Gene baya mal takıldım hani, Seeker'dan aldığım malzemeyle. Ali bi daha koptuğunda sakın buraya gelme, Andy'nin yanında böle şeyler istemiyorum dediydi. Ne diyebilirim ki, gitmedim ben de. Haftanın çoğunu farklı divanlarda geçirdim, Monny'nin divanı, annemin divanı ve zavallı Parkie'nin divanı, çocukcağız zaten zorlanırken bunu yapmam pek hoş diildi aslında hani. Zavallı kedinin divanında yatıp sarsılaraktan titreyen birine hiç ihtiyacı yok. Şu anda çok kötüyüm, yoldan azcık sapıyosun ve öle ağır bi bedel ödüyosun ki yani. Yoksunluk hissini acayip hissediyosun, ufacık bi vuruştan sora bile. Sanki sistemin eskiden yapmış olduğun her şeyi bi anda hatırlıyo ve sana şöle diyo: "Kusura bakma abi ama bunları yaşıyacaksın."
İşte, günlerdir ilk defa eve doğru sürükleniyorum. Andy okuldadır, Ali'nin de dışarda olmasını umuyorum. Evet, ev boş, yıpranmış koca koltuğa oturup Alabama-3 kasetini koyaraktan şarkı söylüyorum. Kedi dostum Zappa'yı görüyorum, beni yargılamayan tek herif. Geçen gün Leith kütüphanesinden aldığım şeylere ve yazdığım notlara bakıyorum. Yağmurdan kaçmak için içeri girdiydim, girmişken tarih hakkında bikaç not alıverdimdi. Leith'in sloganı sebat etmektir diye düşünmüştüm ve benim de aynı şeyi yapmam lazımdı hani. Kısık sesle televizyonu açıyorum ve bizim Zappa umarım gene büyük avize ağacının altını kazmamıştır diye düşünerek bitkileri suluyorum.
Ama bugünün manyak kötü bi gün olarak tarihe yazılması gerekiyomuş. Çünkü kapı çalıyo ve açtığımda direk yamuluyorum hani.
Öldürgen kedinin ta kendisi önümde duruyo. Ne zaman çıktı bu diye düşünüyorum, arkasından kalbim göğüs boşluğuma gömülüyo, Sick Boy her şeyi anlattı mı acaba? Bi süre konuşamıyorum, sora gülümsüyo bana. Ağzımın içinde arayıp dilimi buluyorum. "Franco, vay, seni görmek ne güzel, abi lan. Ne zaman çıktın ki hani?"
"İki hafta oldu, amına koyiim," diyerek yanımdan geçip direkman eve girerken yamuk topukları ahşap yer döşemesinin cilasını çiziyo mu diye bakıyorum. Ali kafayı yer çünkü ev sahibi denyonun teki. "Hiç zaman kaybetmedim, bikaç saat geçmeden kendime bi piliç buldum. Bütün İskoçya için düzüşmekle meşgulüm, göt herif," diyo. "Sen neler yapıyosun?" diye başlıyo, sora suratı ekşiyo, "Eroin falan yapmıyosun, diil mi, amına koyiim?"
Bu kaplanın gözü sizdeyken çok fazla saçmalamamak lazım hani. "Yok pek yapmıyorum abi ama yani arada bi takılıyorum işte, biliyosun mu? Asırlardır hiç yapmadım hani."
"Yapmasan iyi olur, amına koyiim, artık cankilerle uğraşamayacam. Bi çizgi kok ister misin?"
"Aa... aaa... ne diyim bilmem ki hani. Ne denir ki."
Begbie bunu evet olarak alıp bi paket çıkarıyo. Paketin içinden baya bi kok çıkıyo. Kokainman falan olmamama rağmen protokol gereği yapmam gerektiğini düşünüyorum hani. Fazla abarmamak lazım tabii. Küçük bi çizgiden zarar gelmez.
Franco ezmeye başlıyo. "Bi ara Perth'e girdiğini duydum," diyo. "Siktiğimin kodesi, amına koyiim. Göresim geldi lan seni, andaval amcık," diyo hafiften gülümseyerek ve ben bunu kedi beni özlemiş olarak anlıyorum, beni kodesteyken görmek istemiş olarak diil.
