Walk'taki şu pislik yuvası pabda oturup beyni sulanmış bir cankinin gelip beni erken ağarmış saçlarıyla, keskin yüz hatlarıyla ve normalde yalnız Gorgie Çiftiliği'ndeki keçilerde görülen, sürekli şoka uğramış inatçı bir muhafeleti yansıtan gözleriyle karşımda oturan bu sıkıcı Weedgie'den kurtarmasını bekliyorum. İskoçya'ya geri döndüğümü şu anda idrak etmiş bulunuyorum. Bu Kuzen Dode hıyarı, bu Sakson bozuntusu, bu kuzey Avrupalı hanzo, bu yağlı göt, siktiğimin Hun bozuntusu, batı sahili gecekondularından kopup gelen bu mutasyona uğramış mağara adamı Latince alıntılar yapma yüzsüzlüğüne ve cüretine sahip: Latince, hem de bana, Akdenizli ve Jakoben kökleri olan bir Rönesans adamına. Birer içki ısmarlayıp bardağını kaldırarak, "Urbi et orbi,"[37] diyor.
"Şerefe, similia similibus curantur," diyerek sırıtıyorum huysuzca.
Kuzen Dode'un gözleri çevresindeki her şeyi yalayıp yutan birer kara delik gibi genişliyor. "Ben bunu bilmiyorum, bu ne demekmiş," diyor, etkilenmiş ötesi, hatta bayağı heyecanlı, amına koyayım.
Vallahi bunun ne demek olduğunu ben de bilmiyorum ama bunu bu Glasgowlu amcığa söylersem götümü siksinler. "Çivi çiviyi söker," diyorum. "Şu ana çok uydu."
Kuzen Dode başını yana eğip bana ziyadesiyle itibar gösteriyor. "Sen akıllı bi adamsın bence. Benle aynı dalga boyunda olan biriyle karşılaşmak hoş bişi," diyerek başını sallarken yüzüne acı bir ifade yerleşiyor. "Bu benim için çok önemli, benimle aynı dalga boyunda olan o kadar az insana rastlıyorum ki."
"Tahmin ederim," diyorum onun o badem-kurabiyesi-ve-naneli-ciklet kafasının üstünden geçip giden bomboş bakışlarla.
"Yani, arkadaşın Spud şeker çocuk filan ama pek zeki diil. Sen kafalı çocuksun," derken işaretparmağıyla kafasına vuruyor. "Evet, Spud senin film yaptığını falan annatmıştı."
Spud'ın hakkımda böyle olumlu propaganda yapması ilginç. Porno değil, film. Acaba yapışkan parmaklı dostuma biraz sert mi davrandım diye duygusallaşmama neden oluyor. "Vallahi, yapmak lazım Dode. Ne demişler: ars longa vita brevis."
"Sanat uzun hayat kısa, en sevdiklerimden bi tanesi," diyerek yüzünü ikiye ayıran koca bir sırıtışla başını sallıyor Dode.
Sonunda hafiften tellenmiş görünen Murphy kardiş geliyor, amına koyayım. Weedgie fare sikicisi kenefe gidince yoğun hoşnutsuzluğumu dile getiriyorum. "Nerdesin, amına koyayım? Tipperary zaman diliminde yaşamıyoruz burada. Bu sıkıcı denyoyun sonu gelmeyen muhabbetini dinlemek zorunda kaldım!"
Ama o halinden çok memnun görünüyor. "Elimde diildi hani, June'a rastladım falan da işte. Bişiler yıkamasına yardım etmek zorundaydım, yapılması gerekiyodu, biliyosun mu?"
"Ya tabii," diyorum bilmiş bilmiş. Tahmin etmeliydim zaten, amına koyayım. Spud işte, hiçbir zaman karşı koyamaz ama benim June'la beraber taş yapmak için bayağı umutsuz bir durumda olmam lazım. Tuhaf ama ondan beklemezdim, çocukların yanında falan ama artık herkes yapıyor sanırım ve hakkını vermek gerekirse, kızda o örselenmiş ve bitkin kok orospusu halleri var yani. "Ee, June nasıl?" diye soruyorum, neden soruyorsam. Yani, umurumda değil ki nasıl olduğu.
