«Kayır, kimse suçlamadı beni. Ama kimse durumumu iyi-leştiremezdi. Değiştiremezdi. Olan bir şey olmamış sayılmaz, Louis. Dilini yutmamıştı. Bir ses çıkıyordu ağzından... gaaaa gibi bir ses...»

Rachel o günün heyecanıyla kardeşi Zelda'nın çıkardığı sesi tam olarak yansıtıyor olmalıydı, Louis birden Victor Pascovv'u hatırladı. Karısını daha sıkı kucakladı.

«Çenesinden aşağı tükürükleri akıyordu...»

•Rachel, yeter artık. Belirtileri çok iyi bilirim.»

•Anlatıyorum ama,» diye inatla devam etti Rachel. «Sana zavallı Norma'nın cenazesine neden gidemediğimi anlatıyorum ve de hani o saçma kavgayı ettiğimiz zaman...»

«Şist! Unutuldu o artık.»

«Ben unutmadım. Ben çok iyi hatırlıyorum, Louis. Kız kardeşim Zelda'nın 14 Nisan 1965'te yatağında boğularak öldüğü günü hatırladığım gibi hatırlıyorum.»

Bir süre sessizlik çöktü odaya.

«Zelda'yı kannüstü çevirip sırtına vurmaya başladım sonra. Başka bir bildiğim yoktu. Ayaklan inip kalkıyordu... çarpık bacakları... osuruk gibi bir ses vardı... ya onun ya da benim osurduğumu sanıyordum, değildi ama, onu yüzüstü çevirdiğimde bluzumun koltukaltlan parçalanıyordu. Sonra titremeye, kasılmaya başladı... yüzünün yastığa gömüldüğünü görünce boğuluyor diye düşündüm, Zelda boğuluyor, eve gelince benim onu boğarak öldürdüğümü

söyleyecekler, ondan nefret ediyordun. Rachel. diyecekler... doğruydu bu üstelik. Onun Ölmesini istiyordun, diyeceklerdi, o da doğruydu. Çünkü Zelda yatakta Öyle zıplamaya başlayınca aklıma ilk gelen şey. oh çok iyi sonunda Zelda boğuluyor, bu is. bitecek artık, olmuştu. Zelda'yı yine sırt-

— 174 —

üstü. çevirdim, yüzü mosmor kesilmişti. Gözleri fırlamış, boynu şişmişti. Sonra da öldü. Geri geri yürüdüm. Sanırım geri geri gidip kapıdan çıkmak istemiştim. Ama duvara çarptım ve bir resim düştü. Zelda'nm hasta olmadan önce çok sevdiği kitaplardan birinden alınmış bir resimdi bu. Büyük ve Müthiş öz... Zel-da resmi çok sevdiği için annem çerçeveletmtşti. Resim düştü.

camı kırıldı, ben kardeşimin öldüğünü bildiğim ve hortladığını, benden öç almaya geldiğini sandığım için bağırmaya başladım. Zelda öldtt! Zelda öldü! Zelda öldü! diye bağıra bağıra evden dtşan attım kendimi. Komşular .gelip baktılar... beni bluzumun kollan yırtılmış halde...

Zelda öldü! diye bağırarak koşarken, gördüler... Beni ağlıyor sandılar herhalde, ama Louis, sanınm gülüyordum ben. Gülüyordum belki de.»

•Eğer güldüysen. seni kutlarım bunun için.»

«Bunu demek .istemiyorsun aslında.» Rachel artık bir engeiı geride bırakmış bir İnsanın güveniyle konuşuyordu. Louis fazla üstelemedi. Kansı kendisini bu kadar uzun süredir etkileyen bu anıdan kurtulabilirdi belki, ama bu bölümünden asla kesin olarak kurtulamazdı.

Louis Creed psikolog değildi, ama her yaşamın içinde paslı, yan yanya gömülü şeyler olduğunu, insanların kendilerini bu şeylere dönmek, onlan çekip çıkarmak zorunda hissettiklerini bilirdi. Rachel de bu gece bunun hemen hemen tümünü çıkarmıştı, çirkin ve pis kokulu çürük bir diş gibi. Çıkmıştı işte. Son kırıntıları da kalsındı içinde. Tann gerçekten iyiyse bunu uyur bir halde bırakırdı, en derin rüyalarının dışında hiç onaya çıkarmazdı. Rachel'm bu kadarını bile içinden çıkarabilmiş olması inanılmaz bir şeydi, cesaretten de öte bir şeydi. Louis dehşet içindeydi karısının karşısında. Onu alkışlamak istiyordu.

Yatakta doğrulup ışığı yaktı. «Evet, sem kutlanm bunun için,» dedi. «Sanki annenle babandan nefret etmek için bir nedene daha ihtiyacım varmış gibi. Şimdi o da oldu işte. Seni onunla yalnız bırakmamalıydılar, Rachel. Asla bırakmamalıydılar.»

Rachel çocuk gibi, o çirkin, inanılmaz şey olduğunda nasıl sekiz yaşında bir çocuksa tıpkı onun gibi, azarladı Louis'.. «Ama Hamursuz bayramıydı, Lou...»

•Ne olursa olsun!» Louis öylesine vahşi bir sesle konuşmuş-

— 175 —tu ki, Rachel elinde olmadan irkildi. Louis ölüm halinde getirilen Pascow'un yanındaki o gün işe başlamış iki yardımcısını hatırlamıştı. Carla Shavers adında olanı ertesi gün öylesine iyi çalışmıştı ki, Charlton bile etkilenmişti kızın bu davranışından. Diğeriniyse bir daha hiç

görememişlerdi. Louis şaşmamıştı buna, kızı da suçluyor değildi.

Hemşire neredeydi? Hastanın başında bir hemşire olmalıydı... yani hiçbir şey düşünmeden çıkıp gittiler ve büyük bir olasılıkla o sırada klinik balamdan tam bir çılgın olan ölmek üzere kızın yanında sekiz yaşındaki kardeşini bıraktılar. Neden? Hamursuz bayramı olduğu için, «o kibar Dory Goldman o sabah kokuya daha fazla dayanamamış ve bir süre kurtulmak istemişti.

İş de Rachel'e kalmıştı. Tamam mı, dostlar? Rachel'e kalmıştı görev. Ölüm halindeki çılgın kız kardeşinin kokusuna dayandığı için sonra da her yıl altı hafta Vermont'daki Cam p Sunset'e göndermişlerdi kızı. Ellie'ye altı elbise, Gage'e on gömlekle pantolon ve eğer lazımdan uzak durursan fakülte masraflarını ben karşılayacağım... iyi ama kızının biri belkemiği menenjitinden ölürken, öteki kızın da tek başına onun yanında beklerken, o şişkin çek defterin neredeydi, a orospu çocuğu? Neredeydi orada olması gereken hemşire?

Louis yataktan kalktı.

«Nereye gidiyorsun?» diye korkuyla sordu Rachel.

«Bir Vali um getireceğim sana.»

«Bilirsin ki. ben...»

«Bu akşam içeceksin.»

Rachel ilacı içtikten sonra hikâyenin devamını anlattı. Sesi sakindi. İlaç etkisini gösteriyordu.

Yandaki komşu, Rachel'i arkasına saklandığı ağaçtan alıp evine getirmişti. Rachel hiç

durmadan «Zelda öldü!» diye bağırıyordu. Kızın burnu kanıyordu. Üstübaşı kan içindeydi.

Komşu cankurtarana telefon etmiş, sonra da kızın ana babasına haber vermişti. Rachel'in burnunun kanamasını durdurup bir fincan çayla iki aspirin verdikten sonra kızdan ana babasının nerede olduklarını öğrenmişti. Kentin öteki ucundaki Gabron ailesini ziyarete gitmişlerdi; Peter Gabron, Rachel'in babasının muhase-becisiydi.

— 176 —

O gece Goldman'lann evinde pek çok değişiklik olmuştu. Zelda yoktu artık. Odası

temizlenmişti. Bütün mobilyalar gitmişti. Oda boş bir kutuydu artık. Sonraları, çok sonraları

Dory Goldman orasını kendisine dikiş odası yapmışta.

Rachel ilk karabasanını o gece görmüştü. Sabahın ikisinde annesini çağırarak uyandığında yataktan güçlükle çıkabildiğim görmüştü. Sırtı ağrıyordu. Zelda'yı yatakta çevirirken belini in-citmişti.

Bu ağrının o ağırlığı kaldırmaktan olduğu -hatta kardeşini kaldırırken bluzu da yırtılmıştı- çok açıktı. Rachel dışında her kes için. Rachel, Zelda'nın kendisinden öç almakta olduğuna inanıyordu. Zelda, Rachel'in onun öldüğüne sevindiğini biliyordu. Zelda, Rachel evden koşarak çıkıp da olanca sesiyle, Zelda öldü, Zelda öldü! diye bağırırken gülmekte olduğunu biliyordu.

Zelda kendisinin öldürüldüğünü biliyordu, bu yüzden belkemiği menenjitini Rachel'e geçirmişti.

Rachel'in sırtı da kamburlaşmaya başlayacak, o da yatakta yatacak, ağır ağır bir canavara dönüşecek, elleri pençe gibi olacaktı.

Bir süre sonra da. tıpkı Zelda gibi, çektiği acılardan çığlıklar atacak, yatağını ıslatacak ve sonunda kendi dilini yutup ölecekti. Zelda'nın intikamıydı bu.

Rachel i bu inancından kimse vazgeçiremiyordu. Ne annesi, ne babası, ne de kızda hafif bir bel incinmesi bulan ve aksi aksi böyle davranmaması gerektiğini söyleyen Doktor Murray. Doktor Murray, kız kardeşinin yeni öldüğünü, ana babasının derin bir yas içinde olduklarını ve Rachel'in dikkatleri kendine çekmek için böyle çocukça oyunlara girişmemesini söylemişti.

Ağrısının giderek azalması sonunda Rachel1 i. Zelda'nın doğaüstü hep rüyalarında kız kardeşini ölürken görüp uyanmıştı. Bu korkunç rüyaların ardından dolap kapısının birden açılıp, mosmor ve ikibüklüm Zelda'mn gözlerinin beyazlan görünerek, kara dili dudaklarının arasından sarkmış

olarak çıktığını düşünürdü. Pençe biçimindeki ellerini katilinin sırtına dayayacak ve...

Zelda'nın cenazesine gitmemişti, ondan sonra başka bir cenazeye de.

«Bunu bana daha önce anlatsaydın, pek çok şey açıklığa kavuşurdu.»

«Anlatamadım, Lou.» Rachel'in sesi uykuluydu. «O zaman-

—177— H«yv.n

Mezarlığı — F : 12

dan beri... bu konuda korkularım var işte.»

öyle, diye düşündü Louis.

«Elimde değil. Düşününce senin haklı olduğunu, ölümün çok doğal, .hatta bazen iyi olduğunu biliyorum... ama düşündüklerimle... içimde olanlar...»

•Haklısın,» dedi Louis.

«Sana bağırdığım o gün...Ellie'nin bir düşünceye ağladığını... ona alışmaya çalıştığını...

biliyordum. Ama elimde değildi işte. özür dilerim, Louis.»

«özür dilemene gerek yok,» diye Louis karısının saçlarını okşadı. «Ama için rahat edecekse, kabul ediyorum peki.»

Rachel gülümsedi, «içim rahat ediyor elbette. Kendimi de daha iyi hissediyorum. Sanki yıllardır içimde bir yeri zehirleyen bir şeyi kusmuş gibiyim.»

«Belki de öyle oldu.»

Rachel'in gözleri kapandı, sonra yine açıldı... «Yalnızca babamı suçlu bulma, Louis. Lütfen.

Onlar için de çok kötü günlerdi. Zelda'nın masrafları korkunçtu. Babam işini genişletme fırsatını

kaçırdı, mağazasının işleri iyi gitmiyordu. Üstelik annem de yan çılgındı. Ama sonunda her şey düzeldi. Zelda'nın ölümü iyi zamanların müjdecisiydi sanki. Piyasada bir canlanma vardı, birden işler açıldı, para bollaştı, babam istediği kredileri aldı ve işini sürekli olarak geliştirdi.

Belki de o yüzden benim üstümde bu kadar sahiplik iddia ederler sanınm. Yalnızca hayatta kalan tek evlatları olduğum için değil...»

•Suçluluk bu.» dedi Louis.

•Sanınm öyle. Norma'nın cenazesinde hasta olursam bana kızmazsın, değil mi?»

•Hayır, sevgilim, kızmam.» Louis karısının elini tuttu. «ElhV yi götürebilir miyim?»

Kadının avucu içindeki eli sıkıldı birden. «Bilemiyorum, Louis... o kadar küçük ki...»

•Bir yıldır biliyor bebeklerin nereden geldiğini.» Uzun bir süre sustu Rachel, tavana bakıyor, dudaklarını ısı-nyordu. «Böylesi daha iyi dersen... Ona... ona bir zarar vermeyecekse...»

«Gel buraya, Rachel.» O gece Louis'in yatağında birbirlerini kucaklayarak yattılar. Gece, ilacın etkisi geçince, kansı titre-

— 178 —yerek uyandığında. Louis onu okşayarak yatıştırdı, kulağına her şeyin yolunda olduğunu fısıldadı ve Rachel yeniden uykuya daldı.

33

«İnsan, bugün açan. yarın solan lor çiçekleri gibidir, insanın zamanı ancak bir mevsimdir, gelir ve geçer. Dua edelim.»

O gün için alman yeni lacivert elbisesi içindeki Ellie başını öylesine sert bir hareketle yere indirdi ki, kızından iki üç kişi beride oturan Louis boynunun kakırdadığını duydu. Ellie pek az kiliseye gitmişti, cenaze törenineyse ilk kez geliyordu. O yüzden alışılmadık bir sessizlik içindeydi.

Louis için de kızıyla birlikte olduğu ender zamanlardan biriydi bu. Kızına olan sevgisinin gözlerini köreltmesi yüzünden onu tarafsız olarak göremezdi. Ama bugün, yaşamın ilk büyük gelişme aşamasının sonuna yaklaşan bir çocuğu izlemekte olduğunu düşünüyordu; saf merak denilecek bir organizmanın çılgıncasına bilgi toparlayıp depolaması. Siyah elbisesi ve bağ-cıkh ayakkabılanyla Jud (Louis onu ilk kez mokasen ya da yeşil lastik çizmesiz olarak görüyordu) eğilip de Ellie'yi Öperek. •Geldiğine sevindim yavrum, eminim Norma da sevinmiştir.»

dediğinde bile ses çıkarmamıştı kız.

Yalnızca iri ve parlak gözleriyle bakmıştı yaşlı adama.

Şimdi Metodist Rahip Laughlin Tanrıdan kendilerine sükûn vermesini diliyordu.

«Tabutu taşıyacaklar gelsin.» dedi.

Louis tam kalkıyordu ki, Ellie kolunu çekti. Korkmuş gibiydi. «Baba! Nereye gidiyorsun?»

«Tabutu taşıyacaklardan biri de benim, yavrum.» Louis bir anlık kızın yanma oturup kolunu omzuna attı. «Norma'nın taşınmasına yardım edeceğim. Dört kişiyiz, ben, Jud'ın iki yeğeni ve Norma'nın kardeşi.»

«Seni nerede bulacağım?»

— 179 —

Louis ileri baktı. Jud'la birlikte diğer üç kişi toplanmıştı. Törene katılanların geri kalanı, kimi ağlayarak, kiliseyi terkediyor-lardı.

•Merdivenin başında durursan seni orada bulurum. Tamam mı, Ellie?»

«Tamam. Beni unutma da.»

•Unutmam.»

Louis yine ayağa kalktı, kız kolunu çekiştirdi.

•Baba?.

«Ne var yavrum?»

«Norma'yı düşürme sakın.»

Louis diğerlerinin yanına yürüdü, Jud kendisini yeğenleriy-le tanıştırdı... ikisi de Jud'ın amcasının ailesindendi. Yirmi yirmi beş yaşlarında, yüzleri Jud'u andıran, iriyan gençlerdi. Norma'nın kardeşiyse altmış yaşlarında vardı, ailedeki ölüm olayının izleri okunuyordu yüzünde, yine de iyi dayanıyor gibiydi.

•Tanıştığımıza memnun oldum,» dedi Louis. Aile dışından biri plduğu için kendini garipsiyordu.

Başlarıyla selam verdiler.

•Ellie iyi mi?» diye Jud sordu, başını kızdan yana sallayarak, Ellie bir kenarda durmuş

kendilerini seyrediyordu.

Elbette... benim bir duman bulutu arasında kaybolmamam» jtetyyor sadece. Louis neredeyse, gülümseyecekti. Ama birden başka bir çağrışım yaptı: Müthiş Öz. Gülümsemesi söndü.

«Sanırım,» Louis kızına el salladı. Ellie de elini sallayıp mavi elbisesinin eteklerini savurarak dışan çıktı. Louis bir an kızın ne kadar yetişkin göründüğünü düşündü. Ne kadar bir anlık da olsa, insanı düşünceye yönelten bir hayaldi bu.

Yeğenlerden biri, «Hazır mısınız?» diye sordu.

Louis'le Norma'nın kardeşi başlarım salladılar.

Louis, Jud'un kanama seçtiği çelik grisi Amerikan Eternal tabutun, arka sol köşesine yürüdü.

Tabutu hep birlikte kaldırıp şubat ayının birinci gününün parlak soğuna çıkardılar. Birisi ayaklar altında ezilmiş kaygan karların üstüne kömür tozu serp misti. Kaldırım kenarında bir Cadillac cenaze arabası havaya beyaz egzos gaza savuruyordu. Cenaze evi müdürüyle iriyan oğlu arabanın yanında durmuşlar herhangi birine yardım gere-

— 180 —kirşe hemea koşmaya hazır bekliyorlardı.

Tabutu arabadan içeri kaydınrlarken Jud da abamın yanında durdu.

«Güle güle, Norma.» diytueic bir sigara yakü. «Yakında görüşürüz.»

' Louis kolunu Jud'un omuzlanna attı, Norma'mn kardeşi de öteki yanına geçti. Tabutu taşıma işini bitiren yeğenler gözden kaybolmuşlardı. Ailenin bu kolundan epey uzak kalmışlardı, kadının yüzünü herhalde yalnız fotoğraflarından ya da görev kabili bir iki ziyaretten hatırlıyorlardı. Norma'mn çöreklerini yeyip Jud'un birasını içerek geçirilen uzun öğleden sonraları... yaşs madıklan zamanların ve tanımadıkları insanların hikâyelerim dinlemek ve görevleri sona erince de çekip gitmek.

Jud'un ailesi geçmişte kalmıştı onlar için, bir gezegenden kopup bir nokta halinde uzaklaşan bir parça gibi. Geçmiş. Al-bümueki resimler. Kendilerine belki de çok sıcak gelen odalarda anlatılan eski hikâyeler... onlar yaslı değillerdi. Onların eklemlerinde romatizma yoktu, onların kanlan sulanmamıştı. Kiliselerde öğretildiği gibi insan vücudu insan ruhunun zarfıysa, o zaman American Eternal tabutu da insan vücudunun zarfıydı ve bu yeğenler için dosyalanacak eski bir mektuptan başka bir şey değildi.

Tann geçmişi korusun, diye düşündü Louis. Kendi kanından olan insanlara, Ellie'yle Gage'in çocuklarına (eğer onlan görecek kadar yaşarsa) yabancı geleceği günleri düşünerek ürper-di.

Görüş noktası değişiyordu. Aile bağlan çürüyordu. Eski resimlerde genç yüzler.

Tann geçmişi korusun, diye düşünerek yaşlı adamın omuzlarını daha kuvvetle sıktı.

Çelenkler de arabanın arkasına yerleştirilmişti. Elektrikli arka cam yükselip yuvasına girdi.

Louis kızının yanına döndü, birlikte steyşin vagona doğru yürüdüler. Altı kösele ayakkabı-lanyla kaymasın diye Louis kızını kolundan tutuyordu. Arabaların motorları çalıştırıldı.

«Neden ışıklarını yakıyorlar, baba?» diye sordu Ellie. «Neden gün ortasında ışıklarını

yakıyorlar?»

«ölülere saygı için, Ellie.» Louis de farlarını yaktı.

— 181 —

Mezarlıktaki tören sona ermiş, eve dönüyorlardı. Aslında tabut Mount Hope Kilisesine bırakılmıştı. Norma'nın mezarı ancak baharda kazılacaktı. Ellie birden ağlamaya başladı.

Louis şaşkınlıkla ama endişeye kapılmadan baktı kızına. «Ne var. Ellie?»

«Artık çörek yok,» diye hıçkırdı kız. -Onun kadar iyi çörek yapan yoktu. Ama artık öldüğü için yapamayacak. Baba. insan-' lar neden ölürler?»

«Doğrusu bilmiyorum,» dedi Louis. «Yeni insanlara yer kalsın diye herhalde. Senin ve kardeşin Gage gibilere.»

«Ben hiç evlenmeyeceğim, hiç sevişmeyeceğim, çocuğum da olmayacak!» Ellie hıçkıra hıçkıra ağlıyordu şimdi. «O zaman belki ben hiç ölmem! Korkunç bir şey bu! Kötü bir şey!»

«Ama acının da sona ermesidir,» dedi Louis sakin bir sesle. «Bir doktor olarak çevremde pek çok acı çeken insan görürüm ben. Üniversitedeki işi istememin bir nedeni de bundan bıkmış

olmam. Gençler o kadar çok acı çekmezler...»

Louis durakladı.

«ister inan ister inanma, yavrum, ama insanlar yaşlanınca Ölüm sana göründüğü gibi kötü ya da korkunç görünmez. Senin önünde daha çok uzun yıllar var üstelik.»

.Ellie bir süre ağladı, sonra burnunu çekerek sustu. Eve varmadan önce radyoyu açmak için izin istedi. Louis izin verince de Shaking Stevens'in «Thi, Öle House» adlı parçayı söylediği bir istasyon buldu ve birlikte mırıldanmaya başladı. Eve gidince de annesine cenazeyi anlattı.

Rachel kızı sessizce, anlayışla dinledi. Yalnız Louis karısının düşünceli ve soluk yüzlü olduğunu görüyordu.

Ellie. annesine yulaflı çörek yapmasını bilip bilmediğini sordu. Rachel sanki buna benzer bir şey bekliyormuş gibi hemen dikişini bir yana bırakıp ayağa kalktı. «Bilirim, yapalım mı, ha?»

«Yaşasın! Gerçekten yapabilir miyiz, anne?»

«Baban bir saat Gage'e bakarsa yaparız elbette.»

•Bakanm.» dedi Louis. «Büyük bir zevkle hem de.»

Louis geceyi okuyarak ve Duqueaae tıp dergisine yazdığı uzun makale için not alarak geçirdi.

İnsan etinde eriyen dikişler tartışması yine başlamıştı. Küçük yaralan diken daracık bir

— 182 —

çevrenin insanları arasında bu konunun sonu hiç gelmezdi. Louis de o gece bir yazı yazıp bu tezin aksini savunanları perişan edeceğini düşünüyordu. Çalışma odasının raflarında Troutman'

in Yara Tedavtsi'ni ararken Rachel seslendi. «Yukan geliyor musun, Lou?»

•Biraz çalışacaktım.» Louis merdivende duran karısına baktı. «Bir şey mi var?»

•ikisi de derin uykudalar.»

Louis dikkatle bakti kansının yüzüne. «Sen uyumuyorsun ama.»

«Ben d* iyiyim, okuyordum.»

«Gerçekten bir şeyin yok ya?»

«Yok.» Rachel gülümsedi «Seni seviyorum, Louis.»

«Ben de seni, sevgilim.» Louis rafa baktı, evet Troutman işte orada duruyordu. Elini kitaba uzattı.

. «Siz yokken Church eve bir fare getirdi» Rachel gülümsemeye çalısü. «Uff> Beraat bir şeyi»

«Rachel, buna üzüldüm işte.» Louis sesinin de kendini o anda hissettiği kadar suçlu çıkmadığını umuyordu. «Kötü müydü?»

Rachel merdivene çöktü. Yüzündeki makyajı silmiş, parıldayan alnı ve kısacık atkuyruğu saçlarıyla pembe pamuklu geceliği içinde tıpkı bir çocuk gibiydi. «Gereğine baktım.» dedi.

«Ama o sersem kediyi süpürge. sopasıyla dövmek zorunda kaldım. . bırakması için. Üstüme saldıracak gibiydi. Church hiç böyle davranmazdı eskiden. Son günlerde çok değişmiş gibi.

Acaba huyu falan mı değişti dersin, Louis?»

•Sanmıyorum. Ama istersen veterinere götürürüm...»

«Bir şey yoktur herhalde.» Yalın bakışlarla baktı Rachel kocasına. «Ama sen yinede gelir miydin yukan? Biliyorum... çalışıyorsun... ama...»

«Elbette.» Louis yaptığı iş hiç de önemli değilmiş gibi kalktı. Değildi aslında, ancak hayat durmadan ilerliyordu, yann yeni bir şeyler çıkacak ve o yazı yazılmayacaktı, bunun da farkındaydı. O fareyi kendisi satın almıştı, değil mi ama? Church' ün paramparça ettiği, barsaklan dışarı fırlamış, belki de kafası kopmuş 'olarak eve getirdiği o fare kendisinindi aslında.

Işıklan söndürerek, «Haydi yatalım.» dedi. Birlikte çıktılar

— 183 —yukarı. Louis karısıyla sevişti... ama 'kadının içindeyken bile buz tutmuş camların ardını, Church'ü, bir zamanlar kızının ama şimdi kendisinin olan kediyi düşünüyor, onun nerede ne avladığını ya da öldürdüğünü merak ediyordu. İnsanın kalbinin toprağı daha taşlıdır, diye düşündü. Rüzgâr o acı ve kara şarkısını söylüyordu. Pek uzak olmayan bir yerde bir zamanlar kızına ve oğluna eş başlıklar örmüş olan Norma Crandall Mount Hope'un bodrumunda çelik grisi American Eternal tabutu içinde yatıyordu; yanaklannı dolgun göstermek için cenaze evinde ağzına doldurulan beyaz pamuk kararmaya başlamış olmalıydı.

34

Ellie altı yaşına basmıştı. Doğum gününde yuvadan evine başında kâğıttan bir şapkayla döndü, elinde arkadaşlarının çizdiği resimleri vardı. Grip salgını geçmişti. İki öğrenciyi Bangor' daki hastaneye göndermişlerdi, Surrendra Hardu da dispanse-ra geldikten az sonra vücudunda kasılmalar başlayan Peter Humberton adındaki çok hasta bir gencin hayatını kurtarmıştı. Şubat soğuklan sona ermiş, mart soğuklan, yağmurlar ve donlar başlamıştı. Jud Crandall'ın yası da sona ermişti; psikologlar sevilen bir insanın acısının ölümden üç gün sonra başlayıp dörtle altı

hafta sürdüğünü söylerlerdi. Ama zaman geçerdi, insanın bir duygusu bir başka duyguyla yer değiştirirdi. Güçlü bir acı daha yumuşak bir acıya dönüşür, bu daha yumuşak acı yerini yasa bırakır, yas da sonunda bir hatırlama olurdu. Bu da altı ayla üç yıl sürer, ama yine de normal sayılırdı. Gage'in saçı ilk defa kesilince Louis bundan şakayla söz etti ve kendi yasını tuttu, ama yalnız kendi içinde.

Bahar geldi ve bir süre devam etti.

35

Louis Creed daha sonraları hayatının en son mutlu gününün 24 Mart 1084 olduğunu düşünecekti. Başlarına gelecek olan

— 184 —

«eyler daha yedi hafta uzaktaydı, ama sonradan o yedi haftayı düşününce bu sürede önemli bir şey olduğunu hatırlamaya-cakü. O korkunç şeylerin hiçbiri olmasaydı, yine de o günü

sonsuza dek anımsayacaktı. Baştan sona kadar iyi geçen günler zaten azdır. Belki de bir inmmm yaşamındaki gerçekten iyi gün-leriı^ toplamı bir ay bile değldir. Louis'e göre Tann acı

dağıtmaya gelince daha eliaçık davranıyordu.

O gün bir cumartesiydi, Louis de, Rachel'le Ellie alışverişe gittiklerinden o öğleden sonra evde Gage'e bakıyordu. Jud'ia birlikte, yaşlı adamın 59 model kamyonetiyle gitmişlerdi. Racht, kocasına Gage'le kalıp kalamayacağını sormuş, Louis de seve seve kalacağını söylemişti.