Ne diyebilirim ki? "Ah, ben de seni özledim, Franco ama iyi görünüyosun, formdasın yani, hakkını vermek lazım hani."
Kaya gibi sert karnına vuruyo. "Evet, kodeste sıkı çalıştım, kendimi koyvermedim öyle. Şimdi de semeresini topluyorum ama, kesin işe yaradı, amına koyiim," diyip koca bi çizgiyi burnuna çekiyo. "Genç bi piliçle beraberim, Wester Hailes'deyiz ama yakında Lorne Sokak'ta bi eve çıkacaz. Wester çok boktan bi yer. Ama hatun çok düzgün," diyo elleriyle kum saati şekli yaparak. "Çocuğu var. Amcığın tekiyle berabermiş, herif dayılanmaya başlamış, ben de ağzını gözünü patlatıverdim göt lalesinin. Bununla kaldığı için şanslı, amcık herif. Annemde kalıyodum ama sıçayım yani, karının tek yaptığı durmadan bizim Elspeth'den ve çıktığı o amcıktan bahsetmek," diye annatıyo Franco, baya koklandı ve heceleri Kalaşnikov gibi sıralıyo hani.
Ben de kok yapıp burnumu çekiyorum. Burnumu kaşıyaraktan ayağa kalkıyorum. "Peki ya... çocuklar nasıl?"
"Geçen gün görmeye gittim. İyiler ama June amcığı beni gıcık ediyo, amına koyiim. Onla ne işim vardı hiç annamıyorum. Doru dürüst sikişmesini bile bilmiyodu, kafayı yemişim heralde."
"Hapis havasından, hani, kurtulabildin mi?"
Begbie kedisi çilekten acayip tellenmiş durumda ve kafamı uçurucakmış gibi bana bakıyo. "Bu da ne demek oluyo, amına koyiim? Ha?"
"Şey, yani benim dışarıya alışmam bayağı bi zaman aldı ve senle karşılaştırılınca sadece beş dakka içerde kalmış sayılırım abi," diyorum. Ama Dilenci Çocuk uçuyo zaten, şimdi de kodesi anlatıp duruyo ve bu çok kıllandırıcı bi durum çünkü aklımda devamlı Rent Boy, geri aldığım para, tutup her şeyi salak gibi Sick Boy'a anlatmam var. Ya o da gidip Dilenci'ye anlatırsa?
Franco biraz daha kokain ezerken benim kafam birinci çizgiden daha yeni iyi olmaya başlamış durumda. Biraz kodesteki sapık amcıklardan bahsediyo, bana kötü kötü bakmaya başlıyo ve şunları söylüyo: "Baksana Spud, ben içerdeyken... bi paket aldım."
Renton ona da parasını vermiş demek! "Evet abi. Ben de aldım bi tane! Mark'tan..."
Begbie aniden susaraktan direkman ruhuma bakıyo hani. "Sikik Renton'dan paket mi aldın? Senin adresine mi yollanmış?"
Koktan bütün vücudum titrerken ne diyeceğimi bilemiyorum ve her şeyi annatıyorum. "Yani, işte, Franco, aslında Rent Boy'dan geldiğine yüzde yüz emin diilim, biliyosun mu? Yani, kapıya geldi işte, göndericisi falan belli diildi. Ama ben o olduğunu düşündüm hani."
Franco delirmiş vaziyette avucuna yumruğunu indirip yukarı aşağı yürümeye başlıyo. Uyarı alarmları öz çalmıya başlıyo abi. Parasını geri aldıysa nası bu hale gelebilir? "Doğrusun Spud! Ben de aynen bunu düşündüm, amına koyiim! İçinde siktiğimin götverenlerinin sikiştiği siktiğimin ibne pornosuyla dolu paketleri bi tek o siktiğimin hırsız canki amcığı yollayabilir! Bizimle dalga geçiyo! AMCIK HERİF!" diye kükreyip masayı yumruklayarak cam bi kül tablasını yere düşürüyor ama neyse ki kırılmıyo yani.
