Lauren ve ben şok bir teslimat aldık; ikimize de birer düzine gül. Kan kırmızı, koyu yeşil saplı, isimsiz yollanmış, yalnızca kartların üzerinde bizim isimlerimiz yazılı. Lauren'ın aklı başından gitmiş durumda, okuldan birisi olduğunu düşünüyor. Dün gece Stirling'deki ailesinin sıcak yuvasından geri dönüşü şerefine içmeye çıktığımız için biraz akşamdan kalmayız.
Dianne buketlerimizden çok etkileniyor. "Sizi şanslı kızlar," diyor ağlayan bebek suratı yapıp inleyerek. "Benimki nerede! Nerede benim prensim, amına koyayım!"
İçine saklanmış patlayıcı maddeyi arar gibi çiçekleri incelerken alıcı ortağımın yüzü al al oldu, dişleri birbirine kenetlendi. "Dükkân kimin yolladığını biliyordur! Telefon edip soracağım," diye meliyor Lauren, "buna taciz derler!"
"Saçmalama," diyor Dianne, "geçen hafta Pear Tree'de rastladığımız şu hanzo var ya, işte o tacizciydi. Buna romantizm derler! Şanslı kızsın güzelim."
Bana da günün geri kalanında düşünecek bir şey çıkıyor işte, böylece bir iki sıkıcı derse katlanmam kolaylaşıyor, sonra eve gidip saunadaki mesaim için yeniden üstümü değiştiriyorum. Mesaimin birini Jayne'yle değiştirmek istiyorum, Jayne kabul ediyor ama onaylatmak için Bobby'yi bulamıyorum. Buhar odalarından birinde yakın arkadaşlarını terletiyordur kesin. Perşembe geceleri nedense gangster gecesidir. Hafif kilolu, sıkı vücutlardan akan ter kadar altın parıltısı da görülür etrafta. Çok garip, pazartesi ve çarşamba geceleri iş adamları, cumaları genelde hovardalığa çıkanlar, cumartesileri futbolcular gelir ama bu gece suçluların gecesi.
Mesaimin bitiminde havlumun kalmadığını görüp yandaki masaj odasına giriyorum. Jayne masadaki koca et yığınını yumrukluyor, çam yer döşemesinden yansıyan ışık adamın buhar odasında fazla kalmaktan ıstakoz pembesine dönmüş vücudunu limon yeşiline çeviriyor. Jayne'nin aşağıdan aydınlananan yüzündeki tebessümü görebiliyorum ama bu gülüş gözlerine yansımamış, başımla beyaz havlu yığınını işaret ediyorum, her zaman bembeyazdır, birkaç tane havlu alıp çekilirken bıngıldayan et kütlesi ani bir doğrama saldırısıyla inlemeye başlıyor. Çıkarken şöyle bir şeyler dediğini duyuyorum, "Daha sert... daha sert yap çekinme... sakın korkma, daha sert..."
Sesinden genelde beni isteyen bir adam olduğunu anladığım için hafiften bozuluyorum. Neyse, sorun değil. Sonunda Bobby'yi görüp mesaimi değiştiriyorum. Bobby, soyadını bilmediğim bir müşteriyle, Jimmy diye bir adamla beraber ve adam bana eskortluk yapmayı düşünüp düşünmediğimi soruyor. Kuşkuyla bakıyorum ama o devam ediyor, "Yok, sadece meslektaşlarımdan biri için mükemmel bir seçim olurdun da, ondan. Hem parası iyi hem de yemeğe çıkmış olacaksın..." diyerek gülümsüyor.
"Beni sonrası korkutuyor," diyerek sırıtıyorum, "altmış dokuzlu olan kısmı."
Jimmy ciddi ciddi başını sallıyor. "Hayır, bu öyle bir şey değil. Bu adam yalnızca yanında birisi olsun istiyor, o kadar. Koluna güzel bir kız takıp gezmekten hoşlanıyor. Anlaşma böyle. Bunun dışında bir pazarlık yaparsanız... sizin aranızdadır. Adam politikacı, yurtdışından."
"Neden bana soruyorsunuz?"
Dolgularını gözler önüne seren içten bir kahkaha patlatıyor. "Eh, birincisi, sen onun tipisin; ikincisi, her zaman iyi görünüyorsun, yani giyinmeyi biliyorsun. Eminim dolabında bir sürü kıyak elbisesi olan türden bir piliçsin sen," derken tebessümü bir eşek sırıtışına dönüşüyor. "Düşün bunu."
