ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

BATI TÜRK HALKLARI
ve
TOPRAKLARI

I
KUZEY HALKLARI

Uygurlarla ilgili notlardan özetler

Kiu T’ang-şu, CXCV, s. 1 r°

Hui-ho (Uygur)ların ataları Hiung-nu (Hun)lardan iniyordu. Sonraki Wei hanedanı1 döneminde Uygurlara T’ie-le (Tölös) ka­bileleri deniliyordu. Boyları küçüktü; gururlu ve zorluydular. Yüksek arabalarına güvenirlerdi.2 T’u-küe’lerin tebaası idiler. Da­ha sonraları onlara T’e-le [T’ie-le]3 denmeye başlandı. Hakanları ve sabit yaşadıkları toprakları yoktu; su ve mera arayarak yer de­ğiştirirlerdi. Tabiaten zalim ve kötüydüler. Ata binmede ve ok at-

1 Sonraki Wei hanedanı, Çin’in kuzeyinde 386’dan VI. Yüzyıl ortaları­na kadar hükmeden T’o-pa ailesinden gelenlerdir.

2 Çinlilerin onlara Kao-kü demelerinin sebebi, arabalarının yüksek te­kerlekli olmasıydı. Tölöslere Yüan Wei döneminde Kao-kü denili­yordu. (T’ang-şu, CCXVII, a, s. 1 r°).

3 T’ang-şu (CCXVII, a, s. 3°): “Onlara Ç’i-le de denir. Bu ad bilâhere bozularak T’ie-le şeklini almıştır. Kabileleri şu adları taşıyordu: Yü-an-ho (Uygur), Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş), K’i-pi-yü, T’u-po, Ku-li-kan (Kurıkan), To-lan-ko (Telangut), Pu-ku, Pa-ye-ku (Bayırku), T’ong-lo (Tongra), Hun, Se-kie, Hu-sie, Hi-kie, A-tie, Pe-si. Tamamı on beş kabiledir. Yüan-ho (Uygurlar)a Wu-hu veya Wu-ho da denilir. Sui hanedanı döneminde Wei-ho deniliyordu.”

Uygurların birinci sırada yer aldığı bu sıralamayı inceleyelim: a) Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)lar, daha sonra kısmen tercüme edilecek bir not­ta ele alınacaklardır; b) K’i-pi-yüler (T’ang-şu, CCXVII, b, s. 6°), K’i-pi Ho-li adında geçtiği gibi onlara bazen K’i-pi de deniliyordu. Yenk’i’nin (Karaşar) kuzeybatısında, Ying-so (Yulduz) vadisinde yaşıyor­lardı. Altıncı çeng-kuan yılında (632), reisleri K’i-pi Ho-li itaat arzet-mek için Çin’e geldi. Onu (yani kabilesini) Kan-çu ve Leang-çu ara­sına yerleştirdiler. K’i-pi Ho-li ve savaşçıları, 632’de Çin’in Batı T’u-küe hakanı A-şi-na Ho-lu’ya karşı verdiği mücadelede önemli rol oy­nadılar; 653’de onlara Ho-lan hükumeti sınırları içinde toprak veril­di. Bu isim, şüphesiz Ning-hia yakınlarındaki Ho-lan dağından gel­mektedir; c) T’u-polar (T’ang-şu, CCLVII, b, s. 6 v°), Kien-kun (Kır-gız)ların doğusunda, Hui-ho (Uygur)ların kuzeyinde küçük bir gö­lün kenarında yaşıyorlardı; d) Ku-li-kan (Ku-ri-kan)lar (T’ang-şu, CCXVII, b. s. 7 r°), Han-hai’ın kuzeyinde yaşıyorlardı. Topraklarının kuzeyinde bir göl vardır. Bu halklar arasında başkente en uzak olan­lar bunlardır. Kül Tegin [Köl-tigin] ve Bilge Kağan kitabelerinde ad­ları geçmektedir; e) To-lan-kolar (T’ang-şu, CCXVII, b, s. 6 r°): To-lan’lar da denilir. Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)ların doğusunda, T’ong-lo nehrinin sahillerinde yaşarlar; f) Pu-kular (T’ang-şu, CCXVII, b. s. 5 v°): To-lan-koların doğusunda yaşarlar; g) Pa-ye-kular (T’ang-şu, CCXVII, b. s. 5 r°): Kül Tekin ve Bilge Kağan kitabelerinde Bayırku adıyla geçerler (Thomsen, age., s. 109). Pu-kuların sağında, bir çölün kuzeyinde bin li boyunca uzanan topraklarda yaşarlardı; h) Hun: Bu kabilelerin en güneyde yaşayanı bu halktı. Bu kelime, Theophylacte Simocatta’da (VII, 7) geçen japonca_dipnot_40.png anamsatmaktadır. Bir Uygur (japonca_dipnot_30.png) kabilesiydiler ve japonca_dipnot_41.png larla birlikte Uarhonit (Varhonit) hal­kını oluşturuyorlardı. Varhonitlerinse VI. Yüzyıl ortalarına doğru Bi­zans İmparatorluğu topraklarına sığındıkları bilinmektedir. Onlara yanlışlıkla Avar denmiştir, ama Pseudavarlar (sahte Avarlar)dan baş­kası değillerdir. T. Simokatta da (VII, s) özellikle buna dikkat çek­mektedir; i) Se-kie; j) Hu-sie; k) Hi-kie, T’ang-şu’da (CCXVII, b, s. 7 r°) tek bir madde halinde zikredilmektedir: Hu-sie’ler, To-lan-koların kuzeyinde, Hi-kie’ler, T’ong-lo (Tongra) nehrinin kuzeyinde, Se-kie’ler Yen-t’o (Tarduş)ların eski topraklarında yaşıyorlardı; l) A-tie’ler (T’ang-şu, CCXVII, b, s. 6 r°): Bunlara Ho-tie ve Hie-tie’ler de denilirdi. T’ang-şu’da nerede yaşadıkları konusunda herhangi bir bil­gi yok. Sadece imparatorun 647 yılında onların topraklarını Ki-t’ien ilçesine dönüştürdüğü belirtilmektedir. Halbuki Li Çao-lo’nun Coğ­rafya Sözlüğü bu ilçeyi Ning-hia vilayetinde, Kan-su eyaleti sınırları içinde göstermektedir. T’ang-şu’da geçen A-tie, Ho-tie ve Hie-tie çe-viriyazımları Kül Tegin kitabesindeki Ediz kelimesiyle bağlantılı bir çeviriyazım gibi gözükmesine rağmen, bu kabilenin adı Ma Tuan-lin’in Wen kien t’ung-kao (CCCXLIV, s. 10 v°) ve Yüan kien lei han (CCXLI, s. 1 v°) ansiklopedisinde A-po; Sui-şu’da (LI, s. 4 v° ve blm. LLXXXVI, s. 3 v°; Julien, age., s. 52 ve 82) A-pa şeklinde geçmekte­dir. Eğer bu yazım doğruysa, A-po veya A-palar Kök-Türk kitabele-rindeki Aparlar ve Bizans yazarlarındaki Avarlarla özdeşleştirilebilir. [s. 309’daki ek ve düzeltme: Daha ileriki sayfalarda bizi Avarları Ju-an-juanlarla özdeşleştirmeye iten sebepleri izah ettik. Dolayısıyla hi­potetik olarak Thomsen’in Avarlarla Tölöslerin bir kolu olan A-po kabilesi arasında bir benzerlik kurulması yolundaki teklifini redde­diyoruz.]

mada mükemmeldiler. Yırtıcılıkta tüm halklardan ilerdeydiler. Geçimlerini avcılık ve savaş (ganimeti) ile sağlarlardı.

T’u-küe’ler, imparatorluklarını kurup, doğu ve batıda hakim duruma geldikten sonra, kuzeyin vahşi bölgelerini kontrol altın­da tutmak için her zaman Hui-hoları kullanmışlardır. Sui’lerin k’ai-huang dönemi sonunda4 Tsin kralı Kuang kuzeyde Türklere karşı bir harekata girişti. Pu-kia Kağan’ı5 büyük bir hezimete uğ­rattı. Bunun üzerine T’e-le (Tölös)ler oraya buraya dağıldılar.

4 Daha doğrusu 20. yılın dördüncü ayı= 600. Bkz. Julien, Documents, s. 75.

5 Pu-kia Kağan=Ta-t’u.

Birinci ta-ye yılında (605) Ç’u-lo kağan (Batı Türklerinin ka­ğanı) bazı T’e-le (Tölös) kabilelerine saldırarak mal varlıklarının önemli bir kısmına el koydu. Diğer yandan Ç’u-lo, Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)lardan nefret ediyordu. Ortalığı karıştırmalarından endişe ettiği için şeflerinden birkaç yüzünü toplayarak öldürdü. Bunun üzerine T’e-le (Tölös)ler isyan ettiler.6

6 Sui-şu’nun kaydına göre Ç’u-lo Kağan T’ie-le (Tölös)ler tarafından mağlup edildi ve bu zaferin ardından Tölösler çok güçlendiler; I-wu (Hami), Kao-ç’ang (Turfan) ve Yen-k’i onların hakimiyetine girdi. Ç’u-lo Kağan’ın T’ie-le (Tölös)ler tarafından mağlup edilmesi Sui-şu’nun Batı T’u-küe’leriyle ilgili notlarında da zikredilmektedir. Ç’u-lo Kağan gücünün kırılmasından sonra 611’de Çin’e sığınmaya mec­bur kalmış, Uygurlar da uzunca bir mutlu dönem yaşamışlardır.

Başlangıçta T’e-le (Tölös)ler arasında Pu-ku, T’ong-lo, Hui-ho, Pa-ye-ku (Bayırku) ve reisleri se-kin unvanı taşıyan Fu-lo-pu kabileleri vardı; daha sonra hepsine Hui-ho adı verildi.

Hui-holar, Pa-ye-ku (Bayırku)ların kuzeyindeki topraklarda, So-ling (Selenga) nehri sahillerinde ve Ç’ang-an’dan 6900 li mesafede yaşıyorlar; su ve mera durumuna göre yer değiştiriyorlar­dı. Elli bin seçme askerleri vardı. Nüfusları 100 bin kişiydi.

İlk önceleri T’e-kien se-kin tarafından yönetiliyorlardı; onun ölümünden sonra kabile üyeleri oğlu P’u-sa’yı akıllı bularak işba­şına getirdiler. Çeng-kuan döneminin başlarında (627-649), P’u-sa ve Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)lar, T’u-küe’lerin kuzey sınırlarını iş­gal ettiler. T’u-küe hakanı Hie-li7 (Kat İl-han], oğlu Yü-ku şad’ı yüzbin kişilik bir süvari ordusuyla onların üzerine gönderdi. P’u-sa, beş bin süvariyle onu karşılayarak Ma-lie dağı civarında hezi­mete uğrattı ve kaçanları Tanrı Dağları’na kadar kovaladı. Orada tekrar saldırdı ve büyük bir bozgun vererek, pek çoğunu esir al­dı. Bu olaydan sonra Hui-holar büyük bir prestij kazandılar. Bü­tün halklarıyla Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)lara katılıp P’u-sa’ya Huo se-li-fa unvanı verdiler.8 Ayrıca (Çin) sarayına itaat arzetmek ve tartuk sunmak için elçiler gönderdiler. P’u-sa, mert ve cesurdu. Mükemmel planlar yapıyordu. Ne zaman düşmanla karşı karşıya gelse ve ne zaman ordusunu savaş meydanına sürse, mutlaka or­dusunun en başında giderdi. Az insanla kalabalık bir kitleye ha­kim oluyordu. Sürekli savaş, kılıç ve ok atma talimleri yapar, ava çıkardı. Annesi Wu-lo-hun hatun, danışmanlık yapıyor, davalara bakıyor, kanunları ihlal edenleri şiddetli şekilde tedip ediyor, adaleti hakkıyla dağıtıyordu. Kabileye bir düzen gelmişti. Hui-holar P’u-sa döneminde asûde bir hayat yaşadılar.

7 Hie-li, Kuzey Türklerinin kağanıdır; 630’de Çinliler tarafından esir edilmiş olmalıdır.

8 T’ang-şu (CCXVII, a, s. 1 r°) buraya şu cümleyi ilave ediyor: “O, ota­ğını Tu-lo (Tola) nehri sahillerine kurdu.”

Çeng-kuan devrinde (627-649), Hie-li kağan ve diğer T’u-küe’ler hapsedilip itaat altına alındıktan sonra kuzey barbarları arasında P’u-sa ve Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)lardan başka kudretli kimse kalmadı. T’ai-tsung, Kuzey T’u-küe’lerinin reisi Mo-ho-tu (Bagatur)a kağan unvanı vererek Hui-ho, Pu-ku, T’ong-lo, Se-kie, A-tie ve diğer kabileleri yönetmesi için gönderdi. T’u-mi-tu9 adlı Hui-ho (Uygur) beyi, diğer kabilelerin yardımıyla Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)ların kağanını To-mi’de ağır bir yenilgiye uğrattı ve o tarihten sonra Sie-yen-t’o kabile ve boylarını kendisine bağlaya­rak, topraklarını ele geçirdi.

9 T’ang-şu (CCXVII, a, s. 1 v°): “P’u-sa’nın ölümünden sonra, kabile beylerinden Hu-lu se-li-fa T’u-mi-tu, diğer kabilelerin yardımıyla Sie-yen-t’o’lara saldırdı.”

Yirminci çeng-kuan yılında (646) Hui-holar güneyde Ho-lan dağını10 aşarak Huang-ho’ya yaklaştılar. Çin sarayına tartuk gö­türmesi için elçiler gönderdiler. Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)larla yapı­lan savaşta elde ettikleri saygınlık sebebiyle (gelen elçilere) salon­da bir ziyafet tertiplendi.

10 Burada geçen Ho-lan dağını Ning-hia civarındaki dağla karıştırma­mak gerekir. Çünkü burada sözü edilen Ho-lan dağı, Şan-si eyaleti­nin en kuzeyindeki ikinci dereceden Cho kasabasında, Ma-i’deki dağdır.

Ling-wu’nun11 gelişinden mutlu olan T’ai-tsung, Hui-ho top­raklarının güneyinde posta istasyonları12 kurulmasını ve impara­torluğun hakimiyet alanlarının kuzey bölgesine de yayılmasını talep eden halkın bağlılık şartlarını kabul etti. T’ai-tsung, burada altı vilayet ve yedi ilçe kurdu; her vilayetin başında bir askeri va­li, ilçelerde ise vali vardı. Bütün vilayet ve ilçelere çang-çiler, se­malar ve diğer memurlar tayin edildi. Han-hai, Hui-ho (Uygur) vilayeti oldu. Kabilenin başındaki se-li-fa T’u-mi-tu’ya Han-hai’ın yönetiminden başka “mükemmelliği seven büyük general” unva­nı verildi. Halbuki T’u-mi-tu daha önce kendini kağan ilan etmiş ve vaktiyle T’u-küe’lerde bulunan memuri hiyararşiye benzer bir düzen kurmuştu. To-lan kabilesi13 Yen-jan; Pu-ku, Kin-hui; Pa-ye-ku (Bayırku) Yu-ling; T’ong-lo (Tongra) Kui-lin; Se-kie Lu-şan vilayetlerini uluşturdular. Hun kabilesi Kao-lan; Hu-sa kabilesi Kao-kü, A-tie kabilesi Ki-t’ien; K’i-pi kabilesi14 Yü-k’i; Tie-kie ka­bilesi Ki-lu; A-pu-se kabilesi15 Kui-lin16; Pe-si kabilesi Çen-yen ilçelerini oluşturdular. Ayrıca Hui-ho (Uygur)ların kuzeybatısın­da bulunan Kie-ku (Kırgız) kabileleri Kien-kun, yine (Uygurla­rın) kuzeyindeki Ku-li-kan (Kurikan)lar Hüan-küe, güneydoğu­sundaki Kü-lo-pular Çu-lung ilçelerini oluşturdular. Eski Şan-yü t’ai’ın yerine (başkenti) ziyarete gelenlere ve tartuk getirenleri yönlendirmek amacıyla tüm bölgeyi kontrol altında tutan Yen-jan ilçesi kuruldu.

11 Şan-si eyaletine bağlı Fen-çu şehrinin Ki-hü ilçesinde.

12 T’ung kien kang mu’ya göre imparator, 21. çeng-kuan yılında Uygur reislerinin talebi üzerine Uygurlar’ın güneyinden T’u-küe’lerin kuze­yine doğru uzanan bir yol yaptırdı. (O sıralar Kuzey T’u-küe’leri Çin’e tâbi idiler). 68 posta istasyonu bulunan bu yola “Göğün Oğlu­nu Ziyaret Yolu” adı verilmişti. Göğün oğlunun Çin imparatoru ol­duğu malum.

13 T’ang-şu, daha doğru olan To-lan-ko (Telangut) kaydını düşmekte­dir.

14 T’ang-şu’da Tie-kie yerine daha doğru olan Hie-kie yazılı.

15 T’ang-şu’da, A-pu-se yerine Se-kie.

16 T’ang-şu’da Kui-lin yerine Çe-lin.

22. çeng-kuan yılında (648), T’u-mi-tu yeğeni Wu-ho tarafın­dan öldürüldü. Wu-ho daha önce de teyzesini baştan çıkarmıştı. Şimdi ise Kü-lü mo-ho (baga) tarkan Kü-lo-pu ile iktidarı Kü-pi’ye vermek amacıyla T’u-mi-tu’yu öldürmeyi planlamıştı. Wu-ho ve Kü-lo-pu, Kü-pi’nin damadı idiler. Wu-hu bir gece vakti on- on beş süvarinin başına geçerek, Tu-mi-tu’nun otağını basıp onu öldürdü. Yen-jan ikinci askeri valisi Yüan Li-ç’en, Wu-ho’ya birilerini göndererek ayartmak için şöyle dedi: “Kumandan ola­rak atanmanız ve T’u-mi-tu’nun yerini almanız için imparatora bir rapor yazacağım.” Wu-ho bunun üzerine birkaç hafif süvariy­le Yüan Li-ç’en’in konağına gitti; diz çöktü ve şükranlarını ifade etmek için yeri öptü. Yüan Li-ç’en onu tutuklatarak kellesini vur­durdu, arkasından da imparatora bilgi verdi. T’ai-tsung, Hui-ho (Uygur) kabilelerinin kendisini terketmesinden korkuyordu, bu yüzden onuncu ayda savaş bakanlığı başkanı Ts’ui Tun-li’yi onla­rı sakinleştirmek amacıyla gönderdi ve ayrıca Tun-li’yi Kin-şan bölgesi ikinci generali olarak atadı. T’u-mi-tu’ya ise ölümünden sonra “sol muhafızları büyük generali” unvanı verdi. Hediye ve giysilerin sunulduğu önemli törenler düzenledi. T’u-mi-tu’nun daha önce ‘sol muhafız garnizonu büyük generali’ ve ‘yu-tso-lan-tsiang’ unvanlarına sahip bulunan oğlu P’o-juen, bu defa ‘Büyük se-li-fa’ ve ‘Hui-ho (Uygur) askeri işler komutanı’ unvanları veri­lerek Han-hai komutanlığına getirildi.

Daha sonra Kü-lo-pu saraya saygı sunmaya geldi, fakat T’ai-tsung onu tutuklayarak geri göndermedi.

İmparator Kao-tsung, Batı T’u-küe’lerinin kağanı A-şi-na Ho-lu’ya beş çur yani beş Tu-lu kabilesi ve beş se-kini (beş Nu-şi-pi kabilesi) yönetme hakkı verdi. Ho-lu, otağını Si’ye (Turfan) at sır­tında on beş günlük mesafedeki To-lo-se nehrinin sahiline kurdu. Hui-ho (Uygur)lar batı tarafında T’u-küe’lere tâbi olmak isteme­diler.

2. yung-hui yılında (651) Ho-lu, Pei-t’ing’i (Guçen yakınların­da) tahrip etti. İmparatorun emriyle General Leang Kien-fang ve K’i-pi Ho-li, yirmi bin kişilik bir ordunun başında ve elli bin Hui-ho (Uygur) savaşçısını da yanlarına alarak, Ho-lu’ya ağır bir dar­be indirip Pei-t’ing’i istirdat ettiler.

Birinci hien-k’ing yılında (656) Ho-lu tekrar sınırı ihlal etti. Ç’eng Çi-tsie, Su Ting-fang, Jen Yasiang ve Siao Se-ye, bir impara­torluk fermanıyla, askerlerin ve Hui-ho (Uygur) birliklerinin ba­şında Ying dağında Ho-lu’ya ağır bir darbe indirdiler. Arkasından Kin-ya dağında onunla tekrar savaşarak kontrol altında tuttuğu tüm bölgeyi ele geçirdiler ve onu batı yönünde Ye-lo vadisine ka­dar takip ettiler. Ho-lu, batı tarafındaki Şe (Taşkent) Krallığı’na kaçtı. Su Ting-fang’a refakat etmekte olan P’o-juen, Ho-lu’nun pe­şine takılarak Şe’nin kuzeybatısındaki Su-tu şehrine geldi.17 Şehir hakimi İ-ni tarkan, Ho-lu’yu tutukladı ve Lo-yang’a gönderdi. Toprakları Meng-ç’i ve Kun-ling vilayetleri haline getirildi. Başla­rına ise vali olarak A-şi-na Mi-şe ve A-şi-na Pu-çen getirildi. Beşi solda Nu-şi-pi, beşi sağda Tu-lu kabileleri olmak üzere on kabile­yi yönettiler. Ho-lu’ya bağlı bütün boyları ise vilayet ve ilçelere da­ğıttılar. Bölgenin en uç noktası Po-ssu (Persia) sınırı idi.

17 Eğer bu kayıt doğruysa, daha önce Su-tu adıyla Sutruşana şehrinin kastedildiği şeklindeki tanımlamayı geçersiz kılmaktadır. Çünkü Sutruşana veya Ura-tübe Taşkent’in kuzebatısında değil, güneydoğusundadır.

P’o-juen ‘sol muhafızları büyük generali’ rütbesine terfi ettiril­di ve Han-hai kumandanı oldu.

İkinci yung-hui yılında (655) Hui-ho (Uygur)lar Kao-li’de çarpışmak üzere Siao Se-ye’nin arkasından birlikler gönderdiler.

Lung-ço döneminde (661-663) P’o-juen öldü. Kızkardeşi Kra­liçe Pi-su-tu, Hui-ho (Uygur), T’ong-lo ve Pu-kuların başına ge­çerek sınırı ihlal etti. Kao-tsung, Çeng Jen-t’ai’a Pu-ku ve diğer kabilelerle savaşarak itaat altına almasını emretti. Mağlup olan Pi-su-tu geri çekildi. Bu olaydan sonra T’ie-le (Tölös) kabilesinin topraklarında T’ien-şan kazası kuruldu.

Yung-lung döneminde (680) Tu-k’i-çi, si-şeng döneminde (684-704) Fu-ti-fu, k’ai-yüan döneminde (713-741) Ç’eng-tsung ve Fu-ti-nan bir biri ardınca kabilenin başına geçtiler ve barbar bölgelerini yönetmek için kumandan unvanı aldılar. Değişik ka­bilelerin yönetimi sağ ve sol şadları tarafından deruhte edildi.

Hui-ho (Uygur)lar, k’ai-yüan döneminde (713-741) yavaş ya­vaş güçlendiler. Leang-çu kumandanı Wang Kün-ç’uo’yu öldüre­rek diğer ülke heyetlerinin Ç’ang-an’a gitmek için kullandıkları An-si yolunu kestiler. Hsüan-tsung, Kuo Çi-yün ve diğerlerine onları cezalandırarak tenkil etmelerini emretti. Hui-holar, Si-ç’eng’in kuzeyinde Ötüken tepelerine sığındılar. Si-ç’eng, Han ha­nedanı döneminde Kao-kü18 pekenti denilen yerdi ve Tsi-şi geçi­dine üç yüz li mesafedeydi. O sıralar (Uygurlar)ın başında şu on bir kumandan vardı: Dokuz ilkel kabile vardı; birincisinin ismi, kağan ailesinin adı Yo-lo-ko idi; ikincisinin adı Hu-tu-ko, üçün-cüsünki Tu-lo-wu, dördüncüsünki Me-ko-si-ki, başıncisininki A-wu-tsu, altıncısınınki Ko-sa, yedincisininki Hu-wen-su, sekinci-sininki Yo-wu-ko ve dokuzuncusununki Ki-ye-wu idi. Her kabi­lenin bir beyi vardı. (Bundan başka Uygurlar) Pa-si-mileri (Bas-malları) yendiklerinde bir kabileyi daha bünyelerine katmış, Ko-lo-lu (Karluk)ları yendiklerinde bir başka kabileyi dahi bünyele­rine almış ve her birinin başına bir bey atamışlardı. Tüm bu ka­bilelerin ortak adı “onbirler” idi. Yola çıktıklarında veya konakla­dıklarında, savaştıklarında yahut savaşa gittiklerinde, öncüleri daima bu iki kabileden gönderirlerdi.

18 Kao-kü, Se-ma Ts’ien’in eserinin VI. Bölümünde geçmektedir. (Fran­sızca çevirisi, II/158 n. 7)

T’ien-pao dönemi (742-755) başlarında, liderleri şe-hu (yab-gu) Hie-li t’u-fa saygılarını sunmak için saraya elçiler gönderdi; ona ‘adaleti kabul eden kral’ unvanı verildi. Üçüncü yıl (744) Pa-si-milere (Basmallara) saldırarak mağlup etti ve yine saraydan Ku-tu-lu (Kutluk) pi-kia (bilge) k’üe (kül) kağan unvanı aldı; ...

Sie-yen-t’olarla ilgili notlardan özetler

T’ang-şu, CCXV11, b, s. 3 r°

Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)lar,19 önceleri Sie [Si] halkıyla kaynaş­mış haldeydiler; daha sonraları Yen-t’o kabilesini mağlup ederek itaat altına aldılar ve böylece adları Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)lar ol­du. Soy adları İ-li-tie idi. Diğer T’ie-le (Tölös) kabileleri arasında en cesur ve müreffeh olanlar bunlardı. Görenekleri büyük ölçüde T’u-küe gelenekleriyle aynıydı.

19 Sie-yen-t’oların Sir-Tarduşlarla özdeşleştirilme teklifi Hirth tarafın­dan ileri sürülmüştür (Nachworte, s. 129).

Batı T’u-küe kağanı Ç’u-lo T’ie-le (Tölös) reislerini öldürünce, onlara bağlı olan insanlar isyan ederek, birbirlerine koşulup çe­kip gittiler. K’i-pi Ko-leng, İ-wu-çen mo-ho (baga) Kağan seviye­sine kotarılarak otağını T’an-han dağına kurdu; Sie-yen-t’o İ-şi-po’ya ise Ye-tie Kağan unvanı verildi. O da otağını Yen-mo dağı­na kurdu.

T’u-küe hakanı Şe-kui tekrar güçlenince, bu ikisi kağan unva­nını hiçe sayarak, gelip ona itaat arzettiler. Ötüken dağlarında ya­şayan Hui-ho (Uygur), Pa-ye-ku (Bayırku), A-tie, T’ong-lo (Tongra), Pu-ku, Pe-si kabileleri doğudaki Şi-pi Kağan’a bağlan­dılar; Kin-şan (Altay)da yaşayan İ-şi-po ise batıdaki Şe-hu (yab-gu) Kağan’a bağlandı. İkinci çeng-kuan yılında (628) Şe-hu (yab-gu) Kağan20 öldü; hakanlığında kargaşa çıktı. Bunun üzerine İ-şi-po’nun İ-nan adındaki torunu kendine bağlı yetmiş bin çadırla Hie-li Kağan’ın emrine girdi.

20 Şe-hu (yabgu) unvanı, her ne kadar tüm Batı T’u-küe kağanlarının or­tak unvanı ise de, burada ancak 628 yılında hüküm süren T’ung şe-hu Kağan’ı gösteriyor olabilir. Diğer yandan, Hsüan-tsang kendisiyle 630 yılı başlarında bizzat karşılaştığına göre, T’ung şe-hu Kağan 628 yılında ölmüş olamaz. T’ung şe-hu Kağan’ın haleflerinden Si-p’i Ka­ğan da 630 yılında zikredildiği için T’ung şe-hu’nun Hsüan-tsang’ın geçip gitmesinden bir süre sonra öldüğünü var saymak gerekir.

Daha sonraları T’u-küe’ler zayıfladılar. İ-nan fikrini değiştire­rek Hie-li’ye [Kat İl-han] saldırdı. Hie-li Kağan zayıf düşünce di­ğer boyların büyük bir kısmı başkaldırdı; İ-nan’a tâbi olanlar ise onu başlarına kağan seçtiler. Fakat İ-nan bu unvanı kullanmaya cesaret edemedi. Bir sonraki yıl (628),21 Hie-li’ye karşı bazı plan­lar hazırlayan T’ai-tsung, yu-kilerin generali Kiao Şi-wang’ı kes­tirme yollardan İ-nan’a bir imparatorluk fermanı, bir davul ve bir tuğ götürerek, Çen-çu pi-kia (bilge) Kağan unvanı vermesi için gönderdi. İ-nan, verilen unvanı aldıktan sonra, şükranlarını sun­mak ve ülkesinin ürünlerinden takdim etmek için bir elçi gön­derdi. Daha sonra otağını başkentin kuzeydoğusuna düşen sağ hatta altı bin li mesafedeki Ötüken dağlarına kurdu. Doğusunda Mo-holar, batısında şe-hu (yabgu22) T’u-küe’leri, güneyde kum­lu çöl, kuzeyde Kü-lun [Kerulen] nehri bulunuyordu. Toprakları geniş, halkı itaatkârdı. Çeşitli Uygur kabileleri ve diğerleri arasın­da ona bağlı olmayanı yoktu. Küçük kardeşi T’ung tegin, saygıla­rını sunmak için saraya gitti. İmparator ona çok değerli bir han­çer ve kıymetli bir kamçı vererek şöyle dedi: “Eğer halkınızdan ağır suç işleyenler23 olursa, onları benim kamçımla kamçıla!” İ­nan, bunu önemli bir teveccüh işareti olarak telakki etti. Hie-li kağan yenildikten24 sonra tüm barikatlar kaldırılarak, siperler,25 boşaltıldı. İ-nan, kabilesinin başına geçerek yavaş yavaş batıya doğru kaydı. Ordasını Tu-lo (Tola) nehrinin güneyindeki Tu-wei-kien dağına kurdu. Artık başkente topu topu üç bin li mesafedey-di.26 Doğusunda Şi-weiler, batısında Kin-şan (Altay) dağı, güne­yinde T’u-küe (Türkler), kuzeyinde Han-hai bulunuyordu. Bu, eski Hiung-nu’ların toprağıydı..

