40. Dümen # 18.745

Marchmont'daki Sweet Melinda's'da mükellef bir yemek yedik. Commie Havuzu'nda buluştuğumuzda Nikki iki parçalı kırmızı mayosuyla öyle müthiş görünüyordu ki bir çeşit kriz geçireceğimi zannettim. Kendimi kaybetmekten korkarak havuza atladım ve Nikki neşe içinde havuzu benimle birlikte on altı kez kulaçladı, ki normal bir havuzda bu sayı otuza çıkar tabii. Sonra taksiyle lokantaya gittik. Nikki güzel ötesi görünüyordu, sporun verdiği ışıltıyla neredeyse bu dünyadan değil gibiydi ve ben gözlerimi taksimetreden ayırmamaya özen gösteriyordum. Nikki galiba şehir merkezindeki bir restoran yerine bir mahalle lokantasına götürüldüğü için biraz bozuldu ama ortamı, servisi ve her şeyin ötesinde sunulan deniz ürünlerini gördüğünde neşesi hemen yerine geldi. Ben kızarmış kalamar ve soğanlı mayonezin yanında Pernod içtim, Nikki de tatlı chili soslu kızarmış tarak ve crème fraiche yedi. Yemeğe eşlik etmesi için bir şişe Chablis seçtim ve ev yapımı olan o harika ekmekten de bol bol yedik.

Düşünebildiğim tek şey onu eve atmaktı çünkü o kusursuz orantılı vücudunun kırmızı mayo içindeki görüntüsü beynimi dağlıyordu; konuşmak, hatta iş düşünmek bile bir azap haline gelmişti. Üstelik adım atma konusunda o da pek çekingen sayılmaz. Taksinin arka koltuğunda fermuarımı açıp elini içeri kaydırdı ve acımasız bir şiddetle yüzümü yemeye başladı. Bir ara altdudağımı ısıran dişlerinin verdiği acı o kadar dayanılmaz bir hale geldi ki ufak bir çığlık atıp onu itmek zorunda kaldım.

Durup taksi parasını öderken fermuarım hâlâ açık ve merdivenlerden çıkarken o da kemerimi açmaya uğraşıyor. Ben hırkasını başından çıkarıp bluzunu yukarı kaldırarak sutyenini çekiştiriyorum. Merdivenlerde birbirimizi parçalarken benim evin karşısındaki kapı açılıyor ve annesiyle yaşayan sübyancı tipli çocuk kapının arkasından bize baktıktan sonra çarparak kapatıyor. Anahtarlarımı çıkarıp kapıyı açıyorum. Nikki siyah kadife pantolonunu indirirken benimki çoktan yere düşmüş bile ve evdeyiz, kapıyı tekmeleyerek kapatıyoruz. Pantolonunu çıkarıp dantelli külotunu aşağı indirerek kukusunu yalıyorum; hafif havuz kloru kokuyor, dilimle yaptığım keşfin tadını çıkarıyorum, sonra klitini sertçe emmeye başlıyorum. Tırnaklarının boynuma, sonra yüzümün yan tarafına geçtiğini hissediyorum ve nefes almam güçleşiyor ama o beni geriye doğru iterek dönmeye uğraşıyor. Çalısından kopma niyetinde değilim ama Nikki kıvrılıp sikime ulaşmaya çalışıyor. Dilinin ucuyla keskin, elektrikli vuruşlar yaptıktan sonra ağzına alıyor. Bu karmaşa bir süre devam ediyor ve içgüdüsel olarak ayrılıyoruz. Gözlerimiz birleşince her şey bir kaza gibi ağır ağır dönmeye başlıyor. Birbirimizi okşayıp duruyoruz; ikimizin de dokunuşları aynı, adaletli, neredeyse araştırır gibi. Tüy gibi yumuşak teninin altındaki her bir kası, tendonu, siniri ve onun beni sertçe ellediğini hissederken sanki derim yavaşça kemiklerimden ayrılıyor.

Ateşleniyoruz ve o kalçalardan gelen olağanüstü güçle beni yere çiviliyor ama hiç beklemediğim kadar da hafif. Çalısıyla sikimin ucunu fırçaladıktan sonra yavaş yavaş içine alıyor. İkimiz de o noktaya gelene kadar, bir süre ağır ağır sikişiyoruz. Sonra yatağa doğru sendeleyip yorganın üzerine uzanıyoruz. Çekmeceye uzanıp bir paket kokain çıkarıyorum. İlk başta isteksiz ama onu yüzüstü yatırıp yorganın kenarıyla omuriliğinin bitimindeki o ıslak kuyuyu kuruluyorum. Önümde duran bu harika göt manzarasında boğulacak gibi oluyorum. Kuyruk sokumundaki oyuğa bir çizgi çizip burnumdan çekiyorum. Parmağım biraz kıç yarığında, göt deliğinin üzerinde dolaşarak deliği hafif zorladıktan sonra sırılsıklam olmuş vajinasına kayıyor. Kok Norwich treninin Hackney Downs'dan çıkışı gibi patlarken yeniden içine giriyorum ve o dizleri üstüne çöküp kendini bana doğru ittiriyor. "Çek şunu..." diyorum soluk soluğa, yatağın yanındaki sehpada duran çizgiyi göstererek.

"Ben... bu... boku... yapmam..." diyerek öne arkaya hareket ediyor ve bir yılan gibi arkaya doğru kıvrılıp şiddetli bir güçle ve olağanüstü bir kontrolle sikimi kendine geçiriyor.

"Çek şunu, amına koyayım," diye bağırınca dönüp yan yan bakarak, "Ah, Simon..." diyor ve banknota uzanıp ben onu sikerken koku çekiyor, çizgiyi silip süpürmesi için biraz yavaşladıktan sonra yapabildiğim kadar sert devam ederken ince belinden tutuyorum; kıvrak yılan kaskatı kesildiğinde ikimiz bir pistonun iki parçası gibiyiz ve birlikte gelerek çığlıklar atıyoruz.

Gece birkaç kez daha sikiştik. Saat çalınca kalkıp İspanyol omletiyle İtalyan kahvesi yaptım. Kahvaltıdan sonra tekrar sikiştik. Nikki okula gitmek için şehre inince bir çizgi çizdim, bir duble espresso daha içtim, Dam'a götüreceğim çantaya birkaç elbise ve tuvalet malzemesi koydum ve çantayı omzuma atıp buğulu bir sevinç içinde işe gittim.

Moralinizi yeniden sıfıra indirmek için bu boktan yere gitmek gibisi yok. Yaşadığım sorunların personelle mi yoksa demirbaşlarla mı ilgili olduğunu anlamaya çalışıyorum. İkisinden de biraz, çünkü patlamaya hazır eski bir kazan var burada. "Gene mi Amsterdam? Daha yeni gittiydin! Olmuyo Simon, hiç olmuyo," diyor Mo başını hızlı hızlı sallayarak ve barı cilalarken benimle göz göze gelmeyi reddediyor.

"Morag, son zamanlarda çok fazla olduğumu biliyorum ama artık Alison da sana yardım edebilir. Bu tres önemli bir iş toplantısı," deyip yaşlı savaş baltasını kendi başına söylenirken bırakıyorum.

