Simon bütün sabahı deliler gibi telefon ederek geçirdi. Edinburgh'a giden Easyjet'i yakalayabilmek için erkenden havaalanına gidiyoruz. Yalnızca iki gün daha adımıza kayıtlı olan otel odasının anahtarlarını Simon'dan almak için ve Simon son âna kadar onlardan ayrılmak istemediğinden bizi Terry ile Amerikalı pornocu kız geçiriyor.
Simon önüne geçemediği bir şüphecilikle şu anda havaalanındaki dükkândan çıkmakta olan Terry'ye bakıp duruyor. "Benimle gelmene çok seviniyorum, Nikki," diyor, "burada Curtis ve Mel'le kalıp ödül törenine gidebilirdin. Büyük ihtimalle kazanacaksın. Bu senin günün olacak, Nikki."
"Birbirimize destek olmamız gerek hayatım," deyip elini sıkıyorum.
"Merak etme Sick Boy, Carla'yla süitin tadını iyice çıkarırız, diil mi bebek?" diyor Terry yeni kızına bakarak. Bana bakışından, fikrimi değiştiririm diye korktuğunu anlıyorum.
"Evet... çok iyisiniz..." diye mırıldanıyor kız mutlu mesut.
Simon tarifsiz derecede sıkıntılı görünüyor, Terry de bundan istifade ciddi ciddi diyor ki: "Yedi Sikiş için kusursuz bi büyükelçi olucam ve otel masraflarını abartmıycam."
Ama Simon onu duymuyor. Pabı aramış Alison'la konuşuyor ve her zamankinden daha da çökmüş görünüyor. "Dalga geçiyorsun, amına koyayım... inanmıyorum..." deyip Terry ile bana dönüyor, "Amcık polis ve siktiğimin gümrüğüyle vergiciler şu anda pabdaymış. Kasetlere el koymuşlar... Pabı kapatıyorlar... Ali!" diye bağırıyor telefona yeniden, "kimseye bir şey söyleme, onlara Fransa'ya gittiğimi söyle, doğru zaten. Begbie veya Renton'dan haber var mı?"
Kısa bir sessizlikten sonra Simon, "NE?" diye havladıktan sonra soluk soluğa, "Amcık herif hastanede mi? Koma mı? Rents mi?" diye soruyor.
Kalbim ağzımdan dışarı fırlayacak gibi. Mark... "Ne olmuş?"
Simon telefonu kapatıyor. "Renton, Begbie'yi dövmüş. Amcığı hastanelik etmiş. Begbie komada ve çıkacağını da zannetmiyorlar. Ali'ye de Spud söylemiş, dün gece Walk'ta görmüş her şeyi!"
"Mark iyiymiş, tanrıya şükürler olsun..." deyince Simon'ın kötü emellerle dolu gözleri beni delip geçiyor, "Paramız onda Simon," diye fısıldıyorum, "o yüzden..."
"Ne parasıymış bu bakalım?" diye soruyor eski kulağı kesiklerden Terry.
"Ona biraz borç vermiştim," diyerek başını iki yana sallıyor Simon. "Her neyse Terry, işte odanın anahtarları," diyerek çabucak cebinden çıkarıp anahtarları ona fırlatıyor ve acıyla devam ediyor, "Keyfini çıkarın."
"Sağ ol," diyor Terry elini Carla'nın beline atarak. "Bundan şüpheniz olmasın," deyip göz kırpıyor. Sonra şöyle bir düşünüyor: "Mark'ın Begbie'ye dayak atması çok acayip. Siyah kuşakmış cidden demek. Anlattığı o kung-fu saçmalıklarına hiç inanmamıştım. İnsan şaşırabiliyo, ha? Hem de hâlâ," diyerek gülümsüyor ve, "Görüşürüz," deyip porno yıldızı hatunuyla beraber ön avludan zıplıyor. Ardından ayak sürüyüşünü seyrediyorum, bütün ihtiyaçları karşılanmış, bok içinde yüzen bir sinek, oysa onunla aynı durumda olması gereken Simon'ın yüzünde acılı, yaralı bir ifade var. Terry'nin iki günlüğüne Cannes'da kendi yerine geçmesi ona endişelenecek bir şey daha çıkartmış durumda.