Spud dudaklarını büzüştürüp hava püskürterek, daha klas bir yerde yapılmış olsa utanç verici olacak, fazla yüksek perdeden bir osuruk sesi çıkarıyor. "Valla doğruyu söylemek gerekirse bayağı kopmuş durumda hani," diyor, Kuzen Dode tuvaletten dönüp birer içki daha alırken.
"Eminim öyledir," diyerek başımı sallıyorum, "nedenini hepimiz biliyoruz."
Dode bir bardak birayı kaldırıp Spud'ın bardağına tokuşturuyor. "N'abers Spud! En kötü günümüz böle olsun!" Sonra aynı salak alıştırmayı benimle de tekrarlayınca, içten görünmeye çalışarak zoraki gülümsüyorum.
Dikkatimi farklı bir yere vermem sevgili arkadaşımı bir şekilde tedirgin etse de, genç barmeyde tatlı ve güneşli bir tebessüm, gençliğimde farkına varmadan saçlarını düzeltmesine neden olacak türden bir gülücük yolluyorum. Şimdiyse karşılığı sadece soğuk bir dudak büküş oluyor.
İşte, birkaç bar gezip şehirde turluyoruz falan ve sonunda eskiden sık sık uğradığım bir yere, Blair Sokak'taki ünlü City Café'ye giriyoruz. Bilardo masalarını fark ediyorum, buraya son gelişimde bunlar yoktu. Kaldırılmaları lazım: bir sürü gereksiz tipi buraya çekiyorlar. Bu arada bu Kuzen Dode denen herifin bitmek bilmez sayıklamalarından harbiden beynime gelmiş durumda, o kadar ki Mikey Forrester peşinde akli dengesi bozuk olduğu belli ama seksi görünen küçük orospusuyla içeri girdiğinde cidden de seviniyorum.
City Café'de Bay Popüler ben olacağım, müşteri profilinin kalitesini bayağı bir artırıyorum. Peşimde Leith'in şimdiye kadar yetiştirdiği en büyük canki bok çuvalı, bir Weedgie Hun ve şimdi de hediye paketi olarak sarılmış çöp kılığındaki Mikey Forrester var. Ben neyim diye düşünüyorum: siktiğimin sabunsuz alanı mı oldum bir anda? Bar kapandıktan sonra personel burayı ilaçlatmak zorunda kalacak.
"Bu Mikey Forrester," diyerek Mike'ı gösteriyorum Dode'a. "Birkaç saunaya ortak, boğaz tokluğuna çalışan küçük orospuları var. En eski numara yani: onları mala alıştırıp sonra da mal parasını ödemek için toptan satış departmanında çalışmalarını sağlıyor, anlarsın ya."
Dode başını sallayıp dönerek Mikey'yi şöyle baştan aşağı bir süzüp aşağılama örtüsü altında hafif bir kıskançlıkla bakıyor.
"Evet, Seeker da aynı işi yapıyo," diyor Spud. Bu geri zekâlı, boşboğaz, haddini bilmez, bunalımlı ergen hâlâ her boka maydonoz oluyor, bu kadar zamandan sonra hâlâ, amına koyayım.
Kafamı sallıyorum. "Ama Seeker onlarla bir tek düzüşüyor, onun gibi ayaklı bir çöplüğün delik bulmak için tek şansı bu," diyerek açıklama yapıyorum. Seeker'a bok atılmasından biraz rahatsız olmuş gibi yaparak elimi cebime sokuyor ve bu öğleden sonra ondan aldığım GHB[38] şişesine dokunuyorum. Her ne kadar tamamen yasaklı bir alanda da olsa, Seeker işe yarayan bir adam. Kulağına bir şeyler söylemek için Spud'ı yanıma çektiğimde kahverengi bir kulak kiri kütlesinin deliği tıkamış olduğunu görüyorum. O ekşi, mayalı kokudan burnum kırışıyor. "Mikey ile bir iş hakkında konuşacağım," diyerek eline bir yirmilik tutuşturuyorum. "Sen bizim sabun düşmanıyla ilgilen."