"Okey, düşüneceğim," deyip uzun süredir ilk kez hiç içki içmeden eve gidiyorum. Odama gidip bir iki yoğun esneme, eğilme ve solunum egzersizi yapıyorum. Sonra da yatağa girip aylardır çekmediğim kadar iyi bir uyku çekiyorum.
Sabah şevkle uyanıyorum, hiç âdetim olmamasına rağmen Lauren'la Dianne'in sırasını kapıp duşa ilk ben giriyorum ve ne giyeceğime karar verebilmek için asırlar harcıyorum. Bu heyecan neden? Çünkü Leith'e gidiyorum ve çocukların geri dönmüş olmasından dolayı çok mutluyum. Tuhaf, ama son birkaç gündür eksik olan bir şeyler vardı. Paba gittiğimde eksik olan şeyin ne olduğunu anlıyorum. Sick Boy veya onunla konuşurken kullanmam gereken adıyla Simon, Amsterdam'a gidişinden kısa bir süre sonra benim için dikkat çekici olmaktan çıkıp ana yemek haline gelmiş. Rab'i beklediğimi zannetmiştim ama Simon'ı o cilalı siyah ayakkabıları, siyah pantolonu ve yeşil gömleğiyle görünce dedim ki: burada bir şeyler oluyor, bir dakika. Birkaç günlük sakalı var ve arkaya yatırdığı o sert kesimli Steven Seagal saçları gitmiş, yerine yüz ifadesini yumuşatan, hareketli, neredeyse tüy kadar yumuşak bir model gelmiş. Gözleri bir araya toplanmış bütün dostlarının üzerinde parlayarak dans ediyor ama bende takılıp kalıyor gibi.
Öyle müthiş görünüyor ki kendi görüntümden endişe etmeye başlıyorum. Kendimle büyük mücadelelerden sonra beyaz pamuklu kumaştan bol bir pantolon, siyah-beyaz spor ayakkabı ve mavi renkli kısa bir cekette karar kılmıştım. Ceketin alttaki çıtçıtlarını kapattığımda, mavinin daha açık bir tonunda olan V-yaka bluzumun göğüs dekoltesi daha da belirginleşiyor.
Rab'e baktığımda gördüğüm geleneksel bir yakışıklılık ama onda karizma eksik. Simon'ınsa, bilakis, üzerinden karizma akıyor. Dirseğini o uzun, lekeli bara öylece dayayışı, çenesini eliyle bileğinin birleştiği yere koyup miskin miskin boynundaki sakalları okşayışı yok mu! İçimden, o parmakların yaptığı şeyi ben kendi parmaklarımla yapmak isterdim, diye geçiriyorum.
Bir şeyler dönüyor. Simon—artık onu düşünürken bu ismi kullanıyorum—herkesin lideri durumunda, Terry neşeli, Rab dalgın görünüyor. Düğüne daha birkaç ay var ama onu uyutup Varşova'ya ya da ona benzer bir yere giden bir yük trenine falan atarlar falan diye, film işini bir an önce yapmaya karar vermiş. Gözüm Simon'ın üstünde ama gülleri yollayan adam olduğuna dair hiçbir ipucu vermiyor.
Melanie biraz geç gelip yanıma oturuyor. Simon'ın hırsla saatine bakışını yakalıyorum. Rab'le ikisi durmadan film hakkında tartışıyor. Sürekli adı geçen yeni birisi var, Amsterdam'dan Rents adında gizemli bir şahsiyet.
Simon ellerini havaya kaldırıp Rab'e teslim olmuş gibi yapıyor. "Tamam, tamam, yasal açıdan filmin Amsterdam'da çekilmesi ya da orada çekilmiş gibi görünmesi lazım. Ama tabii ki iç çekimleri pabda yapabiliriz," diyerek görüş bildiriyor. "Yani, tek ihtiyacımız tramvayları, kanalları, boku püsürü gösteren birkaç dış çekim. Kimse farketmez bile."
"Evet, heralde," diye kabulleniyor Rab endişeden kabızlaşmış bir sesle.