Havaalanına giderken hava buz gibi. Uçak tabii ki rötar yapıyor, Renton'ın evine ancak akşamüstü ulaşabiliyorum. Rents Malikanesi'nde havalar bayağı bulutlu, Katrin denen hatunla araları fena bozuk. Hediye getirdiğim duty-free Calvin Klein parfümü de (neyse ki) pek işe yaramıyor. Üçüncü dünya kukuları için iyi bir hediye ancak. Gözlerinin içine bakıp sırıtarak, "Sana aldım Katrin," dediğimde yalnızca Alman çeliğiyle karşılaşıyorum. Bu Hans bayağı kabız bir karı. Ama birkaç saniye sonra bakışları yumuşuyor, hatta biraz utanmış görünüyor. "Aa, mersiiii..." diye yavşıyor hemen.

Tabii ki bunlar hep Renton'ı kıl etmek için ama bozulduysa bile bunu görme zevkini bana yaşatmıyor. Yolun karşısındaki Café Thysen'e gidiyoruz, mastürbatör salça kafa benimle tanıştırmak istediği bir arkadaşını aramak için cebini çıkarıyor. Çocuk burada porno distribütörü olarak mı çalışıyormuş, neymiş. Evet, bu orospu çocuğu cidden işe yarıyor doğrusu. Yaptığımız plana göre Zürih'te iki banka hesabı açacağız, farklı bankalarda, biri filmin genel hesabı olacak, öbürü prodüksiyona ayrılacak. İlk bankaya verilecek talimata göre, genel hesap 5.000 poundu aştığında artan para Banka Numero Duo'daki prodüksiyon hesabına transfer edilecek. "İsviçre'deki bankalar hiç soru sormaz," diyor Renton, "ve iki ayrı banka kullanmak paranın takip edilmesini zorlaştırır. Buradaki pornocular ve kulüp işindeki bazı büyükbaşlar hep bu yöntemi kullanır."

"Mükemmel. Yapalım bu işi, Rents," diyorum. Konuşmaya devam ediyoruz ama bir süre sonra dikkati dağılıyor ve ben neden olduğunu biliyorum. "Güzel Katrin bize katılıp bir içki içmeyecek mi, Mark?" diyerek gülümsüyorum köşedeki paba gitmek için eğimli bir kanal köprüsünden geçerken.

Bara girerken cevap niyetine bir şeyler mırıldanıyor.

Bar çok güzel bir yer gerçekten, ahşap yer döşemesi, duvar kaplamaları ve batmakta olan güneşin ışığını içeri alan koca pencereleriyle eski bir Hollanda mekanı. Renton biraları alırken ben ayakta durup manzaranın keyfini çıkarıyorum. Eski alışkanlıklardan kolay vazgeçilmiyor. "Mak ik twee beer," diyor Rent Boy güleç yüzlü barmeyde.

Biraz sonra, Peter Muhren adında bir Hollandalı olduğu anlaşılan arkadaşı geliyor. Rents ona "Miz" diyor. Miz "yetişkinler için erotik filmler" demeyi tercih ettiği şeylerin dağıtımını yapıyormuş galiba. "Döküntü" lafı bu adam için icat edilmiş sanki. Kısacık siyah saçları, buruşuk bir suratı, canlı, kemirgen gözleri, pis bir keçi sakalı olan sıska bir herif. Bu sinsi pezevenkten gözlerimi ayırmamam lazım. Bizi kırmızı fener mahallesine götürürken atıp tutuyor. "Neizuids Voorburgwall'da küçük bir ofisim var. Videoları oradan dağıtıyorum; kendi prodüksiyon şirketimden, arkadaş işi, Avrupa ve Amerika'dan ithal ettiklerim, gonzo[45] filmler, hatta iyi çekilmişse ev yapımı porno bile uyar. Hatunlar ateşli, görüntü net, seks yeterince yaratıcı ve eğlenceliyse, o zaman varım," diyerek bir kapıyı çekiyor. Siktiğimin aşağılık serserisi.

Daracık bir merdivenden çıkıp ofisine giriyoruz. Arkadaki camla ayrılmış odada koca bir video-kurgu takımı, iki monitör ve bir konsol duruyor. Miz işin büyük bölümünü buradan yürütüyor gibi. Bana bir sürü Amerikan DVD'si ithal ettiğini ve onları korsan olarak kurguladığını, sahneleri kesip yapıştırarak yeni filmler yaptığını anlatıyor. "Her şey kurguda biter," diyor ilgisizce, "kurgu ve paketleme. Arkadaşımın masaüstü yayıncılık programını kullanıyorum."

Miz kendine bir havalar vermeye çalışıyor ama ben bütün bu bokları Londra'da da görmüştüm. Kazandırdığı para yeterince etkileyici ama albeniden uzak. Bir süre sonra sıkılıyorum ve biraz ara verip birer bira daha içmeyi teklif ediyorum.

Dışarı çıkıp kırmızı neonlu cam vitrinlerin içinde bekleşen orospuların önünden geçiyoruz. Burası hakkında bir şeyler hatırlamaya başlıyorum şimdi. "Buraya ilk defa on altı yaşındayken gelmiştik, hatırlıyor musun, Rents?" Miz'e dönüyorum. "Sırayla şişko, pis bir orospuyu sikmiştik. Yazı tura attık ve içeri ilk Rents girdi, ben dışarda bekledim. Benim sıram geldiğinde karı, 'Umarım arkadaşından daha dayanıklı çıkarsın. Herif işini hemen bitirdi ama biraz daha kalabilir miyim diye sordu, ben de ona kahve yaptım,' diye bütün hikâyeyi anlattı bana. Bir-iki saat sonra, hatunu içinden Japon ekspres treni geçmiş gibi bırakıp dışarı çıktığımda..." diye gülmeye başlıyorum ve kızıl sik kılı, işi Japon ekspres trenleri kadar çabuk bitirdiğime dair bir şeyler mırıldanıyor. Ama onun acıklı fısıltılarını bastırarak konuşmaya devam ediyorum. "Bu hıyara dedim ki, 'Kahveyi beğendin mi bari?'"

Bir kulübe giriyoruz ve Rents, siki otobüslerin arkasına yapıştırdığımız resimlerdeki kızıl tüylerin içinden sarkan o cılız beyaz şeyden en az on santim daha uzunmuş gibi neşeyle herkese selam veriyor. Yeniden onunla olmak garip bir his. Ürkütücü derecede iyi, acıklı nostaljik duygulanmalar yok ve birbirimize hâlâ güven duymamamız müthiş bir adrenalin patlaması yaşatıyor.

Biraz dans edip birkaç bira içiyorum ama yavaş gidiyorum. Bir süre sonra Rents aynı eski günlerdeki gibi davranarak beni bir köşeye çekiyor; onun zayıf yönü de olayları sabırla dışarıdan izleme yeteneğine karşılık, kritik bir alkol seviyesine ulaştığında konuşmadan duramayışı. Bana artık neredeyse hiç içmediğini ve A Sınıfı uyuşturucuları çok uzun aralıklarla yaptığını anlatırken, her zamankinden daha da kötü görünüyor. Çoğu zaman şanslıdır çünkü genelde siz de o kadar sarhoş olursunuz ki ertesi gün anlattıklarını hatırlamazsınız bile. Ama bu sefer kazın ayağı öyle değil Rent Boy. "Katrin'le yürütemiyoruz," diyor bana. "Mutlaka bir süreliğine geri dönmek istiyorum. Bu işi sevdim, para kazanabiliriz..." Bir an tereddüt ediyor. "Begbie hâlâ içerde, değil mi?"

