırdı Louis'i, yatakta doğrulup oturmaya zorlayacak kadar güçlü bir ses, ilk önce Ellie'nin yere düştüğünü yada Gage'in yatağının kırıldığını sandı. Tam o anda ay bir bulutun arasından sıynlınca oda soğuk beyaz ışıkla doldu. Kapının önünde Victor Pascovv duruyordu. Duyduğu gürültü Pascow'un kapıyı açarken çıkardığı sesti.
Sol şakağının ardında kafatası içeriye göçmüş bir halde duruyordu karşısında. Yüzünde kuruyan kan "kızılderili savaş maskesi giymiş gibi yapmıştı kendisini. Köprücük kemiği bembeyaz fırlıyordu etleri'arasından. Sıntıyordu.
«Haydi doktor, gidecek çok yerimiz var,» dedi.
Louis çevresine bakındı. Kansı san örtünün altında bir tümsekti sadece, derin bir uykuya dalmıştı. Pascovv'a, ölü olan ama her nasılsa ölü olmayan Pascow'a baktı. Hiç korku yoktu içinde. Bunun nedenini de hemen anladı.
Bir rüya, diye düşündü, içi rahatladığı anda da korkmuş olduğunu farketti. ölüler dönmezler, fizyolojik olarak olanaksız bu. Bu genç Bangor'da bir otopsi çekmesinde şimdi, patologun Y
biçimindeki kesiği var sırtında. Patolog bir örnek aldıktan sonra beyni göğüs kafesine atmış
olmalı, kafatasını da kağıtla doldurmuştur, beyni kafatasma sokmaya çalışmaktan çok daha kolaydır böylesi. Talihsiz Ruthie'nin babası Cari Amca ona patologların böyle şeyleri yaptıklarını
anlatmıştı. Amcası gerçekten öyle şeyler anlatırdı ki, zaten ölüm korkusu olan Rachel bunları
duymuş olsa bayılırdı kuşkusuz. Pascovv burada'değildi, ayak başparmağının kenanna asılı
teneke levhasıyla bir morg çekmecesindeydi. Hiç kuşkusuz orada o kırmızı koşu şortunu giyiyor değildir.
Yine de ayağa kalkmak zorunluluğu var gibiydi. Pascovv'un gözleri üstünden ayrılmıyordu.
Örtüyü çekip ayaklarını yere indirdi. Rachel'in ninesinin armağan ettiği kilimin düğümleri buz gibiydi ayaklarının altında.
— 89-
Rüyanın çok şaşırtıcı bir gerçekliği vardı. Pascovv dönüp de arkasına bakarak merdivenlerden inmeye başlayıncaya dek onu. izlemeyeceği kadar gerçek. Onu izleme zorunluluğunu hissediyordu, ama rüyada da olsa yürüyen bir cesedin kendisine dokunmasını istemiyordu.
Ama yine de izledi genci. Pascov'un koşu şortu panldıyor-du karanlıkta.
Oturma odasını, yemek odasını, mutfağı geçtiler. Louis, Pas-cow'un anahtarı çevirip mutfak kapısını açarak garaj olarak kullandığı sundurmaya çıkmasını bekliyordu. Ama Pascow böyle bir harekete kalkışmadı. Kapıyı açacağı yerde kapalı kapının içinden geçiverdi. Louis ona bakarken, demek böyle yapılıyormuş, inanılmaz bir şey. diye düşündü. Herkes yapabilirdi bunu!
O da aynı şeyi denedi. Kendisine karşı koyan tahtayla karşılaşınca bundan hoşlanmış gibiydi.
Rüyalarında bile inatçı bir gerçekçiydi anlaşılan. Louis yale kilidinin düğmesini çevirdi, mandalı
kaldırdı, garaja çıktı. Pascotv ortalarda yoktu. Bir an onun varolmaktan vazgeçmiş olup olmadığını düşündü. Ru-yalardaki insanlar hep böyle yaparlardı, insanlar gibi yerler de öyleydi; uyarılmış erkeklik organınla çırılçıplak bir yüzme havuzunun kenarında durmuş, Roger ve örneğin Bayan Dandridge' le eş değiştirme olanaklarım konuşurken, göz açıp kapayıncaya kadar kendini bir Hawaii volkanına tırmanırken buluverirdin. Belki de ikinci perdenin başlangıcı
olduğu için kaybetmişti Pascow'u.
Ama garajdan çıktığında genci yine gördü. Solgun ayışığı-nın altında, patikanın başında duruyordu.
Şimdi korkmaya başlamıştı Louis. Korku vücudunun oyuk yerlerinden doğuyor, her yanını pis bir dumanla dolduruyordu. Oraya gitmek istemiyordu. Durdu.
Pascow omzu üzerinden geriye baktı, ayışığında gümüş gibiydi gözleri. Louis karnında bir dehşet ürpertisi hissetti. O fırlamış kemik, o kuru kan lekeleri. Ama o gözlere karşı koymak olanaksızdı, ipnotizma edilmek konusunda bir rüya olmalıydı bu, galebe çalınmak... olanları
değiştirememek belki de. Pasco\v' un ölümünü değiştirememesi gibi. Yirmi yıl okurdun da, kafatasında bir pencere açılacak kadar şiddetle başını ağaca çarpmış bir insana hiçbir şey yapamazdın.
— 70 —
Kafatasında bu düşünceler dolaşırken ayaklan kendisini patikaya doğru çekiyordu. Bu ışıkta Pascow'un yüzündeki kurumuş kanlar kadar koyu olan kırmızı koşu şortunu izlemeye başladı.
Bu rüyadan hiç hoşlanmamıştı. Hiç mi hiç ama. Çok gerçekti. Kilimdeki buz gibi düğümler, bir insanın gerçek rüyada kapının içinden geçmesi gerekirken kendisinin geçememiş olması... ve şimdi de çıplak ayaklarının üzerinde hissettiği soğuk çiy taneleri, vücudunda hissettiği gece rüzgârı... Üzerinde dondan başka bir şey yoktu. Ağaçların arasına girince tabanlarına battı çam iğneleri... gereğinden çok gerçek olan küçük bir ayrıntı daha.
Boşver. Aldırma. Evimde, yatağım dayım nasü olsa. Ne kadar canlı da olsa bir rüya bu. Bütün rüyalar gibi sabaha gülünç gelecek bu da. Uyanık "zihnim tutarsızlıkları anlayacak.
Kuru bir ağacın küçük bir dalı çıplak koluna çarpınca ir-Mldi. Pascow ilersinde bir gölgeydi şimdi. Louis'in korkusu kafasının içinde parıltılı bir görüntüye dönüşmüştü, ölü bir insanın ardından ormanda Hayran Mezarlığına doğru yürüyorum. Rüya değil bu. Tann yardımcım olsun, rüya değil bu. Olan bir şey bu.