Dode'a, "Bana bir saniye izin verin, çocuklar, eski bir dosta merhaba diyeceğim," dedikten sonra Forrester'a doğru ilerlemeye başlıyorum.
Forrester hiç kimsenin sevmediği ama herkesin bir şekilde iş yaptığı türden bir herif. Bana bir gülüş atınca dişleri şehrin Bingham mahallesini hatırlamama neden oluyor, son görüşümden sonra bütün binalar yeniden inşa edilmiş. Mikey'nin dişlerine altın yerine doğal görünümlü bir porselen kaplama yaptırmış olması beni şaşırtıyor. Teni bronz ve aklarla dolu saçları bilardo topu gibi traş edilmiş. Üstündeki maviye çalan gümüş rengi elbise kaliteli görünüyor. Bir tek ayakkabıları, pahalı deriden olsalar da cilalanmaya ihtiyaçları var ve en son olarak tabii ki beyaz havlu çoraplar: seksenlerin başından bu yana annelerden oğullara gelen toptan alınmış bir Noel hediyesi olarak, Murphy'nin eski ruh ikizi olduğunu ele veriyor.
"Selam Simon, nasıl gidiyo?"
Bana Sick Boy yerine Simon demesi hoşuma gidiyor ve ben de ona göre davranıyorum. "Çok iyi Michael, çok iyi." Yanındaki kıza gülümsüyorum. "Bana bahsettiğin hoş genç kız bu muydu?"
"Onlardan biri," diyerek sırıtıyor. "Wanda, bu Sick... şey Simon Williamson. Sana anlattığım çocuk, Londra'dan yeni geldi."
Bu piliç çok düzgün; ince, bakımlı ve koyu tenli, yani Latin havası var, her an bir Kuzen Dode deyişi çıkabilir ağzından. Cank orospuluğunun ilk aşamalarında, bu dönemde cidden de hepsi harika görünür, sonra büyük düşüş başlar. Kıçını kaldırabilmek ve devam edebilmek için pipoya takılmaya koyulur, güzelliği uçup gider ve Mikey ya da başka bir göt lalesi onu saunadan sokağa veya taş tekkesine terfi ettirir. Ah, Ticaret Ana, ne yapacağı önceden bilinen yaşlı, bilge kadın. "Sen filmci adam mısın?" diye soruyor kız kaymış havalarda, eroinmanların o hüzünlü, hafif kendini beğenmiş tavrıyla; on altı yaşımdan beri bütün sosyal ilişkilerimde rastladığım türden bir tavır.
Gülümseyerek, "Tanıştığımıza memnun oldum hayatım," deyip elini sıkıyor ve yanağına bir öpücük konduruyorum.
İşime yararsın güzelim.
Mikey ile rol dağıtımı konusunda hızlı bir anlaşma yapıyoruz. Wanda denen bu pilici sevdim; tamamen Mikey'ye bağımlı ve onun kontrolü altında olsa da onu aşağıladığını göstermekten kaçınmıyor. Bu durum da Mikey'nin kızın üzerindeki baskısını daha büyük bir zevkle artırmasına neden oluyor. Gene de gururlu, ne yazık ki cank güzelliğinden önce gururunun izlerini silecek, Mikey'ye poundlar kazandıracak olan denenmiş bir formülle.
Üçümüz anlaşıyoruz ve Spud'la Dode'un yanına dönüyorum, ikincisi birinciye yüksek sesle kadınlardan söz ediyor. "Kadınlarla yapabileceğin tek şey budur, onları sevmek," diye iddia ediyor sarhoş sarhoş. "Haklıyım, diil mi Simon? Söyle ona!"
"Bildiğin bir şeyler olabilir George," diyerek gülümsüyorum.
"Onları seviceksin, sevicek kadar cesur ve de güçlü olucaksın. Fortes fortuna adjuvat... Şans cesur olandan yanadır. Haklıyım, diil mi Simon? Haklıyım, ha?"