İbne pornosu mu... o ne lan... "Evet, bu Rent Boy'un işi gibi görünüyo valla," diyorum anlamaya çalışaraktan. İyi ki paradan falan bahsetmemişim.
"Kodesteyken patakladığım ruh hastası amcıkların hepsinin Rent Boy olduğunu hayal ettim," diyo kötü kalpli öldürgen kedi. İki çizgi daha çiziyo, birini yapıp devam ediyo, "Sick Boy'u gördüm, siktiğimin yeni pabında, siktiğimin Port Sunshine'ı! Amcık cidden büyük oynuyo, ha. Tabii ki herife hiçbişi annatamıyosun, kafası hep bi sonraki büyük işle meşgul, amına koyiim."
"Bilmez miyim abi," diye başımı sallayarak diz çöküp öbür çizgiyi çekiyorum. Kalbimin hâlâ deli gibi atmasına, ilk çizgiden hâlâ ter basmasına rağmen.
"Evet, Second Prize'ı da gördüm. Scrubber Close'da, evsiz amcıklarla beraber."
"O kedi Hıristiyanlık işlerine takmış falan diye duydumdu," diye yutkunurken mal beni tren gibi çarpıyor.
Begbie kendini benim koltuğa atıyo. "Evet, ben kafasını düzeltene kadar öyleydi. Herifi Mile'daki EH'e götürdüm. İçki içmiyodu, amına koyiim, ben de siktiğimin limonatasına biraz votka damlattım," diyo ağır, neşesiz bi kıkırtıyla. "Gene eski benliğine kavuştu," diye devam ediyo. "Biraz eğlenmeye ihtiyacı var, amına koyiim. Sabah akşam siktiğimin hanzolarına ilahiler okumak, siktiğimin İncil'ini okumak! Sıçayım, ben de yardımsever bi vatandaş gibi davranıp amcığı sıkıntı dolu bi hayattan kurtardım. Siktiğimin misyonundaki amcıklar adamın beynini yıkıyolar, amına koyiim. Siktiğimin Hıritiyanlığı neymiş gösterecem o amcıklara..."
Bu sözleri ve Second Prize'ın hayatını düzene sokmak için nası çabaladığını düşünüyorum. "Ama doktorlar dedi ki içki içmemesi lazımmış, Franco," parmağımı gırtlağıma götürüp bi boğulma sesi çıkarıyorum, "yoksa geberip gidecek."
"Bütün bu siktiğimin bokunu bana da anlattı. 'Doktor aşşağı, doktor yukarı,' ama dedim amcığa, önemli olan hayatın kalitesidir, amına koyiim. Bi sene adam gibi yaşamak, elli sene bok gibi yaşamaktan iyidir. Port Sunshine'daki o moruk amcıklara mı benzemek istiyonuz? Git o siktiğimin ciğerini değiştirttir dedim. Mis gibi, tertemiz, oh."
Sanki asırlar boyu buna katlanmak zorunda kalıyorum hani ve Dilenci Çocuk nihayet gittiğinde rahat bi nefes alıyorum çünkü bu adamın şiddet hikâyeleri insanı bayağı bozabiliyo bazan. Sürekli baş sallarken şimdi başımın titrediğini anlıyacak diye paranoya yapıyosun, vesaire. Koktan kafam çok iyi olsa da yapılıcak işlerim var ve geçmesi için biraz bekleyip dışarı, çiseleyen yağmurun altına çıkıyorum, Merkez Kütüphane'ye gitmek için dizginleri Dördüncü George Köprüsü'ne ayarlıyorum. Sebat.
Buraya her gelişimde şehrin ne kadar değiştiğini görüp kopuyorum. Artık sana ait diil hani. İnsanlar giderek şehir dışına taşınıyolar, şehir merkezi sadece iş dünyasındaki kedilere, alışverişçilere, öğrencilere ve turistlere kalıyo. Fondaki kaleyi de kaldırırsan burası herhangi bi yer olabilir.
Edinburgh Bölümü'ne girerken kafam hâlâ iyi sayılır, bi hatunun şu mikrofişlerden birini yerine takarken izliyorum. "Şey... pardon, bana biraz yardım eder misiniz? Yani, hani, daha önce hiç yapmadım falan da," diyorum boş makinayı göstererek.
