Amsterdam'a geri döndüm ama artık buradayken kendimi evimde gibi hissetmiyorum. Acaba Dianne'le birlikte olmadığım için mi yoksa yalancı amcık Sick Boy'la birlikte olduğum için mi, merak ediyorum. Bıyık ya da sakal, hangisi olursa olsun, artık Dam eskisi gibi bir sığınak olmaktan çıktı benim için.
Sick Boy'la uçağa binerken Dianne'den zar zor ayrılabildim. Ona olan aşkım beni nasıl da korkusuzlaştırdı; Begbie paranoyam bile tehlikeli biçimde azaldı. Colinton Dell boyunca yaptığımız o yapraklarla kaplı yürüyüşlerden birinde, amcık herif beni bir baltayla doğrayabilirdi, Tanrı korusun. Dianne'e ilk rastladığımda yalnızca hip, yaşının irisi bir öğrenciydi ama gene de benden çok daha iyi durumdaydı. Ben yalnızca hıyarın tekiydim o zamanlar. Dianne artık bir kadın olmuş; çılgın bir raver olup çıkmasını beklerdim ama o cool, zeki, zarif, okuyan, düşünen ve bu yüzden de her zamankinden daha seksi bir kadın haline gelmiş.
Dianne.
Bunun alın yazısı ya da kader olduğunu düşünecek kadar salak değilim. Geriye baktığımda, eğer dürüst olabiliyorsam, onu çıktığım diğer hatunlardan ayıran bir özellik bulamıyorum. Beni ilgilendiren şu an. Pek inanmadığı bir şey söylediğim zamanlarda gözlüklerini burnuna indirip onların üzerinden bana bakışı. Benim ona "baykuş gözlü" deyişim, onun da beni "kızıl fıstık" diye çağırışı, aslında korkunç işaretler bunlar. Daha da korkutucu olan şey, bunların hoşuma gittiği gerçeği. Bu çeşit budalaca bir yakınlık için yeteri kadar uzun süre birlikte olduk mu? Olmuşuz demek.
Onu seviyorum ve sanırım o da benim için aynı şeyleri hissediyor, hissettiğini söylüyor, ki bence bu gibi konularda yalan söylemeyecek ve gerçekten ne hissettiğini bilebilecek kadar dürüst bir insan. Kendi ruhuna yalan söyleyemezsin.
Katrin'e bir sürü mesaj bırakıp eşyalarımı almak için en uygun zamanı bana bildirmesini istedim. Cevap vermedi. Martin'i görüyorum, birlikte Brouwersgracht'taki daireye gidip içeri giriyoruz. Ofise götürmek üzere bazı kişisel eşyalarımı onun kamyonetine yüklüyoruz. Gerisi onda kalsın. Son kutu da yüklendiğinde kendimi çok iyi hissediyorum, sanki her şeyden kurtulmuş gibiyim.
Otelde bıraktığım Sick Boy beni cepten arayıp duruyor. Miz'in montaj stüdyosuna gittiğimizde, o çoktan oraya yerleşip Miz'in teknisyen arkadaşı Jack'i sıkboğaz etmeye başlamış bile. Sick Boy hem Miz'in olanaklarını kullanıyor hem de çocuğa acayip kaba ve ters davranıyor. Utanç verici. Durumu kurtarmak için Miz'i öğle yemeğine çıkarıyorum. Sick Boy buna sevinmiş görünüyor, montaj stüdyosunda kontrolü tekeline geçirmiş durumda, sonradan randevulaştığımız gibi Brown Bar'a geldiğinde yüzü hâlâ tripten tribe giriyor.
Miz filmden çok ümitli, en tanınmış gonzo porno uzmanı olan arkadaşı Lars Lavish'e de bir kopya yollamamız gerektiği konusunu sürekli gündeme getirip duruyor. "Lars, Cannes Erotik Film Festivali'nde olacak," diye sevinçle bildiriyor, "biz de onunla gidebiliriz."
Simon'ı barda tek başına yakaladığımda soruyorum: "Senin Miz'le ne alıp veremediğin var? Videoyu Niddrie'de mi montajlamak isterdin? Çünkü tavrını değiştirmezsen gideceğimiz yer orası, amına koyayım."
"O pislik torbası beni hasta ediyor," diye homurdanıyor Sick, "Lars Lavish gibi en tepedeki bir adamı tanıyor olmasına imkân yok..."
"Yalan söylemiyor. Hem Cannes'a hem de öteki popüler porno festivallerine katılmamıza yardımcı olabilir."
"Ya, tabii," diyor Sick Boy öfke içinde. "Filmimin bir yerde gösterilmesi için onun yardımına ihtiyacım yok. Bananazurri'ye dahil olacağını falan zannediyorsa hemen siktirip gitsin. Evet, şu anda göt herife ihtiyacımız var ama bu Hollandalı hıyar beni kıl ediyor ve çileği de o kadar iyi değil. Bende bu şans varken Amsterdam'a kokain getirdiği için enselenen ilk göt lalesi ben olacağım."