"En az birkaç sene daha içerde, öyle diyorlar."

"Kasıtsız adam öldürmeden mi? Hadi oradan," diye dalga geçiyor Renton.

Yavaşça başımı sallıyorum. "Franco hiçbir zaman örnek bir mahkum olamadı. Göt herif içerde de birkaç kişiyi halletmiş. Bir iki şişleme olayına karışmış. Hücrenin anahtarı çoktan okyanusun dibini boylamış anlayacağın," diyorum elimin tersiyle havayı süpürerek.

"Güzel. O zaman bir deneyeceğim."

İyi haber, Simon De Bourgeoisie ya da buradaki Simon geleceğin burjuvası. Gece Miz'in Faslı ibnelerden tedarik ettiği kokun ele geçişiyle hızlanıyor; heriflerden teki bana pişmiş kelle gibi sırıtıyor, sanki onun o kırıtık götüyle işim olurmuş gibi. Malı alıp tuvalete gidiyorum ve iki düdükten de birer çizgi çekiyorum.

Renton'ın beni ırkçı yorumlarda bulunmakla suçladığı ırk ve uyuşturucu konulu bir tartışmadan sonra, gidip Miz'in yanına oturuyoruz. "Bana ırkçılık karşıtlığı martavalını okuma, Renton, çünkü ben bu işin kitabını yazdım. Vücudumda tek bir ırkçı kemik bile bulamazsın," diyorum. Miz'in extra large burunlu bir kızla sohbet ettiğini görüyorum. Kızın alnının ortasında başlayıp oldukça küçük bir ağız barındıran çenesinin ucunda bitiyormuş gibi görünen bir burnu var. Çok sikici görünüyor... onunla mutlaka seks yapmak istiyorum, tutmuş kulağıma kokain hakkında bir şeyler zırvalayan Renton'la konuşmaktansa.

Koca burunlu müthiş kız ortadan kaybolunca, ben Miz'e dönüp kızın kim olduğunu soruyorum ve sadece bir arkadaşı olduğunu öğrenerek devam ediyorum: "Erkek arkadaşı var mı? Bul onu. Ondan hoşlandığımı söyle. Onunla sikişmek istediğimi söyle ona."

Miz ciddi ciddi bozulmuş görünüyor. "Hakkında atıp tuttuğun kişi benim en iyi arkadaşlarımdan biri abi."

Samimiyetsizliğimi pek gizlemeden özür diliyorum ve ironiyi hiçbir zaman anlayamayacak olan bu adam istemeye istemeye özrümü kabul ediyor. Kızı barda aramak için kalkıyorum ama onun yerine Bristol'dan Jill'le konuşurken buluyorum kendimi. Kızın okuma yazması var mı, traktör kullanabilir mi falan hiç bilmiyorum ama açık havadaki bir helanın kapıları fırtınada nasıl çarparsa onun da aynen öyle çarpışabileceğini anlıyorum. Sonradan yanılmadığım ortaya çıkıyor çünkü kızın oteline gidip bütün gece bunu yapıyoruz. Rents'i cebinden aradığımda bana karakter atıyor: "Nereye gittin sen?"

Onu güzel bir hanıma rastladığım konusunda bilgilendiriyorum, bu arada o da evdeki kaçık yavrusuna geri dönüp yaşayıp yaşayacağı tek sikiş türünün, saksonun tadını çıkarsın. Çünkü Katrin... eskiden çıktığı o beyin amcıklaması geçirmiş pilicin adı neydi... Hazel'ın yerine geçmiş durumda. Evet, işler ne kadar değişirse bir o kadar da aynı kalıyor.

Bu Jill gidici, tatile çıkmış yapmacıksız bir piliç ve sikime şükürler olsun ki tatile çıkan yapmacıksız piliçler ne yaparsa, o da onu yapıyor. Sabah resmî telefon verişme törenini yerine getiriyoruz.

Renton'ın evine gidip çantamı kapmam gerektiği için otelden bedava kahvaltı alamayışıma biraz kıl oluyorum. Gittiğimde Rents'i Miz ve Faslılarla beraber tembel tembel dörtlü yaparken bulmayı bekliyorum hafiften ama kapıyı üstünde sabahlığıyla açan Katrin beni içeri alıyor. "Say-mıınn..." diyor o mahzun, dramatik sesiyle.

Renton ayakta, üstünde turuncu bir bornozla divana serilmiş, her zamanki gibi zapping yapıyor. Havuç rengi manzara büyüleyici. "Mark, benim şarjım bitti, senin cebini kullanabilir miyim? Şu ateşli hatuna bir mesaj yollamam lazım."

Ayağa kalkıp ceketinin cebinden telefonu çıkarıyor. Hemen mesajı zımbalıyorum:

 

SELAM BEBEK YÜZLÜM. O GÜZEL GÖTÜNE YENİDEN

KAYMAK İÇİN SABIRSIZLANIYORUM.

UMARIM HAPİSTEYKEN FAZLA GEVŞEMEMİŞTİR.

YAKINDA TEKRAR BENİM OLACAK.

ESKİ BİR DOST

 

Kendi adres defterimden Franco'nun numarasını bulup yazıyorum. Mesaj yollandı. Bana Eros da diyebilirsiniz.

Çabucak hoşça kalın falan deyip istasyona zıplayarak havaalanına giden treni tam zamanında yakalıyorum. Trende aklıma Renton'ın benden bir şeyler araklamış olabileceği geliyor ve soğuk terler dökerek hemen çantadakileri kontrol ediyorum. Kusursuz Ronald Morteson kazağım hâlâ içinde. Daha da önemlisi, suç delili olabilecek herhangi bir şey buldu mu acaba? Kafasının nasıl çalıştığını bilirim, her şeyi didik didik aramıştır. Hayır, her şey yerli yerinde.

Uçaktan inip taksiyle paba gidiyorum, Rab iki öğrenci arkadaşı ve bir sürü teçhizatla birlikte orada; Betacam'ler, DV'ler, 8 milimetrelik kameralar, bir monitor, ses aletleri ve ışık. Arkadaşlarını Vince'le Grant olarak tanıştırıyor ve onları yukarı çıkarıyorum.

Setimiz çok minimalist, yere serilmiş birçok şilteden oluşuyor. Malzemeler kurulur, yetenekli yıldızlar yavaş yavaş gelirken, hava içinde biriken heyecanla çatırdıyor. Nikki dans eder gibi içeri süzüldüğünde kalbim sekiyor, kız kayarak yanıma gelip miyavlıyor: "Amsterdam nasıldı?"

"Mükemmel, az sonra," diye gülümseyerek içeri girmekte olan Melanie'ye el sallamak için dönüyorum. İkinci baş kadın oyuncum çok seksi bir kız - menüde okyanus balığı olan bir akşam yemeği o anda istediğiniz şeyi tam olarak karşılar ama haute cuisine olmaktan gene de çok uzaktır ya, öyle. Güzel olması gerekirmiş ama ekonomik ve sosyal koşulları kendine Nikki'den daha farklı davranmasına yol açmış. Böyle düşünmeye başladığım zamanlarda, İtalyan bir annem olduğu için Tanrı'ya şükrediyorum.