Bi saniye bana bakıp, "Tabii," diyerek nasıl yapılacağını gösteriyo. O kadar kolay bi işmiş ki kendimi gerzek gibi hissediyorum. Ama becerdim işte! Çok geçmeden 1920'deki büyük ihanet hakkında yazılar okumaya başlıyorum, hani herkesin karşı çıkmasına rağmen Leith Edinburgh'a katılmış falan. Bütün problemler harbiden de o zaman başlamış hani! Dörtte bir oranla abi, dörtte bir.
Güzel limandan geçerek şehre dönerken hava değişiyo ve sağanak başlıyo. Otobüse binecek param yok, ben de yakaları kaldırıp uzun adımlarla eve yollanıyorum. St. James's Meydanı'nda bi grup genç takılıyo ve arkadaşım Curtis de aralarında. "N'aber, abi?" derken kokun etkisi artık iyice geçmiş durumda.
"İyilik S-s-spud," diyo. Bu ufaklık kekelediğinde biraz gerilir ama sakin olup baskı yapmazsan doğru ritmi yakalar ve de iletişim su gibi akmaya başlar hani. Biraz gevezelik ediyoz, sora ben John Lewis's'den geçip Picardy Place'e geliyorum, yağmurdan korunmak için kenardan kenardan Walk'a doğru yürüyorum.
Pilrig sınırından geçip gürültülü güneşli Leith'e girdiğimde sokakta Sick Boy'u görüyorum, keyfi yerinde gibi. Görmezden gelecek sanıyorum ama yok abi, kedi benden nerdeyse özür diliyo veya özür dilemenin yanına yaklaşabileceği kadar yaklaşıyo işte. "Spud. Gel, şeyy... geçen gün olanları unutalım mı abi, ha?" diyo.
Paba uğramasına rağmen beni Franco'ya gammazlamadığı ortada, o yüzden herife karşı daha pozitifim. "Evet, ben de üzgünüm falan yani. Sağ ol, aa, Franco'ya anlatmadığın için hani."
"Siktir et amcığı," diyo kafasını sallıyarak. "Korkarım onun gibilerle uğraşmaktan çok daha önemli işlerim var." Eliyle bi pabı işaret ediyo, Shrub Bar. "Siktiğimin yağmuru dinene kadar birer bira içelim, ha?" diyo.
"Uyar ama... beni çekmen gerekecek abi, beş param yok," diyerek günah çıkarıyorum.
Sick Boy derin bi nefes alıp gene de içeri giriyo, ben de arkasından. İçerde ilk gördüğüm Kuzen Dode kedisi oluyo, herife yakalanmış gibi oluyorum biraz hani. Dode gene Edinburgh'daki Weedgie modunda: daha iyi futbol takımları, daha iyi ulaşım sistemi, pablar, kulüpler, daha ucuz taksi, daha sıcak insanlar, bütün o bildik Weedgie muhabbeti yani. Ve büyük ihtimalle de haklı ama kedi gene de Edinburgh'da işte.
Dode kenefe giderken Sick Boy pis pis arkasından bakıp soruyo: "Kim bu dangalak, amına koyayım?"
Ben de Kuzen hakkında bildiğim şeyleri anlatıyorum, artı götün cebinden kartını alıp yüklü hesabını boşaltabilmek için bankamatik şifresini bilmek istediğimi söylüyorum. "Yani, adam Clydesdale Bank'ta kendi şifreni seçebileceğini anlatıp duruyo."
Dode geri gelince birer içki daha alıp oturuyoz. Ama sora harbiden çok manyak bişi oluyo! Adam ceketini çıkarınca Sick Boy'la ikimiz göz göze geliyoz. İşte resmen orda abi, gözümüzün önünde! Dode'un bi kolunda, üstünde "Hazırım" yazılı bi aslan dövmesi var, öbüründe atın üstünde oturan Kral Billy. Evet ve atın tam altında, bi kââdın üstünde bankamatik şifresi yazıyo, herif unutmamak için dövme yaptırmış. 1690.[35]