Bugün saunada çok iş vardı. Elizabethle sona eren birkaç masaj yaptım ama sikini emmemi isteyen Arthur Scargill[23] kılıklı uyuz herife (daha nazik bir şekilde) siktirip gitmesini söyledim.
Bobby beni kenara çekiyor, koca göbeğinin üzerinde inanılmaz derecede gergin duran Pringle[24] kazağıyla önümde duruyor. "Bak Nikki, burda çok popülersin, enayi... müşteriler arasında falan. Sorun şu ki bazen birazcık daha fazlasını yapman gerekiyor. Hani şu tartıştığın çocuk var ya, o Gordon Johnson'dı. Bu şehirde tanınan bir adam, özel bi müşterimiz," diye açıklama yapıyor. Burun deliklerinden sarkan kıllar ve sigarayı tutuşundaki o uyumsuz kadınsı hava karşısında sersemlemiş bir halde ona bakıyorum.
"Sen bana ne anlatmaya çalışıyorsun, Bobby?"
"Seni kaybetmek istemem güzelim ama işini yapmazsan benim de işime yaramazsın."
Midemin bulandığını hissederek havluları alıp büyük çamaşır sepetine tıkıyorum.
"Duydun mu?"
Ona dönüyorum. "Duydum."
"Güzel."
Jayne'yle birlikte mantolarımızı kapıp şehre yollanıyoruz. Bu işe ne kadar ihtiyacım olduğunu ve kaybetmemek için nelere razı olacağımı düşünüyorum. Seks işçiliğiyle ilgili sorun bu işte: iş her zaman en temel formüllere dayanıyor. Kapitalizmin nasıl işlediğini gerçekten görmek istiyorsan Adam Smith'in iğne fabrikasını boş ver, anlaman gereken yer işte burası. Jayne, Waverley Market'taki bir dükkândan ayakkabı almak istiyor ama benim gidip South Side'daki pabda diğerleriyle buluşmam lazım.
Hepsi gelmiş. Lauren'ı Rab'le birlikte görmek beni şaşırtıyor. Büyük bir şok. Onun Dianne'le evde kalacağını zannetmiştim, oturup şarap içmek ve yeni gözdesi olan ablasıyla buzdolabındaki abur cuburla bir gece yarısı ziyafeti vermek ister diye düşünmüştüm. Deli saraylı, utanç verici, önüne gelenle yatan teyze statüsüne indirildiğimi sanmıştım. Lauren'ın burada bulunma nedeninin beni sefahat dolu bir hayattan "kurtarmayı" kendine görev edinmesi olduğunu hissediyorum. Sıkıcı şey. Pabdaki adam artık orayı kullanamayacağımızı söylemiş, Terry de yeni bir yer bulmak için keşfe çıkmış. Sonra bizi cepten arıyor, iki taksiye doluşup yola çıkıyoruz. Lauren'ın bize katılmasına izin verildiğine inanamıyorum; tabii Rab ona elbiselerini çıkartmayacağını ve sikişmenin gerekli olmadığını garanti ettikten sonra.
Yeni yer Leith'de, görüntüsü daha döküntü bir bar. Biz gene yan kapıdan içeri girerken bir grup bozuk ciltli ufaklık dışarı çıkıp laf atıyor. Lauren öfkeyle kedi gibi kabarıyor. Paba girince solaryumda yanmış ve briyantinli saçlarını arkaya taramış bir adamla tanıştırılıyoruz. Koyu renk, yay gibi kaşları ve o kıvrık şeytani gülüşüyle gerçeğinden daha gaddar bir Steven Seagal'i andırıyor. Bizi üst kattaki bir salona çıkarıyor. Odanın bir duvarı tamamen barla kaplı ve sadece birkaç masayla sandalye var. Bir süredir kullanılmamış gibi, nem ve küf kokuyor. "Bu melek Nikki," diyor Terry, ellerini sırtımda gezdirerek. Şöyle bir durup ona baktığımda karşı koyuyor, "Yalnızca kanatlarına bakıyodum, bebek, orda kanat olmadığına inanamıyorum..." Sonra Lauren'a dönüyor, "... ve bu küçük şeker şey de Lauren. Bu da eski dostum Simon," diyor Terry, Steven Seagal'in sırtına sertçe bir şaplak atarak. Simon'ı Rab, Gina, Mel, Ursula, Craig ve Ronnie ile de tanıştırıyor.