Benim oyuncularım, benim ekibim; ne ekip ama. Mel, Gina ve Nikki dışında, Nikki'nin sauna orosposu arkadaşı Jayne ve İsveçli (yoksa Norveçli miydi) piliç Ursula var; kız beklendiği kadar güzel değil ama tam bir sikiş makinesi. Bir de Wanda var, Mikey'nin orospusu; eyçlenmiş ve biraz deli bakan gözlerle, bacak bacak üstüne atmış köşede oturuyor. Terry ve sikici arkadaşları Ronnie ile Craig de buradalar, bir de bendeniz tabii. Rab ve öğrenci dostları biraz rahatsız görünüyor.

Provalar sırasında Terry ve ekibiyle sorunlar ortaya çıkıyor. Seks bölümlerinde fena değiller, yeterince tecrübe kazanmışlar ama kamera için sikişmekle porno filmi çekmek arasındaki farkı anlayamıyorlar. Ayrıca rol yetenekleri rezalet. En basit replikleri bile yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar, ki zaten hepsi de çok basit, amına koyayım. Benim planım en iyi yaptıkları şeyle başlayarak kendilerine güven kazanmalarını sağlamak. O yüzden ilk önce seks sahnelerini çekip işe orjiyle, yani son sahneyle başlayacağız ama böylece cesaretlenmiş olacaklar ve bu da ekip ruhu kazanmalarına yardımcı olacak.

Temelde çok fazla sorun var. Melanie'ye masum genç kız rolünü vermiştim, onun yaşına çok uygun bir roldü. Ama kollarına bakınca, ikisinde de "Brian" ve "Kevin" diye iki dövme olduğunu görüyorum. "Melanie sen masum bir bakire olmak zorundasın. Bu dövmeleri kapatmamız gerek."

Bir Embassy Regal[46] sisi ardından gözlerini kaldırıyor ve Nikki ile birlikte gülme krizine giriyor. Gina sikişmek, odadaki herkesi parçalayıp yemek ister gibi etrafa bakınıyor. Çok hevesli. Faraş bir sürtük olması çok yazık.

Dikkatleri çekmek için ellerimi çırpıyorum. "Tamam çocuklar, hadi güzellerim, hadi. Dinleyin! Bugün hayatımızın geri kalanının ilk günü. Bundan önce yaptığınız şey miki filmdi. Şimdiyse eksiksiz bir yetişkin filmi yapacağız. Bu yüzden anında olaya girmek, durmak ve yeniden başlayabilmek çok önemli. Herkes rolünü ezberledi mi?"

Nikki, "Evet," diyor.

Melanie, "Galiba," diyerek kıkırdıyor.

Terry omzunu öyle bir silkiyor ki amcığın hiçbir bok çalışmadığını anlıyorum. Gözlerimin ters dönerek kafamın içinde ilham arandığını hissediyorum. İşe düzüşmeyle başlamak çok iyi fikirmiş.

Melanie ve Terry başlamaya hazır. Elbiseler doğal bir şekilde çıkarılırken Rab ve arkadaşları aletlerle ilgileniyor. Rab Betacam'in monitoründen bana çekimi gösterirken Juice Terry'yi iş üstünde izlemek çok garip. Dijital video kaydedicilerden birine geçip ikisini birden kadraja almak için geri çekiliyorum. Grant ışık hakkında biraz söyleniyor, çekimde patlıyormuş falan; Vince sesi aldığımızı söylüyor. "Action! Hadi Tez, göster kendini oğlum," diyorum ama bu yönde bir cesaretlendirmeye ihtiyacı yok zaten çünkü anında kızın üstüne çıkıp parmakları ve diliyle çalışmaya başlıyor. Yavaşça zoom'luyorum, dikizci gözüm şimdi o şapırtılı dilin ve nemli yaranın üstünde. Ama kız biraz gergin, o yüzden aksiyonu durduruyorum. "Melanie, aşkım, biraz gergin görünüyorsun," diye gözlemimi aktarıyorum.

"Herkes seyrederken havaya giremiyorum," diye sızlanıyor. "Pabdaki gibi olmuyo ki, ordayken hepimiz aynı şeyi yapıyoduk."

"Ama yapmak zorundasın. Bu iş porno işi, hayatım," diyorum. Nikki'nin onlara bakışını izliyorum, vahşi ve hayvansı, minik dilinin ucuyla hafif acımasız görünen dudaklarından tuz yalarken ilham veriyor bana. Bir orospunun içini kitap gibi okuyabilirim ve Nikki'nin harekete geçmek için kudurduğunu görebiliyorum. "Dinleyin, sette yeni bir kural. Ya elbiselerinizi çıkartırsınız ya da siktir olup aşağıya inersiniz," diyorum kemerimi açarak.

Rab utanmış görünüyor, tripodun arkasında öylece kalakalmış. Nikki'ye ve çoktan soyunmaya başlayan Gina'ya bakıyor. Nikki de soyunmaya başlıyor; bir an durup hayranlıkla bluzunu başından sıyırışını izliyorum. Amına koyayım, bu kız çok iyi. Nikki sağlıklı sporcu kız havalarında ekibe sesleniyor: "Hadi çocuklar." Sonra sutyenini çıkararak apışarama radar sinyalleri gönderen o kaya kadar sert, bronzlaşmış memelerini gözler önüne seriyor. Eteğinin düğmelerini açıp külotunu indiriyor ve bir adımıyla ondan kurtulunca yeni tıraş edilmiş kukusu ortaya çıkıyor.

"Ni-kiiy..." derken sesim istemeden videolardaki Ben Dover gibi çıkıyor; bu beğeni dolu duraklama kesinlikle gerekli.

"Harekete hazırız," diye mırıldanarak dudaklarını sarkıtıyor Nikki.

Bu piliçle yıllar önce tanışmam gerekirdi, amına koyayım. Birlikte bütün dünyayı ele geçirebilirdik. Hâlâ da geçirebiliriz.

Konsantre ol, Simon. Teknik adam moduna geçmeye çalışarak lensin arkasına sığınıyorum.

Şimdi Gina'nın memeleri orada burada sallanıp duruyor ve Terry'nin gözleri yuvalarından uğruyor. Bu herif, niteliğe karşı niceliği seçmenin aşağılık açgözlülüğü bazen bana sıkıntı veriyor.

Zavallı Rab hâlâ donuna etmekle meşgul ama kalmak istediği de belli. "Ben işin yaratıcı tarafındayım... Nişanlım çocuk bekliyo... Bunu yapmak istemiyorum... Ben film yapmak istiyorum, porno yıldızı olmak diil, amına koyiim!"

"Pekâlâ, teknik ekip istediğini yapabilir ama ben havaya girmek istiyorum," diyerek tişörtümü çıkarıp duvardaki aynaya bakıyorum. Salon ve diyet işe yaramış, göbek fena görünmüyor. Çok kolay forma girip, çok da kolay gevşiyorum. Yalnızca iyi bir beslenme düzeni; kızartma yok, bira yerine viski, spor salonu haftada birden haftada üçe çıkarılacak, motorlu taşıtlara atlamak yerine yürünecek, kokain in-otlar out ve evet, sigara içmeye yeniden başlanacak. Böylece: kilolar uçup gidecek.