Ertesi gün erkenden odasını arıyorum ama gitmiş. Önsezilerime güvenerek onu montaj stüdyosunda buluyorum. Bugün Miz'e karşı aşırı itaatkâr. Benim yardımıma ihtiyaç olmadığını açıkça belirtince ben de kulübe gidip işleri yoluna koymaya çalışıyorum. Martin'e isteksizce ortaklıktan ayrıldığımı ve yerime başka birisini bulabileceğini söylüyorum. Çok sakin karşılıyor, işimi kolaylaştırıyor: süper bir herif, amına koyayım.
Daha sonra Miz ve Sick Boy'la bir kulüpte buluşuyoruz, şimdi de mide bulandırıcı bir kanka tribine girmişler. Hiç olmazsa eskisinden daha iyi bir durum ve ben de iyiyim, rahatım ama sonra birdenbire tepemde Katrin'i görüyorum. Ağzımı açmama fırsat vermeden içkisini suratıma döküp bir dizi küfür sıralıyor. Hatta bana saldırmaya çalışıyor ama arkadaşları onu tutup uzaklaştırıyor.
Sarsılmış haldeyim ama olanlar Sick Boy amcığını pek eğlendirmişe benziyor. O burundan gelen Weedgie aksanını taklit ederek neşe içinde, "Çok etkileyici bi sahneydi, aman Tanrım, olayın da olayı," diyor ve dizlerine vuruyor.
O alaycı surata bakıp aramızdaki tuhaf ilişkiyi düşünerek kendimi toparlıyorum; senelerce ayrı olmak aramızda hiçbir şey eksiltmemiş. Sanırım o da biraz benim gibiydi, ikimiz de sefahatin sosyal konut kiracıları için kötü bir alışkanlık olduğunu biliyorduk. Aslında gülünç bir alışkanlık. Ait olduğumuz sınıfın var olma nedeni yalnızca hayatta kalmaya çalışmaktı. Siktir et, bizim punk jenerasyonu yalnızca ayakta kalmayı becermekle kalmadı, kendini bozma cesaretini de gösterdi. Sick Boy'la ikimiz daha çok küçük yaşlardan itibaren sapık ruh ikizleriydik. O her şeye tepeden bakma, burun kıvırma, alaycılık, her şeyle dalga geçme; alkol ve uyuşturucular ortaya çıkıp onu genişletmemize yardımcı olmadan ve bütünüyle içinde yaşamamıza olanak tanımadan çok önceleri, biz kendi küçük dünyamızı kurmuştuk bile. Ortalıkta kasıla kasıla, öylesine derin, yukarıdan bakan ve yoğun bir sinizm içinde dolaşıyorduk ki hiç kimse bize ulaşamazdı; anne babalar, kardeşler, komşular, öğretmenler, inekler, kabadayılar, havalı çocuklar. Ama Fort'ta veya Banana bloklarında bir dekadans repertuvarı geliştirmek öyle kolay değildi. En kolay seçenekti uyuşturucular.
Sonra uyuşturucular bir zamanlar besledikleri, büyüttükleri ve güçlendirdikleri hayalleri bizden geri almaya, içlerini kemirmeye, yaşamamıza olanak tanıdıkları hayatı paramparça etmeye başladı. Birdenbire her şey zorlu bir çalışma ve mesai haline geldi, ki çok çalışmak ikimizin de yapmamak için elimizden geleni ardımıza koymadığımız bir şeydi. Artık beni korkutan eroin değil, uyuşturucular değil, aramızdaki bu tuhaf simbiyotik ilişki. Spud'ın Franco hakkında anlattıklarından sonra, bu ilişkinin bizi felakete sürükleyecek bir dinamiği olduğundan her zamankinden de fazla endişeliyim. Ama hakkını vermek gerek, Sick Boy kurgu için çok çalıştı. Benim de kulüpteki pisliği halletmek için zamanım oldu. "Yanında görebileceğim bir kopya var mı?" diye soruyorum.
Ağır ağır dişlerini gıcırdatıyor. "Yooo... hiç sanmıyorum. Son halini herkese toplu göstereceğim. O zamana kadar kimseye en ufak bir ipucu vermiyorum."
"Öyle mi? Ee, bu ne zaman olacak peki?"
"Umarım geri döndüğümüzde, sabah ilk iş olarak, Leith'deki pabda gerçekleşecek."
Leith'deki kendi pabında, amcık herif orada olmayacağımı zannediyor kesin. "Peki neden," diye soruyorum sandalyede öne doğru kaykılarak, "neden her şeyin böyle gizli kapaklı olması gerekiyor?"
Arsız amcığın götü hâlâ Kaf dağında: "Çünkü sen Bay Clubland'ı oynarken ve Birrell efendi evde mutlu aile tablosu çizerken, zavallı salak bir göt lalesi," diyerek kendisini gösteriyor, "filmini bir araya getirmek için gözleri akıncaya kadar montaj stüdyosunda çalışmak zorunda kaldı. Arkana yaslanıp bana ne yapmam gerektiğini söylemene izin verirsem götümü siksinler. Sonra Birrell'e göstereceğim, gene aynı şey olacak; sonra Nikki, sonra Terry. Hayır, siktirsinler, herkesle ayrı ayrı uğraşamam, almayayım, teşekkürler."
Leith'e gidip Begbie ile karşılaştığım takdirde taşların benim üstüme fırlatılacağını düşünüyor belli ki. Amcık herif beni kafalama çabalarına devam etsin bakalım.