21 Bu tarih T’ung kien kang mu’da geçmektedir.

22 Batı T’u-küe’lerinin japonca_dipnot_1.pngşekilde yazı şekilde yazılışı dikkat çekicidir. Bkz.Kiu T’ang-şu, XL, s. 29 vo; japonca_dipnot_2.png “şe-hu (yabgu) kabileleri” ifa desi 640’da Batı T’u-küe’lerini göstermek için kullanılıyordu. Keza, T’ang-şu (CCXXI, a, s. 1 ro) Tang-hiang’lardan bahsederken onların doğuda Sung vilayeti, batıda ise şe-hu (yabgu) ile sınırdaş olduklarını kaydetmektedir. Bu örnekler “yabgu” veya “yabgu kabileleri” yahut “yabgu T’u-küe’leri” ifadelerinin Batı T’u-küe’leri için kullanıldığı görülmektedir ve esasen ‘yabgu’ unvanı sadece T’ung şe-hu veya Si şe-hu gibi birkaç hakanın değil, tüm prensler tarafından kullanılıyordu.

23 Yani isyan edenler olursa..

24 630’da.

25 Barikatı veya Çin sınırını savunan askerlerin bulundukları siperler.

26 Halbuki daha önce de gördüğümüz gibi İ-nan Ötüken dağında bulun­duğu sırada başkenti 6000 li mesafedeydi. Bana göre bu metin Yü-tu-kün dağının Tola’ya çok yakın mesafede bulunan Ötüken’le özdeşleş-tirilemeyeceğini göstermektedir. T’ung kien kang-mu (2. çeng-kuan yılının sonunda) U-te-kien, K’i-tu-kün ve Yü-t’u-kün’ü aynı yer ola­rak göstermektedir.

Şa-t’olarla ilgili notlardan özetler

T’ang-şu, CCXV111, s. 1 r°

Şa-t’olar, Batı Türklerinden inen bir kabiledir ve Ç’u-yüe’lerin bir koludur. Doğu ve Batı T’u-küe (Türk) kabileleri birbirlerin­den ayrıldıkları zaman, (batılı kabileler) Wu-sunların eski top­raklarını işgal ederek orada Ç’u-yüe ve Ç’u-milerle kaynaştılar.

Yedinci çeng-kuan yılında (633), T’ai-tsung (Hi) li-pi tu-lu Kağan’a bir davul ve bir tuğ vermek suretiyle unvanını onayla-dı.27 Halbuki akrabalarından Pu-çen, ümitlerinin yıkıldığını gö­rünce, kardeşi Mi-şe’ye ait olanlara el koymayı düşünerek iktida­rı gaspetti. Korkuya kapılan Mi-şe, Ç’u-yüe’lerin ve diğer boyla­rın başına geçerek saraya şikayet etmeye gitti.28 Zaten ümitsiz bir durumda olan Pu-çen de halkıyla birlikte itaat arzetti. Tu-lu, onun geride bıraktıklarını Şe-kui tegin Ki-yü’nün oğlu Ho-lu va­sıtasıyla yönettiriyordu. Batı T’u-küe (Türk)leri yavaş yavaş güç­lendiler. Fakat bilâhare taht kavgaları yüzünden birbirlerine sal­dırdılar. Büyük hakanlardan İ-p’i tu-lu Kağan, otağını Tsu-ho da­ğının batısına kurdu. Buna ‘Kuzey Ordası’ denildi. Ç’u-yüe’ler ve diğer kabileler ona itaat ettiler. Ç’u-yüe’ler Kin-so dağının güne­yinde ve Pu-lei’in (Barkul Gölü)29 doğusunda yaşıyorlardı. Ora­da Şa-t’o denilen büyük bir taşlı çöl vardı. Bu yüzden onlara “Şa-t’o Türkleri” adı verildi.

27 Hi-li-pi tu-lu kağan, imparatorun A-şi-na Mi-şe’ye verdiği unvandı.

28 639 yılında.

29 Her ne kadar burada Ç’u-yüe’lerin yaşadıkları yer Barkul Gölü’nün doğusu olarak gösteriliyorsa da, gölün batısındaki bölgede yaşıyor olmaları gerekir. Çünkü Çinliler 654’de Ç’u-yüe’lerin topraklarında Kin-man ve Şa-t’o adında iki ilçe kurmuşlardı (ileriye bkz.) ve ger­çekte Kin-man Guçen yakınlarnda yani Barkul Gölü’nün batısınday-dı. T’ang döneminde hazırlanan batı bölgesi haritasında (Si yü t’u çi, blm. III, s. 8 v° ve 9 r°) Ç’u-yüe ve Şa-t’oların yeri gölün batısında gösterilmektedir. Belki de Ç’u-yüe’ler Guçen yakınlarında, onlardan kopan Şa-t’olarsa aynı gölün doğusunda yaşıyorlardı.

İ (Hami) şehrini yakıp yıkan Tu-lu, her iki kabilenin savaşçı­larını T’ien-şan şehrini kuşatmak için götürdü. An-si askeri vali­si Kuo Hiao-k’o, ona saldırarak püskürttü (642)30 ve Ç’u-yüe prensinin şehrini zaptetti. Daha sonra İ-pi Kağan mağlup edildi ve T’u-ho-lo’ya (Toharistan) kaçtı.

30 T’ung kien kang mu’ya göre bu olay 642 yılı sonbaharında olmuştur.

Ho-lu, gelerek itaatini bildirdi (648). Bir fermanla ona Yao-ç’i valisi unvanı verildi. Bunun üzerine yönetim merkezini T’ing böl­gesindeki Mo-ho şehrine taşıdı. Ç’u-yüe, Çu-ye K’üe se-kin A-küe de imparatorluğun bir parçası olmak için müracaatta bulundu.

Yung-hui dönemi (650-655) başlarında, Ho-lu isyan etti. Bu­nun üzerine Çu-ye Ku-çu da (barbarları) kendi safına çekmek ve sakinleştirmekle görevli (Çinli) komiseri31 öldürerek (Ho-lu’yla) birleşti. Savaşçılarıyla Lao dağına32 çekilerek istihkam kurdu. Fa­kat Şi-pi kabilesinin33 prensi Şa-t’o Na-su, onun peşinden gitme­yi reddetti. Kao-tsung da ona Ho-lu’nun yönettiği boyları verdi.

31 T’ang-şu’da (III, s. 1 v°) komiserin ismi Tan Tao-hui olarak geçiyor. Çu-ye Ku-çu tarafından 651 yılının onikinci ayında öldürüldü.

32 Lao dağı, Uygurlar’ın yerleşim birimini, diyelim Kara-balgasun, mü­teakiben takip edilen aşağıdaki güzergahta sözü edilen Orhon nehri­nin sağ sahili üzerindeki yerdir: “Bu kampın doğusunda tek bir vadi vardır; batıda ise bu bölge U-te-kien (Ötüken) dağına dayanır; gü­neyde U-kuan (Orhon) nehrine yaslanır. Kuzey yönünde 6 veya 700 li mesafede Sien-o (Selenga) nehri vardır. Nehrin güney akımı üze­rinde Fu-kui şehri yer alır. Daha sonra, tam kuzeyde biraz doğuya doğru, karlı dağlar, çam ve kayın ormanları ve birçok kaynaklar ve göller aşılır. 1500 li gittikten sonra Ku-li-kan (Kurikan)ların toprak­larına gelinir. Bu topraklardan sonra batı istikametinde on üç gün yol alınca T’u-po kabilesine gelinir (Hirth, Nachworte, s. 40); kuzeye doğru bir altı veya yedi gün daha yürüyünce Kien-kun (Kırgız) kabi­lesine gelinir ki, Lao dağı ve Kien (Kem, Yukarı Yenisey) nehri ora­dadır.” Elimizdeki bu bilgi, Lao dağının Tangnu tepelerinde veya Sa­yan dağlarında bulunup bulunmadığını tespit için oldukça yetersiz bir bilgidir. (Tangnu ve Sayan dağları konusunda yapılan tartışmalar için bkz. Hirth, Nachworte, s. 41-42 ve Radloff, Die Inschrift des Ton-jukuk, p. XIII-XIV).

33 Bu kabilenin adıyla daha önce karşılaşmıştık.

Bir sonraki yıl (652), Kung-yüe bölgesi genel valisi Leang Ki-en-fang ve K’i-pi Ho-li, (Çu-ye) Ku-çu’yu tepeleyerek dokuz bin adamını esir aldılar. Yine bir yıl sonra (653’de) Yao-ç’i hükumeti ortadan kaldırılarak Ç’u-yüe toprakları üzerinde valiler tarafın­dan yönetilen Kin-man ve Şa-t’o ilçeleri kuruldu.

Lung-şo dönemi (661-663) başlarında, Ç’u-yüe reisi Şa-t’o Kin-şan,34 askeri muhafızlar generali Si Jen-kui’nin T’ie-le (Tö-lös)lere karşı düzenlediği sefere katıldı. Ona Mo-li35 ordusunun “tenkil ve taarruz komiseri” unvanı verildi. İkinci ç’ang-an yılın­da Kin-man vilayeti valisi atandı ve ayrıca Çang-ye bölgesi onur unvanı verildi. Ölümünden sonra oğlu Fu-kuo yerini aldı.36

34 [s. 310’daki ek ve düzeltme: Şa-t’o Kin-şan 712 yılında henüz hayat­taydı; Nitekim Tse-çi t’ung kien’de “Birinci sien-t’ien yılının (712) ikinci ayının sin-yu günü, Şa-t’o Kin-şan tartuk götürmesi için bir el­çi gönderdi. Şa-t’olar Ç’u-yüe’lerin bir koluydu. Soy adları Çu-ye idi” cümlesini okuyoruz. Tse-çi t’ung kien’nin bir notu, Pa-ye veya Pa-ye-ku kabilesinin adını Şa-t’oların prens ailesinin cedd-i âlisinin adı ola­rak gören Kiu wu tai şi (blm. XXV, s. 1 r°) ve Wu tai şi’nin (blm. IV s. 4 r°) yanılgısını ortaya koymaktadır.]

35 Mo-li askeri kampı Kua-çu’nun kuzeybatısına 1000 li mesafedeydi. (T’ang-şu, XL, s. 8 r°.) Tse-fu t’ung kien (742 yılı, blm. CCXV, s. 1 v°) Mo-li askeri kampının Kua-çu’nun 1000 li kuzeybatısındaki eski Yüe-çi Krallığı’nın yerinde bulunduğunu ve beş bin asker barındırdığını be­lirtmektedir.

36 [s. 309-310’daki ek ve düzeltme: M. P. Pelliot, Şa-t’o Fu-kuo’nun ha-nımıyla ilgili bir metni bana gönderme lutfunda bulundu. Lu Sin-yü-an’ın P’an Tsu-in önsözüyle 1890’da yayınlanan 1 ku t’ang t’i pa’sında (blm. XVI, s. 5), Kin-man ilçesi genel valisi ve Ho-lan hassa ordusu büyük komiseri saygıdeğer Şa-t’o’nun hanımı ve Kin-ç’eng bölgesi prensesi bayan A-şi-na’nın şerefine dikilen T’ang dönemine ait bir mezar kitabesinde bir notun” bulunduğu belirtilmektedir. Sonu şu şekilde biten kitabenin baş kısmı elimizde mevcut değildir: “Hatun, A-şi-na soy adına sahipti. Daha önce kesintiye uğrayanı devam etti­ren kağan Pu-çen’in torun kızı, efendisine hizmet etmek için sadaka­tini son haddine kadar kullanan kağan, cesur süvariler büyük gene­rali Hu-şe-lo’nun torunu, On Okların kağanı ve yenilmez sağ muha­fızlar büyük generali Huai-tao’nun büyük kızıydı.” - Notun geri ka­lan kısmından, bu prensesin eşinin zati adı kitabede verilmiyor ise de, bizim bu çalışmamızda sözü edilen Şa-t’o Fu-kuo’dan başkası ola­mayacağı anlaşılıyor. A-şi-na Hatun 719 yılında 25 yaşında öldü. On yedi yaşında ve tabii olarak 711 yılında evlenmişti. Ancak analiz ettiğimiz bilgiye göre evlilik tarihi 712 yılı yani Şa-t’o Fu-kuo’nun Pei-t’ing’e yerleşmek ve Çin’e itaat arzetmek için geldiği yıldı. A-şi-na Huai-tao’nun kızılı olan bu prenses, 722’de Türgiş hanı Su-lu’yla ev­lenen Kiao-ho prensesinin kız kardeşiydi. Oğlu Muahhar T’ang ha­nedanının birinci imparatoru olan Li K’o-yung, beşinci kuşaktan Şa-t’o Fu-kuo ve Kin-ç’eng prensesinin torunudur. (Wu tai şi, blm. IV). M.P. Pelliot, aynı eserde (blm. XVI, s. 7) 723 yılında ölen bir Türk prensesinin şerefine hakkedilen mezar kitabesi üzerinde Doğu Türk­leri tarihiyle ilgili olarak henüz burada bullanamayacağımız çok dik­kat çekici bir not bulmuştur.

Sien-t’ien dönemi (712) başlarında, (Fu-kuo) T’u-po’dan (Tibetliler’den) gelecek tehlikeyi bertaraf etmek amacıyla yöne­tim merkezini Pei-t’ing’e (Guçen yakınlarında) taşıdı. Tebaasıy-la birlikte saraya itaatlerini arzetmeye geldi. İkinci k’ai-yüan yı­lında (714) yeniden Kin-man valiliğine getirildi. Annesi Şu-ni-şi’ye37 de Şan Krallığı fu-jen onur unvanı verildi. Fu-kuo zaman içinde Yung-şu bölgesi kralı mertebesine kadar yükseldi. Ölü­münden sonra oğlu Ku-tu-şe yerine geçti; vs.

37 Şu-ni-şi, Batı Türklerindeki Tu-lu kabilerinden beşincisinin adıdır. Fu-kuo’nun anasının bu adı taşıması da muhtemelen o kabileden ol­duğunu göstermek için verilmiştir.

II
BATI ÜLKELERİ

Giriş

Çalışmamızın bu bölümünde uyguladığımız metod şudur: Yalnızca Batı Türklerinden bahsedilen kısımları ortaya çıkarmak imkansızdır. Çünkü bu kısımlar, ancak genel anlatı içinde veril­diğinde anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla biz, T’ang-şu’nun Batı ül­keleriyle ilgili kısmını aldık ve Batı Türkleriyle bir şekilde alâka­sı bulunan tüm ülkelere ilişkin notları bütünüyle çevirdik. Bu çe­viri, Kiu T’ang-şu (blm. CXLVIII), Sui-şu (blm. XLVIII) ve Pei-şi (blm. XCVII)de bulabildiğimiz tüm bilgileri şerhederek üzerine yamadığımız bir şablon oluşturdu.

Burada ilk bakışta oldukça önemli gibi görünüyor olmasına rağmen, Wei-şu’nun (blm. CII) Batı ülkeleriyle ilgili bölümünü neden kullanmadığımızı izah etmek zorundayız. Wei-şu, eseri 551’de tekrar düzene koymakla görevlendirilen ve beşinci t’ien-pao yılının (554) 3. ayında imparatora takdim eden, yine aynı yı­lın sonunda yirmi bölüm daha ilave ederek bölümlerin toplam sayısını 130 çıkaran Wei Şu isimli birisi tarafından yazılmıştır. Fakat elimizdeki Wei-şu yalnızca 114 bölümdür ve yazarın telif ettiği şekli değildir. Eserin Sung döneminde yeniden gözden ge­çirilerek eksik olan otuzdan fazla bölümün Fan Tsu-yü’nün de (1041-1098) bulunduğu bir edebiyatçılar komisyonu tarafından tekrar derlendiğini biliyoruz. (Bkz. Se k’u ts’üan şu tsung mu, blm. XLV ve Wei-şu’nun fihristinden sonra Fan Tsu-yü ile meslektaşla­rının önsözü). Batı ülkeleriyle ilgili kısım, Sung dönemi yazarlarınca ilave edilmiş bir bölümdür. Bu bölümde sadece Pei-şi’nin XCVII. bölümünü almış, Kao-ç’ang (Turfan)a ait notlar ve An Krallığı’yla ilgili tüm kısımlar çıkarılmıştır. (Bkz. Wei-şu, blm. CII, Kien-lung basımı tenkit notları). “Bu bölüm Wei Şu’nun ki­tabında yoktu; Pei-şi’nin batı ülkeleriyle ilgili bölümü olduğu gi­bi kopya edilmiş; ancak, An Krallığı ve komşu beyliklerle ilgili kı­sım alınmamıştır.)” Wei-şu’nun CII. bölümünün orijinal bir de­ğeri olmadığı gibi, bir takım eksiklikler de göze çarpmaktadır. Eğer K’ang (Soğdiyana) Krallığıyla ilgili notu ele alırsak, ülke kralının Türk hakanı Ta-tu’nun kızıyla evlendiğini görüyoruz. Daha ileride ise K’ang kralının ilk defa t’ai-yüan döneminde (435­439) saraya bir elçi gönderdiği, arkasından imparatorlukla tüm ilişkilerini kestiğini okuyoruz ki, buna göre Ta-tu Kağan 435-439 yılları arasında elçilik heyetinin gönderilmesinden bir süre önce yaşamış olmalıdır ve tabi ki tam bir saçmalıktır. Çünkü diğer tüm Çin kaynakları T’u-küe’lerin VI. Yüzyılın ortalarına doğru güç­lenmeye başladıklarını ortaya koymaktadır. Fakat K’ang Krallı-ğı’nın ta-ye döneminde (605-616) saraya ilk defa elçi gönderdiği­ni belirten Pei-şi’nin ilk metnine müracaat ettiğimizde bu güçlük ortadan kalkmaktadır. Wei-şu’da ta-yen kelimesi kaldırılarak ye­rine Sui hanedanı dönemine ait ismi Wei hanedanı yıllarına ait bir isimle değiştirmek isteyen beceriksiz bir editör tarafından ta-ye konulmuştur. (Nitekim bu hata Wei-şu’nun K’ien-lung baskı­sında belirlenmiştir. Blm. CIII sonu). Metinle ilgili olarak yaptı­ğımız tenkit, K’ang Krallığı’nın Çin’le ilk defa ta-ye döneminde (605-616) ilişki kurduğu, bunun da Ta-tu Kağan’ın kızıyla izdi­vaç yapan prensin hükümdarlık tarihlerine uygun düştüğü sonu­cuna götürmektedir ki, dolayısıyla bu, bendenizin (s. 84’deki notta) Ta-tu Kağan’ın Batı Türklerinde ve münhasıran 603’e ka­dar Kuzey Türklerinde hüküm süren Ta-t’u Kağan ve Tien-küe olduğu şeklindeki görüşüme de galiba ters düşmektedir.

Eğer Pei Ts’i-şu’nun yabancı ülkelerle ilgili hiçbir bölüm ihti­va etmediği ve Çou-şu’nun ise T’u-küe’lerle ilgili notu hariç, ba­tıdaki diğer krallıkların Türklerle olan ilişkileri konusunda her­hangi bir bilgi sunmadığı göz önünde bulundurulursa, eski ve ye­ni iki T’ang tarihinin dışında, sadece Sui-şu ve Pei-şi’nin batı ül­kelerinin T’u-küe’lerle ilişkilerine değindiğini görürüz.

Sui-şu, T’ang hanedanı döneminde 629’de eseri kaleme al­makla görevlendirilen ve 636’da yazımı tamamlayan Wei Çeng (bkz. Kiu T’ang-şu, LXXI, biyografi) ve diğerleri tarafından yazıl­mıştır.

Pei-şi’nin yazarı Li Yen-şu’dur (bkz. Biyografi, Kiu T’ang-şu, LXXIII, s. 6 v° ve T’ang-şu, CII, s. 9 r°) ve bizzat müellifin önsö­zünde dediği gibi, 386-618 yılları arasındaki kuzey hanedanları tarihini ele almaktadır (Pei-şi, C, s. 13 v°) Li Yen-şu’nun babası bu eserle ve güney hanedanları tarihiyle ilgili malzemeleri topla­mıştı, fakat o 628’de başladığı işi bitiremeden ölünce, on altı yıl­lık bir çalışmadan sonra da olsa oğlu eserin yazımını tamamlamış ve muhtemelen Pei-şi 644’lerde saraya sunulmuştur.

Kiu T’ang-şu’nun başlıca yazarı, 887-946 yılları arasında yaşa­yan Liu Hiu’dur (bkz. Kiu wu tai-şi’deki biyografi, blm. LXXXIX, ve Wu tai-şi, blm. LV). Yazarın eserini ne zaman neşrettiği tam olarak bilinmiyorsa da, muhtemelen ölümünden kısa bir süre öncedir.

T’ang-şu’ya gelince, en tanınmış yazarları Wu-yang Siu ve Sung K’i olan bir komisyon tarafından kaleme alınmıştır. Bu ya­zarlar 1044’de imparatorun emriyle eseri yazmaya başlamış ve 1060’da tamamlamışlardır.

Kao-ç’ang (Turfan)

T’ang-şu, CCXX1, a, s. 4 r° vd

Kao-ç’ang, başkente kuş bakışı dört bin li mesafededir. Doğu­dan batıya uzunluğu sekiz yüz li, kuzeyden güneye uzunluğu ise beş yüz li’dir. Toplam yirmi bir şehri vardır. Kralın başkenti Kia-ho’dadır38 ki, Han dönemindeki sabık Kü-şi39 ülkesinin başkentide burasıydı. T’ien-ti şehri40 Wu-ki hiao-wei41 hükumetinin payitahtıydı. Krallığın iki bin seçme askeri vardır. Toprakları münbit-tir. Yılda iki defa buğday ve hububat ürünü alınır. Pe-tie42 denilen bir bitki yetişir. Çiçeği toplanarak kumaş yapmak için dokunur. Halkın saçlarını başlarının arkasından sarkacak şekilde örgü yap­ması görenek haline gelmiştir.

38 Kiao-ho, bugünkü Yar-hoto’nun yerinde, Turfan’ın 20 li batısındaydı. Demek ki, T’ang döneminde Kao-ç’ang Krallığı’nın başkenti Tur-fan’da değil, buradaydı.

39 Han döneminde Kiu-şi veya Ku-şi Krallığı’nın iki payitahtı vardı. Sa­bık payitaht, burada da belirtildiği gibi, daha sonra Kao-ç’ang’ın baş­kenti olan şehirdir ki, Yar-hoto’nun yerinde, Turfan’ın batısında bulunuyordu. Kü-şi’nin sonraki payitaytı ise T’ang hanedanı dönemin­deki Kin-man sancağı idi ve Guçen’in batısında Tsi-mu-sa yakınla-rındaydı. Kao-ç’ang Uygur Krallığı’nın varlığını sürdürdüğü X. Yüz­yılda da eski ve yeni payitaht arasında bu ayırım vardı. Çin elçisi Wang Yen-ti, Kao-ç’ang Krallığı’nın evvelki başkentinden sonraki başkentine gitmiştir. O dönemde sabık payitaht Turfan’ın doğusun­da Kara-hoço’nun yerindeydi. Sonraki payitaht da muhtemelen Kü-şi Krallığı zamanındaki yerindeydi. Kü-şi veya Ku-şi Krallığı MÖ. 60 yılında Çinli general Çeng Ki tarafından yıkılmış, enkazı üzerinde şu sekiz prenslik kurulmuştur: İç Kü-şi, Dış Kü-şi, Doğu Ts’i-mi, Ba­tı Ts’i-mi, İç Pi-lu, Dış Pi-lu, Dış P’u-lei (Barkul), İç P’u-lei. Bunlar­dan son altısı, kuzeyin dağlık prenslikleri olarak adlandırılıyordu. Burada sözü edilen dağlar Tanrı Dağları veya kutsal dağlardır. Bkz. Ts’ien Han-şu’nun batı ülkeleriyle ilgili bölümü üzerine Sü Sung yo­rumu, i. ksm, s. 7 v°.

40 [s. 310’daki ek ve düzeltme: T’ien-ti şehri, günümüzdeki Luk-çun’dur. Tu Yu’yu kaynak alan Tse-çi t’ung-kien (blm. L, s. 10 v°) şöy­le demektedir: T’anglar Kao-ç’ang’ı mağlup ettiklerinde (640) T’ien-ti şehrini Liu-çung sancağına çevirdiler. Diğer yandan T’ung kien kang mu (blm. XXIX, s. 2 v°) Huo-çu (Karahoço)dan bahsederken şöyle demektedir: Bu şehrin 70 li doğusunda T’ang döneminin Liu -çung sancağı olan Liu ç’en şehri yer alır; şehrin (Huo-çu) 100 li ba­tısında ise T’ang döneminin Kiao-ho sancağı olan T’u-lu-fan (Turfan) şehri kâindir.]

41 Wu-ki hiao-wei misyonu, M.Ö. 48 yılında, bazılarına göre, Batı ülke­lerini pasifize etmek şeklinde belirlenmişti ve sabit bir merkezi yok­tu. Diğer yandan, kia, i, ping, ting, wu, ki, keng, sin, jen, kui denilen on çevrimsel harf serisinde sekiz tanesi ikişer ikişer dört mevsimi oluşturmaktadır, ama wu ve ki harfleri göçebelere aittir ve dört mev­simden her birindeki 18 günün başına gelmektedir. Wu-ki hiao-vvei’deki wu ve ki harfleri, sürekli hareket halindeki görevliye işaret etmektedir. Bilim adamlarına göre wu ve ki harfleri çevrimin ortasın­da yer almaktadır ve keza wu-ki hiao-wei de otuz altı barbar krallı­ğın ortasındaydı. Bu durumda bu memurun Turfan yakınlarında ika­met ediyor olmasından onun barbar krallıkları ortasında bulunama­yacağı hükmünün doğru olduğuna da işaret etmek gerekiyor. Beri yandan wu ve ki’nin toprağı sembolize ettiği yahut wu-ki hiao-wei’in toprağı işleyen tarım kolonilerini yönetme görevi bulunduğu da söy­lenmektedir. Ve en nihayet Sü Sung’daki açıklama, belki hayal gücü­müzü biraz zorlamaktadır ama, daha tutarlı görünmektedir: Wu-ki hiao-wei’in görevi Hiung-nuları geri atıp Batı ülkelerinde sükuneti sağlamaktı. Ancak Batı ülkeleri batıda yer aldığı için (bu harfler) me­talle ilgilidir; kuzeyde yaşayan Hiung-nular ise suyla bağlantılıdır. Wu ve ki harfleriyle sembolize edilen toprak, metal üretir ve suyu yönlendirir. Şu halde wu-ki hiao-wei’in wu ve ki harfleri ile gösteri­len iki işlevi vardı: Hiung-nuları yenmek ve Batı yörelerini sükuna kavuşturmak. Ts’ien Han-şu’nun Batı ülkeleriyle ilgili bölümünün Sü Sung yorumu için bkz. birinci ksm. s. 8 v°.

42 Sanırım burada pamuktan söz ediliyor. Hu Han-şu, Yün-nan’da yerle­şen ve muhtemelen ataları Laoslu olan Ai-lao’larla ilgili bir notta (CXVI, s. 8 r°) bu insanların dokumayı bildikleri pe-tie adlı bir elyaf­tan bahsetmektedir. Milattan önceki birinci ve sonraki ikinci yüzyıla ait olan bu bilgi, en eski kayıttır. Nan-şi’de (LXXIX, s. 7 r°) Kao-ç’ang (Turfan)da yetişen bir bitki hakkında şöyle denilmektedir: “Meyvesi koza gibidir; kozanın içinde ince ipi andıran lifler vardır. Bunlara pe-tie tse denilir. Ülke insanları bunları toplayarak bez dokurlar. Bu bez, oldukça yumuşak ve beyazdır.”

Ülkenin kralı K’ü Pe-ya,43 Sui’ler döneminde Yü-wen ailesin­den Prenses Hoa-jung lâkaplı imparator akrabası bir kızla evlen­di. Wu-ti dönemi başlarında (K’ü) Pe-ya öldü.44 Oğlu (K’ü) Wen-t’ai tahta çıktı ve babasının öldüğünü bildirmek için elçiler gön­derdi. Kao-tsu başsağlığı dileklerinin iletilmesi için bir heyet gönderilmesini emretti. Beş yıl sonra (K’ü) Wen-t’ai, saraya altı pus yüksekliğinde, bir kadem uzunluğunda, bir atı koşumundan tu­tup çekebilen, kuyruğunda yanan bir mumu taşıyabilen köpekler gönderdi.45 Bunların Fu-lin (Suriye)den geldiği söyleniyordu. Böylece ilk defa Çin’e Fu-lin (Suriye) köpekleri gelmiş oldu.