Wanda etrafına bakınıp kelimeleri eroin yapmış gibi sündüre sündüre giyinik çocukların soyunuk olanlardan daha seksi olduklarını ilan ederek benim ve diğer oyuncuların keyfini kaçırıyor. "Gördün mü? Canki orospular senden çok hoşlanıyo, Rab," diyor Terry. Wanda da Terry'ye bir zafer işareti çekiyor.

Ama taktik işe yarıyor çünkü Terry ve Melanie çok geçmeden havaya giriyor, bu arada ben de azmaya başlıyorum. Sonra Nikki yanıma geliyor. "Sanırım dizine oturmak istiyorum."

"Git başımdan, ben yönetmenim" demeye hazırlanırken ağzımdan nefes gibi çıkan bir fısıltıyla, "Peki," diyorum. O müthiş kalçalar zarifçe bacağımın üstüne yerleşiyor. Terry ve Melanie'yi izlerken sikimin sertleşerek omuriliğinin altındaki o oyuğa yerleştiğini hissediyorum. Dikkatim orada olmalı, yönetmen koltuğunda oturduğumu unutmamam lazım. "Arkana yaslan Terry, üstüne otur Mel..."

Disiplin.

Mel, Terry'nin sikini emdikten, ucunu dilleyip boydan boya yaladıktan sonra, Terry onu yastıklı sandalyenin sırtına doğru çekiyor... Nikki bana daha da abanarak hafif hafif kıvrılıyor...

Disiplin açlığımı yatıştırır...

Mel'in dirsekleri sandalyede, Terry arkadan içine kayıyor. Nikki'nin sırtından aşağı dökülen saçlarındaki şeftali kokusu burun deliklerimde dans ederek... duyularımı sırılsıklam etmekle tehdit ediyor...

Disiplin susuzluğumu giderir...

... şimdi Terry geri çekiliyor ve ben cesaretlendirici bir şeyler söylerken elim tembel tembel Nikki'nin bacağında, o yumuşak, pürüzsüz, ipek gibi teninde dolaşıyor...

Disiplin beni daha güçlü kılar...

Terry tekrar giriş yapıyor ve Mel'le ikisi piston gibi sikişirken Mel o siki yutmak ister gibi gürleyerek hızı ayarlıyor. Terry'nin yüzünde erkeklerin seksten zevk aldıkları zaman takındıkları o halinden memnun, hülyalı, "işte bu" diyen ifade var. Düzgün bir piliçle beraber olduğunda seni boşalmaktan alıkoyan o heyecanı sürdürme hissi ya da bir sürtükle beraberken ama zaten o zaman içindekileri kendine saklamak en iyisidir. Temelde ikisi de aynı şeydir, amına koyayım.

...tabii daha önce beni öldürmezse...

Burada aksiyonu kesmeye karar veriyorum. "Kes! Dur Terry! STOP!"

"Ne var ya..." diye inliyor Terry.

"Tamam Mel, Terry, arkadan malak emzirme pozisyonunu denemenizi istiyorum, bir porno film için en gerekli, klasik pozisyon budur."

Terry bana bakıp inliyor. "Böyle de sikişilmez ki."

"Burada senin iyi sikişmen için uğraşmıyoruz Terry, bütün sorun iyi sikişiyormuş gibi görünebilmen. Mangırları düşün! Sanatı düşün!"

Etrafa şöyle bir bakıp Rab ve teknik ekip dışında herkesin miskin miskin oturduğunu görüyorum. Gina yüzünde yırtıcı bir gülüşle bana bakıyor. "Biz ne zaman giricez?"

"Ben söyleyeceğim," diyorum. Bu noktada bile, onun yer aldığı sahnelerden çoğunu kurguda kırpmaya niyetliyim.

Melanie'nin tarzı Papa John Paul için (biz işin içinde olanlar arkadan malak emzirme Cowgirl ya da A.M.E. için bu terimi kullanırız) çok uygun, yumuşak ve esnek, aynı zamanda bayağı güçlü. Terry bacak arasındaki o koca kereste parçasının üstünde yukarı aşağı zıplayan Melanie tarafından sarmalanmış halde, sadece sırtüstü yatıyor. Terry elleriyle belinden kavrayıp hızı artırarak daha derinlere girmeye başlarken Mel'in kaşları çatılıyor. "İşte böyle Terry, ekmeğini hak et. Sik onu! Mel, gözlerini kamerada tutmaya çalış. Kameraya bakmaya devam et. Terry'yi sik ama kamerayla seviş. Terry sadece bir alet, senin zevkin için var olan bir et parçası. Star sensin bebek, sen yıldızsın..." Nikki arkadan dolaşıp kamışımı avuçluyor, "... ve çok güzelsin, bu senin şovun..."

Nikki'yi yavaşça itip ayağa kalkarak elinden tutuyorum. "Kes!" diye bağırıyorum. Sonra Nikki'ye anlatmaya başlıyorum: "Bu sahnede seni de istiyorum Nikki, Terry'nin sikine çalışacaksın. Terry, çok iyi gidiyorsun. Şimdi Nikki seni emerken sen Mel'i yalayacaksın."

"Ama ben artık gelmek istiyorum, amına koyiim!" diye inliyor Terry. Ursula elinde havlularla yanına yaklaşırken suratını asıp temizlenmek için tuvalete gidiyor.

"Hadi ama Tel," diye bağırıyorum arkasından, "bu kadar nankör olma. Nikki seni emerken sen Mel'i yalayacaksın dedim. Ee, hayat o kadar kolay değil."

Bu sahneyi de hallediyoruz. Nikki Terry'nin çükünü emerken kendimi çok tuhaf hissediyorum, özellikle de bundan ne kadar hoşlandığını gördüğüm zaman. Bittiğinde yeniden hayata dönüyorum ve öğlen yemeğine çıkıyoruz, yani ötekiler çıkıyor. Rab'le ben çektiğimiz görüntüleri monitörden tekrar izliyoruz. Ötekileri cepten aramak zorunda kalıyorum çünkü siktiğimin pabında oturup kalıyorlar. Nikki biraz içmiş görünüyor, herhalde cesarete ihtiyacı var. Çok garip ama onun için o rahatsız edici sahiplenme duygularını hissetmeye başlıyorum. Lawson'ın kamera önünde onu becereceği düşüncesi beni rahatsız ediyor. Üstelik daha kötü şeyler de olacak.

Gina hâlâ bana cıyaklıyor. "Ben, Ursula, Ronnie ve Craig, biz daha hiçbişi yapmadık."

"Herkesi teker teker tanıtıp en heyecanlı bölümü yaratmaya çalışıyoruz," diye tekrardan anlatıyorum. "Sabret!" Terry ve Mel'i yeniden pompalatmaya başlatıyorum. "Şimdi götüne çalış, Terry," diyorum, "hadi Lawson, biraz anal aksiyon görelim..."

Burada benim motive etme becerilerime pek ihtiyaç yok cidden de: Dracula'yı şahdamarı ısırmaya teşvik etmek gibi bir şey bu. Terry, Mel'i geriye ittiriyor, yatırıp bacaklarını kendi omuzlarının üzerinde kıvırıyor. Haşin bir tavırla tükürüp kızın göt deliğini yalayarak yavaş yavaş açıyor. Nikki'ye işaret ediyorum ve ikimiz birlikte Mel'in poposunu yanlardan tutup Terry içeri girerken iyice ayırıyoruz. Rab'e kameraları hem Mel'in yüzünü hem de anal girişi yakın plandan alacak şekilde ayarlaması için talimat vermiştim. Böylece kurguda iki çekimi bir araya getirebileceğiz.