"Güzel, şimdi şu işi yatağa yatıralım," diyor Simon havalı havalı, sonra dosdoğru bana bakıyor. Bu fener gibi gülüşe karşılık olarak göğsümün açılıp bağırsaklarımın düğümlendiğini hissediyorum. Ben de ona gergin bir tebessüm yolluyorum. Simon yeniden sersem sersem sakallarını okşuyor. Onu usturayla traş etmek, sakallarını köpükleyip usturayı yavaşça yüzünde kaydırırken o kocaman, koyu renk gözlerinden geçen bütün duyguları izlemek istediğime karar veriyorum...
Düşüncelerim yarıda kesiliyor, bir tek Simon'a yoğunlaşmamak zaten çok zor ama şimdi bir de konuşmaya başlıyor. "Terry, sen senaryoyu yazacaktın, nasıl gidiyor?"
Tek düşündüğüm seninle ne kadar çok sikişmek istediğim Bay Simon David Williamson; kendimi sana sarmak ve iliklerini kurutmak, seni kullanmak, harcamak ve yorgunluktan gebertmek, başka bir kadını isteyemez hale gelinceye kadar...
"Süper ama hiçbişi yazmadım. Hepsi burda," diye sırıtıp başına vurarak bana gülümsüyor Terry, sanki soruyu soran benmişim de, ötekiler öylesine oradaymış gibi. Çok çekici bir tip değil ama düzüşmeye müsait, her şeyden o kadar çok zevk alıyor ki. Belki de hayalet çiçekçi odur. "Terry, aklın fikrin seks, bunu hepimiz biliyoruz. Ama bizim ona kâğıt üstünde ihtiyacımız var."
"Ne dediğini anlıyorum yakışıklı," deyip gülümseyerek, eliyle kıvırcık saçlarını tarıyor Terry, "ama ben yazmayı pek beceremiyorum. Mesela teybe anlatabilirim, sonra da birisi yazar," diye ekliyor umutla bana bakarak.
"Yani hiçbir bok yapmadığını söylemeye çalışıyorsun," diye gaza getiriyor Simon, sırayla hepimize bakarak.
Melanie'ye bakıyorum, omuz silkiyor, umurunda değil. Ronnie sırıtıyor, Ursula thai usulü erişte yiyor ve Craig midesinde ülser varmış gibi görünüyor. Sonra Terry utana sıkıla ortaya birkaç A4 kâğıt çıkarıyor. El yazısını karınca duası değil de, biraz akrep gibi diye tanımlayabilirim.
"Neden hiçbişi yazmadığını söyledin o zaman?" diye soruyor Rab kâğıtları alıp incelerken.
"Yazmak benim işim diil Birrell," diyerek omuz silkiyor Terry ama bayağı utanmış durumda. Rab başını sallayarak kâğıtları bana uzatıyor.
Biraz okuyorum ama o kadar komik ve yeteneksizce yazılmış ki bunu hemen paylaşmam gerek. "Terry, bu saçma sapan! Şunu bir dinleyin: 'Çocuk hatunu götten siker. Hatun öbür hatunun amını yalar.' Berbat bir şey bu!"
Terry'nin omuzları inip kalkıyor ve eliyle bir kez daha o kıvırcık salatasını karıştırıyor.
"Aşırı minimalist bi yaklaşım Bay Lawson," diye şarlıyor Rab, kâğıtları elimden alıp Terry'nin yüzüne doğru sallayarak. "Bu tuvalet kâğıdı, Terry. Senaryo falan diil. Hikâye yok. Sadece sikiş," deyip gülerek kâğıtları Simon'a geçiriyor. Simon kayıtsız gözlerle kâğıtları inceliyor.
Terry, "Bizim istediğimiz de bu, Birrell, bu bi porno filmi," diyerek kendini savunuyor.
Rab suratını buruşturup tekrar sandalyeye oturuyor. "Evet, bütün hanzoların istediği bu, senin amatör kayıtlarını gösterdiğin türden heriflerin. Ben burda gerçek bi film yaptığımızı sanmıştım. Yani, senaryo şeklinde bile yazılmamış," diyerek ellerini havada sallıyor.
"Şimdi öle görünmüyo olabilir Birrell ama onu aktörler hayata geçirecek... Jason King'in televizyonda yaptığı gibi hani," diyor Terry aniden gelen bir ilhamla, "bi sürü dokundurmalar falan. Şimdi swing'li altmışlar moda, filme öle bi hava verelim."
