Colin yataktan çıkıp ayağa kalkıyor. Cumbalardan gelen ışıkta bedeni bir silüet halini alıyor. Gözlerim sallanan sikine takılıyor. Perdeleri açarken ay ışığından bir üçgende yakalanmış, neredeyse suçlu gibi görünen sikine. "Anlayamıyorum," diyerek bana döndüğünde, ışık o gür ve koyu renk buklelerini gümüş rengine boyarken yüzündeki özür dileyen darağacı sırıtışını yakalıyorum. Ayrıca gözlerinin altındaki torbaları ve çenesinin altından sarkan berbat et yığınını da görebiliyorum.
Colin hakkında: azalan sosyal ve entelektüel ilgime artık zayıflayan cinsel heyecanı da eklememiz gereken, sikiştiğim orta yaşlı adam. Artık zamanı geldi. Tanrım, hem de nasıl.
Yatakta gerinip bacaklarımdaki soğukluğu hissederek hayal kırıklığımın yarattığı son spazmı da atlatmak için kıvrılıyorum. Ona sırtımı dönerek dizlerimi göğsüme çekiyorum.
"Biliyorum, çok klişe belki ama bu daha önce hiç başıma gelmemişti. Yani... bu sene orospu çocukları bana fazladan dört saatlik seminer grubu, iki saatlik de ders koydu. Dün bütün geceyi sınav kâğıtlarını okumakla geçirdim. Miranda beni çok zorluyor ve çocukların o kadar çok ihtiyacı var ki... kendim olmak için hiç zamanım kalmıyor. Colin Addison olmaya zamanım yok. Ama kimin umurunda ki? Colin Addison kimin umurunda ki, amına koyayım?"
Bilinç merdivenlerinden uykuya doğru kayarken bu mızmız kaybedilmiş ereksiyonlar ağıtını ancak hayal meyal duyabiliyorum.
"Nikki? Beni duyuyor musun?"
"Mmm..."
"Bence ilişkimizi biraz normalleştirmemiz lazım. Anlık bir şey değil bu. Miranda ve ben: miadımızı doldurduk. Tamam, şimdi ne diyeceğini biliyorum, evet, başka kızlar da oldu, başka öğrenciler, tabii ki oldu," diyor sesine güvenini yeniden kazanmış bir tonun hakim olmasına izin vererek. Erkek egosu kırılgan görünebilir ama tecrübelerime dayanarak söylüyorum, kendini tamir etmesi fazla uzun sürmez, "... ama hepsi çoluk çocuktu, birlikte biraz eğlendik işte. Esas mesele şu ki sen daha olgunsun, yirmi beş yaşındasın, aramızda o kadar da yaş farkı yok ve seninle her şey daha farklı. Yalnızca şey değil ... yani, bu gerçek bir ilişki, Nikki, ben de bunun gerçek olmasını istiyorum. Beni anlıyor musun? Nikki? Nikki?"
Colin Addison'ın sikiştiği öğrenciler cemiyetine girdiğime göre, baş sevgili statüsüne yükseltilmiş olmak da beni mutlu etmeli sanırım. Ama ne yazık ki, etmiyor.
"Nikki!"
"Ne var?" diye homurdanıyorum, yatakta dönüp oturarak ve saçlarımı yüzümden iterek. "Ne anlatıyorsun sen ya? Sikmeyi beceremeyeceksen hiç olmazsa uyumama izin ver. Sabah dersim var ve yarın akşam gene o boktan saunada çalışmak zorundayım."
Colin şimdi yatağın ucunda oturmuş, ağır ağır soluk alıyor. Karanlıkta omuzlarının kalkıp inişini izlerken gözüme saldırıya karşılık mı versin, yoksa geri mi çekilsin diye karar veremeyen, garip, yaralı bir hayvan gibi görünüyor. "Orada çalışman hoşuma gitmiyor," diye soluyor, son zamanlarda çok Colin olan o hırçın, sahiplenici ses tonuyla.
Ve diyorum ki, işte şimdi, düştün elime. Haftalar boyu süren bir boyun eğişten sonra, o kıçıma-bile-takmam kritik noktasına, sonunda onlara siktirip gitmelerini söyleyebilecek kadar güçlü hissettiğiniz o duruma geliveriyorsunuz. "O sauna şu anda benim doğru dürüst sikişebilmek için tek şansımı temsil ediyor," diyorum serinkanlı bir tavırla.
