Mark komik çocuk. Zavallı Terry'ye yaptığımız meme gösterisiyle onu utandırdık mı acaba? Tuvaletin önünde onu bekledik ama o bizimle bir içki içmeden, veda bile etmeden ortadan kayboldu. "Belki donuna kaçırmıştır," dedi Mel gülerek, "üstünü değişmek için eve gitmesi gerekmiştir!"
Neyse, birlikte birer içki içtikten sonra eve gidip Glasgow'dan gelecek telefonu bekledim ve bu arada Dianne'le çene çalıp balık güveç pişirdim. Saunadaki kızlarla, Jayne, Freida ve Natalie ile röportaj yapmakla meşgulmüş.
Dianne işlerin gidişatından çok memnun. "Beni bu kızlarla tanıştırman çok iyi oldu, Nikki. İstatistiksel olarak geçerli bir grup için yeterli sayıda insanla görüşmüş oldum, yaptığım testlere bilimsel geçerlilik kazandırdım."
Dianne çok zeki kız ve iş ahlakı had safhada. Bazen onu kıskanıyorum. "Dünyayı sen yöneteceksin şekerim," diyorum. Mutfağa gidip sulama kabını doldurduktan sonra bir Poly Harvey kaseti koyuyorum. Bazısı biraz ihmal edilmiş görünen çiçekleri sulamaya başlıyorum.
Salondaki cebim çalınca açması için Dianne'e sesleniyorum. Konuşmaya başlamadan önce bir süre dinlemek zorunda kalıyor. "Özür dilerim, ben Nikki değilim. Onun ev arkadaşı Dianne'im."
Telefonu bana veriyor, hatta Alan var. Öylesine gözü dönmüş ve umutsuz bir durumda ki İngiliz aksanıyla Edinburgh aksanını bile birbirinden ayıramıyor. Onu gözümün önüne getiriyorum, o bankada çalışarak emekliliğinde alacağı altın saati bekleyişini.
"Nikki... seni tekrar görmek istiyorum... konuşmamız gerek," diye zırlıyor, ben odama giderken. Zavallı Alan. Gençliğin bilgeliği yaşlılığın dinamik enerjisiyle onda birleşmiş. Bankacılara has bir bileşim ama kârlı bir yatırım değil. Onun için değil, en azından.
Hep konuşmaları gerekir zaten.
"Nikki?" diye yalvarıyor acı içinde.
Evet, buradayım anlamında bir, "Alan," diyorum ama zamanımı boşa harcamaktan vazgeçmezse bu durum fazla uzun sürmeyecek.
"Düşünüyordum da..." diyor çabucak.
"Benim hakkımda mı? Bizim hakkımızda mı?"
"Evet, tabii ki. Söylediklerin hakkında..."
Ne dediğimi hatırlayamıyorum. Ona bol keseden ne gibi salakça ümitler verdim kim bilir. Ben onda olanı istiyorum, hemen şimdi. "Baksana, altında ne var, baksır mı, slip mi?"
"Ne demek istiyosun," diye sızlanıyor, "bu ne biçim soru böyle? İşteyim ben!"
"İşteyken altına külot giymez misin?"
"Evet ama..."
"Benim ne giydiğimi bilmek ister misin?"
Bir an sessizlik oluyor ve sonra telefonda uzun bir, "Neee..." duyuluyor.
Zavallı sevgilim sıcak nefesini neredeyse kulağımda hissedeceğim. Erkekler, nasıl da... köpek gibiler. Kelime aynen bu. Bize kancık derler ya da sürtük ama bu yalnızca yansıtmadır çünkü bu kelimelerin aslında kendilerini tanımladığını bilirler; onların doğası bu: salyalar akıtan, kolayca gaza gelen, ciddiyetsiz bir canavarlar sürüsü. Köpeklerin erkeklerin en iyi dostu olmasına şaşmamalı. "Seksi iç çamaşırları değil, rengi atmış, yıkanmaktan lastiği gevşemiş, deliklerle dolu pamuklu bir don. Bunun nedeni benim beş parasız bir öğrenci oluşum. Beş parasızım çünkü sen bana şubenizde hesabı olan müşterilerin basit bir dökümünü bile vermiyorsun. Şifreleri bende yok, onları soyacak falan değilim. Sadece şu pazarlama şirketine satmak istiyorum, o kadar. Bana isim başına elli peni verecekler. Bin isim için beş yüz papel."
