Merkez Kütüphane'deki Edinburgh Bölümü'nde Edinburgh hakkında bi sürü şey var abi. Ne diyim, tabii mantıklı olan bu, böle olması gerekir hani. Yani, heralde Edinburgh Bölümü'nde Hamburg veya da hımm... Boston hakkında bişiler bulucak değilsinizdir. Ama yani, burda Leith hakkında o kadar çok şey var ki, tonla, yani bunların Ferry Caddesi'ndeki Leith Halk Kütüphanesi'nde olması gerekirdi hani. Çok açık, demek ki, eski limandaki kediler ne düşünürse düşünsün, meclisteki herifler Leith'i Edinburgh'un bi parçası olaraktan falan görüyolar hani. Ama öte taraftan, meclisin yararına inandığı söylenen o yönetimin yerelleştirilmesiyle ilgili broşürlerin oraya buraya atıldığı günleri de hatırlamadan edemiyorum yani. O zaman benim gibi Leith'li bi kedinin Leith'le ilgili bilgi bulmak için ta Edina'lara kadar gitmesine ne gerek var? Hoop, yan taraftaki Ferry Caddesi'ne atlıyabilecekken Dördüncü George Köprüsü'nden geçip de uzun uzun yürümeye ne gerek var ki, diil mi hani?
Gene de hoş bi yürüyüş oldu bu göt ısıtan ekim güneşinde. Ama High Sokağı biraz soğuktu. Festival kalabalığı çoktan gitmiş ve ben size gülümseyerekten şovlarına gitmeniz için broşürler dağıtan o havalı hatunları özlüyorum. Ama bişi anlatan cümleleri durmadan soru haline getirmeleri harbiden çok salakça. "Festivalde bi şovumuz var?" "Pleasance'da sahneleniyor?" "Eleştiriler çok iyiydi?" diyip duruyolar ve dur bi dakka bakalım küçük cool kedicik, demek istiyosunuz, eğer bi cümleyi soru haline getirmek istiyosan tek yapman gereken sonuna "biliyosun mu" eklemektir. Biliyosun mu?
Ama ben tabii ki broşürleri alıp yürüyodum çünkü üniversiteye falan giden, tiyatro sanatları falan okuyan züppe hatunlara böle şeyler demek benim gibilerin harcı diil, biliyosun mu?
Benim sorunum hep bu oldu zaten abi, güven. En büyük çelişki de, uyuşturucusuz adamın her zaman güvensiz adam olmasıydı. Şu anda güvenim düşük diil ama—şu kedilerin kullandığı kelime neydi?—süreklilik göstermiyo hani, sürekli olamıyo yani. Ve buraya ayak basar basmaz ilk farkettiğim şey Merkez Kütüphane'nin karşısındaki yolda gördüğüm şu pab, adı Pasaklı Murphy'nin Yeri. İrlanda'daki gerçek pablarla alakası olmayan şu İrlanda temalı pablardan, biliyosun mu? Bunlar bi tek iş dünyasındaki kediler, yuppieler ve zengin öğrenciler için hani. Orayı görmek beni acayip gerdi ve utanmama sebep oldu. Adaletli bi dünyada, bu barı işleten kediler benim gibilerde neden oldukları duygusal hasardan dolayı tazminat ödemek zorunda kalırdı. Yani, okuldayken duyduğum tek şey buydu ki benim, dakkada bir: "Pasaklı Murphy, pasaklı Murphy." Bi tek ismim İrlandalı ismi ve oynak mali durumlar yüzünden iyi giyinemiyorum diye, sırf Tennent Strasser ve Prince Regent Strasser'de konuşlanmış Murphy sülalesine özgü olan yoksulluk yüzünden. Yani iyinin tersiydi abi, iyinin tam tersiydi.