Karısının dışarı çıkacağına seviniyordu. Maine'de, hele Ludlovv'da, bir kış geçirdikten sonra Bachel'in her fırsatta dışan çıkmasının gerekli olduğuna inanıyordu. Kadın evde kapalı

kalmaktan sızlanıyor değildi, ama Louis'e göre de artık sabrının sonuna gelmişti.

Gage öğle uykusundan saat ikide uyandığında epey huzursuzdu. Louis oğlanı eğlendirmek için ne yaptıysa boşunaydı. Bir de ishal olmuştu. Louis oğlanın dışkısı içinde mavi bir bilya görünce kafası iyice bozuldu. EUie'nin bilyalanndan biriydi bu. Oğlan bozulabilirdi. Gage eline geçirdiği her şeyi ağzına atardı. Bilyalar atılacaktı, ama doğru olan bu karar oğlanı annesi gelene kadar meşgul edecek bir şey değildi kuşkusuz.

Louis evin çevresinde uğuldayan bahar rüzgarına kulak verdi bir süre. Sonra birden beş alta hafta önce eve gelirken aldığı uçurtmayı hatırladı. Sicim de almış mıydı? Almışta tabii!

«Gage!» Gage koltuğun altında yeşil bir boya bulmuş, Ellie' nin kitaplarından birini karalamakla meşguldü. Çocuklar arası rekabet ateşini besleyecek bir şey daha, diye düşündü Louis. Ellie kitabının pislendiği için söylenecek olursa, Louis de Gage' in bezleri arasından çıkan o hazineyi gösterirdi.

«Nel» diye bağırdı Gage. Artık bayağı konuşmaya başlamıştı. Louis oğlanın zekasının üstün olduğuna bile inanacakta neredeyse.

«Dışan çıkmak ister misin?»

«Dışan çıkmak!» diye heyecanla bağırdı Gage. «Dışan çıkmak. Buçlanm nerede, baba?»

Pabuçlarını soruyordu Gage. Louis, Gage'in konuşmasına

— 185 —

şaşıyordu. Yalnızca hoş olduğundan değil ama-, küçük çocuklar yabancı bir dili karmakarışık bir biçimde öğrenen göçmenleri andırırlardı. Bebeklerin insanın ses kutusunun 'çıkarabildiği bütün sesleri çıkardıklarını bilirdi... okulda ilk kez Fransızca okuyan bir öğrencinin beceremediği o akıcı titreşimi, Avustralyalıların o boğazdan gelen kaba seslerini, Almanların o kesik ve boğuk sessiz harflerini gibi. Ama sonra anadilini öğrendikleri zaman bu yeteneklerini kaybederlerdi.

Louis her zaman düşünürdü çocukluğun öğrenmeden çok unutma dönemi olup olmadığını.

Gage'in ayakkabıları bulundu sonunda... onlar da koltuğun altındaydı. Louls'in inançlarından biride şuydu: Küçük çocuklu ailelerde oturma odasının koltuklarının altlan zamanla güçlü ve esrarengiz bir elektromanyetik güce sahip olurlardı. Süt şişelerinden cengelli iğnelere, yeşil boya kalemlerine) ve çocuk dergilerine kadar her şey bir yolunu bulur, oraya girerdi.

Gage'in ceketi koltuğun altında değildi ama, merdivenin ba-samaklanndaydı. Gage'in öldürsen onsuz dışan çıkmayacağı beyzbolcu şapkasını bulmaksa çok zor oldu. Çünkü şapka olması

gerektiği yerde, dolaptaydı; oraya da en son bakmışlardı.

«Komşu Bayan Vinton'un arsasına gidiyoruz, uçurtma uçuracağız.»

«Uçumpa mı?» diye Gage kuşkuyla sordu.

«Bekle hele, çocuk, seveceksin bak.»

Garaja girmişlerdi. Louis anahtarını buldu, küçük dolabı açıp ışığı yaktı. Dolaptan hâlâ paketi içinde olan uçurtmayı çıkardı. Şubat ayının ortalarında, ruhu hâlâ bir umut peşindeyken almıştı

bunu.

«O ne? O ne?» diye sordu Gage.

«Uçurtma.» Louis uçurtmayı çıkardı. Kanatlan bir buçuk metre kadar açılan kartalı görünce Gage'in ilgisi uyanmıştı. Kartalın ince boynunun üstündeki küçük kafasında fırlak ve kanlı

gözleri vardı. ,

«Kuş!» diye bağırdı Gage. «Kuş, baba! Kuş!»

•Kuş,» dedi Louis çıtaları uçurtmanın arkasına takıp o gün aldığı iki yüz metrelik sicim yumağını ararken. «Bunu seveceksin, koca adam.»

— 188 —

Gage uçurtmayı sevmişti.

Bayan Vinton'un arsasında uçurdular kartalı. Louis belki de on iki yasından beri ilk kez uçurtma uçuruyordu. On dokuz yıldan beri ilk defa. Zaman nasıl da geçiyordu.

Bayan Vinton, Jud'un yaşlarında ama çok daha ince yapılı bir kadındı. Arsanın ucundaki tuğla evde oturur, dışan pek az çıkardı. Evin arkasında da orman başlıyordu, önce Hayvan Mezarlığına, sonra da daha öteki Micmac mezarlığına giden orman.

«Uçumpa uçuyor, baba!»

«Hem de nasıl!» Louis heyecanla, kahkahalarla sesleniyordu oğluna. Yumağı öylesine çabuk bırakıyordu ki, elinden hızla akıp geçen ip avucunun içini yakmıştı. «Şu kartala bak, Gage!-Gage sevincinden zıplayıp hopluyordu. Güneş kocaman bir gri bulutun ardından göründüğünde hava birden beş derece ısınmış gibi oldu. Parlak ve güvenilmez mart havasında. Bayan Vinton'un arsasında solgun otlar arasında duruyorlar, tepelerinde kartal mavilere doğru yükseliyordu. Naylon kanatlan iyice gerilmişti rüzgarda. Louis tıpkı çocukluğunda olduğu gibi kendini onunla birlikte yükseliyor, onunla bir oluyor hissetti, dünyayı tepeden görüyordu sanki.

Haritacıların herhalde düşlerinde gördükleri gibi. Kartal hepsini görüyordu kanlı gözleriyle.

Üzerinde buz parçalan yüzen nehir soğuk gri bir çelik bant olmalıydı, öteki tarafta Hampden'i, Newburgh'u, rıhtımında bir tekne olan VVinterport'u, hatta St. Regis fabrikasını, belki de okyanusun çıplak kayaları dövdüğü kıyılan bile görüyordu.

«Şuna bak, Gage!» diye gülerek bağırdı Louis.

Gage uçurtmayı görebilmek için başını öylesine geri atmıştı ki her an sırtüstü yuvarlanabilin!!.

Keyiften ağzı kulaklann-daydı. Uçurtmaya el sallıyordu.

Louis ipi biraz gevşetip Gage'e elini uzatmasını söyledi. Gage başını çevirmeden uzattı elini.

Gözlerini rüzgârda dans eden, yerdeki gölgesiyle yanşan uçurtmadan alamıyordu.

«Ne?» dedi.

«Sen uçurtuyorsun işte. İp senin elinde, oğlum. Senin uçurtman artık.»

«Gage uçuruyor?» Gage babasına değil de, kendi kendine soruyor gibiydi, ipi hafifçe çekti, uçurtma rüzgârda başın) salladı. Gage biraz daha kuvvetli çekti ipi, uçurtma yere doğru

— 187 —savruldu. Louis'le oğlu birlikte güldüler. Gage serbest elini babasına uzattı. £1 ele durup baktılar uçurtmaya.

Louis oğluyla bu anı hiç unutmayacaktı. Çocukluğunda yükselip nasıl uçurtmanın içine girmişse, şimdi de oğlunun içine girdiğini hissediyordu. Gage'in küçücük vücudu içine sığa-çak kadar küçülmüş, evinin pencereleri olan gözlerinden dışarı bakıyordu şimdi. Bayan Vinton'un arsası çöl kadar büyüktü, dünya panl parıl ve kocamandı, uçurtma millerce yüksekte uçuyor, avucunun içindeki ip canlıymış gibi titriyordu.

«Uçumpa uçtu!» diye bağırdı Gage. Louis oğlunun omuzlarına attı kolunu, eğilip yanağından öptü. Rüzgâr yabani bir gül yerleştirmişti yanağına.

•Seni seviyorum, Gage.»

Ancak iki aylık ömrü olan Gage de neşeyle güldü. «Uçumpa uçtu! Uçumpa uçtu. baba!»

Rachel'le Ellie eve döndüklerinde onlar hâlâ uçurtma uçu-ruyorlardı. Öylesine havalanmıştı ki, uçurtma, kartalın yüzü bile görünmüyordu. Gökyüzünde küçücük kapkara bir leylekdi şimdi.

Louis karısıyla kızını görünce sevindi. Hele Gage ipi elinden düşürüp de otlar arasında ardından koşarken kahkahalarla güldü. Ama onların gelişi az önceki havayı dağıttığı için yirmi dakika sonra Rachel oğlanın üşüteceğini söyleyip içeri girmek isteyince hiç üzülmedi.

Uçurtmayı bütün karşı koymasına rağmen indirdiler. Louis iple, kara kanatlarıyla, fırlak gözleriyle hepsini koltuğunun altına toplayıp dolaba yerleştirdi yine. Gage o gece bir tabak dolusu fasulyeyle sucuk yedi. Rachel oğlanı giydirirken, Louis de Ellie'yi bir kenara çekip bilyalannı ortalarda bırakmamasını söyledi. Başka zaman olsaydı, Ellie herhangi bur şeyle suçlanınca hemen aksileştiği için kıza bağırabilirdi. Ama uçurtmayla geçen günden sonra keyfini kaçırmak istemiyordu, Ellie de bir kere için mantıklı davranmıştı. Bir daha dikkatli olacağını söyleyerek her cumartesi olduğu gibi sekiz buçuğa kadar televizyon seyretmek için aşağı indi. Eh. bu da bitti, belki iyi bile oldu, diye düşündü Louis. Asıl sorunun bilyalar olmadığını, üşütmek olmadığını, asıl sorunun bir Orinco tankeri olacağını, asıl sol

— 188-

Gage uçurtmayı sevmişti.

Bayan Vinton'un arsasında uçurdular kartalı. Louis belki de on iki yasından beri ilk kez uçurtma uçuruyordu. On dokuz yıldan beri ilk defa. Zaman nasıl da geçiyordu.

Bayan Vinton. Jud'un yaşlarında ama çok daha ince yapılı bir kadındı. Arsanın ucundaki tuğla evde oturur, dışarı pek az çıkardı. Evin arkasında da orman başlıyordu, önce Hayvan Mezarlığına, sonra da daha öteki Micmac mezarlığına giden orman.

«Uçumpa uçuyor, baba!»

«Hem de nasıl!» Louis heyecanla, kahkahalarla sesleniyordu oğluna. Yumağı öylesine çabuk bırakıyordu ki, elinden hızla akıp geçen ip avucunun içini yakmıştı. «Şu kartala bak, Gage!-Gage sevincinden zıplayıp hopluyordu. Güneş kocaman bir gri bulutun ardından göründüğünde hava birden beş derece ısınmış gibi oldu. Parlak ve güvenilmez mart havasında. Bayan Vinton'un arsasında solgun otlar arasında duruyorlar, tepelerinde kartal mavilere doğru yükseliyordu. Naylon kanatlan iyice gerilmişti rüzgarda. Louis tıpkı çocukluğunda olduğu gibi kendini onunla birlikte yükseliyor, onunla bir oluyor hissetti, dünyayı tepeden görüyordu sanki.

Haritacıların herhalde düşlerinde gördükleri gibi. Kartal hepsini görüyordu kanlı gözleriyle.

Üzerinde buz parçalan yüzen nehir soğuk gri bir çelik bant olmalıydı, öteki tarafta Hampden'i, Nevvburgh'u. rıhtımında bir tekne olan VVinterport'u, hatta St. Regis fabrikasını, belki de okyanusun çıplak kayalan dövdüğü kıyılan bile görüyordu.

«Şuna bak, Gagel» diye gülerek bağırdı Louis.

Gage uçurtmayı görebilmek için başını öylesine geri atmıştı ki her an sırtüstü yuvarlanabilin!!.

Keyiften ağzı kulaklarındaydı. Uçurtmaya el sallıyordu.

Louis ipi biraz gevşetip Gage'e elin! uzatmasını söyledi. Gage başını çevirmeden uzattı elini.

Gözlerini rüzgârda dans eden, yerdeki gölgesiyle yanşan uçurtmadan alamıyordu.

«Ne?, dedi.

«Sen uçurtuyorsun işte. İp senin elinde, oğlum. Senin uçurtman artık.»

«Gage uçuruyor?» Gage babasına değil de, kendi kendine soruyor gibiydi, tpl hafifçe çekti, uçurtma rüzgarda başın) salladı. Gage biraz daha kuvvetli çekti ipi, uçurtma yere doğru

— 187 —savruldu. Louis'le oğlu birlikte güldüler. Gage serbest elini babasına uzattı. £1 ele durup baktılar uçurtmaya.

Louis oğluyla bu anı hiç unutmayacaktı. Çocukluğunda yükselip nasıl uçurtmanın içine girmişse, şimdi de oğlunun içine girdiğini hissediyordu. Gage'in küçücük vücudu içine sığacak kadar küçülmüş, evinin pencereleri olan gözlerinden dışarı bakıyordu şimdi. Bayan Vinton'un arsası çöl kadar büyüktü, dünya parıl parıl ve kocamandı, uçurtma millerce yüksekte uçuyor, avucunun içindeki ip canlıymış gibi titriyordu.

«Uçumpa uçtu!» diye bağırdı Gage. Louis oğlunun omuzlarına attı kolunu, eğilip yanağından öptü. Rüzgâr yabani bir gül yerleştirmişti yanağına.

«Seni seviyorum, Gage.»

Ancak iki aylık ömrü olan Gage de neşeyle güldü. «Uçumpa uçtu! Uçumpa uçtu, baba!»

Rachel'le Ellie eve döndüklerinde onlar hâlâ uçurtma uçu-nıyorlardı. Öylesine havalanmıştı ki, uçurtma, kartalın yüzü bile görünmüyordu. Gökyüzünde küçücük kapkara bir leylekdi şimdi.

Louis karısıyla kızını görünce sevindi. Hele Gage ipi elinden düşürüp de otlar arasında ardından koşarken kahkahalarla güldü. Ama onların gelişi az önceki havayı dağıttığı için yirmi dakika sonra Rachel oğlanın üşüteceğini söyleyip içeri girmek isteyince hiç üzülmedi.

Uçurtmayı bütün karşı koymasına rağmen indirdiler. Louis iple, kara kanatlarıyla, fırlak gözleriyle hepsim koltuğunun altına toplayıp dolaba yerleştirdi yine. Gage o gece bir tabak dolusu fasulyeyle sucuk yedi. Rachel oğlanı giydirirken, Louis de Ellie'yi bir kenara çekip bilyalanm ortalarda bırakmamasını söyledi. Başka zaman olsaydı, Ellie herhangi bfr şeyle suçlanınca hemen aksileştiği için kıza bağırabilirdi. Ama uçurtmayla g°.-çen günden sonra keyfini kaçırmak istemiyordu, Ellie de bir kere için mantıklı davranmıştı. Bir daha dikkatli olacağını söyleyerek her cumartesi olduğu gibi sekiz bucuğa kadar televizyon seyretmek için aşağı indi. Eh. bu da bitti, belki iyi bile oldu. diye düşündü Louis. Asıl sorunun bilyalar olmadığını, üşütmek olmadığını, asıl sorunun bir Orinco tankeri olacağını, asıl so-

— 188 —

Gage uçurtmayı sevmişti.

Bayan Vinton'un arsasında uçurdular kartalı. Louis belki de on iki yağından beri ilk kez uçurtma uçuruyordu. On dokuz yıldan beri ilk defa. Zaman nasıl da geçiyordu.

Bayan Vinton. Jud'un yaşlarında ama çok daha ince yapılı bir kadındı. Arsanın ucundaki tuğla evde oturur, dışan pek az çıkardı. Evin arkasında da orman başlıyordu, önce Hayvan Mezarlığına, sonra da daha öteki Micmac mezarlığına giden orman.

«Uçumpa uçuyor, baba!»

«Hem de nasıl!» Louis heyecanla, kahkahalarla sesleniyordu oğluna. Yumağı öylesine çabuk bırakıyordu ki, elinden hızla akıp geçen ip avucunun içini yakmıştı. «Şu kartala bak, Gage!-Gage sevincinden zıplayıp hopluyordu. Güneş kocaman bir gri bulutun ardından göründüğünde hava birden beş derece ısınmış gibi oldu. Parlak ve güvenilmez mart havasında. Bayan Vinton'un arsasında solgun otlar arasında duruyorlar, tepelerinde kartal mavilere doğru yükseliyordu. Naylon kanatlan iyice gerilmişti rüzgarda. Louis tıpkı çocukluğunda olduğu gibi kendini onunla birlikte yükseliyor, onunla bir oluyor hissetti, dünyayı tepeden görüyordu sanki.

Haritacıların herhalde düşlerinde gördükleri gibi. Kartal hepsini görüyordu kanlı gözleriyle.

Üzerinde buz parçalan yüzen nehir soğuk gri bir çelik bant olmalıydı, öteki tarafta Hampden'i, Nevvburgh'u. rıhtımında bir tekne olan VVinterport'u, hatta St. Regis fabrikasını, belki de okyanusun çıplak kayaları dövdüğü kıyılan bile görüyordu.

«Şuna bak, Gagel» diye gülerek bağırdı Louis.

Gage uçurtmayı görebilmek için başını öylesine geri atmıştı ki her an sırtüstü yuvarlanabilin!!.

Keyiften ağzı kulaklarındaydı. Uçurtmaya el sallıyordu.

Louis ipi biraz gevşetip Gage'e elini uzatmasını söyledi. Gage başını çevirmeden uzattı elini.

Gözlerini rüzgarda dans eden, yerdeki gölgesiyle yanşan uçurtmadan alamıyordu.

«Ne?» dedi.

«Sen uçurtuyorsun işte. tp senin elinde, oğlum. Senin uçurtman artık.»

«Gage uçuruyor?» Gage babasına değil de, kendi kendine soruyor gibiydi, ipi hafifçe çekti, uçurtma rüzgarda başını salladı. Gage biraz daha kuvvetli çekti ipi, uçurtma yere doğru

— 187 —savruldu. Louis'le oğlu birlikte güldüler. Gage serbest elini babasına uzattı. £1 ele durup baktılar uçurtmaya.

Louis oğluyla bu anı hiç unutmayacaktı. Çocukluğunda yükselip nasıl uçurtmanın içine girmişse, şimdi de oğlunun içine girdiğini hissediyordu. Gage'in küçücük vücudu içine sığacak kadar küçülmüş, evinin pencereleri olan gözlerinden dışarı bakıyordu şimdi. Bayan Vinton'un arsası çöl kadar büyüktü, dünya panl parıl ve kocamandı, uçurtma millerce yüksekte uçuyor, avucunun içindeki ip canlıymış gibi titriyordu.

«Ucumpa uçtu!» diye bağırdı Gage. Louis oğlunun omuzlarına attı kolunu, eğilip yanağından öptü. Rüzgâr yabani bir gül yerleştirmişti yanağına.

«Seni seviyorum, Gage.»

Ancak iki aylık ömrü olan Gage de neşeyle güldü. «Ucumpa uçtu! Ucumpa uçtu, baba!»

Rachel'le Ellie eve döndüklerinde onlar hâla uçurtma uçu-ruyorlardı. Öylesine havalanmıştı ki, uçurtma, kartalın yüzü bile görünmüyordu. Gökyüzünde küçücük kapkara bir leylekdi şimdi.

Louis karısıyla kızını görünce sevindi. Hele Gage ipi elinden düşürüp de otlar arasında ardından koşarken kahkahalarla güldü. Ama onların gelişi az önceki havayı dağıttığı için yirmi dakika sonra Rachel oğlanın üşüteceğini söyleyip içeri girmek isteyince hiç üzülmedi.

Uçurtmayı bütün karşı koymasına rağmen indirdiler. Louis iple, kara kanatlarıyla, fırlak gözleriyle hepsini koltuğunun altına toplayıp dolaba yerleştirdi yine. Gage o gece bir tabak dolusu fasulyeyle sucuk yedi. Rachel oğlanı giydirirken, Louis de Ellie'yi bir kenara çekip bilyalannı ortalarda bırakmamasını söyledi. Başka zaman olsaydı, Ellie herhangi bfr şeyle suçlanınca hemen aksileştiği için kıza bağırabilirdi. Ama uçurtmayla gecen günden sonra keyfini kaçırmak istemiyordu, Ellie de bir kere için mantıklı davranmıştı. Bir daha dikkatli olacağını söyleyerek her cumartesi olduğu gibi sekiz bucuğa kadar televizyon seyretmek için aşağı indi. Eh, bu da bitti, belki iyi bile oldu. diye düşündü Louis. Asıl sorunun bilyalar olmadığını, üşütmek olmadığını, asıl sorunun bir Orinco tankeri olacağını, asıl so-

— 188 —runun yol olacağım bilmiyordu... Jud CrandalTın ağustosun o ilk günü söylediği gibi...

Gage yattıktan on beş dakika sonra yukarı çıktığında oğlan yatıyordu ama uyumamıştı.

Elindeki süt şişesini emerken tavanı seyrediyordu.

Louis.- Gage'in ayaklanndan birini tutup kaldırdı, öptü. yerine bıraktı.

«iyi geceler. Gage.»

«Uçumpa uçtu. baba.»

«Hem nasıl da uçtu. değil mi?» Louis nedeni olmadan gözlerinin yaşardığını hissetti. «Göklere kadar hem de, küçük adam.»

«Uçumpa uçtu,» dedi Gage. «Gök kadar.»

Sonra yan döndü, gözlerini kapattı ve uyudu. Bir anda.

Louis dışan çıkarken arkasına bakınca Gage'in dolabıma aralık kapısı arasından kendisine bakan sarımsı yeşil gözleri gördü. Kalbi birden ağzına gelmiş gibi oldu, yüzü buruştu.

Dolabın kapısını açarken, Zelda, dolaptaki Zelda, kara dili 'dudakları/ arasından fırlamış, diye düşündü.

Ama Church'tü dolaptaki, kedi dolaba girmişti, Louis'i görünce sırtı kamburlaştı birden. Yan aralık ağzından keskin dişleri görünüyordu.

«Çık ordan dışan.»

Church yine tıslar ctibi bir ses çıkardı. Yerinden kıpırdamadı.

«Çık dışan dedim sana!» Gage eline gelen ilk şeyi kaldırdı kediye doğru. Elindeki Gage'in parlak plastik lokomotifiydi, loş ışıkta kurumuş kan renginde. Kedi yine hırladı ama kıpırdamadı.

Louis hiç düşünmeden öfkeyle fırlattı oyuncağı hayvana. Kızmıştı kediye, korkuyordu da, karanlık dolabın içinden çıkmak istememesine kızıyordu, sanki orada olmaya hakkı varmış gibi.

Oyuncak lokomotif kedinin kafasına çarptı. Church miyav-layarak kaçtı. Koşarken yine kapıya çarpmış, az daha devriliyordu.

Gage yattığı yerde döndü, bir şeyler mınldandı. Louis'in al nında boncuk boncuk terler vardı

şimdi.

— 189 —

«Louis?» Rachel aşağıdan sesleniyordu. «Gage yatağından nü düştü?»

•Hayır. Church oyuncaklarını devirdi.»

«Haa!»

Louis oğluna bakmış da üzerinde bir yılan görmüş ya da Gage'in başucundaki rafta bir fare görmüş gibi saçmasapan bir d ay güya kapılmıştı. Saçmasapandı elbette. Ama dolabın içinden öyle ısbk çalar gibi...

Zelda'yı mı düşündün, Müthiş Oz'u mu?

Oyuncakları ayağıyla iterek dolabı kapattı. Kilidin tık sesi niı duydu, bir an daha duraksadıktan sonra dolap kapağının sürgüsünü sürdü.

Gage'in yanına döndü sonra. Oğlan dönerken battaniyeleri açılmıştı. Louis çocuğu düzeltti, battaniyeleri sıkıca örttü üstüne, sonra uzun bir süre durup oğlunu seyretti.

— 190—

İKİNCİ BÖLÜM

MICMAC MEZARLIĞI

Hazreti İsa BHanya'ya geldiğinde Laza-rus dört gündür mezanndaydı. Martha. isa'nın geldiğini duyunca karşılayıcı çıktı.

•Efendim.» dedi. «Eter burada olsaydın kardeşim ölmeyecekti. Ama şimdi buradasın ve Tanrının da istediğin hiçbir şeyi senden esirgemeyeceğini biliyorum.»

•Kardeşin yeniden kalkacak ayağa.» dedi İs*.

YOHANNA İNCİLİ

36

İnsan aklının alabileceği dehşetin sının olacağına inanmak yanlış bir düşünce olmalıdır. Tersine insanı saran karanlık arttıkça harekete geçen bir mekanizma da bu sının sonsuza dek genişletir, insanın deneylerinin kendisine verdiği kanı şudur: Karabasanlar giderek karardıkça dehşet üstüne dehşet yağar, bir kötülük bir başkasını doğurur, sonunda karanlık her yeri, her şeyi kaplar. İnsana en dehşet veren sorun da zihninin bunların ne kadannı alacağı ve yine de acımasız, uyanık bir akh-başındalığa sahip olacağıdır. Bu tür olayların kendilerine özgü bir saçmalığa sahip olacakları kuşkusuzdur. Hatta bir noktada durum birden gülünçleşir de. işte o noktada akıl ya kendini korumaya başlar ya da baskıya dayanamayıp ezilir.

Louis Creed oğlu Gage William Creed'in 17 Mayıstaki cenazesinde böyle şeyler düşünebilirdi eğer aklı başında olsaydı. Ama cenaze evine girince her türlü sağduyulu' düşünceyi bir yana bırakmıştı bir kez. Ondan sonra da orada kayınpederiyle yumruklaşması Rachel'üı zaten pek zayıf olan kendine hakimiyetini kökünden yıkmıştı. Brookings Smith Cenaze Evinin Gage' m kapalı tabutunda yattığı salonundan çığlıklar ata ata çıkarılmıştı dışarı, Surrendra Hardu kendisine sakinleştirici bir iğne yapmıştı.

işin komik yanı o son olayı hiç gönneyebilirdi: Dr. Creed' le Bay lrwin Goldman öğleden sonraki ziyaret saatlerinde değil de sabah ziyaret saatleri içinde yumruklaşmış olabilirlerdi Rac-hel sabah gelememişti cenaze evine, bu gücü kendisinde bulamamıştı. Evde Jud Crandall ve Steve Masterton'la oturmuştu.

—193 — Hayvan Mezarhfiı — F : 13

Louis bu son kırk sekiz saati Jud ya da Steve olmasaydı nasıl geçireceğini bilemiyordu.

Louis için de, ailenin geri kalan üç üyesi için de, Steve'in hemen gelmesi çok iyi olmuştu. Louis bir süre için karar verme yeteneğini kaybetmişti; öyle ki, karısının çığlıklarını bastırmak için bur iğne bile yapmayı akıl edememişti. Louis, Rachel'in sabah ziyaretine üzerinde yanlış

iliklenmiş sabahlığıyla gitmeye kalkıştığını da farkedememişti. Karısının saçları taranmamış, yıkanmamıştı, darmadağınıktı. Gözleri, çökmüş gözçukurlanndan öyle bir fırlamışlardı ki. canlı

bir kafatasına benziyordu yüzü. Yüzünün etleri sarkıyordu. O sabah kahvaltı sofrasında kuru ekmek yemiş, anlamsız, bağlantısız şeyler söylemişti. Bir keresinde, «Satın almak istediğin o Winnebago, Lou...» demişti. O>-sa Louis bir VVinnebagp olmak istediğinden en son I98l'de söz etmişti.

Louis babını sallayıp kahvaltısını yemeyi sürdürmüştü. O sabah Gage'in en sevdiği şey olan yulaf ezmesi yemek istemişti. Tadını hiç sevmezdi oysa, ama yine de istiyordu. Üzerinde en iyi elbisesi vardı, siyah değil de kömür grisi, siyah elbisesi yoktu. Traş olmuş, duşunu yapmış, saçlarım taramıştı. Uğradığı şok yüzünden kendinde değilse de, iyi görünüyordu.

EUie'nin üzerinde blucin ve san bluz vardı. Kahvaltı sofrasına bir fotoğraf getirmişti. Eachel, kocasıyla çocuklarının son doğum gününde armağan verdikleri polaroidle çekmişti bu resmi.