43 Çin kökenli olan K’ü ailesi, Kin-çeng’den (Kan-su’daki Lan-çu) gel­diği için Miladi 507 yılında Kao-ç’ang (Turfan) tahtına çıkmıştı. İlk kral K’ü Kia idi. Sonra tahta oğlu K’ü Kien, ondan sonra da K’ü Pe-ya geçti. Alıntı yaptığım Pei-şi (XCVII, s. 1), şu bilgileri ilave ediyor: “K’ü Kien’in ölümünden sonra oğlu (K’ü) Pe-ya tahta çıktı. Büyü­kannesi Türk hakanının kızıydı. Babası ölünce Türkler (K’ü Pe-ya’yı) kendi göreneklerini uygulamaya davet ettiler. (K’ü) Pe-ya uzun süre bu isteğe karşı direndi, fakat Türklerin aşırı ısrarları karşısında so­nunda itaat etti.” Oldukça muğlak olan bu pasaj, bana göre şu an­lamdadır: Bilindiği gibi Türk âdetlerine göre, baba öldüğünde oğlu onun hanımı ile [üvey annesiyle] evlenmek zorundaydı. Çin âdetle­rine göre, ikinci kuşaktan oğullar büyükanneleriyle evlenebilirlerdi. Türk âdetlerine uyması için K’ü Pe-ya’ya yapılan baskının sebebi bu­dur. Pe-ya, nefret etmesine rağmen Türk hakanın kızı olan büyükan­nesini hanımları arasına katmak zorundaydı. Bu aile bağı, Kao-ç’ang Krallığı’nı Türklere bağlayan tek bağ değildi. 629 yılı sonlarında K’ü Pe-ya’nın oğlu ve varisi Kral K’ü Wen-t’ai’ı ziyaret eden Hsüan-tsang, Şe-hu Kağan’ın büyük oğlu Ta-tu Şad’ın Kao-ç’ang kralının kızıyla evlendiğini nakletmektedir. (Daha ileride Hsüan-tsang’ın Hatırala-rı’yla ilgili bilgi özetine bkz.) Pei-şi (XCVII, s. 5 r°) K’ü Pe-ya’nın hü­kümdarlığı konusunda şu bilgileri vermektedir: “İmparator Yang (605-616) tahta çıktığında, değişik barbar halkları kendisine çekti. Dördüncü ta-ye yılında (60) (K’ü Pe-ya) haracını götürmesi ve hedi­yeler sunması için bir elçi gönderdi. İmparator elçiyi fevkalâde say­gıyla karşıladı. Bir sonraki yıl (609) (K’ü) Pe-ya, yani Kao-li (Kore)ye karşı düzenlediği sefer sırasında imparatora eşlik etmek amacıyla sa­raya saygılarını sunmaya geldi. Dönüşte imparatorluk ailesinden Prenses Hua-jung hanımla evlendirilmek suretiyle ödüllendirildi. Se­kizinci yılın (612) kışında tekrar barbarlar arasına döndü. Ülkesinde bir ferman yayınlayarak şöyle dedi: “Daha önceleri ülkemiz vahşi bir bölgenin sınırlarında bulunduğu için saçlarımız sırtımıza uzanıyor­du ve elbiselerimizi soldan düğmeliyorduk. Şimdiyse büyük Sui ha­nedanı hüküm sürmektedir. Dünya barış ve birlik içindedir. Ben, ye­tim kaldığımdan beri, uyum havası içinde yoğruldum. Dolayısıyla tüm büyük değişikliklere uymam gerekir. Halk ve onları yönetenle­rin hepsi saçlarını çözerek Çin usulü tepeden tutturmak, elbiseleri­nin soldan kapanan yakalarını kesmek zorundadırlar.” İmparator bu­nu haber alınca, ona övgüler yağdırarak şu fermanı yayınladı: “Ku-ang-lu büyük subayı, Pien Krallığı dükü ve Kao-ç’ang kralı K’ü Pe-ya, Çin asıllıdır; Batı bölgesinde tevarüsen hüküm sürmektedir. Vak­tiyle içinde bulunduğu oldukça ağır şartlar sebebiyle, bizden kop­muş ve Huların giysilerini giymişti. Sui hanedanımız cihana barış ge­tirdikten sonra, K’ü Pe-ya tüm engelleri göğüsleyerek kumlu çölü aşıp, haracını sunmak üzere saraya geldi. Elbisesinin sol yakasını kesti ve kıyafetinin alt kısmını uzattı. Barbar göreneklerini bırakarak Çin göreneklerini benimsedi. Kendisine giysiler ve boneler dışında başka giysiler hazırlayıp dikmesi için kalıplar verilmesi uygundur.” K’ü Pe-ya, daha önce Kao-ç’ang Krallığı’na devlet âyânlarını yollayan T’ie-le (Tölös)lere bağlıydı. Ülkesi topraklarından gelip geçen tacir­lerden vergiler alarak bunları T’ie-le (Tölös)lere gönderiyordu. Her ne kadar Çin’e kompliman yapmak için böyle bir ferman çıkardıysa da, T’ie-lelerden çekindiği için tavrını değiştirmeye cesaret edemedi. O yıldan itibaren ülkesinin ürünlerinden Çin sarayına haraç götür­mek üzere emir aldı.”

44 Kiu T’ang-şu’ya göre (CXCVIII, s. 3 r°) K’ü Pe-ya ikinci Wu-ti yılın­da (619) öldü.

45 Köpeklerin sayısı, biri erkek, diğeri dişi olmak üzere iki tane idi. 624 yılında Çin sarayına hediye edildi. (Kiu T’ang-şu, aynı yer)

T’ai-tsung tahta çıktığında (627), (K’ü) Wen-t’ai siyah tilki de­risinden yapılmış bir kürk hediye etti. İmparator da buna karşı­lık Wen-t’ai’ın eşi Yü-wen hanıma altın bir çiçek takı verdi. Yü-wen hanım ise imparatora yeşim tepsili küçük bir masa sundu. (K’ü Wen-t’ai), diğer krallıklardaki kıpırdanmaları anında saraya bildiriyordu.

4. çeng-kuan yılında (630), saraya saygılarını sunmaya gelen (K’ü Wen-t’ai),46 büyük bir merasimle karşılandı ve hatırı sayılır hediyeler verildi. Yü-wen hanım, imparatorluk aile kütüğüne ya­zılmak istedi. Kendisine Li soyadı veren ve unvanını “Prenses Ç’ang-lo” olarak değiştiren bir ferman aldı.

46 Kiu T’ang-şu’ya göre (III, s. 1 v°) K’ü Wen-t’ai, dördüncü çeng-kuan yılının on ikinci ayının kia-in günü (7 Aralık 630) saraya gelmiştir.

Bir süre sonra (K’ü Wen-t’ai) Batı Türkleriyle ilişki kurdu. Ba­tı ülkelerinden (Çin) sarayına saygı sunmak ve tartuk takdim et­mek için gelenler onun [Batı Türklerinin] topraklarından geçi­yorlar; onlar da hepsininin yolunu keserek yağmalıyorlardı. İ-wu (Hami) Türklere tâbi idi, (fakat) o sıralarda imparatorluğu met-bû olarak tanıdı. Bunun üzerine (K’ü) Wen-t’ai ve Şe-hu birleşe­rek ona saldırdılar.47 İmparator bir buyruk yayınlayarak cephe değiştirmesinden dolayı K’ü Wen-t’ai’ı azarladı ve (Kao-ç’ang) or­dusu büyük kumandanı A-şi-na Kü’yü48 meseleyi araştırmakla görevlendirdi. K’ü Wen-t’ai onu geri göndermedi ve çang-çi K’ü Yung’u özür beyan etmek üzere saraya gönderdi. Vaktiyle, ta-ye devri (605-616) sonlarında önemli miktarda Çinli (Kuzey) Türk­lerine kaçmış, bilâhare Hie-li mağlup edilince (630) bunlar Kao-ç’ang’a (Turfan) sığınmışlardı. Bunların nezaret altında Çin’e iade edilmelerini emreden bir imparatorluk fermanı yayınlanmış, fa­kat (K’ü) Wen-t’ai Çinlileri alıkoymuştu. Üstüne üstlük Batı Türklerinden İ-pi Şad’la birlikte üç Yen-k’i (Karaşar) şehrini ba­sarak, ahaliyi esir almış, Yen-k’i hakimi de saraya şikayette bulun­muştu. İmparator su ve orman bakanlığından lang-çung Li Tao-yü’yü tahkikat için gönderdi. (K’ü Wen-t’ai) tekrar elçi göndere­rek özür diledi. İmparator bu elçiyi huzuruna çağırarak şu sözler­le azarladı: “Yıllar var ki, efendin saraya saygısını sunmadı, haraç da vermedi. Tebaalık vazifesini yerine getirmiyor. Haksız yere Çin idari sistemine benzer memurlar atama hakkı olduğu iddiasında bulundu. Bu yıl başında, tüm ülkelerin kralları geldiler, ama si­zinki ortalarda yok. Bir süre önce onun nezdine (K’ü Wen-t’ai’a) şu acı sözleri söylemesi için birini gönderdim: ‘Yırtıcı kuş gökte uçar; çulluk çalılar arasında gizlenir; kedi evde dolaşır; fare deli­ğinde saklanır; her biri kendi yerinde, neden memnun olmasın ki?’49 Senin efendin Batı ülkelerinden haraç getirenlerin hepsini durdurup tutukladı. Bir de Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)ların reisine ‘Sen de bir kağan olduğuna göre T’ang hanedanından Göğün Oğ­luna eşitsin. Onun elçilerini kabul kılıp selama durup da ne ya­pacaksın?’ diye akıl verdi. Gelecek yıl ordularım harekete geçe­cek; onun krallığının tüm insanlarını esir alacağım. Şimdi dön ve efendine gerekli tedbirleri almasını söyle!”

47 K’ü Wen-t’ai ve Şe-hu’nun Hami’ye düzenledikleri saldırının tam ta­rihini bilmiyoruz. Metinden olayın yalnızca K’ü Wen-t’ai’ın 630 Ara­lığında Çin sarayını ziyaret etmesinden sonra vukû bulduğu anlaşılı­yor. Bu arada T’ung Şe-hu Kağan 630 tarihinde öldüğüne göre, bura­da sözü edilen Şe-hu o olamaz. Şe-hu (yabgu) unvanının Batı Türk­lerinin tüm kağanlarının ortak unvanı olduğu biliniyor. Demek ki bu ifade, Hami’ye düzenlenen saldırı sırasında Batı Türklerinin başında bulunan bir kağanı göstermektedir. Konuya daha fazla açıklık getire­bilecek durumda değiliz.

48 Bu adamın soy adı, Türk asıllı olduğu izlenimi vermektedir. Ordu başkomutanının Türk olması sebebiyle Türklerin Turfan sarayında hayli etkili oldukları anlaşılıyor.

49 Bu sözler, Kao-ç’ang hakiminin bulunduğu yerden memnun olduğu­nu ve Çin sarayına gidip saygılarını sunmak istemediğini göstermek­tedir.

Bu arada Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş) kağanı (Çin) ordusuna reh­berlik yapma teklifinde bulundu. Bunun üzerine nüfus işleri ba­kanlığı başkanı T’ang Kien kesin bir taahhüt almak için Yen-t’o’lara gitti. Ayrıca imparator da (K’ü) Wen-t’ai’a mühürlü bir mektup göndererek, itaat etmenin sağlayacağı faydaları, itaatsiz­liğin yol açacağı felaketleri belirtip, saraya saygısını sunmak üze­re gelmesi gerektiğini kaydetti. (K’ü) Wen-t’ai, gitmemek için hastalığını mazeret gösterdi.

Bunun üzerine Hu Kün-tsi, Kiao-ho bölgesi büyük genel vali­si olarak atandı; sol t’un-wei şefi General Sie Wan-kün ve Sa-ku Wu-jen onun yardımcılarıydılar. K’i-pi Ho-li, Ts’ung-şan bölgesi ikinci büyük genel valisi, askerî muhafızlar generali Niu Tsin-ta ordu başkumandanı olarak atandılar. Bunlar, binlerce T’u-küe ve K’i-pi savaşçısının başına geçerek (K’ü Wen-t’ai) ile savaşmaya gittiler. Saray görevlileri kendi aralarında toplantı yaparak, ordu­nun on bin li uzunluğunda bir mesafe katettikten sonra umulan başarıyı gösteremeyecekleri, ülkenin Tanrı tarafından çizilmiş sı­nırlarla zaten tecrit edilmiş olduğu, zaptedilse bile elde tutmanın mümkün olmayacağı kanaatine vardılar, fakat imparator onları dinlemedi.

K’ü Wen-t’ai çevresindekilere şöyle dedi: “Vaktiyle saraya say-gularımı sunmaya gittiğimde,50 Ts’in51 ve Lung52 kuzeyindeki şe­hir ve kasabaların ıssızlaştığını, Sui zamanındaki halleriyle kıyas­lanamayacağını gördüm. Eğer şimdi üzerimize büyük bir orduy­la gelecek olursa, iaşeleri yetmeyecektir. Eğer otuz binden daha az bir orduyla saldırırlarsa, ona da bizim gücümüz yeter. Çölü geçtikten sonra askerleri yorgunluktan bitecek ve kuvvetsiz kala­caklardır. Telaşa kapılmadan yorgun düşmelerini bekleyelim ve dinlenmiş ordumuzla bitkin düşenleri toplayalım.” On dördüncü yıl (640), imparatorluk ordusunun çölün çıkışına ulaştığını öğre­nen (K’ü Wen-tai), korkuya kapıldı, ne yapacağını bilemedi ve hastalanıp öldü. Yerine oğlu (K’ü) Çi-şeng geçti. Hu Kün-tsi, ani­den T’ien-ti şehrine saldırdı, K’i-pi Ho-li de öncü birliklerle savaş meydanında bir katliam gerçekleştirdi. O gece şehre bir göktaşı düştü, ertesi gün de şehir alındı ve yedi binden fazla insan esir edildi.

50 630’da.

51 Ts’in vilayeti T’ang hanedanı döneminde şimdiki Kan-su bölgesinin ikinci Ts’in eyaleti olan Ts’in-an kazasının doğusundaydı.

52 Lung vilayeti bugün Şan-si eyaletine bağlı Feng-siang vilayetinde ay­nı adı taşıyan bir ilçedir.

Çeng-lang-tsiang Sin Leao-öl, gece vakti şehri kuşatma altına almak için cesur savaşçılarıyla geldi. (K’ü) Çi-şeng, (Hu) Kün-tsi’ye şu mektubu gönderdi: “Göğün oğluna karşı suç işleyen ki­şi, ölmüş olan kraldır. Hataları çok büyüktü ve cezaları üst üste yığıldı. Böylece kendi kaderini kararttı. (K’ü) Çi-şeng ise henüz kısa bir süre önce tahta geçti. Onu affedesiniz.” (Hu) Kün-tsi şu cevabı gönderdi: “Hatalarından nadim olan kişi, elleri arkasına bağlanmış halde garnizonun kapısına gelmek zorundadır.” (K’ü) Şi-şeng ona cevap vermedi. Kün-tsi hendekleri doldurtarak savaş makinelerini (mancınıkları) ileri sürdü.53 Yağmur gibi taş yağma­ya başladı. Şehirde tam bir korku vardı. (K’ü) Çi-şeng başkuman-dani K’ü Şe-i’ye yerinde durarak mevzisini korumasını emretti. Kendisi ise wan-ts’ao K’ü Te-tsün’le birlikte düşman karargahına giderek, tavrını değiştirme ve Göğün Oğluna hizmet etme (fırsa­tının verilmesini) talep etti. Kün-tsi onu diz çökmeye zorladı. Kao-ç’ang kralının açıklamaları tam bir saçmalık halini almadan önce, Sie Wan-kün birden ayağa kalkıp “Önce şehri almak gerek, bu tıfılla tartışmanın ne lüzumu var? İşaret verin ileri atılalım!” dedi. (K’ü) Çi-şeng ter içinde yere kapanarak “Nasıl emrederse­niz öyle olsun!” dedi ve itaat arzetti.

53 Hu Kün -tsi’nin yanında bulunan General Kiang Hing-pen şerefine Barkul Gölü yakınlarında 640 yılında dikilen bir kitabede bu savaş makinalarından söz edilmektedir. Ayrıca bkz. Kiu T’ang-şu’nun LXIX. Bölümündeki Hu Kün-tsi biyografisi.

(Heu) Kün-tsi, üç bölge, beş ilçe, yirmi iki şehirden ibaret olan, sekiz bin hane, otuz bin ahali ve dört bin atın bulunduğu ülkeyi nihai olarak zaptetmek üzere ordusunu ikiye ayırdı.

Bu olaylardan önce krallık içinde şu şekilde dedikodular ya­yıldı: “Kao-ç’ang askerleri buz ve kar gibidir; T’ang hanedanı as­kerleriyle güneş ve ay gibidir. Güneş ve ay çıkınca kar ve buz eri­yiverir.” (K’ü) Wen-t’ai bu söylentileri çıkaranları aratmış, ama bulamamıştı.

Zafer haberi saraya ulaşınca Göğün Oğlu çok memnun oldu. Görevlilere ziyafet verip, hediyeler dağıttı ve liyakat nişanlarını kayda aldırdı. Daha önce Kao-ç’ang kralının emrinde olanları af­fetti; belli yerlerine ilçe ve şehirler kurdurduğu bu bölgeyi açtı ve ona “Si-ç’ang ilçesi” adını verdi.

“Özel Terfili” unvanına sahip olan Wei Çeng, şu sözlerle im­paratora uyarıda bulundu: “Saraya saygılarını sunmaya ilk gelen Kao-ç’ang kralı oldu. Bilâhare batılı tacirlerin yolunu kesip vergi ve tartuklara el koyduğu için imparatorluğun cezasına maruz kal­dı. (K’ü) Wen-t’ai öldüğüne göre, kabahati de kendisiyle gitti. Onun insanlarına müşfik davranınız ve oğlunu tahta çıkarınız. Suçluyu cezalandırmak, ama halka himmet göstermek, işte aklın yolu budur. Şimdi bu bölgeden yararlanmak için orada bin kişi­lik bir garnizon bulundurmalısınız. Bu garnizondaki askerler yıl­lar zarfında sadece bir kez değiştirileceklerdir; eşyaları ve iaşeleri için masrafları olacak, ailelerinden uzak kalacaklardır. On yıldan daha az bir sürede Lung-yu (bölgesi) hemen hemen (yenilip) bi­tirilecek ve siz Majesteleri imparatorluğun masraflarını karşıla­mak için Kao-ç’ang’dan ne bir habbenin binde biri kadar buğday, ne de birkaç metre ipekli kumaş alabileceksiniz. Buna faydasız şeylerle uğraşacağım diye faydalı şeylere zarar vermek denir.” Fa­kat bu nasihat dikkate alınmadı.

Si-ç’ang54 ilçesinin adı Si olarak değiştirildi. Ayrıca bir de An­si Askeri Valiliği kuruldu. Her yıl oraya bin asker gönderildi ve suçlular cezalarını çekmek için bu garnizona yollandı.

54 Kiu T’ang-şu’ya göre (III, s. 5 ro) An-si Askeri Valiliği, Si eyaletinde (Turfan’ın batısında) 14. çeng-kuan yılı (640) dokuzuncu ayının i-mao günü kuruldu. İkinci yung-hui yılı (651) on birinci ayının ting- ç’u günü An-si Askeri Valiliği biraz kaydırılarak Kao-ç’ang’ın eski başkentine, Turfan’ın doğusuna nakledildi. (Kiu T’ang-şu, IV. zb 2 vo) 658 yılında ise Kuça’ya taşındı.

Huan-men-şi-lang Ç’u Sui-leang ise imparatora şu sözlerle uya­rıda bulundu: “Eskiden Hia topluluğu55 ilk sırada, İ ve Ti’ler son sırada yer alırlardı. Fayda sağlayacak işlere öncelik verilir, uzak ve kurak bölgeler için mücadele edilmezdi. Şimdi Kao-ç’ang bitip tü­kenmiştir. Çin’in haşmeti dört bir yandaki barbarları titretmekte­dir. İmparatorluk kuvvetlerinin seferleri başladıktan itibaren Ho-si56 bölgesi yalnızca angarya işler için kullanılmaktadır. Pirinçleri uçuruldu57 ve kuru otları arabalara taşındı. On aileden dokuzu mahvolmuş durumda. Normal duruma dönülebilmesi için en azın­dan beş yıl gerekli. Şimdi bu garnizonu ayakta tutmak için her yıl kuvvetler gönderilmekte, eşyaları iki bin li uzaktan getirilmekte­dir. Gidenler kendi yiyeceklerini kendileri bulmak zorunda kalı­yorlar. Bunlar, ellerindeki tüm buğdaylarını satmakta ve dokuma tezgahlarındaki58 her şeyi elden çıkarmaktadırlar. Yolda ölenler de işin cabası. Suçlulara gelince, onlar zaten kanunları bozmakla işe başladıklarından görevlerini ihmal edecek ve yapılacak işlerde bir faydaları olmayacaktır. Ayrıca gönderilenler arasında asker kaçak­ları da vardır. Hakimler onları yakalayarak tevkif etmektedirler. Suçlular, bir sütunla onu sarmalayan bitkinin birbirine bağlı olma­sı gibi,59 masumları da işledikleri suçlara bulaştırmaktadırlar. Bu yüzden Çang-ye ve Chiu-ch’üan’da savaş bulutları havada uçuşur­ken ve alarm sinyal alevleri yükselirken, Kao-ç’ang’dan bir savaş arabası veya size hizmet edecek bir tek askeri nasıl sağlayacaksı­nız? Bunları Lung-yu ve Ho-si’den göndermek gerekecek. Ama Kao-ç’ang başka birinin el ve ayakları durumundayken, Ho-si bi­zim karnımız ve kalbimiz gibidir. Faydasız bir şeyi başaracağım di­ye Çin’i bitirmenin ne gereği var? Majesteleri daha önce Hie-li60 ve Tu-ku-hunları61 mağlup etmişti. Her iki durumda da bu halkların başına prensler atadılar. Böylece suçluları ölümle cezalandırıp, ita­at edenleri tahta çıkardınız. Ve yine böylece yüzlerce barbar kabile sizin savletinizden korkmayı, himmetinizi sevmeyi öğrendi. Şimdi de Kao-ç’ang’da kral olmaya layık birini seçip tahta geçirmek gere­kir. Yüksek rütbelilerin tamamını ülkelerine dönmeye teşvik etme­liyiz. Böylece Kao-ç’ang bizim için daima düşmana bir engel ve destek olacak, Orta Krallık da artık rahatsız edilmeyecektir.” Bu ta­lep imparatora sunuldu, ama kabul edilmedi.

55 japonca_dipnot_3.png ifadesi daha fazla kullanılan japonca_dipnot_4.png ‘in muadilidir ve eskiden çevredeki barbar kabilelere karşın Çinli kabilelere mensup popülas- yonun tamamını ifade etmek için kullanılırdı.

56 Bu tabir, esasen Huang-ho’nun batısındaki Kan-su’nun bir kısmını tanımlamaktadır.

57 Pirinç nakliyatı uçan kuş hızıyla yapılıyordu.

58 Bir ailenin zenginliği buğday ve kumaşla ölçülürdü. Birincisi erke­ğin, ikincisi kadının el emeğinin ürünüdür. An-si garnizonuna gön­derilenler, taşınma masraflarını karşılamak için sahip oldukları her şeyi satmak zorunda kalmışlardır.

59 Asker kaçakları, kendilerini sığındıranlara zarar veriyorlardı.

60 630’da esir alınan Kuzey Türkleri kağanı.

61 Kuku-nor Gölü kenarında yaşayan Tunguz halkı.

K’ü Wen-t’ai vaktiyle hatırı sayılır kişileri araya koyarak Batı Türklerinden Yü-ku Şad’ı kazanmış ve tehlike halinde birbirleri­ne bağlı olacakları konusunda bir anlaşma yapmışlardı. (Yü-ku Şad), Şe-hu (yabgu)yu62 K’o-han-fu-t’u (Kağan-stupa) şehrine63 yerleşmeye gönderdi. Fakat (Hu) Kün-tsi birden ortaya çıkınca, korkuya kapılıp, savaşmayı göze alamadı ve hemen itaat etti; top­rakları da T’ing ilçesine dönüştürüldü.

62 Bu yabgu, sadece Yü-ku Şad’ın akrabalarından biridir ve Batı Türkle­rinin hakan-ı kebiri olarak kabul edilemez.

63 Gördüğümüz gibi Kao-ç’ang mağlup olduktan sonra Kağan-stupa orada T’ing ilçesini kuran Çinlilerin eline düşmüş. Daha önce T’ing’in Bişbalık olduğunu ve Guçen’in batısına çok yakın bir mesa­fede bulunduğunu belirtmiştik.

Yen-k’i (Karaşar) kralı, Kao-ç’ang tarafından gaspedilen beş şehrin kendisine iade edilmesini istedi ve şehirleri korumak için asker gönderme talebinde bulundu.

(Hu) Kün-tsi, zaferlerini yâdetmek amacıyla bir taş kitabe64 diktirdi ve mutlu bir şekilde geri döndü. Kral (K’ü) Çi-şeng ve kurmaylarını esir almıştı, onları Kuan-te salonunda (huzura) sundu. Dönüşü şölen ve ziyafetlerle kutlandı. Üç gün boyunca şarap dağıtıldı. Kao-ç’ang’ın önde gelen kişileri Orta Krallığa ge­tirildi. (K’ü) Çi-şeng sol muhafız alayları generali ve Kin-ç’eng bölgesi dükü olarak atandı. Kardeşi Çi-şan ise sol muhafız alay­ları çeng-lang-tsiang ve T’ien-şan bölgesel dükü ilan edildi. K’ü ailesi ortadan kalktığı sırada dokuz hükümdarlık boyunca 134 yıl hüküm sürmüştü.65

64 Henüz bulunamayan bu kitabe, 640’da Barkul Gölü yakınlarında Ge­neral Kiang Hing-pen şerefine dikilen kitabe ile karıştırılmamalıdır.

65 Sözü edilen 134 yıl, 507-640 yılları arasıdır. Dokuz hükümdarlık di­ye çevirdiğim ve esasen “dokuz kuşak” demek olan jl \tt~., ifadesi, daha karmaşıktır. Çünkü K’ü ailesi kral sayısı sadece beştir: K’ü Kia, K’ü Kien, K’ü Pe-ya, K’ü Wen-t’ai ve K’ü Çi-şeng. Muhtemelen bura­daki “dokuz hükümdarlık” ifadesi Çin imparatorlarının hükümdar­lık süresine tekabül etmektedir; ancak, Sui hanedanından öncekile­rin iktidar süresi hesabı daha da zorlaştırmaktadır.

Burada Julien’in Hsüan-tsang’ın hayatıyla ilgili yaptığı çevirideki bir yanlışından bahsetmekte fayda var. Çeviriye göre (s. 285) Hsüan-tsang 644’de Hotan’dayken Kao-ç’anglı bir genci geri dönüşünü krala bildiren bir mektup götürmekle görevlendirir. Aradan yedi sekiz ay geçtikten sonra Kao-ç’ang kralı Hsüan-tsang’a iyi temennilerini bildi ren bir mektup gönderir. 640’da artık Kao-ç’ang kralı hayatta olmadı­ğına göre, 644’de Hsüan-tsang’a mektup göndermesi imkansız. Hal­buki Çince metin dikkatle incelendiğinde Kao-ç’ang kralından söz edilmediği, Kao-ç’anglı gencin götürdüğü mektubun Çin imparatoru­na hitap ettiği, Tsang’ın 629 yılında ülkeyi ani olarak terkettiği için özür dilediği görülmektedir. Yine aynı mektupta seyahatinin başarılı geçtiğini belirterek, imparatora yakında döneceğini bildirmektedir. Hsüan-tsang, mektubuna cevap olarak hoş karşılanacağını, impara­torluğun batı sınırlarındaki Çinli görevlilere dönüşünü kolaylaştır­mak için gerekli emirleri verdiğini bildiren bir mektup almıştır.

Çi-şan, Lin-ti döneminde (664-665) sol cesur muhafızlar bü­yük generali unvanıyla Si ilçesine vali tayin edildi. Ölümünden sonra ise Leang bölgesi genel valisi unvanı verildi. Okuma yaz­mayı seven Çao adında bir oğlu vardı. Bir sahaf geldiğinde anne­si kasasındaki paraya bakarak üzüntülü bir şekilde “Niye bunla­rı tutup da oğlumun nadir bilgiler edinmesini engelleyeyim ki?” dedi. Sonra tüm parayı kitap satın almak için çıkardı. Çao, yavaş yavaş si-şan-k’ing unvanına nail oldu. Edebiyatı çok iyi biliyordu. Küçük kardeşi Ç’ung-yü ise askerlik kabiliyetine malikti. Yung-hui döneminde (650-655) sağ askeri muhafızlar yü-fu’sunun çeng-lang-tsiang’ı oldu ve Kiao-ho bölgesi kralı asalet unvanı al­dı. Üç bin ailelik bir tımarı vardı. Çen-kün baş generali derece-sindeyken öldü. İmparatoriçe Wu, ölümünden üzüntü duyarak şerefine kaliteli ipekten ölü elbiseleri ve birçok hediye verdi. Yet­kileri ve tımarı kendisiyle birlikte sona erdi.