"Bizim şubede üç binden fazla müşteri var..."
"Hayatım, bu bin beş yüz papel eder, bütün borçlarım ödenmiş olur. Böyle bir girişimi ödüllendirmek de bana zevk verir."
"Ama ya yakalanırsam..." diyerek ağır ağır nefes veriyor. Alan'ın sürekli mızmızlanması cehaletin mutluluk olduğu görüşünü çürütmekte.
"Hayatım, yakalanmayacaksın," diyorum, "yakalanmayacak kadar beceriklisin sen."
"Yarın altıda buluşalım. Listeler yanımda olacak."
"Sen bir meleksin. Gitmem lazım, fırında güveç var. Yarın görüşürüz bir tanem!"
Telefonu kapatıp mutfağa gidiyorum ve fırının yanındayım. Dianne masadaki kitap yığınının üstünden bana bakıyor. "Erkek meselesi mi?"
"Onlarla sorunum olmaz, zavallı küçük şeker şeyler," diyorum kibarca, "hiç sorun olmazlar," diyerek kalçalarımı öne çıkarıp kasıklarımı kavrıyorum. "Am gücü her şeye yeter."
"Evet," diyor Dianne kalemiyle dişlerine vurarak. "Araştırmalarımda karşılaştığım en üzücü durum bu zaten. Konuştuğum bütün kızlar bu gücün tamamına sahipler, bütün o meme, göt ve kuku gücüne ama çok ucuza satıyorlar. Bedavadan veriyorlar öylesine. Siktiğimin trajedisi bu işte abla," diyor yarı uyarı babından.
Evdeki telefon çalıyor, bir süre telesekretere not bırakan sesin kime ait olduğunu çıkaramıyorum. "Selam Nikki, numaranı Rab'den aldım. Dün öyle kaybolduğum için özür dilemek istemiştim. Biraz, şey, utanç verici bir durum..." Arayanın Mark Renton olduğunu anlayıp telefonu açıyorum.
"Ah, Mark, dert etmene gerek yok bebek," diyerek kahkahamı bastırmaya çalışırken Dianne komik komik bana bakıyor. "Tahmin ettik zaten. Köri mi yedim demiştin? Ee, neler yapıyorsun?
"Şimdi mi? Hiçbir şey. Yanında kaldığım çocuk kız arkadaşıyla çıktı, ben de evde oturup televizyon seyredeceğim."
"Tek başına mı?"
"Evet. Sen ne yapıyorsun? Bir şeyler içmek ister misin?"
İsteyip istemediğimden emin değilim, Mark'tan hoşlanıp hoşlanmadığımdan da emin değilim. "Aa, hiç pab modunda değilim ama istersen bize gel, şarapla cigara içeriz," diyorum. Hayır, tipim değil ama Simon hakkında çok şey biliyor ve Simon kesinlikle benim tipim.
Mark bir saat kadar sonra gelince Dianne'le tanıdık çıkmaları beni biraz şaşırtsa da şok falan olmuyorum açıkçası. Edinburgh böyle bir yer, İskoçya'daki en büyük köy. İşte, hep beraber oturup sohbet ediyoruz, ben konuyu devamlı Simon'a getirmeye çalışıyorum falan ama Mark'la Dianne'in birbirleriyle ilgilendikleri çok belli. Kendimi fazlalık gibi hissediyorum. Sonunda Mark, Bennett's'a veya I.B.'ye gitmeyi teklif ediyor.
"İyi olur," diyor Dianne. Bu çok tuhaf, işini hiç böyle boş vermezdi ve bu gece tezi üzerinde çalışmayı planlamıştı.
"Benim dışarı çıkacak halim yok," diyorum. "Senin de çalışacağını sanmıştım," diyerek gülüyorum Dianne'e.
"Acelesi yok," diyerek gülümsüyor Dianne sıkılmış dişlerinin arasından. Mark çişini yapmaya gidince ben de Dianne'e komik bir surat yapıyorum.
"Ney?" diye soruyor hafiften gülümseyerek.
Kollarımı kavuşturarak düzüşme taklidi yapıyorum. İlgilenmiyormuş ve sıkılmış gibi gözlerini devirse de dudakları her an pişmiş kelle gibi sırıtmaya hazır. Mark geliyor ve çıkıyorlar.