Ağaçlıklı tepenin öteki yamacından aşağı iniyorlardı. Patika geniş kavisler çiziyordu ağaçların arasında. Şimdi çizme yoktu ayağında. Toprak soğuk balçık gibiydi, ayaklannı kavrıyor, emiyor, istemeyerek bırakıyordu. Çirkin emme sesleri duyuyordu. Parmaklan arasından fışkıran, onlan birbirlerinden ayıran çamuru hissediyordu.
Rüya fikrine sıkı sıkı sarılmaya çalıştı.
Yapamıyordu ama.
Açıklığa geldiklerinde ay bulutların arasından bir daha sıy-nlıp tüm görkemiyle aydınlattı
mezarlığı. Tahtalardan, babaların teneke makaslanyla kesilen konserve tenekelerinin çekiçlenerek düzeltilmesiyle elde edilen levhalardan ve taş parçalarından yapılan'mezartaşlan kapkara ve kesin gölgelerle üç boyutlu olarak karşısındaydı şimdi.
Pascow KEDt SMUCKY SÖZ DİNLERDt yazan taşın yanında durup Louis'e döndü. Dehşet, korku, bunları hissediyordu, Icudu onların yumuşak ama amansız baskılan altında patlaya-
— 71 —
çak gibi olurken Pascow sunuyordu. Kanlı dudakları dişlerini açıkta bırakacak biçimde açılmıştı, güneşten yanmış sağlıklı teni ayın kemik rengi ışığı altında kefene sarılmak üzere olan. bir cesedin beyazlığına bürünmüştü.
Pascow kolunu kaldırıp işaret etti. Louis o yana baktı ve inledi. Gözleri irileşti, yumruğunu dişlerine bastırdı. Yanaklarında bir serinlik vardı, korkusunun aşırılığı karşısında ağlamaya başladığını f ar ketti.
Louis'in Ellie'yi üzerinden korkuyla çağırdığı ağaç yığını şimdi bir kemik kümesi olmuştu.
Kemikler hareket ediyordu. Kıvranıyorlar, takırdıyorlardı. Azı dişleri, köpek dişleri, çene kemikleri, kalça kemikleri. İnsan ve hayvanların parıltılı kafatas-lannı görüyordu. Parmak kemikleri çatırdıyordu. Bir yanda bir ayak parçası soluk renkli eklemlerini açıp kapıyordu.
Hareket ediyordu... sürünüyordu...
Pascovr şimdi kendisine doğru yürüyordu, ayışığında çok gaddardı kanlı yüzü. Louis'in bilincinin son mantıklı parçası tek bir düşünce içinde kaybolmaya başladı. Rachel'i, Ellie'yi.
Gage'i korkutsan da bağır artık, evi uyandır, mahalleyi uyandır ama bağır, bağır da uyan, bağırbağıruyanbağırbağıruyanbağır uyan uyan....
Ama ağzından yalnızca hafif bir ıslık çıkıyordu. Bir yerde kapı önünde oturmuş ıslık çalmasını
öğrenmeye çalışan bir çocuğun ıslığı.
Pascovr yaklaşıp konuştu.
•Kapı açılmaman,» dedi. Louis dizleri üstüne çöktüğü için yere doğru bakıyordu. Pascow'un yüzündeki ifadeyi acıma sandı önce. Ama acıma falan değildi bu; yalnızca korkunç bir sabır.
Hâlâ hareket eden kemik yığınını gösteriyordu. «Ne kadar ihtiyaç duysan da, sakın oradan öteye gitme, doktor. O engal aşılmaması için konuldu oraya. Şunu hiç hatırından çıkarma: Burada senin düşünebileceğinden kat kat üstün güç vardır. Eskidir ve hep huzursuzdur.
Unutma sakın.»
Louis yine bağırmaya çalıştı, ama başaramadı.
«Ben bir dost olarak geldim,» dedi Pascovr. Gerçekten kullandığı sözcük dost muydu?
Sanmıyordu Louis. Pascow sanki Louis'in rüyalarda olan bir tıi^mift anlayabildiği yabana bir dilde konuşmuş gibiydi... «dost» da Pascow'un kullandığı »öz-
— 72—.
•cüğün en yakın anlamlısıydı. «Senin ve sevdiklerinin sonu çok yaklaştı, doktor.» Louis gencin üzerindeki ölüm kokusunu duyabiliyordu.
Kendisine doğru uzanan Pascow.
İnsanı çıldırtan o ağır hareketle kemik takırtısı.
Louis kendisine uzanan elden kurtulmak için geri çekilirken
•dengesini kaybetti. Eli bir mezar işaretine çarptı, taş toprağa doğru eğildi. Yüzüne doğru yaklaşan Pascow'un yüzü göğü dol-duruyordu.
«Doktor... unutma.»
Louis bağırmaya çalıştı, dünya birdenbire dönmeye başladı, hala duyuyordu ayışıgının aydınlattığı mezarlıktaki hareket eden kemiklerin çatırtısını.
17
Normal bir insan yedi dakikada uyur. ancak Hand'ın İnsan Fizyolojisi'ne göre, aynı insanın uyanması on beşle yirmi dakika sürer. Uyku, çıkması girmesinden daha güç bir havuzmuş gibi.
Uyuyan insan derece derece uyanır, derin uykudan hafif uykuya geçer, buna -gözleri açık uyumak» da denir, insan sesler duyar ve sonradan hatırlamasa bile sorulan sorulara karşılık verir. Bunlar sonradan rüya içinde geçmiş gibi bölük pörçük anımsanabilirler de.
Louis kemik takırtılarını duyuyordu, ama bu ses giderek daha tizleşmiş, daha madeni olmuştu şimdi. Bir gürültü koptu, bir çığlık duyuldu. Daha çok madeni sesler... yuvarlanan bir şey mi?
Elbette, dedi uyanmakta olan zihni. Yuvarla kemikleri.
Kızının kahkahasını duydu. «Yakala, Gage. Yakala haydi!»
Ardından Gage'in neşeli kıkırdaması duyuldu, Louis gözlerini açınca kendi yatak odasının tavanını gördü.
Gerçeği, iyi gerçeği, kutsal gerçeği bekleyerek hiç kıpırdamadan yattı bir an.
Bir rüyaydı hepsi. Ne kadar korkunç, ne kadar gerçek olsa da bir rüya. Bilinçaltında bir fosil.
— 73 —
<!
Madeni sesi yine duydu, Gage'in oyuncak arabalarından biri yukan koridorda yuvarlanıyordu.
•Yakala, Gage!»
«Yakala!» diye bağırdı Gage. «Yakala, yakala, yakala.»
Tak tak tak. Gage'in minicik ayaklan. Oğlanla Ellie kahkahadan kınlıyorlardı.
Louis sağına baktı. Rachel'in yattığı yer boş, örtü açıktı. Güneş iyice yükselmişti. Saatine bakınca sekize geldiğini gö/-dü. Rachel uyandırmamıştı kendisini.
Normal olarak buna çok kızardı, ama bu sabah kızmadı. Derin bir soluk alıp koyverdi.