***

Yen-k’i (Karaşar)

T’ang-şu, CCXX1, a, s. 7 v°

Yen-k’i (Karaşar) Krallığı, başkentin batı tarafında, kuş uçu­şu yedi bin li uzaktadır. Doğudan batıya uzunluğu 600 li, ku­zeyden güneye ise 400 li’dir. Doğusunda Kao-ç’ang (Turfan), ba­tısında Kiu-tse (Kuça), güneyinde Wei-li, kuzeyinde Wu-sun toprakları bulunur. Tarlalar bir kanal şebekesi vasıtasıyla sulanır. Toprak darı ve üzüm yetiştirmeye elverişlidir. Balık ve tuz ticaretinden önemli geliri vardır. Ülke sakinleri saçlarını kesme­yi ve yün elbise giymeyi gelenek haline getirmişlerdir. Ülkede dört bin hane ve iki bin seçme asker vardır. Ülke, hep Batı Türk­lerine tâbi olmuştur.

Halk, eğlenmeyi ve vakit geçirici olaylarla uğraşmayı sever. Yı­lın ikinci ayının üçüncü dolunay günü kurban kesmek için kırla­ra çıkar; dördüncü ayın on beşinci dolunay günü ormanlarda do­laşır; yedinci ayın yedinci günü projenitör ataya66 kurban keser­ler. Onuncu ayın on beşinci dolunayında kral ilk defa şehirden çı­karak seyahata koyulur ve yıl sonunda durur.

66 Projenitör ata: Efsanelerde bir halkın ilk doğuşunda ona atalık veya analık eden hayvan. Örneğin bu Türklerde bozkurt, Fransızlarda ho­roz, İngilizlerde leopar, Ruslarda ayıdır vs.. (editör)

T’ai-tsung zamanında, altıncı çeng-kuan yılında (632), Kral Lung Tu-k’i-çi, ilk defa saraya saygılarını sunmak için bir elçi gönderdi. Sui hanedanının son günlerinde vukû bulan kargaşa­lardan beri çöl yolu kapanmış olduğundan saraya saygı sunmaya ve haraç ödemeye gelen Batı ülkeleri elçileri Kao-ç’ang (Turfan) yolunu kullanıyorlardı. Tu-k’i-çi, yolcuların işini kolaylaştırmak için büyük çöl yolunu açmak istedi, imparator da razı oldu. Ama Kao-ç’ang kralı bu işe kızdı ve Karaşar sınırı boyunca büyük ey­lemlere girişti.

Batı T’u-küe’lerinin başında bulunan Mo-ho (Baga) Şad’ın67 Tu-lu ve Nu-şi-pi kabileleriyle problemleri vardı. Bu yüzden (Ka-raşar’a) sığındı. Bunun üzerine Tu-lu ve Nu-şi-piler oraya saldır­dılar. (Karaşar kralı) durumu izah etmesi ve saraya asil atlar gö­türmesi için imparatora bir elçi gönderdi. Tie-li-şi Kağan iktidara geldi; uzun süredir Karaşar kralı ile dostâne münasebetleri vardı. Bu yüzden ona destek verdi ve müttefiki oldu.

67 Batı Türkleriyle ilgili notlarda Mo-ho-şad’ın oğlu Ni-şu’nun 630-634 yılları arasındaki bir tarihte Karaşar’a sığındığı belirtilmişti. Burada kastedilen şüphesiz ki odur, fakat ya tarihçi onu babasıyla karıştır­mış, ya da Ni-şu da babası gibi Mo-ho (Baga) şad unvanı almıştır.

On ikinci yıl (638) Kao-ç’ang’da birleşen Ç’u-yüe ve Ç’u-mi-ler saldırıya geçerek Karaşar Krallığı’nın beş şehrini zaptettiler; bin beş yüz adamı esir alıp evleri ateşe verdiler. Kao-ç’ang (Tur-fan)a karşı bir harekete girişen Hu Kün-tsi, Karaşar kralına el­çiler gönderip bilgi edinmek için ilişki kurdu. Buna sevinen Tu-k’i-çi, ordusunu T’ang askerlerine yardım etmesi için gönderdi. Kao-ç’ang (Turfan) mağlup edilince (640), o [Hu Kün-tsi] daha önce (Kao-ç’ang’ın) esir aldığı kişileri ve fethedilen şehirleri (Karaşar kralına) iade etti. O da şükranlarını iletmek üzere sa­raya bir elçi gönderdi.

Batı T’u-küe’lerinden K’ü-li çur adlı bir memur, Tu-k’i-çi’nin kızını kardeşine gelin olarak almak için geldi.68 Böylece Batı T’u-küe’leri ve Karaşar kralı, karşılıklı yardımlaşma konusunda anlaş­maya vardılar. (Karaşar kralı) bir daha saraya ne saygılarını sun­du, ne de haraç gönderdi. An-si askeri valisi Kuo Hiao-k’o, onu cezalandırmak istedi. Bunun üzerine kralın üç kardeşi Hie-pi, Su-p’o-çun ve Şe-hu (yabgu)69 itaatlerini arzetmek için geldiler. İm­parator da (644)de Kuo Hia-k’o’ya Si bölgesi genel valisi unvanıy­la birliklerin başına geçip İn-şan yoluyla hareket etmesini, Su-p’o-çun ve kardeşlerine de ona rehberlik etmelerini emretti. Yen-k’i (Karaşar) başkentinin bulunduğu yerin çevresi otuz li idi. Dört bir yana büyük dağlar ve göl70 ile çevriliydi. Bu yüzden şehir sakin­leri bir sürprizle karşılaşacaklarını ummuyorlardı. Kuo Hiao-k’o, cebri bir yürüyüşle nehri geçip gece vakti surların altına geldi. Or­dunun uğultusu arasında saldırı için ortalığın ağarmasını bekledi. Davullar ve borazanlar büyük gürültü çıkarıyor; T’ang birlikleri bütün güçleriyle saldırıyorlardı. Şehir sakinleri paniğe kapıldılar ve yenildiler. Binden fazla kelle kesildi. Tu-k’i-çi esir edildi ve dev­let işlerini yönetmesi için yerine Su-p’o-çun getirildi. İmparator vaktiyle yanındakilere şöyle demişti: “Kuo Hiao-k’o Yenk’i (Kara-şar) için sekizinci ayın on birinci günü hareket etti. İkinci on gün­den sonra oraya ulaştı ve bu krallığı yirmi ikinci günde tarumar etti. Habercileri yakında burada olurlar.” Gerçekten de birden bir çapar zaferi müjdelemek için geldi.

68 Kiu T’ang-şu (CXCVIII, s. 7 v°) bu olayın Kao-ç’ang Krallığı’nın yı­kıldığı aynı yıl yani 640’da vukû bulduğunu kaydetmektedir.

69 Şu şekilde de çevrilebilir: “Aralarında kralın küçük kardeşi Hie-pi Su-p’o-çun şe-hu (yabgu)nun da bulunduğu üç kişi..” Kiu T’ang-şu’da (CXCVIII, s. 7 v°) “Yen-k’i kralının aralarındaki Hie-pi şe-hu’-nun da bulunduğu üç kardeşi Si eyaletine geldiler” Kuo Hiao-k’o “kendisine rehberlik etmesi için Hie-pi’nin küçük kardeşi Su-p’o-çun’u seçti.”

70 Bagraç-kul veya Bostang.

Tu-k’i-çi ve tutuklu hanımı Lo-yang’a götürüldü. İmparator bir ferman çıkararak onların hatalarını bağışladı.

K’ü-li çur, Kua Hiao-k’o dönüş yolunu tuttuktan ancak üç gün sonra askerleriyle Karaşar’ın imdadına yetişti. Su-p’o-çun’u taht­tan indirerek, krallığı yönetmesi için bir tudunu başa geçirdi. (Bu tudun) olup biteni anlatması için saraya bir adam gönderdi. İm­parator ona “Yen-k’i’yi ben zaptettim, siz orada nasıl krallık yapa­bilirsiniz?” dedi. Tudun korktu ve ülkeyi yönetmeye cesaret ede­medi. Yen-k’i halkı tekrar tahta Su-p’o-çun’u getirdi. Bu arada on­dan daha yaşlı olan kuzeni Sie-p’o A-na-çi kendini kral ilan ede­rek Hia-ts’ien lâkabını aldı. Su-p’o-çun’u hapsedip K’iu-tse (Ku-ça) kralına teslim etti. O da onu öldürdü. (648)de A-şi-na Şo-öl K’iu-tse (Kuça)ya savaşmaya gelince, A-na-çi kaçtı71 ve impara­torluk ordularına kafa tutmak için ülkesinin doğu kısmında as­ker topladı. (A-şi-na) Şo-öl onu mağlup etti ve suçlarını bir bir yüzüne saydıktan sonra ibret için başını vurdu. Arkasından Tu-k’i-çi’nin küçük kardeşi P’o-kia-li’yi tahta çıkardı ve bölge Yen-k’i (Karaşar) Hükumeti haline getirildi.

71 A-na-çi’nin Su-p’o-çun’u Kuça kralına teslim etmek üzere bizzat ora­ya geldiğini düşünmek gerekir. İmparatorluk ordularının gelişi ora­da onun için sürpriz olmuştur.

P’o-kia-li’nin ölümünden sonra halk eski kralları Tu-k’i-çi’nin tekrar işbaşına getirilmesini istedi. Kao-tsung bunu kabul etti ve Tu-k’i-çi’ye sol muhafızları büyük generali unvanı vererek krallığı­na gönderdi. Tu-k’i-çi’nin ölümünden sonra ise Lung-lai-tu tahta çıktı. Ç’ang-an döneminde (701-704) İmparatoruçe Wu, bu ülke­nin küçük, halkının az olduğunu, dolayısıyla buradan geçip giden temsilcilerin masraflarını karşılayamayacağını göz önünde bulun­durarak, Dört Garnizon komiserine temsilcilere refakat edenlerin at sırtında gitmelerini ve rütbesizlerin et yememelerini emretti. Ye­dinci k’ai-yüan yılında (719) Lung-lai-tu öldüğü için tahta Yen-t’u-fu-yen geçti. On kabilenin (on okların) hakanı bunun üzerine Sui-şe’ye (Tokmak’a) yerleşmek istedi. An-si tsi-tu-şisi T’ang Kia-hui, Yen-k’i’nin (Karaşar) Dört Garnizon’a72 dahil edilmesini talep etti.

72 Bu cümleden, vaktiyle Dört Garnizon’un Kuça, Kaşgar, Hotan ve Tokmak olduğu, ancak 719’dan itibaren Batı T’u-küe’leri tarafından işgal edilen Tokmak’ın yerini Karaşar’ın aldığı anlaşılmaktadır. Bu Dört Garnizon konusu oldukça karmaşıktır ve bu meseleyi aydınlığa kavuşturmak için ana görüşler şunlardır: 648’de Çin’in hizmetinde bulunan general A-şi-na Şo-öl, Batı T’u-küe’leri tarafından destekle­nen Kuça kralını mağlup etti. Dolayısıyla muhtemelen bundan bir süre önce İmparator T’ai-tsung Batı T’u-küe’leri kağanı Şe-kui ile onun Kuça, Hotan, Kaşgar vs.yi bırakıp gitmesini temin maksadıyla beyhude müzakereler sürdürmüştür. 658’de Çinliler An-si askeri va­lilik karargahını Turfan’dan Kuça’ya naklettiler ve göründüğü kada­rıyla Dört Garnizon ifadesi de böylece ortaya çıkmıştır. Daha ileride Kuça’yla ilgili notlarda da görüleceği gibi bu tanımlama Kuça, Hotan, Tokmak ve Kaşgar’dan oluşan Dört şehir için kullanılıyordu. Kiu T’ang-şu (V, s. 2 v°) Tibetlilerin 670’de Doğu Türkistan’a bastırıp gel­diklerini ve Çinlilerin Dört Garnizon’u terketmek zorunda kaldıkla­rını kaydetmektedir. T’ung kien tsi lan’a göre ise (670 yılında) Dört Garnizon o tarihten itibaren Kuça, Hotan, Karaşar ve Kaşgar’dan iba­retti, fakat bu bilginin doğruluğunu tahkik edecek durumda değiliz. 677’de Çin askeri valisi Wang Fang-i Tokmak şehrine surlar yaptır­dı. Bu bilgi, Tokmak’ın tekrar Çin’in hakimiyetine geçtiğini göster­mektedir. 692 yılının onuncu ayında (Kiu T’ang-şu, VI, s. 3 v°) Çin­li general Wang Hiao-ki, Tibetlilere karşı büyük bir zafer kazanır ve bunun üzerine Çin hükumeti o sıralar Kuça, Hotan, Kaşgar ve Tok-mak’an ibaret olan Dört Garnizon’u yeniden kurar. Bu notu yazarken istinat ettiğimiz aynı metne göre, Tokmak şehri 719 yılına doğru Ba­tı Türkleri tarafından işgal edilmiş ve onun yerine Karaşar Dört Gar­nizon listesine alınmıştır. 760’dan itibaren ise Tibetliler Huang-ho’-nun batısındaki toprakların tamamını işgal ettiler. Bu arada iki Çinli subay, biri Guçen yakınlarındaki Pei-t’ing’de, diğeri Kuça’da olmak üzere iki noktada direnmeyi başardı ve bunlara “İki Garnizon” adı verildi. 780’de bu iki subay imparatora barbarlara karşı direnmeye devam ettikleri haberini ulaştırmayı başardılar. Saray da onlara aske­ri vali unvanı verdi, fakat bölgedeki bu göstermelik Çin hakimiyeti kısa sürede sona erdi ve 787’de Tibetliler tekrar tüm bölgeyi ele ge­çirdiler. (Bkz. Kiu T’ang-şu, XL, s. 30 r°).

Yen-k’i, K’iu-tse (Kuça), Su-le (Kaşgar) ve Yü-t’ien’in (Hotan) top­rakları üzerinden geçen tacirlerden vergi almaları ve halkın güm­rük gelirlerinden yararlanması konusunda bir imparatorluk ferma­nı yayınlandı. Kuzey yolunu takip eden tacirlere ise Lüan-t’ai73 (Urumçi’nin doğusunda) vergi koymak zorundaydı. T’ien-pao dönemi (742-755) sonuna kadar Karaşar sürekli olarak saraya bağlı kaldı ve memnuniyetini izhar etti.

73 T’ang döneminde Urumçi’nin doğusundaki Lüan-t’ai ilçesini Bu-kur’da Kuça ile Kurla arasında olması gereken Han dönemi Lüan-t’ai Krallığı ile karıştırmamak gerekir. (Bkz. Si yü şui tao ki, II, s. 17 r°).

***

K’iu-tse (Kuça)

T’ang-şu, CCXX1, a, s. 8 r° vd.

K’iu-tse, aynı zamanda K’ü-tse şeklinde de yazılmaktadır. Baş­kentin batısına yedi bin li’den daha uzak mesafedeydi. Kara-şar’dan hareketle yüz li kadar güneybatı istikametinde yürünür­se, küçük bir dağdan aşılarak iki büyük nehir geçilir; sonra bir yedi yüz li kadar daha yürüyünce Kuça’ya gelinir. Bölge doğudan batıya bin, kuzeyden güneye altı yüz li’dir. Kenevir, buğday, sulak ve kurak pirinç ile üzüm yetiştirmeye elverişlidir. Altın da çıkarı­lır. Halkı şarkı söylemeyi ve eğlenmeyi sever. Yazıyı yatay olarak yazarlar. Buddisttirler. Çocuk doğduğunda başını tahtayla içeri doğru bastırırlar. Saçlarını kafatasının tepesine kadar keserler. Sa­dece prens saçlarını kesmez. Aile adı Pe’dir.74 A-ki-t’ien dağının kuzey yamacındaki İ-lo-lu şehrinde ikamet eder; (bu dağa ak dağ da denilir)75. Orada daimi yanan bir ateş vardır. Kral başını ren­garenk bir ipek kumaşla örter. Ayrıca yine rengarenk bir ipek tu­niği ve kıymetli taşlarla süslü bir kemeri vardır. Her yılın başın­da yedi gün boyunca koyun, at ve deve yarışları yapılır. Galip ve mağluplara bakarak yeni yılın hayırlı olup olmayacağına hükme­derler. Ts’ung-ling dağının doğusundaki ülkelerde genel olarak içkiye karşı bir düşkünlük vardır. Kuça ve Hotan’da vergi alınan genelevler kurulmuştur.

74 Pei-şi’ye göre (XCVII, s. 6 r°) Kuça kralları M. S. 384’da Kuça’yı zap-teden sonraki Leang hanedanını kuran Lü Kuang tarafından tahta çı­karılan Pe Çen adında birinin soyundan gelmektedirler. Ta-ye dev­rinde (605-616) kralın adı Pe Su-ni-şi idi.

75 A-ki-tien, Türkçe Ak-tag kelimesinin yazılış biçimi gibi görünüyor. Si yü şui tao ki (II, s. 13 r°) bunun Kızıl nehrinin iki doğu kolunun çıktığı Eşek-baş dağı ile aynı dağ olduğunu kaydetmektedir. Bu dağ­lardan çıkarılan amonyak ve amonyak ticaretiyle ilgili olarak bkz. Richthofen, China, I/560, n. 1. Biz bu eserin dördüncü bölümünde tarihçi Menandre’in sözünü ettiği Ektag’ın Kuça’nın kuzeyindeki Ak-tag olduğunu göstermeye çalıştık. [s. 310’daki ek ve düzeltme: Ku-rakichi Shiratori’nin makalesiyle (Über den Wu-sun Stamm in Cent-ralasien, Keleti szemle’de, 1902, s. 103-140) tanıştıktan sonra, bu Ja­pon bilim adamanının da A-ki-tien’in Ak-tağ olduğu konusunda be­nimle aynı sonuca ulaştığını gördüm. İşte onun yazdıkları (s. 11): “Im türkischen heisst weiss “Ak”, und “A-kie” mag die chinesische Umschreibung dieses türkischen Wortes sein. Türkisch heisst Berg “tag” oder “tau”, die letzte Sylbe t’ien des A-kie-t’ien kann wohl identisch mit diesem türkischen Wort “tag” oder “tau” und A-kie-t’ien die Umschreibung des Ak-tag, oder Ak-tau, sein.” - Benim bu eser­de yaptığım tespit de (21. 9. 1901) bu makale yayınlanmadan önce aynı var sayımı ortaya koymuştu.]

Kao-tsu iktidarı (bir önceki hanedandan) devraldığında (618), Kuça kralı Su-fa Pu-küe saraya saygı sunmak üzere bir el­çi gönderdi. Tam bu sırada kıral öldü. Tahta oğlu Su-fa Tie geçti. Lâkabı Şe-kien mo-ho (baga) se-li-fa idi.76 Dördüncü çeng-kuan yılı (630), saraya atlar gönderdi; T’ai-tsung da kendi mührüyle mühürlü bir name göndererek, taltif etti ve asalet unvanı verdi. Su-fa Tie, daha sonra Batı T’u-küe’lerine itaat etti. Kuo Hiao-k’o Karaşar’a saldırınca (644), Kuça kralı Karaşar’a fiilen yardım et­mesi ve muavenet göstermesi için ordusunu gönderdi. O günden itibaren de saraya saygı sunmayı ve haraç ödemeyi kesti.

76 Bu tamamıyla Türkçe bir unvandır. Şe-kien ifadesine Ç’u-mi kabilesi reisinin adında da rastlıyoruz. Mo-ho ise baga kelimesinin normal çe-viriyazımıdır. Se-li-fa’ya gelince, o da Türklerde memuri unvanlardan biridir.

Su-fa Tie ölünce tahta kardeşi Ho-li Pu-şe-pi geçti. Yirmi bi­rinci yıl (647), saraya saygı sunmak ve haraç götürmek üzere iki defa elçi gönderdi. Bu esnada imparator onun isyan sırasında Ka-raşar’a yardım ettiği için kızgındı ve bu yüzden cezalandırılıp ce­zalandırılmayacağı meselesini tartışmaya açtı. Aynı gece kamer Ülker yıldızını kararttı ve şu sözlerin yer aldığı bir imparatorluk fermanı yayınlandı: “Ay, in (kötülük) kuralının özüdür; ceza ve­rilmesini öngörür. Bu yıldız kümesine gelince Hu (barbar)larla il­gilidir. (Yaşayacakları günlerin) sayısı, onların sonunu gösterir”. Bu sırada A-şi-na Şo-öl Kun-k’iu bölgesine orduyu yönlendiren büyük yönetici general olarak tayin edildi. K’i-pi Ho-li de ona yardımcı verildi. A-şi-na Şo-öl, An-si askeri valisi Kuo Hiao-k’o, tarım bakanlığı üst düzey yetkilisi Yang Hung-li ve sol askeri mu­hafızlar generali Li Hai-an’ın başına geçerek Kuça’yla savaşmak için on üç T’ie-le (Tölös) kabilesinden yüz bin savaşçı seçti. Son­ra onları beş bölüğe ayırarak işe kuzeyi işgal etmekle başladı. Ka-raşar hakimi A-na-çi’yi ele geçirdi; K’iu-tse (Kuça) kralı adama­kıllı korktu. Beyleri şehri terkederek oraya buraya kaçıştı. A-şi-na Şo-öl, çölde payitahta üç li mesafede durdu. Önce Hami valisi Han Wei’i bin süvari ile öncü olarak gönderdi. Sağ atlı muhafız­lar generali Ts’ao Ki-şu ise belli bir mesafeden onu takip etti. To-ho’ya77 geldiklerinde Han Wei, Kuça kralıyla karşılaştı. Kralın başkumandanının elli bin kişilik ordusu vardı. Savaş başladı. Han Wei yenilmiş numarası yaptı. Han’ın ordusunun az sayıda oldu­ğunu gören kral ilerleme işareti verdi. Han Wei geri çekildi, ama Ts’ao Ki-şu’nun kuvvetleriyle birleşince tekrar savaş alanına gire­rek düşmana büyük bir yenilgi tattırdı ve kaçakları seksen li me­safeye kadar kovaladı.

77 Kiu T’ang-şu (CXCVIII, s. 7 r°) “To-ho şehri” diye yazmaktadır.

Kral, payitahtının önüne çekilmişti. A-şi-na Şo-öl şehri muha­sarayı düşünüyordu ki, kral sebatsız süvarilerini de yanına alarak batı tarafından kaçtı. Böylece şehir ele geçirildi ve (Kuo) Hiao-k’o onu muhafaza etmesi için bırakıldı. Şa eyalet valisi Su Hai-çeng ve hing-kün-çang-şi Sie Wan-pei, altı yüz li boyunca düşmanı adım adım takip etti. Kral, çaresiz bir şekilde Po-huan (Yeke-arık) şehrine kapandı. A-şi-na Şo-öl, bir aylık bir kuşatmadan sonra kralı ve Kie-lie-tien’i ele geçirdi. Kralın danışmanı Na-li ge­ce karanlığından faydalanarak kaçmıştı. T’u-küe’lere varıp on binden fazla savaşçı toplayarak geri geldi. Kuo Hiao-k’o ve oğlu savaş meydanında öldürüldü, imparatorluk ordusu bozuldu. Ts’ang-pu-lang-çung Ts’ui İ-k’i askerlerini şehir içinden savaş meydanına sürdü; Ts’ao Ki-şu ve Han Wei de ona takviye geldi­ler. Üç bin kelle kesildi. Mağlup olan Na-li, tekrar oraya buraya dağılan savaşçıları toplayarak savaşa devam etti. İmparatorluk birliklerine ani bir saldırı gerçekleştirdi, fakat Ki-şu tarafından mağlup edildi ve sekiz bin kelle kesildi. Na-li kaçmayı başardıy-sa da yakalanarak garnizona getirildi.

Beş şehri yerle bir eden A-şi-na Şo-öl, arkasında pek çok erkek ve kadın cesedi bıraktı.78 Yedi yüzden fazla kasabaya temsilciler göndererek teslim olmalarını istedi. Batı ülkeleri korkuya kapıl­dılar. Batı Türkleri ve An-si krallıkları79 orduya iaşe gönderdiler.

78 Kiu T’ang-şu’da (III, s. 8 v°) A-şi-na Şo-öl’ün elli şehir ele geçirdiği kaydedilmektedir. Bu zaferler yirmi ikinci çeng-kuan yılının (648) on ikinci ayını takip eden ayda kazanılmıştır.

79 Bu ifade, An-si askeri valiliği yönetimindeki Doğu Türkistan şehirle­rini göstermektedir.

A-şi-na Şo-öl, ülkeyi yönetmesi için kralın küçük kardeşi Şe-hu (yabgu)yu tahta geçirdi. Sonra zaferlerini yâdetmek için bir kitabe dikerek, saraya bilgi vermek amacıyla bir çapar gönderdi. Buna çok sevinen imparator, neşeli bir tarzda yanındaki kurmay­larına şöyle dedi: “Her zaman söylediğim gibi, zevkin birçok çe­şidi var: Çocuklar toprak evler yapıp, bambular üzerinde atçılık oynamaktan zevk alırlar. Kadınlar altın, değerli taşlar, giysi ve ipekle sevinirler. Tacirler, bir yerde üretilen malı onca yol katede-rek üretilmeyen başka bir yere taşımaktan zevk alırlar. Üst düzey memurlar ve subaylar daha yüksek mevkilere getirilmekten zevk alırlar. Üstün gücü olmayan bir orduyla savaşmak, generaller ve kumandanlara zevk verir. Dört denizin sükun ve birlik içinde ol­ması, imparator ve krallara zevk verir ki, ben de şu anda sevinç­liyim.” Sonra herkesi içkiye davet etti.

Kuo Hiao-k’o Yen-ki’ye (Karaşar) saldırdığında (644), K’iu-tse’de geleceği okuyan becerikli bir Buddist iç geçirerek ona şöy­le demiş: “Batı ülkelerini ele geçirmek T’ang hanedanının sonu olacak; yakın bir gelecekte bizim krallığımız da yıkılacak.”

A-şi-na Şo-öl, tutukladığı Ho-li Pu-şe-pi, Na-li ve Kie-lie-tien’i başkente götürerek imparatorluk atalar tapınağı (t’ai miao)ya sundu. Tutukluları Tse-wei salonunda huzuruna alan imparator, kurmayları huzurunda onlara sitemler yağdırdı. Hepsi başlarını eğerek yere kapanmıştı. İmparator bir ferman yayınlayarak suçla­rını bağışladı ve Heng-lu-se’de80 yaşamaya mahkum etti. Pu-şe-pi’ye sol askeri muhafızlar çung-lang-tsiang’ı unvanı verildi ve Hotan, Tokmak, Kaşgar’ın yönetiminden sorumlu An-si askeri valiliği (ki bunlara Dört Garnizon deniliyordu) ilk defa onun baş­kentine taşındı.81

80 Devlet tören sarayı.

81 Esasen An-si askeri valiliğinin Kuça’ya nakli yalnızca 658 yılında gerçekleşmiştir.

Kao-tsung, Ho-li Pu-şe-pi’yi tekrar Kuça kralı atadı. O da Na-li ve Kie-lie-tien’le birlikte ülkesine döndü. Bir süre sonra kral saygılarını sunmak için saraya geldi. Na-li, onun karısı A-şi-na82 ile zina yapıyordu. Kral buna mani olamıyor, yakınları ise Na-li’yi öldürmesini tavsiye ediyorlardı. O günden itibaren (kral ve Na-li) git gide birbirlerinden kuşkulanmaya ve nefret etmeye başla­dılar. Çin sarayına gönderilen (elçiler) olup biteni anlattılar. İm­parator her ikisini de başkente çağırttı ve Na-li’yi hapsedip, kralı refakatçilerle birlikte ülkesine geri gönderdi. Kie-lie-tien ona ita­atten baş tartarak, Ho-lu’ya adamlar gönderip itaat arzettiğini bil­dirdi. Bu durum karşısında kral yoluna devam etmeye cesaret edemedi ve kahrından öldü.

82 Bu isim, Kuça kralının hanımının T’u-küe hanedan ailesinden oldu­ğunu göstermektedir.

İmparator, sol garnizon muhafızları büyük generali Yang Çu’ya askerleriyle birlikte hareket etmesini emretti. Yang, Kie-lie-tien’i hapsederek taraftarlarını dağıttı.83 (Krallık) o tarihten itiba­ren K’iu-tse (Kuça) Hükumeti’ne dönüştürüldü. Kral Pu-şe-pi’nin yerine tahta oğlu Su-ki getirildi. Ayrıca sağ cesur muhafızlar bü­yük genarali unvanı tevdi edildi ve genel vali olarak atandı.

83 Kie-lie-tien 658’de Kuça’nın doğusundaki Ni-şe-ç’eng’de mağlup ol­du. (Ts’e-çi t’ung kien, CC, s. 6 v°).

O yıl (658) An-si askeri valiliği bu krallığa nakledildi. Eski An-si (Turfan) ise Si bölgesine dönüştürülerek, daha önce sol ce­sur muhafızlar büyük generali unvanı taşıyan ve aynı zamanda An-si askeri valisi olan K’ü Çi-çan genel vali olarak atandı. Batı ülkelerine huzur geldi. İmparator bu krallıkları dolaşarak oralar­da gelenekleri ve üretilen şeyleri araştırmaları için değişik yönle­re adamlar yolladı. Yayınlanan bir fermanla Hü King-tsung arşiv görevlileriyle birlikte batı ülkelerinin haritalı bir kitabını hazırla­makla görevlendirildi.84

84 Bu eser günümüze kadar ulaşmamıştır. Hü King-tsung üçüncü hien-heng yılının (672) sekizinci ayında öldü.

Çang-yüan döneminde (674-675), Su-ki saraya bir gümüş p’o-lo85 ve asil atlar sundu. Üçüncü t’ien-şu yılında (692) Kral Yen-yu saraya saygılarını sunmaya geldi.