Ellie kızağın üstünde oturan Gage'i çekiyordu. Gage kocaman başlığı içinden sırıtmaktaydı. Ellie de omzu üstünden küçü< kardeşine bakıp gülüyordu.

Ellie resmi yanında taşıyor ve pek konuşmuyordu.

Louis ne karısının, ne kızının durumunu görecek halde değildi. Kahvaltısını yerken hayalinde kazayı birbiri ardından sürekli olarak yeniden canlandırıyordu. Aklındaki filmde kendisi daha hızlı davranıyordu ve Gage. dur dedikleri zaman durmadığı için yalnızca iyi bir dayak yiyordu.

Rachel'in durumunu, EUie'nin ne halde olduğunu farkeden Steve olmuştu. Rachel'in sabah ziyaretine gitmesini yasaklamışta, (aslında tabut kapalı olacaktı-, açık olsaydı, ben dahil, herkes kaçardı oradan, diye düşündü Louis). Ellie ise hiç gitme* yecekti. Rachel itiraz etmişti.

Ellie elinde Gage'in resmi olduğu '

— 194 —halde, hiçbir şey söylemeden durmuştu öylece.

Rachel'e ihtiyacı olan yatıştırıcı iğneyi yapan ve Ellie'ye bir kaşık renksiz bir sıvı içiren de Steve olmuştu. Ellie genellikle her ne olursa olsun ilaç içerken aksilik çıkarır, itiraz ederdi, oysa bu kez sesini çıkarmadan, yüzünü bile buruşturmadan içmişti. Saat onda da (Gage'in resmini elinden hâla bırakmamış olarak) yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Rachel ise televizyon seyretmekteydi. Steve'in sorularına çok ağır yanıtlar veriyordu. İyice kendinden geçmişti, yüzündeki o çılgın ifade de kaybolmuştu.

Bütün gerekeni Jud yapmışa. Üç ay önce kansı için yapti&ı gibi sessizce, sakince. Ancak Louis cenaze evine gidecekken kendisini bir kenara çeken de Steve Masterton oldu.

Louis'e, «Rachel'i öğleden sonra oraya getireceğim, eğer dayanabilecek durumdaysa tabii,-dedi.

«Peki.»

»İlacın etkisi geçer o saate kadar. Arkadaşın Bay Crandall öğleden sonraki ziyaret saatlerinde burada Ellie'yle kalacağını ..»

«Tamam.»

«Ve onunla bir oyun falan oynayacağım söylüyor...»

<Ama...>

•Tamam.»

Steve sustu. Garajdaydılar, Church'un olu fare ve ölü kıçları getirdiği yerde. Louis'in sahip oldukları yani. Dışarda mayıs güneşi vardı, bir kuş yoldan karar h adımlarla geçiyordu, sanki önemli bir işi varmış gibi. Belki de vardı.

«Kendini toparlaman gerek.- dedi Steve.

Louis soru do!u bakışlarını çevirdi arkadaşının yüzüne Steve'in sözlerinin çoğunu duymamıştı

bile. Biraz daha atik dav-ranabilseydi oğlunu kurtaracağını düşünüyordu.

•<Dikkat ettiğini sanmıyorum,-» dedi Steve. «Ellie pek konuşmuyor. Rachel de öyle kötü bir şok içinde ki, zaman kavramını tümüyle yitirmiş gibi.»

«Tamam!» dedi Louis. Cevabını daha üstüne basarak vermeliydi. Nedenini bilemiyordu.

Steve elini Louis'in omzuna koydu. -Lou, onlann sana bugün geçmişte olduğundan daha çok ihtiyaçtan var. Belki bir daha bu kadar ihtiyaç duymayacaklar sana. Kendini lopla artık, be

— 195 —adam... karına bir iğne daha yapabilirim... ama Louis, anlanu-jor musun... Hay Tanrı cezasını

versin... ne boktan iş bu böyle!»

Louis, Steve'in ağlamaya başladığını görünce birden korkuya kapıldı. «Tabii,» dedi. Gage'in bahçeden yola doğru koştuğunu görüyordu. Gen dönmesi için sesleniyorlardı, ama dönmüyordu oğlan -son günlerdeki en sevdiği oyun anne babadan kaçma oyunuydu- bunun üzerine ardından koşmaya başlamışlardı. Louis hemen Racnel'in önüne geçmişti ama Gage de çok ilerdeydi, oğlan gülüyor, babasından kaçıyordu -oynadıkları oyundu bu- Louis ise arayı pek yavaş kapıyordu. Gage şimdi yumuşak eğimli yamaçtan aşağı, yola doğru koşuyordu. Louis oğlanın düşmesi için dua etti; küçük çocuklar pek sık düşerlerdi, bir insan yedi sekiz yaşına gelmeden önce bacakları üstünde tam bir kontrol elde edemezdi çünkü. Louis oğlanın düşmesi için dua ediyordu, düşsün de burnu kanasın, hatta kafasını yarsın, ne olursa olsun ama düşsün, çünkü uzaktan gelen tankerin sesi duyuluyordu artık, o on tekerleklilerden biri.

Bangor'la Bucksport'taki Orinco fabrikası arasında sürekli gidip gelenlerden biri. Louis o anda çığlık gibi bir sesle Gage'i çağırdı. Gage' in kendisini duyduğunu, durmaya çalıştığını sandı.

Gage oyunun bittiğini anlamış olmalıydı, insanın babası oyun oynarken böyle çığlık atmazdı, durmaya çalışmıştı bunun üzerine, ama o sırada tankerin gürültüsü artmıştı, dünyayı

dolduruyordu. Gökgürültüsü gibiydi. Louis kendini öne atmıştı, mart ayındaki o günde kartalın gölgesinin Bayan Vinton'un arsası üzerine yayılması gibi kendi gölgesini de yerde görmüştü.

Parmakuç-lanyla Gage'in ceketine dokunduğuna yemin edebilirdi. Ancak Gage'in kendini ileri atışı yola çıkmasına neden olmuştu. Gök-gürütlüsüydü tanker, krom üzerindeki güneş

panltısıydı, havalı kornanın kulakları yırtan sesiydi. Cumartesi olmuştu bu, üç gün önce.

«iyiyim,- dedi Steve'e. «Artık gideyim.»

«Kendini toparlayıp onlara yardım edebilirsen kendine de yardım etmiş olacaksın.» Steve koluna sildi gözlerini. «Şimdi üçünüz birlikte aşmalısınız bu günleri, Louis. Başka yolu yok bunun.»

«Tamam.» Louis'in kafasının içinde olay yeniden başlamıştı. Bu kez en sonunda iki adım daha sağa sıçrıyor ve Gage'i ceRe-

•196 —tinden yakabyor. bunlardan hiçbiri de olmuyordu o zaman.

Cenaze evinin salonundaki olay sırasında Ellie, Jud Cran-dall'la sessizce Monopoly oynuyordu.

Bir eliyle zarlan sallıyor, diğer elinde de Gage'le kendisinin resmini sımsıkı tutuyordu.

Steve Masterton, Rachel'in öğleden sonraki ziyarete katılmasının . zararsız olacağım düşünmüştü. Daha sonraki gelişmeler karşısında bu karanndan çok pişman olacaktı.

Goldman'lar Bangor'a o sabah uçakla gelmişler, Holiday Inn'de kalıyorlardı. Rachel'in babası

öğlene kadar dört kere telefon etmişti. Steve giderek sert davranmıştı adama, hatta dör düncü

seferinde tehditkâr bile. İrwin Goldman eve gelmek istiyordu ve cehennemin bütün ifritleri karşısına çıksa bile kimse kendisine kızına bu ihtiyaç anında yardıma koşmasına engel olamazdı. Steve, Rachel'in cenazeyi ziyarete gitmeden önce dinlenmeye ihtiyacı olduğunu, içinde bulunduğu şoktan biraz da olsa kurtulması gerektiğini anlatmaya çalışmıştı. «Cehennem ifritlerinden falan anlamam ben,» demişti, doktorun yardımcısı olan isveç asıllı Amerikalı.

«Rachel kendi isteğiyle insan içine çıkmaya hazır olmadıkça, Creed'lerin evine kimse ayak basmayacak.» O öğleden sonraki ziyaretin ardından ailenin desteğine seve seve bırakacaktı

kadını. O zamana kadar da rahatsız edilmesini istemiyordu.

Yaşlı adam Yidiş diliyle kendisine küfürler etmiş, telefonu küt diye yüzüne kapatmıştı. Steve, Goldman'ın gelip gelmeyeceğini merak ediyordu, ama adam sonunda beklemeyi yeğlemiş

olmalıydı. Rachel öğlene doğru biraz düzelmişti. Hiç olmazsa hangi zaman çerçevesi içinde olduğunu biliyordu. Mutfağa gidip daha sonrası için yiyecek bir şeyler var mı diye bile bakmıştı.

Ste-ve'e, «Daha sonra millet buraya gelecek herhalde, değil mi?» diye sormuştu.

Steve başını salladı. '

Salam ya da soğuk et yoksa da. buzdolabında bir hindi vardı. Rachel hindiyi çıkarıp buzunun çözülmesi için tezgahın üstüne koydu. Steve birkaç dakika sonra mutfağa göz attığında, Rachel kıpırdamadan duruyor, hindiye bakıp ağlıyordu.

•Rachel?»

Kadın Steve'e döndü. «Gage bayılırdı buna. Hele beyaz etine. Bir daha hiç hindi yiyemeyeceğini düşündüm de.»

— 197 —

Steve, Rachel'i yukarı giyinmeye gönderdi. İçinde bulunduğu durumla başa çıkabileceğini gösteren son deneme olacaktı bu. Az sonra Rachel beli» kemerli sade bir siyah elbise ve küçük bir siyah çantayla indiğinde. Steve kadının kendini toparladığına inandı. Jud da aynı

düşüncedeydi.

Rachel'i Steve götürdü. Salonun girişinde Surrendra Hardu' yla durup Rachel'in tabuta doğru yürüyüşüne baktı.

«Nasıl gidiyor?» diye sordu Surrendra.

«Berbat,- diye mırıldandı Steve. «Ne sanmıştın ki?»

•Berbat gittiğini sanmıştım,» diye içini çekti Surrendra.

Sıkıntılar sabahki ziyaret saatinde Irwin Goldman damadıyla el sıkışmayı reddedince başladı.

Çevresinin dost ve akrabalarıyla dolu olması Louis'i içinde bulunduğu şoktan az da olsa çekip almıştı, artık neler olup bittiğine dikkat edebiliyordu.- Doğu Salonunun dışında oturulup sı-gara icüebilecek küçük bir antre vardı. Tören odasına açılan kapının yanındaki altın çerçeveli siyah bir madeni plakanın üzerinde GAGE, WILLIAM CREED yazıyordu. Eski, konforlu bir evi andıran bu geniş beyaz binanın öteki yanma doğru yürüyecek olursanız, orada da bunun eşi bir antreye girerdiniz. Bu da Batı Salonunun dışmdaydı ve buradaki levhanın üzerinde de ALBEK-TA BURNHAM NEDEAU yazıyordu. Evin arka tarafındaysa Nehir Salonu vardı. Bu salonla antre arasındaki levha boştu. Bu salı sabahı salon kullanılmıyordu. Alt katta tabut sergileme salonu yer almaktaydı. Çeşitli modeller tavana asılı küçük ışıldaklarla aydınlatılmıştı. Başınızı kaldırıp yukarı bakarsanız -ki, Lo-uis bakmış ve cenaze evi müdürü de kaşlarım çatmıştı- tavanda garip hayvanlar varmış gibi geliyordu insana.

Gage'in ölümünün ertesi günü, pazar sabahı gelmişti Louis. Alt kata inmişlerdi. Şaşkın bir halde olan Louis koridor boyunca yürüyüp lokantaların salonlarıyla mutfaktan arasındaki kilere benzeyen iki yana açılan beyaz kapıya doğru yürümüştü. Ama Jud da, müdürde aynı anda, «O

yana değil.» demişlerdi. Louis de hiçbir şey söylemeden onlan izlemişti. O kapının ardın- ; da ne olduğunu bilirdi. Amcası da bu işteydi.

Doğu Salonu sıra sıra açılır kapanır iskemleyle doldurul-

— 198 —muştu, kadife sırtlı pahalı iskemlelerdi bunlar. En önde Gage" in tabutu duruyordu mihrap gibi bir yerde. Louis Amerikan Tabut Şirketinin gülağacından olan Ebedi Dinlenme tipini seçmişti, tçi pembe ipek kaplıydı .Müdür iyi bir seçim yaptığını söylemiş ve mavi ipekli bir tane olmadığı, için özür dilemişti. Louis karısıyla kendisinin bu tür aynmlar yapmadıklarım söylemişti. Müdür başını sallamıştı. Louis'e cenaze masraflarını nasıl ödeyeceğini sormuştu sonra. Eğer pahalı

gelecekse daha ucuz olan diğer üç seçeneği gözden geçirebilirlerdi...

Louis kendisini rüyadaymış gibi hissederek, «Hepsini Mas-ter kredi kartımla ödeyeceğim,» diye yanıtladı. "Çok güzel,» dedi Müdür.

Tabut bir metre kadardı, cüce bir tabut. Yine de altı yüz dolar fiyatı vardı. Herhalde oymalı

süsler olmalıydı, ama çiçeklerden görmek pek kolay değildi, daha yakına gitmek de istememişti. O kadar çiçeğin kokusundan midesi bulanıyor öğüre-cek gibi oluyordu.

Kapının hemen içinde bir masa üzerinde bir defter vardı. Bir tükenmez kalem zincirle bağlıydı

masaya. Müdür Louis'in «dostlarım ve akrabalarını karşılamak için» burada durmasını istemişti.

Dostlar ve akrabalar defteri imzalayıp adlannı ve adreslerini yazacaklardı. Louis bu deli saçması âdetin amacının ne olduğunu bilmiyordu, sormadı da. Tören sona erince defteri Rachel'le kendisine vereceklerdi herhalde, saklamaları için. En çılgınca olan şey de buydu. Bir yerlerde lise yıllığı, üniversite yıllığı, tıp fakültesi yıllığı vardı, birde üzerinde yaldızla DÜĞÜN .

GÜNÜM yazan ve Rachel'in o sabah ayna önündeki fotoğrafıyla başlayıp kapalı bir otel odasının kapısı önündeki bir çift ayakkabıyla sona eren bir düğün kitabı... Ellie'nin çocukluk albümü

vardı bir de. ama ondan pek çabuk sıkılmışlardı, İLK SAÇ TRA-ŞIM (bebemin saçından bir tutam yapıştırın) ve EYVAH (bebeğin kıçüstu düşüşünün bir fotoğrafını yapıştırın)...

Şimdi bir de bu çıkmıştı. Ne diyeceğiz buna, diye düşündü Louis ziyaretin başlamasını

beklerken. ÖLÜM ALBÜMÜM? CENAZEME GELENLER? GAGE't GÖMDÜĞÜMÜZ GÜN? Ya da daha ciddi bir şey: AİLEDE BİR ÖLÜM.

Albümün kabım çevirip baktı. DÜĞÜN GÜNÜM albümü gi-

— 109 —bi bu da deri taklidi plastikle kaplıydı.

Üzerinde de hiçbir şey yazmıyordu.

O sabah ilk gelen iyi yürekli Bayan Dandridge oldu. Ellie ve Gage'le o kadar oturan, çocuklara bakan kadıncağız. Louis, i Victor Pascovv'un öldüğü akşam çocukları alanın Bayan Dand- ı

ridge olduğunu hatırladı. O çocuklara bakmış, Rachel de kendi- j siyle önce banyoda, sonra yatakta sevişmişti.

Bayan Dandridge ağlamış görünüyordu, Louis'in, sakin, taş l gibi yüzünü görünce kadın yeni bir ağlama nöbetine tutuldu. El-i lerüü adama doğru uzattı. Louis kadını kucakladı. Bu işin an-1

çak böyle düzeleceğini düşünüyordu-, iki kişi arasında bir çeşit] insani elektrik akımı gider gelir, kayıp duygusunun katılığını yumuşatırdı.

«Çok üzüldüm,» diyordu kadın koyu san saçlarını solguı yüzünden geri iterek. «Öylesine tatlı bir oğlandı ki... Onu çoi severdim, Louis. Çok üzgünüm. Berbat bir yol orası. Umanr o sürücüyü ömrünün sonuna kadar içeri tıkarlar, çok hızlı gi-j diyordu. Öylesine tatlı bir oğlandı

ki... Tann neden onu yanın* istedi, ama biz bunu anlayamayız, değil mi, çok çok üzüidür bilemezsin ne kadar üzüldüm.»

Louis kadını sakinleştirmeye çalıştı. Gözyaşlarını yakasın* da, göğüslerini göğsünün üstünde hissediyordu. Kadın Rachel'in nerede olduğunu sordu, Louis dinlenmekte olduğunu söyledi.

Kadın onu gidip göreceğini, istedikleri zaman Ellie'ye bakabileceğini söyledi. Louis kadına teşekkür etti.

Kadın hâlâ burnunu çekerek, gözleri eskisinden daha kırmızı tabuta doğru yürürken Louis arkasından seslendi. Adını anımsayamadığı müdür kendisinden gelenlerin defteri imzalamalarını istemişti.

Esrarlı konuk, lütfen defteri imzalayın, diye düşünürken az daha kahkahalarla gülecekti.

Misry'nin acı dolu bakışları gülmesini silip attı.

•Missy, defteri imzalar miydin?» Başka bir şey daha söyleme ihtiyacını duyduğu için de,

«Rachel için,» diye ekledi.

•Elbette. Zavallı Louis, zavallı Rachel.» Louis birden kadının bunun ardından ne söyleyeceğini kestirdi, her nedense bunu duymak istemiyordu, ama yine de bir katilin tabancasından çıkan kara bir kurşun gibi geliyordu işte, bu kurşunun bir buçuk

— 200 —saat boyunca sayısız kez vücuduna gireceğini hissediyordu ve ondan sonra da, daha sabahın yaralan kanarken, bir de öğleden sonra...

«Tanrıya şükürler olsun ki, acı çekmedi, Louis. Hiç olmazsa çabuk oldu.»

Evet, çabuk oldu. diye düşündü Louis. Aklının, gerisindeki sözcükleri kadının yüzüne fırlatmak isterdi. Çabuk oldu, hiç kuşkun olmasın. O yüzden tabut kapalı zaten. Mağazalardaki mankenler gibi giydirilmesini ve makyaj yapılmasını isteseydik bile Gage için yapılacak bir şey yoktu. Çok çabuk oldu, Missy, bir dakika önce yoldaydı, bir dakika sonra da yatıyordu. Ama tâ

Ringer'lerin evinin orada. Tanker oğlana çarptı, öldürdü, sonrada sürükledi, inan ki, çok çabuk oldu. Yüz metre kadar, bir futbol alanı yani. Ardından koştum, Missy. Durmadan adını

tekrarlıyordum. Sanki hâlâ sağ kalabileceğini umuyormuşum gibi, üstelik doktordum ben. On metre kadar ilerde beyzbolcu şapkası vardı, yirmi metre daha koştum, ayakkabılarından birini gördüm, kırk metre ilerdeydi tanker, Ringer'lerin samanlığının ötesine devrilmişti. Millet evinden çıkıyordu, bense durmadan oğlana sesleniyordum, Missy. Elli metre çizgisinde kazağı

vardı, tersyüz olmuştu, yetmiş metre çizgisinde öteki ayakkabısı, az ötede de Gage'in kendisi vardı.

Dünya birden grileşmişti. Hiçbir şey göremiyordu. Kitabıa durduğu masanın avucuna battığını

hissediyordu, ama hepsi o kadar. '

«Louis?- Missy'nin sesi. Uzak. Kulağında kumruların esrarlı sesleri.

-Louis?- Daha yakın şimdi. Korkulu.

Dünya yeniden görünür oldu.

«İyi misin?»

Gülümsedi Louis. «İyiyim. Missy.»

Kadın kendisi ve kocası için imzaladı- Bay ve Bayan Dand-ridge, Rural Box, 67, Old Bucksport Caddesi. Sonra gözlerini kaldırıp baktı Louis'e, hemen indirdi başını, sanki Gage'in öldüğü

yolda oturmak bir suçmuş gibi.

«Kendine iyi bak, Louis,» diye mırıldandı. David Dandridge elini sıkıp belli belirsiz bir şeyler mırıldandı. Sonra karısının ardından Gage'in hiç görmediği ve kendisi-

— 201 —ninde orada hiç bilinmediği Ohio, Storyville'de yapılmış olan tabuta bakmak için yürüdü.

Dandridge'lerin ardından hepsi sökün ettiler. Louis hepsini tek tek karşıladı, ellerini sıktı, kucakladı, gözyaşlarını kabul etti. Koyu gn ceketinin kolu ve yakası az sonra iyice ıslanmıştı.

Çiçeklerin kokusu oraya kadar geliyor, ortalığı cenaze kokusuyla dolduruyordu. Çocukluğundan hatırladığı bir kokuydu bu. Louis'e Gage'in çok acı çekmediği otuz iki kere. Tanrının islerine akıl ermez yirmi beş kere, şimdi meleklerin yanında artık da on iki kere söylendi.

Bu durum artık iyice sinirine dokunmaya başlamıştı. Tıpkı bir insanın adının defalarca tekrarlanması adın anlamını ve ki siliğini kaybettireceği gibi, bu sözcükler de her seferinde biraz daha içine işliyordu. Kayınpederiyle kaynanası kaçınılmaz bir şekilde karşısında belirdikleri sırada artık kendini çok yumrun almış bir boksör gibi hissediyordu.

Aklına ilk gelen şey Rachel'in haklı olduğuydu. Invin Goldman gerçekten yaşlanmıştı. Kaç

yaşındaydı? Elli sekiz mı. elli dokuz mu? Şimdiyse yetmiş yaşında gösteriyordu. Çıplak kafası

ve çerçevesiz gözlükleriyle İsrail Başbakanı Menahem Begin'ı andırıyordu. Rachel Şükran Günü

tatilinden döndüğünde babasının yaşlandığını söylemişti ama Louis bu kadarını beklemiyordu.

Belki de o zaman bu kadar kötü değildi, diye düşündü. Yaşlı adam o zaman torunlarından birini kaybetmiş değildi.

Yüzü iki üç kat kara tul altında belli belirsiz olan Dory kocasının yanındaydı. Saçları modaya uygun olarak maviye boyanmıştı. Amerikalı üst sınıf yaşlı kadınların pek tuttukları renge. Kadın kocasının koluna girmişti. Louis peçenin ardında yalnızca kadının parıltılı gözlerini seçebiliyordu.

Birden geçmişi artık geçmişte bırakmanın doğru olacağına karar verdi. O eski kini güdemezdi artık. Birdenbire çok ağır bir yük gibi geliyordu bu. Belki de bütün o soğuklukların toplam ağırlığıydı bu.

•Invin. Dory,» diye mırıldandı. «Geldiğiniz için teşekkür ederim.»

Rachel'in bftbasıpm elini sıkmak ve annesini kucaklamak, hatta belki de ikisini de kucaklamak istermiş gibi kollarını iki

— 202 —yana açtı. Her ne olursa olsun ilk kez olarak gözleri sulanmıştı, bir an için eski kırgınhkİan unutabileceklerini, Gage'in ölümüyle hiç olmazsa bunu başarabildiğini düşündü. Sanki romantik bir roman kahramanıymışlar gibi ölümün bedeli barışma oluyor, ölüm bu saçmasapan ve amaçsız acının yerine daha yapıcı bir şey getiriyordu.

Dory de belki kendi kollarını açıp damadına doğru yürümek için bir hareket yaptı. «Ah Louis...»

falan gibi bir şey söylemeye başladı. Ama Goldman karısını geri çekti. Bir an kendilerinden başka kimsenin farketmediği bir tablo gibi durdular (Doğu Salonunun bir köşesinde duran cenazeevi müdürü görmüş olabilirdi, Cari Amca olsa görürdü): Louis'in kollan yan uzanmış, Irwin'le Dory bir düğün pastasındaki figürler gibi dimdik ve hareketsiz...

Louis kayınpederinin gözlerinin yaşlı olmadığını gördü, adamın gözleri parlak ve nefret doluydu. (Kendisini kızdırmak için Gage'i öldürdüğümü mü düşünüyor?) • Adamın gözleri kendisini ölçüyor gibiydi, sanki Louis adamın kızını kaçırmış, sonra kıza bu derdi getirmiş olan önemsiz biriydi... Adamın bakışları Louis'in soluna, Gage'in tabutuna kayınca yumuşadı ancak.

Lcuis son bir çaba daha gösterdi. «Irvvin. Dory. Lütfen. Bir olmalıyız şu anda.»

"Louis,» dedi Dory ve yanından geçip yürüdüler. Belki de Irwın Goldman ne sağına, ne soluna bakmadan sürüklemişti karısını. Louis Creed'e bakmadığı ise kesindi. Tabutun yanına geldiler, Goldman ceketinin cebinden küçük kara bir takke çıkardı.

Defteri imzalamadın, diye düşündü Louis. O anda midesinden öylesine asit dolu bir gaz yükseldi ki, ıstırapla yüzünü buruşturdu.

Sabah ziyareti sona ermişti. Louis eve telefon etti. Karşıcısına çıkan Jud durumun nasıl olduğunu sordu. «İyi.» dedi Louis. Steve'le konuşmak istedi.

«Kendi başına giyinebilü-se bu öğledensonra oraya gitmesine izin veririm.» dedi Steve. «Sence bir sakıncası var mı?»

-Yok,» dedi Louis.

•Nasılsın Lou? Doğruyu söyle, sen nasılsın?»

— 203 —

•İyiyim. İdare ediyorum işte.» Hepsine imzalattım defteri. Doryle tnvin dışında. Onlar imzalamadılar.

«Pekâlâ. Öğle yemeğinde buluşalım mı?»

Yemek. Yemekte buluşmak. Bu öylesine garip bir düşünceydi ki, Louis çocukluğunda okuduğu bilimkurgu romanlarını düşündü. Quark gezegeni yerlilerinin garip bir gelenekleri var. Teğmen Abelson; «öğle yemeğinde buluşuyorlar.» Bunun ne kadar çirkin ve vahşi göründüğünü

biliyorum, ama bu gezegenin henüz gelişmemiş olduğunu unutmayın.

•Olur,» dedi Louis. «Tabutu iki ziyaret arasında yemek yenecek iyi bir yer neresidir, Steve?»

«Sakin ol, Lou.» Steve aslında pek huzursuzluk duymamıştı bu soru karşısında. Bu çılgın sakinlik anında Louis insanlann içini eskisinden çok daha iyi görebiliyordu. Belki de yalnızca kendi hayaliydi, ama Steve'in şu anda bir safra gibi ağızdan çıkarılan böylesine ani bir olayı

daha önceki ilgisiz haline yeğleyeceğini düşünüyordu.

«Merak etme,» dedi Steve'e. «Benjamin'e ne dersin?»

«İyi olur.»

Louis cenazeevi müdürünün odasından telefon etmişti. Şimdi Doğu Salonunun önünden geçerken odanın bomboş olduğunu gördü. Yalnızca İrvvin ve Dory Goldmann en ön sırada başlan eğik olarak oturuyorlardı. Louis onlann sonsuza dek orada oturacaklarını düşündü.

Benjamin lokantası iyi bir seçimdi. Bangor erken yemek yenilen bir kasaba olduğundan saat birde bomboş sayılırdı. Steve ve Rachel'le birlikte Jud da gelmişti, dördü de tavuk kızartması

yediler. Rachel bir ara tuvalete gitti, ancak orada o kadar uzun kaldı ki, sonunda Steve meraklandı. Garson kadına gidip bakmasını söyleyecekti ki, Rachel gözleri ağlamaktan kızarmış

olarak döndü yanlarına.

Louis tavuğuna pek el sürmeden biraz fazlaca bira içti. Jud da pek konuşmadan içti onun kadar.

Dördünün de tabakları dolu olarak kaldırıldı. Louis güzel yüzlü şişmanca garson kızın yemeklerini beğenip beğenmediklerini sormayı düşünür gibi kendilerine baktığını farketti, ama kız Rachel'in kızarmış gözlerini görünce bunu sormanın doğru olmayacağını anlamış gibiydi.

Kuhvelerini içerlerken Rachel öy-

— 204 —leşine birdenbire ve dobra dobra konuştu ki. hepsi, en çok da biradan gözleri kapanan Louis, birden şoka uğramış gibi oldular. «Bütün giyeceklerini Selamet Ordusuna vereceğim.»