Spud araya girmeye çalışıyor, beni şirinlik yapma derdinden kurtardığı için bu siktiğimin beş para etmez ayısına minnet duyuyorum. "Evet ama bazan da yani..."
Kuzen Dode elini sallayarak onu sustururken yandaki çocuğun dolu bira bardağını devirmesine ramak kalıyor. Başımla bir işaret yaparak çocuktan kibarca özür diliyorum. "Ama yok, bazen yok. Şikayet ederlerse, onlara daha fazla sevgi vericeksin. Hâlâ şikayet ediyolarsa, daha da fazla sevgi vericeksin," diye herkese ilan ediyor tiz sesiyle.
"Kesinlikle doğru, George. Erkeklerin sevgi verme kapasitesinin kadınların sevgi alma kapasitesini kat kat aştığına kesinlikle ben de inanıyorum. Bu yüzden dünyayı biz yönetiyoruz, bu kadar basit," diyorum sertçe.
Dode ağzı beş karış açık mel mel bana bakarken, gözleri ikramiye yakalamış kumar makinesi gibi ağır ağır dönüyor. "Bu adam var ya, Spud, bu adam tam bi deha, amına koyiim!
Bu Kuzen Dode çok çabuk sarhoş olan tipik bir Weedgie, bu adamlar bir-iki biradan sonra kör kütük sarhoş olur. Sonra her soylu vatandaşın yapması gerektiği gibi sızmak yerine, asırlar boyu aynı vaziyette kalıp yalpalar, aynı sıkıcı, saplantılı mesajı, dozajı giderek artan bir yaygara halinde tekrarlarlar. "Teşekkürler, George," diyerek başımı sallıyorum. "Ama artık barlardan sıkılmaya başladığımı itiraf etmeliyim. Yani, bu benim için tatil gibi bir şey ve her yer görmek bile istemeyeceğim," diyerek başımla Forrester'ı gösteriyorum, "adamlarla dolu. Hadi toparlanıp başka bir şeyler yapalım."
"Evet!" diye kükrüyor Dode. "Hep beraber bana gidelim! Size dinletmek istediğim çok süper bi kaset var. Bi arkadaşımın grubu... çok iyiler. En iyi onlar diyeyim size!"
"Harika," diye gülümseyerek dişlerimi gıcırdatıyorum. "Bize katılmaları için birkaç arkadaş daha çağırsam olur mu, yani dişi cinsinden?" Kırmızı telefonu havada sallıyorum.
"Olur mu? Olmaz mı! Ne adam bu ya! Ne adam bu ya!" diye bağırıyor Dode barda gruplar halinde tıkışmış içki içen kalabalığa. Boynumun arkasındaki tüyler utanç içinde barı terk etmeye yelteniyorlar. Böyle bir pohpohlanma kimilerinin hoşuna gidebilir ama benim hoşuma gitmiyor. Böyle beyinsiz bir morondan gelecek iltifat insanın saygınlığına en hip sınıflar tarafından dışlanmaktan daha çok zarar verir bence.
Kapıya doğru ilerlerken ben en önden telaşla kalabalığı yarıyorum. Yeşil renkli, daracık, iki parçalı bir elbise giymiş, güzel yüzlü bir kıza gülümsemek için bir an duraklıyorum ama kötü Manchester perması hiç iyi görünmüyor. Sonra balon gibi şişmiş iki otuz küsurlüğün arasından geçmeye çalışırken, istemeden de olsa, başka bir duraklama oluyor. Kadınlar diyeti temelli bırakıp bundan sonraki hayatlarının votka, Red Bull ve keyifli yemeklerden müteşekkil olacağına karar vermişler. Sonra bara giren balık-dudaklı çakal-gözlü bir delikanlılar tayfasını geçiştirmek için yön değiştiriyorum.
Gecenin içine süzülürken Dode hâlâ Spud'a beni övüp duruyor. Titriyorum. Soğuktan değil, uyuşturucudan da değil. Sahtekârlığımın boyutlarını, derinliğini ve genişliğini, Kuzen Dode'un bu devasa ama duyarlı parametrelerle oynadığını hissediyorum. Siktir et, yaşamak güzel.