85 Bu p’o-lo’nun nasıl bir şey olduğunu tespit edemedim. Nan-çao Kral-lığı’nda bir şeref nişanesi olan altın polo ile özdeşleştirilebileceği ka­naatindeyim. 766’da Ta-li-fu’da dikilen kitabeyle ilgili notların so­nunda bu polodan bahseden Kin şe tsui pien (CLX, s. 17 r°) bazı ya­zarlara istinaden bunun kaplan derisi olduğunu belirtmektedir. An­cak aynı kaynak bu görüşü reddederek, (bize göre daha makul) bir başka açıklama getirmektedir ki, buna göre polo Batı ülkelerindeki ahalinin dokumada kullanılan lifler elde ettikleri bir tür ağaçtır. (Po­lo ağacı Magadha’yla ilgili notta zikredilmektedir, T’ang-şu, CCXXI, s. 11 v°) Daha ileride bir yerde, Soğdiyana’yla ilgili notlardan birin­de, burada geçen po-lo’ya benzer bir altın p’o-lo’dan söz edilmekte olduğunu görüyoruz. [s. 310’daki ek ve düzeltme: Altın p’o-lo T’ang-şu’da da (CCXVI, a, s. 2 v°) geçmektedir: Üçüncü hien-k’ing yılında (658) Tibetliler Çin sarayına bir altın p’o-lo sundular. Bus-hell, bunun altın bir basket olduğu belirtmektedir ki, bana pek de makul görünmedi.]

Vaktiyle, i-fun döneminde (676-678) T’u-po (Tibetliler) Yen-k’i (Karaşar) ve (şehrin) batı kesimine saldırmışlar; (Çin), Dört Garnizon’u bütünüyle kaybetmişti.86 Birinci ç’ang-şu yılında (692) Wu-wei bölgesi genel valisi Wang Hiao-kie, T’u-po (Tibet-liler)i mağlup ederek Dört Garnizon topraklarını istirdat etti. An­si askeri valiliği K’iu-tse’ye (Kuça) yerleştirildi ve otuz bin kişilik bir garnizon tesis edildi. Fakat aradaki kumlu çöl yüzünden tec­rit edildiği için ahali garnizonun iaşe ihtiyaçlarını karşılamada çok büyük sıkıntılar çekti. Garnizonun burada bırakılmasından vazgeçilmesiyle ilgili olarak sunulan tezkere ise İmparatoriçe Wu tarafından reddedildi.

86 Bu olay gerçekte 670 yılında vukû bulmuştur.

İyi yönetimleri ve başarılarından dolayı hem Çin’de, hem de barbarlar nezdinde yeniden atanan genel valiler şunlardır: T’ien Yang-ming, Kuo Yüan-çen, Çang Hiao-sung ve Tu Sien.87 Yedin­ci k’ai-yüan yılında (719) Kral Pe Mo-pi öldü. Tahta oğlu Tu-tsa geçti ve Hiao-tsie (evlat sevgisini gözeten) lâkabını aldı. On seki­zinci yıl (780) küçük kardeşi Hiao-i’yi (evlat sevgisi ve adalet sa­hibi) saraya saygılarını sunmak için gönderdi.

87 Daha ileride Kuo Yüan-çen’in biyografisinin tam çevirisini verdik.

Kuça’dan çıkıp altı yüz li’den biraz fazla gidilirse, küçük bir kumlu çöl geçildikten sonra, Po-lu-kia’ya (Yeke-arık) varılır. Kü­çük bir krallıktır. Ki-mo da denilir. Han döneminin Ku-mo Kral-lığı’dır. Toprakları doğudan batıya altı yüz, kuzeyden güneye üç yüz li’dir. Görenekleri ve kullandıkları yazı Kuça’dakinin aynısı­dır, ama dilleri biraz farklıdır. Ülkede kaliteli yün kumaşlar üre­tilir. Batıya doğru üç yüz li daha gidilince, taşlık bir çöl geçilerek kuzey Ts’ung-ling vadilerinin yer aldığı Ling dağlarına ulaşılır. Orada nehirler doğuya doğru akar; hatta ilkbahar ve yaz ayların­da bile dağlardaki boğazlar karla kaplıdır. Kuzeybatıya doğru beş yüz li gidildiğinde Sui-şe (Suyab = Çu nehri) şehrine varılır. Komşu krallıklara mensup barbar (Hu) tacirler orada karışık ola­rak yaşarlar. Sui-şe’nin (Tokmak) batısında düzinelerce şehir var­dır. Bunların her birinin başında T’u-küe (Türk)lere bağlı reisler bulunur. Sui-şe nehri sahilindeki şehirden (Tokmak) Kie-çuang-na (Keş) Krallığı’na kadar, halk yün kumaştan elbiseler giyer, alınlarına kumaş bir şerit bağlarlar. Tokmak şehrinin batısına doğru dört yüz li gidilince Ch’ien-ch’üan’a (Min Bulak)88 varılır. Uzunluğu iki yüz li’den fazladır. Güneyinde karlı dağlar vardır (İskender dağları). Diğer üç tarafı birbirine ulanıp giden vadiler­le kaplıdır. Orada pek çok kaynak ve bulak vardır. Min Bulak denmesinin sebebi de budur. T’u-küe hakanı her yıl buraya yay­laya gelir. Küçük çan ve halkacıklarla süslü, insanlara alışık geyik sürüleri vardır. Batıya doğru yüz li daha gidilince Ta-lo-se (Talas) şehrine varılır. Orada da komşu krallıklardan gelen barbar (hu) tacirler karışık olarak yaşarlar. Üç yüz ailenin yaşadığı küçük bir şehir vardır.89 Bunlar, esasen T’u-küe (Türk)ler tarafından kaçırı­lan, buraya toplanan veya kendi istekleriyle sığınan Çin asıllı in­sanlardır. Hâlâ orada Çince konuşmaktadırlar. Güneybatıya doğ­ru iki yüz li daha gidilince, Pe-şiu ç’eng (İsficab) şehrine varılır.

88 Arap coğrafyacılar (Sprenger, Post- und Reiseruten des Orients, s. 22; Barbier de Meynard, Le livre des routes et des provinces par Ibn-Khor-dadbeh, s. 165) İsficab ile Talas arasında bin kaynaklı bir bölgeden bahsetmektedirler; fakat bu, burada sözü edilen yer değildir, çünkü burada adı geçen Min Bulak, Talas ile Tokmak arasındadır.

89 T’ang-şu’nun metni aynen şöyle: “Orada üç yüz küçük şehir vardır”; ama bu bilgili Hsüan-tsang’ın (Julien çevirisi, I/14) Si yü ki’sinden alındığı için manayı ona göre düzelttim.

Burada toprak rutubetli, verimli ve münbittir. Güney yönünde el­li li mesafede bin li genişliğinde Nu-ç’e-kien (Nuckes) şehri var­dır. Toprak verimlidir ve ekip biçmeye müsaittir. Üzümü hayli boldur. İki yüz li daha uzakta Şe (Taşkent) Krallığı bulunur.

***

Su-le (Kaşgar)

T’ang-şu, CCXX1, a, s. 9 v°

Su-le (Kaşgar)’ın diğer bir adı K’ü-şa’dır. Çevresi beş bin li’dir. Başkente dokuz bin li’den daha uzak mesafededir. Ülkenin büyük bir kısmı kumlu çöl, pek az kısmı ekilebilir topraklarla kaplıdır. Halkı aldatmayı sever. Çocuk doğduğunda, onlar da (ebeveyni) düz bir şekil alması için çocuğun başını sıkarlar. Halk vücuduna dövme yaptırır; gözbebekleri yeşilimtraktır. Kralları P’ei lâkabını taşır. Kral, kendine A-mo-çi adını almıştır.90 Kia-şe şehrinde ya­şar. T’u-küe’ler çok güzel kızlarından birini ona gelin olarak ver-mişlerdir.91 İki bin seçme askeri vardır. Halk, gök tanrıya kurban sunmayı gelenek haline getirmiştir.92

90 Sui-şu’ya göre (LXXXIII, s. 5 v°) kralın lâkabı A-mi-k’ü’dür. Yine ay­nı kaynağa göre onların (sadece kral mı, yoksa tüm Kaşgar halkı mı?) elleri ve ayakları altışar parmaklıydı ve altı parmaksız bir çocuk doğarsa onu tahta çıkarmazlardı.

91 Kiu T’ang-şu’ya göre (CXCVIII, s. 7 v°) bu evlilik çeng-kuan zama­nında (627-649) gerçekleşmiştir.

92 Bu tapınma şekli Mazdeizmi anımsatmaktadır.

Dokuzuncu çeng-kuan yılında (635) (Kaşgar kralı) asil atlar sunmak için elçi gönderdi. Dört yıl sonra (639) (bu ülke) Çu-k’ü-po ve Kan-t’ang’la93 aynı sırada kendi ürünlerini sundu. Bunun üzerine T’ai-tsung, Fang Hsüan-ling ve diğerlerine şöyle dedi: “Geçmişte imparatorluğu birleştiren ve dört bir yandaki barbar­ları mağlup edenler sadece Ts’in (hanedanından) (Şi-) Huang (­ti) ve Han (hanedanından) İmparator Wu idi. Ben, elime üç ka­dem uzunluğunda bir kılıç alarak dört denizde sükuneti sağladım ve uzaktaki barbarlar birer birer itaat arzetmeye geldiler. Benim o krallardan hiçbir eksiğim yok. Ne var ki onlar iktidarlarının son­larına doğru elde ettiklerini muhafaza edemediler. Siz, ey asil ki­şiler, sizler de bana karşılıklı destek vermeli ve beni felakete ve uçuruma götürecek cafcaflı sözlerden kaçınmalısınız.”

93 Daha ileride görüleceği gibi, hakkında tam bilgi edinilemeyen bu krallık, Güney denizlerinde bulunmaktaydı. Batı ülkeleri krallıkla­rıyla herhangi bir ilişkisi yoktur.

İ-fung döneminde (676-678) T’u-po (Tibetliler) Kaşgar krallı­ğını tarumar ettiler.

Altıncı k’ai-yüan yılında (728) imparator, ilk defa olarak ta-li-çeng K’iao Mung-sung’u hung-lu-şao-k’ing sıfatıyla prens An-ting’e Su-le (Kaşgar) kralı unvanı bahşeden bir yarlık götürmek­le görevlendirdi.

On ikinci t’ien-pao yılında (753), Kaşgar yüksek hakimi P’ei Kuo-leang saraya saygı sunmaya geldi; ona çe-ç’ung-tu-wei un­vanından başka mor bir hil’at ve altın balık şeklinde bir nişan verildi.94

94 Buraya Kaşgarya’da belli bir rol oynadığı anlaşılan Kung-yüe’lerle il­gili bazı metinler ilave edeceğim. T’ang dönemindeki bir güzergah Kung-yüe şehrinin İren-şabirgan tepelerinin güney eteklerinde yer aldığını tespit etmemize imkan tanımaktadır.

662’de A-şi-na Mi-şe Su Hai-çeng tarafından öldürüldükten sonra Şu-ni-şi ve Pa-sai-kanlar isyan ettiler. Su Hai-çeng ve Ki-wang-tsüe Kağan (A-şi-na Pu-çen), onları takip ederek, cezalandırdılar ve boy-sundurdular. Ordu geri döndü ve Su-le (Kaşgar) güneyine vasıl oldu­ğunda, Kung-yüe kabilesi T’ang ordusuyla savaşması için T’u-po’yu (Tibetlileri) yine tahrik etti. Askeri bitkin vaziyette olan Su Hai-çeng savaşı göze alamadı; Tibetlilere ordunun iaşesini vererek bir barış an­laşması imzalayıp geri çekildi. O tarihten itibaren Hing-si-wang’a (A-şi-na Mi-şe’ye) haksızlık edildiğini düşünen bazı kabileler, infirak sevdasına kapıldılar. Sonra Ki-wang-tsüe (A-şi-na Pu-çen) öldü (666 veya 667). Artık on kabilenin (on okların) bir reisleri yoktu. A-şi-na Tu-çi ve Li Çi-fu, geri kalan halkı toplayarak T’u-po’ya (Tibetlilere) itaat ettiler. (Ts’e çi t’ung kien, CCI, s. 1 v°).

665’de, üçüncü ayı takip eden fasıla döneminde Kaşgar ve Kung-yüe, Tibetlileri Yü-t’ien’e (Hotan) saldırmaya teşvik ettiler. Hotan Çin bir­liklerinden yardım aldı. (T’ang-şu, III, s. 4 v°)

Dördüncü hien-heng yılının (673) on ikinci ayında Kung-yüe kralıy­la Su-le (Kaşgar) kralı, itaat arzetmek için Çin’e geldiler. Bu olaydan bahseden Ts’e-çi t’ung kien (CCII, s. 2 v°) şu açıklamayı yapmaktadır: “Hing-si-wang (A-şi-na Mi-şe) zamanında bazı Batı T’u-küe kabileleri (Çin’den) kopmuşlar; Kung-yüeler ve A-si-ki (beş Nu-şi-pi kabile­sinin birincisinin reisi) isyan etmişlerdi. Su Ting-fang batıya doğru sefere çıktığında (657) A-si-ki’yi esir alarak geri döndü. Güneyde T’u-po (Tibetliler) ile ilişki kuran Kung-yüeler ise kuzeydeki Yen-mi-en kabilesini yardıma çağırdılar. Sonra kuvvetlerini birleştirerek Kaş-gar’a saldırıp zaptettiler. İmparator onları cezalandırması için hung-lu k’ing Siao Se-ye’yi bir orduyla gönderdi. Siao Se-ye henüz oraya gelmeden korkuya kapılan Kung-yüeler, Kaşgar’la birlikte saraya ita­atlerini sunmaya geldiler. İmparator onları affederek tekrar ülkeleri­ne yolladı.

Burada sözü edilen Yen-mienler, Ts’e-çi t’ung kien’e göre, To-i Gölü yakında yaşayan bir T’ie-le (Tölös) kabilesidir. Bu bilgi, bize, Yen-mi-enlerin Pei-şi (XCIX, s. 9 v°) ve Sui-şu’da (LXXXIV, s. 8 v°) zikredi­len Yen-mie’ler olduğu hükmüne varmamıza imkan tanımaktadır. Bu iki tarih kitabı Tölös kabilelerini şu şekilde sıralamaktadır:

Bana göre japonca_dipnot_5.png kelimesini Pei-şi’de japonca_dipnot_6.png şeklinde yazılan japonca_dipnot_7.png şeklinde okumak ve şu şekilde çevirmek gerekir: “To-i Gölü’nün doğu ve ba­tısında değişik Su-lu-kie kabileleri, üç Yen-mie kabilesi ve sekiz bin­den fazla nüfusu bulunan Ts’u-lung-hu halkı yaşıyordu.” Bir önceki paragrafta çevirisini verdiğimiz metin, Yen-mien veya Yen-mielerin Kung-yüelerin kuzeyinde bulunduklarını göstermektedir. Diğer yan­dan, toprakları 658 yılında Çin yönetimine bağlandığına göre bu halk beş Tu-lu kabilesinin komşusu olmalıydı. Ayrıca birçok kabile onun komşusu olduğuna göre To-i Gölü de önemli göllerdendi. Bu mülahazalar bana To-i Gölü’nü Balkaş Gölü’yle özdeşleştirme ve Yen-mienleri gölün doğusuna yerleştirme imkanı tanımaktadır. Bu konu­da Hirth’le (Nachworth, s. 38) aynı fikirde değilim. [s. 311’deki ek ve düzeltme: Kurakichi Shiratori (age., s. 131-133) T’ang dönemindeki Yen-mienleri Sui döneminin Yüe-pan [Yüe-ban] ları ile özdeşleştir­mektedir, ama bu konuda ileri sürdüğü deliller bana inandırıcı gel­medi.]

76. sayfada daha önce verilen bir metinde, 682’de üç Yen-mien kabi­lesinin Issık Göl yakınlarında saldırıya geçtiğini ve Kung-yüe şehri­ni ele geçirmek isteyen Çinli general Wang Fang-i’nin A-şi-na K’ü-pu-çur’un saldırısına uğradığını görmüştük.

739’da ise Çinli general Kai Kia-yün, Taşkent ve Keş hakimlerinden başka Kaşgar hakimiyle birleşerek Fergana kralının da desteğiyle Türgişleri mağlup etti. Aynı yılın dokuzuncu ayında, “wu-wu günü, Çumukunlar, Şunişiler, Kung-yüeler ve vaktiyle Tu-k’i-şi (Türgiş)le-re bağlı olan diğer kabile reisleri halklarının başında imparatorluğa itaat arzetmeye geldiler (Ts’e-çi t’ung kien, CCXIV, s. 12 v°)”.

Çu-k’ü-po (Kargalık)

Çu-k’ü-po’ya95 Çu-ku-p’an da denilir ki, Han döneminin Tse-ho96 Krallığı’dır. Bu krallık, Si-ye, P’u-li, İ-nai ve To-jo97 denilen dört halkın topraklarını da sınırlarına dahil etmiştir. Yü-t’ien’in tastamam bin li batısında ve Ts’ung-ling’in 300 li kuzeyindedir. Batıda Ho-p’an-t’o (Taş-kurgan) ile sınırdaştır. Kuzeye doğru do­kuz yüz li mesafede Su-le (Kaşgar) ile bitişir. Güneye doğru üçyüz li mesafede ise kadınlar krallığı bulunur.98 İki bin seçme aske­ri vardır. Kral Budda’ya taparlar. Yazıları P’o-lo-menlerin (Brah-man=Hindular) kullandığı yazı ile aynıdır.

95 Çu-k’ü-po, Hsüan-tsang’ın Ço-k’ü-kia’sı (Julien tarafından Ço-ku-kia şeklinde yazılmaktadır) ve Sung Yün’ün Çu-k’ü-po’su ile özdeş­tir. Vivien de Saint-Martin, Çu-k’ü-kia’nın Yarkend’in eski ismi ol­duğunu belirtmektedir. Diğer yandan, Kaşgar’dan gelen Hsüan-tsang, Ço-k’ü-kia’dan önce Çita yani Yarkend nehrini geçmiştir. Dolayısıyla Ço-k’ü-kia veya Çu-k’ü-po’nun bu nehrin güneyinde bulunduğunu ve özellikle bugünkü Yarkend şehrinin güneyinde yer aldığını var saymak gerekir. Hsüan-tsang, Ço-k’ü-kia’yı Kaşgar’a 500, Hotan’a 800 li mesafeye yerleştirmektedir. T’ang-şu (XLIII, b, s. 14 v°) Hotan’dan Kaşgar’a uzanan güzergahı bize şu şekilde tarif etmektedir: “Yü-t’ien’den (Hotan’dan) sonra batıya doğru gidildi­ğinde, 50 li kadar ileride Wei geçidine varılır; daha batıda Pu-hai’-dan geçilir; kuzeybatıya doğruya gidilmek suretiyle İ-kuan nehri geçilir ve 620 li sonra Tsi-nan eyaleti de denilen Çe-çe-man şehri­ne ulaşılır. Kuzeydoğuya doğru ilerleyerek Acı kuyular ve Sarı Ka­nal üzerinden 320 gidildikten sonra eskiden Ki-fan hanı olan Çu-an-K’ü’ye (iki kanal) varılır. Yine kuzeydoğu yönünde ilerleyerek, Pan şehri geçildikten 60 li sonra Yen-tu şehrine vasıl olunur. 80 li daha kuzeyde Su-le (Kaşgar) Garnizonuna varılır.” Çu-k’ü-po veya Ço-k’ü-kia adının bu güzergahta geçmeyişi dikkat çekmektedir. Söz konusu uzaklıklar hesaba alınmadığında Çe-çe-man şehrinin Hsü-an-tsang’ın Ço-k’ü-kia’sına tekabül ettiği görülecektir. [s. 311’deki ek ve düzeltme: Sung Yün’den yaptığım alıntı çevirisinde beni Çu-k’ü-po ile Ço-k’ü-kia’yı özdeşleştirmeye ve onu Kargalık’a yerleştir­me iten sebepleri izah etmiştim. Elinizdeki bu çalışmada ise sık sık Çu-k’ü-po’nun diğer Çinli yazarların belirttikleri gibi Kökyar veya Kökçe-yar’la aynı olduğunu sık sık belirttim, ama Çu-k’ü-po’yu Kargalık’a yerleştiren M. A. Stein’in görüşü bana neticede daha ma­kul görünüyor.]

96 Ts’ien Han-şu’nun (XCVI, a) “Si-ye kralına Tse-ho kralı denilir” de­mek suretiyle Tse-ho’yu yanlışlıkla Si-ye ile karıştırmaktadır.

97 Si-ye, P’u-li ve İ-nai krallıkları, Ts’ien Han-şu’da (XCVI, a) zikredil­mektedir.

98 [s. 311’deki ek ve düzeltme: Kadınlar krallığı muhtemelen Râjata-rangini’deki Strîrâjya’dır. (M. A. Stein’in bildirisi].

Kan-t’ang ülkesi denizlerin kuzeyindedir. Orada Kun-lunlar99 oturur.

99 Bu cümle, daha yukarıda zikredilen Kan-t’ang tanımının açılımıdır. Batı ülkelerinin tasviriyle kesinlikle ilgisi yoktur.

Ho-p’an-t’o (Taş-Kurgan)

Ho-p’an-t’o’ya100 Han-t’o ve hatta K’o-kuan-t’an, hatta ve hatta K’o-lo-t’o da denilir. Söz Su-le’den (Kaşgar) açılmışken, güneyba­tıya doğru yürünürse, Kien-mo Boğazı’na101 ve Pu-jen dağlarına gi­rilir ve tastamam altı yüz li sonra bu krallık gelir. (Ho-p’an-t’o), Kua’ya 4500 li uzaklıktadır ve Yarkend’in güneyinde Çu-k’ü-po’nun tam batısındadır. Güney tarafından Hsüan-tu (Asma ge­çit) dağlarına varılır; ülke, kuzeyde Kaşgar’la hemhuduttur. Batı­sında Hu-mi (Wahan), kuzeybatısında P’an-han (Fergana?) Kral­lığı bulunur. Yönetim merkezi Ts’ung-ling’in ortasındadır. Payi­tahtı T’u-to (Çita) nehrine102 nazırdır. Bin seçme askeri vardır.

100 Ho-p’an-to (Hsüan-tsang’ın K’i-p’an-t’o’su) Vivien de Saint-Martin ta­rafından Yarkend’in büyük kollarından birinin üzerinde bulunan ve Kırgızlarca Taş-kurgan denilen Karçu şehriyle özdeşleştirilmektedir. Taş-kurgan bölgesi Tacikçede Sarikol veya Sir-i-kol yahut daha çok Sir-i-kuh olarak adlandırılmaktadır. Bunu Sir-i-kul veya Viktorya Gö-lü’yle karıştırmamak gerekir. Amu-derya’nın doğduğu bu göl, Wood tarafından tasvir edilmiştir. (Journey to the sources of the Oxus, s. 232 vd.) [s. 311’deki ek ve düzeltme: M.A. Stein, bana Karçu’nun bulun­duğu yer hakkında hiçbir şey işitmediğini bildirdi; Yule (Wood’un Oxus’un kaynaklarıyla ilgili kitabına yazdığı girişte, s. LV) bu keli­menin coğrafi değeri üzerinde şüphesi bulunduğunu ve onun Çinli cizvit kartografların Kandjut veya Hunza bölgesini göstermek iste­dikleri Keçut’un yanlış bir uyarlaması olarak gördüğünü belirtmiş-ti.//Sarikol bu yerin kullanılan tek adıdır.]

101 [s. 311’deki ek ve düzeltme: Kien-mo Boğazı muhtemelen Gez Ge-çidi’dir. (M. A. Stein’in bildirisi)]

102 T’u-to yerine Hsüan-tsang’daki gibi Si-to okumak gerekir.

Kraliyet ailesi Kaşgar asıllıdır ve nesilden nesile iktidarı elinde bulundurur. Güneybatıda T’u-t’ung (başağrısı veren) dağları bu­lunur. Krallığı çevreleyen Ts’ung-ling’e halk arasında Ki-i (tehli­keli) dağlar da denilir. Bu ülkenin insanları güçlü ve zorludur; dış görünümleri ve dilleri Yü-t’ien (Hotan) halkınınkiyle aynıdır. Ka­nunlarına göre birini öldüren veya eşkiyalık yapan kişi ölümle cezalandırılır. Diğer suçlar tazmin ettirilir. Vergiler kumaşla öde­nir. Kral, altın bir divan üzerinde oturur.103 Geç Wei’ler dönemin­de, t’ai-yen zamanında (435-439) (Ho-p’an-t’o) ilk defa Orta İm-paratorluk’la ilişki kurmuştur. Dokuzuncu çeng-kuan yılında (635) saygı sunmak için saraya bir elçi göndermiştir. K’ai-yüan döneminde (713-741) Çin bu krallığı mağlup ve pasifize etmiş, orada Ts’ung-ling104 askeri garnizonunu kurmuştur ki, An-si105 cephesi boyunca askeri yönden en iyi korunan nokta da budur.

103 T’ang-şu’nun ifadesi anlaşılmadığı için Pien i tien’inkini tercih et­tim.

104 T’ang-şu’nun XLIII, b bölümünde (s. 15 v°) Kaşgar’ın 600 li gü­neybatısında eski Ki-p’an-t’o krallığı Ts’ung-ling askeri garnizonu­nun yer aldığı belirtilmektedir.

105 An-si askeri valiliği bugünkü Kaşgarya’nın tamamını içine alıyor­du.

***

Yü-t’ien (Hotan)

T’ang-şu, CCXX1, a, s. 10 r°

Yü-t’ien’e (Hotan) Kü-sa-tan-na (Kustana) veya Hoan-na yahut K’ü-tan da denilir. Kuzey barbarları (Ti’ler) ona Yü-tun, diğer Hu halkları Ho-tan derler. Başkente 9700 li, Kua ilçesine ise 4000 li’-den daha uzak mesafededir. Han döneminin beş krallığının yani Jung-lu, Yü-mi, Kü-le ve P’i-şan’ın106 eski topraklarının tamamını sınırlarına ilhak etmiştir. Kralın oturduğu şehrin adı Si-şan (=batı dağlarındaki şehir)dir. Krallığın dört bin seçme askeri vardır. İçin­den yeşim taşı çıkarılan bir nehir geçer. Halk geceleyin ay ışığının iyi vurduğu yerleri gözetleyerek oralardan yeşim taşı çıkarır. Kral tablolarla bezeli bir evde oturur. Halk becerikli, fakat mübalağacı­dır. Gök tanrıya tapınır,107 Budda’nın öğretilerini benimserler. Davranışları son derece saygılıdır ve birbirleriyle karşılaştıklarında diz çökmeyi ihmal etmezler. Bir parça ağaçla dişlerini fırçalarlar [misvak kullanırlar]. Yeşim taşından mühür yaparlar. Özel bir mektup aldıklarında108 açmadan önce onu başlarının üstüne kal­dırırlar. Han hanedanından İmparator Wu döneminden günümüze kadar, bu ülkenin kralları Orta İmparatorluk tarafından kendileri­ne tevdi edilen güven mektuplarını birbirlerine aktarırlar. Hotan halkı şarkı söylemeyi ve raksetmeyi sever. Örme ve dokumacılıkta maharetlidirler. Ülkenin batısında kirpi iriliğinde büyük farelerin yaşadığı kumlu bir çöl vardır.109 Altın rengindedirler. Onlar gidip ge­lirken sıradan fareler onlara refakat eder. Eskiden Hotan’da dut ağacı ve ipek böceği yoktu. Komşu bir krallıktan istediler, fakat on­lar reddettiler ve krallarının kendilerinden bir kızla evlenmesi şar­tını ileri sürdüler. Gelin bakmaya geldiklerinde ise “Bizde ipek yok, ipek elbise dikebilmemiz için ipek böceği temin etmemiz la­zım” dediler. Böylece uyarılan genç kız ipek böceklerini şapkasının astarının içine koydu; gümrük memurları üzerini aramaya cesaret edemediler. İşte o günden sonra Hotan halkının ipek böceği oldu. Prenses, bir kitabe diktirerek, ipek böceklerini öldürmemeyi ve ko­zaları ancak ipek böcekleri uçup gittikten sonra kaynar suya atma­yı kural haline getirdi.

106 Toplam beş krallık olması için bu dört isme Yü-t’ien’in adını da ila­ve etmek gerekir.

107 Mazdeisttirler.

108 Çince metindeki ifadenin anlamı oldukça karmaşık. Bence “hal ah­val sormak için için gönderilen mektup” demektir yani resmi mek­tubun aksine özel bir mektup aldıklarında demektir. Cümlenin an­lamı şudur: Çin halkının yalnızca imparatordan gelen mektuba gösterdiği saygıyı Hotan halkı özel mektuplara karşı göstermekte­dir.

109 [s. 311’deki ek ve düzeltme: Hotan civarında yaşayan fareler ko­nusunda bkz. Hsüan-tsang, Memoires, II/233-234].

Kralın soy adı Wei-ç’i, zâti adı ise Wu-mi’dir. Esasen T’u-küe’lere bağlıydı, fakat altıncı çeng-kuan (632) yılında Çin sara­yına hediyeler sunmak üzere bir elçi gönderdi. Üç yıl sonra ise (635),110 imparatorluk muhafız alayına giren oğlunu yolladı.