Pencereden gelen güneşin altında, gerçek dünyanın o yanılması olanaksız dokusunu hissederek yatmaktan mutluydu. Toz zerrecikleri uçuşuyordu güneşte.
Rachel yukan seslendi. «Gel sefertasım al, Ellie, otobüse ancak yetişirsin Ellie!»
«Peki!» Kızın ayaksesleri. «Al arabanı, Gage. Ben okula gidiyorum.»
Gage ağlamaya başladı. Pek konuşamıyordu daha, ama Gage, araba, yakala. Ellie, otobüs, diyordu. İstediği açıktı, Ellie yanında kalmalıydı.
Eachel'in sesi yine: «Aşağı inmeden babanı uyandır, El.»
Saçlan atkuyruğu yapılmış Ellie, üzerinde kırmızı elbisesi olduğu halde girdi içeri.
«Uyandım, yavrum. Haydi koş otobüsüne yetiş.»
«Olur, baba.» Kız gelip babasının yanağını öptü, sonra koşa koşa aşağı indi.
Rüya solmaya, gerçekliğini yitirmeye başlamıştı. Çok da iyi oluyordu.
«Gage!» diye bağırdı. «Gage, gel de babanı bir öp bakayım!»
Gage babasına aldırış etmeden Ellie'nin ardından aşağı koştu. Bir yandan da, «Yakala! Yakala, yaka-la, yaka-la!» diye ba-ğınyordu. Louis çocuğun küçük bedenini gördü kapının önünden geçerken, üzerinde yalnızca bezleri ve lastik donu vardı.
«Louis, kalktın mı?» diye seslendi kansı.
•Kalktı!» diye bağırdı Ellie. «Ben gidiyorum.» Ön kapının şiddetle çarpılması, ardında Gage'in öfkeli yaygarası kızın sonunda gidebildiğinin kanıtlanydı.
«Bir yumurta mı istersin, iki mi?» diye seslendi Rachel.
— 74-
Louis örtüyü açıp ayaklarını yere indirdi. Rachel'e yumurtayı boşverip bir tabak mısır gevreği yiyeceğini, geç kaldığını söyleyecekti... ama sesi boğazında düğümlendi kaldı.
Ayaklan toprak içindeydi, çam iğneleri yapışmıştı altlarına.
Birden yüreği ağzına gelmiş gibi oldu. Gözleri yerinden fırlamış bir halde örtüyü ardına kadar açtı. Yatağın ayakucu çam iğnelen doluydu,, Çarşaf çamurlanmıştı.
«Louis?»
Louis dizlerine yapışmış birkaç çam iğnesi daha görünce birden sağ koluna baktı. Pazusunun üzerinde taze bir çizik vardı, kuru dalın dokunduğu yerde... rüyasında.
Bağıracağım. Hissediyorum bunu, bağıracağım.
Bağırabilirdi de. Çığlık içinden yükseliyordu, buz gibi bir korku mermisi. Gerçek bir hayaldi.
Gerçek, asıl olan gerçek yani, o çam iğneleriydi, çarşaftaki topraktı, çıplak kolunun üstündeki taze çizikti.
Bağıracağım, sonrada çıldıracağım ve bir daha korkmama gerek kalmayacak...
«Louis?- Rachel yukarı çıkıyordu şimdi. «Louis, uyuya mı kaldın yoksa?»
O bir iki saniye içinde toparlamaya çalıştı Louis kendini, tıpkı Pascovv'un dispansere getirilmesinden sonra çıkan o kargaşalıkta olduğu gibi. Kazandı da sonunda. Durumu değiştiren şey karısının onu o halde görmemesi gerektiği düşüncesiydi. Ayakları toztoprak içinde, çam iğneleriyle kaplı, yere savrulmuş örtünün altında çarşaflar pis ve çamurlu.
«Uyandım,» diye neşeyle bağırdı. Farkında olmadan ısırdığı dili kanıyordu. Kafası allak bullaktı, içinde bir yerde, olaylardan uzak bir noktada, hep böyle çılgınca şeylerin kendi başına gelip gelmediğini düşünüyordu. Yoksa herkes böyle miydi?
«Bir mi, iki mi?- Karısı ikinci ya da üçüncü basamakta durmuştu. Tanrıya şükürler olsun.
Louis ne dediğini düşünmeden, «iki,» dedi. «Rafadan olsun.»
«Tamam.» Karısı yeniden aşağıya indi.
Louis bir an rahatlamışcasına gözlerini kapattı, ama karanlıkta yalnızca Pascow'un gümüş
gözlerini görüyordu. Yeniden açıt gözlerini. Başka bir şey düşünmeden harekete geçti. Yatağın üstünden örtüleri çekip attı. Battaniyeler temizdi. İki çarşafı
— 75 —
çekip aldı, elinde yuvarlayıp koridora çıktı, çamaşır kapağından aşağı attı.
Koşa koşa banyoya girdi, yakıcı derecede sıcak suyun altında ayak ve dizleri ndeki çamuru yıkadı.
Şimdi az da olsa toparlamıştı kendini. Kurulanırken katillerin cinayet izlerinden kurtulduklarını
sandıklan zaman herhalde bu duyguyu paylaştıklarını düşündü. Gülmeye başladı. Hem kurulanıyor, hem de kahkahalarla gülüyordu. Kesemiyordu kah-kahalannı.
«Hey, ne oluyor orada?» diye seslendi Rachel.
Hâlâ gülen Louis, »Aklıma bir şaka geldi!» diye bağırdı. Korkuyordu ama korku kahkahalarını
sona erdiremiyordu. Bur duvara çimentoyla yapıştırılmış taşlar kadar sert karnından yükseliyordu .kahkahaları. Çarşaflan çamaşır kapağından bodruma atmanın yapabileceği en iyi şey olduğunu düşündü. Bayan Dandridge haftada beş gün temizlik ve çamaşıra gelirdi. Rachel o çarşaflan tertemiz olana kadar göremeyecekti. Kadın belki ona çamurlu olduklannı söylerdi, ama Louis onun böyle bir şey yapacağını pek sanmıyordu. Kocasına Rachel'le Louis'itı vücut boyalan yerine çamur ve çam iğneleri kullanarak garip seks oyunları oynadıklarını söylemesi akla daha yakındı. Louis bunu düşününce daha çok gülmeye başladı.
Giyinirken gülmesi de sona ermişti artık, kendini biraz daha iyi hissediyordu şimdi. Bunun nasıl olabileceğini bilmiyordu ama öyleydi işte. Çıplak yatak dışında odada normal olmayan bir şey yoktu. Zehiri çıkarıp atmıştı. Belki de doğru sözcük «kanıt» ti ama zihninde zehir daha uygun düşünüyordu.
Belki de insanların açıklanamayan şeyler karşısında yaptıkları budur, diye düşündü. Belki de Batı dünyasındaki neden-sonuç ilişkisine girmeyen mantıkdışı şeyler karşısında bunu yaparlar.