Bu konuşmalar boyunca, kafası karışmış ve sıkılmış görünen diğerleri hiç konuşmuyor. Simon Terry'nin kâğıtlarını masaya yayıp arkasına yaslanarak parmaklarıyla koluna vurmaya başlıyor. "Endüstride tecrübesi olan biri olarak, müdahale etmeme izin verin," diyor o görkemli tavrıyla; böyle konuştuğu zaman hava mı atıyor yoksa dalga mı geçiyor anlamıyorsunuz. "Rab, neden Terry'nin senaryosunu sen alıp ona bir hikâye dokusu kazandırmıyorsun?"
"Bayağı bi ihtiyacı var yani, amına koyiim," diyor Rab.
"E, heralde, bunun bi üniversite tezi olması gerekmiyodu Birrell," diyerek hakkını savunurken sesini yükseltiyor Terry.
"Pekâlâ," diyor Simon esneyip kedi gibi gerinerek. Cılız ışıkta gözleri parıldıyor, "bence burada biraz yardıma ihtiyacın var, Terry." Sonra bize dönerek teklifini yapıyor: "Sanırım en iyi çözüm Rab ve Nikki'nin Terry'ye ait temel fikirleri alarak onları senaryo haline getirmesi. Çok basit bir şekilde, sadece sahnelere ve mekanlara bölün... Bu işi size öneriyorum, çünkü sinema okuyorsunuz, birçok senaryo okudunuz," diyerek ikimize birden öyle cömert bir tebessüm yolluyor ki Rab'in bile gururunun okşandığını hissediyorum.
Ama benim birlikte çalışmak istediğim Rab değil Simon, sensin.
Terry bu aşamada söze giriyor. "Biz, şey, fazla... alınmak yok ama öğrenci işi olmasını istemiyoruz. Senle ikimiz çalışsak, Nikki?" diyor umutla, sonra bana dönüp ekliyor, "Yani, bazı pozisyonları falan da deneyebiliriz. İşe yarıyor mu kontrol ederiz falan."
"Ah, bence o gece her şey yolunda gidecek, Terry," diyorum telaşla. Bazı pozisyonları onunla deneyebileceğimizi düşünerek gözlerimle Simon'ı arıyorum ama o Mel'in kulağına bir şeyler fısıldamakla meşgul. Mel kıkırdamaya başlıyor. Ah, bir buraya baksa.
"Bence Nikki ve benim çalışmamız daha kolay olur, zaten sık görüşüyoruz, okulda falan," diyor Rab bana bakarak.
Gerçekten de Simon olmasını tercih ederdim, onu ayartmak için numaralar çevirmeye hazırım ama onaylayarak başımı sallıyorum ve içimden diyorum ki: Acaba çiçekleri Rab mi yolladı, bunca şeyden sonra? Peki ama Lauren'a neden çiçek yolladı? "Okey," diyorum usulca, "mantıklı."
Terry hafiften huysuzlanarak başını çevirip bara bakıyor.
"Tamamdır. Bizim pornografik anlatımızı düzenli olarak sıraladığı sürece sorun yok, oral seks, misyoner, kız kıza, anal ve patlatma çekimleri," diyor ve ekliyor Simon, "ayrıca birçok bağlama sahnesi ve hayal edebildiğiniz kadar çok, yaratıcı grup sahnesi."
Terry biraz canlanıyor, Simon asıl meseleye girince yeniden ilgilenmeye başlıyor. "En büyük sorunumuz anal," diyerek Mel'e ve bana bakıyor Simon. "Daha doğrusu siz piliçlerin en büyük sorunu."
Soğuk bakışları bu sözcükle birleşince kanımın donmasına neden oluyor. "Ben yapmam," diyorum.
Mel de başını sallayıp bugün ilk defa konuşuyor. "Ben de yapmam, hiç yolu yok." Terry'nin ona baktığını görünce acayip utanıyor ve Terry'nin ayağını tekmeliyor. "Kamera önünde olmaz ama Terry!"
Simon'ın suratı bumburuşuk. "Hımm... bu konuyu konuşmamız lazım. Bakın, bence bugünlerde bu olmazsa olmaz bir şey. Yani, kişisel olarak beni pek etkilemez ama şöyle de bir şey var ki, bizler anal bir toplumda yaşıyoruz."
Rab gözlerini devirirken Terry bu sözleri destekleyerek başını sallıyor.