Simon denen herif barın panjurlarını kapatıp hepimizle tokalaşıyor. Elimi tutuşu güçlü ve sıcak; o kadar içten görünüyor ki kesinlikle rol yapıyor olmalı. Daha önce böyle bir şey görmemiştim. "Geldiğiniz için çok teşekkürler," diyor. "Sizlerle tanışmak çok güzel. Ben malt viski içiyorum. Kötü bir alışkanlık. Sizler de bana katılırsanız memnun olurum," diyerek bardaklara Glenmorangie dolduruyor. "Dağınıklık için kusura bakmayın," diye açıklama yapıyor, "Bu yeri daha yeni devraldım, bu kısım daha önce depo olarak kullanılıyormuş... yani, nelerin depolandığından bahsetmesem daha iyi olacak," diye Terry'ye bakarak sırıtıyor, o da bilmiş bilmiş sırıtarak karşılık veriyor, "ama hepsini hallettim."
"Ben istemem, teşekkürler," diyor Lauren.
"Hadi bebek, bir yudum al," diyerek ısrar ediyor Terry.
"Terry," diyor Simon ciddi ciddi, "burası siktiğimin ordusu değil. Eğer İngilizce dilini değiştirmedilerse, 'hayır' genelde 'hayır' demektir." Lauren'a saygı göstererek resmî bir tavırla soruyor, "Sana başka bir şey ikram edebilir miyim?" Sonra ellerini birbirine vurup dirseklerini havada kalacak şekilde göğsüne yapıştırıyor. Gözleri sonuna kadar açık; istekli ve iğrenç derecede samimi.
"Hayır, teşekkürler," diyor Lauren kararlı bir sesle, geri adım atmıyor ama dudaklarının hafifçe yukarı kıvrıldığını görebiliyorum.
İçkiler su gibi akıyor ve herkes sohbete dalıyor. Gina hâlâ benden çok emin değil ama varlığıma alışıyor gibi çünkü kin dolu bakışlarının şiddetinin azaldığını hissediyorum. Diğerleri, özellikle Melanie dostça davranıyor bana. Kız bana küçük oğlundan söz ederek birlikte olduğu adamın ona borç takıp kaçışıyla ilgili bir korku hikâyesi anlatıyor. Rab'le Simon (veya Terry'nin tırnağıyla karatahtayı çiziyormuş gibi bir etki yaratarak sık sık dediği gibi 'Sick Boy') arasında geçen bir konuşmayı dinlemeye başlıyoruz. Porno film çekmek hakkında konuşurlarken viskiden sarhoş olmaya başladıkları belli.
"Bir yapımcıya ihtiyacınız varsa bu benim işim. Londra'dayken bu endüstride çalıştım," diye anlatıyor Simon. "Videolar, kucak dansı kulüpleri. Çok para kazanabiliriz."
Rab hararetli hararetli başını sallayarak Lauren'ın ıstırabını artırıyor. Lauren sonradan içki konusunda fikrini değiştirdi ve duble votkaları götürmeye başladı, dönen afgandan içmek için sırasını hiç kaçırmıyor şimdi. "Evet, porno her zaman videoda daha iyi görünür," diye görüşünü savunuyor Rab, "yani, sert pornolar en azından. Sanatsal takılmak zorunda değilsin. Video gerçeği kaydeder, filmse filme dönüştürür gibi sanki."
"Evet," diyor Simon. "Tam bir porno film yapmak isterdim. Eski tarz bir film, erotik ve baştan çıkartıcı ama içinde videoyla çekilmiş, uzun, sert sikiş sahneleri olacak. Human Traffic filminde mesela, dijital video kullanmışlar, Super 16 ve 32 milimetre, bildiğim kadarıyla."
Rab içkiden ve bu fikirden sarhoş. "Hı hı, kurguda istediğin her şeyi yapabilirsin, filmi montajlarken. Ama ucuz ve kötü görüntülü bi otuzbir filmi değil, sağlam bi senaryosu, yeterli bütçesi ve prodüksiyonu iyi ayarlanmış tam bi porno film olmalı. Türünün en iyi örnekleri arasına girebilecek bişi."
Lauren yüzünden öfke saçarak haşin haşin Rab'e bakıyor. "Türünün en iyi örnekleri mi? Hangi en iyi örnekler? Hepsi de insanların en temel içgüdülerini sömüren, siktiğimin..." -etrafına bakınıyor ve Terry'nin şehvetli gözleriyle karşılaşıyor- "pisliği."
Terry başını sallayarak Spice Girls veya benzer bir şey hakkında bir şeyler mırıldanıyor, bayağı sarhoşum, bu afgan da insanı öldüren cinsinden. İnsanlar etrafımda dönüyor gibi ve onları ancak irademi bayağı bir zorlayarak görebiliyorum.
