Ne zaman Nikki'yi görmeye gitsem orada, aptal âşıklar gibi ortalıkta dolaşıp Dianne'in etrafındaki havayı kokluyor. Aynı evde yaşayan kızlarla çıkıyor olmamız çok acayip bir durum. Eski günlerdeki gibi biraz. Şimdi de Rent Boy kanepeye gömülmüş, artık onlar her kimse, pornografi ve seks işçileriyle ilgili bir kitap okuyarak Leydi Dianne'in hazırlanmasını bekliyor. Kendisi için doğru yavruyu buldu; bu ikisinin oturup fiili olarak hiçbir şey yapmadan sikişmeyi entelektüel açıdan tartıştıklarını hayal edebiliyorum. Yeni hatunuyla beraber gerçek oyuncularla biraz hareket yaşama fırsatı sundum ona, ne dese beğenirsiniz; "Ben kız arkadaşımı seviyorum. Bu bokluğa neden ihtiyacım olsun ki?" Ah, kusura bakma o zaman, Bay Seviyeli Götü Boklu. "Baksana Si, ben Second Prize'ı görmek istiyorum. Ona hiç rastladın mı?"
Dehşete düşüyorum. Second Prize her halükârda kaçınılması gereken bir tip. "Tanrım, insan neden onu görmek ister ki, amına koyayım?"
Rents doğrulup öne eğilerek biraz düşündükten sonra yalan söylememeye karar veriyor. Çarkların döndüğünü görebiliyorsunuz. "Ona parasını vermek istiyorum. Londra'daki iş için. Onun ve adı lazım olmayan birinin dışında herkese verdim."
Renton tam bir geri zekâlı. Bu adama bir zamanlar istemeden de olsa duyduğum saygı hızla azalıyor. Ben böyle bir denyo tarafından mı soyuldum yani? Yok, o sadece bir seferinde şansı yaver gitmiş olan, çaresiz durumdaki salak bir cankiydi. "Sen kafayı yemişsin. Paranı sokağa atmış olursun. Tennent Caledonian Bira Fabrikası adına bir çek yaz daha iyi."
Dianne'le Nikki gelince Rents ayağa kalkıyor. "Artık temiz olduğunu duydum. İncil'i hatmediyormuş."
"Hiç anlamıyorum. İster misyona katıl ister belediye lojmanlarına git. Ya da kiliseye... Bu dinci hanzoların hepsi sonunda Pasaklılar Çıkmazı'nda buluşur, değil mi?"
Dianne'in seksi göründüğünü kabul etmem gerekir ama tabii ki Nikki ile aynı kefeye konamaz. (Zaten sonuçta Renton'la çıkıyor.) "Harika görünüyorsunuz hanımlar," diyorum gülümseyerek. "Onları hak ettiğimize göre, önceki hayatımızda epey uslu durmuşuz, ha?" diyerek Rents'e sırıtıyorum.
Renton hafiften acı çeker gibi bir gülümsemeyle karşılık veriyor ve gidip Dianne'i öpüyor. "Hadi bakalım... hazır mıyız?"
"Evet," diyor Dianne. Çıkarlarken arkalarından sesleniyorum: "... Gözünle görmediğin şeye inanma, Renton!"
Cevap gelmiyor. Bu Dianne denen hatunun benden hiç hoşlanmadığına ve Rents'i bana karşı doldurduğuna bahse girerim. Nikki'ye bakıyorum. "Ne şeker bir çift," diyorum, sesimin zarif çıkmasına gayret ederek.
Nikki de, "Aman Tanrım," diyerek oyunuma katılıyor, "öylesine büyük bir A-Ş-K yaşıyorlar ki."
Arkadaşının yanındaki şu kalkık götlü, soğukkanlı çıngıraklı yılana bak, demek istiyorum. Ama çok ruhsuz bir espri olacak, Gracemount'ta zarif olmak için ne gerekirse yapmak gerek. Cannes olayından sonra Nikki'nin burnu epey havada, eski bir Holywood yıldızı gibi havalı havalı ortalarda dolanmaya başladı. O kadar belli ki. Terry de ona Nikki Fuller-Shit[58] demeye başladı.