110 Kiu T’ang-şu’da on üçüncü çeng-kuan (639) yılı.

A-şi-na Şo-öl, Kuça’yı fethettiğinde (640), Hotan kralı Fu-tu Sin çok korktu ve oğluyla üç yüz deve gönderdi. Çang-çi Si Wan-pei, A-şi-na Şo-öl’e şöyle dedi: “Şimdi Kuça’yı dize getir­dik. Tüm Batı ülkeleri korku içinde. Sizden hafif süvariler ala­rak onlarla Hotan kralının başına boyunduruk geçirip başkente sunmayı düşünüyorum.” A-şi-na Şo-öl onun isteğini kabul etti. Hotan’a gelen Si Wan-pei, T’angların tabiat üstü güçleri bulun­duğunu ve prestji sahibi olduklarını anlatarak Göğün Oğlunun huzuruna gitmeye teşvik etti. Fu-tu Sin, heyetin peşinden gitti. Bu sırada Kao-tsung tahta çıktı (649); Fu-tu Sin’e sağ muhafız­ları büyük generali, oğlu Şe-hu (yabgu) Tien’e ise sağ cesur mu­hafızlar generali unvanı verdi. Ayrıca bir elbise, bir kemer, altı bin parça ipek ve bir prens ikametgahı verdi. Uzun aylar boyun­ca tuttuktan sonra onu tekrar ülkesine gönderdi. Fu-tu Sin, oğullarının ve kardeşlerinin imparatorluk muhafız alayına alın­maları talebinde bulundu.

Çang-yüan devri (674-675), (Hotan kralı Fu-tu Hiung), sayı­ları yetmişi bulan oğulları, kardeşleri ve yüksek rütbeli kişileri yanına alarak bizzat saraya bağlılığını sunmaya geldi. İmparator, T’u-po’yu (Tibetlileri) mağlup etmiş olduğu için onun toprakla­rını P’i-şa111 hükumetine dönüştürerek, ülkeyi on vilayete tak-simledi ve Fu-tu Hiung’u hükumetin başına getirdi. Fu-tu Hi-ung’un ölmesi üzerine İmparatoriçe Wu tahta oğlu King’i geçirdi. K’ai-yüan döneminde (713-741) King, atlar, bir deve ve na112 cinsinden bir hayvan hediye etti. King ölünce Çin sarayı Wei-ç’i Fu-çi-çan adlı birini tahta çıkararak yeni bir atamada bulundu.113 O öldükten sonra ise Fu-tu Ta yerine geçti ve aynı zamanda onun hanımı Çe-çe’ye de bir beratla prenses unvanı verildi. Fu-tu Ta’nın ölümünden sonra Wei-ç’i Kui tahta geçti; hanımı Ma da prenses ilan edildi.114 Kui öldükten sonra tahta Şeng geçti.115 Çi-ti dönemi (756-757) başlarında, askerleriyle zor günlerinde116 Çin’in yardımına koştu. Arkasından imparatorluk muhafız alayı­na girip kalmak istedi. Üçüncü k’ien-yüan yılı (760) sarayın sol kapısını gözetleyen muhafızların reisi unvanı alan kardeşi Şe-hu (yabgu) Yao t’ai-pu kadro dışı yüksek görevlisi olarak atandı ve krallığını geçici olarak yönetebilmek için aynı zamanda dört gar­nizona komutan ve komiser yardımcısı olarak görevlendirildi. Şeng için özel bir biyagrafi mevcuttur.117 Yü-t’ien’in (Hotan) do­ğusuna üç yüz li mesafede Kien-to-li nehri,118 yedi yüz li mesa­fede ise Tsing-tsü Krallığı vardır. Nehrin doğusunda kralı Ta-te-li şehrinde - ki Kiu-mi de denilir, - yaşayan Han-mi119 Krallığı yeralmaktadır. Ta-te-li, eski Ning-mi şehridir. Bunların hepsi de kü­çük krallıklardır.120

111 Vaiçramana kelimesinin kısaltılmış çeviriyazımı. Bir rivayete göre tanrı Vaiçramana Hotan’a gelip yerleşmiştir. (Bkz. Hsüan-tsang, Si yü ki, Julien çev. II/224).

112 K’ang-hi’nin sözlüğü bu hayvan hakkında akla hayale sığmayan ta­rifler yapmaktadır. Ts’e-ju yüan kui, bu elçilik olayının beşinci k’ai-yüan yılında gerçekleştiğini kaydetmektedir.

113 Kiu T’ang-şu, on altıncı k’ai-yüan yılında (728) Wei-Ts’e-fu-çi’ye Hotan kralı unvanı verildiğini belirtmektedir.

114 [s. 311’deki ek ve düzeltme: Burada Hotan krallarının tamamı ve­rilmemişti. Tse-çi t’ung kien, (725 yılı sonu) şöyle der: Yü-t’ien (Ho-tan) kralı Wei ç’i T’iao gizlice Türklerle ve diğer Hu halklarıyla an­laşarak isyan etmeyi reddetti. An-si ikinci askeri valisi Tu Sien, or­dusuyla gelerek onu esir etti ve arkasından ortadan kaldırdı. Sonra yerine başkasını kral tayin etti. - Ayrıca Wu-k’ung’dan (789 yılı ci­varı) Hotan kralının adının Wei-ç’i Yao olduğunu öğreniyoruz ki, Şe-hu Yao ile aynı kişidir.]

115 Wei-ç’i Şeng biyografisinde (T’ang-şu, blm. CX) t’ien-pao dönemin­de (742-755) bu Hotan kralının imparatora çok değerli armağanlar sunduğunu, buna karşılık onun da saraydan bir prensesi ona eş olarak verdiği kaydedilmektedir. Kral, ülkesine döndükten sonra, An-si tsi-tu-şi’si Kao Sien-çi’ye Sa-pi-po-sien’e saldırıp mağlup et­mesi konusunda yardım etti. Bu açıklama ancak 747 yılında Kao Sien-çi’nin Küçük Pu-lü’ye (daha ileride Pu-lü notuna bkz.) karşı düzenlediği seferle bağlantılı olabilir ve muhtemelen Sa-pi-po-sien Küçük Pu-lü’nun kralının adıydı. [s. 311’deki ek ve düzeltme: Sa-pi-po-sien kesinlikle Küçük Pu-lü kralı değildir, çünkü 747’de kral olan kişinin adı Su-şi-li-çi idi.]

116 Wei-ç’i Şeng, 756’da krallığı kardeşi Yao’ya bıraktı ve 5000 süvariy­le An Lu-şan’a karşı savaşan imparatora yardıma geldi ve ölünceye kadar Çin’de kaldı.

117 Kiu T’ang-şu, CXLIV, s. 6 v° ve T’ang-şu, CX, s. 7 r°.

118 Keria nehri. [s. 311’deki ek ve düzeltme: Kien-to-li nehri Şıra neh­ri olabilir. (M. A. Stein’in bildirisi)]

119 Han-mi yerine Han döneminde Yü-mi veya Kiu-mi denilen ülkey­le aynı olduğu için Yü-mi okumak gerekir. Bu krallık Keria bölgesiyle özdeşleştirilmelidir. Bu özdeşleştirmeyi teyit eden Si yü şui tao ki (blm. II, s. 7 r°) bugünkü Keria şehrinin nehrinin batısında yar aldığını belirtmektedir. Halbuki T’ang-şu Yü-mi Krallığı’nın pa­yitahtını nehrin sağ cenahına yerleştirmektedir. Fakat şehir yer de-ğiştirebileği cihetle bu o kadar da önemli sayılmaz. [s. 311’deki ek ve düzeltme: M. A. Stein Han-mi ülkesinin Keria ile özdeşleştirile-meyeceği kanaatindedir.]

120 Hotan’la ilgili bilgi, imparatora sunulan yeşim taşları temin etmek amacıyla buraya gönderilen ve bunları zimmetine geçiren, fakat su­çu ortaya çıkarılıp sürgünde ölüme mahkum edilen Çu Ju-yü adlı birinin hikayesiyle bitmektedir.

U-ç’a (Udyana)

T’ang-şu, CCXX1, a, s. 12 r°

U-ç’a Krallığı’na U-fu-na121 ve hatta U-ç’ang da denir. Hindis­tan’ın tam güneyindedir.122 5000 li genişliğindedir. Doğu tarafın­dan Pu-lü’ye (Gilgit vadisine)123 altı yüz li mesafededir. Batı tara­fından Ki-pin’e (Kapiça) dört yüz li uzaklıktadır. Burada dağlar ve vadiler birbirine ulanıp gider. Ülkede altın, demir, üzüm ve boya­cılıkta kullanılan yü-kin (curcuma) bulunur. Pirinç yılda bir defa üretilir. Ülke halkı zayıf ve sahtekârdır. Büyücülükte oldukça ile­ridirler. Krallıkla ölüm cezası yoktur. Öldürülmeyi hakedenler dağların ötesine sürgün edilirler. Birinin suçu sabit değilse, bir iç­ki içirilerek idrarının temiz olup olmayışına göre az veya çok bir ceza verilir. Ülkede beş şehir vardır. Kral Şu, Mung-ye-li veya Mung-kie-li denilen bir şehirde oturur.124 Kuzeydoğuda eski U­-ç’ang (Udyana) topraklarını teşkil eden Ta-li-lo vadisi125 bulunur.

121 U-fu-na yerine U-çang-na okumak gerekir. İ-tsing ve Hsüan-tsang değişik şekillerde yazmaktadırlar.

122 Bu cümle anlaşılmıyor. Çünkü Udyana Hindistan’ın kuzeyindedir.

123 Burada sözü edilen Pu-lü, Küçük Pu-lü’dür. Bu maddeyle ilgili no­ta bakınız.

124 [s. 311’deki ek ve düzeltme: Mung-kie-li şehri Swât vadisinde bu­günkü adı Manglaor olan Mangalapura’dır. A. Foucher’nin eski Gandara coğrafyasıyla ilgili notlara ilave edilen haritasına bkz.]

125 Bu vadinin Mung-kie-li şehrinin kuzeydoğusunda bulunuyor ol­ması, onu Yukarı Swât vadisiyle özdeşleştirme imkanı tanımakta­dır. Hsüan-tsang (Si yü ki, Julien çev., I/133) şöyle der: “250-260 li gittikten sonra Mung-kie-li (Mungali) şehrinin kuzeybatısında bü­yük bir dağın boğazlarına girdi ve Su-p’o-fa-su-tu (Çubhavas-tu=Swâ’t) nehrine dökülen O-po-lo-lo (Apalala) ejdarhası kaynağı­na vardı.” [s. 311’deki ek ve düzeltme: Bu not yanlıştır. Ta-li-lo va­disi (Fa-hien’in T’o-li dediği yer) Cunningham tarafından (Ancient geography ojIndia, s. 82) Dardistan’da İndus’un sağ sahilindeki Dâ-rel kazasıyla özdeşleştirilmiştir.]

On altıncı çeng-kuan yılı (642), ülke kralı Ta-mo-in-t’o-ho-se, kâfur esansı sunmak için bir elçi gönderdi. Kendisine impa­ratorluk mührüyle mühürlenmiş bir mektup gönderilerek cö­mertçe ödüllendirildi.

U-ç’ang (Udyiana)ın doğu sınırları126 Araplar (Ta-şi) ile sınır­daştı. K’ai-yüan döneminde (713-741) Araplar defalarca davaları için U-ç’ang’ı kazanmaya çalıştılar, fakat gerek bu ülkenin kralı ve gerekse Ku-tu (Huttal) ve Kiu-wei (Yassin) onların tebaası olma­yı reddettiler. Hsüan-tsung elçilerine bir buyrukla onlara kral un­vanı vermelerini emretti.127

126 Sınırım metni düzelterek “batı sınırları boyunca hemhuduttular” şeklinde okumak gerekir.

127 Olayın tam tarihini Ts’e-çi t’ung kien (CCXII, s. 4 r°) vermektedir: “Sekizinci k’ai-yüan yılı (720) yazında, dördüncü ayın ping-wu gü­nü, imparator, U-ç’ang (Udyana), Ku-tu (Huttal) ve Kiu-wei (Yas-sin) krallarına nameler göndererek tebaalığına aldığını bildirdi. Bu üç krallığın üçü de Ta-şi’nin (Araplar) batısında bulunuyorlardı (? Bir önceki nota bkz.) Araplarsa onları davalarına kazanmak ve T’ang’a (Çin’e) karşı isyan bayrağı açmaya teşvik etmek istiyorlar­dı. Üç krallık da bu isteği reddetmiş, imparatorluk tarafından ödül­lendirilmişlerdi.

Daha ileride Ku-tu (Huttal) hakkında bilgi verilecektir. Kiu-wei Krallığı konusunda ise T’ang-şu (CCXXI, b, s. 7 v°, Per-sia’yla ilgili notun sonunda) şu bilgileri vermektedir: “Kiu-wei’e Şang-mi de denir. Payitahtı A-şi-yü-şi-to şehrindedir. Pu-lü nehri­nin kuzeyinde sarp karlı dağlar arasında bulunur. Ülke soğuktur. Beş çeşit tahıl, üzüm ve nar yetiştirilir. Halk kışı mağaralarda geçi­rir. Küçük Pu-lü’nun Orta Krallığa casusluk yapması için ahali tarafından sürekli yardım edilmiştir.” Aşağıda Küçük Pu-lü hakkın­da konulan not, burasını Gilgit’le özdeşleştirmemin sebeplerini izah edecektir. Şang-mi veya Kiu-wei Pu-lü nehrinin kuzeyinde bu­lunduğu için Yassin bölgesi olmalıdır. Bu bilgiler Wu-k’ung’un gü­zergahının bazı noktalarını açıklığa kavuşturmamıza yardımcı ol­maktadır: 751’de Çin’den ayrılan Wu-k’ung, 747’de Kao Sien-çi’nin (ileride Pu-lü’yle ilgili nota bkz.) takip ettiği Çin ordusunun güzer­gahı üzerinden Hu-mi yani Wahan’ı geçmiş, daha sonra Kiu-wei’e (T’ang-şu’daki Kiu-wei’le aynı) veya Yassin’e ulaşmış, arkasından Ho-lan ve Lan-so adlı bilinmeyen iki yerden geçerek kesinlikle Kü­çük Pu-lü veya Gilgit’in başkenti olan Ye-to veya Ye-ho Krallığı’na varmış; Gilgit’den de Udyana yani Swât vadisine geçmiştir.

Ki-pin (Kapiça)

T’ang-şu, CCXX1, a, s. 12 r° ve v°

Ki-pin (Kapiça128) Sui dönemindeki Ts’ao [Ch’ao] Krallı-ğı’dır.129 Ts’ung-ling’in güneyinde yer alır. Başkente on iki bin li uzaklıktadır. Güney istikametinde Şe-wei (Çravasti)’den üç bin li mesafededir. Kral, Siu-sien şehrinde oturur ve daima Ta Yü-çi ku­rallarına bağlıdır. Ülke sıcak ve rutubetlidir. İnsanlar fil sırtında yolculuk ederler; Budda’ya inanırlar.

128 Ki-pin’in Kapiça ile özdeşleştirilmesi konusunda bkz. s. 52, n. 1. -Ki-pin, Batı Türkleri kağanı T’ung şe-hu tarafından itaat altına alın­mıştır. Her iki T’ang tarihinde de Kapiça konusunda bilgi bulundu­ğu, ama Gandahar’a hiç değinilmediği dikkat çekmektedir. Demek ki Gandahar siyasi açıdan Kapiça ile birleşmişti. Hsüan-tsang (Me-moires, I/104) Gandahar kraliyet ailesi sona erdiği için ülkenin Ka-piça’nın hakimiyetine girdiğini belirtmekte, ondan bir yıl sonra da Wu-k’ung (ayrı basım, s. 13) Kapiça’nın doğu başkentinin Ganda-har’da bulunduğunu kaydetmektedir. T’ang’lardan önceki dönemi anlatan Pei-şi (XCVII) ise Kapiça ve Gandahar için ayrı ayrı bilgi­ler vermektedir.

129 Kiu T’ang-şu’nun baskısında yer almayan bu cümle kesinlikle yan­lıştır. Sui dönemindeki Ts’ao [Ch’ao] Krallığı Ts’ung-ling’in kuze-yindeydi. Halbuki T’ang döneminin Ki-pin’i yani Kapiça, aynı dağ­ların güneyindeydi. Bu hatanın sebebi şudur: Sui-şu’da Han döne­mindeki Ki-pin Krallığı ile Ch’ao Krallığı’nın aynı olduğu yazıl­maktadır. Bu iddia Pei-şi’de de vardır. Fakat bu sonuncusunda Ch’ao Krallığı’yla ilgili notun yanında Ki-pin Krallığı’na ait başka bir not yer almaktadır. Şu halde Tsung-ling’in kuzeyindeki Ch’ao Krallığı Han döneminin Ki-pin’i ile özdeş olsa dahi, Sui ve T’ang dönemindeki Ki-pin yani Kapiça ile ortak bir tarafı yoktur. Bir baş­ka deyişle, Ki-pin ifadesi Han dönemi ile T’ang döneminde aynı şe­yi ifade etmemektedir ve dolayısıyla T’ang-şu’nun Han dönemi Ki-pin’i için doğru olabilecek, ama kesinlikle T’ang dönemindeki Ki­pin için yanlış olan bir aynılığı Ki-pin ve Ch’ao Krallığı için kaydet­mesi hatadır. Sui dönemindeki Ch’ao Krallığı Ts’ung-ling’in (bura­da Hindukuş) kuzeyinde bulunduğu için Ch’ao-kü-ç’a’yı Zabulis-tan (Gazne) olarak gösteren Marquart’ın görüşüne (Eranshahr, s. 285) katılmıyorum.

İkinci Wu-ti yılında (619), ülkenin kralı bir elçi göndererek mücevherlerle süslü bir kemer, bir altın kilit, kesme kristal, yıl­lanmış şarap ve hünnap şeklinde cam eşyalar gönderdi. Çeng-ku-an (627-649) devrinde ise Kapiça asil atlar yolladı. T’ai-tsung bu münasebetle danışmanlarına şöyle dedi: “İktidara ilk geldiğim günlerde Göğün Oğlunun dört bir yandaki barbarları korkutmak ve itaat altına almak için askeri prestejini zirveye çıkartması ge­rektiği söylenmişti. Sadece Wei Çeng bana barış yollarına teves­sül etmem ve Orta Çin’deki Hiaları yatıştarmam yolunda telkin­de bulunarak şöyle demişti: ‘Orta bölgedeki Hialar yatıştırılınca, uzak yörelerdeki insanlar bize tabi olacaklardır. Halbuki şimdi imparatorluk büyük bir sükunet içindedir ve dört bir yandaki barbarların reisleri bize hediyeler sunmaktadırlar. Bu, Wei Çeng’in gayretlerinin bir sonucudur.’” İmparator “gözüpek”130 Ho-ç’u-lo-pa131 ve diğerlerini bu krallığa önemli hediyeler götür­mek ve ayrıca T’ien-çu’yu (Hindistan) cesaretlendirmekle görev­lendirdi. Ç’u-lo-pa gelince Ki-pin kralı başını yere koyup doğuya dönerek iki defa selam verdi. Sonra elçilere T’ien-çu’ya (Hindis­tan) kadar refakat ve rehberlik etmeleri için insanlar gönderdi.

130 Çin sarayına verilen fahri unvan.

131 (s. 311-312’deki ek ve düzeltme: Ho-ç’u-lo-pa, isminden de anla­şılacağı gibi, Çin sarayında bulunan ve imparator tarafından Hin­distan’a dönüşte bir vazifeyle görevlendirilen bir yabancı olmalı. “Gözüpek” unvanı hep yabancı elçilere verilirdi. Nitekim aynı şeyi 726’da gelen Arap elçisi Süleyman’a ve 732’de sözde İran kralının temsilcisi olan ve Nesturi din adamı Ki-lie’ye refakat eden P’an-na-mi’ye verilen unvanda da görüyoruz.]

On altıncı yıl (642)132 (Ki-pin) bir Ju-t’o faresi sundu. Farenin burnu uzun, kuyruğu kırmızıydı. Yılanları yutabiliyor; bir yılan soktuğu zaman yarayı kokluyor, sonra üzerine idrarını yaparak onu iyileştiriyordu. Ülke halkının anlattığına göre kralın büyük atasının adı Hing-ye idi ve bugünkü kral Ho-hi-çi’ye kadar ikti­dar on iki nesil boyunca elden ele geçmiştir.133

132 Daha yukarıda aynı 642 yılında bir Udyana elçisinin Çin sarayına geldiğini görmüştük. Büyük bir ihtimalle Udyana ve Kapiça elçile­ri aynı günlerde saraya gelmişlerdir ki, bu da söz konusu iki kral­lığın ileride, 745 yılında yaptıkları gibi bu tarihte siyasî olarak bir-leşmediklerini göstermektedir.

133 Kiu T’ang-şu’nun (CXCVIII, s. 10 r°) metni bu müşahedenin 642 yılında gönderilen elçilik heyetiyle ilgili olmadığını göstermektedir ki, üçüncü hien-k’ing yılında (658) Çinliler yaptıkları yoklama so­nucunda Kral Ho-hi-çi’nin sülalenin on ikinci kralı olduğunu anla­mışlardır.

Üçüncü hien-k’ing yılı (658) bölge Siu-sien hükumetine dö­nüştürüldü. Şen-lung dönemi (705-706) başlarında ülke kralına Siu-sien’in “onbir vilayet134 askeri işler sorumlusu” ve “Siu-sien genel valisi” unvanları verildi. Yedinci k’ai-yüan yılında (719) (Ki-pin) astronomiyle ilgili bir metin, sihir ve esrarengiz ilaç far-mülleri takdim etmek için bir elçi gönderdi. İmparator krala bir fermanla Ko-lo-ta-çe t’e-k’in (Arrohac prensi) unvanı verdi.135 Daha sonra136 yaşlı bulunan Wu-san t’e-k’in şa,137 oğlu Fu-lin­

134 Burada sözü edilen onbir vilayet, Siu-sien Hükumeti ve ona bağlı on vilayetten oluşuyordu.

135 Ko-lo-ta-çi adında, Arrohac (Zabulistan)’ı gösteren Ho-ta-lo-çi’nin yanlış bir çeviriyazımını buluyoruz. İleride Zabulistan’la ilgili kı­sımda görüleceği gibi, bu ülke 711 yılından sonra Kapiça’yı kendi­sine bağlamıştır. Dolayısıyla Çin imparatorunun Ki-pin kralına Ar-rohac prensi unvanını 719 yılında verdiğini belirtmek doğru ol­maz. Bu durum, ileride Zabulistan’la ilgili kısımda kendisinden alıntı yaptığım Ts’e-ju yüan kui metni tarafından düzeltilmektedir.

136 Kiu T’ang-şu’ya göre (CXCVIII, s. r °) 739’da.

137 Bu kişinin 719’da (veya en fazla 720’de) Ki-pin kralı atanan Arro-hac prensi olduğu muhakkak. Adı Wu-san’dı ve ismine bitişen “te-gin” “prens” kelimesi Kapiça krallarını gösteren şah anlamındaydı. Marquart’ın (Eranshahr, s. 291) da işaret ettiği gibi Wu-san t’e-k’in şa Wu-k’ung’a göre, (s. 21) muhtemelen Gandahar manastırını ku­ran Türk hükümdarının oğlu T’e-k’in şa ile aynı kişiydi.

ki-p’o’nun yerine geçmesini talep etti. İmparator bu talebi kabul etti. Dördüncü t’ien-pao yılında (745) bir fermanla onun oğlu Pu-fu-çun’a Ki-pin (Kapiça) kralları ve U-ç’ang (Udyana) krallığı unvanlarını tevarüs etme hakkı verdi.138 K’ien-yüan dönemi (758-759) başlarında Kapiça elçileri saraya bağlılıklarını bildir­mek ve haraç sunmak üzere geldiler.

138 Metin, Kapiça ve Udyana’nın tek bir yönetim altında birleştirildiği­ni ispat etmektedir.

***

K’ang (Soğdiyana)

T’ang-şu, CCXX1, b, s. 1 vd.

K’ang139 ülkesine Sa-mo-kien (Semerkant) da denilir. Yüan Wei’ler zamanında Si-wan-kin deniliyordu. Güney tarafından Şi’ye (Keş) yüz elli li mesafededir. Kuzeybatı tarafında yüz li’den daha uzak bir mesafede Batı Ch’ao (İştikan), güneydoğuda yüz li mesafede Mi (Maymarg), kuzeyde elli li mesafede Merkezi Ch’ao (Kabuzan) bulunur. Güneyinde Na-mi (Zarafşan) nehri akar. Otuz büyük şehri ve üç yüz köyü vardır.

139 Burada çevirisini verdiğimiz T’ang-şu notunda K’ang net bir şekil­de Semerkant’la özdeşleştirilmiştir. Halbuki Si-wan-kin (Semer-kant) ve K’ang’a tamamıyla farklı iki paragraf ayıran Pei-şi (XCVII)’de aynı durum söz konusu değildir. Pei-şi (aynı yer) ve Sui-şu (LXXXIII) K’ang ülkesinden şu şekilde bahsetmektedir: “Kralının adı Şe-fu-pe (Sui-şu’ya göre Tai-şe-pe) dir. Zengin ve cö­mert bir insandır; halkının kalbini fethetmiştir. Hanımı T’u-küe ha­kanı Ta-tu’nun kızıdır. Payitahtı Sa-pao nehri sahilindeki A-lu-ti şehrindedir.” Bu metinden bu mülahazalar çıkartılabilir: 1- Pei-şi ve Sui-şu K’ang kralının ilk defa ta-ye döneminde (605-616) Çin’le temasa geçtiğini, bilahare tüm ilişkilerini kopardığını kaydetmek­tedir. Muhtemelen Şe-fu-pe o sıralar ülkeyi yöneten bir prensin adıydı. O dönemde kızını bu prense veren Ta-tu Kağan da muhte­melen Ta-t’u Kağan’dan başkası değildir. Gerek A-lu-ti şehrini ve gerekse Sa-pao nehrini herhangi bir şeyle özdeşleştiremedim. Söy­leyebileceğim tek şey, nehrin adının, T’ang hanedanı döneminde Hu barbarlarının gök tanrıya kurban sunma merasimlerini yönet­mek için yapılan Sa-pao barkını anımsattığıdır. (Bkz. JA, Ç’ang-an metni, Janv.-Fev., 1897, s. 58; K’ang-hi sözlüğü). Burada Wei Tsie’nin Batı Barbarlarıyla İlgili Hatırası’ndan alınmış oldukça il­ginç bir metni ekleyeceğim. Bu Wei Tsie hakkında hiçbir bilgi bu-lumadım. Aşağıda tercümesi verilen pasaj (bkz. Pien i tien, XLVII, K’ang-kü’yle ilgili bilgiler, s. 4 r°) Tu Yu’nun T’ung Tien’inde yer al­maktadır. (Tu Yu bu ansiklopediyi 32 yaşındayken, Ta-li’nin ilk yılında (766) yazmaya başlamış, on yedinci çeng-yüan (801) yılında 67 yaşındayken tamamlamıştır): “Wei Tsie’nin Batı Barbarlarıyla il­gili hatırasında şöyle deniliyor: K’ang Krallığı ahalisi ticarete yat­kındır. Bir çocuk beş yaşına geldiğinde, kitaplar okutulmaya başla­nır. Kitapları anlamaya başladığında ticaret öğrenmesi için gönde­rilir. Ahalinin büyük çoğunluğu için para kazanmak harika bir şey­dir. Halk musikiden hoşlanır. Altıncı ayın birinci gününü yıl başı olarak kabul ederler. (Muhtemelen burada Frawardin ayının birin­ci gününü yıl başı kabul eden Pers takvimine atıfta bulunulmakta­dır). O gün gelince, kral ve bütün ahali yeni elbiseler giyerek, saç ve sakallarını keserler. Başkentin doğusunda yer alan bir ormanın girişinde yedi gün boyunca at üzerinde ok atarlar. Son gün, hedef olarak bir kağıt üzerine altın bir sikke koyup atış yaparlar. Hedefi vuran bir günlüğüne kral olur. Gök tanrıya tapar ve ona aşırı saygı gösterirler. Söylediklerine bakılırsa ilahi bir çocuk yedinci ay öl­müş ve vücudu (daha doğrusu kemikleri) kaybolmuştur. Tanrıya tapınmakla görevli insanlar, bu yedinci ay geldiğinde pleli şekle soktukları siyah elbiselerini giyerler. Ayakları çıplaktır ve göğüsle­rine vurarak, melametler okuyarak yürürler; kan ve göz yaşı yanak­larını yıkar. Kadınlı erkekli üç-beş yüz kişilik bir kalabalık, kutsal çocuğun cesedini aramak için etrafa dağılır. Bu seremoni yedinci gün sona erer. Başkentin dışında ayrı bir yerde yaşayan ve cenaze merasimi ile uğraşmakla görevli olan 200 aile vardır. Bunlar, kur­dukları ayrı bir mekanda köpek yetiştirirler. Birisi öldüğünde cese­dini getirerek burada köpeklere yedirirler. Arkasından tüm kemik­leri toplayarak cenaze merasimiyle birlikte gömerler. Kemikleri herhangi bir tabut içine koymazlar. [s. 312’deki ek ve düzeltme: Wei Tsie, VII. Yüzyıl başlarında Soğdiyana’da cesetleri köpeklere yedirme geleneğinin bulunduğundan söz etmektedir ki, Hero-dot’un kaydettiği üzere (I, § 140) bu gelenek eski İran’da da vardı: “Cesedi önce bir kuş veya köpek tarafından parçalanmayan bir Acemin bedenini toprağın kabul etmeyeceği iddia edilmektedir.”

Prens ailesinin adı Wen’dir. Bu aile vaktiyle K’i-lien140 dağla­rının kuzeyinde Çao-wu141 şehrinde yaşayan Yüe-çilerdendir. Yüe-çiler T’u-küe’ler142 tarafından mağlup edildikten sonra arka­larını Ts’ung-ling dağlarına vererek yavaş yavaş güneye çekildiler ve böylece bu bölgeyi ele geçirdiler.