Yani bi tek o pab tabelasını görmek bile beni daha içeri girmeden önce maksimum dezavantajlı bi duruma getirdi işte, biliyosun mu? Kütüphaneye girerken başım öne eğik, kendi kendime "pislik torbası Murphy nası bi kitap yazar ki?" diye düşünüyorum ve oraya girmek çok garip, garip, garip geliyo. Her şekilde G-A-R-İ-P abicim. İşte, koca ahşap kapılardan içeri giriyorum ve kalbim güm güm güm diye atıyo. Sanki buraya girmem yasal diilmiş gibi geliyo yani, kedinin biri gagama bi litrelik amil nitrat[29] dayamış gibi oluyorum. Bayılacak gibiyim, biliyosun mu, kendimi kaybedicem gibi, oraya ölece yığılıverecekmişim gibi geliyo. Hani o his, bi yüzme havuzunda suyun altındayken veya uçakla uçarken kulağınızın içinde duyduğunuz bütün o boğuk sesler vardır ya. Ve titriyorum abi, öz titriyorum. Bi de üniformalı güvenlik yanıma gelince öz panik oluyorum. Şimdi dayak yiycem diye düşünüyorum, of, hayır, abi lan, zaten daha buraya girmeden ağzıma sıçıldı ve hiçbişi yapmadım, hiçbişi yapmıycam ki, yalnızca bikaç kitap bakıcam falan hani...
"Yardımcı olabilir miyim?" diye soruyo çocuk.
Düşünüp duruyorum; yanlış bişi yapmadım, sadece burdayım. Bişi bile yapmadım, hiçbişi. Ama şöle bişiler diyorum, "Aa... aa... aa... şey dedimdi... yani şey yapsam, yapabilir miyim acaba... aa... şöle bi bakacaktım, Edinburgh'la ilgili şeyler olan odaya... kitaplara falan bakıcam işte."
Bu çocuk benim ne olduğumu biliyo, bunu bi şekilde hissediyorum: hırsız, canki, illegal, varoş, üçüncü nesil hela temizleyicisi, işçi çocuğu, hissediyorum abi, çünkü bu çocuk Jambo, mason bu, rotaryen bi herif, yani anlarsınız işte, üniforması falan... parlak düğmeleri var yani...
"Alt kat," diyo çocuk ve resmen gitmeme izin veriyo. Ölece! Çocuk içeri girmeme izin veriyo! Edinburgh Bölümü. Merkez Kütüphane. Dördüncü George Köprüsü bilmem ne falan!
Süper!
Mermer merdivenlerden aşağı iniyorum ve tabela karşımda: Edinburgh Bölümü. Orda kendimi çok iyi hissediyorum abi, tam bi entel gibi falan hani. Ama içeri girdiğimde kocaman abi, içersi kocaman ve küçük sıralara bissürü insan oturmuş, sanki ilkokula geri dönmüş gibi kitap okuyo. Ortalık Falkirk kadar sessiz ve herkes bana bakıyo sanki. Ne görüyo ki bu kediler bende? Belki mal almak için bikaç kitap aşırıp satmaya gelmiş bi canki diyolardır.
Sora diyorum ki, yo, yo, yo abi, sakin ol. Suçun kanıtlanana kadar masumsun yani. Avs'in grupta söylediği şeyi yap ve bu kendi kendine sabotaj düzenleme dürtüsünün geçmesini bekle. Stres başladığında beşe kadar say. Bir-İki-Üç... o gözlüklü şişko anne neye bakıyo öle... Dört-Beş. Ve düzeliyo abi, çünkü soradan cidden de herkes başka yere bakıyo, biliyosun mu?
Aşırmaya değicek bişi olmadığından diil. Yani, bazı kitaplar bi koleksiyoncu için bayağı değerli olabilir ama Vine Bar'a gidip satabileceğiniz türden şeyler diil bunlar, hepsi de koca hesap defterleri gibi, böle diyolar diil mi abi, defteri kebir ve mikrofilm şeyleri filan gibi şeyler, biliyosun mu?
Her neyse, kitaplar arasında ufak bi ava çıkıyorum, kitaplarda Leith'le Edinburgh'un 1920'deki referandum gibi bişiden sora birleştiği yazıyo. Heralde şu "yetkilendirmeye evet" oylaması gibi bişi olmuştur, Parlamento için falan yani, hani insanlar tartışıp durdu ama hiçbi bok olmadıydı. Scotsman'ı okuduğumu hatırlıyorum, adamlar "hayır abi, hayır oyu verin" diye bas bas bağırmıştı ama kediler dedi ki, "kusura bakmayın abi, gastenizde yazdığınız şey bizi ilgilendirmez, koca bi evet veriyoz." Demokrasi abi, demokrasi. Yanında Whiskas varsa, kedilere asla Felix yediremezsin.