Melanie dişlerini gıcırdatarak yüzünü buruşturuyor ("kaltağın acı çektiğini" görmek isteyen kadın düşmanı güç tacirleri için elzem bir çekim) ama alıştıkça ve Terry içine iyice yerleştikçe kendini bırakıyor ve yüzünde o hülyalı ifade beliriyor (ofiste zorlu bir gün geçirmiş ve tek yapmak istediği uzanıp sakinleştirici bir götten sikiş izlemek olan, tembel, tecavüzcü, romantik yuppieler için gerekli bir çekim.) Yüz ifadelerinin duygusal ihtiyaçların tümüne cevap verebilmesi çok önemli. Aslında porno da budur zaten; sosyal ve duygusal bir oluşumdur. Cinsel organların giriş çıkışını herkes yapabilir... Nikki deli gibi dudaklarımdan öperek sikime doğru inerken Rab'in barda dikildiğini görüyorum, Gina ona bakıyor, gergin görünüyor ve Craig Wanda'nın memelerini emerken bunların hiçbiri beni kontrol edemeyecek diye düşünüyorum, hiçbir zaman... sonra bir şeyin eksik olduğunu farkediyorum. "Kes!" diye bağırıyorum Nikki sikimi emmeye başlarken.

"Ney?" Terry hâlâ pompalamaya devam ediyor. "Şaka yapıyorsun heralde, amına koyiim!"

Nikki sikimi ağzından çıkarıp bana bakıyor.

"Hayır, Terry, hayır. Haydi. Bunu malak pozisyonunda yapmamız lazım. A.A.M.E., Arkadan Anal Malak Emzirme."

"Siktir..." diyor ama sikini de çıkarıyor.

Nikki bir Terry'ye, bir Mel'e bakıyor. "Nasıldı?" diye soruyor.

Mel bayağı mutlu görünüyor. "Önce acıyo ama bi kere alışınca... Terry cidden çok iyi, dümdüz sokuyo. Bazı çocuklar nasıl yapılacağını bilmiyo, deriyi tahriş ediyolar, perineum denilen yeri, sonra orası cidden hassaslaşıyo ve çok acıyo. Terry nasıl dümdüz sokulacağını iyi biliyo."

Terry gururla omuzlarını silkiyor, "Tecrübe valla, başka bişi diil."

"Saughton[47] geceleri, ha Tel," diye takılıyorum. Buna Rab Birrell de gülüyor, alnında boydan boya "Corton Vale'e,[48] Marş Marş" yazan Gina da. İyice kendimi kaptırıp Grease'den Summer Nigths'ı söylemeye başlıyorum, "But ah-ha, those Saugh-haugh-tin-nah-hahts... tell me more... tell me more..."

Kahkahalar patlıyor, Terry bile bizimle birlikte gülüyor.

Ama Nikki şimdi biraz iş kadını moduna geçmiş, liderliği elimden alıp boruyu öttürecek, harekete geçmek için sabırsızlanıyor. "Baksana Mel," diyor Nikki. "Bence en güzeli neresiydi biliyor musun, en tahrik olduğum yer? Terry'nin senin götüne tükürmesi. Ve, işte, götüne çalışması... Bunu ben de yapabilir miyim?"

"Olur, istiyosan yap," diyor Mel gülümseyerek.

Terry'nin umurunda değil ama ben sevinçliyim. Evet, buranın yıldızı Nikki. Kaliteli bir hatun. Alex McLeish?

Onu bir yere bağlamazsak, etrafta kurtlarla tilkiler dolaşmaya başlar Simon. Agathe'yi, Latapy'yi düşün...

Bence bunun olması gerekiyor Alex. Merak etme, bu konuda hazırlıklıyım. Sahne arkasında olup biten başka şeyler de var.

Ama şu anda yöneticilik görevine dönmek zorundayım. Terry'ye bunun bir ekip işi olduğunu, disiplini sürdürüp dizginleri elimizden bırakmamamız gerektiğini hatırlatıyorum. "Unutma Terry, Mel'in içine attırmayacaksın. Önce dışarı çıkıp otuzbir çekerek yüzüne attıracaksın. Pornografinin hikâye anlatımını, peş peşe gelişen yolculukları hatırla; oral, dilleme, yalama, sikişme, farklı pozisyonlar, anal, çifte giriş ve en sonunda patlatma sahnesi. Çocukluğumuzda seyrettiğimiz o rutini hatırla."

Terry bütün bunlara biraz şüpheyle bakıyor. "İçine attırmadığım bi piliçle düzüşmek hoşuma gitmiyo."

"Unutma Terry, bu seks değil. Bu bir canlandırma, bir performans. Senin hoşuna gidip gitmemesinin hiçbir önemi yok."

"Tabii ki hoşuma gidicek, tadı tuzu burda işin," diyor.

"...çünkü sen ve ben, biz yalnızca birer sikten ibaretiz. O kadar. Bu esasında hatunların şovu."

Arka planda Ronnie ve Ursula'yı birbirleri üzerinde çalıştırıyorum, bu arada Craig de bir ceset gibi yatan Wanda'yı sikiyor. Esas sahneyi önde kuracağım için onlar yalnızca duvar kâğıdı görevi görüyor.

"Ben hazırım," diyor sikini kaldırmış olan Terry, Rab dalgın dalgın ona baktığı sırada. Grant amcığı ışık yapacağım diye işleri geciktiriyor. Sonra başlamaya hazır hale geliyoruz. Rab'e işaret ediyor ve Vince ses aldığımızı söylüyor.

"ACTION!"

Çekime geçiyoruz ve Nikki Melanie'nin göt deliğine dolu dolu tükürüp işe başlıyor. Gina Terry'nin sikini emerken, Mel üstte yengeç gibi kıvrılmış, üstüne oturmaya hazır. Sonra tam aşağıya doğru kayarken kapı açılıyor ve koca Morag içeriye giriyor. "Simon... ah..." diyerek yutkunuyor gözleri yuvalarından fırlamış bir halde, "... şu ... şey ... Sunday Mail'den gelen bir adam var aşağıda. Yanında bir fotoğrafçı da var..." Topukları üstünde dönüp kapıyı çarparak dışarıya çıkıyor.

Sunday siktiğimin Mail'i... fotoğrafçı... nasıl yani... bu geceki Leith'li İş Adamları Uyuşturucuya Karşı Forumu'nu aklımın birköşesine not etmiştim ama daha çok erken...

Sonra arkamda korkunç bir çığlık duyuyorum. Döndüğümde Mel'in kayıp bütün ağırlığıyla Terry'nin üstüne düştüğünü görüyorum.

"AARGGHHH! AĞZINA SIÇTIIMIN OROSPUSU!" diye sızlanıyor Terry ıstırap içinde.

Melanie ayağa kalkıyor: "Ah, Terry, çok özür dilerim, kapı açılınca ne yapacağımı bilemedim..."

Terry'nin siki kırılmış gibi görünüyor. Buruş buruş olmuş, siyah-mavi-kırmızı renklerde. Terry çığlıklar atarken Nikki cep telefonuyla ambulans çağırıyor ve düşünüyorum; siktiğimin Sunday Mail'i... eğer siki sakatlandıysa ne bok yiyeceğiz? O benim baş sikicim... "Rab, kontrol sende. Terry'yi hastaneye götür..."