"Yani, düşünün bir kere," diye konuyu uzatıyor Simon, "Kırsal kasabalardaki kırmızı enseliler, bize uzaylıların sırf terli göt deliklerine sondalar sokmak için ta öbür galaksilerden dünyaya kadar geldiklerini anlatıp durur... modern pornoda, Zane'lerde, Blacks'te, hepsinde üçlü girişli sirk gösterileri var artık. Ben Dover'ın kasetlerine bakın. Taş gibi genç piliçler bugünlerde hep götten veriyor."
"Süper manyak videolar," diye ekliyor Terry bilgece.
Simon sabırsızca başını sallayarak onaylıyor. "Eskiden bir hatun götten sikildiğinde onun her yerinden selülitler akan, faraş ve alkolik bir moruk olduğuna, at kasapları için uygun malzeme olduğuna kesin gözüyle bakılırdı. Ama artık böyle değil. Porno yıldızı olmayı ciddi ciddi düşünen bütün genç piliçler için artık bok yolundan almak neredeyse zorunlu hale geldi."
Usulca, "Benim için değil," dediğimi bir tek Simon duyuyor ama duymazdan gelmeyi tercih ediyor. Ben de sesimin ve endişelerimin gücünü artırıyorum. "Anal yapmayan birçok kadın da var. Bazıları yalnızca kız kıza yapıyor. Biz burada boktan bir erkek filmi yapmıyoruz. Cinsiyetçilik karşıtı diyaloglar ve temalarla yenilikçi olmaya çalışacağımızı ve de öyle olacağımızı sanmıştım. Şimdi ne değişti? Oğlanlar Amsterdam'da açık saçık bir hafta sonu tatili yaptı diye hepsi havaya mı uçtu?
"Hayır. Biz yenilikçi davranıyoruz," diyerek ısrar ediyor Simon, "ama bütün seçenekleri değerlendirmemiz lazım ve bunun içinde anal da var. Bu gerçek değil Nikki, sadece rol."
"Hayır, bu gerçek. Gerçek olması lazım. Sikilmek sikilmektir ve hayatımızda gerçek olan çok az şeyden biridir, asla farklı yorumlanamaz."
Rab, "Evet," diyerek salak gibi Simon'ın yardakçılığını yapıyor, "bunun seksin canlandırılması olduğunu unutmamamız lazım, gerçek seks diil, yalnızca sirk gösterisi tarzı bişi. Yani, kendi seks hayatında kim üçlü giriş yaşar ki Tanrı aşkına?"
"Sadece sen ve okuldaki kırıtık arkadaşların," diyor Terry.
Rab onu duymazdan gelip yanlış anlaşılmamak için özen göstererek devam ediyor. "O zaman gerçek bi hikâye yapalım, gerçek insanlar gerçekten seks yapıyomuş gibi davransın. Anal olayı kırmızı bölge, kızlar yapmayız diyolarsa, okey."
"Hayır," diyerek başını iki yana sallıyor Sick Boy. "Bak Rab, bu göt deliğimizle ilgili hislerimize ilişkin bir durum. Şu anda, bir tür olarak, eğer ruhumuz vücudumuzda bir yerdeyse, orasının götümüz olduğuna inanıyoruz. Bütün hikâye bu. Çok mantıklı. Bu yüzden bu kadar saplantı haline getirmişiz, anal espriler, anal seks, anal alışkanlıklar... en son sınır beyin değil, uzay değil, göt deliğidir. Bizi devrimci yapan da bu olacak işte."
Ama ben yapmak istemiyorum, kaşlarımı kaldırıp destek aramak için Mel'le Ursula'ya bakıyorum. "Sana tekrar söylüyorum, ben analdan hiç hoşlanmıyorum. Bir kere denedim. Acı veriyor. Uzak, soğuk ve rahatsız edici buluyorum. Ben sikişmek istiyorum, sirk maymunu gibi soluk soluğa kalmak, göt deliğimden en çok ne kadar alabilirim diye cetvelle ölçmek değil."
"Belki de alıştırılman lazım. Bu konuda tecrübeli olan hatunlar cidden de çok zevk alıyolar," diyor Terry.
"Ben kanaldaki tünel gibi bir göt deliğim olmasını istemiyorum Terry. İşi zora koşmaya çalışmıyorum," derken Terry bana göz kırpıyor, "yalnızca tarzım değil. Karşı falan da değilim, sadece yapmak istemiyorum."
