15. Amsterdam'ın Orospuları, Bölüm 2

Katrin benim kız arkadaşımdı, Hannover'li bir Alman hatun. Ona, beş yıl önce bir gece, kendi kulübüm Luxury'de rastladım. Detayları pek hatırlamıyorum. Çok fazla uyuşturucu yapmaktan hafızam sıçmış durumda. Amsterdam'a yerleştikten sonra eroini bıraktım. Ama hem ex hem kokain yıllar geçtikçe beyninizde delikler açıyor, hafızanızı ve geçmişinizi elinizden alıyor. Benim için sorun değil, hatta uyar.

Yavaş yavaş bu uyuşturuculara saygı duymayı öğrendim, onları daha tutumlu kullanmaya başladım. Ergenlik döneminde ve yirmili yaşlarda umursanmayabiliyor çünkü ölümlülüğünüzün pek bilincinde olmuyorsunuz. Tabii bunu söylerken bu dönemi mutlaka atlatacaksınız demek istemiyorum. Ama otuzlarınıza geldiniz mi her şeyin anlamı değişiyor. Bir anda, hayatınızın bir noktasında öleceğinizi anlıyorsunuz, akşamdan kalmalıklarınızda ve düşüşlerde uyuşturucuların bu sürece ne ölçüde katkıda bulunduğunu hissedebiliyorsunuz; ruhsal, fiziksel ve zihinsel kaynaklarınızı tüketerek, heyecan kadar can sıkıntısı da yaratarak. Durum değişkenlerle oynadığınız bir matematik problemi haline geliyor; tüketilen uyuşturucu birimleri, yaş, bünye ve kafayı yeme isteğinin yüzdesi. Bazı insanlar tamamen bırakmayı yeğledi. Birkaçı yolun sonuna kadar gitmeye çalıştı, hayatı koca bir taksitle-intihar-eylemi olarak yaşamayı seçti. Ben aynı yaşam tarzını sürdürmeyi seçtim, dışarı çıkmayı, takılmayı ama kontrollü olmayı. Sonra, kötü bir haftanın sonunda, çantamı toplayıp spor salonuna yazıldım ve karateye başladım.

Bu sabah evden çıkmam gerekiyordu. Katrin ortamı çok geriyor. Kavgalarla baş edebilirim ama sessizlik beni yiyip bitirirken onun o dikenli sözleri bir boksörün vuruşları gibi yaralıyor insanı. Ben de spor çantamı alıp kendimi böyle hissettiğimde her zaman gittiğim yere gidiyorum.

Şimdi kollarım ağırlık kaldıraçlarında ve göğsümün üzerinde tamamen gerilmiş durumda. Uzun ve derin soluklar alarak onları katı bir haç biçiminde uzatıyorum. Bugün ağırlıkları artırdım, kaslarımdaki yanmayı hissedebiliyorum, eskiden çelimsizlerdi ama şimdi iri kaya parçaları gibiler... Kırmızı orgazm noktaları gözlerimin önünde dans ediyor... On dokuuz... kan dolaşımım hızlanıyor ve kulaklarım uğulduyor... ciğerlerim otoyol hız şeridindeki bir lastik gibi patlıyor... Yirmii...

... otuz kere yaptıktan sonra durup terin alnımdan akarak gözlerimin içine girdiğini hissediyor, dilimi dudaklarımda dolaştırarak tuzun tadına bakıyorum. Çalışmaya başka bir aletle devam ediyorum. Sonra otuz dakikalığına koşu bandına çıkıyor, hızını saatte 10 kilometreden 14'e çıkarıyorum.

Soyunma odasında eski gri t-shirtümü, şortumu ve külotumu çıkarıp duşun altına giriyorum, önce sıcak, sonra ılık ve soğuk, sonra buz gibi amına koyayım ve orada durup sistemimin yeniden dolduğunu hissediyorum. Dışarı çıktığımda neredeyse yere yığılıyorum çünkü solunum sistemim bir spazm geçiriyor ama sonra harika hissediyorum, ağır ağır giyinirken yeniden bir bütünüm; sıcak, rahatlamış ve capcanlıyım.

Buraya sürekli gelen birkaç çocuğa rastlıyorum. Hiç konuşmayız, yalnızca başımızla selamlaşır, birbirimizin varlığını sertçe onaylarız. Gündelik sohbetlerle zaman harcamak için fazla meşgul, yapacak daha önemli işleri olan adamlarız. Misyonu olan erkekler. Yerleri doldurulamaz erkekler; eşsiz ve her şeyin merkezinde.

Veya böyle düşünmek hoşumuza gidiyor.