Zavallı Terry, başına neler geldi. Bir ambulans çağırıp onu doğrudan hastaneye götürdük. Orada muayene edildi ve penisinin kırıldığı söylendi. Durum ciddiydi, o yüzden onu ilk yardımdan sonra hemen yatırdılar. "Tedaviye iyi cevap verirse," dedi doktor, "düzelebilir. Tam fonksiyonuna kavuşabilir. Gene de komplikasyonlar olabilir ama bu aşamada organın kesilmesini aklımıza getirmemeliyiz."
Terry dehşet içinde, "Ney..." derken gerçekten acil olmayan durumlarda yatak tahsis edilmediğinin bilincine varmış gibiydi.
Doktor duygusuz bir ifadeyle ona baktı. "Bu sadece en kötü ihtimal, Bay Lawson. Durumun ne kadar ciddi olduğunu size anlatamam."
"Ciddi olduğunu ben de biliyorum! Tabii ki biliyorum, amına koyiim! Bu benim sikim!"
"O zaman istirahat edip gerilimden uzak durmalısınız. Size verdiğimiz ilaçlar istenmeyen ereksiyonlar oluşmasını önleyecek ve bu arada doku, umarım kendini yenileyecektir. Gördüğüm en kötü kırıklardan biri bu."
"Ama biz bi tek..."
"Bu zannettiğinizden daha yaygın bir olay," dedi doktor.
Rab'in cebi çalıyor, arayan Simon. Rab çok üzgün olduğunu söylüyor ama belli ki Terry için değil, film açısından yaratacağı sorun yüzünden üzgün. Rab ve ben bile durumu pek komik bulamıyoruz. Rab sonunda bana dönüyor: "Terry'nin siki bir gün başına bela açacak diye düşünürdüm hep, mahalledeki herkes de böyle derdi. Onun sikine bela açacağı hiç aklımıza gelmemişti ama!"
Gene de gülemiyoruz. Gina, Ursula, Craig, Ronnie ve Melanie olanlara inanamıyor; olayın ciddiyeti ortaya çıktıkça Mel daha da kötüleşmeye başlıyor. "Elimde diildi..."
"Yalnızca kazaydı," diyorum sırtını okşayarak. Herkesi öpüp eve yollanıyorum, evde Lauren ve Dianne'e olanları anlatıyorum. Dianne elini ağzına götürürken Lauren'ın yüz ifadesi neşesini gizleyemiyor. Yaptığı vejetaryen lazanyayı yemek için masaya oturuyoruz.
"Bu olanlar porno film planlarını suya düşürdü o zaman," diyor Lauren, kendine bir bardak beyaz şarap doldurarak.
O kadar mutlu görünüyor ki onu bozmak nerdeyse utanç verici. "Ah, tabii ki düşürmedi hayatım, şov devam etmek zorunda."
"Ama..." derken bu habere cidden kopmuş görünüyor Lauren.
"Simon kararlı, filme devam ediyoruz. Terry'nin yerine başkasını bulacak."
Şimdi Lauren sinirden patlamak üzere. "Sömürülüyorsun. Nasıl yaparsın! Seni kullanıyorlar!"
Dianne bir çatal dolusu yemeği ağzına doldurup gergin bir ifadeyle bana bakıyor. Ağzındakini çiğneyerek tarafsızca omuzlarını silkiyor. "Lauren, bu seni ilgilendiren bir şey değil. Lütfen abartma."
Ben de kıl oluyorum artık. Bu kız kendi nevrotik kişiliğiyle kendi uğraşsın, ben uğraşamayacağım. "Kendi filmimi yapma imkânım varken okula gidip sinema okumaktan bıktım artık. Sana ne oluyor böyle?"
"Ama bu pornografi, Nikki! Kendini kullandırıyorsun!"
Ağır ağır nefesimi bırakıyorum. "Sana ne? Ben aptal değilim, bu benim kendi seçimim," diyorum.