Belki de insan zihni bir sabah arka avlusu üzerinde uçarken gördüğü uçan daireyle böyle başa çıkardı. Kurbağa yağmu-ruyla. Gece yansı yatağın altından çıkıp ayağını gıdıklayan elle.
Ağlama yada gülme nöbeti... karşındaki kendi bütünlüğünü bozmayacağına göre, bir böbrek taşıymış gibi parçalamadan kurtulurdun korkudan.
Gage yüksek iskemlesinde yemek yemeye çalışıyor, çevresini kakaoyla boyuyordu.
— 76 —
Bachel yumurta ve kahveyle mutfağın kapısında göründü. «O kadar komik ne vardı, Lou?
Keçileri kaçırmış gibi gülüyordun yukarda. Korkmadım desem yalan olur hani.»
Louis ne söyleyeceğini bilmeden açtı ağzını, sonunda bir hafta önce köşebaşındaki dükkanda duyduğu bir espriyi anlattı.
Hikayeyi bitirdiğinde Rachel de gülüyordu, hatta Gage de.
Çok iyi. Kahramanımız bütün kanıtlan yok etti artık, çamurlu çarşaflar ve banyodaki o çılgın kahkaha. Kahramanımı^, güne nonmallik havasını tam olarak vermek için şimdi de sabah gazetesini okuyacak ya da en azından bir göz atacak.
Louis gazeteyi açtı.
Evet, işte hepsi bu kadar, dercesine bir ferahlama duydu içinde. Bir taş gibi çıkarır atarsın vücudundan, o işde orada biter... tâ ki, bir kamp ateşi başında arkadaşlarınla çene çalarken söz dönüp dolaşıp açıklanamayan olaylara gelip dayanana kadar. Kamp ateşi başında konuşmak kolaydır çünkü.
Yumurtalarını yedi. Rachel'le Gage'i öptü. Merdivenin başındaki beyaz boyalı çamaşır dolabına ancak kapıdan çıkarken şöyle bir baktı. Her şey yolundaydı. Yine şahane bir sabah vardı
dışarda. Bu yaz sonu günleri hiç bitmeyecek gibi görünüyordu. Arabayı garajdan çıkarırken patikaya şöyle bir baktı, ama orada da her şey yerli yerindeydi. Kılı bile kıpırdamamıştı. Taş
gibi çıkarıp atardın, hepsi bu.
On mil gidene kadar her şey gerçekten iyiydi, ondan sonra öyle bir titreme başladı ki, arabayı
daha fazla süremeyip Sing' m Çin lokantasının sabahleyin boş olan park yerine çekmek zorunda kaldı. Lokanta Pasco\v'un cesedinin götürülmüş olacağı Doğu Maine Sağlık Merkezinin pek uzağında sayılmazdı. Vic Pascow bir daha raoo goo gai pan yiyemeyecekti, hah ha ha!
Titremeler güçsüz düşürüyordu vücudunu. Louis çaresizdi, dehşet içindeydi, bu parlak güneş
altında doğaüstü herhangi bir şeyden değil de, aklını kaybetmek üzere olduğundan korkuyordu. Sanki upuzun ve görünmez bir tel bükülüyordu kafasının içinde.
«Yeter, lütfen yeter,» diye mırıldandı.
El yordamıyla radyoyu bulup açtı, Joan Baez'in elmaslar ve pastan söz eden tatlı, serin sesi az sonra yaüştırmıştı kendisini, yola devam edecek gücü bulurdu artık.
— 77 —
Sağlık Merkezine gelince Charlton'a bir merhaba deyip görünüşünün berbat olduğunu düşünerek doğruca tuvalete daldı. Öyle bir şey yoktu aslında. Gözlerinin altı biraz çökmüştü
ama Rachel bile bunun farkına varmamıştı. Yüzünü soğuk suyla yıkadı, kurulandı, saçlarını
tarayıp odasına gitti.
Steve Masterton'la Hintli doktor Surrendra Hardu odada bir yandan kahve içiyorlar, bir yandan dosyalan gözden geçiriyor-lardı.
«Günaydın, Lou,» dedi Steve.
«Günaydın.>•
«Umalım da dünkü gibi bir sabah olmasın,» dedi Hardu
«Dün sen eğlenceyi kaçırdın.»
Masterton sırıttı. «Surrendra gece epey eğlenmiş, Anlatsa-na, Surrendra.»
Hardu gözlüğünü parlatırken gülümsedi. «Sabaha karşı birde iki genç hanım arkadaşlarını
getirdiler. Kız üniversiteye dönüşünü kutlamış, iyice sarhoştu. Kalçası fena kesilmiş. En az dört dikiş atacağımı ama iz kalmayacağını söyledim. Dik. dedi kız, ben de şöyle eğilip dikmeye başladım... -
Hardu hayali bir kalça üzerine eğilip nasıl diktiğini gösterdi. Louıs arkadan ne geleceğini tahmin ederek sıntmaya başlamıştı.
«Dikişleri atarken birden başıma kusmaz mı!»
Masterton güldü. Louis de. Hardu sanki binlerce yaşamında binlerce kez başına aynı şey gelmiş
gibi sakindi.
Kahkahalar sona erince Louis, «Surrendra, ne zamandan beri nöbettesin?» diye sordu.
«Gece yarısından beri. Gidiyordum zaten. Bir merhaba demek için kaldım.»
«Merhaba öyleyse.» Louis adamın ufak tefek, kahverengi elini sıktı. «$imdi eve git de uyu biraz.»
«Dosyalar bitmek üzere,» diye atıldı. Masterton, «Şükürler olsun ilahisini oku, Surrendra.-
«Ben sizin gibi Hıristiyan değilim.»
«öyleyse 'Hazır Karma' falan gibi bir şeyin nakaratını söyle.»
«ikinizin de şansı açık olsun,» diye gülümseyerek çıktı odadan Hardu. •
Louis'le Steve Masterton bir an adamın ardından baktılar, sonra birbirlerine döndüler. İkisi de aynı anda gülmeye başladılar. Louis hiç bu kadar içten ve normal gülmemişti.
«Bari şu dosyayı bitirelim,» dedi Steve. «Bugün esrar satıcılarına hoş geldiniz deme günümüzdür.»
Louis başını salladı. İlaç satanların ilki saat onda gelecekti -Bir öğüt vereyim, patronum,» dedi Steve. -Sizin Chicago'da bu heriflerin nasıl çalıştığını bilmem, ama burada adamı bedava tatile göndermekten Bangor'da bedava bovling oyunlarına kadar her yere götürürler. Bir tanesi bana o şişirilen insan boyu seks bebeklerinden vermeye kalkışmıştı. Bana! Üstelik yalnızca asistanım burada! Bunlar insana ilaç satamazlarsa kullanmaya alıştırırlar yani.»
«Senin yerinde olsaydım bebeği alırdım.»
«Kızıl saçlıydı, tipim değil.»
«Surrendra'nm dediği gibi düne benzemesin de...- dedi Louis.