Rab Lauren'a karşı kendini savunuyor, sesi bomba gibi, "Pornografik türde de müthiş filmler var. Deep Throat, The Devil in Miss Jones... Russ Meyer filmlerinden bazıları, bunlar klasik filmler ve o sanatsal boklardan daha yenilikçi ve feministler, şey gibi... şey ... Piyano!"
Bu son sözler artık bardağı taşırdı; beynimdeki o ince duman tabakasının ardından bile Lauren'ın gerçekten, fiziksel olarak yara aldığını görebiliyorum. Neredeyse iki büklüm oluyor, bir an bayılacağından endişe ediyorum. "Sen bu... bu basit, sefil çöplüğe... böyle..." diyerek yalvarırcasına Rab'e bakıyor, "... böyle diyemezsin..."
"Film konuşmayı siktir edin, hadi film yapalım," diyerek dudak büküyor Rab. Sonra Lauren'a, viskiden sarhoş olmuş çocuğa kendisine ihanet eden bir canavara dönüşmüşçesine bakan kıza dönüyor. "İki senedir sıcacık yuvamda oturmaktan başka bişi yapmadım. Kız arkadaşım bebek bekliyo. Peki ben n'apıyorum? Artık bişiler yapmak istiyorum!"
Kendimi bir sis perdesinin ardından başımla onaylarken buluyorum. "Evet" diye bağırmak istiyorum ama Terry'nin kükremesine yenik düşüyorum. "İşte siktiğimin ruhu budur, Birrell," ve Rab'in sırtına güm güm vuruyor, "Harekete geçmen lazım!" Sonra hepimizi sırayla süzerek ulvi bir sesle konuşuyor. "Mesele bunu neden yaptığımız değil, yapacak başka ne var ki, amına koyiim?"
Craig hararetle başını sallarken Ursula ve Ronnie kıkırdıyor ve Simon doğruluyor: "Çok doğru, Terry!" Arkadaşını göstererek iddia ediyor: "Bu adam dâhi, amına koyiim. Hep öyleydi, her zaman da öyle kalacak. Nokta," diyor. Sonra Terry'ye dönüp derin bir saygıyla ekliyor, "Tanrısal, Tel, tanrısal."
Sarhoş tabii ki, hepimiz öyleyiz. Ama kafam yalnızca alkol ve ottan güzel olmadı; bu sohbet, bu birliktelik, film yapma fikri... Acayip hoşuma gidiyor, bunun bir parçası olmak istiyorum, kimin ne düşündüğü umurumda değil. Bir sevinç dalgası kabarıyor, yatışıyor ve kafama dank ediyor: Edinburgh'a gelmemin gerçek nedeni bu işte. Bu karma, kader. "Porno yıldızı olmak istiyorum. Erkeklerin görüntüme bakıp mastürbasyon yapmasını istiyorum, bütün dünyada, varlıklarından haberdar bile olmadığım erkeklerin!" diye tıslıyorum zavallı Lauren'ın yüzüne yüzüne ve taşlaşmış, cadımsı bir gıdaklamaya boğuluyorum.
"Ama kendini bir mal, bir eşya durumuna indirgiyorsun, yapamazsın, Nikki, yapamazsın!" diye cıyaklıyor Lauren.
"Bu doğru değil," diyor Simon. "Normal oyuncular porno yıldızlarından daha orospu," diyor ısrarcı bir sesle. "Birinin vücudunu kullanmasına veya onu görüntü olarak yeniden yaratmasına izin vermek, bir tavırdır. Duygularını kullanmalarına izin verdiğindeyse: işte gerçek orospuluk odur. Bunları hiçbir zaman, asla parayla satamazsın!" diyor çok felsefi bir şeyden bahseder gibi.
Lauren avazı çıktığı kadar bağırmamak için kendini zor tutar gibi elini göğsüne koyuyor ve yüzü sıkıntıyla kırışıyor. "Hayır, hayır, çünkü..."
"Sakin ol Lauren, Tanrı aşkına. Biraz fazla viski ve afgan içildi," diyor Rab, hafifçe Lauren'ın kolundan tutarak. "Biz bir film çekiyoruz. Porno olmuş, olmamış farketmez. Önemli olan yapmak, bütün dünyaya bunu yapabileceğimizi göstermek."
Lauren'a bakıp anlatmaya başlıyorum. "Kendi imajımın yaratılmasını kontrol eden kişi gene benim. Onların hayalinde canlandırdığı motor karı, perdede oynadığım rol, o kişi benim kendi tasarımım olacak ve gerçek benle hiçbir ilgisi olmayacak."
"Yapamazsın..." diyerek yutkunuyor Lauren, ağladı ağlayacak bir sesle.