O kadar kendine dönük, kendine hayran ki bir kez daha üstünü değiştirmeye karar verip daha önce hiç görmediğim mavi-siyah bir elbise giyiyor. Çıkardığı elbise kadar etkileyici olmasa da, bütün geceyi orada geçirmemek için onu sahte iltifatlara boğuyorum. Sürekli Cannes'dan bahsediyor. "Kimbilir kimlerle karşılaşacağız! Karşılaşacağım!" Bu arada ben de Dianne'in odasına dalıp etrafı kolaçan ediyorum. Üstünde çalıştığı raporu görüp biraz okuyorum:
tüketim toplumunun gelişmesiyle birlikte, diğer endüstriler gibi seks endüstrisi de profesyonel bir pazarın taleplerine cevap vermeye başlamıştır. Yoksulluk, uyuşturucu kullanımı ve sokak fahişeliği arasında hâlâ bir ilişki olduğu doğruysa da, bu durum şu anda Birleşik Krallık'taki en büyük ve en değişken endüstrinin çok küçük bir bölümü için geçerlidir. Buna rağmen, seks işçilerinin popüler imgesi hâlâ "lamba altında müşteri bekleyen orospu" klişesinden beslenmektedir.
Artık üniversitede bunlar mı okutuluyor, amına koyayım? Orospuluk teorisi, ha? Bir ara ben de gidip onursal doktoramı alayım bari.
City Café'de bir içki içmeye gidiyoruz. Terry'nin öğrenci bir barmeydle sohbet etmeye çalıştığını görüyorum. Buranın müdavimi olmuş. Çıkıp EH'e gitmeyi teklif ediyorum ama Nikki beni duymuyor ve Lawson'a yakalanıyoruz.
"Sicky ile Nikki!" diye bağırıp barmeyde dönüyor, "Bev, bu iki eski dostum ne isterse ver," diyerek gülümseyip Nikki'nin kıçını çimdikliyor. "Kaya gibi sert, amına koyiim. Sıkı çalışmışın yavrum. Bi dirhem olsun yağ yok."
"Aslında son zamanlarda bayağı tembellik ettim," diyor Nikki, uyuşuk esrarkeş modunda. Onu böyle ellemesine nasıl izin verir, amına koyayım? Bundan sonra da çükünü kukusuna sokmasına izin verecek: "Hımm, vajinal duvarlar sımsıkı. Pelvik egzersiz mi yapıyosun?" O benim hatunum Lawson, mastürbatör amcık seni demek ister gibi Terry'ye bakıyorum.
Ama görmüyor bile. "İnan, hiç belli olmuyo. Yere diz çöküp o göte tapınmak istiyorum. Şu şanslı amcıktan sıkılırsan," derken bana şöyle bir baş işareti yapmaya tenezzül ediyor, "kimi arayacağını biliyosun."
Nikki gülerek Terry'nin belini mıncıklıyor: "Seni biraz olsun tanıyorsam Terry, daha fazlasını yapmak istersin. Tapınmak, ha?"
"Doğru. Konusu açılmışken, bu gece miki filme ne dersiniz? Hastaneden tamamen taburcu edildim artık."
"Bu halinle mi?" diye soruyorum, "Herhalde yanlışlıkla 45.ci koğuşa gittin, bel soğukluğu kliniğine."
Terry beni duymazdan gelerek, "Hazırım ve de nazırım," diyor.
"Valla ufak bir sorunumuz var." Ona News olayından ve film çıkana kadar bir süre dikkat etmem gerektiğinden bahsediyorum.
"O zaman benim evde yaparız heralde. Neyse, hadi Cannes'a içelim. Çok manyak olacak! Senin adına sevindim," diyerek attığı kahkaha içimi ürpertiyor. Sonra kolunu omzuma atıyor. "Yaptıklarım için kusura bakma abi. Biraz kıskandım galiba. Ama eski bir dostun başarılı olmasına sevinmek lazım."
Alçakgönüllülüğünden cidden etkilenerek, "Sen olmasan başaramazdım, Tel," diyorum, "olanları böyle olgun karşılaman çok güzel. Bütün sorun para abi. Birkaç günlüğüne bile olsa Cannes'a adam götürmek bir servete mal oluyor. Para kazanmaya başlar başlamaz seni kollayacağım."
"Sorun diil. Zaten halletmem gereken bikaç iş vardı. Rab de takmış diil. Geçen gün konuştuk. Çocukla okul çok zamanını alıyomuş."
"Roberto nasıl?" diyorum.