18
Upjohn ilaç firmasının temsilcisi saat tam onda gelmeyince Louis adamı beklemekten vazgeçip idareye telefon etti Karşısına çıkan Bayan Stapleton diye biri, Victdr Pascovv'un kayıtlarının bir kopyasını hemen göndereceğini söyledi. Louis telefonu kapatırken Upjohn'un temsilcisi de gelmişti. Adam Louıs'e hiçbir şey vermeye çalışmadı, yalnızca Ne\v England'ın Patriots takımının maçlarına indirimli mevsimlik bilet isteyip istemediğini sordu.
••tstemem," dedi Louis.
-Ben de isteyeceğini sanmamıştım zaten,» diyen adam çıkıp gitti.
Louis öğleyin Ayı İni'ne gidip bir balıklı sandviçle bir koka-kola aldı. Yemeğini odasında, Pascow'un kayıtlarını incelerken yedi. Onunla Hayvan Mezarlığının olduğu Kuzey Ludlovr arasında bir ilişki arıyordu... böylesine korkunç bir olay için akla yat-
-78-
— 79 —kın bir açıklama olmalıydı. Belki de genç Ludlow'luydu, hatt orada bir kedisi ya da köpeği gömülüydü.
Aradığı bağlantıyı bulamadı. Pascow, New Jersey eyaleti-"' nin Bergenfield kentindendi, üniversiteye elektrik mühendisliği öğrenimi için gelmişti. Louis önündeki birkaç sayfa yazıda kendisiyle içerde ölen genç adam arasında da hiçbir bağ olmadığını açıkça görüyordu.
Kokakolasını içti, kamıştan gelen son yudumu da bitirdikte! sonra çöplerini sepete attı. Hafif ama iştahlı yemişti. Duygularında doğal olmayan bir şey yoktu. Şimdi hele. Titreme nöbeti bir daha gelmemişti, şu anda o sabah duyduğu dehşet bile önemsiz, düşsel, kötü bir şaka gibi görünüyordu.
Bir süre düşündükten sonra omuzlarını silkip telefonu açarak Doğu Maine Sağlık Merkezinin numarasını çevirdi, morgu bağlamalarını istedi.
Karşısına çıkan patoloji memuruna kendini tanıttıktan sonra, «Orada bizim öğrencilerden biri var, Victor Pascow...» dedi.
«Artık yok,» dedi karşı taraftaki ses. «Gitti.»
Louis'in boğazı sıkılıyor gibi oldu. Güçlükle, «Ne?» dedi.
«Dün gece geç vakit cesedi uçakla ailesine gönderildi. Brookings Smitlı Cenaze İşlerinden biri gelip aldı. 109 uçuş sal yılı Delta uçağına koydular. Nereye gitti sanmıştınız? Dansa mı?4
«Hayır,» dedi Louis. «Değil elbette. Yalnızca...» Yalnızca ne? Ne diye kovalıyordu bu işin arkasını. Aklı başında bir nej denle bunu üstelemek olanaksızdı. Ardı bırakılmalıydı, defter den silinmeliydi, unutulmalıydı. Bunun aksr bir sürü gereksiz sı-| kınlıydı. «Pek çabuk gibi geldi de,» diye tamamladı sözünü.
«Dün öğleden sonra otopsi yapıldı...» Yine kâğıt hışırtıları.! «Saat üçü yirmi geçe. Dr.
Rynzwyck. Babası o sırada tüm gerekli işlemleri tamamlamıştı. Cesedin sabah saat ikide Newark'a| vardığını tahmin ederim.»
«Eh, madem öyle...»
«Nakliyecilerden biri işi karıştırıp adamı başka yere gönder-S memişse.» dedi memur.
«Delta'yla değilse de başkalarıyla bir-] kaç kez başımıza geldi bu. Delta iyidir.»
«Teşekkür ederim...»
«isterseniz size Dr. Rynzwyck'in numarasını vereyim, ama | genellikle sabahlan Orono'da golf oynar.»
— 80 —
«Önemi yok,» dedi Louis.
Telefonu kapattı. Bu iş de burada bitsin, diye düşündü. Sen o çılgın rüya mı her neyse onu görürken, Pascow'un cesedi .Bergenfield'de bir cenaze levazunatçısmdaydı herhalde. Bu iş
biter artık burada, bitsin artık burada.
O öğleden sonra arabayla eve dönerken yatağın ayakucundaki çamurlara bulduğu bir açıklama sonunda içini rahat ettirmişti.
Gece uykusunda yürümüş olmalıydı. İşinin ilk gününde bir öğrencinin ağır yaralanmasının, sonra da kendi dispanserinde ölmesinin beklenilmezliği uykuda gezmesi sonucunu doğurmuş
olmalıydı.
Her şey açıklanıyordu böylece. Rüya gerçek gibi görünmüştü, çünkü bazı bölümleri gerçekti, ayağının altında kilimin düğümlerini hissetmesi, kırağı ve kolunu çizen kuru dal. Pascow' un neden kapalı kapıdan geçebildiği ve kendisinin geçemediği de böylece açıklanmış oluyordu.
Bir resim belirdi gözlerinin önünde... Rachel bir gece önce merdivenlerden inerken, kendisini uykusunda dışarı çıkmaya çalışırken görüyor. Gülümsemekten kendini alamadı Louis. Karısının ödü kopardı kuşkusuz.
Uykuda gezme varsayımını bir kere kabul edince şimdi rüyayı yaratan nedenleri daha iyi anlayabiliyordu. Hayvan Mezarlığı başka bir gerginlik anıyla ilişkili olduğundan gitmişti oraya.
Orası karısıyla arasında ciddi bir tartışmaya neden olmuştu; aynca artan bir heyecanla, kızımın ölüm fikriyle ilk karşılaşması, diye düşündü. Dün gece yattığında kendi bilinçaltı da ölümle uğraşıyor olmalıydı.
fyi ki, bir şey olmadan dönmüşüm eve, dönüşümü hatırlamıyorum bile. Otomatik pilota bağlanmıştım herhalde.
îyi ki, öyle olmuştu. Sabahleyin Keri Smucky'nin mezarı başında uyanmak iyi olmazdı. Hiç
kuşkusuz Rachel gibi o da donuna ederdi böyle bir durumda.
Ama artık hepsi geride kalmıştı.
İyi ama Pascow'un ölürken söylediği sözler ne olacak? •diye sormaya çalıştı zihni ama Louis hemen uzaklaştı o taraftan.
O akşam üzeri Rachel ütü yaparken, Ellie'yle Gage de aynı
— 81—
Hayvan MeMrlıjı — F: 6
koltuğa oturmuş Muppet Show'u seyrediyorlardı. Louis biraz hava almak için yürüyüşe çıkacağını söyledi.
Bachel ütüsünden başını kaldırmadan, -Gage'i yatırmama yardım edecek misin?» diye sordu. -
Sen evdeyken gürültü çıkarmadan yattığını bilirsin.»
«Dönerim.»