140 K’i-lien dağları Çinliler tarafından oldukça farklı iki şekilde tanım­lanmaktadır. Çağdaş yazarların büyük çoğunluğu K’i-lien’i Ha mi’nin kuzeyindeki Tanrı Dağları’nın bir kısmı olarak görmektedir­ler ki, Han döneminde yayınlanan Hai kuo t’u çi’nin III. Bölümün­deki batı ülkeleri haritasında işaret edilen yerdir. Bence bu özdeş­leştirmenin (ki ben de onu kabul etmekle yanılmıştım), Hun dilin­de k’i-lien gök anlamına geldiği için K’i-lien şan’ın ancak T’ien-şan olabileceğini söyleyen Yen Şi-ku (Ts’ien Han-şu, blm. LV, s. 4 r°) şer-hindeki cümleden başka dayanağı yoktur. Fakat eski coğrafya ki­tapları K’i-lien’i tamamen başka bir yere yerleştirme imkanı tanı­maktadır. Yorumcu Se-ma Çeng (Se-ma Ts’ien, blm. CX, s. 9 v°), eserlerden birinde K’i-lien’in Çang-ye (Kan-çu) ve Çu-çüan (Su­çu) eyaletlerinde bulunduğunu belirten bir nottan söz etmektedir. Bu durumda K’i-lien, Su-çu ve Kan-çu’nun güneyindeki Nan-şan olmalıdır. Bu durum, Ta Yüe-çi’lerin esasen Tun-huang (Şa-çu ya­kınlarında) ve K’i-lien arasında yaşadıklarını belirten Se-ma Ts’ien’in (CXXIII, s. 2 v°) kaydıyla da teyit edilmektedir. Yorumcu Çang Şu-tsi, Yüe-çilerin Tun-huang’ın doğusu ve K’i-lien dağlarının batısında yaşadıklarını belirterek, bu dağların Kan-çu’nun güney­batısında yer aldığını kaydetmektedir.

141 Çao-wu, Han döneminde bir şehrin adıdır ki, Li Çao-lo’nun tarih-coğrafya sözlüğü onu Kan-su’nun eyaleti Kan-çu’nun kuzeybatısı­na yerleştirmektedir. [s. 312’deki ek ve düzeltme: Çao-wu soy adı­nı daha sonraları Soğdiyana’ya yerleşen prenslerin ikametgahı olan aynı isimli şehirden iştikak etme görüşü henüz şarkiyatçılar tara­fından genel kabul görmüş değildir. Kurakichi Shiratori (age., s. 122-123) bu adla ilgili teklif edilen belli başlı var sayımları sırala­dıktan sonra, buna bir yenisini ilave etmektedir (Çao-wu=Siyavuş, ap. Tomaschek, - Çub, ap. Radloff ve Marquart - Jabgu, ap. Hirth, Şâho (=Şah), ap. Shiratori.)]

142 Burada T’u-küe (Türk) kelimesini dar anlamıyla almamak gerekir. Aksine bu kelime, (“T’u-küe’” terimini ‘Hiung-nu’ yerine kullanan Sui-şu’nun (LXXXIII, s. 4 r°) paralel metninin de gösterdiği üzere) sonuçta Türklerin ataları olarak telakki edilebilecek olan Hunlar’ı göstermektedir. M. Ö. 140 yılları civarında Hunlar Ta Yüe-çileri mağlup etmişlerdi.

Bir ağacın dalları gibi serpilen prenslikler An (Buhara), Ch’ao (Kabuzan), Şe (Taşkent), Mi (Maymarg), Ho (Kuşanya), Hu-siun (Harezm), Mu-ti143 ve Şi (Keş)dir. Bunlara halk arasında ‘Dokuz Aile’ derler.144 Hepsi Çao-wu ailesinden inmedir. Toprak verimli ve tahıl üretimine uygundur. Bu ülkede harikulade güzel atlar ye­tiştirilir. Ülkenin büyük bir ordusu vardır. Bu değişik prenslikler­de yaşayanlar şarabı severler. Yollarda şarkı söyleyip raksetmeye bayılırlar. Kral, altın ve değerli taşlarla süslü yuvarlak bir şapka giyer. Kadınlar saçlarını kuyruk yaparlar. Üzerine altın çiçekler diktikleri siyah bir başlık takarlar. Çocuk doğurduklarında yeme­si için kand şekeri verirler ve büyüdüğünde tatlı dilli olsun ve kıymetli eşyalarını sanki eline yapışmış gibi muhafaza etsin diye avucuna tutkal sürerler. Yazıları yataydır. Ticaretle uğraşır ve ka­zanmayı severler. Yirmi yaşına gelen erkekler komşu krallıklara, hayatlarını kazanabilecekleri her yere giderler. On ikinci ayı yılın başlangıcı kabul ederler. Gök tanrıya kurban sunarlar.145 Son de­rece marifetli makinalar yaparlar. On ikinci ayda tambur çalar ve soğuk dansı yaparlar. Eğlence olsun diye birbirlerine su serperler.

143 Bu Mu-ti ülkesi Fa-ti Krallığı’nın bariz bir özdeşidir. Hsüan-tsang (Memoires, I/21) bu ülkeyi Buhara’nın 400 li batısına yerleştirir. Halbuki onun hayatını yazan şahıs, (Vie, s. 61) bu mesafeyi 100 li olarak tahmin etmektedir. Çincede bu şehre Batı An denir. Marqu-art (Die Chronologie, s. 62) onu Wardân veya Wardâna şehriyle öz­deşleştirmektedir.

144 Soy adı Çao-wu olan bu dokuz prenslik, adları verilen sekiz tanesi ve bunların başkenti durumundaki Semerkant’dan müteşekkildir.

145 Bu ritüel Mazdeizme aittir; bkz. JA, Janv. Fev. 1897, s. 661. Bu ka­yıttan Semerkant’da Buddizm ve Mazdeizmin aynı sıralarda yaygın olduğu anlaşılmaktadır.

Sui döneminde kralları K’ü-mu-çi, Batı Türk kağanının kızıy­la evlendi ve o günden itibaren de T’u-küe’lerin tebaası ol-du.146 Onuncu Wu-ti yılında (627) ilk defa hediyeler sunmak üzere bir elçi gönderdiler.147 Beşinci çeng-kuan yılında (631) im­paratorun tebaası olmak istediler. T’ai-tsung şöyle dedi: “Yalnız­ca baş unvanlar kazanmak pahasına halkın nefretini kazanmak istemiyorum. Eğer K’ang ülkesi bizim tebaamız ise, zor anlarında ona yardım edeceğiz ve dertlerine ortak olacağız. Ordularımız on bin li mesafeye gidecekler. Buna nasıl gönlüm razı olabilir?” Böy­lece bu teklifi reddetti.

146 Kiu T’ang-şu (CXCVIII, s. 10 r°) şöyle diyor: “İmparator Yang dö­neminde (605-616) bu ülkenin kralı K’ü-şu-çi (K’ü-mu-çi yerine) Batı T’u-küe’lerinin kağanı Şe-hu’nun kızıyla evlendi ve böylece Ba­tı T’u-küe’lerine boyun eğdi.” Burada geçen Şe-hu Kağan T’ung Şe-hu Kağan’dan başkası değildir.

147 Kiu T’ang-şu’ya göre elçilik heyeti gönderen kral K’ü-şu-çi’dir.

K’ang halkı aslanlar hediye etmek üzere bir elçilik heyeti daha gönderdi.148 Aradaki uzak mesafenin hediyeye daha bir değer kattığını düşünen imparator, arşiv müdürü Yü Şe-nan’a bu vesi­leyle edebi bir kompozisyon yazmasını emretti. O tarihten itibe-ren her yıl haraç getirdiler; imparatorun emriyle parka dikilecek olan altın ve gümüş şeftali ağaçları sundular.149

148 Ts’e-juyüan kui’ye göre 635’de (keza Pien i tien, XLVII).

149 Ts’e-ju yüan kui’ye göre 637’de (keza Pien i tien, XLVII). Aynı eser K’ang ülkesinin 639, 642, 643, 644 ve 647 yıllarında da elçiler gön­derdiğini kaydetmektedir.

Yung-hui devrinde (650-655) Kao-ti (=Kao-tsung) bölgeyi K’ang-kü Hükumetine dönüştürdü ve ülkenin kralına Fu-hu-man unvanı verdi.150

150 Muhtemelen burada eski şekli Wahuman (bkz. Nöldeke, Geschich-te, s. 291, n. 2, Bahman adlı kişiyle ilgili madde) olan Pers ismi Bahman’dan bahsedilmektedir.

Wan-sui-t’ung-t’ien devrinde (696) kral büyük Tu-so-po-t’i şe­fi atandı.151 O öldükten sonra oğlu Ni-nie-şi-şi yerine geçti. O da ölünce ülke halkı Tu-hun’a kral unvanı verdi.152

151 Tu-so-po-t’i’yi Kiu T’ang-şu Tu-p’o-po-t’i şeklinde yazmaktadır.

152 Tu-hun, Gurek’in (Bkz. Tabari, Zotenberg çev., IV/173) selefi olan Soğd kralı Tarkhon olsa gerektir.

K’ai-yüan dönemi (713-741) başlarında K’anglılar örme ku­maşlar, saf kristal kadehler, agat şişeler, devekuşu yumurtaları, Yüe-no cüceleri153 ve Hu-süan kadınları154 sundular.

153 Yüe-no (ülke?)

154 Kiu-mi ülkesiyle ilgili bilgilerde geçen Çince ifadeden anlaşıldığı kadarıyla bu kadınlar muhtemelen dansözdü.

Ülke kralı Wu-le-kia (Gurek),155 Ta-şi (Tazi:Araplar) ile ölü­müne savaşmasına rağmen galip gelemeyince yardım istedi, ama Göğün Oğlu kabul etmedi. Uzun süre sonra oğlu Tu-ho’ya Ch’ao, diğer oğlu Mo-ç’o’ya156 ise Mi (Maymarg) kralı unvanı bahşedil-mesi talebinde bulundu. Bir fermanla bu isteği yerine getirildi.157 Wu-le-kia’nın (Gurek) ölümünden sonra imparator onun oğlu Tu-ho’ya “değişimi gözeten kral” unvanı ve karısı Katun’a da Kün-fu-jen158 unvanı vermesi için bir elçi gönderdi.

155 Kiu T’ang-şu Wu-le şeklinde yazmaktadır ama Marquart’ın da (Die Chronologie, s. 36) tespit ettiği gibi Semerkant kralı Gurek’i anım­sattığı için Wu-le-kia şeklindeki yazımı daha doğrudur.

156 Türkçe bir isim olmalı; Radloffun Kapagan Kağan’la özdeşleştirdi­ği Batı Türkleri kağanının adı da böyledir.

157 (s. 312’deki ek ve düzeltme: K’ang kralının iki oğlundun biri Ch’ao, diğeri ise Mi kralı atandı. (Ts’e-fu yüan kui, blm. 999, s. 18 r°)]

158 Ts’e-ju yüan kui (keza Pien i tien, blm. XLVII) K’ang ülkesinin 717, 724, 726, 727, 740, 744, 750, 751, 755 ve 772 yıllarında elçi gön­derdiklerini kaydetmektedir. 724 yılındaki elçi Wu-le (Gurek), 750 yılındaki elçi ise daha sonra onun yerine Semerkant tahtına çıkan oğlu Tu-ho tarafından gönderilmiştir; bu vesileyle gönderilen elçi Mo-ye-men adında yüksek rütbeli bir kişiydi.

An Krallığı’na Pu-ho (Buhara)159 krallığı da denilir ki, Yüan Wei’ler zamanında Niu-mi ülkesi deniliyordu. Kuzeydoğuya doğ­ru gidilince Doğu An (Kargan)a varılır; güneybatıya doğru gidi-lince Pe’ye160 vasıl olunur. Bu iki şehir yüz li mesafede bulunu­yordu. Batıda An Krallığı Wu-ho (Wak-ab=Sir-derya) nehri sahi-lindedir. Payitahtı, K’ang-kü’ye bağlı küçük bir bey olan Ki kralı­nın eski toprağı A-lan-mi’dir.161 Ülkede etrafı surla çevrili kırk büyük şehir ve binden fazla müstahkem yerleşim birimi vardır. Bu ülkede çu-kie birlikleri teşkil etmek için cesur ve güçlü kuv­vetli erkekleri toplarlar. Çu-kie, Çincede “savaşçı” kelimesinin muadilidir. Wu-ti döneminde (618-626) bu ülke saraya bağlılığı­nı sunmak için bir büyükelçi gönderdi. T’ai-tsung şu sözlerle bü­yükelçiyi cesaretlendirdi: “Batı T’u-küe’leri itaat altına alındı, ar­tık ticaret kervanları yola koyulabilirler.” Hu halkları (Soğdiyan-lar) bu habere çok sevindiler. Ülkenin kralı Ho-ling-kia, asil atlar da gönderdi. Bizzat kendisinin anlattığına göre ona kadar aynı ai­leden 22 prens gelip geçmiştir.

159 Buhara, Kül Tegin kitabesinde Bukarak şeklinde geçmektedir. (Bkz. Thomsen, Jnsc., s. 165, n. 64). Pei-şi (XCVII, s. 12 r°) bu beylik hakkında şunları yazmaktadır: “An Krallığı, Han dönemindeki An­si krallığıdır. Kralın soy adı Çao-wu’dur ve K’ang kralıyla aynı ka­biledendir. Lâkabı ise Şo-li’dir. (Sui-şu, LXXXIII, s. 4 v° Şo-li-teng şeklinde yazmaktadır) K’ang kralının kızıyla evlenmiştir. Payitahtı Na-mi (Zarafşan) nehrinin güneyindedir.” Şo-li veya Şo-li-teng muhtemelen An Krallığı’nın Çin sarayına elçi gönderdiği 609’da hüküm sürüyordu.

160 Pe, An (Buhara)’nın batısına yüz li mesafede binlerce aileden mü­teşekkil bir prenslikti. Bkz. Pei-şi, XCVII, s. 12 r°.

161 Şehrin adı, Pei-şi’ye göre (XCVII, s. 12 v°) Mu prensliğinin kralı olan A-lan-mi’nin adını hatırlatmaktadır. Marquart’ın (age., s. 64) Amul (günümüzde Sir-derya’nın sol sahilinde, Buhara’nın güne-yendeki Çarcuy) ile özdeşleştirdiği Mu prensliği artık T’ang-şu’da zikredilmemektedir ki, muhtemelen o tarihten itibaren Buhara ve Amul (Çarcuy)un ana şehirlerini teşkil ettiği An prensliğine bağ­lanmıştı.

(s. 312’deki ek ve düzeltme: A-lan-mi, Buhara’nın merkezi eski Aryâ-mitan (şimdiki Ramitan)dır. (Marquart’ın bildirisi)].

Doğu An’a Küçük Krallık162 veya Ho-han (Hargan)163 da de­nilir. Na-mi (Zarafşan) nehrinin kuzeyindedir. Doğu tarafından Ho’ya iki yüz li uzaklıktadır; güneybatı tarafından ise Büyük An (Buhara)’ya varmak için dört yüz li yol katetmek gerekir. Payitah­tı Se-kin164 de denilen Ho-han (Kargan) şehridir. Ülkede yirmi büyük şehir ve yüz müstahkem yerleşim birimi vardır.

162 Sui-şu (LXXXIII, s. 4 r°) K’ang’a bağlı prenslikler arasında An Kral-lığı’nı ve Küçük An Krallığı’nı zikretmektedir. Sonuncu Doğu An idi.

163 Marquart (age., s. 61-62), merkezi bugünkü Kermine’nin karşısın­da bulunan Hargan bölgesi ve diğer tarafta yani kuzeydeki Zaraf-şan’la bu şehri özdeşleştirmektedir

164 Metinde geçen Çince ifade hiç bir sözlükte bulunmuyor. Bu yüz­den nazari olarak fonetik kurallarının gerektirdiği sesi verdim.

Hien-k’ing döneminde (656-660) A-lan,165 An-si vilayetine dönüştürüldü ve ülke kralı Çao-wu Şa, oraya vali atandı. Se-kin,166 Mu-lu vilayetine dönüştürüldü ve ülke kralı Çao-wu Pi­si, vali olarak atandı.

165 A-lan veya A-lan-mi Büyük An’ın (Buhara) payitahtıdır.

166 Se-kin, Doğu An’ın payitahtıdır.

On dördüncü k’ai-yüan günü (726) An/Buhara kralı Tu-sa-po-t’i,167 kardeşi A-si-lan (Arslan) ta-fu tan-fa-li’yi, saraya saygu sunmaya, atlar ve leoparlar takdim etmeye gönderdi. Sekiz yıl sonra168 aynı ülke iki Acem katırı, bir Fu-lin (Suriye) malı müzeyyen halı, yü-kin169 kokuları, kand şekeri170 vs. hediye etti. Kralın hatunu iki büyük Ço-pi, bir müzeyyen halı hediye etti. Bunlar kendileri­ne tunikler, kemerler, deri giysiler, silahlar ve ayrıca hatun için paltolar, elbiseler, takılar ve parfümler verilmesini istiyorlardı.

167 Tu-sa-po-t’i, Marquart (Eranshahr, s. 309) bu ismin ilk iki öğesi olan Tu-sa’da, Taberi’nin M. S. 738/9 zikrettiği Buhara kralı Tuğşa-da adını bulmuştur. 719’da bu kral Tu-sa-po-t’i Çin sarayına mek­tup göndererek bir talepte bulunmuştu. Biz aynı yıl Semerkant kra­lı Gurek ve Kiu-mi (Karategin) kralı tarafından imparatora gönde rilen mektupların çevirisini verirken bu mektubun çevirisini de su­nacağız. Daha aşağıda Ts’e-fu yüan kui’nin notlarına bkz.

168 [s. 312’deki ek ve düzeltme: “sonra” kelimesi tarihçinin yaptığı bir hatadır ve “sekiz yıl önce” olması gerekir.

169 Bretschneider (Klasik eserlerde geçen bitkiler, n° 408) yü kin hiang için kesin bir anlam vermiyor. Ona göre bu, diğer adı curcuma olan yü kin bitkisinden tamamıyla farklı bir bitkidir.

170 “Kand şekeri”nin çevirisi Couvreur tarafından (Çince-Fransızca söz­lük, s. 537) verilmiştir, ama bu anlamı çekinceyle kabul ediyorum.

Doğu Ch’ao’nun dört ismi daha vardır: Şuay-tu-şa-na, Su-tui-şa-na (Satruşana)171, Ki-pu-ta-na172 ve Su-tu-şe-ni. Ülke Po-ssu dağlarının kuzeyindedir ve Han dönemindeki Öl-şi şehrinin top-raklarıdır.173 Kuzeydoğu istikametinde iki yüz li mesafede Ku-çan-t’i (Hocent) bulunmaktadır. Kuzeye doğru gidilince Şe (Taş-kent)’e varılır; batıya doğru gidilince K’ang, kuzeydoğuya doğru gidilince Ning-yüan (Kokand)a vasıl olunur. Tum bu şehirler dört yüz li’den daha fazla mesafedeydi. Güney istikametinde T’u-ho-lo’ya (Toharistan) kadar beş yüz li mesafe vardır. Bu ülkede içinde büyük bir mağaranın bulunduğu Ye-ç’a şehri vardır.174 Ma­ğaranının girişi engellerle bekitilmişti. Bu mağaraya yılda iki de­fa kurban sunulur. İnsanlar yüzlerini mağaraya dönerek ayakta dikilirler. Daha sonra oradan bir duman çıkar ki, ona ilk doku­nan kişi ölür.175 Wu-ti döneminde (618-626) (Doğu Ch’ao bir büyükelçi gönderdi. Aynı sıralarda K’ang (Semerkant) da saraya bağlılık bildirmek için bir elçi gönderdi. Bu elçi şöyle dedi: “Ben, ülkemde cesur bir insan olarak tanınırım. Ts’in kralının176 olağa­nüstü askerî nitelikleri olduğunu duydum. Onun sancağı altına girmek istiyorum.” Kao-tsu buna çok sevindi.

171 Satruşana, Sutruşna ve Osruşna, Babür tarafından (Pavet de Courte-ille çev., I/16) Uratipa (bugünkü Ura-tübe) ile özdeşleştirilmektedir.

172 Tarihçimiz burada yanılmaktadır: Ki-pu-ta-na veya Kabuzan Si yü ki’de gösterildiği gibi, (Julien çev, I/17, 20) Sutruşana’dan farklıydı.

173 Öl-şi [Ör-şi] General Li Kuang-li tarafından M. Ö. 102’de kuşatıl­mıştır.

174 (s. 312’deki ek ve düzeltme: Aynı tarih Yu yang tsa tsu’da (blm. IV s. 5 r°) bulunmaktadır: “Su-tu-şe-ni krallığında Ye-ç’a şehri vardır; vaktiyle bu şehirde bir ye-ç’a (yakşa) vardı; onun kaldığı mağara bugün dahi mevcuttur; bu mağara yakınında yaşayan insanlar beş yüz aileden fazladır. Oyuğun girişinde asma kilitle kilitli bir bekle­me yeri vardır; her yıl burada iki defa kurban sunulur. İnsanlar ma­ğara girişine yaklaşınca oradan bir duman çıkar ve ona ilk dokunan ölür; ölenin cesedi mağara girişinde bırakılır. Mağarının derinliği bilinmiyor.”

175 Arap yazarlar, Çin tarihçininin hikayesinin aslını izah etmek için bir olay nakletmektedirler. Herbelot’un Doğu Kütüphanesinde şu satırlara rastlıyoruz: “Botom, Mâverâünnehir dağları ortasında sıkı­şıp kalmış çok küçük bir şehirdir... ; en ilginç olanı ise gündüzleri dumana, geceleri ateşe benzer buharların çıktığı bir deliğin bulun­masıdır. Bu buhar donduğunda nışadır yani amonyak tuzu oluşur. Bunu çok dikkatle ve hassasiyetle toplamak gerekir. Nitekim bun­ları toplayanlar kalın ve sağlam giysiler giyerler ve acele etmezler­se hayatlarını kaybedebilirler. Bu duman ancak kapalı bir yerde tu­tulduğu zaman öldürücü olur.” Bkz. Geographie d’Aboulfeda, Re-inaud çev., II, 2, s. 213-214.

176 Ts’in kralı daha sonraki İmparator T’ai-tsung.

Batı Ch’ao (İştikan), Sui dönemindeki Ch’ao ülkesidir. Güney yönünde Şi (Keş) ve Po-lan’a komşudur. Ülkenin hayitahtı Şe-ti-leang şehridir.177 Kuzeydoğuda, Yüe-yü-ti şehrinde, To-si178 tanrı­larına kurban sunma yeri vardır. Ülke halkı onlara tapar. Altından mamül bir aletin sol tarafında onun Han döneminde Göğün Oğlu tarafından verilen hediye olduğu yazılıdır. Wu-ti devrinde (618­626) (Batı Ch’ao) bağlılığını sunmak için saraya (elçi) göndermiş­tir. Birinci t’ien-pao yılında (742), Ko-lo-pu-lo kralı ülkesinin ürünlerini sunmak için elçiler gönderdi; yayınlanan bir impara­torluk fermanıyla kendisine “erdemi koruyan kral” unvanı veril­di. Bunun üzerine Göğün Oğluna dedesi ve müteveffa babasından kendisine gelinceye kadar tüm hanedanın Yüce Kağana hizmet et­tiğini, asileri cezalandırma konusunda Göğün Oğluna yardım kampanyasına katılma emrini almak suretiyle T’ang’ın adamlarıy­la birleşmeyi arzuladığını belirtti.

177 Şe-ti-leang yerine Şe-ti-hen’i teklif ediyor ve bu şehri İştikan’la öz-deşleştiriyorum. (Geog. D’Aboufeda, II, 2, s. 219).

178 Sui-şu (blm. LXXXIII, s. 6 v°; krş. Pei-şi, blm. XCVII, s. 13 r°) Ch’ao Krallığı hakkında şu bilgiyi vermektedir: “Ch’ao Krallı-ğı’nın payitahtı Na-mi (Zarafşan) nehrinin güneyine birkaç li me­safededir. Daha önceleri K’ang-kü topraklarının bir kısmını oluş­turuyordu. Bu ülkenin kralı olmadığı için, K’ang kralı oğlu Wu-kien’i buraya kral tayin etti. Payitaht sahilden birkaç li uzaklıkta­dır. Binlerce seçkin askeri vardır. Bu krallıkta To-si tanrıları var­dır. [s. 312’deki ek ve düzeltme: To-si tanrıları hakkındaki metin oldukça muğlak. Burada bir tanrı yerine tanrılar ifadesini kullan­mam, cümleyi “bu tanrılar arasında bir altın adam vardır”dan baş­ka bir şekilde çeviremememden dolayıdır. Takip eden cümle ko­nusunda bana yalnızca Sui-şu’nun metni makul görünüyor. Pei-şi’nin metni ise anlaşılamadığı için atılmalıdır.] Batı Denizi’nden hareketle doğuya doğru giderken yol üzerinde bulunan çeşitli krallıkların tamamı bu tanrılara taparlar. Bu tanrılar arasında bir tanesi altındandır. Altın p’o-losu on beş kadem genişliğindedir. Heykelin yüksekliği bu ölçüye göre ayarlanmıştır. Her gün bu tanrılara beş deve, on at ve yüz koyun kurban edilir. Bin kişi bu kurbanların etini yer, ama yine de bitiremezler. Altın p’o-lu için bkz. s. 119, n. 2. Hirth (Fremde Einjlüsse in der chinesischen Kunst, s. 33) To-si tanrıları konusunda, Vambery’ye dayandırarak Pal-las’ın enteresan bir gözlemini nakleder: “Es geschieht zur Besch-wichtigung des bösen Geistes, dass man, wie Pallas berichtet, an jedem Gezelt auf der östlichen Seite aussen eine Art Götzen ein-gesteckt findet, den sie Tös oder in der Mehrzahl Töstör nennen.” (Pallas’ın anlattığına göre, her çadırın doğu tarafının dışında tekil Tös veya çoğul olduğunda Töstör denilen putlar bulunurdu ve bunlar kötü ruhların teslim edilmesini sağlarlardı.” Bu yaklaşım, mantıklı görünmekle birlikte kesinlik ifade etmemektedir ve be­nim görüşüme göre To-si tanrıları meselesi halledilmiş sayılmaz. Sui-şu ve Pei-şi’nin verdikleri bilgi şu şekilde devam etmektedir: Güneydoğu yönünde Ch’ao Krallığı K’ang Krallığı’ndan 100 li uzaktadır. Batı yönünde ise Ho (Kuşanya) Krallığı’na 115 li uzak­lıktadır. Kao çu, doğu yönünde 6600 li mesafededir. Ta-ye devrin­de (605-616) vergi ve ülkenin ürünlerini sunmak için elçiler gön­dermiştir.” Bu bilgiyi okuyunca, Pei-şi’deki K’ang Krallığı’nın Si-wan-kin (Semerkant)dan farklı bir şey olduğu göz önünde tutul­malıdır. Bu da Ch’ao Krallığı’nın nasıl olup da aynı zamanda hem Zarafşan’ın güneyinde ve hem de K’ang Krallığı’nın 100 li batısın­da bulunduğunu açıklamaktadır. Bu durumda T’ang -şu’da belir­tildiği gibi K’ang’ın Semerkant olması imkansızdır.

On birinci yılda (752) Doğu Ch’ao (Satruşana) kralı Şo A-hu, An (Buhara) kralıyla birlikte kara ridalı179 Ta-şilere (Araplar) sal­dırmak istedi. Hsüan-tsung onları yatıştırdı ve izin vermedi.

179 Reinaud (Geog. D’Aboulfeda, II, 2, s. 186) “Abbasi hanedanı taraf­tarları hanedanın rengini temsilen siyah rida giydikleri için bu ad veriliyordu” demektedir.

Merkezi Ch’ao, Batı Ch’ao’nun (İştikan) doğusunda ve K’ang (Semerkant)ın kuzeyindedir.180 Kralın payitahtı Kia-ti-çen şehrin-dedir. Ülke halkı iri gövdelidir; savaş ve vuruşmaya yeteneklidir.

180 Hsüan-tsang’ın Si yü ki’sindeki bir notta (Julien çevirisi, I/19, n. 3) Ki-pu-ta-na’nın Ch’ao Krallığı olduğu belirtilmektedir. Burası Mer­kezi Ch’ao olmalı. Zaten tıpkı Merkezi Ch’ao gibi Semerkant’ın ku­zeyinde yer alması gereken Ki-pu-ta-na da Ebu’l-Feda’nın Kabu-zancekes’ine tekabul etmektedir.