"Sesi iyi geliyordu. Çocuk da iyiymiş," diyor Terry. "Ama ben böyle bi domez hayatı yaşayamazdım," diye bok atmayı da ihmal etmiyor, "Bi kere denedim. Yok, bana göre diil."
"Bana göre de değil," diye itiraf ediyorum, "ev hayatı için yaratılmamışım. Sorumluluğa okey, aslında sorumluluk alma konusunda gitgide daha başarılı oluyorum ama ev hayatına hayır."
"Hepimizi üçkâğıda getirdiği zamanlar da olmuştur," diyor Nikki mutlu mesut. Alkol beynine işlemeye başladı, bütün gün içip durduğu o boktan otla beraber. Tam bir taşkafa, sonra da niye başarılı bir jimnastikçi olamadım diye sızlanıp durur! "Gene de onu severiz."
"Yani, bazan," diyor Terry.
"Evet. Neden böyle? Neden sürekli her şeyi idare etmeye çalışıyor? Sanırım üzerine titreyen kadınlarla dolu bir evde büyüdüğü için. Evet, İtalyan olmakla ilgili. Kadınların uykuda olan annelik duygularını su yüzüne çıkarabiliyor," diyor yüksek sesle.
Nikki artık kasmaya başladı. Kelimenin tam anlamıyla. Bilemiyorum, bu psikanaliz eğilimi bir süre sonra sıkmaya başlıyor. Eski karım da yapardı ve bir süreliğine cidden hoşuma gitmişti. Benimle ilgilendiğini gösteren bir şeydi sanki. Ama sonra bunun herkese yaptığı bir şey, sadece bir alışkanlık olduğunu fark ettim. Sonuçta bütün ailesi medyada çalışan, Hampstead'li bir Yahudiydi, başka ne bekleyebilirdim ki? Neyse sonunda canıma yetti işte.
Şimdi Nikki de sıkmaya başlıyor. Artık onunla olmamak için bahaneler buluyorum. Tehlike sinyallerini biliyorum; ondan daha çirkin, daha dengesiz, onun kadar zarif ve zeki olmayan hatunlara bakmaya başladım, taş gibi bir ereksiyonla hem de. Nikki'yi beş dakikada nefret edeceğim birisi için başımdan atmamın an meselesi olduğunu hissediyor, bu yüzden kendimden nefret ediyorum. Ayrıca yatakta da zannettiği kadar iyi değil, bütün o jimnastik numaralarına rağmen. Miskinin teki. Hemen uyumak ister, bütün gün yatar, klasik öğrenci muhabbeti ama ben her an harekete hazırımdır. Uykuya düşkünlüğüm olmadı hiç: gecede iki ya da üç saat bana yeter. Geceleri erekte halde uyanıp sıcak bir patates çuvalını dürtüklemek zorunda kalmaktan bıktım usandım.
Ama o kadar güzel görünüyor ki; şu anda onu eve götürüp sikişmek dışında hemen her şeyi yapmaya hazır oluşumun nedeni nedir o zaman? Daha birkaç ay oldu. Bu kadar çabuk mu bıktım? Eşiğim bu kadar düşük mü gerçekten? Tabii ki değil. Eğer öyleyse ölmüşüm demektir.
Nikki'lere dönünce bana bir erkek dergisindeki resimleri gösteriyor; en şık dergilerden ayırt edilemeyen ama pornolarla boy ölçüşen o dergilerden biri. Kapakta şu eski jimnastikçi hatun Carolyn Pavitt var. Nikki'nin tanıdığı ve saplantı haline getirdiği kız.
"Çirkin bir kız," diyorum. "Sırf Olimpiyatlar'a katıldığı ve televizyona çıktığı için bir sürü herif onunla yatmak istiyor. Madalyalı bir sikiş, o kadar."
"Ama sen de sikerdin onu. Şimdi şu kapıdan içeri girse bana kıçını dönüp hemen ona saldırırdın," diyor gerçekten de kin dolu bir sesle.
Bu bokla uğraşamayacağım. Kıskanıyor, amına koyayım, daha birkaç saniye önce burnuma soktuğu resimlerinden başka tek bir resmini bile gördüğümü hatırlamadığım biriyle ilgili fanteziler kurmakla suçluyor beni. Kalkıp gitmeye hazırlanıyorum. "Kendini toparla biraz," diyorum çıkarken. Nikki kapıyı çarpıp kapattıktan sonra içeriden bayağı usturuplu bir dizi küfür duyuyorum.