-Nereye gidiyorsun, baba?- diye sordu Ellie. Gözlerini ekrandan ayırmamıştı. Kermit Bayan Piggy'den esaslı bir yumruk yemek üzereydi.
- Biraz dışarı çıkıyorum, kızım.»
-Peki.»
Louis arka kapıdan çıktı.
On beş dakika sonra Hayvan Mezarlığında çevresine bakarken kısa bir süre önce orada bulunduğunu hissediyordu. O-rada bulunduğu kuşkusuzdu. Kedi Smucky'nin anısına dikilmiş
işaret tahtası devrilmişti. Pasco\v'un hayali kendisine yaklaştığında yapmıştı bunu. Rüyanın hatırlayamadığı sonlarına doğru, Louis farkında olmadan tahtayı doğrultup ağaç yığınına doğru yürüdü.
Bu yığını sevmiyordu. Bu ölü ağaçlar ve havanın etkisiyle beyazlaşmış kuru dalların kemik yığınına dönüşmesi anısı hâlâ tüylerini ürpertiyordu. Kendini zorlayıp birine dokundu. Kuru dal bir an dengede durdu, sonra yığının kenanna çarpıp yere yuvarlandı. Louis dal ayakkabısına değmesin diye bir adım geri çekildi.
Ağaç yığınının önce soluna, sonra sağma doğru yürüdü. Her iki yanda da çalılıklar öylesine sıktı
ki, geçmek olanaksızdı. Öyle elle falan iki yana itilip geçilecek bir yer değildi. Eğer aklın başındaysa böyle bir şeye kalkışmazdın. Yere yakın yerlerde zehirli sarmaşık yığınları vardı.
Louis bazı insanların zehire bağı-şıklı olduklarını söylediklerini duymuştu ama böyle birine daha rastlamış değildi. Onların gerisinde de hayatında gördüğü en iri dikenler vardı.
Louis ağaç yığınının ortasına döndü yine. Ellerini blucininin arka ceplerine sokup yığına baktı.
Buna tırmanacak değilsin herhalde?
Hiç niyetim yok, patron. Böyle bir şeye neden kalkışayım ki?
— 82 —
Aferin. Bir an için ödümü patlattın. Lou. Kendi dispanserine kınk bilekle gitmek için bundan iyisi olamaz doğrusu. Öyle! Hava da kararmaya başladı.
Kendini artık iyice toplamış olan Louis ağaç yığınına tırmanmaya başladı.
Yansına çıktığı anda ayaklarının altında belirli bir çatırtı duyuldu.
Yuvarla kemikleri, doktor.
Yığın bir daha çatırdadığmdâ Louis gerisin geri dönmeye başladı. Gömleğinin etekleri pantolonundan dışarı çıkmıştı.
Herhangi bir olayla karşılaşmadan yere inip üstünü başını silkeledi. Evin yolunun- başlangıcı
olan patikaya kadar yürüdü. Evine, yatmadan önce kendisinden bir hikâye isteyecek çocuklarına, zampara olarak son gününü yaşayan Church'e, çocuklar yattıktan sonra mutfakta karısıyla oturup çay içmeye dönüyordu.
Oradan ayrılmadan önce açıklığa son bir kez baktı. Yeş'l sessizlik kendisini büyülemiş gibiydi.
Yerden yükselen sisin u-zantıları mezartaşlannın çevrelerine dolanıyordu. Butun o ortak merkezli daireler... sanki Kuzey Ludlow'un kuşaklar boyu süregelen o çocuk elleri hiç farkında olmadan Stonehenge'in bir modelini yapmışlar gibi.
Louis, hepsi bu mu ama?
Ayaklarının altındaki çatırtı sinirlerini bozmadan önce ağaç yığınının öte tarafına bir göz atabilmişti. Orada da bir patikanın olduğuna yemin edebilirdi. Ormanın derinliklerine doğru giden bir patika.
Seni ilgilendirmez bu. Louis. Bu işin peşini bırakmalısın artık.
Pekâlâ patron.
Louis dönüp evine doğru yürüdü.
O gece Rachel yattıktan sonra Louis bir saat daha yatmayıp n ıceden okumuş olduğu tıp dergilerini bir daha gözden geçir-Yatmak, uyumak düşüncesinin kendisini huzursuz ettiği gerçeğini kabul etmiyordu bir türlü. Daha önce uykuda gezme diye bir derdi olmamıştı, bunun bir kerelik bir olay olup olmadığını
— 83 —da bilemiyordu... bir daha olana ya da olmayana kadar anlayamazdı bunu.
Rachel'in yataktan kalktığını duydu. «Lou, gelmiyor musun, sevgilim?» diye seslendi kansı.
«Geliyorum.» Louis çalışma masasının lambasını söndürüp ayağa kalktı.
O gece makineyi kapatmak yedi dakikadan uzun sürdü. Rachel'in yanı başındaki derin, sakin soluklarını dinlerken Vic-tor Pasccnv'un hayali daha az düşsel gibiydi. Gözlerini kapattığı anda kapının gürültüyle açıldığını duyuyordu. Ve şeref konuğu Victor Pascow karşısındaydı, fırlak köprücük kemiği, soluk teni ve koşu şortuyla.
Louis birden Hayvan Mezarlığında uyanmanın nasıl olduğunu düşünerek kayıp kayıp dalıyordu uykuya. O kaba daireleri görmek, geri yürümek, uyanık olarak ağaçlar arasında gerisin geri yürümek. Bunları düşünüyor ve hemen uyanıyordu sonra.
Sonunda uyuduğunda saat gece yansını geçmişti. Hiç rüya görmedi o gece. Sabah saat yedi buçukta pencereye vuran yağmurun sesiyle uyandı. Korkuyla açtı örtüyü. Çarşaf tertemizdi.
Ayaklan da öyle.
Louis duş yaparken ıslık çaldığını farketti.
19
Rachel, Winston ChurchiH'i veterinere götürürken Gâge'i Bayan Dandridge'e bırakmıştı. O gece Ellie saat on bire kadar uyumadı, Church yanında olmadan uyuyamadığını söylüyor, durmadan su istiyordu. Louis sonunda yatağı ıslatacağını söyleyerek başka su getirmedi. Bunun üzerine kız öylesine bir ağlama nöbetine tutuldu ki, Louis'le Rachel kaşlannı kaldırarak birbirlerine baktılar.
«Church için korkuyor,» dedi Rachel. «Bırak bu işin altından kendisi kalksın, Lou.»
«Umanm uzun süre böyle bağırmaz.»
___ AA ___
Ellie'nin kısık, öfkeli çığlıklan az sonra iniltilere mırıldanmalara dönüşmüştü. Sonunda sessizlik çöktü eve. Louis yukan çıkınca kızın yerde, Church'ün içinde yatmaya tenezzül etmediği kedi yatağını kucaklamış bir halde uyuyakaldığını gördü.