«Öyle mi?» dedi Steve bir süre sonra.

«Evet. Çoğu daha uzun .zaman işe yarar. Tulumları... pantolonları... gömlekleri. Biri onları

aldığına sevinir. Hepsi de işe yarar. Giydikleri dışında tabii. Üstündekiler... berbattı.»

Son sözcüğü boğulur gibi 'söylemişti. Kahvesini içmeye çalıştı ama bir işe yaramadı bu da. Az sonra ellerini yüzüne kapatmış hüngür hüngür ağlıyordu.

Garip bir an içindeydiler. Gerilim hatları örülüyor gibiydi. Hepsi de Louis'de son buluyordu.

Louis bütün gün hissettiği o içseziyle hissediyordu bunu. Garson kız bile bu bilinçlilik çizgilerinin bir noktada toplandığını hissediyordu. Tabaklan yerleştirdiği yan masada işini bırakıp kendisine baktığını farketti. Louis bir an şaşırdı, ama sonra anladı: Kansını

sakinleştirmesini avutmasını bekliyorlardı.

Yapamıyordu bunu. Yapmak istiyordu. Bunun kendi görevi olduğunu biliyordu. Yine de yapamıyordu işte. Kendisine engel olan şey, kediydi. Hiçbir nedeni olmadan. Kedi. Lanet olasıca kedi. Parçalanmış fareleri ve sonsuza dek yerde kalmaya mahkûm ettiği kuşlanyla Church. Louis öldürülmüş hayvanları bulduğunda hiç yakınmadan, itiraz etmeden hatta, temizlemişti pisliği. Ne de olsa onlar kendisinin sayılırdı. Ama bunu da mı kendisi almıştı?

Parmaklarına baktı. Louis parmaklanın gördü. Gage'in ceketine hafifçe dokunan parmakları.

Sonra da Gage'in ceketi gitmişti. Gage de gitmişti.

Kahve fincanının içine baktı ve yanı başında kansınm avutulmadan ağlamaya devam etmesine aldırmadı.

Bir an sonra -süre olarak çok azdı kuşkusuz, ama geçmişi hatırlamak bakımından çok uzun gelmişti- Steve kolunu kadının omzuna dolayıp hafifçe sıktı. Louis'e bakan gözlerinde öfke ve serzeniş okunuyordu. Louis bakışlarını Jud'a kaydırdı. Ama adam da sanki utanmış gibi önüne bakmaktaydı. Ondan da bir yardım geleceği yoktu.

— 205 —37

< Böyle bir şey olacağını biliyordum,» dedi îrvın Goldman Butun kıyamet de bundan sonra kopmuştu. «Seninle evlendiğinde biliyordum bunu. Başına büyük işler açacaksın, dayanamayacağın kadar büyük işler, dedim ona Bak şimdi işte. Bu. . bu pisliğe... bak.-Lcuis takkesiyle birden karşısında beliriveren kayınpederine baktı. Sonra imza defterinin yanında olması gereken Rac-lıtl. -ogledensonra nöbeti onundu- baktı, ama Rachel görünü1'-lerdc yoktu.

Ogledensonrakı ziyaret saati daha az kalabalıktı. Yaran saat kadar sonra Louis ön sıraya gidip oturmuştu. Çiçeklerin baygın kokusu dışında çok yorgun olduğundan ve uykusunun geldiğinden başka bir şey düşünemiyordu. Biradan olmalıydı biraz da. Zihni sonunda artık kepenklerini kapamaya karar vermişti İyi bir şey olmalıydı bu. Belki de on beş, on altı saatlik bir uykudan sonra Rachel'i az da avutacak gücü bulurdu kendisinde Bir süre sonra başını öne eğmiş, dizleri arasındaki ellerine bakıyordu. Arkalardan gelen mırıltılar insana rahatlık veriyordu. Yemekten döndüklerinde İrwin'le Dory'nin orada olmadıklarına sevinmişti, ancak uzun süre orada olmayacaklarını düşünmek fazla iyimserlik olurdu.

• Rachel nerede?» diye sordu.

Annesiyle. Olması gereken yerde.» Goldman büyük bir iş başarmış bir insanın zafer dolu sesiyle konuşmuştu. Soluğu viski kokuyordu. Hem de biraz fazlaca. Louis'in önünde, mahkeme salonunda suçluluğu yüzünden okunan bir sanığın önünde duran bir savcı gibi duruyordu.

Ayaklan üzerinde sallanmaktaydı.

Louis içinde bir korku dalgasının kabardığını hissederek, «Ne dediniz ona?- diye sordu.

Goldman'in bir şeyler söylediğinden emindi. Adamın yüzünden okunuyordu bu.

— 208 —

«Yalnızca gerçeği, insan ana babasızım isteklerine karjı çıkıp evlenirse başına işte bunlar gelir, dedim. Ona...»

«Gerçekten bunu mu söyledin?» diye Louis kulaklarına ina-namayarak sordu. «Bunu gerçekten söylemiş olamazsın.»

«Bu kadarla kalsa iyi.» dedi Goldman. «Sonunda buna benzer bir şey olacağını biliyordum zaten. Seni ilk gördüğümde nasıl bir insan olduğunu anlamıştım.» Ağzından viski kokulan yayılarak yaklaştı Louis'e. «Seni bir bakışta anlamıştım, doktor müsveddesi. Kızımı

saçmasapan bir evliliğe kandırdın, onu hizmetçiliğe zorladın, sonra da oğlunun biı trafik kazasına kurban gitmesine göz yumdun...»

Louis söylenenlerden çoğunu duymamıştı bile.

••Ona bunu söyledin mi?» diye tekrarladı. «Gerçekten söyledin mi?-

«Umanm cehennemde cayır cayır yanarsın.» Goldman sesini yükselttiği için şimdi herkes kendilerinden yana dönüyordu. Invin Goldman'm kanlı gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Soluk floresan lambaları altında çıplak kafası parlıyordu. ••Güzelim kızıma hizmetçilik yaptırdın...

geleceğini mahvettin... torunumun bir köy yolunda pis bir şekilde ölmesine göz yumdun...-Sesi birden yükseldi.

«Neredeydin o sırada? O yolda oynarken sen kıçüstü otu-rup keyfine bakıyordun, değil nü? O

budalaca tıbbi yazılarını düşünüyordun, öyle mi? Ne yapıyordun, ulan bok herif? Seni çocuk katili... Seni...»

Doğu Salonunun ön tarafındaydılar. Louis kolunun havaya kalktığını gördü. Ceketinin kolunun geri çekildiğini, beyaz gömleğinin manşetinin ortaya çıktığını gördü. Bir kol düğmesinin hafif parıltısı göründü. Rachcl üçüncü evlilik yıldönümlerinde vermişti kol düğmelerini, bunlan kocasının günün birinde o zaman henüz doğmamış olan oğullarının cenazesinde takacağını

bitmemişti. Yumruğu kolunun ucunun bir uzantısıydı. Goldman in ağzına dokunmuştu. Yaşlı

adamın dudaklarının edildiğini hissetti. Tiksinti verici bir duyguydu bu. Bir sümüklüböceği yuın-ruğuyla ezmek de insana aynı duyguyu verirdi. HU,bır tatmin duygusu yoktu. Kayınpederinin dudaklarının eti altında dişlerinin sertliğini hissediyordu.

Goldman geri geri yürüdü. Kolu Gage'in tabutuna çarptı,

— 207 —tabut yerinden kaydı. Çiçek dolu bir vazo büyük bir gürültüyle devrildi. Biri bir çığlık attı.

Rachel annesini tutmaya' çalışıyordu. Çığlığı atan oydu. Salonda bulunan on on beş kişi korku ve dehşetten donmuş gibiydiler. Steve. Jud'u Ludlow'a götürmüştü daha önce. Jud'un bu sahneyi görmesini istemezdi Louis, bunun için sevinmişti. Çirkin bir sahneydi bu.

«Canını acıtma!» diye bağırdı Rachel. «Louis, babama bir şey yapına.>-

• Yaşlıları dövmekten hoşlanırsın, değil mi?- diye şişkin çek def terli Goldman bağırdı.

Ağzından kanlar akmasına rağmen sırıtıyordu. 'Yaşlıları dövmekten hoşlanırsın, değil mi? Hiç

şaşmadım buna, pis orospu çocuğu. Hiç şaşmadım.»

Louis dönünce, Goldnıan damadının boynuna bir yumruk indirdi Louis buna hazırlıklı değildi.

Elinin tersiyle vurmuştu. İki saat sonra bile yutkunmakta güçlük çekeceği bir patlama oldu boğazında. Başı geriye savruldu, dızüstiı çöktü yere.

Önce çiçekler, sonra da ben, diye düşündü. Gülmek istedi ama içinde gülme yoktu. Boğazından hafif bir hırıltı koptu.

Kachel bir çığlık daha attı.

Ağzından kanlar akan İr\nn Goldman damadının dizüstü durduğu yere doğru ilerleyip Louis'in böbreklerine bir tekme indirdi. Yakıcı bir sancı kapladı Louis'in vücudunu. Karınüstü düşmemek için elini iskemlenin kenarına dayadı.

«Yaşlılara karşı bile bir bok yapamıyorsun!» diye heyecanla bağırdı Goldman. Louis'e bir tekme daha indirdi. Bu kez böbreğine isabet ettirememiş ama sol kalçasına vurmuştu. Louis acıyla bağırdı ve halının üzerine yığıldı. Çenesi küt diye vurdu yere. Oilini ısırdı.

«İşte!- diye bağırdı Goldman. -Pis herif, evime ilk geldiğinde kıçına böyle bir tekme indirmeliydim! Al bakalım!» Bu kez öteki kalçasına indirdi tekmeyi. Hem ağlıyor, hem sırıtıyordu. Louis ilk kez o an Goldman'in traş olmadığını farketti.. yas belirtisiydi bu. Cenaze evi müdürü onlara doğru koştu. Rachel de annesinin ellerinden kurtulmuş bağırarak koşuyordu.

Louis beceriksiz bir hareketle yan dönüp oturdu. Kayınpederi bir tekme daha attı, Louis adamın ayakkabısını iki eliyle yakalayıp olanca gücüyle geri itti.

— 208 —

Goldman bir çığlık atarak geriledi, dengesini bulmak için kollarını iki yana açtı ve Ohio'nun Storyville kasabasında yapılıp pek de ucuz olmayan Gage'in tabutunun üstüne düştü.

Müthiş Öz oğlumun tabutu üstüne düştü, diye düşündü Louis. Tabut üzerinde bulunduğu masadan aşağı yuvarlandı. Önce sol ucu, ardından da sağ ucu yere çarptı. Kilidi kırıldı. Bağırıp çağırmalar, ağlamalar, hatta Goldman'ın kükremeleri arasında Louis kilidin çatırtısını duydu.

Tabut tümüyle açılıp Gage'in zavallı kalıntıları yere dökülmemişti. Louis bunun, tabutun yan değil de düz düşmesine başlı olduğunu biliyordu. Öteki türlü de düşebilirdi ama. Yine dt kapağın kırık kilidin açılıp kapandığı o bir an içinde gri bir şey görmüştü, Gage'in cesedini sarmak için aldıkları elbise. Bir parça da pembelik. Gage'in eli belki de.

Louis yerde otururken elleriyle yüzünü örtüp ağlamaya başladı. Kayınpederiyle, MX füzesiyle, eriyen dikişlerle, evrenin sıcaktan yokolması tehlikesiyle hiçbir ilgisi kalmamıştı artık. Louis Greed o anda ölmeyi istiyordu.

Tabutu tutan ayaklardan biri devrilmişti, diğeri de rahibin konuşacağı kürsüye dayanmıştı.

Çiçekler arasında serili yatan Goldman da ağlıyordu. Devrilen vazolardan dökülen su basmıştı

yeri. Parçalanmış ve ezilmiş çiçeklerden daha baygın bir koku yayılıyordu şimdi.

Bachel hiç durmadan bağırıyordu.

Louis karısının çığlıklarına karşılık veremiyordu. Elleriyle yüzünü örtmüştü, kimsenin kendisini görmesini istemiyordu, ağlamaktan ıslanmış yüzünü, kaybını, suçluluğunu, acısını, utancını, en önemlisi de ölüp de bu karabasandan kurtulmak için korkakça isteğini görmelerini istemiyordu.

Cenaze evi müdürü Dory Goldman'la Rachel'i dışarı çıkardı. Rachel hâlâ bağırıyordu. Daha sonra, başka bir odada (Loufs burasının kederden kendilerinden geçenler için olduğunu düşündü, İsteriye Tutulanlar Salonu belki de) karısı birden sakinleştı. Louis artık kendisine gelmişti, karısına yatıştırıcı bir şey verdi ve ikisinin yalnız bırakılmalarını istedi.

Evde karısını hemen yatırıp sakinleştirici bir iğne daha yaptı. Sonra örtüyü çenesine kadar çekip balmumu rengini almış yüzüne baktı.

— 209—

Hayvan Mezarlığı — F: 14

«Çok üzgünüm, Rachel. Olanların olmamış olması için her şeyimi verirdim.»

••önemi yok.» Rachel arkasını döndü kocasına.

iyi misin? diye soracaktı Louis. Ama gerçekçi bir soru değildi bu, bilmek istediği şey bu değildi.

Sonunda, «Ne kadar kötüsün?» diye sordu.

«Çok kötüyüm,» Louis. «Berbatım hatta.»

Bir şeylerin daha söylenmesi gerekirdi, ama Louis başka bir şey düşûnemiyordu. Birden Bachel'e de, Steve Masterion'a da Miss Dandridge'le kocasına da, geri kalan hepsine de kızdı.

Neden her şey kendisinden bekleniyordu? Ne boktan bir ist» bu?

Işığı söndürüp çıktı. Kızına da daha fazla bir şey vereme d iğini farketti az sonra.

Yan karanlık odada kıza bakarken bir an onun G&gt olduğunu düşündü. Tüm olup bitenler bir karabasandı. Pasco\\ un kendisini ormana götürmesi gibi. Gölgeler de böyle düşünmesini kolaylastınyordu. Odadan yalnız Jud'un kıza vakit geçirmesi için getirdiği portatif televizyonun değişken ışığı vardı

Gage değildi odadaki ama. Ellie'ydi. Kız hem Gage'in res mini tutuyor, hem de Gage'in iskemlesinde oturuyordu. Oğlanın iskemlesini odasından alıp kendi odasına taşımıştı. Oturacak yeri ve sırtı bezden bir film yönetmeni iskemlesiydi bu. Sırtında GAGE yazıyordu. Rcchel bir katalogtan görüp ısmarlamıştı bunlardan dört tane. Her biri için. Arkalannda da kendi adlan yazardı

Ellie'ye pek küçük geliyordu Gage'in iskemlesi. Güçlükle sıkışmıştı içine, Poloroid resmi göğsüne bastırmıştı. Televizyonda oynayan filme bakıyordu.

Louis televizyonu kapattı. «Yatma zamanı geldi, Ellie.

Kız kalktı, iskemleyi dikkatle katladı. Onu da yatağına götürmeye hazırlandığı anlaşılıyordu.

Louis iskemle hakkında bir şeyler söylemek istedi, söyleyemedi, sonunda, -Seni yatırmamı

ister misin?» diye sordu.

«Lütfen.»

•Bu gece annenle yatmak ister miydin?»

•istemem, teşekkür ederim.»

•Emin misin?»

— aıo—

Kız hafifçe güldü. «Evet, annem üstümden örtüyü çekiyor hep.-Louis de gülümsedi. «Gel öyleyse.»

Ellie iskemleyi yatağına alacağı yerde hemen yanı başında yeniden açtı. Garip bir fikir geldi Louis'in aklına, dünyanın en küçük psikiyatrının muayene odasındaydı sanki.

Kız soyunurken kendisiyle Gage'in resmini yastığının üstüne bıraktı. Pijamasını giydi, resmi aldı, dişlerini fırçalamak için banyoya gitti. İşini bitirdikten sonra resmi alıp yatağına girdi Louis kızın yanına oturdu. «Ellie, bilmeni istediğim bir şev var. eğer birbirimizi sevmeye devam edersek, bunu atlatırız.»

Ağzından çıkan her sözcük ıslak saman balyalan kadar ağırdı. Louis sözünü bitirdiğinde kendini tükenmiş hissediyordu. Ben Tannya dua edeceğim Gage'in geri gelmesi için,» dedi Ellie.

• Tann isterse onu yeniden verir bize... O istediği her şeyi yapar.-

^Ellie. Tann böyle işler yapmaz.» Louis klozetin kapağı üstünde oturmuş kendisine o bulanık gözleriyle bakan Church'u görür gibiydi.

Yapar.» dedi Ellie. «Kilise okulunda öğretmen bize Laza-rus'u anlattı. Adam ölmüştü, ama Isa onu diriltti. 'Kalk Lazarus' dedi. öğretmen mezarlıktaki herkesi isteseydi diriltebileceğini söyledi. Ama O yalnız Lazarus' u diriltmek istemişti.»

Saçmasapan bir şey söyledi Louis (ama zaten o gün saçmalıklarla doluydu) «O çok eskidendi, Ellie.»

3en onun şeylerini hazır tutacağım. Resmini aldım, iskemlesinde oturacağım...»

Ellie, Gage'nin iskemlesi çok büyük geliyor sana.» Louis kızın gözlerinin altındaki mor halkaları

görüyordu. Kızı o halde görmek için öylesine burkmuştu ki, bakışlarını çevirdi. Gage'in iskemlesi kırılmaya başladığında belki de olanları biraz daha fazla anlamaya başlayacaktı.

«Resmini hep taşıyacağım, iskemlesinde de oturacağım.» dedi E!lie. «Onun kahvaltısını da yiyeceğim.» Gage'le Ellie ya hiçbir şey yemez ya da haşlanmış bir yumurta yerdi. «Hiç

sevmediğim halde fasulye de yiyeceğim. Sonra Gage'in resimli kitap-

— 211 —lannı okuyacağım. Hepsini hazır tutacağım... eğer... eğer...»

Kız ağlıyordu şimdi. Louis onu avunmaya çalışmadan alnına düşen saçlarını geri itti. Kızın söylediği şeyler çılgıncasına bir mantık taşımıyor değildi. Hattan açık tutuyordu. Olayı canlı

tutuyordu. Gage'i hep şimdiki zamanda tutuyor, onun kaybolup unutulmasına izin vermiyordu... şunu yapmıştı Gage... bunu yapmıştı... şöyle demişti... müthiş bir çocuktu...

Bütün bunlar insanın içindeki sızıyı azaltınca, artık önemsizleşecekti. Ellie bunu anlıyordu belki de. Louis, Gage'in ölü olarak bırakılmasının ne kadar kolay olacağını düşündü.

«Ellie, ağlama artık.»

Kız on beş dakika daha ağladı. Gözyaşları dinmeden uyudu sonra. Aşağıda saat onu çaldı.

Onu yaşat, Ellie, eğer istediğin buysa, diye düşünerek öptü kızını Louis. Ruh doktorları

bunun sağlıksız bir şey olduğunu söylerler herhalde, ama ben senin yanındayım. Biliyorum ki, bir; gün, belki de bu cuma, gelecek ve sen resmi taşımayı unuta-j çaksın. Bahçede bisikletinle dolaşırken, ya da evin arkasında ge-j zerken, veya Kathy McGown'a gidip bebeklerine elbise dikerken < resmi bu boş odada yatağının üstünde bırakacaksın. Gage se-| ninle olmayacak ö

zaman. İşte Gage o zaman artık gidecek ve f 1984'te Olan Bir Şey olarak hatırlanacak sonra.

Louis odadan çıkıp bir an merdiven başında durdu, yatıp| yatmamayı düşündü.

Ama neye ihtiyacı olduğunu biliyordu ve onu almak içir. aşağı indi.

Louis Albert Creed düzenli bir biçimde başladı sarhoş oı-maya. Bodrumda beş kasa bira vardı.

Louis bira içerdi, J Steve ve Missy Dandridge de. Eve geldiği bir iki kez Charlton bile birayı bir kadeh şaraba tercih etmişti. O yüzden Rachcl geçen kış bir gün gidip on kasa Schlitz Light almıştı, A.P. Bira fabrikasında ucuz satışlar başlayınca. Eve her konuk geldiğinde Orrington'a gitmekten kurtulursun, demişti. Üstelik hep Robert Parker'in sözünü hatırlatırsın bana: Dükkânlar kapandıktan sonra buzdolabındaki bira en iyi biradır. Tamam mı? Onun için şimdi bu hafif birayı iç ve tasarruf ettiğin parayı düşün. Geçen kış. tşler yolunda gittiği zaman. İşler yolunda gittiği zaman. İn-

— 212 —san kafasının böylesine önemli bir ayrımı bu kadar kolaylıkla yapabilmesi gerçekten garipti.

Louis bir kasa çıkartıp biraları buzdolabına yerleştirdi. Sonra bir teneke alarak buzdolabının kapısını kapatıp birayı açt. Dolabın kapatıldığını duyan Church yerde kayar gibi kilerden çıkıp Louis'e baktı. Kedi adama çok yaklaşmamıştı. Louis hayvanı biraz fazlaca tekmelemiş

olmalıydı. *

•Sana bir şey yok,» dedi hayvana. «Bugünkü yemeğini yedin. Başka bir şey istiyorsan git bir kuş öldür.»

Church başını kaldırmış yüzüne bakıyordu. Louis biranın yansını bir yudumda içti, hemen başı

dönmeye başlamıştı.

«Onlan yemiyorsun bile, değil mi? öldürmek yetiyor da artıyor sana.»

•Church yiyecek bir şey bulamayacağını anlamış gibi oturma odasına doğru yürüdü, bir an duraksayan Louis de hayvanın ardından gitti.

Louis koltuğuna oturup kediye baktı bir daha. Church televizyonun önündeki kilime çökmüş

dikkatle bakıyordu Louis'in yüzüne. Herhalde adamın saldırganlığa kapılıp ayağını harekete getirdiği takdirde kaçmaya hazırdı.

Louis birasını kaldırdı. «Gage'e!» dedi. «Sanatçı, Olimpiyat yüzücüsü ya da Birleşik Devletler Başkanı olabilecek olan oğluma. Ne diyorsun ha, pis hayvan?»

Church o donuk, garip gözleriyle bakıyordu yüzüne.

Louis incinmiş boğazını acıtan iri yudumlarla içti birasının geri kalanını, sonra gidip bir kutu daha aldı.

Louis üç kutu birayı bitirdiğinde o gün ilk olarak bir tür dengeye kavuşmuş gibiydi. Altıncıyı

bitirdiğindeyse bir iki saat içinde uyuyabilme olanağı belirmişti artık. Sekizinci ya da dokuzuncuyu buzdolabından alıp döndüğünde (şimdi artık sallanarak yürüyordu) gözleri kediye ilişti; Church kilimin üstünde uyukluyor, ya da öyle görünüyordu. Fikir aklına o kadar doğal bir halde geldi ki, sanki hep oradaydı da ortaya çıkacak bir zaman kolluyordu.

Ne zaman yapacaksın? Ne zaman gömeceksin Gage'i Hayvan Mezarlığına?

Hemen ardından da, ,

Lazarus, kalk.

— 213 —

Ellie'nin uykulu sesi:

öğretmen isteseydi mezarlıktaki herkesi diriltebileceğini söyledi.

Öylesine güçlü bir ürperti başlamıştı ki, Louis sarsılmamak için kendi vücudunu tutmak zorunda kaldı. Ellie'nin okuldan ilk döndüğü günü anımsıyordu. Gage kucağında uyuyakalmıştı, Raîhel'le Ellie'nin «Old MacDonald» ve Bayan Berryman hakkında söylediklerini dinliyorlardı.

Hele çocuğu bir yatırayım, demişti. Sonra Gage'i yukarıya götürdüğünde birden korkunç bir önsezi duymuştu içinde. Şimdi anlıyordu artık: Daha eylül ayın-dayken Gage'in yakında öleceğini biliyordu. Benliğinin bir bölümü Müthiş Oz'un çok yakında olduğunu biliyordu.

Saçmaydı bu. palavraydı, kör inançtı... ama gerçekti. Biliyordu. Louis birasını gömleğine döktü.

Church akşamın kedi tekmeleme saati geldi mi diye yorgun bir tavırla basını kaldırıp baktı.

Louis birden Jud'a sorduğu soruyu hatırladı: Jud'un kolunun nasıl titrediğini, masanın üstünden iki boş bira şişesini nasıl devirdiğini anımsadı. Biri de kırılmıştı hatta. Böyle şeyler hakkında konuşulmaz, Louis.

Ama böyle şeyler hakkında konuşmak istiyordu... en azından düşünmek istiyordu. Hayvan Mezarlığı. Hayvan Mezarlığının ötesinde ne olduğu. Korkunç çekiciydi bu fikir. Reddedilmesi olanaksız bir mantık dengesi kuruyordu. Church yolda ezilip ölmüştü. Gage yolda ezilip ölmüştü. İşte Church karşısındaydı şimdi, bazı bakımlardan kötüye gitmiş, değişmişti, ama buradaydı işte. Ellie, Gage ve Rachel hayvanla karşılıklı bir ilişki içindeydi. Kuşlan öldürüyordu, doğru, birkaç farenin de içini dışına çıkarmıştı, ama kediler küçük hayvanları hep öldürürlerdi.

Church Frankestein bir kedi olmamıştı ya. Pek çok bakımdan eskisi kadar iyiydi.

Mantıklı olmaya çalışıyorsun, dedi içinde • bir ses. Eskisi kadar iyi değil. Ürkütücü. Karga, Louis... kargayı hatırladın mı?

«Tanrım.» dedi Louis kendisinin olduğunu anlamakta güçlük çektiği titrek bir sesle.

Tannn, elbette. Hortlaklar ve vampirler hakkında bir kitabın dışında Tannnın adını ağzına almanın bir zamanı varsa, o da buydu. Gerçekten de Tann adına, ne düşünüyordu şu anda?

Dine küfürdü düşündükleri. Daha da kötüsü, kendi kendine ya-

— 214 —lan söylüyordu. Mantıklı falan düşündüğü yoktu, açıkça yalan söylüyordu.

Gerçek ne peki? Gerçeği böylesine çok İstiyorsan, gerçek ne peki?

Church artık kedi değildi bir kere. Bir kediye benziyordu, bir kedi gibi davranıyordu, ama kötü

bir taklitti sadece, insanlar onun taklit olduğunu anlayamıyorlar, ama hissediyorlardı.

Charlton'un ziyaretlerine geldiği bir akşamı anımsıyordu. Noel öncesinde küçük bir akşam yemeği veriyorlardı. Yemekten sonra yine burada oturmuşlar, Church kadının kucağına atlamış'" Charlton kediyi hemen itmişti üzerinden. Yüzü birdenbire güdü sel bir hareketle büzülmüştü.

Büyük bir şey değildi bu. Kimse üzerinde durmamıştı. Ama olmuştu işte. Charlton kedinin kedi olmadığını hissetmişti Louis birasını bitirip.yeni bir kutu daha açtı. Gage böyle değişmiş gelirse çirkin bir şey olurdu bu.

Sarhoştu artık.'Yarın epey başı ağrıyacaktı. Oğlumun Cenazesine Nasıl Sarhoş gittim. Louis Creed tarafından... En önemli Anda Kendisini Elimden Nasıl Kaçırdım'm yazan.

Sarhoş. Elbette. Böylesine sarhoş olmasının nedeninin bu çılgınca fikri düşünmek olduğunu şimdi anlıyordu..

Her şeye karşın fikrin müthiş çekici bir yanı vardı.

Jud yine konuşuyordu aklının bir köşesinde:

Buna alıştığın için yaparsın. Mezarlığın gizli bir yer olduğu için... sim bir başkasıyla paylaşmak istediğin için... nedenler uydurursun... iyi nedenlermlş gibi gelir bunlar sana. . ama çoğunlukla yapmak istediğin için yaparsın. Yada yapmak zorunda olduğun için.

Bunlar gizli şeylerdir, Louis... insanın yüreğinin toprağı daha taşlıktır... Micmac Mezarlığının toprağı gibi. İnsan yetistirt-bildiğini yetiştirir orada...

Louis, Jud'un kendisine Micmac Mezarlığı hakkında söylediklerini düşünmeye başladı. Bilgi kırıntılarım toplayıp biraraya getiriyor, evirip çeviriyor, yoğuruyordu... bir zamanlar büyük sınavlara hazırlandığı gibi.

Köpek. Spot.