"Ama nasıl..."

"Aşağıda basın var, amına koyayım."

Aşağı indiğimde genç, sevindirik, bok çuvalı bir bulvar gazetecisiyle karşılaşıyorum; adamı yirmi yıl sonra iğrenç bir dergide hâlâ aynı işi yaparken hayal edebiliyorsunuz. "Tony Ross," diyerek elini uzatıyor. Yanında bir de fotoğrafçı olduğu için ödüm bokuma karışıyor ve ne yaptığını bilmez bir halde işaretler çakıp duran Mo'ya bakıyorum. "Leith'li İş Adamları Uyuşturucuya Karşı Forumu hakkında görüşmek istemiştik. Bir haber hazırlıyoruz da."

"Ah... tam zamanında. Ben de tam ilk toplantıya katılmak üzere Meclis Salonları'na gidiyordum. Benimle gelin," diyerek adamın kolundan çekiştiriyorum; onları bir an önce buradan çıkarmam lazım.

Fotoğrafçı çocuk, "Barda çekilmiş birkaç poza ihtiyacımız var," diyerek surat asıyor.

Gazeteci bozuntusuna, "Onu her zaman çekebilirsiniz. Benimle Meclis Salonları'na gelin, orada esas oyuncularla tanışabilirsiniz," diyerek açıklamalar yapıp dışarı çıkmaya yeltenerek şaşkın gözlerle bakan fotoğrafçıyı beni takip etmeye zorluyorum.

Ama Morag da takipte, eliyle beni geri çağırıyor. "Simon," diye tıslıyor, "Ne demek oluyo bütün bunlar?"

"Bir ilk yardım durumu var Mo. Terry iyi değil. Kontrol sende!"

Peşimde habercilerle Constitution Sokak'tan geçerken toplantıya erken gittiğimi hatırlıyorum ama Meclis Salonları'nın kapısında duran çocuğa numara yapıyorum: "Hadi ya, ben yedi buçukta sanmıştım." Tony Ross denen herif Port Sunshine'a geri dönmemizi öneriyor ama ben onları Nobles'a sürüklüyorum. Elime uyuşturucu projesi hakkında atıp tutma şansı geçti işte ama Terry'nin siki ve bu durumun işleri nasıl geciktireceği konusunda endişelendiğim için dikkatimi toplayamıyorum. Özür dileyip dışarı sıvışıyorum ve yeşil cepten Rab'i arıyorum. Durum pek iç açıcı görünmüyor.

Sonra Ross ve fotoğrafçısını bizim Leith'li İş Adamları Uyuşturucuya Karşı organizasyonunun tanışma toplantısı için Leith Meclis Salonları'na götürüyorum. İlişki kurulacak esas adam Paul Keramalindous, birleşmiş uyuşturucu baronlarına karşı ürünlerinin pazardaki paylarını korumak için, alkollü içki üreticisi müşterilerinin haklarını savunmaya çalışan yuppie bir reklamcı.

Paul orada dikilip duruyor. Leith'li İş Adamları Uyuşturucuya Karşı Forumu'na katılan öteki tipler klasik, endişeli vatandaşlar; yani hiçbir uyuşturucu deneyimi yaşamamış ve hiçbir zaman da yaşamayacak olan ya da yaşamış hiç kimseyi tanımayan beyinsiz göt laleleri. Eskilerden birkaç tane Leith esnafı da var ama çoğu kâr garantisi olan iş kollarını temsil ediyor. Yerel meclisten de bir adam var, rutin olarak kimsenin gitmek istemediği ölü toplantılara katılan ve devrini yirmi sene önce tamamlamış olan kırmızı suratlı bir alkolik.

Ross birkaç soru sorarken arkadaşı resim çekiyor, çabucak sıkılıp gittiklerinde onları suçlayamıyorum. Masanın etrafında belli bir uzmanlık bilgisi var ama hepi topu üç kişiden falan çıkıyor, geriye kalanlar umutsuz vaka. Onlar da hiç olmazsa sessiz kalma inceliğini gösterdiği için, tartışma entelektüel bir boyutta devam edebiliyor. Hükümetin bir organından ya da buna benzer bir yerden yerel eğitim amaçlı bir tomar para tahsis edilmesi için başvuru yapmayı kararlaştırıyoruz ve bu parayı yöneterek grubun işleriyle ilgilenecek bir komite seçmek için oylama yapıyoruz. Akdeniz kökenli dostum Keramalindous ile karşılıklı iyi ilişkiler kurduk bile, bu yüzden başkanlık adaylığını destekliyorum çünkü kendi tercih ettiğim rolde onun da beni destekleyeceğinden eminim. Evet, bu Tony Blair'e Gordon Brown'lık etmekten mutluyum ve kendimi mali açıdan ihtiyatlı, soğuk ve de sert İskoç moduna sokuyorum. "Bu göreve beni layık gördüğünüz için minnettarım ama ben veznedar olarak daha çok işe yarayacağıma inanıyorum," diyorum masanın etrafındaki koyun sürüsünü oluşturan kabız suratlara. Eğer bu herifler Leith iş dünyasının kaymak tabakasını temsil ediyorsa götümü siksinler, o zaman Leith gerçekten oturup bu sözde yeni oluşumun istikrarı için endişe duymalı bence. "Benim kişisel fikrim, bu göreve gündelik hayatında nakitle uğraşan birinin getirilmesinin daha uygun olacağıdır. Sanırım halka ait paranın yönetiminde en önemli unsur, şeffaf olabilmenin yanında, bu paranın şeffaf kullanımının da sağlanmasıdır."

Onaylayan baş sallayışlar.

"Çok duyarlı bir yaklaşım. Simon'ın veznedar olmasını öneriyorum," diyor Paul.

Oylanıp kabul ediliyor. Bitmek bilmeyen sıkıcı bir toplantının ardından, davet edilmek umuduyla peşimize takılan meclis temsilcisi adamı şavullayıp Paul'u bir içki içmek için Nobles Bar'a götürüyorum. İçkileri art arda yuvarlayıp bayağı sarhoş oluyoruz. "Bu kazak," diye soruyor Paul, "Ronald Morteson mı?"

"Tabii ki," diyerek heyecan dolu bir gururla başımı sallıyorum, "ama dikkatini çekerim, Shetland ya da Fair Isle değil."

Barın arkasında duran çekici hatuna ışıklar saçarak gülümsüyorum. "Seni daha önce burada görmemiştim."

"Evet, daha geçen hafta başladım," diyor.

Biraz laklak ediyoruz, bütün bunların çıkar uğruna yapıldığının farkında olmayan Paul sohbete içtenlikle katılıyor. Yeniyetmeliğimde ve yirmilerimde böyle değildim ama artık yalnızca finansal ya da cinsel kazanç ihtimali varsa oturup insanlarla ciddi ciddi sohbet ediyorum.

Çok geçmeden Nobles'ın kapanma vakti geliyor. Paul'ün hem içkici hem de kuku meraklısı bir herif olduğunu anladığım için son bir içki içmeyi teklif ederek onu Port Sunshine'a götürüp üst katı açıyorum. "Pabdaki hatun süperdi. Keşke götürseydin abi."