Kızı kaldırıp yatağına yatırdı, terli yüzünden geri itti saçlarını, hafifçe öptü. Birden akhna bir şey gelmişti. Rachel'in çalışma odası olan küçük odaya gitti, bir kâğıdın üzerine büyük harflerle YARIN DÖNECEĞİM, SEVGiLER, CHURCH diye yazıp kâğıdı kedi yatağının içine yerleştirdi.
Sonra yatak odalarına girdi. Rachel'le seviştiler, birbirlerinin kollan arasında uyuya-kaldılar.
Church eve Louis'in işe girdiğinin haftasonu olan cuma günü döndü. Ellie kediye kendi harçlığından biriktirdiği parayl» kedi maması aldı, bir keresinde dokunmaya kalktı diye az daha Gage'i de tokatlayacaktı. Gage ana babası payladığında ağlamasına benzemeyen bir sesle ağlamaya başladı bunun üzerine, Ellie'den azar işitmek Tanndan azar işitmek gibi bir şeydi çocuk için.
Church'e bakınca üzülüyordu Louis. Saçma bir şeydi bu belki, ama duygulan değişmiyordu işte.
Church'ün o eski hırçınlığından eser kalmamıştı. Artık bir kovboy bozuntusu gibi yürümüyordu, şimdi iyileşme halinde olan biri gibi ağır, dikkatli adımlar atıyordu. Ellie'nin elinden yemek bile yiyordu. Dışan, hatta garaja bile gitmek istemiyor gibiydi. Değişmişti. Belki de değişmesi onun iyiliğineydi.
Ne Rachel, ne de Ellie hayvandaki bu değişimi farketmiş görü nmüyorlardı.
20
Pastırma yazı da gelip geçti. Ağaçlar birden renklendiler, ,onra yapraklar sarardı. Ekim ortalarında yağan soğuk bir yağmurdan sonra yapraklar döküldü. Ellie eve okulda yaptığı Hort-
— 85 —lak Gecesi süsleriyle gelmeye başladı. Gage'e Başsız Ath öyküsünü anlattı. Rachel ise oğlunun o akşam duyduğu öyküyü kendi diliyle %nlatmaya çalışmasına kahkahalarla güldü. O sonbahar çok keyifliydi hepsi için.
Louis'in üniversitedeki işi de yorucu ama zevkli bir uyuma kavuşmuştu. Hastalan muayene ediyor, üniversite konseyi toplantılarına katılıyor, öğrenci gazetesine mektuplar yazıyor, üniversiteli kızların korkusuzca ve çekinmeden dispanserde zührevi hastalıklarına çareler bulabileceklerini bildiriyor, öğrencileri o yıl yeniden başgöstermesi beklenen grip salgınına karşı
aşılanmaları için uyarıyordu. Toplantılara katılıyor, başkanlık da ediyordu. Ekimin ikinci haftası
New England'da bir konferansa katıldı ve öğrenci tedavisinin hukuksal yönleri hakkında bir de bildiri sundu. Bildirisinde Victor Pascow'dan «Henry Montez» takma adıyla söz etmişti. Bildiri yaygın bir ilgi gördü. Louis bir sonraki akademik yıl için dispanser bütçesi üzerinde çalışmaya başladı.
Akşamlan da bir düzene girmişti artık; yemekten sonra çocuklarla oyun, daha sonra da Jud Crandall'la bir iki bira. Bayan Dandridge, çocuklara bakabilecekse Rachel de bazen kendisiyle geliyordu. O zaman Norma da katılıyordu aralarına, ama genellikle yalnızca kendisi ve Jud oturuyorlardı. Louis yaşlı adamı eski bir terlik kadar rahat buluyordu. Jud sanki kendisi yaşamış gibi üç yüzyıllık tarihini anlatıyordu Ludlow'un. Çok konuşuyor ama hiç saçmalamıyor, Louis'in de hiç canı sıkılmıyordu. Oysa Rachel'in pek çok kez elini ağzına götürüp gizlice esnediğini görmüştü.
Saat onda falan evine dönüyor, çoğunlukla da gece kansıyla sevişiyorlardı. Evliliklerinin ilk yılından beri bu kadar sık se-vişmemişlerdi, hele böylesine başanlı ve zevkli olarak, Rachel bunun artezyen kuyusundaki sudan ileri geldiğini söylüyor, Louis ise Maine havasına bağlıyordu.
Güz sömestrinin ilk günü meydana gelen Victor Pascovr olayı hem öğrencilerin, hem de Louis'in kafasından silinmeye yüz tutmuştu. Hiç kuşkusuz Pasco\v'un ailesi hâlâ yas içindeydi.
Louis, Pascovv'un babasıyla telefonda konuşmuştu, adam Louis' in elinden gelen her şeyi yaptığını duymak istemiş, Louis de herkesin elinden geleni yaptığı konusunda adama güvence ver-
— 86 —inişti. Karışıklığı, halının üstündeki lekeyi, oğlunun dispanser» getirildiği anda artık ölmüş
sayıldığını anlatmamıştı adama. Bunlar, Louis'in hiç unutamayacağı şeylerdi. Ancak bir kaza kurbanı olduğu kişiler için Pascow artık yalnızca bir anıydı.
Louis rüyayı ve uykuda yürümesini hâlâ anımsıyordu, ama şimdi bu sanki bir başkasının başından geçmiş ya da televizyonla seyretmiş olduğu bir olay gibi geliyordu kendisine.
Chicago' Ja altı yıl önce bir kere gittiği orospu gibi. İkisi de önemsizdi, yankı odasında çıkanları
sesler gibi.
Ölüm halinde Pascovr'un söylediği ya da söylemediği şeyle-riyse hiç düşünmüyordu.
Hortlak gecesi don vardı. Louis'le Ellie komşu ziyaretine Crandall'lardan başladılar Ellie hortlak gibi sesler çıkarıp, Nor-ma'nın mutfağında süpürgesiyle gezinir gibi yaptı. «Ne kadar güzel, değil mi, Jud?"» dedi Norma.
Aynı fikirde olan Jud bir sigara yaktı. «Gage nerede, Louis? Onu da giydirip getirirsin sanmıştım.»
Gerçekten Gage'i de getirmeyi düşünmüşlerdi. Hele Rachel' le Bayan Dandridge oğlan için oturmuşlar, güzel bir böcek elbisesi dikmişler, askılardan da duyargalarını yapmışlardı. Ancak Gage üşütmüştü, Louis oğlanın göğsünü dinlemiş, dışarda havanın soğuk olduğunu görünce de dışan çıkmasına izin vermemişti. Düşkınklığma uğramıştı Rachel. ama itiraz etmemişti.
Ellie, Gage'e kendi şekerlerinden vereceğini söylemişti. Kardeşinin hastalığına duyduğu üzüntünün böylesine abartılmış olması karşısında Louis onun yalnız kaldığına pekâlâ sevinmiş
olduğunu düşünmüştü. Böylece gecenin yıldızı kendisi olacaktı.
Ölümcül hastalar için kullanılan bir ses tonuyla, «Zavallı Gage,» demişti kız. Kaçırdıklarının farkında olmayan Gage ise yanında uyuklayan Church'le birlikte televizyon seyrediyordu.