Ama sorun şu ki, Leithliler birleşmeyi dörde bir gibi bi çoğunlukla reddetmiş. Dörde bir abi ama gene de olanlar olmuş! Çocukken ihtiyarların bundan bahsettiğini hatırlar gibiyim. Şimdi bu yaşlı kediler yerin iki metre altındalar, peki o zamanlar halka karşı, demokrasiye karşı yapılmış olan bu hareketi insanlara kim duyuracak? Murphy'yi çağırın! Evet, Stephen King'in Hayvan Mezarlığı'ında vefat etmiş olan bütün kedigiller rahat uyusun, çünkü ben geliyorum! İşte burası başlamak için iyi bi yer gibi görünüyo, 1920: büyük ihanetin tarihi bu abi.
Evet, her şey kafamda bi araya gelmeye başlıyo. Ama şöle bi sorun var, kitap yazmak için bazı şeylere gerek olduğunu ben unutmuşum, kâât kalem gibi mesela. Yandaki Baurmeister's'a naşlayıp bloknotla kalem yürütüyorum. Öz enerji patlaması yaşıyorum ve oturduğum o sıraya geri dönüp ciddi notlar almak için sabırsızlanıyorum. Olay bu hani, birleşmeden[30] günümüze Leith tarihi.
1920'den başla, sora belki biraz geriye, sora gene ileriye git, futbolcuların biyografilerinde olduğu gibi hani.
Biliyosun mu?
Şöle, Birinci Bölüm: "Avrupa Kupası'nı göklere kaldırdığıma inanamıyodum. Alex Ferguson kedisi üstüme sıçrıyıp bağırıyodu. "Selam abi, artık ölümsüz oldun, biliyosun mu?" Attığım son gol veya maç çok da umurumda diildi, bütün geceyi bi taş tekkesinde geçirmiştim. Stada gitmek için başlama vuruşundan ancak yarım kadar saat önce taksiye atlıyabilmiştim..." Hikâyenin nası devam ettiğini bilirsiniz.
Sora ikinci bölüm: "Ama bu hikâye Milano'daki San Siro Stadyumu'ndan çok uzaklarda başlar. Aslında Jimmy ve Senga McWeedgie'nin on yedinci oğulları olarak sahneye giriş yaptığım, Rat Sokak, The Gorbals, Glasgow'daki mütevazı bi sosyal konuta geri dönmemiz gerekir. Birbirine sımsıkı bağlarla bağlı bi aileydik ve hayatta en çok yapmak istediğim şey... bır bır bır..." Bilirsiniz işte.
O zaman olay bu, ordan başla ve geriye git. Şahaneyim abicim, öz şahaneyim!
O zamanın gastelerini sakladıklarını görüyorum, Scotsman ve Evening News falan filan işte. Şimdi, bütün bu yazıları zengin Tory kedileri yazmış olabilir ama içlerinden gene de bişiler çıkartabilirim, yerel haberler falan işime yarayabilir yani. Yalnız sorun şu, bunların hepsi de mikrofilm üstünde ve almak için bi kâât doldurmam gerekiyo. Sora eski cins bi televizyona benzeyen o kocaman makinaya geliyosun ve o şeyleri onun içine bi yerlere falan koyman gerekiyo filan yani, biliyosun mu? Gıcık oluyorum. Burası kütüphane abi, sadece kitaplar falan olmalı, bana makinalardan bahseden olmamıştı.
İşte o mikrofilm şeyini çocuğun elinden alıyorum ve hadi, kedi, hadi demeye hazırım ama o koca televizyon benzeri şeyi görünce yo, yo, yo falan oluyorum çünkü öle teknik şeylerden hiç anlamam, o şeyi kıracağımdan falan korkuyorum yani. Burda çalışan birine sorucam ama benim geri olduğumu düşünecekler hani, biliyosun mu?
Yo, bunla uğraşamam, hiç yolu yok, hayır, o şeyleri sıranın üstünde bırakıp kapıdan, sora da merdivenlerden çıkıyorum, ordan kurtulduğum için çok mutluyum, kalbim küt, küt, küt diye atıyo. Ama dışarı çıktığımda bütün sesleri kafamın içinde duyabiliyorum. Gülüşmeler, benim bi hiç olduğumu söylemeler, hiç, sıfır ve o Pasaklı Murphy tabelasını görüyorum, acıtıyo abi, öle bi acıtıyo ki beni bu acıdan kurtarıcak bişilere harbiden ihtiyaç duyuyorum. Ben de Seeker'ın yerine zıplıyorum, orda mutlaka bişiler vardır, bana kendimi Pasaklı Murphy gibi hissettirmeyeceğini bildiğim bişiler.