"Sana daha iyi bir şey göstereceğim," diyorum. Paul'ün kaşları kendiliğinden havaya kalkarak nasıl bir seks manyağı olduğunu ele veriyor. Güzel. Ofise dalıp içinde boş kaset var mı diye kontrol ettikten sonra pabın güvenlik kamerası sistemini çalıştırıyorum. Bugün çektiğimiz kasetleri bulup içeri götürerek barın üstündeki büyük televizyonun altında duran videoya takıyorum.

Nikki'nin muhteşem götü ekranı kaplıyor. Arkamıza yaslanıp Terry'nin sikini emişini izliyoruz, Mel Terry'nin üstüne çömelmiş, Terry de yatmış Mel'in kukusunu yalıyor. Tirbuşon saçlar bir noktada, kız suratına iyice oturduğunda Mel'in amındaki kıllarla birleşmiş gibi görünüyor. "İnanılmaz bir şey..." diyerek yutkunuyor Paul. "Bunları burada mı yapıyorsun?"

"Evet, uzun metrajlı bir film çekiyoruz," diyorum, kamera Terry'nin sikine çalışan Nikki'yi yakın plan gösterirken. Ağzı o siki nasıl yutuyorsa, aç gözleri de izleyicinin ruhunu yalayıp yutuyor Nikki'nin. Bu kız tam bir profesyonel, amına koyayım, gerçek bir yıldız. Çok iyi bir çekim olmuş. "Bu kız çok hoş, ha?"

Paul içkisini yudumluyor, gözleri bir Rotweiler tarafından sikilen küçük bir kelebeğin gözleri gibi dışarı fırlamış. Sesi ince ve zayıf çıkıyor. "Evet... kim bu?" diye vıraklıyor.

"İsmi Nikki. Tanışırsın. İyi arkadaşım, eğitimli falan, şeker kızdır. Üniversitede okuyor, harbi üniversitede, Edinburgh Üniversitesi'nde yani, Herriot Watt Üniversitesi ya da seksenlerde kurulan o sepet örme okullarından birinde değil."

Paul'ün göz kapakları ağırlaşırken yüzünde belli belirsiz bir sırıtış beliriyor. "Peki o... şey mi... yani, başka şeyler de yapıyor mu?"

"Senin için bir şeyler ayarlayabileceğimden eminim."

"Çok iyi olur," derken tek kaşı cenneti işaret ediyor Paul'ün.

Göt lalesinin ne diyeceğini görmek için paketi çıkarıp çizgiler çizmeye başlıyorum. "Şimdi çilek zamanı!"

Paul gonzo porno filmlerinde gördüğümüz piliçlerin o şaşkın, tedirgin bakışıyla bana bakıyor. Tam o anda hayatlarında ilk defa bok yolundan sikildiklerini, dijital video kameralar ve internet yoluyla potansiyel olarak bütün dünyanın bunu seyrettiğini ve akıllarında olan şeyin tam olarak bu olmadığını fark ediyorlar herhalde. "Sence yapmalı mıyız, şey... bu, yani, bu koşullar altında pek de uygun olmaz sanki..."

"Çok seveceksin," masalını anlatmaya başlıyorum. Eğer bu amcık çilekçibaşı değilse, ben de Bay Daniel Murphy'nin moda danışmanıyım. "Hadi ama, Paul," diyerek gülümsüyorum koku ezerken, "bana numara yapma. Biz iş adamıyız, ikimiz de eğitimli insanlarız. Müptezel falan değiliz. İşimizi biliriz, nerede çizgi çekmemiz gerektiğini biliriz biz, evet, her iki anlamda da," diyerek gülüyorum.

"Şey... belki de çok abartmadan, şöyle küçük bir çizgi olabilir," diyerek sırıtırken tek kaşı düşünceli bir tavırla havaya kalkıyor.

"Çok doğru, Paul. Dedim ya, biz alt sınıflar gibi değiliz. Örneklerini burada görüyorum abi, neden bahsettiğimi biliyorum ben. Biz nerede duracağımızı biliriz. Yalnızca bir fiske o kadar, Tanrı aşkına."

Güzel bir çizgi çekiyorum, Paul de omuz silkip aynını yapıyor. Bayağı kalın çizgiler; tavuk butu değil, kuzu çevirme yani. Mastürbatör herif kendini filme alan kamerayı görür sanmıştım ama farkında bile değil. "Ohh... iyi malmış..." dedikten sonra bütün dükkânı dolaşmaya ve manyak gibi konuşmaya başlıyor. "Ajanstaki patronum çok saf bir mal getirtiyor. Çocuğun teki Botafogo'dan Madrid'e, oradan da buraya uçuyor. Balmumuyla kaplı bir pakette, resmen çocuğun götünden çıkıyor. Öylesini hayatımda yapmadım... ama bu da çok iyiymiş..."

Tabii ki öyle eski dost. Sonra, görev tamamlandığına göre, neredeyse kaba bir telaş içinde geceyi sona erdirmeye karar veriyorum. "Peki o zaman Paul, benden bu kadar abi," diyorum kapıyı göstererek. Yapmam gereken işler var.

"Ben biraz daha kalmak isterdim... kafam çok iyi..."

"Yalnız olmak zorundasın Paul, bir hanım arkadaşımla buluşacağım," diyerek gülümsüyorum. Paul de anladığını göstermek için sırıtarak başını sallıyor ama böyle sik gibi ortada bırakıldığı için bozulduğunu da saklayamıyor. Onu dışarı kadar geçirip elini sıkıyorum, zavallı orospu çocuğu acayip tellenmiş durumda. Bir taksi durdurup gidiyor. Aslında kalmasına izin verirdim ama çok kolay pes etti. Bizim moruk peder bir Cagney filminden alıntıladığı şu eski repliği tekrarlar dururdu: "Enayiler için boşuna zaman harcama." Bu bana verdiği en iyi öğüt olma özelliğini bugüne kadar korudu. Bunu yapmak cidden çok alçakça olurdu. Onlara iyi davranmaya devam ederseniz hiçbir şey öğrenemezler. Sırf bu yüzden, gelecekte daha acımasız biri tarafından daha etraflıca sikilirler. Shaky'nin dediği gibi, iyilik zalimliktir. Yoksa Nick Lowe mu demişti bunu?

Paul. Tam bir salak. Onu Nikki'yle tanıştırmak mı, benim Nikki'mle, ha? Şaka gibi bir şey. Onun gibi hatunların ücreti yüksektir ve böyle bir zavallı için fazlasıyla zengin zaten Nikki.

Bütün gün onu düşünüp durdum. Bazı hatunlar insanın içine işler çünkü onlarda sizi yakıp tutuşturan şeyin ne olduğunu kestirebilmek çok zordur. O da böyle; güzel, evet ama size her seferinde başka bir şey gösterebilme yeteneğine de sahip. Lens ya da okuma gözlüğü. Açık ve omuzlara dökülen saçlar, at kuyruğu, taç ya da topuz. Tasarımcı imzalı, pahalı, vamp elbiseler ya da gündelik spor kıyafetler. Sıcacık bir duruş ve beden dili, sonra buz gibi bir tavır. Erkeklerde hangi düğmelere basılması gerektiğini kesinlikle biliyor ve bunu içgüdüsel olarak yapıyor. Evet, tam benim için yaratılmış.