Uçuş boyunca Simon dünyaya karşı kin ve nefretle dolu ve Edinburgh havaalanına inerken hâlâ fokur fokur kaynamakta. "Bak şimdi, Mark'ın bizi soyup soymadığını hâlâ bilmiyorsun, o yüzden sakin ol. Harika vakit geçirmedik mi? Film çok iyi karşılanmadı mı? Her şey çok olumlu."
"Öhhö," diye öksürüyor ve gözlükleri kafasında, boynunu öne uzatmış, bagajlarımızı alıp pasaport kontrol ve gümrükten geçerken telaşla etrafa bakınıyor.
Sonra zınk diye duruyor çünkü elli metre kadar ötemizde kalkış kapılarından geçmeye hazırlanan Mark'la Dianne var.
Önden Dianne giriyor, Mark havayolu görevlisine belgelerini gösterirken Simon avazı çıktığı kadar bağırıyor: "REHHNNNTUHNNN!"
Mark ona bakıyor, hafifçe gülümseyip el sallıyor, sonra kapıdan içeri adımını atıyor. Simon koşa koşa oraya gidip kapılardan geçmeye çalışsa da görevli ve korumalar geçmesine izin vermiyor. "DURDURUN ŞU HIRSIZI!" diye haykırıyor uzaklaşan Mark'la Dianne'in ardından. Ben sadece izleyip arkasına dönecek mi diye Dianne'e bakıyorum ama dönmüyor. "SÖYLE ONLARA, NIKKI!" diye yalvarıyor Simon.
Şoktan nefesim kesilmiş bir halde öylece duruyorum: "Ne diyebilirim ki?"
Tekrar görevliyle korumalara dönüyor. Sayıları gittikçe artıyor artık. "Bakın," diye rica ediyor, "buradan geçmeme izin vermeniz lazım."
"Geçerli bir biniş kartınız olması gerek, efendim," diyerek bilgilendiriyor memur Sick Boy'u.
Simon nefesini kontrol altına almaya çalışırken göğsü şişip şişip iniyor. "Bakın, bu adam bana ait olan bir şeyi çaldı. Bu kapıdan geçmem lazım, amına koyayım."
"Bu sadece polisi ilgilendiren bir konu, efendim. Telsizden polisi aramama izin verirseniz..."
Simon dişlerini gıcırdatıp başını sallıyor. Tükürür gibi, "Unut gitsin. U-nut git-sin!" dedikten sonra yürümeye başlıyor. Kalkış panosuna kadar peşinden gidiyorum. "Ağzına sıçayım, hepsi şimdi kalkıyor: London Heathrow, London City, Manchester, Frankfurt, Dublin, Amsterdam, Münih... nereye gidiyor olabilirler ki... RENTON VE DE O SİKTİĞİMİN, NAMUSSUZ, KÜÇÜK İNEĞİ!" diye bir çığlık atıp kendini herkesin önünde rezil etmek için ayırdığı zamanın birazını daha harcayarak kalabalık meydanın ortasında yüzünü yere kapatıp diz çöküyor ve elleri başında, hiç kıpırdamadan duruyor.
Elimi omzuna koyuyorum. Birisi, turuncumsu saçları permalı olan bir kadın soruyor: "Bir şeyi yok ya?" İlgisi için teşekkür etmek istercesine gülümsüyorum. Bir süre sonra artık fısıldıyorum: "Gitmemiz lazım, Simon. Çok fazla dikkat çekiyoruz."
"Öyle mi?" diyor küçük bir oğlan çocuğu sesiyle. "Öyle mi?" Sonra ayağa kalkıp cep telefonunu açarak çıkışa doğru ilerliyor.
Taksi durağına doğru giderken telefonu kapatıp dudaklarında ince bir tebessümle bana bakıyor. "Renton," dedikten sonra şapırtılı hıçkırıklara boğularak kendi yüzünü tokatlıyor, "...Renton bütün paramı almış... bankayı talan etmiş... Amsterdam'da kendi mastır kopyaları vardı, Miz'in deposundaki bütün bitmiş kopyalar onda. Mastıra sahip olan filme de sahip olur. Hem mastırlar hem de paralar onda! Bunu nereden öğrendi ki?" diyerek yeis ve keder içinde ağlıyor.
Lauren'ı arayıp Dianne'in bavullarını topladığını öğreniyorum. Taksiye biniyoruz, üzgün bir sesle gideceğimiz yeri söylüyorum: "Leith."
Simon başını arkalığa dayamış. "Bütün paramızı aldı, amına koyayım!"