Havadaki soğuk sessizlik ve Colin'in koyu karaltısının kıpırtısızlığı, bana tam yerinden vurduğumu söylüyor. Sonra aniden harekete geçiyor, silkinerek ve gergin bir halde, giysilerinin durduğu koltuğa doğru gidiyor. Onlarla cebelleşmeye başlıyor. Karanlıkta bir şeye, bir sandalye ayağına ya da yatağın kenarına çarpan bir ayağın kütürtüsü duyuluyor ve ardından kedi tıslaması gibi bir 'siktir' geliyor. Çıkmak için acele ediyor şimdi, çünkü normalde çıkmadan duş alır, Miranda için, ama bu sefer hiç sıvı akıtılmadığına göre gerek görmüyor herhalde. En azından ışıkları açmama inceliğini gösteriyor, bunun için ona minnettarım. Çekiştirerek kot pantolonunu giyerken götüne bir kez daha, büyük ihtimalle de son kez hayran kalıyorum. İktidarsızlık feci, yapışkanlık berbat bir şey ama ikisi bir arada kesinlikle çekilmiyor. Bu yaşlı salağa hemşirelik yapma düşüncesi iğrenç. Götü için üzgünüm ama, onu özleyeceğim. Erkekte güzel ve sert bir göt her zaman hoşuma gitmiştir.
"Bu haldeyken seninle konuşmak imkânsız. Ben seni sonra ararım," diyerek pofluyor kazağını giyerken.
Buz gibi bir sesle, "Hiç zahmet etme," diyerek yorganı çekip memelerimi örtüyorum. Daha önce benim onayımla, hatta bazen gaza getirişimle onları emmişken, sikini aralarına sokmuşken, onları ellemiş, okşamış ve sömürmüşken, bu hareketi neden yapmam gerektiğini düşünüyorum. Yarı karanlıkta öylesine bir bakış, neden birdenbire tecavüze uğramışım hissini yaratıyor acaba? Cevabı, varlığımın bana Colin'le ikimizin artık tarih olduğumuzu söylemesi olsa gerek. Evet, zamanı geldi.
"Efendim?"
"Hiç zahmet etme dedim. Beni sonradan aramak için. Kılını bile kıpırdatma, amına koyayım," diyorum ve keşke bir sigara olsaydı diye düşünüyorum. Ondan bir tane isteyeyim diyorum ama nedense biraz uygunsuz kaçacakmış gibi geliyor.
Bana bakmak için dönünce tıraş etmesi için yalvardığım o salak bıyığını, perdelerden sızan gümüş rengi soluk ışıkla aydınlanmış bıyığın altındaki ağzı, karanlıkta gizlenmiş gözlerini görebiliyorum. O ağız bana şöyle diyor, "İyi, siktir git o zaman! Sen geri zekâlı, küçük bir kız çocuğusun, Nikki. Kendini beğenmiş küçük bir cadısın sen. Şimdi çok iyi olduğunu zannediyorsun ama büyüyüp insan ırkının geri kalanına katılmazsan çok büyük sorunlarla karşılaşacaksın."
Ruhumda öfkeyle kopmak ve espri yapmak arasında bir savaş yaşanıyor; ikisinin de diğerine üstünlük tanımaya niyeti yok. Böyle ahenksiz bir durumda yapabildiğim tek şey, öksürerek şunları söylemek oluyor, "Senin gibi mi? Güldürme beni..."
Ama Colin gitmiş bile. Odanın kapısı, ardından sokak kapısı çarpılıyor. Vücudum ferahlayarak çözülmeye başlıyor; ta ki usançla kapının iki kere kilitlenmesi gerektiğini hatırlayana kadar. Lauren güvenlik hastası, bizim patırtımıza uyanmış olacağından her halükârda canı sıkılacak. Koridordaki cilalı, soğuk yer döşemesinin üstünde yalın ayak yürüyerek, kapıyı kilitlemiş olmaktan memnun bir halde, yatak odasına dönüyorum. Pencereye gidip Colin'in merdiven kapısından boş sokağa çıkışını görebilir miyim diye düşünüyorum ama sanırım ikimiz de yeterince açık konuştuk ve aradaki bağ koptu artık. Bu sözcük özellikle doyurucu geliyor kulağa. Tabii ki böyle bir şey yapmam ama penisini o pörsük haliyle Miranda'ya postaladığımı ve Miranda'nın penisi tanımadığını düşünüyorum. Aslında hepsi de aynı; tabii kocaman, pasaklı, sarkık ve yaşlı bir faraş değilsen. Duvarların yeterince güçlüyse her şeyle, yani hemen hemen her şeyle sikişebilirsin. Sorun yaratan şey penisler değil, ilişiğindekiler; çeşitli boyutlarda oluyorlar, evet, çeşitli boyutlarda ve iç bayma düzeylerinde.
Gök mavisi sabahlığıyla Lauren çıkageliyor, saçları orman gibi, uykulu gözlerini kırpıştırarak gözlüğünün camlarını silip takıyor. "Her şey yolunda mı? Bağrışmalar duydum..."
"Yalnızca iktidarsız, menopozlu bir adamın gecenin içindeki acıklı böğürtüleri. Senin feminist kulaklarına ninni gibi gelmiştir herhalde," diye neşeyle gülüyorum.