Gözlerinde sessiz, sakin bir öfkeyle bana bakıyor. "Sen benim arkadaşımsın. Sana ne yaptılar böyle bilmiyorum ama daha fazla ileri gitmelerine izin vermeyeceğim. Yaptığın kendi cinsine karşı bir şey. Bütün dünyadaki kadınları köleleştiriyorsun, onlara zulmediyorsun! Sen bu konuda çalışıyorsun, Dianne! Anlat ona," diye zorluyor.
Dianne tahta servis çatallarıyla tabağına biraz daha salata koyuyor. "Bu konu bundan biraz daha karmaşık, Lauren. İlerledikçe çok fazla şey öğreniyorum. Esas konunun pornonun kendisi olduğunu sanmıyorum. Bence sorun onu nasıl tükettiğimizle ilgili."
"Hayır... hayır, öyle değil, tepedekilerin hepsi erkek çünkü!"
Dianne anlatmaya çalıştığı noktayı Lauren kendisi kanıtlamış gibi uzlaşmacı bir şekilde başını sallıyor. "Evet ama porno endüstrisinde diğer endüstrilerden daha az sayıda erkek var büyük ihtimalle. Kadınların tüketimi için kadınlar tarafından çekilen kadın kadına filmlere ne diyeceksin? Senin örneğinde bu neye karşılık geliyor?" diye soruyor.
"Yanlış bilinçlenme," diye meliyor Lauren.
Kendime ait görüşlerim olsa da, tartışacak zamanım yok. "Hiç eğlenceli değilsin, Lauren," diyorum, masadan kalkıp çantamı alarak. "Bulaşıkları bırakın kızlar, döndüğümde yıkarım, olur mu? Söz. Biraz geç kaldım da."
"Nereye gidiyorsun?"diye soruyor Lauren.
"Bazı replikleri prova etmek için arkadaşımın evine," diyerek somurtuk, frijit küçük sürtüğü takıntılarıyla baş başa bırakıyorum.
Ayağa kalkmaya davranıyor ama Dianne bileğinden tutup ona çocuk muamelesi yaparak yerine oturtuyor: "Lauren! Bu kadar yeter! Otur da yemeğini ye. Tamam artık."
Çıkarken bir şeyler konuştuklarını duyuyorum ve aşağı inip sokağın soğuğuna çıkıyorum. Wester Hailes otobüsüne binip Melanie'nin evine gidiyorum. Dairesini bulmam asırlar sürüyor. Bulduğumda oğlunu yeni uyutmuş. Repliklerimizi prova ediyoruz, hatta biraz mizansen çalışıyoruz ve gece orada kalıyorum.
Ertesi sabah Leith'e giden 32 numaralı otobüse binmeden önce annesinin gelmesini bekliyoruz. Bayağı bir yağmur atıştırıyor, paba vardığımızda sırılsıklamız. Sikicilerin hepsi üzgün görünüyor, etrafta kamera olmadığını da fark ediyorum. Onun yerine bir sandalyeye oturmuş, otuz beş yaşlarında, uzun boylu, sıskacık, favorili ve kıvırcık saçlı, gözlerinde delici bakışlar olan bir adam var.
"Bu Derek Connolly," diyor Simon. "Derek profesyonel bir oyuncu ve bize koçluk yapacak. Onu televizyondaki The Bill, Casualty, Emmerdale ve Taggart'ta kötü İskoç adam olarak görmüşsünüzdür."
"Aslında, Taggart'ta avukatı oynuyordum," diyor Derek kendini savunmak ister gibi.
Rol yapma alıştırmalarından sonra senaryo üzerinde çalışmaya başlıyoruz. Derek oyunculuk yeteneğimiz karşısında hayal kırıklığına uğrasa da pek belli etmiyor. Üniversite'deki tiyatro gruplarında daha aktif olsaydım keşke, diye düşünüyorum. Ne zaman işe yarayacağını bilemiyorsun işte.
Sonra Simon'la birlikte onun evine gidiyorum ve ona Mel'le prova yaptığımızı anlatıyorum. "Keşke onu da davet etseydin," diyor.
Yok ya, pışşık. Simon'ı kimseyle paylaşmaya niyetim yok.