Hep para. Onun ne olduğunu anlamam gerekirdi. "Peki ya film?" diye soruyorum.
"Filmi sikeyim," diye şarlıyor.
"Peki ya misyonumuza ne oldu?" diye sorduğumu duyuyorum, "Pornografinin devrimci rolüne..."
"Siktir et bunları şimdi. Düzüşecek gerçek bir hatun bulamayan otuzbirciler için yapılan pislikten başka bir şey değildi asla. Geriye kalanlar içinse, son satış tarihimiz geçtikten sonra da genç ve sıkı piliçlere attırmanın bir yolu. İki kategori vardır. Birinci kategori: ben. İkinci kategori: dünyanın geri kalanı. Diğerlerini de iki alt gruba bölebilirsin: benim söylediklerimi yapanlar ve fazlalıklar. Yaptığımız şey spordu, Nikki, yalnızca biraz spor. Esas ihtiyacımız olan şey para. SİKTİĞİMİN PARASI! SİKTİĞİMİN RENTUUNN'UU!"
Daha sonra, Simon'ın dairesinde Rab'in getirdiği Evening News'u okuyoruz. Bize pabdaki bütün kaset stoğuna ve bar hesaplarına el konulduğunu anlatıyor. Gazetedeki yazıda Simon'ın hem polis hem de HM Gümrük ve Vergi tarafından arandığı ve suçlamaların artabileceği yazıyor. Aynı konudaki başka bir haberde de Simon'ın ve yol açtığı "uyuşturucu ve porno skandalının" pek de hoş olmayan bir portresi çiziliyor ve süregelen bir polis soruşturmasından söz ediliyor.
"Bunların istediği bir tek benim, amına koyayım! Peki siz ne oluyorsunuz, amcıklar?"
Rab, "Heralde kapaktaki isimlerle ilgili bi mesele," diye laf sokunca gülme krizine girmemek için kendimi zor tutuyorum.
Simon'ın morali sıfır, bir viski açıyor. Rab mahkemede savaşmaya hazır. İçki su gibi akarken, "Bence bi arada hareket edelim. Ben bi konuşma hazırlıycam," diyor peltek peltek. Rab'in sarhoş olduğunu fark ediyorum, kendisi de farkında. "Ya sen Nikki?" diye soruyor.
"Ben işlerin gidişatına bakacağım," diyorum içkimle oynayarak.
Simon gazeteyi elimden kapıyor. Hâlâ bir pornocu olarak tanımlanmayı reddedecek ve kendisinin bir istisna olduğunu düşünecek kadar götü kalkık durumda. "Yetişkinler için erotik film alanında yaratıcı olarak çalışmaya karar vermiş bir sanatçı için ne kadar kaba bir tabir," derken sesinde zoraki bir kabadayı tavrı var. Ardından inlemeye başlarken iğrenç derecede umutsuz görünüyor: "Bu annemi öldürecek."
Yüzünde katıksız bir dehşet ifadesiyle telefonlardaki mesajları kontrol ediyor. Terry'den gelen bir mesaj var: "Hem iyi haberler hem de kötü haberler var millet. Curt en iyi çıkış yapan erkek oyuncu ödülünü aldı. Şimdi dışarda kutluyo. Ama en iyi yönetmeni Fransız bi çocuk aldı. Carla'yla aynı filmde oynıyan bi piliç en iyi kadın oldu."
Ben müthiş bir hayal kırıklığı yaşarken Simon "sana anal yapman gerektiğini söylemiştim" der gibi bir bakış fırlatıyor. Terry anlatmaya devam ediyor: "Ama iyi haberler de var, Carla'nın filmi Am Şehrinde Bir Götçü en iyi film seçildi. Kafa bi ekip, bende onlarlayım." Simon acıyla mesajı dinledikten sonra bir şeyler diyecek gibi olsa da sonraki mesaj onu susturuyor. Annesi çok üzgün, telefonda ağlıyor. Kalkıp ceketini giyiyor Simon. "Annemi sakinleştirmem lazım."
"Ben de geleyim mi?" diye soruyorum.
"Yok, yalnız gitsem daha iyi," deyip Rab'le, karısıyla çocuğuna dönmek için sabırsızlanan Rab'le birlikte çıkıyor.
Rahatlayarak divanda oturuyorum, başım patlayacak gibi. Yapmak üzere olduğum şeyi düşünürken titrememek için kendimi zor tutuyorum.