Yavaşça yaklaşarak kollarını uzatıp beni kucaklıyor. Ne esaslı ve harika bir kadın: bana her zaman hak ettiğimden daha anlayışlı davranmaya hazır. Mizah gücümü incindiğimi saklamak, alaycılığı kırılganlığımı yansıtmak için kullandığımı düşünür ve bana hep merakla, ciddiyetle ve azimle yaklaşarak yüzeyin altındaki gerçek Nikki'yi bulmaya çalışır sanki. Lauren benim de kendisi gibi olduğumu zannediyor ama, yüzeydeki bütün yapmacıklığına rağmen, ben onun hayatı boyunca dönüşebileceğinden çok daha soğuk bir hatunum. Uygulamaya koyduğu katı politikalara rağmen tatlı bir çocuktur, lavantalı sabun gibi ve taptaze, harika kokar. "Üzgünüm...bir öğretmenle ilişki yaşadığın için delirmiş olman gerektiğini söyledim, biliyorum ama bunu incineceğini bildiğim için söylemiştim..."
Titriyorum, onun kollarında resmen tir tir titriyorum, "Tamam, tamam... yok bir şey... her şey düzelecek..." Ama Colin'i umursadığım varsayımına güldüğüm için titrediğimin farkında bile değil. Biraz başımı kaldırıp güldüğümü görmesine izin veriyorum, sonra hemen pişman oluyorum çünkü Lauren çok şeker ve şimdi onu biraz bozmuş oldum. Bazen acımasızlık içgüdüsel olarak geliyor. Gurur duyulacak bir şey değil ama farkında olmak için çaba harcanması gerek.
Yatıştırmak ister gibi daracık ensesini okşuyorum ama gülmeden de duramıyorum. "Ha ha ha ha... sen yanlış olduğunu söyledin bir tanem. Sepetlenmiş olan o, incinmiş olan o. 'Bir öğretmenle ilişki yaşamak..' Ha ha ha... Aynı onun gibi konuşuyorsun."
"E başka ne denebilir ki? Adam evli. İlişki yaşıyorsun işte..."
Yavaşça başımı sallıyorum. "İlişki falan yaşamıyorum. Onunla düzüşüyorum. Daha doğrusu düzüşüyordum. Artık bitti. Duyduğun o artistlikler artık beni düzemeyeceği içindi."
Lauren mutlu ama hafiften suçlu bir tebessümle bana bakıyor. O kadar terbiyeli, görgülü, başkalarının, hatta sevmediklerinin başına gelenler yüzünden bile öylesine içten acı çeken bir kız ki. Zaten Colin'in en sevmediğim özelliklerinden biri ondan hoşlanmaması, yalnızca onun görülmesini istediği yüzeysel imajı görmesiydi. Ama böyle bir adam çıktı işte; akıllı falan değil, salak yani.
Yorganımı tekrar üstüme çekiyorum. "Şimdi yanıma gel ve bana doğru dürüst bir kucak ver," diyorum.
Lauren gözlerini çıplak vücudumdan kaçırmaya çalışarak bana bakıyor. "Yapma şunu, Nikki," diyor utana sıkıla.
"Bir tek kucak istiyorum," diye somurtarak ona yaklaşıyorum. Çıplak bedenlerimiz arasında sabahlığının kalın kumaşının olduğunu ve tecavüze uğramayacağını anlayarak bana sımsıkı, candan sarılıyor ama ben onu bırakmayıp yorganı üstümüze çekiyorum.
"Of, Nikki," dese de çok geçmeden rahatlayıp yatağa yerleştiğini hissediyorum ve burun deliklerimde lavanta kokusuyla muhteşem bir uykuya dalıyorum.
Sabah yatakta bir boşlukla uyanıyorum, mutfaktan kulağıma çalışma sesleri geliyor. Lauren. Her kadının böyle tatlı, genç bir karısı olmalı. Kalkıp sabahlığımı vücuduma sararak mutfağa yollanıyorum. Kahve tıslayarak sürahinin üstündeki filtreden fışkırıyor. Şimdi duşa girdiğini duyabiliyorum. Oturma odasına gittiğimde telesekreterin yanıp sönen kırmızı ışığı mesajları dinlemem gerektiğini söylüyor.
Colin'i ya çok abartmışım ya da fazla hafife almışım. Telefona bayağı bir mesaj bırakmış.
Biip.
"Nikki, beni ara. Bu çok salakça."
"Hey, selam çok salakça," diyorum telefona doğru, "bu da Nikki."
Colin telefonda konuşmayı biliyor, çok komik olabiliyor yani.
Biip.
"Nikki, üzgünüm. Kendimi kaybettim. Benim için çok önemlisin, gerçekten. Zaten anlatmaya çalıştığım da buydu. Yarın ofisime uğra. Haydi ama, Nik."
Biip.
"Nikki, böyle bitmesin. Seni bizim lokalde öğle yemeğine götüreyim. Orayı severdin. Haydi. Beni ofisten ara."
Kızların çoğu yaşlandıkça kadın olur ama erkekler çocuk olmaktan hiç vazgeçmiyor. Onların özendiğim, hep taklit etmeye çalıştığım yönleri de bu, salaklığa ve çocukça duygulara böylesine kapılıp gitme yetileri. Ama sürekli bununla karşılaşıyorsanız çok yorucu olabiliyor.