Dikenli talin gövdesini parçaladığı yerleri görebiliyordum . oralarda tüy yoktu, eti de çökmüş

gibiydi.

— 215 —

Boğa. Louis'm zihninde yeni bir sayfa açıldı.

Lester Morgan ödül kazanmış boğasını oraya gömmüştü. Hanratty'di adı... Bir kızak üstünde çekmişti oraya kadar... iki hafta sonra da vurup öldürdü. Çok kötüleşmişti o boğa. öyle olan tek hayvandı bildiğim kadarıyla.

Kötüleşmişti.

İnsanın yüreğinin toprağı daha taşlıktır.

Kötüleşti.

Öyle olan tek hayvandı bildiğim kadarıyla.

Bir kere oraya gittiğin için yaparsın genellikle, senin yerindir orası.

Eti çökmüş gibiydi.

Hanratty, bir boğa için ne saçma bir ad, değil mi?

İnsan yetiştirebildiğini yetiştirir.

Benim farelerim onlar. Benim kuşlarım. Ben satın aldım onları.

Senin yerin orası, gizli bir yer. Sana ait orası, sen de oraya aitsin.

Kötüleşti, öyle olan tek hayvandı bildiğim kadanyla.

Rüzgâr geceleri sert estiği, ay ağaçlar arasında oraya giden yolu aydınlattığında başka ne satın almak istiyorsun, Louis? O basamaklardan tekrar çıkmak istiyor musun? Bir korku filmi seyrederken seyirciler kahramanın oraya çıkmakla aptallık ettiğini bilirler. Ama gerçek hayatta hep yaparlar o aptallıkları, sigara içerler, arabada emniyet kemerini bağlamazlar, ailelerini dev kamyonların gece gündüz geçtikleri' yol kenarındaki eve yerleştirirler. Ne diyorsun ha, Louis?

Oraya çıkmak istiyor musun? Oğlunun ölü olarak kalmasını mı istiyorsun, yoksa Birinci Kapının, İkinci Kapının, Üçüncü Kapının ardındaki şeyi mi istiyorsun?

Kötüleşti... tek hayvan... et... bir insan... senin... onun...

Louis birden kusacağını hissedip biranın geri kalanını musluğa boşalttı. Oda çevresinde dönüyordu durmadan.

Kapı vuruldu.

Uzun bir süre -en azından kendisine uzun bir süre gibi gelmişti- sesin yalnızca kafasında olduğuna, bir hayal * olduğuna inandı. Ama kapı sabırlı bir şekilde vuruluyordu. Louis birden (okuduğu korku hikâyelerini anımsayarak titredi. Yürüdüğünün

— 216 —farkında olmayarak kapıya gidip sürgüyü tutmayan parmaklarıyla çekti. Paacow olacak, diye düşünüyordu. Koşucu şortuy-la, capcanlı ve bir aylık ekmek gibi küflü. Parçalanmış kafasıyla Pasçow. Yeniden uyarmaya gelen Pascotvı Oraya gitme sakın. Neydi o Animals topluluğunun şarkısı? Sevgilim sakın gitme, sevgilim, gitme sakın, seni sevdiğimi biliyorsun, gitme sakın...

Kapı açıldı. Gece yansının rüzgarlı karanlığında, cenaze ziyaretiyle oğlunun gömülmesinin arasındaki bu saatte Jud Cran-dall duruyordu karşısında. Karanlıkta seyrek beyaz saçları

uçuşuyordu.

Louis gülmeye çalıştı. Zaman birden eskiye dönüvermiş gibiydi. Şükran Günüydü yine. Âz sonra Eliie'nin kedisi Winston Churchill'in kaskatı kesilmiş, kalınlaşmış gövdesini plastik çöp torbasına yerleştirip yola çıkacaklardı. Ne olduğunu sorma, gidelim işte.

«Girebilir miyim, Louis?» diye sordu Jud. Gömleğinin cebinden bir paket sigara çıkarıp birini ağzına soktu.

«Çok geç doğrusu,» dedi Louis. «Çok da bira içtim.»

«Kokusu dışardan duyuluyor.» Jud bir kibrit çaktı. Rüzgarda söndü alevi. Avuçları içinde bir tane daha yaktı, ama titreyen parmaklan arasındaki kibrit yine söndü. Üçüncü kibriti çıkardı, yakacakken durup Louis'e baktı. «Yakamıyorum,» dedi. «Beni içeri alacak mısın, almayacak mısın, Louis?»

38

Birer bira açıp mutfak masasının başına oturdular, tik kez bizim mutfakta içiyoruz, diye düşündü Louis. Eliie'nin uykusunda bağırdığını duydular. İkisi de bir çocuk oyunundaymışlar gibi dondular birden. Bağırma tekrarlanmadı.

«Oğlumun gömüleceği günün gecesi saat on ikiyi çeyrek gece burada ne işin var?» diye sordu Louis. «Arkadaşsın anladık, Jud, ama bu arkadaşlığı biraz fazla ileri götürmek olmuyor mu?»

— 217 —

Jud birasını içti, ağzını elinin tersiyle sildi, Louis'in gözlerinin içine baktı. Yaşlı adamın gözlerinde açık ve olumlu bir şey vardı, Louis bakışlarını indirmek zorunda kaldı.

«Buraya neden geldiğimi biliyorsun,* dedi Jud. «Düşünülmemesi gereken şeyleri düşünüyorsun, Louis. Daha da kötüsü, onlan yapmayı düşünüyorsun sanırım.»

«Yatmaktan başka bir şey düşünmüyordum. Yarın gidecek bir cenazem var.»

«Ben senin bu aksanı yüreğinde duyman gereken acıdan fazlasını duymandan sorumluyum.

Bildiğim kadanyla oğlunun ölümünden bile sorumluyum ben.»

Louis şaşkın şaşkın kaldırdı başını. «Ne...? Jud, saçmalama?»

«Onu oraya götürmeyi düşünüyorsun. Bu düşüncenin aklından geçmediğini iddia etmeye kalkışma, Louis.»

Louis karşılık vermedi.

«Orasının etkisi ne kadardır?» dedi Jud. «Bunu bana söyleyebilir misin? Hayır. Bu soruya ben de karşılık veremem ve tüm ömrümü dünyanın bu köşesinde-geçirmişimdir. Micmac'la-rı

biliyorum, orasının onlar için kutsal bir yer olduğunu da biliyorum... ama iyi anlamda kutsal değil... Stanny B. söylemişti bunu bana. Daha sonralan babam da söyledi. Spot'un ikinci kez ölümünden sonra. Şimdi Micmac'lar, Maine eyaleti ve Birleşik Devletler hükümeti mahkemede orasının kime ait olduğunun kavgasını veriyorlar. Oranın sahibi kim? Kimse bunu bilmiyor, Louis. Artık bilinmiyor bu. Çeşitli zamanlarda çeşitli insanlar orada hak iddia ettiler. Bu kasabanın kurucusunun dedesi An-son Ludlov örneğin. En fazla hak sahibi olan beyaz o olmalıydı. Büyük Ludlcnv Maine'in Massachusets Körfez Şirketinin büyük bir toprağı olduğu zamanlar burasını Kral George'dan almıştı çünkü. Ama o zaman mahkemeye gitseydi yine bir sonuca bağ-lanmayacaktı, diğer Ludlow'lar çıkacaktı karşısına ve Ludlow ailesinden olduğunu kanıtlayan Peter Dimmart diye biri. Büyük Joseph hayatının sonlanna doğru paraca yoksuldu ama toprağı çoktu, içkiyi fazla kaçırdığında iki üç yüz dönüm toprak bağışlardı karşısına çıkanlara.»

«Bunların hiçbiri tapuya kaydedilmedi mi?» diye sordu istemediği halde ilgilenmeye başlayan Louis.

— 218 —

«Bizim dedelerimiz tapuları da kendilerine özgüydü.» Jûd eski sigarasından yeni bir tane yaktı,

«tik tapu kaydı şöyledir-. Quinceberry Tepesindeki yaşlı akçaağaçtan Orrington Irmağının kıyısına kadar kuzeyden güneye kadar uzanan topraklar.» Jud neşesizce gülümsedi. «Ama sözü geçen ağaç 1882'de devrildi, 1900'de izi bile kalmadı. Orrington Irmağı da Büyük Savaşın sonuyla Borsa Krizinin arasındaki on yıl içinde bataklığa dönüştü. Anson için bir değeri yoktu bunların ama. O 192l'de tam da mezarlığın olduğu yerde yıldırım çarpmasıyla öldü.»

Louis adama baktı. Jud birasını yudumladı.

«Önemi yok asbnda. Mülkiyet tarihinde sahipliği çözülmeyen pek çok yer vardır, bu işten sonunda hep avukatlar kazançlı çıkarlar. Dickens bile biliyordu bunu. Sonunda sanırım kızılderililer alacaklar orasını, doğrusu da bu bence. Ama önemi yok bunun, Louis. Ben bu akşam buraya sana Timmy Batterman'la babasından söz etmeye geldim.»

«Timmy Baterman da kim?»

«Timmy Baterman Hitler'le savaşmak için Avrupa'ya giden yirmi küsur Ludlovv'lu gençten biriydi. 1942'de gitti. 1943'te üzeri bayrakla sanlı bir tabut içinde döndü. İtalya'da ölmüştü.

Baba-•sı Bili Batterman ömrünün tümünü bu kasabada geçirmişti. Telgrafı aldığında çılgına döndü... sonra sakinleşti. Mıcmac Mezarlığını biliyordu. Ne yapacağına karar vermişti.»

Ürperti başlamıştı yine. Louis, Jud'un gözlerinin içine baktı, yaşlı adamın gözlerindeki yalanı

okumak istiyordu. Ama yalan falan yoktu bu gözlerde. Yine de bu hikâyenin şu anda anlatılması duruma pek uygun düşüyordu.

«Bunu neden geçen sefer anlatmadın?- diye sordu. «Kediyi gömdükten sonra... Sana oraya insan gömülüp göraülmediği-ni sormuştum, sen de kimse gömülmedi demiştin.»

•«Bilmen gerekmiyordu da ondan. Ama şimdi gerekiyor.»

Louis uzun bir an sustu. -Tek gömülen o muydu?- diye sordu sonunda.

«Benim tanıdığım tek kişi oydu. Buna tek kalkışan insan mı? tşte onu bilemem, Louis. Bir kez denenmiş olan daha önce de denenmiş olabilir.»

Karaciğer lekeleri kaplanmış ellerine baktı Jud. Oturma o-dasının saati yanını çaldı.

— 219 —

«Senin mesleğindeki bir insanın belirtilere bakıp gerisindeki hastalıkları görmeye alışkın olduğunu düşündüm... Cenaze-evinde Mortonson mühürlü bir mezar istemediğini söyleyince...»

Louis uzun bir süre hiç konuşmadan baktı Jud'un yüzüne. Jud kızardı, ama bakışlarını

kaçırmadı.

«Arkamdan bir şeyler çevirmiş gibisin Jud. Üzüldüm doğrusu.»

«Hangisini satın aldığını ben sormadım ona.»

«Açık açık sormamış olabilirsin.»

Jud karşılık vermedi, rengi şimdi kıpkırmızı olmuştu, ama gözlerini hâlâ kırpmamıştı.

Louis sonunda derin bir göğüs geçirdi. İnanılmaz derecede yorgun hissediyordu kendini.

«Aman, ne olursa olsun! Umurumda bile değil. Haklı bile olabilirsin. Belki de onu düşünüyordum. Nasıl bir şey sipariş ettiğimi pek düşünmedim bile. Ben yalnızca Gage'i düşünüyordum.»

«Gage'i düşündüğünü biliyorum. Ama farkı biliyordum. Amcan cenaze levazımatçısıydı.»

Evet, farkı biliyordu. Mühürlü mezar uzun, çok uzun zaman dayanacak bir şeydi. Çelik çubuklar arasına beton dökülürdü üstü açık bir dikdörtgen kutu biçiminde. Tören bitip tabut indirildikten sonra vinçle üstüne beton bir kapak kapatılır, kenarları ziftle tıkanırdı. Cari Amcası bu ziftin üzerine o kadar yük bindikten sonra müthiş bir yapıştırıcı olduğunu söylemişti.

Mezar astan denilen öteki türse çok basitti buna kıyasla. Üstü açık beton bir kutuydu.

Cenazenin gömüleceği sabah mezara yerleştirilirdi. Tabut içine konulduktan sonra mezarcılar genellikle iki parça olan ve her biri yaklaşık otuz kilo olan beton kapaklan üstüne örterlerdi.

Yapıştıncı falan kullanılmazdı.

Bir insanın bu tür bir mezan açması kolaydı. Jud'un da söylemek istediği buydu.

Bir insanın oğlunun cesedini mezarından çıkanp başka bir yere gömmesi basit bir işti.

Şist... şist... Böyle «eylerden söz etmeyelim. Sırdır bunlar.

«ikisi arasındaki farkı biliyorum sanırım,» dedi Louis. «Ama ben... ben... senin düşündüğümü

sandığın şeyi düşünmüyordum.»

•Louis...»

— 220 —

«Saat çok geç oldu. Sarhoşum, kalbim sızlıyor. Bir hikâyeyi ille de söylemen gerekiyorsa söyle de bitsin.» Martiniyle bas-lasaydım daha iyi olurdu belki, diye düşündü. O zaman kapıyı

vurduğunda kendimden geçmiş olurdum.

«Pekâlâ, Louis. Teşekkür ederim.»

«Seni dinliyorum.»

Jud bir an durakladı, sonra konuşmaya başladı.

39

«O günlerde, savaş zamanında yani, Tren Orrington'da dururdu. Bili Baterman oğlu Timmy'nin tabutunu taşıyacak bir araba getirmişti istasyona. Tabutu dört demiryolcu indirdi. Ben • de onlardan biriydim. Trende ordudan Mezarlıklar ve Kayıtlar* dan biri vardı ama o inmedi bile.

On iki tabut yüklü yük vagonunda sızmış uyuyordu.

«Timmy'yi Cadillac marka cenaze arabasına yerleştirirken Bili Batterman taş gibi bir yüzle, kupkuru gözlerle yanımızda duruyordu. Hiç ağlamamıştı. Timmy'nin cesedi Fern Sokağındaki Greenspan Cenaze Evine götürüldü. Şimdiki New Franklin Çamaşırhanesinin karşısındaydı. İki gün sonra da askeri törenle Pleasentview Mezarlığına gömüldü.

«Bayan Baterman on yıl önce, ikinci çocuğunu doğururken ölmüştü, Louis. Olanların bir nedeni de buydu, ikinci bir çocuk duyulan acıyı azaltabilirdi, değil mi? İkinci bir evladı olsaydı Bili aynı

acıyı duyan başkalarının da olduğunu düşünebilirdi. Bu yüzden bir çocuğun daha olduğu için talihli sayılırsın bence. Sağlıklı bir çocuk ve bir eş.

«Bill'in oğlunun teğmeninden aldığı mektupta Timmy'nin 15 Temmuz 1943'te vurulup öldüğü

yazıyordu. Roma yolunda. Cesedi iki gün sonra gönderildi ve Limestone'a on dokuzunda geldi.

Ertesi günü trene kondu. Avrupa'da ölen Amerikalıların çoğu oraya gömülmüşlerdir, ama o trenle memleketlerine gönderilenlerin hepsi özel kişilerdi. Timmy bir makineli tüfek yuvası-

— 221 —na tek başına saldmrken vurulmuş ve ölümünden sonra Sil-ver Star madalyası almıştı.

«Timmy, bir iki gün yamhyorsam bağışla beni, 22 Temmuzda gömüldü. Bundan dört beş gün sonra o günlerde postacılık yapan Marjorie Washburn. Timmy'yi York'un ahınnı oralarda yürürken görmüş. Margie korkudan az daha arabasını deviriyor-muş. Hemen postahaneye dönmüş, dağıtmadığı mektuplarla dolu çantasını olduğu gibi George Anderson'un masasına fırlatmış ve doğruca eve gidip yatacağını söylemiş.

• Hasta mısın, Margie,» diye sordu George. «Bembeyaz kesilmişsin.-

•Hayatımda hiç bugünkü kadar korkmamıştım ve bundan söz etmek istemiyorum,» dedi Margie. «Brian'a da anlatmayacağım, anneme de. Belki ölüp de cennete gittiğimde İsa sorarsa ona anlatının, ama o da belki.» Ve çıkıp gitmiş Margie.

••Herkes biliyordu Timmy'nin öldüğünü. Bangor Daily Neıvs ve £llsworth American gazetelerinde bir hafta önce resimleri çıkmıştı, zaten cenazesine kasaba halkının tümü

katılmıştı. Ve şimdi de Margie onu görmüştü yolda yürürken-, sonunda yirmi yıl sonra George Anderson'a anlatırken sendeleyerek, sallanarak yürüdüğünü söylemişti Margie. Margie bunu söylediğinde artık ölüm döşeğinde yatıyordu ve anlaşıldığına göre bu sırrını birine açma ihtiyacını duymuştu. George kadının o günden sonra bu sımnın aklını kemirip durduğuna inandığını söylerdi.

«O gün gölgede otuz, otuz beş derece sıcak vardı, ama gencin üstünde, Margie'nin dediğine göre, eski bir kalın pantolonla soluk kalın bir avcı gömleği varmış. Margie saçlarının diken gibi ensesinden fırladığını anlatmış. «Gözleri ekmek hamuruna batırılmış kuru üzümler gibiydi. O

gün bir hortlak gördüm, George. O yüzden o kadar korktum. Böyle bir şey göreceğim aklıma bile gelmezdi, ama gördüm işte,» demiş.

«Eh. laf çok çabuk yayıldı ortalığa. Çok geçmeden Timmy' yi gören başkaları da çıktı. Bayan Stratton'un Paderson Soka-ğıyla Hancock sokağının birleştiği köşede bir evi ve çok sayıda caz plağı vardı. O zaman ortaya bir on dolarlık çıkaracak olursan küçük bir eğlence düzenlemeye razı olan bir kadındı Stratton. O da Timmy'yi kapısında otururken görmüştü. Genç gelmiş yolun kenarında duruyormuş.

— 222 —

«Kadının anlattığına göre. iki eli iki yanında, başını öyle ileri uzatmış, yumruk yemeye hazır bir boksöre benziyormuş. Kadın korkudan yerinden kıpırdamaya cesaret edemeden durmuş

olduğu yerde. Timmy dönmüş sonra. Kadının anlattığına bakılırsa, sarhoş gibiymiş. Ayağının birini atıp ötekini çevirince düşecek gibi olmuş. Bayan Stratton korkudan elindeki, çamaşır sepetini düşürmüş, yeni yıkadığı çamaşırları toztoprak olmuş.

--Gözlen... gözleri bilya kadar ölü ve toziuymuş, Louis. Ama Timmy kadını görmüş... sırıtmış...

hatta onunla konuşmuş. Hâlâ plakları olup olmadığını, varsa biraz dans etmek istediğini söylemiş. Bayan Stratton bunun üzerine evine girmiş ve bir hafta çıkmamış. Bir hafta sonrada her şey sona ermişti zaten.

«Timmy Baterman'ı çok gören oldu. Çoğu ölmüştür şimdi. Bir bölümü de buradan taşınmıştır, ama yine de eğer sormasını bilirsen sana karşılık verecek benim gibi bir iki kaçık vardır.

«Onu gördük, Peterson Sokağında, babasının evinin bir mü doğusunda. Sabahtan akşama kadar, hatta kimbilir belki de bütün gece, bir ileri bir geri yürüyüp duruyordu. Gömleğinin eteği pantolonundan fırlamış, yüzü sapsan, saçları diken gibi havaya dikilmiş, kimi zaman pantolonunun fermuarı açık ve gözlerinde o bakış... o bakış...»

Jud sigarasını yaktı, kibriti sallayarak söndürdü, mavi dumanlar arasından Louis'e baktı.

Hikâyenin tüm çılgınlığına karşın Jud'ım gözlerinde yalan yoktu.

«Haiti'deki zombiler hakkında kitaplar yazılmış, filmler çevrilmiştir, bıhrsin. Bunlann doğru olup olmadığını bilemem. Bunlarda zombiler ölü gözleri dimdik ileri dikilmiş, bantalcasına ve çok ağır yürürler. Timmy Baterman da öyleydi i^te. Filmdeki bir zombi gibi, ama zombi değildi.

Daha başka bir şey vardı. Gözlerinin ardında bir şeyler oluyordu. Bunu bazen görüyor, bazen de göremiyordum. Gözlerinin ardında bir şey, Louis. Buna düşünmek demek istediğimi sanmıyorum. Ne diyeceğimi bilemiyorum doğrusu

«Sinsi bir şey. Bayan Stratton'a dans etmek istediğini söylemesi gibi. Orada bir şeyler oluyordu. Louis. Bu düşünmek değildi, hatta bunun Timmy Baterman'la bir ilgisi olduğunu da sanmıyorum. Bu... bu daha çok uzaklarda bir yerden gelen bir telsiz işareti gibi bir şeydi.

Yüzüne bakınca, bana dokunacak

— 223 —olursa bağırırım, diye düşünürdün, öyle bir şey işte.

«Bütün gün öyle bir ileri bir geri yürür dururdu. Bir keresinde ben işten eve döndükten sonra -

temmuzun otuzu falandı sanırım- kapı önünde oturmuş posta müdürü George Anderson, itfaiye müdürümüz Alan Punton ve köy muhtarımız Hannibal Benson'la buzlu çay içiyorduk. Norma da oradaydı ama o ağzını açıp konuşmadı.

«George sağ bacağının üst kısmını ovuşturuyordu. Demir-yolundayken kaybetmişti bacağını, öyle sıcak ve rutubetli günlerde de kalan parça kendisine çok rahatsızlık verirdi. Ama cam açışa da, acımasa da bize kadar gelmişti işte.

«Bu iş fazla uzadı,» dedi George bana. «Postacılarımdan biri Pederson Sokağına mektup dağıtmıyor. Hükümetle başımız derde girecek sonra.»

«Hükümetle başımız neden derde girsin?» diye sordum..

«Hannibal, Savaş Bakanlığından bir mektup aldığını söyledi. Gerçek şikâyetleri sahtelerinden ayırma görevinde olan Teğmen Kinsman diye biri yazmış. Savaş Bakanlığına üç dört imzasız mektup gelmişmiş Hannibal'm söylediğine göre. Teğmen Kinsman da durumdan işkillenmeye başlamış. Gelen bir tek mektup olsaymış gülüp geçecekmiş. Bütün mektuplar tek elden çıkmış

olsaymış Derry Kışlasına haber verip Ludlow'da Bater-man ailesine düşman olan bir kaçığın bulunduğunu bildirecek-lermiş. Ama mektuplar ayn ayn kişiler tarafından yazümışmış. İmza olmasa da elyazısından anlaşıhyormuş bu. Hepsi de aynı şeyi söylüyorlarmış: Tımothy Baterman gerçekten ölmüşse Pederson Sokağında neden dolaşıp duruyormuş...

«Hannibal'm dediğine göre, bu iş kapanmazsa Kinsman ya kendisi gelecek ya da birini gönderecekmiş, Timmy'nin ölü mü, yoksa kaçak mı olduğunu öğrenmek istiyorlarmış. Aynca Timmy Baterman'ın tabutunda kimin olduğunu bilmek isterlermiş.

«Durumun nasıl kötüye gittiğini görüyorsun, Louis. Bir saat kadar oturup buzlu çaylarımızı

içerken konuştuk bunu. Norma sandviç ikram etmek istedi ama, kimse ağzına bir lokma ko-madı.

«Konuştuk, konuştuk, sonunda Baterman'ın evine gitmeye karar verdik. Daha bir bu kadar yaşasam bile o geceyi unutamam. Çok sıcaktı bir kere, cehennem kadar sıcak. Hiçbirimiz

— 224 —gitmek istemiyorduk ama gitmek zorundaydık. Bunu en iyi Norma anlamıştı. Bir mazeret uydurup beni içeri çağırmış ve. sakın bu işi sallamalarına göz yumma. Judson. Bu işin bitirilmesi gerek, demişti. Kötü, iğrenç bir şey bu.»

Jud, Louis'in gözlerinin içine baktı.

«Bir şey olursa hemen kaç oradan, Jud, dedi bana. ötekilere aldırma, herkes kendi başının çaresine baksın. Beni hatırla ve oradan kaç bir şey olursa...

«Hannibal Benson'un arabasına doluştuk, namussuz herif istediği kadar benzin kuponu bulurdu o günlerde. Arabada hiç kimse konuşmuyordu ama baca gibi de sigara içiyorduk. Korkuyorduk Louis. içimizde ağzını açan tek kişi Alan Purinton oldu. Bili Baterman 15. Yolun kuzeyindeki o ormana gitmiştir kalıbımı basanm, dedi. Kimse kendisine karşılık vermedi ama Ge-orge'un yalnızca başını salladığını hatırlıyorum.

«Oraya vannca Alan kapıyı vurdu ama açan olmadı. Evin arkasına gittiğimizde ikisi de oradaydı. Bili Baterman arka kapısı önünde oturmuş bira içiyor, Timmy ise batmakta olan kan kırmızı güneşe bakıyordu. Yüzü turuncuydu, sanki diri diri derisi yüzülmüş gibi. Bili şeytanın eline düşmüştü sanki, elbiseleri içinde yüzüyordu, yirmi kilo falan zayıflamış olmalıydı. Gözleri yuvalarına öylesine gömülmüştü ki, inine büzülmüş küçük hayvanları andırıyordu... ağzının sol tarafı da çarpılmıştı, titriyordu.»

Jud bir an düşündü, sonra belli belirsiz salladı basını. «Lanetlenmiş gibiydi, Louis.»

«Timmy bizi görünce sın t b. O sırıtması bile insanı çığlık çığlığa bağırtmaya yeterliydi. Sonra dönüp batmakta olan güneşe baktı. Bili, kapıyı vurduğunuzu duymadım, dedi ama yalandı bu.

Alan kapıyı Öyle bir vurmuştu ki... sağır biri bile duyardı.

«Kimsenin bir şey söyleyemeyeceğini anladığım için. Bili, duydum ki, senin oğlan italya'da ölmüş,» dedim.

«Yalan,» dedi gözlerimin içine bakarak.

«öyle mi?» diye sordum.

«işte karşında duruyor ya.» dedi.

•Peki öyleyse Pleasantville'de gömdüğün o tabutta kim vardı?» diye sordum.

«Ne bileyim, dedi Billi, umurumda bile değil üstelik. Sonra

—225— Hayvan Mezarlığı — F : 15

sigarasını almak için uzandı, paketi yere düşürdü, sigaraları yerden kaldırmaya çalışırken üç

dördünü kırdı.

«Hannibal. mezar açılacak sanırım, dedi. Savaş Bakanlığından yazı geldi. Bili. Timmy diye başka bir an evladını gömüp gömmediklerini bilmek istiyorlar.

«Bana ne be? diye bağırdı Bili. Benim oğlum yanımda işte. Timmy geçen gün döndü evine.

Ruhsal çöküntü geçiriyor sanırım, ama birkaç haftaya kadar bir şeyi kalmaz.

«Ben birden çok kızmıştım. Ağzında lafı geveleyip durma. Bili, dedim. O askeri tabutu yaptığını

da hiç sanmıyorum. Olanları ben çok iyi biliyorum. Hannibal'le George da biliyorlar ve sen de biliyorsun. Ormanda bir iş çevirdin, Bili. Hem kendinin, hem de kasabanın başına bir bela sardın şimdi.

«Kapının yolunu biliyorsunuz sanırım, dedi Bili. Size herhangi bir şeyi açıklamam ya da mazur göstermem gerekmez. O telgrafı alınca ölüyorum sandım. Oğlumu geri aldım işte. Onu elimden almaya haklan yoktu. On yedi yaşındaydı henüz. Sevgili anacığından bir o kalmıştı bana.

Haksızlıktı bu. Onun için ordunun da. Savaş Bakanlığının da. Amerika'nın da, sizlerin de canı

cehenneme. Geri aldım onu işte. Kendine gelecektir. Soy leyecek başka $eyim yok. Haydi şimdi geldiğiniz gibi çekin gidin bakalım.

-Ağzı titriyordu, alnında iri iri ter tanecikleri vardı, işte o j zaman onun aklını kaçırmış olduğunu anladım. Ben olsaydım < ben de çıldırırdım. O... o şeyle bir çatı altında yaşamak...»

Louis'in midesi bulamyordu. Kısa bir süre içinde çok bira içmişti. Az sonra hepsini çıkaracaktı.

Midesindeki şişkinlik bunun belirtisiydi.