"Benim yapmakla ilgili bir sorunum yok, sadece insanların görmesini istemiyorum," diyor Melanie. "Yani, bazı şeyleri herkese göstermek istemiyosun. Biraz da mahremiyet lazım."
"Ben sizin bildiğiniz kızlardan diilim," diyerek gülüyor Terry.
"Valla Terry, senin için durum farklı ama hatunlar için daha zor."
"Olmaması lazım, bu feminist çağda falan," diyerek Rab'e dönüyor Terry, "veya post-feminist, öyle demeliydim. Gördün mü Birrell, bazan senin saçmalarını dinliyorum."
"Çok sevindim."
Simon ellerini çırpıyor. "Baccara'yı[34] düşünün. Bu işte 'Kusura Bakma, Ben Bir Hanımefendiyim' diye şarkı söyleyen bir pilici kimse sevmez. 'Evet Efendim, Boogie Yapabilirim' dediğini duymak isteriz."
"Haklısın Simon," diyerek gülümsüyorum, "ama gene de bir şarkı belirlememiz lazım."
Simon cüzdanını açıyor. "Şarkı bu," diyor bana bir deste banknot göstererek. Sonra bir film posteri alıyor eline. "Ve bu. Biz burada her şeyin en ön safındayız. Gel bunu bir düşünelim. Yani, bu anal saplantı nereden kaynaklanıyor ki?"
"Ha tabii, içinde yaşadığımız kapalı toplum açısından mükemmel, kendi götümüzden içeri giriyoruz," diye düşündüklerimi söylüyorum.
"Hayır tatlım, hepsi pornodan kaynaklanıyor. Bu amcıklar gerçek öncülerdir. Pornografi öksürünce popüler kültür nezleye yakalanır. İnsanlar seks, şiddet, yemek, ev hayvanları, demonte mobilyalar ve aşağılanma istiyor. Onlara istediklerini verelim, hadi. Televizyondaki aşağılamaya bak, gazetelere, dergilere bak, sınıf sistemine bak, kültürümüzden sızan kıskançlığa, öfkeye bak: biz Britanyalılar insanların sikildiğini görmek isteriz," derken bir an için Yakın İlişkiler'de yakalanan uzaylılardan birine benziyor. Binanın karşısındaki açıklıktan sızan bir demet güneş ışığı üzerine vuruyor. "Neyse, bu tartışmaya sonra devam ederiz."
Terry gözlerinde şeytani bakışlarla konuşmaya başlıyor: "Ama ben sana söyleyeyim, en iyisi sen Gina'ya rol ver. Anüsünden düzülmekle ilgili hiçbi takıntısı yoktur."
"Hiç yolu yok, Gina amatör porno için iyi ama film yıldızı kalitesine sahip değil. Rol dağıtımını bana bırak. Geçen gün eskiden tanıdığım bir çocuğa rastladım, Mikey Forrester, saunası var. Yanında çalışan düzgün kızlar varmış. Casting hiç sorun olmaz. Gina'ya ihtiyacımız yok," diyor Simon ama kızın ismini söylerken hafiften titriyor sanki. Terry omuz silkiyor. "İyi, sen bilirsin abi ama filmde rol almazsa ağzına sıçacağını sana söylememi istedi," diyerek bilgilendiriyor Sick Boy'u şen şakrak bir sesle.
Melanie başını sallayarak doğruluyor. "Evet, ben de olsam onla uğraşmazdım çünkü manyak karıdır yani. Yapıcam dedi miydi yapar."
Simon, Sick Boy, öfkeyle alnına vuruyor. "Harika. Siktiğimin faraşı tarafından tehdit ediliyorum ve başrol oyuncusu kızlarım anal yapmak istemiyor. İyi, çok güzel, Begbie'nin Gelini'ne siktirip gitmesini söyleyebilirsiniz."
"Sen söyle," diyor Terry sırıtarak.
Toplantı bitince, biraz orada oyalanıp Simon'la konuşuyorum. "Yeni oyuncular bulma konusunda... belki yardımım dokunabilir. Birkaç arkadaşıma ilgileniyorlar mı diye sorabilirim. İşin içindeki kızlar, diyeyim."
Simon yavaşça başını sallıyor.
"Gitmem lazım, seni sonra ararım," diyorum. Rab'in etrafa bakınarak beni beklediğini gördüğümde gözünde bir kıskançlık kıvılcımı olduğuna yemin edebilirim.