Oğlan fazla bir ilgi duymadan, «Ellie, cadı,» demiş ve televizyona dönmüştü yine.
«Zavallı Gage,» dedi bir daha Ellie. Louis timsahların gözyaşlarını düşünerek gülümsedi. Ellie babasının elini yakalayıp çekti. «Haydi gidelim baba. Haydi gidelim, gidelim.».
«Gage biraz üşütmüş,» dedi Louis.
•Çok yazık,» dedi Norma. «Gelecek yıl daha çok anlar ney-
— 87 —se. Çantanı uzat bakalım, Ellie... Eyvah!»
Kadın masanın üstündeki tabaktan bir elmayla bir çikolata almıştı, ama ikisi de kayıp düşmüştü
elinin arasından. Louls kadının elinin ne kadar pençeyi andırdığını düşündü. Eğilip yerde yuvarlanan elmayı aldı. Jud da çikolatayı abp Ellie'nin çantasına koydu.
«Şekerim, dur bir başkasını vereyim,» dedi Norma. «Zedelen mistir o.»
«Yok canım.» Louis elmayı Ellie'nin çantasına sokmaya çalışırken, Ellie bir adım gerileyip çantasını kapattı.
Babası sanki aklını kaçırmış gibi bakıyordu. «Zedelenmiş elma istemem, baba. Kahverengi lekeler... ööö!»
«Ellie, terbiyesizlik ediyorsun.»
•Gerçeği söyledi diye kızı azarlama, Louis,» dedi Norma. «Yalnız çocuklar söylerler su katılmamış gerçeği. O yüzden çocukturlar ya.»
«Teşekkür ederim, Bayan Crandall.» Ellie öç alırcasma baktı babasına.
«Afiyet olsun, yavrum»
Jud baba kızı kapıya kadar geçirdi. Eve doğru iki küçük hortlak geliyordu. Ellie ikisinin de okuldan arkadaştan olduğv-nu anladı, çocukları mutfağa götürdü. Jud'la Louis bir an kapı
önünde yalnız kalmışlardı.
«Romatizmaları berbat,» dedi Louis.
Jud başını sallayıp sigarasının külünü silkti. «öyle. Her sonbahar ve kış biraz daha kötüleşiyor, ama bu kez gerçekten çok berbat.»
-Doktor ne diyor?»
«Hiç. Norma kendisine gitmediği için hiçbir şey söyleyemiyor.»
«Ne? Neden?»
Jud küçük hortlakları bekleyen steyşın vagonun ışıklarında çok çaresiz görünüyordu. «Sana daha uygun bir zamanda sormak isterdim, Louis. Ama dostlar arasında pek merasime gerek j yok sanırım. Onu bir muayene eder misin?»
Mutfaktan iki hortlağın garip sesleri, Ellie'nin kahkaha geliyordu. Her şey Hortlaklar Gecesine pek uygundu.
«Norma'nın başka nesi var, Jud? Başka bir şeyden mi kor- ^ kuyor yoksa?»
«Göğsündeki ağrılardan şikayet ediyor,» dedi Jud alçak bir sesle. «Dr. Weynbridge'e gitmiyor artık. Biraz endişelenmeye başladım ben de.»
«Norma da endişeleniyor mu?»
Jud bir an duraksadı. «Korkuyor sanırım. O yüzden gitmiyor doktora. Çok eski arkadaşlarından biri olan Betty Casio w geçen ay Sağbk Merkezinde öldü. Kanserdi. Norma'yla aynı yastaydılar.
O yüzden korkuyor.»
«Onu seve seve muayene ederim,» dedi Louis.
«Teşekkürler, Louis. Bir gece yakalayıp üstüne çullanırsak, sanırım...»
Jud birden susup başım yana çevirdi. Louis'le göz göze geldiler.
Louis daha sonralan duygularının birbiri ardından nasü geldiğini hatırlayamayacaktı. Bunları
düşünmek bile başını döndürecekti. Anımsadığı tek şey, merakın yerini sanki kötü bir şey olmuş gibi bir duyguya bıraktığı oldu. O da Jud'ın gözlerinin içine baktı. Nasıl davranması
gerektiğini bilemiyordu.
«Hoooo.. hooo.» diye mutfaktaki hortlaklar bağırmaya başladılar. «Hooo... hoooo.» Birden hortlak sesi gerçek bir çığlığa dönüştü. «Oooooooo!»
Hortlaklardan birinin çığlıkları duyuluyordu.
«Baba!» Ellie'nin sesi korku doluydu. «Baba Bayan Crau-dall düştü!»
«Tannm!» Jud inliyor gibiydi.
'
Ellie koşa koşa çıktı dışan. Süpürgesi elindeydi. Diğer iki çocuk da ağlayarak geldiler arkasından.
Jud seksen yaşında bir insandan beklenmeyecek bir çeviklikle geçti kapıdan. Karısına sesleniyordu. *
Louis ellerini Ellie'nin omuzlarına dayadı. «Burada kapı önünde bekle. Tamam mı, Ellie?»
«Baba, korkuyorum.»
iki hortlak annelerini çağıra çağıra koşup geçtiler yanlarından, ellerindeki şeker torbalan sallanıyordu.
Louis eve girip mutfağa koştu, geri dönmesi için arkasından seslenen Ellie'ye aldırmadı.
Norma yerde, masanın yanı başında elmalar ve çikolatalar arasında yatıyordu. Yere düşerken eli çanağa çarpmış olmalıy-
— 80 —di. Çanak da payreks bir uçan daire gibi yanı başındaydı. Jud karısının nabzını dinliyordu.
Gergin bir yüzle baktı Louis'e.
«Kenara çekil.» Louis çömelırken bir elmaya bastı. Pantolonunun dizinde elmanın suyunu hissediyordu, mutfağı elma kokusu sardı birden.
İşte yeniden Pascow olayı, diye düşündü, ama düşünme-siyle birlikte kafasından uzaklaştırıp atması bir oldu.
Norma'nın nabzı çok hafif atıyordu. Aşın aritmi, kalp krizi başlangıcı. Kadının elbisesini açınca san ipekli kombinezonu göründü. Louis kadının başını bir yana çevirip ilk yardım uygulamasına başladı.
«Jud, dinle beni.» Sol elin yan taraflyfca göğüs kafesinin üstüne doğru. Sağ el sol bileği tutup güç verecek. Sıkı bastır, ama yaşlı kemikleri de unutma, şimdilik paniğe gerek yok. Aman yaşlı
ciğerlerini çökertme.
«Buradayım,» dedi Jud.
«Ellie'yi al, karşıya geçin. Dikkat et ama, araba falan çarpmasın. Rachel'e olanları anlat.
Çantamı versin. Çalışma odasındaki değil, yukan banyonun rafındakini. Rachel bilir. Bangor Sağlık Merkezini arayıp bir cankurtaran istesin.»
«Bucksport daha yakındır,» dedi Jud.