«Eh. yapacak fazla bir şeyimiz yoktu. Gitmek için döndük. Hannibal, Tanrı yardımcın olsun.

Bili, dedi.

.

«Tann bana hiç yardım etmedi, dedi Bili. Ben yaptım ne yaptıysam.-

-tşte Timmy o an bize doğru yürüdü. Yürümesi bile yanlıştı. Louis. Yaşlı bir insan gibi yürüyordu. Bir ayağını havaya kadar kaldırıyor, sonra indirip biraz sürüyor, ardından ötekini kaldırıyordu. Bir yengecin yürümesi gibi. Kollan sarkmıştı. Yakına geldiğinde yüzünde sivilceler ya da küçük yanıklar gibi kızıl iz-ler görülüyordu. Alman makineli tüfeklerinin mermi izleri olma-

—228 —

ııydı bunlar. Kafasını az daha uçurmuş olmalılardı.

-Mezar kokuyordu. Kara bir koku, sanki içindeki her şey çürümüş bjr halde dışarı dökülmüş

gibi. Alan Purinton'un eliyle burnunu ve ağzını kapattığını ((ördüm. Korkunç bir kokuydu.

Saçlarında mezar kurtlarının dolaştığını göreceğini sanıyordun. .-

«Yeter!» dedi Louis. «Yeter artık.-

-•Yetmez Ne kadar berbat bir şey olduğunu anlatamadım bile. Orada olmayan kimse anlayamaz bunu. ölüydü çocuk, Lo-•jıs. Ama canlıydı da. Ve... ve. . bir şeyler biliyordu.'

-Bir şeyler mi biliyordu?» Louis oturduğu yerde doğruldu.

«Evel Alan'a uzun uzun baktı sırıtarak -ya da dişleri göründüğü için bize öyle gelmişti- sonra alçak sesle konuştu, ne dediğini anlamak için kulaklarını dört açmak zorundaydm. Şarki ses boruları çakılla dolu ymuş gibi konuşuyordu. Kann eczanede çalışan adamla sevişi yor.

Purinton. Ne dersin buna? Hem de tatmin olunca çığlıklar atıyor, dedi.

-Alan'ın soluğu tutulmuştu. Sanki bir tokat yemiş gibiydi. Alan son duyduğumda Gardener'de bir huzurevindeydi, doksan yaşında falan olmalı. Bu ı şler olduğunda kırk yanlarındaydı ve ikinci karısı hakkında kasabada dedikodu yapılırdı, ikinci derecede kuzeni olurdu kadı n Alan ve ilk karısı Lucy le savaştan önce oturmaya gelmişti. Lucy öldükten bir buçuk yıl sonra Alan kızla evlendi. Laurine'dı adı. Evlendiklerinde yirmi dört yaşındaydı. Gerçekten de hakk ında dedikodu yapılırdı. Erkekler kadına biraz serbest gözüylı» bakardı. Ama kadınlar saman altından su yürüttüğü fikrinde ydiler Alan da böyle düşünmüş olmalıydı ki, sus! Sus yoksa her neysen bir yumrukta deviririm seni! dedi.

-Bili de, sus artık Tınimy, dedi. Yüzü berbattı, kusacakmış ya da bayılacakmış gibi. Sus, Timmy.

«Ama Timmy babasını dinlemedi. Gcorge Anderson'a baktı bu kez. O kadar değer v erdiğin o torunun ölmeni bekliyor moruk, dedi. Parana konmak istiyoı. Bangor Eastern Bankasının kasasında kilitli duran patrana. O yüzden gülüyor yüzüne, ama arkandan alay ediyor seminle.

O ve kız kardeşi. Tahta bacaklı moruk diyorlar sana. Oğlanın sesi değişmişti, Louis.

Kötûleşmiş-

— 227 —ti. Söylediği şeyler geı çekse George'un torununun konuşacağı gibi bir sesle konuşuyordu.

«Tahta bacaklı moruk, diye yineledi Timmy. Paranın hepsini 1938'de kaybettiğini ve meteliksiz olduğunu öğrendiklerine ne bok yiyecekler bakalım. Deıfcil mi. George? Ne bok yiyeceklerini merak ediyorsun, değil mi?

«George geriledi bunu duyunca, tahta bacağı sendeledi. Bili' in arka kapısı önünde düştü, bira şişesini devirdi. Yüzü çarşaf gibi beyaz kesilmişti. Louis.

«Bili öfkeyle fırladı yerinden. Kükrüyordu artık. Yeter ar-Uk. Timmy! Yeter dedim sana.! diye bağırdı. Ama Timmy babasını dinlemedi. Hannibal için, ardından benim için de kötü bir şeyler söyledi. Artık çıldırmış gibiydi. Olanca sesiyle bağırıyordu. Bizse koşa koşa kaçıyorduk art'k.

Takma bacağının kayışları her nasılsa dolanmış olan George'u kollarından tutmuş çekiyorduk.

«Timmy Baterman'ı son gördüğümde çamaşır ipinin altındaydı, sırtını batan güneşe vermişti, saçları dimdik ve toztop-rak içindeydi... gülüyordu, kahkahalarla gülüyordu... Tahta bacaklı

moruk! Tahta bacaklı moruk! Boynuzlu! Kerhaneci! Güle güle, beyler! Güle güle diye bağırıyordu. Sonra yine güldü... ama aslında bir çığlıktı bu... içinde bir şey çığlıklar atıyordu*

Jud sustu. Göğsü körük gibi inip kalkıyordu.

«Jud... Timmy Baterman'ın sana söylediği şey... gerçett miydi?»

«Gerçekti. Zaman zaman Bangor'daki geneleve giderdim. Pek çok erkeğin yaptığı bir şeydi bu.

Doğru yoldan ayrılmayanlar da vardır sanınm erkeklerin içine le. Ama ben ara sıra yabancı bir ete gömülme arzusuyla tutuşu- rdum. Ya da bir kadına parayla, insanın karısına yaptıramayac ağı şeyleri yaptırmak isterdim. Yaptığım pek kötü bir şey değildi, zaten en son sekiz dokuz yıl önce gitmiştim. Norma bunu ı öğrenmiş olsaydı da beni terketmezdi. Ama içinde bir şey kini irdi. Tatlı ve sevdiği bir şey yıkılırdı...»

Jud'un gözleri yaşarmıştı. Yaşlı lann gözyaşları çirkin, diye düşündü Louis. Ama Jud elini tutanak için masanın üstünden uzandığında Louis sıkıca kavradı yaşAı adamın elini.

«Bize yalnız kötü şeyleri söylenişti,- dedi Jud. «Yalnızca

— 228 —kötü şeyleri. Her insanın yaşamında biraz kötülük vardır, değil mi? İki üç gün sonra Laurine Purinton bir daha dönmemek üzere gitti Ludlovr'dan. Onu trene binerken görenler iki gözünün mosmor olduğunu, kabaetlerine de yasük gibi bir şey sokuşturmuş olduğunu söylediler. Alan bu konuda hiç konuşmadı. George 1850'de öldü. Torunlarına bir şey bırakmışsa bile ben bugüne kadar duymuş değilim. Hannibal, Timmy'nin suçladığına benzer bir şey yüzünden atıldı

görevinden. Bunun ne olduğunu söyleyecek değilim -bilmende gerekmez zaten- ama kasaba parasını zimmetine geçirmek için bir şey diyebiliriz. Hatta onu dolandırıcılıktan yargılama sözleri de dolaşmıştı ama öylece kaldı işte. Görevini kaybetmek onun için yeterli cezaydı zaten

»

«Ama o adamlann iyi yanlan da vardı, insanların hatırlamakta güçlük çektikleri bir şeydir bu.

Savaştan önce Eastern General Hastanesi ,için ilk para toplamaya başlayan Hannibal' di. Alan Purinton yaşamım boyunca tanıdığım en eliaçık insandı. George Anderson ise posta müdürlüğü

yapmaktan başka hiçbir şey istemezdi yaşamında.

«Timmy yalnızca kötü şeylerden söz etmek istiyordu amı. Bizim yalnız kötüleri hatırlamamızı

istiyordu, çünkü kendisi kötüydü... kendisi için tehlikeli olduğumuzu anlamıştı çünkü. Askere giden Timmy Baterman iyi yürekli, sıradan bir gençti, Louis. Belki biraz kalın kafalıydı ama iyi oğlandı. O gece gördüğümüz... o kızıl güneşe bakan şeyse bir canavardı. Zombiydi belki, şeytandı... Belki de öyle bir şeyin adı bile yoktur. Ama adı olsun olmasın Micmac'lar onun ne olduğunu bilirlerdi.»

«Neydi peki?- diye sordu Louis.

«VVendigo'nun dokunduğu bir şey.» Jud derin bir soluk aldı, bir an içinde tuttu,, sonra bıraktı.

Saatine baktı.

«Çok geç olmuş, Louis. Hiç niyet etmediğim kadar konuştum.»

«Çok iyi konuştun. Bana sonunu anlat şimdi de.»

«İki gece sonra Baterman'ın evinde yangın çıktı. Ev baştanbaşa yandı. Alan Purinton yangının kundaklama sonucu çıktığı konusunda hiçbir kuşkusu olmadığını söyledi. Küçük evin her tarafına gaz dökülmüştü. Yangından günler sonra bile kokusu geçmedi.»

«İkisi de yandılar öylece.»

— 229 —

«Evet. Ama yangından önce ölmüşlerdi. Timmy, Büly Bater-man'm tabancasıyla göğsünden iki kere vurulmuştu. Tabancayı Bill'in elinde buldular. Anlaşıldığı kadanyla oğlunu öldürmüş, cesedi yatağına yatırmış, sonra da evi kundaklamıştı. Radyonun yanındaki koltuğuna oturmuş, gazı ateşlemiş, kendini de tüfeğiyle ağzından vurmuştu.»

«Tannm»

«İkisi de yanmışlardı ama adli tıp doktoru Timmy Baterman' in cesedinden iki üç hafta önce öldüğünün anlaşıldığını söyledi.»

Jud ayağa kalktı. «Oğlunun ölümünde benim de parmağım olduğunu söylerken abartıyor değildim. Louis. Micmac'lar o yeri biliyorlardı, ama orasının bu iş için yapıldığı anlamına gelmez bu, Micmac'lar ilk zamanlardan beri burada yaşamamışlardır. Kanada'dan, belki Rusya'dan, hatta Asya'dan gelmiş olabilirler buraya. Bin, iki bin yıl yaşamışlardır Maine'de. Toprakta bir iz bırakmadıkları için zamanı kestirmek güçtür. Şimdi de yine iz bırakmadan yokolup gittiler.

Günün birinde bizim de yokolup gideceğimiz gibi. Ama belki de biz daha kalıcı bir iz bırakırız.

Ama buralarda kim yaşarsa yaşasın, o yer hep kalacaktır, Louis. Birisi orasının sahibiymiş de giderken sırnnı da götürmüş gibi değil yani. Kötü bir yer orası. Kediyi gömmek için seni oraya götürmem yanlış bir şeydi. Bunu şimdi anlıyorum. Ailenin, kendinin iyiliğini düşünürsen çok dikkatli olman gereken bir gücü var o yerin. Ben buna karşı koyacak kadar güçlü değildim. Sen Norma'nm hayalını kurtarmak istemiştin, ben de bunun karşılığında sana bir şeyler yapmak istedim... ama o yer benim iyiliğimi kendi kötülüğüne alet etti. Bir gücü var orasının... tıpkı ay gibi çeşitli dönemlerden geçiyor bu güç sanınm. Daha önce gücünün doruğundaydı, yine o zamanın yaklaşmış olmasından korkuyorum. Oğlun aracılığıyla seni ele geçirmek istemesinden korkuyorum. Ne demek istediğimi anlıyor musun, Louis?» Yaşlı adamın gözlerinde yalvaran bir bakış vardı.

«O yerin Gage'in öleceğini bildiğini söylüyorsun sanınm.•

«Hayır. Sana orasının gücünü gösterdiğim için Gage'i öldürdü diyorum. Niyetimin iyiliğine karşılık oğlunu ben öldürdüm diyorum, Louis.»

«inanmıyorum,» dedi Louis. inanmıyordu, inanmayacaktı, inanamazdı.

— 230 —

Sımsıkı tuttu Jud'un elini. «Gage'i yann gömüyoruz. Ban-gor'a. Ve Bangor'da kalacak. Hayvan Mezarlığına ya da ötesine bir daha gitmeyeceğim.»

•Söz ver!» dedi Jud sert bir sesle. -Söz ver bana!»

«Söz veriyorum.»

Ama aklının bir köşesinde bir türlü sönmek bilmeyen titrek bir alev yanıyordu.

40

Ama bunlardan hiçbiri olmadı.

Kahkahalarla gülen oğlunun ardından koştuğu birkaç saniye içinde hepsi Louis'in aklından geçti yalnızca: Orinco tankerinin homurtusu. Rachel'in sabahlığıyla oğlunun ölüsünü ziyarete gitmek istemesi, Ellie'nin Gage'in resmini taşıması, iskemlesini yatağının yanına yerleştirmesi. Steve Masterton'ıın gözyaşları, Invin Goldman'la kavga. Jud Crandall'ın Timmy Bater-man hikâyesi.

Arkasında Rachel bağırıyordu. Gage. gel buraya, koşma! Ama Louis soluğunu beş yere harcamıyordu. Çok az zamanı vardı, yolda tankerin homurtusu duyuluyordu. Kafasının içinde bir bellek anahtarı çevrilmişti, Ludlow'daki ilk günlerinde Jud'un Rachel'e söylediklerini anımsıyordu. Yola dikkat edin. Dayan Creed. Çocuklar ve hayvanlar için çok tehlikelidir.

Gage şimdi bahçeden yola inen hafif eğimli yamacın başındaydı. Küçük bacakları motor gibi işliyordu, normal olarak tökezleyip düşmesi gerekirdi, ama düşmeden koşuyordu işte, kamyonun gürültüsü de artmıştı şimdi. Louis'in kimi zaman gece uykuya dalmak üzereyken duyduğu o alçak, horultu gibi motor gürültüsü.

Tannm. ne olur yakalayayım onu, yola çıkmasın. Tanrım!

Louis son bir hızla ileri fırlayıp bir ragby oyuncusu gibi kendini yere attı. Gözucuyla gölgesini görüyordu, Bayan Vinton'un arsasında uçurduklan uçurtmanın gölgesini hatırladı. Gage kendini yola attığında parmaklan da oğlanın ceketine değmişti...

Gage'i yakaladığı anda kendisi de yüzüstü yere düştü, yüzü

— 231 —taşlara sürtünclü, burnu kanadı. Gage'in kıçüstü yere oturup da başını yamaca vurunca çıkardığı sesi duyduğu anda tüm acısı kayboldu ama. Bir an sonra oğlanın ağlaması yanlannda hızla geçen kamyonun gürültüsü ve havalı kornasının böğürmesiy-le duyulmaz olmuştu.

Louis, güçlükle doğrulup oğlunu kucakladı. Bir an sonra Rac hel de ağlaya ağlaya gelmişti yanlarına. «Bir daha sakın yola inme, Gage! Asla! Asla! Yol kötül Kötü!» Gage bu ağlamaklı

derse öylesine şaşmıştı ki, kendi ağlamasını unutup şaşkınlıkla baktı annesine.

«Louis, burnun kanıyor.» Rachel kocasını öyle sıkı kucakla di ki, Louis soluğunun kesildiğini hissetti.

Rachel'in birkaç dakika hiç durmadan gülmesi Louis'i korkutmuştu. Gage gerçekten ölseydi Rachel buna dayanamam, mutlaka aklını kaçırırdı, diye düşündü.

Ama Gage ölmemişti. Güneşli mayıs günü Louis oğlunun ölümüyle yarışırken yalnızca hayalinden geçmişti bunlar.

Louis yağmurlu sabahın saat yedisinde, yastığını kucaklamış olarak uyandı. Kalbi attıkça başı

zonkluyor, sancı bir geliyor, bir hafifleyip kayboluyordu. Geğirdikçe ağzına ekşi bira tadı

geliyor, midesi allak bullak oluyordu. Ağlamış olmalıydı, yastığı sırılsıklamdı. Rüyasında bile içinde bir yer gerçeği biliyordu ve ağlamıştı.

İçkinin verdiği başağrısımn sarsıntıyla güçlükle kalkıp ban- \ yoya gitti. Tam anında kalkmış, geceki biranın tümünü öğüre öğüre küsmüştü.

Gözleri kapalı olarak klozetin önünde diz çöktü, ayağa kalkmak için başının dönmesinin hafiflemesini bekledi. El yordamıyla sifonu çekti. Gözlerinin ne kadar kanlı olduğuna bakmak; için aynaya gitti, ama aynanın üzerine kâğıt örtülmüştü. Son-; ra anımsadı. Rachel hatırlamak bile istemediği geçmişine dönmüş ve evdeki bütün aynaları örtmüştü. Eve girerken de ayakkabılarını çıkanyordu artık.

Dönüp yatağına oturdu. Biranın ekşi tadı dilini pas gibi kaplamıştı. Bir daha ağzına değdirmeyeceğine söz verdi ne ilk. ne de son olarak, öylece yatağında oturmuş pencerenin dışında camdan süzülerek akan yağmuru seyrederken birden acısı bir tokat gibi çarptı yüzüne.

Bir anda gelip hiçe çevirdi kendisini.

— 232-

kalan tüm savunmasını alıp götürdü. Louis yüzünü avuçlanna gömüp hüngür hüngür ağlamaya başladı, bir yandan da olduğu yerde iki yana sallanıyor, ikinci bir fırsata sahip olmak için her şeyi, her ne olursa olsun, her şeyi yapmaya hazır olduğunu düşünüyordu.

41

Gage o öğledensonra saat ikide gömüldü. Yağmur dinmişti. Başlan üstünde hâlâ bulutlar vardı

ama, cenazeye katılanların çoğu cenaze evinin sağladığı siyah şemsiyeleri kullanıyorlardı.

Rachel'in isteği üzerine mezar başındaki kısa ayini yöneten cenazeevi müdürü Matthew İncilinden «Küçük çocuklarınız bana gelsin» pasajını okudu. Mezarın kenarında duran Louis karşısındaki kayınpederine baktı. Goldman da biran damadının yüzüne baktı, sonra bakışlarını

indirdi. Kavga edecek gücü kalmamıştı artık. Gözlerinin altında şişkin torbalar vardı, takkesinin çevresindeki örümcek ağı gibi ince ve beyaz saçları rüzgârda savruluyordu. Yanaklarından sarkan kırçıl sakalıyla her ?.amankinden çok bir ayyaşı andırıyordu. Louis onun nerede olduğunu bilmediği izlenimine kapıldı. Yüreğinde hâlâ adama karşı bir acıma duyamıyordu.

Gage'in kilidi onarılmış küçük beyaz tabutu kızaklar üstündeydi. Mezann kenarlarına insanın gözlerini kamaştıracak yeşillikte yapma bir ot tabakası serilmişti. Bunun üzerinde renkli çiçek sepetleri vardı. Louis müdürün omzu üzerinden arkaya baktı. Adamın ardında aile mezarlarıyla kaplı alçak bir tepe görünüyordu. PHİPPS adını taşıyan bir tanesinin arkasında san bir şey vardı. Müdür. «Dua edelim,» diyerek başını yere indirdiğinde bile Louis oraya bakmaya devam etti. Az sonra bunun ne olduğunu anlamıştı. Bir greyderdi bu. Yaşlı ailenin göremeyeceği bir yere park edilmişti. Tören sona erer ermez sürücüsü sigarasını söndürüp yanında taşıdığı her ne biçim bir kutuysa ona atacak (mezarlıkta mezar kazıcıların sigara içmeleri yasaktı, yakalanan hemen kovulurdu; kötü bir izlenim yaratırdı

•233 —sigara içilmesi, müşterilerden çoğu çifter kanserinden ölmüştü)» aracına atlayıp motoru çalıştıracak ve oğlunun güneşle ilişkisini tümden kesecekti... Yeniden Diriliş gününe kadar.

Yeniden Diriliş... işte bir sözcük sana..

(Bunu kafandan silip atman gerektiğini çok iyi biliyorsun.) Müdür, «Amin,» deyince Louis karısının koluna girip kadını oradan uzaklaştırdı. Rachel itiraz etti, birkaç dakika daha kalmak istiyordu, lütfen Louis. ama Louis kararlıydı. Arabalara doğru yürüdüler. Müdür cenaze evinin adı yazılı şemsiyeleri saygıyla ziyaretçilerden alıp yanındaki yardımcısına veriyordu. Yardımcısı ıslak çimenler üstündeki şemsiyeliğe yerleştiriyordu bunlan.

Louis sağ eliyle karışım, sol eliyle de Ellie'nin beyaz eldivenli elini tutuyordu. Ellie'nin üzerinde Norma CrandaU'm cenazesine giydiği elbise vardı.

Louis karısıyla kızını arabaya bindirirken Jud geldi yanına. O da berbat bir gecş geçirmiş

gibiydi.

«iyi misin, Louis?»

Louis başını salladı.

Jud arabanın içine doğru eğildi. «Nasılsın, Rachel?»

«tyiyim, Jud.»

Jud hafifçe kadının omzuna dokundu. Ellie'ye baktı. «Sen nasılsın, sevgili yavrum?»

«tyiyim.» Ellie ne kadar iyi olduğunu göstermek için köpekbalığı gibi açtı ağzını.

-O elindeki resim de ne bakalım?»

Louis bir an kızın resmi göstermeyeceğini düşündü. Amı Eüie insanın yüreğini burkan bir utangaçlıkla resmi Jud'a uzattı. Jud daha çok. büyük yol makinelerinin motorlarıyla ya da vagonların bağlantılarıyla çalışmaya uygunmuş gibi görünen kaba, iri parmaklan arasında tuttu resmi. Ama bu parmaklar bir sihirbaz ya da cerrah ustalığı ve inceliğiyle Gage'in boynundan arının iğnesini çekip çıkarmıştı aynı zamanda.

«Bu güzel işte,» dedi Jud. «Kardeşinin kızağını çekiyorum, ha? Bundan çok horlanmıştı

herhalde, öyle mi, Ellie?»

Ellie başını salladı, ağlamaya başladı.

Rachel bir şey söylemek için ağzını açarken Louis karışıma kolunu sıktı... sakin oi biraz.

«Hep onun kızağını çekerdim,» dedi Ellie ağlayarak, «öyle

— 234 —

çok güzeldi ki. Sonra eve girerdik, annem bize kakao verirdi. 'Ayakkabılarınızı kaldırın,' derdi.

Gage de ayakkabılarını yakalar. 'Kabı! Kabil' diye bağırırdı. Hatırlıyor musun, anne?»

Rachel başını eğdi.

«iyi günler geçirmiş olmalısınız,» diyen Jud resmi geri verdi. -Şimdi Gage ölmüş olabilir, Ellle, ama anılarını hep saklayabilirsin anık.»

«Saklayacağım.» Ellie gözlerini sildi. «Gage'i severdim. Bay Crandall.»

«Biliyorum, yavrum.» Jud eğilip kızı öptü. Geri çekilirken taş gibi bakışlarla baktı Louis'le Rachel'e. Rachel anlamayarak, biraz da kırılmış olarak baktı adama. Ama Louis onun ne demek istediğini çok iyi anlamıştı.- Kız için ne yapıyorsunuz? diye soruyordu Jud'un bakıştan. Oğlunuz öldü. ama kızınız yasıyor. Onun için ne yapıyorsunuz?

Louis gözlerini kaçırdı. Ellie için yapacak bir şey yoktu. Hiç olmazsa şimdilik. Kız elinden geldiğince başa çıkmalıydı kendi yaşıyla. Louis'in aklında yalnızca oğlu vardı.

42

Akşama doğru sert bir kuzey rüzgârı başlamış, gök bulutlarla dolmuştu. Louis ceketini giydi, fermuarını çekti, duvardaki çividen arabanın anahtarlarını aldı.

«Lou, nereye gidiyorsun?» diye sordu Rachel. Fazla bir merak göstermeden konuşuyordu.

Yemekten sonra yine ağlamaya başlamıştı. Louis kansına bir Valium verdi zorla. Şimdi kadın gazeteyi açmış, bilmece yapmaya çalışıyordu. Ellie ise öteki o-dada Küçük Ev'i seyretmektc;ydi. Gage'in resmi kucağındaydı.

«Bir pizza alayım dedim.-

-Akşamüstü doymadın mı?»

«O zaman aç değildim.» diye gerçeği söyledi Louis. Sonra da bir yalan kıvırdı. «Şimdi acıktım.»

O öğledensonra, saat üçle altı arası. Gage'in cenaze töreninin son bölümü yapılmıştı.

Ludlow'daki evde. Yemek töreniydi

— 23iS —bu. Steve Masterton'la karısı ellerinde bir tencere yemekle gelmişlerdi. Ardından Charlton da bir kap yemek getirmişti. Rac-hel'e, «Hepsini yiyemezseniz bile yarına da kalabilir,» demişti.

Az ileride oturan Danniker'ler jambon getirmişlerdi. Goldman* lar -ikisi de Louis'le konuşmamışlar, hatta selam bile vermemişlerdi- çeşitli soğuk et ve peynir getirmişlerdi. Jud da pek sevdiği peynirden bir tekerlek getirmişti. Missy Dandridge limonlu pasta. Surrendra Hardu da elma getirmişti. Yiyecek töreni dini farklılıkların üstündeydi anlaşıldığı kadanyla.

Cenaze töreni partisi buydu işte, sakin olmasına rağmen pek sessiz sayılmazdı. Normal bir partide olduğunda daha az içki içilmişti. Birkaç şişe biradan sonra (daha bir gece önce biraya tövbe etmişti Louis, ancak öğledensonrasmın o soğuk İşığında bir gece öncesi çok eskilerde kalmış gibiydi) Louis, Cari Amcasından öğrendiği bir iki şey anlatmayı düşünmüştü ölüler üzerine. Sicilya'da cenaze törenlerinde evlenmemiş kadınlar, aşkta şans getirsin diye kefenden bir parça kopanp yastıklarının altına saklarlardı, ölülerin ayak parmaklarının bağlanması

Keklerin ölünün hayaletinin kalkıp dolaşmasını önlemek içindi. Cari Amca cesetlerin ayak başparmaklarına küçük levhalar bağlama geleneğini çoğu İrlandalı olan morgda çalışanlar tarafından başlatıldığını söyler, bunun da eski geleneklerin devam ettirilmesine bağlandığını

iddia ederdi. Ama Louis dinleyicilerinin yüzlerine bakınca bu tür hikâyelerin yanlış

yorumlanabileceğini farketmişti.

Rachel yalnızca bir kez ağlamış, annesi de kızını avutmaya koşmuştu. Rachel, Dory Goldman'ın göğsüne kapanıp doyasıya ağlamıştı. Bunu Louis'le yapamamıştı, çünkü ya hem kendisini, hem de kocasını Gage'in ölümünden suçlu tutuyordu, ya da kendi dünyasına kapanmış olan Louis, böyle bir şeyi yapması için ona cesaret vermemişti. Her neyse, avuntu aramak için annesine dönmüştü ve Dory Goldman da kızını avutmaya, onunla birlikte gözyaşı dökmeye hazırdı.

Irvrin Goldman arkalarında, bir elini kızının omzuna dayamış olarak duruyor ve pis bir zafer ifadesiyle Louis'e bakıyordu.

Ellie üzerlerine birer kürdan sokulmuş kanepelerle dolu gümüş tepsiyi odada gezdirmişti.

Gage'in resmi kolunun altındaydı.

Louis başsağlığı dileklerini kabul etti. Başsağlığı dileyenlere

— aaa —

tek tek teşekkür ettt. Gözlerinde bakışları uzak. tavırları biraz soğuksa da herkes onun geçmişi, kazayı, önündeki Gage'siz yaşamı düşündüğünü sanmış olmalıydı. Hiçbiri (belki de Jud bile) onun mezar soygunculuğu düşündüğünü aklına getiremezdi... bir düşünce olarak kuşkusuz böyle bir şey yapmaya biç niyeti yoktu. Kafasını meşgul etmek için bir düşünceydi bu yalnızca.

Bir şey yapmaya hiç niyeti yoktu.

Louis, Orrington Corner Mağazasının önünde durup bir düzine bira aldı, Napoli'ye telefon edip bir mantarlı pizza sipariş etti.

«Adınızı verecek misiniz, efendim?»

Müthi$ ve Büyük Öz, diye düşündü Louis.

«Lou Creed •

«Tamam, Lou, şimdi işimiz biraz fazla, kırk beş dakika sonra falan hazır olur. tamam mı?»