"Yapabilirim."
"Ama, ama..."
"Lauren, sen ukalanın tekisin, görüşlerin tamamen antika."
Lauren fenalaşmış halde; asabi bir tavırla, kararsızca yerinden kalkıp kendini pencereye doğru sürükleyerek pervaza yaslanıyor ve sokağı seyretmeye başlıyor. Onun ani çıkışıyla bazı kaşlar havaya kalksa da çoğumuz o kadar sarhoşuz ve sohbete öylesine dalmış durumdayız ki kimse çok fazla takmıyor. Rab peşinden gidip onunla konuşmaya başlıyor. Yatıştırmaya çalışır gibi hareketler yapıyor, sonra yanıma geliyor. "Ben onu taksiyle eve götüreceğim. Sen de gelmek ister misin?"
"Yok, ben biraz daha takılacağım," diyorum Terry ve Simon'a bakarak, birbirimize karşılıklı çarpık tebessümler yolluyoruz.
"Çok üzgün ve afgan yüzünden bayağı sıçmış durumda. Kusup kendinden geçerse falan diye birinin yanında kalması lazım," diyor Rab.
Terry yeniden Rab'in sırtına vuruyor, bu seferki altında yatan gizli cezalandırma amacını hepimizin hissedebileceği kadar sert bir şaplak. "Amına koyiim, Birrell ya, şu küçük denyo orospuyu siktir et gitsin."
Rab soğuk kurşuni gözlerle Terry'ye bakıyor. "Charlene evde beni bekler."
Terry sen kaybedersin der gibi omuz silkiyor. "Gene iş bana düştü desene," diyerek gülümsüyor. "Seks terapisti Lawson. Tecrübeli profesyonel, falan. Baksana, Rab, sen onu yatağa sok, ben sonra gelirim," diyerek bir kahkaha atıyor.
Rab bir süre daha bana bakıyor ama eve gidip oturmaya ve o küçük ahlak bekçisi gizli lezboşu, o küçük frijidi haklı çıkartmaya hiç niyetim yok. Ben de harekete katılmak istiyorum. Hayatım boyunca bunu bekliyordum ve gelecek sene çeyrek yüzyılım dolacak, güzelliğim elden gitsin diye daha ne kadar bekleyeceğim? Herkes Madonna'yı konuşuyor ama o sadece bir istisna. Şimdi Britney'lerin, Step'lerin, Billie'lerin, Atomic Kitten'ların ve S-Club Seven'ların zamanı ve benim yanımda hepsi de bebek gibi kalıyor, amına koyayım. Şimdi istiyorum, şimdi, buna ihtiyacım var çünkü yarın yok. Eğer kadınsanız ve güzelseniz sahip olmaya değecek yegâne sınırlı kaynağa sahipsiniz demektir, hayat boyu sahip olacağınız tek şey bu, dergiler bize bunu haykırıyor, televizyon, filmler. SİKTİĞİMİN GÖZLERİNİ NEREYE ÇEVİRSEN: GÜZELLİK EŞİTTİR GENÇLİK, NE YAPACAKSAN ŞİMDİ YAP! "Dianne onunla ilgilenir," diyorum Rab'e. Sonra diğerlerine dönüyorum. "Ben harekete katılmak istiyorum," diye bağırıyorum.
"Kafa karısın amına koyiim!" Terry içten ve çılgın bir sevinçle bana sarılıyor. Simon, gergin Rab ve titrek Lauren'ı yolcu etmek için aşağı inerken başım dönüyor.
Craig kamerayı kuruyor, tripod üstünde basit bir DVC, bu arada Terry ile Mel öpüşmeye başlıyor. Ursula, Ronnie'nin önünde diz çökmüş fermuarını açıyor. Ben de bir şeyler yapsam iyi olur, diye düşünüyorum Simon merdivenlerden çıkarken ama ayağa kalktığımda göğsümde bir şeyler yükseliyor, nefesim daralıyor. Birisinin, sanırım Gina'nın tuvalete gitmeme yardım ettiğini hissediyorum ama oda etrafımda dönüyor. Kahkaha ve inlemeler duyuyorum, Terry bağırıyor: "Tüysıklet." Kendimi savunmak istiyorum ama Gina'nın bağırdığını duyuyorum: "Siktir Terry, kız kendinde değil." Sarsılıyorum ve titriyorum ve duyduğum son sözler Simon'ın şerefe kadeh kaldırışı oluyor. "Başarıya, arkadaşlar. Başaracağız. Bu iş olacak. Ekip hazır, parayı buluruz. Keyfimizi kaçırmanın lüzumu yok!"