«Tamam.» Louis telefonu kapatıp arabasına döndüğünde Bangor civannda en az yirmi pizzacı

olduğunu, ama kendisinin Gage'in gömülü olduğu Pleasantvievv'a en yakın olanını seçtiğini farketti. Neymiş yani. diye düşündü. Esaslı pizza yapıyorlar. Donmuş mayadan değil. İnsanın gözü önünde yapıyorlar üstelik, havaya atıp tutuyorlar hamuru, Gage ne kadar gülerdi...

Ama hemen bıraktı bu tür düşünceleri.

Napoli'nin yanından geçip arabayı Pleasantvievv'a sürdü. Bunu yapacağını biliyordu daha ilk baştan, ama ne zaran vardı ki? Hiç.

Arabayı karşı kaldırımda bırakıp sokağı geçti, süslü demir parmaklıklı kapıdan içeri girdi. Günün son ışıklarında parlıyordu kapı. Üstünde yanm daire biçiminde, yine dövme demirden harflerle PLEASANTVlEVV (HOŞ MANZARA; yazıyordu. Lo-uis'e göre. manzaranın hoşa gidecek ya da gitmeyecek bir yanı yoktu. Mezarlık birkaç alçak tepe üzerine kurulmuştu. Uzun ağaçlıklı yollar vardı mezarlar arasında. Günün bu son ışıklı birkaç dakikasında ağaçların gölgeleri karanlık sulan andırıyordu. Birkaç tane de salkım söğüt. Sakin bir yer değildi. Karayolu yakın olduğu için rüzgar estikçe trafiğin boğuk gürültüsü ke-

— 237 —sintisiz olarak geliyordu; kararan gökyüzündeki parıltı da Bar. gör Uluslararası Havaalanıydı.

Louis, kilitlidir herhalde, diye düşünerek elini kapıya uzattı, ama kapı kilitli değildi. Belki de erkendi saat, yada ancak sarhoşlara, sevişmek için kuytu bir yer arayanlara karşı kilitlenir di daha sonra. Sağdaki kapı hafif bir gıcırtıyla açıldı. Louis kendisini gözetleyen biri bulunmadığından emin olmak için omzu üzerinden arkasına baktıktan sonra içeri girdi. Kapıyı

arkasın dan kapadı, kilidin yerine oturduğunu duydu.

Ölülerin bu alçakgönüllü mahallesinde durup çevresine bakındı.

Güzel ve özel bir yer. ama o kadar işte.

Birden kafasının içinde Jud'un endişeli ve korkulu sesini duydu. Evet, korkulu.

Louis, ne işin var burada? Gitmek istemediğin bir yola bakmaktasın.

Sesi bir yana itti Louis. Eğer işkence ettiği biri varsa, o da kendisiydi. Gün geceye dönüşürken burada olduğunu kimsenin bilmesi gerekmezdi.

Ara yollardan birine dalıp Gage'in mezanna doğru yürümeye başladı. Az sonra ağaçlar arasındaki yoldaydı. Taze yapraklar esrarlı hışırtılarla mırıldanıyorlardı başı üzerinde. Kalbi güm-leyerek atıyordu. Mezarlar karışıktı. Müdürlük binasında bir yerde Pleasantvie\v'un yirmi dönüm arazisinin bir planı olacaktı, orada arazi kuşkusuz karelere bölünmüştü ve her karede neresinin dolu, neresinin boş olduğu belliydi.'Satılık emlak. Tek odalı apartman daireleri. Yatak odası yalnızca:

Hayvan Mezarlığına benzemiyor, diye düşündü. Sonra şaşkın bir halde durdu bir an. Hayır, benzemiyordu. Hayvan Mezarlığı kendisinde karmaşıklığın içinden doğan bir düzen izlenimi yaratmıştı. Ortaya doğru gelen o tek merkezli daireler, ka-basaba taşlar, tahtalardan yapılmış

haçlar... Sanki hayvanlarını oraya gömen çocuklar kendi ortak bilinçaltlanyla bir biçim yaratmışlar, sanki...

Hayvan Mezarlığındaki mezarlar en eski dinsel simgenin taklidiydi: Aşağı, sonsuza doğru giden bir sarmalı belirten küçülen daireler. Karmaşadan düzene ya da düzenden karmaşaya...

insanın aklı nasıl kabul ederse. Mısırlılar firavunların mezaria-

— 238-

nna bu simgeyi çizmişlerdi. Fenikeliler krallarının gömüldükleri tepelere, eski Miken'in duvarlannda aynı simge bulunmuştu. Stcnehenge'de aynı şey evrenin geçiş süresinin saati olarak kullanılmıştı.

Sarmal yeryüzünün en eski güç simgesiydi. Dünyayla boşluk arasında varolabileceği düşünülen o dönemeç!i köprünün simgesi.

Louis sonunda Gage'in mezarına varmıştı. Yol makinesi götürülmüş, yapay çimen kaldırılmıştı.

Herhalde işten sonra içeceği birayı düşünürken neşeyle ıslık çalan bir işçi tarafından bir depoya yerleştirilmişti. Gage'in yattığı ter, bir metreye bir buçuk metrelik çıplak topraktı. Başına bir taş

dikilmişti henü?.

Louis çömeldi. Rüzgâr saçlarını savuruyordu. Gökyüzü iyice kararmıştı artık. Bulutlar gök kubbeyi örtmek için yanşıyorlardı.

Kimse yüzüme bir fener tutup burada ne işim olduğunu sormadı. Köpek falan da havlamadı.

Kapı kilitli değildi. Buraya bir kazma ve kürekle gelirsem...

İrkilerek kendine geldi birden. Gece saatlerinde Pleasant-vievv'un nöbetçisiz olduğunu düşünerek kendi kendiyle tehlikeli bir kafa oyunu oynamaktaydı. Oğlunun mezarı içindeyken gece bekçisi kendisini yakalarsa? Gazetelere geçmeyebilirdi belki, ama gpçme olasılığı da vardı. Suçlanırdı. Neyle? Mezar soygunculuğu. Olamaz. Barbarlıkla belki. Gazeteler yazsa da, yax.-masa da haber kulaktan kulağa yayılırdı. İnsanlar konuşurlardı, saklanmayacak kadar esaslı bir dedikoduydu: Kısa bir süre önce acı bir trafik kazasında ölen iki yaşındaki oğlunun mezarını kazarken yakalanan doktor. İşini kaybederdi. Kaybetmese bile. Rachel söylenen sözlerden huzursuz olurdu, Ellie'nin okul yaşamı cehenneme dönerdi. Kendisine karşı dava açılmaması için belki de akıl doktoru muayenesini şart koşarlardı.

Ama Gage'i yeniden yaşama döndürebilirim! Gage yeniden yaşar ama!

Buna gerçekten inanıyor muydu?

İnanıyordu. Gage ölmeden önce de, öldükten sonra da kendi kendine defalarca Church'ün gerçekten ölmediğini, yalnızca bayıldığım söylemişti. Church toprağı eşeleyip kurtulmuş ve eve dönmüştü. Sahibi hayvanın canlı olduğunu bilmeden gömüp

— 230 —

üstüne taşlardan bir yığın yapıyor. Sadık hayvan toprağı kazıp eve dönüyor. Çok güzel. Ama gerçek değildi bu. Church ölmüştü. Micmac Mezarlığı onu diriltmişti.

Gage'in mezarın yanına çöküp bu büyünün imkân verdiği ölçüde mantıklı ve belirli bir düzen içinde düşünmeye çalıştı.

Timmy Baterman. O hikâyeye inanmış mıydı? İnanıp inanmaması ne farkederdi?

Kendisine kolaylık sağlıyordu, doğru, ama yine de çoğuna inanmaktaydı. Micmac Mezarlığı gibi bir yer varsa (ki vardı) ve insanlar bunu biliyorsa (yaşlı Ludlcrvv'lulardan bazıları biliyordu), o zaman ergeç biri bu denemeye kalkışırdı, kaçınılı maz bir şeydi bu. Louis'in anladığı biçimiyle insan doğası bir iki evcil hayvanla tatmin olamazdı.

Peki, o halde Timmy Baterman'ın her şeyi bilen şeytan gibi, cin gibi bir şeye dönüştüğüne inanıyor muydu?

Bu daha güç bir soruydu, buna karşı çok dikkatli olmalıydı, çünkü buna inanmak istemiyordu ve böyle önyargılı olmanın sonuçlarını daha önce de görmüştü.

Hayır, Timmy Baterman'm bir şeytana dönüştüğüne inanmak istemiyordu, ama yine de istediğinin mantığını gölgelemesine izin vermeyecekti.

Louis, Hanratty adındaki boğayı düşündü ondan sonra da. Hanratty aksi bir hayvan oldu, demişti Jud. Timmy Baterman da öyle olmuş sayılırdı. Hanratty daha sonra, kendisini kızak üstünde Micmac Mezarlığına götüren adam tarafından öldürülmüştü. Timmy Baterman da babası tarafından...

Hanratty'nin aksileşmesi, bütün hayvanların aksileşip kö-tüleşecekleri anlamına gelmezdi ki.

Bundan bir genelleme çıkarılamazdı. Hanratty bir istisnaydı. Öteki hayvanlara bak bir kere: Jud'un köpeği Spot, yaşlı kadının kuşu, sonra Church. Hepsi de değişmiş olarak dönmüşlerdi, değişiklik her birinde görülmüştü, ama hiç olmazsa Spot'ta bu değişiklik öyle pek aşın olmamıştı ki, Jud önermekten kaçınmamıştır... (Yeniden dirilme).

Evet, yıllar sonra bir dosta yeniden dirilmeden söz etmekten kaçınmamıştı. Tabii daha sonra kemküm etmiş, kendini haklı çıkaracak şeyler söyleyip zihnini karıştırmış, bir sürü palavralar sıkmıştı.

— 240

Tlmmy Baterman'ın hikâyesine dayanarak kendi elindt olan bir fırsat -tek fırsattı- kaçırabilir miydi? Bir çiçekle yaz m: olurdu?

Bütün kanıtlan kendi lebine yontuyorsun, diyordu içinden, bir ses. Hiç olmazsa Church'teki değişiklik hakkında dürüst ot Fareleri ve kuşları saymak istemiyorsan, hayvanın o haline ne diyeceksin? Kafası karışmış... bulanık... Uçurtmayı uçurduğu-nuz gün. Gage'in o gün nasü

olduğunu hatırlıyor musun? Nasü da canlıydı, nasıl da her şeye karşı bir tepki gösteriyordu?

Onu hep öyle hatırlamak en iyisi değil mi? İkinci sınıf bir dehşet filminden bir zombi mi çıkarmak istiyorsun? Yoksa geri zekalı bir çocuk mu? Yemeğini parmaklarıyla yiyen, anlamadan televizyon ekranına bakan ve hiçbir zaman adını yazmayı göremeyecek bir çocuk mu istediğin?

Jud köpeği için ne demişti? «Bir parça et yıkarmışsın gibi.» istediğin bu mu senin? Soluk alıp veren bir et parçası. Sen bununla tatmin olsan bile, oğlunun dirildiğini karına nasıl açıklayacaksın? Ya kızına? Steve Mas-terton'a? Dünyaya? Missy Dandridge eve gelip de Gage'i üç tekerlekli bisiklet üzerinde görünce ne yapar dersin? Çığlıklarını duyabiliyor musun, Louis?

Tırnaklarıyla yüzünü parçalayışını gözlerinin önüne getirebiliyor musun? Gazetecilere ne diyeceksin? «Gerçek insanlar» programından bir kamera ekibi kapının önüne dikilip de ölümden dönen oğlunun filmini çekmek isteyince ne yapacaksın?

Bunlar gerçekten önemli -niydi, yoksa bu yalnızca korkaklığın sesi miydi? Bu işlerin üstesinden gelinmeyeceğine gerçekten-inanıyor muydu? Rachei ölü oğlunu sevinç gözyaşlanndan başka bir şeyle karşılar mıydı?

Evet, bir olasılıkla Gage döndüğünde biraz... değişmiş olacaktı, tyi ama, bu onun duyduğu sevgiyi azaltacak mıydı? Ana babalar kör doğan, Siyamlı ikiller olarak doğan, sakat doğan çocuklarını severlerdi. Gage sekiz yaşına kadar altında bezle dolaşsa bile onu sevemeyeceğini düşünmek mümkün müydü? On iki yaşına kadar alfabeyi sökemezse ya da hiç okuma yazma öğrenmezse? Silkinip atacak mıydı oğlunu yani...

Louis, sen tek başına boşlukta yaşıyor değilsin ama. İnsanlar-

öfkeyle attı bu düşünceyi kafasından. Şu anda düşünülme-

— 241 —

Hayvan Mezarlığı — F : 16

mesi gereken şeylerin en başında kamuoyunun ne diyeceği geliyordu kuşkusuz.

Louis, Gage'in toprağı tırnakla düzeltilmiş mezarına bakarken içinde bir korku ve dehşet dalgasının dolaştığını hissetti. Parmaklan, kendisi hiç farkında olmadan, bilinçsizce bir şekil çizmişti toprağın üstüne: Bir sarmal.

Her iki eliyle sildi toprağı, sarmal biçimi gözden kayboldu Sonra kendini girmemesi gereken bir yere girmiş gibi hissederek, her an durdurulup sorguya çekileceğinden korkarak aceleyle çıktı

mezarlıktan.

Pizzasını almaya geç kalmıştı, pizzayı büyük fırının üstünde saklamalarına rağmen soğumuştu, yağlıydı ve pişmiş toprak gibi bir tadı vardı. Louis bir parça yedikten sonra kalanını kutusuyla birlikte arabanın camından dışan attı. Aslında ortalığı kirleten tiplerden değildi, ama Rachel'in de evde çöp tenekesinde yansından çoğu yenmemiş bir pizza görmesini istemiyordu. Bir şeyler gelirdi aklına sonra, Louis'in Bangor'a gitme nedeninin canını pizza çekmesi olmadığını

düşünebilirdi.

Louis şimdi zamanı ve yolu yordamı düşünmeye başlamıştı

Zaman. Zaman çok, ama çok önemliydi. Timmy Batterman babası kendisini Micmac Mezarlığına götürmeden çok önce ölmüştü. Timmy on dokuzunda öldü... Timmy gömüldüğünde, yanlış hatırlamıyorsam Temmuzun yirmi iklsiydi. Ondan dört beş gün sonra...

Marjorie VVashburn, Tinuny'yi yolda gördü.

Pekâlâ, diyelim ki. Bili Baterman oğlunun ilk gömülmesinden dört gün sonra... hayır. Eğer bir yanlışlık yapacaksa bu kendi lehine olmalıydı. Üç gün diyelim. Timmy Baterman Temmuz yirmi beşte dirilmiş olsun. Yani ölümüyle yeniden dirilişi arasında altı gün geçmiş olsun. On gün bile olabilirdi bu. Gage ise öleli dört gün olmuştu henüz. Zaman bir dereceye kadar geçmişti, ama yine de Bili Baterman'm elindeki süreden çok kısaydı. Eğer...

Eğer Church'ün dirilişini mümkün kılan duruma benzer bir durum yaratabilirse. Church'ün ölüm zamanı çok uygundu, ailesi yoktu bir kere. Yalnızca Jud ve kendisi biliyordu olanları.

Ailesi Chicago'daydı. . Louis son pürüzü de çözümlemişti kafasında.

Rachel kulaklanna inanamamış gibi, «Ne. istiyorsun dedin?-diye sordu.

Saat onu çeyrek geçiyordu. Ellie yatmıştı. Rachel konuklar gittikten sonra ortalığı temizlemiş, ardından bir Valium daha almıştı. Louis'in Bangor'dan dönüşünden bu yana şaşkın ve sakin görünüyordu... ama kocasının sözlerini, hiç olmazsa o dakikaya kadar söylediklerini anlamıştı.

«Chicago'ya annen ve babanla birlikte gitmeni istiyorum. Yarın gidecekler. Şimdi onlara, sonra da Delta Havayollarına t? lefon edersen aynı uçakta yer bulabilirsin.»

Louis kendisinden hiç beklenmeyen bir rahatlıkla konuşu yordu. Hiç iyi bir yalancı olamamıştı o güne dek, söyleyeceklerini daha önceden tasarlamış da değildi, ama şimdi bir dizi inamlabilir yalan, yan gerçek ağzından dökülüveriyordu.

• Ellie'yle senin onlarla gitmenizi istememin .bir nedeni de o kavgamız zaten. Bu açık yaramn artık kapanması gerek, Rachel. Cenaze evinde hissettim bunu. Kavga başladığında ona yaklaşmaya çalışıyordum.»

•Ama... bence bu yolculuk iyi bir fikir değil, Louis. Tam sana ihtiyacımız varken. Senin de bize ihtiyacın var aynca * Rachel kuşkuyla baktı kocasına. «Yani senin de bize ihtiyacın olduğunu sanıyorum, ikimiz de...»

«İkiniz de burada kalamazsınız.» Louis ateşin yükseldiğini hissediyordu. «Bana ihtiyacın olduğuna sevindim, benim de hem sana. hem Ellie'ye ihtiyacım var. Ama şimdi burada bulunman hiç de doğru değil, sevgilim. Gage evin her köşesinde, her odasında şu anda. Senin için de öyle, benim için de. Ama sanırım en kötüsü. Ellie için de öyle.»

Karısının gözlerinin içindeki acı parıltısını görünce tam canahcı noktasına dokunduğunu anladı.

Bu ucuz zaferi yüzünden bir yerde utanç duymuyor değildi, ölüm konusunda okuduğu kitaplann hepsinde de yaslı insanın en büyük isteğinin olay yerinden uzaklaşmak olduğunu bilirdi... böyle bir isteğe boyun eğmek de çok zararlı olabilirdi sonunda, çünkü yasb kişi yeni gerçekle yüz yüze gelmekten kaçınabilirdi. Kitaplar en iyi şeyin olduğun yerde kalmak ve kaybının bir anıya dönmesini beklemek olduğunu yazarlardı. Ama Louis ailesi evdeyken o denemeye giremezdi. Onlardan hiç olmazsa bir süre için kurtulması gerekiyordu.

— 343 —

«Biliyorum,» dedi Rachel. «Her... her yerde karşına çıkacakmış gibi oluyor insan... Sen Bangor'dayken koltuğun yerini değiştirdim... düşünmemek için ortalığı elektrikli süpürgeyle temizleyeyim dedim... kanapenin altında küçük arabalarından dört tanesini buldum... sanki onun gelip oynamasını bekliyor gibiydiler...» Sesi titriyordu kadının. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. -O zaman ikinci Valium'u aldım işte. Şimdiki gibi ağlamaya başlamıştım... sarıl bana, Lou, sarıl bana n'olur...»

Louis karısını kucakladı. Bir sahtekârdan farksız hissediyordu kendini. Bu gözyaşlannı kendi amacına uygun bir yola dönüştürecek bir şey düşünüyordu.

-Ne kadar sürer bu?» diye ağlıyordu Rachel. «Sona erer mi hiç? Ona bir daha sahip olabilsek, Louis, yemin ederim ki. daha iyi bakardım ona. Bir daha böyle bir şey olmazdı. O adamın tankeri aşın hızlı sürmüş olması bizim sorumluluğumuzu azaltmaz. İnsanın böyle acı

çekebileceğini aklımdan bile geçiremezdim, Louis. öylesine acı çekiyorum ki, uyurken bile bir an din lendiğim yok, rüyalanmda görüyorum bu kez, ard arda hem de. Onu yola doğru koşarken görüyorum... bağırıyorum ona...-

«Şist,» dedi Louis. «Sus artık, Rachel, sus.» 'Kadın ağlamaktan şişmiş yüzünü kaldırdı. «Kötü

bir şey de yapmıyordu ki, Louis. Bir oyundu yaptığı... tanker kötü bir zamanda geldi işte... Ben demin ağlarken Miss Dandridge telefon etti... Elleworth American'da sürücünün kendini öldürmeye kalkıştığını okumuş.»

«Nee?»

«Adam garajda kendini asmış. Ağır bir bunalım geçiriyormuş...»

«Yazık ki. beceremedi,» dedi Louis vahşi bir sesle. Ama sesi kendi kulaklarına bile sanki çok uzaktan geliyordu. Vücudunu bir ürpertinin kapladığını hissetti. O yerin bir gücü var. Louis...

daha önce de öyleydi... yeniden eski gücüne kavuşmakta olduğundan korkuyorum.. «Benim oğlum öldü, o bin dolar kefalet vermiş serbest dolaşıyor, yargıcın biri ehliyetini üç ay elinden alıp bir daha sakın böyle yapma diyene kadar beklerken de bunalım geçirip kendini asmaya kalkışıyor.»

•Missy, adamın karısının çocuklarını alıp kaçtığını söyledi. Bunu gazeteden değil de Ellsworth taraflarında oturan birinden

öğrenmiş. Adam sarhoş değilmiş. Uyuşturucu kullanmazını^. Daha önce aşın hızdan da hiç

tutuklanmamış. LudloVa girerken, birden gazı köklemek gelmiş içinden. Nedenini bilemiyormuş. Herkes bir şey söylüyor işte.»

Birden gazı köklemek gelmişti içinden.

O yerin bir gücü vardır...

Louis bu düşünceleri kafasından atmaya kararlıydı. Karısını hafifçe tuttu kolundan. «Annenle babana telefon et. Hemen şimdi. Ellie'yle senin bu evde bir gün bile daha fazla kalmanıza gerek yok. Bir gün bile.-

•Sensiz olmaz, Louis. Ben bizim blrarada olmamızı istiyorum, buna ihtiyacım var.»

«Üç, en fazla dört gün sonra gelirim ben de.» tşler yolunda giderse Rachel'le Ellie kırk sekiz saat sonra dönerlerdi. «Yerime geçici olarak birini bulmam gerek, tzin hakkım var ama Surrendra'yı güç durumda bırakmak istemiyorum. Biz yokken Jud eve gözkulak olur. Elektriği kesjp buzdolabındakileri de Dand-ridge'lerin buzdolabına taşınm.»

«EUie'nin okulu...»

«Okulu batsın. Üç hafta sonra okullar tatil oluyor nasıl olsa. Durumu anlayışla karşılayacaklarından eminim. Her şey yoluna.:.»

«Louis?»

Louis sözünü yanda kesti. «Efendim?»

«Benden sakladığın nedir?»

'Saklamak mı?» Louis dürüstçe baktı karısının yüzüne. - Miden söz ettiğini anlayamadım.»

«öyle mi?»

«Evet, anlayamadım.»

«Önemli değil. Eğer gerçekten istiyorsan şimdi telefon ederim.»

«istiyorum.»

«Ellie için... iyi de olabilir.» Rachel Valium'un etkisiyle hâla donuk olan, kenarlan kızarmış

gözleriyle baktı kocasına. «Ateşin var galiba, Louis. Hastalanıyor gibisin.»

Kocasının vereceği karşılığı beklemeden kalkıp annesiyle babasının kaldıktan motele telefon etti sonra.

Goldman'lar kızlannm önerisine çok sevinmişlerdi. Louis'in

— 245-—de üç dört gün sonra gelmesi fikri pek hoşlarına gitmemişti, ne var ki, bu konuda endişeye kapılmaları gereksizdi. Louis'in Chicago'ya gitmek gibi en küçük bir niyeti yoktu. Bilet almaya geç kalmış olmaktan korkuyordu sadece. Ama orada da talihi vardı. Delta Havayollarının Bangor - Cincinnati seferinde boş yer vardı, Cincinnati de Chicago uçağında son anda iki kişini/, biletlerini iptal ettiklerini bildirmişti. Rachel'le Ellie, Goldman larla Cincinnati'ye kadar birlikte gidecekler, oradan da bir sası arayla Chicago'ya uçacaklardı.

Büyülüymü^ gibi, diye düşündü Louis, telefonu kapatırken Jud'un sesi hemen karşılık verdi kendisine: Eskiden çok güçlüydü, korkarım şimdi de...

. Canın cehenneme, dedi Louis, Jud'un sesine. Son on ayda pek çok garip şeyi kabullenmeyi öğrendim, dostum.-Ama bir toprak parçasının havayolları bilet gişesini etkileyeceğine inandığımı hiç sanmıyorum.

«Hemen toplanayım,» dedi Rachel.

«Bir tek büyük bavul yeter.»

Rachel şaşkın şaşkın baktı kocasına, «ikimiz için mi? Şaka ediyorsun. Louis.»

«Bir bavulla iki çanta al öyleyse. Üç haftanın her günü için

-ayrı giyecek bir şeyin olsun diye titizlenmene gerek yok.» Hele çok yakında Ludlow'a döneceksen. diye düşünüyordu. «Bir haftalık, on günlük bir şeyler al. Çek defteriyle kredi kartları sende nasıl olsa. ihtiyacın olan şeyleri satın alırsın.»

«Ama buna...» diye kuşkuyla söz* başladı Rachel. Artık her şeye şaşıyor, karşısına ç>kan ne olursa olsun aklı karışıyordu.

«Paramız var,» dedi Louis.

•Eh... gerekirse Gage'in kolej masrafı için ayırdığımız parayı kullanırız. Ama tahvilleri bozdurmak falan bir iki gün sürer...»

Rachel'in yüzü birden allak bullak oldu. Louis kamını kucakladı. Haklı elbette, hiç beklemediğin anda iniyor darbe.

• «Rachel, ağlama.» dedi.

Ama ağladı Rachel, ağlaman zorundaydı.

Rachel yukarda eşyalarını toplarken telefon çaldı, Louis,

—24e—

Delta Havayollarından biri anyor sanıp yerinden fırladı. Bir karışıklık olmuş, bilet bulunamamış

diyeceklerdi. Her şeyin gereğinden fazla yolunda gitmesinden kuşkulanmalıydım zaten.

Ama arayan havayolları acentesi değil, Irwin Goldman'dı.

«Rachel'i çağırayım,» dedi Louis.

«Hayır.» Bir an konuşacak hiçbir, şey yoktu. Herhalde telefonun başinda durup bana ne küfür edeceğini düşünüyordur.

Goldman konuşmaya başladığında sesindeki gerginlik far-kediliyordu. Sanki büyük karşı

koymalara rağmen güçlükle çıkarıyordu sözcükleri ağzından. «Seninle konuşmak istiyorum Dory telefon edip... davranışım için özür dilememi istedi... Louis. sanırım bunu ben de istiyordum.»

Vay Invin vay! Ne kadar da alçakgönüüüymüşsün! Gözlerim yaşardı doğrusu!

«Özür dilemen gerekmez,» dedi. Sesi kupkuruydu.

«Bağışlanmaz bir şey yaptım,- dedi Goldman. Artık güçlük-lo konuşmuyordu. «Rachel'le EUien'in bize gelmelerini istemem senin bu olayda ne kadar büyük ve... benim de ne kadar küçük olduğumu gösterdi bana.»

Bu palavralarda Louis'in çok yakından tanıdığı gibi bir şey vardı...

Birden anladı... ve ağzı sanki ekşi bir limon ısırmış gibi sımsıkı büzüldü. Rachel'in. Louis, böyle kötü davrandığım için özür dilerim, deyişinden farksızdı adamın konuşması. Rachel de gerçekten istediği bir şeyi elde ettikten sonra böyle konuşuyordu Rachel'in canlılığı ve neşesi eksikti karşısındaki seste, ama aynı şeyi söylüyordu işte.

Adam kızıyla torununu alıyordu. Baba yuvasına dönüyorlardı ikisi de. Delta ve United havayollarının işbirliğiyle Invin Goldman'ın olmalarım istediği yere dönüyorlardı. Şimdi artık yücegönüllü olabilirdi. Kendi bildiği kadanyla zaferi o kazanmıştı. Ö1Q oğlunun cesedi başında seni yumrukladıgunı, yere düştüğünde tekmelediğimi, tabutu devirince kilidinin kırılmasının ardından oğlunun elini son bir kez görmene neden olduğumu unutalım. Hepsini unutalım.

Korkunç bir şey ola* da, Irwin, planlarımı altüst edecek olmasaydı şu anda gebermeni isterdim.

— 247 —

•Önemli değil. Bay Goldman,- dedi. «Hepimiz için... duygu sal bir gündü.»

«Önemli olmaz olur mu?» diye adam ısrar etti. Louis adamın gizli bir amaç gütmediğini, istediğini elde etti diye özür dilemeye çalışmadığını farketti. Goldman ağlayacak gibiydi. Sesi titriyordu. Ağır ağır, tane tane konuşuyordu. «Hepimiz için korkunç bir gündü. Benim yüzümden. Aptal ve inatçılığım yüzünden. Yardımıma ihtiyacı olan kızımı kırdım... seni de kırdım... oysa senin de yardımıma ihtiyacın olabilirdi, Louis. Sense böyle... benim o davranışımdan sonra... öyle davranınca kendimi çok bayağı hissettim. Ve böyle de olması

gerektiğine inanıyorum. '

Tanrım, sussun artık bu herif, yoksa bağırıp çağırmaya başlayıp her şeyi berbat edeceğim.

•Rachel herhalde sana söylemiştir, Louis, bizim bir kızımız daha" vardı...-

•Zelda,» dedi Louis. «Evet. bana Zelda'dan söz etmişti.»

•Çok güçtü,» dedi Goldman o titrek sesiyle. «Hepimiz için (,ck güçtü. En çok da Rachel için sanırım... Zelda öldüğünde Rachel yanındaydı... ama Dory ve benim için de çok zordu.. Dory az daha bir sinir krizi geçiriyordu...»

Ya Rachel'e ne oldu dersin, diye bağırmak istedi Louis. Bir çocuk sinir krizi geçiremez mi sanıyorsun yoksa? Aradan yirmi yıl geçmiş, hâlâ korkudan havalara zıplıyor ölümün gölgesini görünce. Ve şimdi de başına bu İs geliyor. Bu pis is. bu korkunç is. Şu anda hastanede yatıyor olmaması bile bir mucize. Onun için bana senin ve kann için ne güç olduğunu anlatıp durma.

«Zelda'nın ölümünden beri Rachel'e... daha sıkı bağlandık sanırım... onu korumak istedik...

Çektiği sıkıntıların bedelini ödemek istedik .. yıllarca. Zelda ölürken orada olmadığımı/ için...»

Evet, yaşlı adam gerçekten ağlıyordu. Neden ağlıyordu sanki? Louis'in o tertemiz ve saf nefretine tutunabilmesi güçleşi-yordu. Güçleşiyordu ama yinede olanaksız değildi. Goldman'in cebinden şişkin çek defterini çıkarışını gözlerinin önüne getirdi... ama birden arka planda Zelda Goldman'ı gördü... pis kokulu bir yatakta hiç de sessiz yatmayan bir hayalet, yüzü ıs-

— 248 —tırap ve nefret dolu. elleri pençe gibi. Goldman hayaleti. Büyük ve Müthiş Öz.

«Lütfen,- dedi. «Lütfen. Bay Goldman. Invin. Yeter artık. Durumu olması gerektiğinden daha kötü yapmayalım, olmsu. mı?»

•Senin iyi bir insan olduğuna inanıyorum artık, seni yanlış tanımışım. Louis. Bak. benim için ne düşündüğünü biliyorum. O kadar aptal mıyım dersin? Hayır. Aptalım ama o kadar değil, tşte istediğini elde etti, şimdi de gözümü boyamak için konuşuyor, bir zamanlar beni satın almak istediği gibi... diye düşünü yorsundur... Ama yemin ederim, Louis...»

«Yeter,» dedi Louis yumuşak bir sesle. «Daha fazlasına gerçekten dayanamayacağım...»

Onunda sesi titriyordu. «Tamam mı?»

«Peki.» Goldman içini çekti. Louis bunun bir rahatlama olduğunu düşündü. «Ama izin ver de bir kez daha söyleyeyim özür dilediğimi. Kabul etmek zorunda değilsin, Louis. Özür diliyorum.»

«Pekâlâ.» Louis gözJ.erini kapattı. Başı zonkluyordu. «Teşekkür ederim, Invin.»

«Ben sana teşekkür ederim... aynca gelmelerine izin verdiğin için de teşekkür ederim. Belki de ikisinin de ihtiyacı olan şeydi bu. Havaalanında bekleyeceğiz onlan.»

-Çok iyi.» Louis'in aklına ansızın bir şey geldi. Mantıklı olduğu kadar çekici ve çılgınca bir şey.

Geçmişi karıştırmayacaktı. Gage'in de Pleasantview Mezarlığında yatmasına izin verecekti.

Kapanan bir kapıyı açmaya çalışmak yerine onu kilitleyecek, sürgülerini çekecek, anahtarım da atacaktı. Karısına yapacağını söylediği şeyleri yapacaktı sadece: İşlerini yoluna ko-duktan sonra uçağa atlayıp yanlanna gidecekti. Belki de yazın tümünü orada geçirirlerd.1. Kendisi, kansı ve iyi yürekli kızı. Hayvanat bahçesine, plenataryuma giderler, gölde sandal sefası

yaparlardı. Ellie'ye Sears Kulesinin tepesine çıkarır, dümdüz bir oyun tahtası gibi uzana.n ovayı

gösterirdi. Ağustos ortalarında da. şimdi bu kadar gölgce dolu. acı dolu olan eve dönerlerdi; belki de her şeye yeniden başlamak gibi olurdu bu. Belki de her şeye yeniden başlayabilirlerdi.

— 240 —iyi ama bu oğlunu öldürmek olmaz mıydı? ikinci kez öldürmek?

içinde bir ses bunun böyle olmadığını söylüyordu, ama Lo- , uis kulaklarını tıkamıştı bir kere.

Sesi susturdu hemen.

•trvvin. artık kapatmam gerek. Gidip Rachel'e yardım etme- f liyim.»

«Peki. Güle güle. Louis. Sana bir kez daha...»

Ne kadar üzgün olduğunu bir daha söylerse bağırırım.

«Güle güle, lrwin.» deyip kapattı telefonu.

Yukarı çıktığında Rachel elbiseler içinde boğulmuş gibiydi. Yatakların üzerine bluzlar, iskemlelerin arkalanna sutyenler, kapı koluna asılı olan askılara pantolonlar seriliydi. Pencere altında asker dizisi gibiydi ayakkabıları. Ağır ağır ama ustaca toparlanıyordu Rachel. Louis onun en az üç (belki de dört) bavul almak üzere olduğunu gördü, ancak bu konuda bir tartışmaya girmenin yararsızlığını da biliyordu. O da karısına yardıma başladı.

Son bavulu kapatırlarken (kilidin kapanması için Louis bavulun üstüne oturmak zorunda kalmıştı) Rachel, «Louis, bana söylemek istediğin bir şey olmadığından emin misin?» diye sordu.

«Sevgilim, ne demek istiyorsun Tann aşkına?»

«Ne olduğunu bilmiyorum. Onun için soruyorum zaten.»

«Ne yapacağımı sanıyorsun? Gene'leve mi gideceğim? Ne yapacağım?»

«Bilmiyorum. Ama ortada doğru olmayan bir şey var. Sanki bizden kurtulmak istiyormuş

gibisin.»

«Rachel, saçma bu!» Louis'in sesindeki şiddet biraz da bıkkınlıktan doğuruyordu.

Kansı hafifçe gülümsedi. «Hiçbir zaman iyi bir yalancı değilsin, Lou.»

Louis itiraz edecekken Rachel sözünü kesti.

«Ellie rüyasında senin ölmüş olduğunu görmüş. Dün gece Ağlayarak uyandı. Yanına gittim, iki üç saat yanında yattıktan sonra döndüm senin yanına. Rüyasm<ia seni mutfak masası ba şında otururken görmüş, gözlerin acıkmış, ama o senin ölü ol-

— 250 —düğünü biliyormuş. Steve Masterton'un çığlıklarını duyduğunu söyledi.»

Louis cesareti kırılmıscasına baktı karısına. «RacheL ElUe' nin kardeşi daha dün öldü. Ailesinin diğer üyelerinden birinin de ölmüş olduğunu rüyasında görmesinden daha doğal bir şev olamaz.»

«O kadarını ben de düşündüm. Ama kızın anlatışı... sözleri.. sanki kehanetmiş gibi geldi.»

Rachel acı acı güldü.

«Belki de orada olman gerekiyordu.»

«Belki,» dedi Louis.

Sanki kehanetmiş gibi geldi bana.

«Gel yatalım.» dedi Rachel. «Valium'un etkisi geçti, daha fazla da almak istemiyorum.

Korkuyorum ama. Ben de rüyalar gördüm...»

«Ne rüyası?»

«Zelda'yı gördüm. Gage öldüğünden bu yana gece gözlerimi kapatınca Zelda çıkıyor karşıma.'

Beni almaya geldiğini ve bu kez alacağını söylüyor. Gage'le benden öç alacaklarmış...

«Rachel, bu yalnızca...

«Bir rüya, biliyorum. Normal bir şey. Ama bu gece yanıma gel ve mümkünse rüyalarımı

benden uzak tut, Louis•

Loüıs'in tek kişilik yatağında yatıyorlardı. «Rachel. uyanık mısın?» «Evet.»

-Sana bir şey sormak istiyorum.» «Sor bakalım.»

Louis karısına daha fazla acı vermek istemediğinden bir an duraksadı, ama öte yandan da bilmek zorundaydı.-

«Gage dokuz aylıkken bizi nasıl korkuttuğunu hatırlıyor musun?»

«Hatırlıyorum elbette. Neden sordun?»

Gage dokuz aylıkken Louis oğlunun kafatasının boyutları konusunda korkuya kapılmıştı.

Kendisinin kitaplarında normal çocuk kafataslarının aylara göre ölçüleri veriliyordu. Gage dört aylıkken kafatası kitaplarda yazanın en büyüğüydü. Başını dik tutmakta falan bir güçlüğü

yoktu, böyle bir şey olsa hemen an-

— 251 —laşılırdı. ama yine de Louis oğlanı Ortabatı'mn en yetenekli nörologu olan George Tardiff'e götürmüştü. Rachel ne olduğunu öğrenmek istemiş, Louis de kuşkularını anlatmıştı. Gage hidro sefalik olabilirdi. Rachel'in yüzü bembeyaz kesilmiş ama sakinliğini kaybetmemişti.

«Bana normalmiş gibi görünüyor.»

Louis başını salladı. «Bana da. Ama yine de bir uzmana gös tersek iyi olur.»

Tardiff, Gage'in kafatasını Ölçerken kaşlarını çatmıştı, iki parmağım oğlanın yüzüne uzatmış, Gage hemen başını geri çekmişti. Ama Tardiff gülümseyince Louis'in içi biraz rahatlar gibi oldu.

Tardiff oğlana tutması için bir top verdi. Gage topu az sonra bıraktı elinden. Tardiff topu aldı, yere vurup zıplatmaya başladı, gözlerini Gage'in gözlerinden ayırmıyordu. Gage'in gözleri topu izliyordu.

«Hidrosefalik olması olasılığı yüzde elli.» dedi Tardiff daha sonra Louis'e. «Belki.de daha fazla.

Eğer öyleyse, bile pek hafif bir vaka. Çok dikkatli görünüyor. Yeni ameliyat yöntemi bu sorunu çözümler... eğer bir sorun varsa...»

«Beyin ameliyatı yani.»

«Çok küçük bir beyin ameliyatı.»

Louis, Gage'in kafasının büyüklüğüne aklını taktıktan sonra bu konudaki kitaplan okumuştu, Tardif'in sözünü ettiği beyindeki fazla suyu çekip almak işi kendisine pek o kadar basit

.gelmiyordu. Böyle bir ameliyat yöntemi olduğuna şükredip çenesini fazla açmamasının iyi olacağını düşündü.

«Oğlunun başının yaşma göre biraz büyük olabileceği olasılığı da var her zaman,» dedi Tardiff.

«En iyisi bir ÇAT taraması yaptırmak, değil mi?»

Louis en iyi yolun bu olduğuna karar vermişti.

Gage hastanede bir gece yatmıştı. Çocuğa genel anestezi yapılmış, uyurken kafasını çamaşır kurutma kazanına benzer bir aletin içine sokmuşlardı. Ellie büyükbabasının yanında kalmış, videoda sabahtan akşama kadar «Sesame Sokağı»nı seyretmişti. Kendisiyle Rachel ise hastanede beklemişlerdi. Çok uzun, bitmek tükenmek bilmeyen kapkaranlık saatler geçirmişti Louis. Genel anestezi sırasında ölüm, ameliyatta ölüm, hidrosefalus sonunda geri zekâlılık, sara, körlük... olasılıklar gerçekten sınırsızdı.

— 252 —düğünü biliyormuş. Steve Masterton'un çığlıklarını duyduğunu söyledi.»

Louis cesareti kırılmıscasma baktı karısına. «Rachel, EİHe' nin kardeşi daha dün öldü. Ailesinin diğer üyelerinden birinin de ölmüş olduğunu rüyasında görmesinden daha doğal bir şey olamaz.»

«O kadarını ben de düşündüm. Ama kızın anlatışı... sözleri.. sanki kehanetmiş gibi geldi.»

Rachel acı acı güldü.

«Belki de orada olman gerekiyordu.»

«Belki.» dedi Louis.

Sanki kehanetmiş gibi geldi bana.

«Gel yatalım.» dedi Rachel. «Valium'un etkisi geçti, daha fazla da almak istemiyorum.

Korkuyorum ama. Ben de rüyalar gördüm...»

«Ne rüyası?»

«Zelda'yı gördüm. Gage öldüğünden bu yana gece gözlerimi kapatınca Zelda çıkıyor karşıma.'

Beni almaya geldiğini ve bu kez alacağını söylüyor. Gage'le benden öç alacaklarmış...

«Rachel, bu yalnızca...

«Bir rüya, biliyorum. Normal bir şey. Ama bu gece yanıma gel ve mümkünse rüyalarımı

benden uzak tut, Louis»

Loüıs'in tek kişilik yatağında yatıyorlardı. «Rachel. uyanık mısın?» «Evet.»

«Sana bir şey sormak istiyorum.» «Sor bakalım.»

Louis karısına daha fazla acı vermek istemediğinden bir an duraksadı, ama öte yandan da bilmek zorundaydı.

«Gage dokuz aylıkken bizi nasıl korkuttuğunu hatırlıyor musun?»

«Hatırlıyorum elbette. Neden sordun?»

Gage dokuz aylıkken Louis oğlunun kafatasının boyutları konusunda korkuya kapılmıştı.

Kendisinin kitaplarında normal çocuk kafataslarının aylara, göre ölçüleri veriliyordu. Gage dört aylıkken kafatası kitaplarda yazanın en büyüğüydü. Başını dik tutmakta falan bir güçlüğü

yoktu, böyle bir şey olsa hemen an-

— 251 —laşıhrdı. ama yine de Louis oğlanı Ortabatı'nın en yetenekli nörologu olan George Tardiff'e götürmüştü. Rachel ne olduğunu öğrenmek istemiş, Louis de kuşkularını anlatmıştı. Gage hidro-sefalik olabilirdi. Rachel'in yüzü bembeyaz kesilmiş ama sakinliğini kaybetmemişti.

«Bana normalmiş gibi görünüyor.»

Louis başını salladı. «Bana da. Ama yine de bir uzmana göstersek iyi olur.»

Tardiff, Gage'in kafatasını ölçerken kaşlarını çatmıştı. İki parmağını oğlanın yüzüne uzatmış, Gage hemen başını geri çekmişti. Ama Tardiff gülümseyince Louis'in içi biraz rahatlar gibi oldu.

Tardiff oğlana tutması için bir top verdi. Gage topu az sonra bıraktı elinden. Tardiff topu aldı, yere vurup zıplatmaya başladı, gözlerini Gage'in gözlerinden ayırmıyordu. Gage'in gözleri topu izliyordu.

«Hidrosefalik olması olasılığı yüzde elli.» dedi Tardiff daha sonra Louis'e. «Belki de daha fazla.

Eğer öyleyse bile pek hafif bir vaka. Çok dikkatli görünüyor. Yeni ameliyat yöntemi bu sorunu çözümler... eğer bir sorun varsa...»

«Beyin ameliyatı yani.»

«Çok küçük bir beyin ameliyatı.»

Louis, Gage'in kafasının büyüklüğüne aklını taktıktan sonra bu konudaki kitaptan okumuştu, Tardif'in sözünü ettiği beyindeki fazla suyu çekip almak işi kendisine pek o kadar basit gelmiyordu. Böyle bir ameliyat yöntemi olduğuna şükredip çenesini fazla açmamasının iyi olacağını düşündü.

«Oğlunun başının yaşına göre biraz büyük olabileceği olasılığı da var her zaman,» dedi Tardiff.

«En iyisi bir ÇAT taraması yaptırmak, değil mi?»

Louis en iyi yolun bu olduğuna karar vermişti.

Gage hastanede bir gece yatmıştı. Çocuğa genel anestezi yapılmış, uyurken kafasını çamaşır kurutma kazanına benzer bir aletin içine sokmuşlardı. Ellie büyükbabasının yanında kalmış, videoda sabahtan akşama kadar «Sesame Sokağı-nı seyretmişti. Kendisiyle Rachel ise hastanede beklemişlerdi. Çok uzun, bitmek tükenmek bilmeyen kapkaranlık saatler geçirmişti Louis. Genel anestezi sırasında ölüm, ameliyatta ölüm, hidrosefalus sonunda geri zekâlılık, sara, körlük... olasılıklar gerçekten sınırsızdı.

— 252 —

Tardiff saat beşte gelmişti bekleme odasına. Üç puro vardı elinde. Birini Louis'in, birini Rachel'in (kansı itiraz edemeyecek kadar şaşırmıştı) ağzına sokup üçüncüsünü de kendisi yaktı.

«Oğlan iyi. Hidrosefalus yok.»

«Yakıver şu nesneyi,» dedi Rachel aynı anda hem ağlayıp hem gülerek. «Kusana kadar içeceğim.»

Tardiff puroları yaktı.

Tanrı onu 15 numaralı karayolu İçin koruyordu. Dr. Tardiff.

«Rachel, Gage'de hastalık olsaydı ve ameliyat başarılı geç meşeydi... onu yine sever miydin?»

«Ne biçim soru bu, Louis?»

-«Sever miydin?»

.Elbette. Ne olursa olsun severdim Gağe'i.»

«Geri zekâlı olsaydı bile mi?»

-Evet.»

«Onu bir hastaneye kapatmak ister miydin?»

«Sanmıyorum. Şimdi kazandığın parayla bunu yapabilirdik •yi bir yere yani... ama imkân olursa yanımızda isterdim onu. Louis, neden soruyorsun bunlan?»

«Zelda'yı düşünüyordum sanırım.» Louis yalan söyleme yeteneğine kendisi de şaşıyordu. «Bir daha aynı şeyi yaşar -.miydin diye merak ediyordum.»

«Aynı şey olmazdı. Gage... Gage'di işte. Oğlumuzdu. Çok büyük bir fark yapardı bu. Güç

olurdu sanınm... sen onu bir yere kapatmak ister miydin? Pineland gibi bir yere.»

«Hayır.»

-Uyuyalım haydi.»

«İyi fikir.»

«Şimdi artık uyayabileceğimi hissediyorum.» dedi Rachel. »Bugünü geride bıraktım artık.»

«Haydi hayırlısı,» dedi Louis.

Rachel uzun bir süre sonra uykulu bir sesle. «Haklısın, Louis... rüyalar işte...» dedi.

«Elbette.» Louis karısının kulakmemesini öptü. «Uyu artık.»

Sanki kehanetmiş gibi geldi bana.

Louis uzun bir süre uyuyamadı. Uyuyakalacağı anda da ayin kıvrık kemik gibi ucu pencereden kendisine bakıyordu.

— 253 —43

Ertesi gün hava bulutlu ve sıcaktı. Louis, Rachel'le Ellie'nin bavullarını bagaja verip biletlerini alana kadar kanter içinde kalmıştı. Böylesine meşgul olabilmek bile bir ihsandı sanki kendisine.

Şükran Gününde ailesini Chicago'ya gönderirken hissettiği acının pek azım duyuyordu şimdi.

Ellie biraz uzak ve garip gibiydi. Louis o sabah kızın yüzün-de birkaç kez garip, düşünceli bir bakış görmüştü.

Annesiyle belki de bütün yazı geçirmek için Chicago'ya gideceklerini öğrendiğinde hiçbir şey demeden kahvaltısına devam etmişti. Kahvaltıdan sonra hiç ses çıkarmadan yukan çıkıp Rachel'in hazırladığı elbiselerini giymişti. Gage'in resmini havaalanına da getirmişti. Louis bilet kuyruğunda beklerken plastik koltuklardan birinde sesini çıkarmadan oturmuştu.

Bay ve Bayan Goldman uçağın kalkışından kırk dakika önce geldiler. Havanın sıcaklığına rağmen Invin Goldman'm sırtında kaşmir bir pardösü vardı (hiç de terlemiş görünmüyordu).

Adam gidip kiraladığı arabayı geri verirken Dory Goldman da kızıyla torununun yanına oturdu.

Louis'le Goldman diğerlerinin yanına aynı anda döndüler. • Louis özür dileme oyununun tekrannın oynanacağından korkuyordu, ancak Goldman bir el sıkışması ve bir merhabayla yetinmiş gibiydi. Damadına yönelttiği kısa bakış Louis'in o sabah var dığı kanıyı güçlendirmişti: Kayınpederi dün gece sarhoş olmalıydı.

Hep birlikte yukan çıkıp salonda oturdular. Pek konuşmuyorlardı. Dory Goldman elindeki Erica Jong'un romanına bakıyor ama kapağını açmıyordu. Arada bir de Ellie'nin elindeki resme endişeyle bir göz atmaktaydı.

Louis kızına birlikte gazeteciye gidip uçakta okuyacak bir şey seçmek isteyip istemediğini sordu.

— 254 —

Tardiff saat beşte gelmişti bekleme odasına. Üç puro vardı alinde. Birini Louis'in, birini Rachel'in (kansı itiraz edemeyecek kadar şaşırmıştı) ağzına sokup üçüncüsünü de kendisi yaktı.

«Oğlan iyi. Hidrosefalus yok.»

«Yakıver şu nesneyi,» dedi Rachel aynı anda hem ağlayıp nem gülerek. «Kusana kadar içeceğim.»

Tardiff puroları yaktı.

Tanrı onu 15 numaralı karayolu için koruyordu. Dr. Tardiff.

«Rachel, Gage'de hastalık olsaydı ve ameliyat başanlı geç meşeydi... onu yine sever miydin?»

«Ne biçim soru bu, Louis?» «Sever miydin?»

•Elbette. Ne olursa olsun severdim Gage'i.»

«Geri zekâlı olsaydı bile mi?»

«Evet.»

«Onu bir hastaneye kapatmak ister miydin?»

•Sanmıyorum. Şimdi kazandığın parayla bunu yapabilirdik iyi bir yere yani... ama imkân olursa yanımızda isterdim onu. Louis, neden soruyorsun bunlan?»

•Zelda'yı düşünüyordum sanırım.» Louis yalan söyleme yeteneğine kendisi de şaşıyordu. «Bir daha aynı şeyi yaşar--miydin diye merak ediyordum.»

«Aynı şey olmazdı. Gage... Gage'di işte. Oğlumuzdu. Çok büyük bir fark yapardı bu. Güç

olurdu sanırım... sen onu bir yere kapatmak ister miydin? Pineland gibi bir yere.»

«Hayır.»

«Uyuyalım haydi.»

«İyi fikir.»

«Şimdi artık uyayabileceğimi hissediyorum,» dedi Rachel. Bugünü geride bıraktım artık.»

«Haydi hayırlısı,» dedi Louis.

Rachel uzun bir süre sonra uykulu bir sesle. «Haklısın, Lo-as... rüyalar işte...» dedi.

«Elbette.» Louis karısının kulakmemesini öptü. «Uyu artık.»

Sanki kehanetmiş gibi geldi bana.

Louis uzun bir süre uyuyamadı. Uyuyakalacağı anda da kıvnk kemik gibi ucu pencereden kendisine bakıyordu.

— 253 —43

Ertesi gün hava bulutlu ve sıcaktı. Louis, Rachel'le Ellie'nin j bavullarını bagaja verip biletlerim alana kadar kanter içinde] kalmıştı. Böylesine meşgul olabilmek bile bir ihsandı sanki ken-*

dişine. Şükran Gününde ailesini Chicago'ya gönderirken hisse, tiği acının pek azını duyuyordu şimdi.

Ellie biraz uzak ve garip gibiydi. Louis o sabah kızın yüzünde birkaç kez garip, düşünceli bir bakış görmüştü.

Annesiyle belki de bütün yazı geçirmek için Chicago'ya gideceklerini öğrendiğinde hiçbir şey demeden kahvaltısına devam etmişti. Kahvaltıdan sonra hiç ses çıkarmadan yukan çıkıp Rachel'in hazırladığı elbiselerini giymişti. Gage'in resmini havaalanına da getirmişti. Louis bilet kuyruğunda beklerken plastik koltuklardan birinde sesini çıkarmadan oturmuştu.

Bay ve Bayan Goldman uçağın kalkışından kırk dakika önce geldiler. Havanın sıcaklığına rağmen Irwin Goldman'm sırtında kaşmir bir pardösü vardı (hiç de terlemiş görünmüyordu).

Adam gidip kiraladığı arabayı geri verirken Dory Goldman da kızıyla torununun yanma oturdu.

Louis'le Goldman diğerlerinin yanına aynı anda döndüler. Louis özür dileme oyununun tekrarının oynanacağından korkuyordu,- ancak Goldman bir el sıkışması ve bir merhabayla yetinmiş gibiydi. Damadına yönelttiği kısa bakış Louis'in o sabah vardığı kanıyı güçlendirmişti: Kayınpederi dün gece sarhoş olmalıydı.

Hep birlikte yukan çakıp salonda oturdular. Pek konuşmuyorlardı. Dory Goldman elindeki Erica Jong'un romanına bakıyor ama kapağını açmıyordu. Arada bir de Ellie'nin elindeki resme endişeyle bir göz atmaktaydı.

Louis kızına birlikte gazeteciye gidip uçakta okuyacak bir şey seçmek isteyip istemediğini sordu.

Ellie yine o düşünceli bakışlarla bakıyordu kendisine. Louis hiç .hoşlanmıyordu bundan.

•Büyükbabanda uslu duracak mısın bakalım?» diye şortla yürürlerken.

«Evet. duracağım. Baba okula gitmiyorum diye bana ceza verirler mi dersin? Andy Pasioca okuldan kaçanları yakalayan bir adam olduğunu söyledi.»

«Sen merak etme. Okul işine ben bakarım, sonbaharda yeniden başlarsın okula.»

«Sonbahara kadar bir şey olmam umarım. Birinci sınıfa hiç gitmedim. Hep ana sınıfındaydım şimdiye kadar. Birinci sınıftaki çocuklann neler yaptıklarını hiç bilmiyorum. Onlara ev ö-devleri verirler herhalde.»

••Başarırsın, hiç merak etme.»

«Baba, hâlâ kızgın mısın büyükbabama?»

Louis gözlerine inanamayarak baktı kızına. vBunu da nereden çıkardın, Ellie... büyük babandan hoşlanmadığımı nerden çıkardın bakayım?»

Konu kendisini hiç ilgilendirmiyormuş gibi omuzlarını silk-ti Ellie. «Onun hakkında konuşurken hep öfkelisin de.»

Çocuk kitapları taraf ma'giderlerken Ellie babasına yine garip garip baktı. Nasıl hissediyorlardı

bunları? öylece biliyorlar mıydı yoksa? Ellie ne kadar biliyordu? Nasıl bir etki yapıyordu bu üzerinde? Ellie. o soluk yüzün ardında neler var?

Ellie'nin aldığı kitaplann parasını ödemek için sıraya girdiklerinde, «Büyükbabanla ben birbirimizi severiz,» dedi. Annesinin bir kadın çocuk istediği takdirde çocuğu «bulduğunu»

söylediğini hatırladı sonra. Kendi çocuklarına hiç yalan söylemeyeceğine dair kendi kendine verdiği sözleri anımsadı. Son birkaç gün içinde bayağı gelecek vaat eden bir yalancı olmaya başlamıştı, ama şimdi bunu düşünecek değildi.

«Ha.» dedi kız. Daha fazla konuşmadı.

Sessizlik daha çok huzurunu kaçırmıştı Louis'in. «Chicago* da ryi vakit geçirecek misin dersin?» diye sordu kıza.

«Hayır.»

«Neden?»

Kız babasının yüzüne baktı. «Korkuyorum.»

Louis elini kızının başı üstüne koydu. «Korkuyor musun?

— 255 —

Neden ama. yavrum? Uçaktan korkmuyorsun, değil mi?»

«Havır. Neden korktuğumu ben de bilmiyorum, baba. Gage in cenazesinde olduğumuzu gördüm rüyamda, cenaze evi mü duru tabutu açtı içinde Gage yoktu. «Sonra eve döndüm, Gage in yatağına baktım, o da boştu. Ama içinde toprak vardı.»