Şe (Taşkent)’e Ço-çe (Çac) veya (Çaş) da denir. Han hanedanı dönemindeki Ta-yüan’ın kuzey kınırını oluşturuyordu. Başkente dokuz bin li uzaklıktadır. Kuzeydoğusunda Türkler, kuzeybatısın­da Po-la (ülkesi) vardır. Güney istikametinde 200 li mesafede Kü-çan-t’i (Hocent), beş yüz li güneybatıda K’ang (Semerkant) bulu­nur. Ülkenin çevresi 1000 li’den fazladır. Sağda (yani batı tarafın­da) Su-şe nehri yer alır.181 Kralın soy adı Şe’dir;182 payitahtı Ço-çe (Çac) şehridir. Burası eskiden K’ang-kü’ye bağlı küçük Yü-ni kralının başkentiydi. Güneybatısında Yo-şa (Sir-derya) nehri var­dır. Bu nehir Orta Krallığın topraklarına girdiğinde Çen-çu veya Çe nehri adını alır. Güneydoğu tarafında türkuaz çıkartılan büyük dağlar yer almaktadır.183 Ülke halkı son derece iyi savaşçıdır. Pek çok safkan atları vardır. Ta-ye dönemi başlarında (605-616) Suiler zamanında, Batı T’u-küe’leri onların kralını öldürerek ülkeyi tegin Fu-çe vasıtasıyla yönettiler.184 Wu-ti (618-626) ve çeng-kuan (627-649) yıllarında, ülke halkı birçok defa ürünlerini (saraya) sundular. Üçüncü hien-k’ing (658) yılında K’an-kie şehri Ta-yü-an185 hükumet merkezi haline getirildi ve ülke kralına K’an t’u-t’un şe-şo-t’i yü-kü çao-mu186 yönetici unvanı verildi. K’ai-yüan dönemi (713-741) başlarında, bu ülkenin önemli işler başaran prensi Mo-ho-tu t’u-t’un’a (Bagatur tudun) Şe (Taşkent) kralı un­vanı verildi. Yirmi sekizinci yıl (740) “adaleti gözeten kral” nişa­nı verildi.187 Bir sonraki yıl (741) Kral İ-nai tudun k’ü-li, impara­tora şöyle dedi: “Şu anda T’u-küe’ler yüce kağana (Göğün Oğlu­na) tâbidirler. Diğer krallıklar için tehlike teşkil edenler sadece Ta-şi (Tazi=Araplar)dır. Onların cezalandırılmasını istiyorum.” Göğün oğlu onun isteğine cevap vermedi. T’ien-pao dönemi (742­755) başlarında kralın oğlu Na-kü kü-pi-şi’ye “değişikliği benim­seyen kral” unvanı verildi ve demir bir nişan hediye edildi. Bir sü­re sonra (750) An-si (Kuça) valisi Kao Sien-çi, Şe kralını sadık bir tebaa olarak görevlerini ihmal etmekle suçlayarak cezalandırmak istedi. Kral,188 Kao Sien-çi’ye itaat etti, o da onu k’ai-yüan kapısı­na kadar muhafızlar nezaretinde gönderdi. Orada imparatorun huzuruna çıkarılmak üzere tutuklandı ve imparatorluk sarayında infaz edildi. Bu olaydan sonra tüm Batı ülkeleri Çin’e karşı diş gı-cırtmaya başladı. Kralın oğlu yardım istemek üzere Ta-şi (Tazi)le-re kaçtı; Talas şehrine saldırdı ve Kao Sien-çi’nin ordusunu mağ­lup etti.189 O günden itibaren Arapların hizmetine girdi, fakat pao-ing döneminde (762) bu ülke saraya bağlılığını sunmak ve tartuk götürmek üzere elçiler gönderdi.

181 Burada bir hata olmalı. Çünkü burada Su-şe (Suyab=Çu) değil, Taşkent’in batısından geçen Amu-derya bulunmaktadır.

182 Bu kelime “taş” anlamındadır. Bu aynı zamanda Şe Krallığı’nın da adıdır ki, Taşkent de “taş şehri” anlamındadır.

183 Bkz. Hirth, Nachworte, s. 81, n. 1.

184 Hirth (age., s. 107) ÜJ kelimesini Türkçe beg unvanı olarak kabul ederek, cümleyi ülkenin tegin ve beg (bey) unvanlı memurlar tara­fından yönetildiği şeklinde tercüme etmektedir. Bütünüyle kabul edilebilir bir yorum, ama ben Pei-şi (XCVIII, s. 12 r°) ve Sui-şu’da (LXXXIII, s. 4 v°) şu notları bulduğum için bu görüşe katılmıyo rum: Sui-şu’da şöyle deniliyor: “Vaktiyle Şe (Taşkent) Krallığı’nın T’u-küe’lerle bir ihtilafı oldu: Şe-kui kağan, ordusuyla hareket ede­rek krallığı yerle bir etti ve tegin Tien-şe’ye naip olarak krallığı yö­netmesini emretti... Beşinci ta-ye yılında (609) Tien-şe Çin sarayı­na bağlılığını bildirmek ve vergi sunmak için bir elçi gönderdi.” Burada Tien-şe’nin bir şahıs ismi olduğu açık. Diğer yandan T’ang-şu’da geçen Fu-çe basit bir varyanttır. Bu metinde başka bir güçlük daha var. Batı T’u-küe’leriyle ilgili notlara binaen Şe-kui Kağan, Ho-sa-na Kağan 611 yılında Çin’e gittikten sonra tahta çıktığına göre, nasıl olur da Tien-çe onun tarafından Taşkent Krallığı’nı yö­netmekle görevlendirilir ve nasıl olur da 609’da Çin’e elçi göndere­bilir? Eğer T’a-t’u’nun küçük oğlu Şe-kui Kağan’ın Ho-sa-na Çin sarayına sığınmadan önce dahi Batı T’u-küe’lerinin hakanı olma hakkına sahip olduğu göz önünde bulundurulursa, o zaman bu te­zat ortadan kalkar ki, bu durumda 609’dan önce de Şe-kui Kağan’ın Batı Türklerinin bir kısmının meşrû hakanı olarak telakki edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

185 Bu durum, Çinlilerin Hu-lu Kağan’ı yenmelerinden ve Batı Türk Hakanlığı’nın tamamını ilhak etmelerinden sonra Batı ülkelerinin teşkilatlanmasında uygulansa gerektir. Tse-çi t’ung kien’e göre bu organizasyon 659’da Kaşgarya ve Sir-derya’nın kuzeyindeki ülkeler, 660’da ise Sir-derya’nın güneyinde ülkeler için uygulanmıştır. 659 yılına ait metin şöyle: “Dördüncü hien-k’ing yılının dokuzuncu ayında, yayınlanan bir imparatorluk fermanıyla Şe (Taşkent), Mi (Maymarg), Şi (Keş), Büyük An (Buhara), Küçük An (Hargan), Ch’ao (Kabuzan), Pa-han-na (Fergana), İ-ta (Eftalitler), Su-le (Kaş-gar), Çu-kü-p’an (Yarkend’in güneyinde) vs.. krallıklarında 127 vi­layet, ilçe ve kazalar kuruldu.”

186 Bu prensin unvanında t’u-t’un yani tudun unvanını ve beş Tu-lu ka­bilesinden birinin adı olan Şe-şo-t’i ismini buluyoruz.

187 Taşkent kralı Bagatur tudun’un 739 yılında Türk hakanı Su-lu’nun oğlu T’u-ho-sien’e karşı Çinlilere verdiği destek konusunda bkz. s. 123. Tse-çi t’ung kien’e (CCXIV, s. 12 r°) göre T’u-ho-sien Sui-şe (Tokmak) şehrinde Kai Kia-yün’ün saldırısına uğramış, savaşmak için surlardan dışarı çıkmış, fakat yenilerek kaçmışsa da Ho-lo dağ­larında yakalanmıştır. Çinliler, bu olayları müteakiben Taşkent kra­lının kendilerine yaptığı yardımı ödüllendirmek için 740 ylılında ona “adaleti gözeten kral” nişanı verdiler.

188 KaoSien-çi’ninbiyografisinden,t’ien-paodönemindeimparatorluk fermanıyla Taşkent kralı olan kişinin Kü-pi-şe olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla Çin’e gönderilen şu elçilik hayetlerinin de bu kral tara- fından gönderildiği kabul edilmelidir: İkinci t’ien-pao yılının (743) 12. ayında Taşkent’in prens-kralı K’ang (Semerkant) Krallığı’nın âyânlarından olan damadı K’ang-jen tien’i ülkesinin ürünlerini sunmak üzere elçi olarak gönderdi; dördüncü t’ien-pao yılının (745) yedinci ayında Taşkent’in prens-kralı, saygılarını ve vergi sunmak üzere saraya elçiler gönderdi; beşinci t’ien-pao yılının (746) üçüncü ayında Taşkent kralı saygılarını ve aynı zamanda on- beş at sunmak üzere elçiler gönderdi; Taşkent’in ikinci kralı İ-nai tudun K’ü (bu sayfada sözü edilen kişiyle aynı şahıs), ülkesinin ürünlerini sunmak üzere elçiler gönderdi; altıncı t’ien-pao yılının (747) beşinci ayında, Taşkent kralı atlar sunmak üzere elçiler gön- derdi; sekizinci t’ien-pao yılında (749) Taşkent kralının oğlu Yüan- an, saygılarını sunmak için saraya geldi. (Ts’e-fu yüan kui; keza Pi- en i tien, LIX, s. 6 ro, Ta-yüan üzerine notlar)

189 Bu olay 750 veya 751 yılında olmuştu. (Bkz. Kao Sien-çi biyografisi (T’ang-şu, CXXXV, s. 4 v° ve Kiu T’ang-şu, CIV, s. 2 r °). - Tse-çi t’ung kien (CCXVI, s. 7 v ° ve 8 r °, 751 yılının dördüncü ayın­da ve sekizinci aydan önce) şöyle diyor: “Kao Sien-çi Şe (Taşkent) kralını hapsettirince, Şe kralının oğlu Hu halklarına kaçtı ve Kao Sien-çi’nin iki yüzlü, aç gözlü ve zalim olduğunu söyleyerek ser­zenişte bulundu: Hu halkları ona çok kızdılar; arkasından birlik­te Dört Garnizon’a saldırmak için Ta-şi (Tazi)leri gizlice çağırdı­lar. Bunu öğrenen Kao Sien-çi, otuz bin barbar ve Çinlinin başına geçerek Ta-şilere saldırdı; 700 li kadar uzağa gitti: Ta-lo-se (Talas) şehrine gelince Ta-şi (Araplar) ile karşılaştı. (Her iki ordu beş gün boyunca savaştı. Ko-lo-lu (Karluk) kabileleri isyan ettiler ve A­rapların safına geçtiler. T’ang ordusu ön ve arka cepheden hücu­ma uğradı. Kao Sien-çi büyük bir bozgun yedi; ordusunun tama­mı ya öldü ya da kayboldu. Yanında sadece bir kaç bin kişi kaldı. Yeu wei-wei tsiang-kün Li Se, Kao Sien-çi’ye kaçmasını öğütledi. Yol meşakkatli ve dardı. (Li Se-ye’nin biyografisine göre bu yol Çin ordusundan arta kalanların sığınmaya çalıştıkları Pe-şi dağla­rına gidiyordu); Pa-han-na (Fergana) askerlerinin çoğu önde bu­lunuyordu; insanlar ve hayvanlar yığın halinde yolu kapatıyordu (Tse-çi t’ung kien’e göre bu sırada Fergana Araplara karşı verilen savaşta Kao Sien-çi’nin yanında yer almıştı); Li Se-ye (ve adamla­rı) hızla ileri fırlayıp büyük sopalarla vurarak kalabalığı dağıtma­ya çalıştılar. İnsanlar ve atlar sopaların tesiriyle yere düşüyorlar­dı. Kao Sien-çi böylece geçmeyi başardı.”

Sui-şe (Suy=Tokmak), Kuça’nın güneybatısına bin li mesafe­deki Pu-ta190 dağlarının eteklerindedir. Güneyde Orta Krallıkla hemhuduttur; kuzeyde Türgişler’in güney sınırına bitişiktir. Gü­neybatıya doğru gidilince, iki bin li’den sonra Ts’ung-ling dağla­rına varılır. Güneye doğru akan nehirler denize ulaşmak için Or­ta Krallığın içinden geçip giderler; kuzeye doğru akanlar ise de­nize dökülmek için Hu’ların topraklarından geçerler.191 Kuzeye doğru üç gün gidildikten sonra bir gölden geçilir. İlkbahar ve yaz aylarında sürekli kar yağar.192 Pu-ta dağlarından itibaren kuzeye doğru bin li’den daha uzun bir mesafe gidilince Si-şe vadisine ge­linir. Doğusunda Jo-hai (Issık Göl) vardır. Soğuğa rağmen toprak donmaz. Batı tarafında Sui-şe (Tokmak) şehri bulunur. Yedinci t’ien-pao yılında193 (748) Pei-t’ing (Guçen yakınında) valisi Wang Çeng-kien, Kuça’ya saldırarak Sui-şe bölgesini yakıp yıktı.194 Bu vadi bin li uzunluğundadır; burada değişik kabilelere mensup binlerce T’u-küe askeri bulunur. Tarlada çalışanların tamamı zırhlıdır; bunlar köle yapmak için birbirlerini kaçırırlar. Batı tara­fındaki bölge Ta-lo-se (Talas) şehrine bitişiktir. Taşkent, kendi­sinde bir garnizon bulundurabilmek için sürekli asker verir. O noktadan itibaren batı denizine vasıl olunur. Üçüncü aydan do­kuzuncu aya kadar, genellikle yağmur yağmaz. Ahali tarlalarını kar sularıyla sular.

190 Pu-ta dağları, Tanrı Dağları’nın Bedel Geçidi’nin yer aldığı kısım olarak tanıdığımız Po-ta dağlarıyla aynı yer olmalı.

191 Türklerle Çinliler arasında sınır olan Bedel Geçidi, bir kısmı Çin’in kuzeyine, diğerleri Türk topraklarının güney kesimine akan nehir- lerin ayrım noktasındaydı. “Denize dökülmek için” ifadesi burada sadece mecazi anlamda verilmiştir ve ancak herhangi bir göl kaste- dilmiş olabilir.

192 Bu yüzdendir ki Tu Yu (keza Pien i tien, LIX, s. 9 r °, Ta-yüan üze­rine notlar) bu göle “kar gölü” adını vermektedir.

193 [s. 312’deki ek ve düzeltme: Dördüncü t’ien-pao yılının (745) ye- dinci ayında, An (Buhara) kralı K’ü-ti-po (Kuteybe) saygısını iz- har etmek ve tartuk sunmak için elçi gönderdi; ona “adalete dön- düren kral” unvanı verildi. (kui i wang) (Ts’e-fu yüan kui, blm. 965, s. 2 r*)].

194 Bkz. s. 45, n. 1 ve Tu Yu’nun T’ung tien’in (Pien i tien, LIX, s. 7 r °, Ta-yüan üzerine notlar) özet bilgileri.

Taşkent’in güneydoğusunda bin li’den daha fazla bir mesafede Pu-han toprakları başlar.195 Dört tarafı dağlarla çevrilidir; topra­ğı münbittir ve bol miktarda at ve koyun yetiştirilir. Batı yönüne doğru bin mil gidilince Tu-li-şe-na’ya varılır.196 Pu-han, doğu ta­rafında Şe-şe nehriyle hemhuduttur.197 Bu nehir Ts’ung-ling dağla­rının kuzey platolarından doğar. Bulanık renklidir ve kuzeybatı­ya doğru akar. Su ve bitki bulunmayan büyük bir çöle girilir. Ta­kip edilmesi gereken yol, uzaktaki yüksek dağlara bakarak ve yol üzerinde terkedilmiş cesetleri izleyerek bulunur. Oradan itibaren beş yüz li mesafede K’ang (Semerkant) toprakları başlar.

195 Eğer Fergana özel bir notta Ning-yüan Krallığı adıyla ele alınmamış olsaydı, Pu-han Fergana’yla özdeşleştirilebilirdi; dahası, Pei-şi (XCVII, s. 12 v °) Fergana’nın Taşkent’in güneydoğusuna beş yüz, Su-tui-şa-na’nın (Sutruşana=Ura-tübe) doğusuna beş yüz li mesafe­de olduğunu kaydetmektedir. Burada ise aksine, Pu-han’la bu iki şehir arasındaki mesafe bin li olarak gösterilmektedir. Bu güçlükle­re rağmen, Pu-han adının Fergana kelimesinin çevirimi yazımı ola­rak kabul edilmesi kanaatindeyim ve bu yüzden şehri Fergana’nın merkezine değilse bile, en azından bu toprakların en doğu kesimi­ne yerleştiriyorum.

196 Tu-li-şe-na, Satruşana (Ura-tübe) adının yanlış bir kısaltması olma­lı. Hsüan-tsang onu Su-tu-şe-na olarak yazmaktadır.

197 [s.313’deki ek ve düzeltme: Şe-şe nehri Şaş (Taşkent) nehri yani Sir-derya olmalı.]

Mi ülkesine Mi-mo veya Mi-mo-kia (Maymarg) da denilir.198 Kuzeye doğru yüz li mesafede K’ang (Semerkant) bulunur. Kra­lın payitahtı Po-si-to şehridir. Kral, Yung-hui döneminde (650­655) Araplar tarafından mağlup edilmiştir. Üçüncü hien-k’ing yı­lında (658) ülke Nan-mi eyaletine dahil edilmiş ve başında bulu­nan Prens Çao-wu K’ai-çuo’ya vali unvanı verilmiş; ülke, bu ta­rihten itibaren saraya saygı sunmayı ve haraç ödemeyi hiç aksat-mamıştır. K’ai-yüan döneminde (713-741) değerli yüzükler, rak­kaslar, hasırlar, aslanlar ve Hu-süan kadınları sundu. Sekizinci yıl (730), üst düzey bir memur olan Mo-ye-men199 saraya bağlılık bildirmeye geldi. T’ien-pao dönemi (742-755) başlarında, ülke­nin prensine “meşruiyeti gözeten kral”, hatununa ise kiün-fu-jen unvanı verildi.

198 Abel Remusat, Mi’yi Maymarg ile özdeşleştirmektedir. Vivien de St. Martin ise, (Memoires, II/280) Si yü ki’nin (I/19, n. 2) bir metnin­de, Maymarg Semerkant’ın güneybatısında yer almasına rağmen Mi’nin aynı şehrin kuzeybatısına düştüğünü gösteren bir delil bul­duğuna inandığı için bu görüşü reddetmektedir. Fakat bizzat bizim çevirdiğimiz metinde Mi topraklarının esasen Semerkant’ın yüz li güneyinde bulunduğu görülüyor; dolayısıyla bu prensliğin Arapla­rın Maymarg’ı ile özdeşleştirilmesi gerekir.

199 Aynı adı taşıyan bir kişinin 750 yılında Semerkant sefiri olarak zik­redilmesi oldukça enteresandır.

Ho ülkesine K’ü-şuang-ni-kia (Kuşanya)200 ve bir de Kui-şu-ang-ni de denilir. K’ang-kü’ye bağlı küçük kral Fu-mo’nun şehri­nin eski topraklarıdır. Şehrin solunda (doğusunda) içinde resim­ler bulunan birkaç katlı bir bina vardır. Binanın kuzey tarafında eski Çin imparatorlarının, doğu tarafında Türk prens ve hakanla-rıyla P’o-lo-menlerin (Brahmanlar), batı tarafında Po-ssu (Per-sia), Fu-lin (Suriye) vs. krallarının resimleri vardır.201 Ülkenin prensi sabahleyin bu binaya tazimde bulunmaya gider, sonra isti­rahata çekilir. On beşinci çeng-kuan yılında (641) (bu krallık) sa­raya bağlılığını bildirmek için elçiler gönderdi. Yung-hui döne­minde (650-655) kral, imparatora birini göndererek T’angların batı ülkelerine bir taharri ordusu göndereceğini öğrendiğini ve bu ordunun iaşesini nakletmek istediğini bildirdi. Daha sonra bu ülke toprakları Kui-çuang eyaletine dönüştürülerek, başındaki Prens Çao veya P’o-ta-ti’ye vali unvanı verildi. O da şükranlarını sunmak için saraya Po-ti-şi’yi gönderdi.

200 Semerkant ile Buhara’nın tam ortasında. Marquart’ın bu şehirle il­gili tespitlerine bkz. (Die Chronologie, s. 59-60).

201 Tu Yu’nun T’ung tien’i de benzeri bir müşahede nakletmektedir. T’ung tien ayrıca ülkenin bin seçkin askeri bulunduğunu ve kralın altın koçlarla müzeyyen bir taht üzerinde oturduğunu belirtmekte­dir. Bkz. Pien i tien, LXVIII.

Hu-siun ülkesine Ho-li-si-mi (Harezm) ve hatta Kuo-li de de­nilir. Wu-hu (Oxus) nehrinin kuzeyindedir. Güneydoğuya doğru altı yüz li gidilince Şu-ti’ye202 varılır. Güneybatıda Po-ssu (Per-sia) ile, kuzeybatıda T’u-küe Ho-sa (Hazar Türkleri) ile sınırdaş­tır. Burası, K’ang-kü’ye bağlı küçük kralın yaşadığı Ao-kien şeh­rinin eski topraklarıdır. Ülke kralının payitahtı Ki-to-kü-ço şeh­ridir. Bu halk, tüm Hu halkları arasında arabaya koşulan öküzle­ri olan tek halktır. Tacirler diğer krallıklara bu arabalarla giderler. İkinci t’ien-pao yılında (751) ülkenin prensi Şao-şe-fen, saraya bağlılığını bildirmek ve kara tuz hediye etmek için bir elçi gön­derdi. Pao-ing döneminde (762) saraya bağlılık bildirmek için tekrar elçiler geldi.

202 Şu-ti’yi bir yer adı olarak görüyorum, ama özdeşleştiremiyorum. [s. 313’deki ek ve düzeltme: Şu-ti, Mu-ti ve Fa-ti isminin değişik bir yazılış şeklidir.]

Şi ülkesine aynı zamanda K’ü-şa (Keş)203 ve Kie-şuang-na da denir. Tu-mo204 nehrinin güneyindedir. K’ang-kü’ye bağlı Su-hi­e205 prensliğinin eski topraklarıdır. Batı istikametinde 150 li me­safede Na-so-po (Nahşeb veya Nesef)206 bulunur. Kuzey istika­metinde iki yüz li mesafede Mi (Maymarg) ile sınırdaştır; güney yönünde dört yüz li mesafede ise T’u-ho-lo (Toharistan) bulu­nur. Orada Demirkapı207 dağı bulunur. Sağda ve solda derin yar­lar vardır. Buradaki kayalar demir rengindedir ve iki krallığı208 birbirinden ayıran bir geçit durumundadır. Bu geçit demirlerle takviye edilmiş kapılarla bekitilmiştir. Keş’de her seremonide bin koyunun kurban edildiği bir tapınak vardır. Her savaşa gidişte, yola çıkmadan önce tapınma âyini düzenlenir. Krallığın surlarla çevrili beş yüz şehri vardır. Sui’ler döneminde ve ta-ye devrinde (605-616), ülkenin prensi Ti-ço, ilk defa Orta Krallık’la temasa geçmiştir. Krallığın çok güçlü olduğu biliniyordu.209 Kie-şe (Keş) şehrini o kurmuştur. Topraklarının sadece bir tarafı binler­ce li uzunluktaydı. On altıncı çeng-kuan yılında (642) ülkenin prensi Şa-şe-pi ülkesinin ürünlerinden sundu. Hien-k’ing döne­minde (656-660) ülke K’ü-şa ilçesine dönüştürüldü ve Prens Çao-wu Şe-a-ho’ya vali unvanı verildi. On beşinci k’ai-yüan yılı (727) Prens Hu-pi-to, saraya rakkaseler ve benekli leoparlar gönderdi. Daha sonra pek çok kral öldü ve yerlerine yenileri tah­ta çıktı, ama tartuk göndermeye devam ettiler. T’ien-pao döne­minde (742-755) bir imparatoruk fermanıyla Şi (Keş) adı Lai-wei Krallığı210 şeklinde değiştirildi.

203 Keş veya Kaş, günümüzde Semerkant’ın doğusundaki Şehri-sebz’dir.

204 Karşı nehri.

205 Su-hie, Soğd kelimesinin çeviriyazımı gibi görünüyor. Bu varsayım ve T’ang-şu’nun eski Su-hie’yi Keş şehriyle özdeşleştirmesi Marqu-art’ın (age., s. 57) Keş’in bir zamanlar Soğdiyana’nın başkenti olarak görüldüğünu göstermek için kullandığı Arapça metinlerce teyit edilmektedir.

206 Nahşeb veya Nesef, bugünkü Karşı.

207 Keş’den dört günlük yolda, güneyde yer alan meşhur Demirkapı (Derbend) hakkında bkz. Hsüan-tsang (age., s. 61; Si yü ki, I/23; Vivien de St. Martin, II/284); Kül-tegin ve Bilge Kağan kitabeleri (Thomsen, age., s. 137, n. 6); Tomaschek, Sogdiana, s. 27 vd.

208 Soğdiyana ve Toharistan.

209 Hirth (Nachworte, s. 86) şöyle çevirmektedir: “Kendini kudretli ve Keş şehrinin kurucusu olarak nitelendirmektedir”. Burada K’ang Krallığı’yla ilgili cümleyle Pei-şi (XCVII, s. 11 v°)deki cümle aynı gibi görünüyor: “Güçlü bir krallık olarak şöhret yapmıştı.” Benze­ri bir ifade Pei-şi’de Ju-janlar için kullanılmıştır.

210 21. K’ai-yüan yılının (739) dördüncü ayında, Fergana kralı Arslan tarkan, Keş kralı Se-kin-t’i ve Türgişlerin başbuğu Suo Se-kin, bun­ların tamamı saraya elçiler gönderdiler (Ts’e-ju yüan kui, blm. 971, s. 12 v°). 28. k’ai yüan yılının (740) üçüncü ayında, Su-lu’yu yen­diğinden dolayı ödüllendirmek amacıyla Şo-kie’lerin kralı Se-kin-t’i “sıra dışı terfi ettirilmiş” unvanı verildi (Ts’e-ju yüan kui, blm. 964, s. 20 r°). Burada sözü edilen Se-kin-t’i’nin Keş kralından baş­ka birisi olmadığı açıktır. O halde neden ondan Ço-kie’lerin kralı şeklinde söz edilmektedir? Bir sebep görünmüyor. Sadece 137. say­fada ço-kie kelimesi “savaşçılar” anlamında kullanılmıştır. [s. 312’deki ek ve düzeltme: Buhara’daki Ço-kie hassa birliği yani sa­vaşçılar denilen bir seçme birlik olduğunu görmüştük. Diğer yan­dan Hsüan-tsang (Memoires, I/19) Semerkant’ta gözüpek Ço-kie as­kerlerinin bulunduğunu kaydetmektedir. Ve nihayet Keş kralına Ço-kie’lerin kralı dendiğini görüyoruz. Ço-kie, Marquart’ın bana açıklama lutfunda bulunduğu gibi, Farsça “servus, famulus” anla­mına gelen çâker kelimesinin çeviriyazımıdır ve Soğdiyanada mün­feriden “savaşçı” ‘hassa askeri’ anlamında kullanılıyordu. Ço-kiele-rin kralı Farsça Nahşeb “ispeh-bed”i unvanına tekabül etmektedir; Se-kin-t’i, Taberî’nin el-İskend dediği kişidir. (Marquart, Dei Chro-nologie, s. 63)]. Ayrıca Se-kin-t’i’nin Su-lu’yu yendiği de söylene­mez; çünkü o ve Taşkent kralı Su-lu’nun oğlu T’u-ho-sien’i itaat al­tına almak için Çinlilere yardım etmişlerdi. 29. k’ai-yüan yılının (741) üçüncü ayında, Keş kralı Se-kin-t’i, devlet erkanından Pu-ti-mi-şe adlı birini saraya bağlılığını bildirmek, yılbaşını tebrik etmek ve ülkesinin mahsullerinden sunmak üzere gönderdi. (Ts’e-ju yüan kui, Pien i tien’de, blm. LXVIII).

Na-so-po’ya (Nahşeb veya Nesef) Küçük Şi de denilir, çünkü sonuçta Şi’ye (Keş) bağlıdır. Geçmişte T’u-ho-lo’ya (Toharistan) ait topraklar üzerindeydi. Doğu tarafında Ts’un-ling dağları sınır teşkil eder; batı yönünde Po-la-ssu (Persia) ile sınırdaştır. Güney­de ise karlı dağlar211 yer alır.

211 Buradan itibaren notun son kısımları, büyük kısmı Hsüan-tsang’-da bulunan güzergahlardan oluşmaktadır. Bu güzergahların bü­yük bir kısmı, T’u-küe’lerin hakimiyet alanı içinde bulunan top­rakları konu alan konumuzun dışındadır. Sadece şu kısmı alabili­riz: “(Sie-yü=Zabulistan)ın kuzeyinde beş yüz li mesafede, uzun­luğu doğudan batıya iki bin, güneyden kuzeye bin li olan Fu-li-şe-sa-t’ang-na (Vardastana) bölgesi bulunur. Başındaki prens Türklerdendir. Payitahtı Hu-pi-na (Hupiyan) şehrindedir. Kuzey­doğusunda yaz aylarında dahi genellikle donmuş vaziyette bulu­nan büyük karlı dağlar (Hindukuş) bulunur. Bu dağları aşmak için buzları kırmak gerekir. Bu dağların eteğinde toprakları üç bin li genişliğindeki An-ta-lo-fo (Andarab) ülkesi yer almaktadır. Ku­zeybatıya doğru gidilirse bir dağlar zinciri geçilir ve tam dört yüz li sonra K’uo-si-to’ya (Host) vasıl olunur. Üç yüz li kuzeybatıda Huo (Kunduz) halkı yaşar. Bunların toprakları iki bin li büyüklü-ğündedir. Bu üç halk (Andarap, Host ve Kunduz sakinleri) eski T’u-ho-lo (Toharistan) topraklarında yaşarlar ve T’u-küe’lerin te-baasıdırlar. Başlarındaki prensler de Türklerdendir. Bunlar Der-bend’in güneyindeki çeşitli barbarları (jung) yönetirler. Bu halk­lar göçebedir ve sabit bir ikametgahları yoktur.” Host şehri Türk­lerin Araplara karşı oluşturdukları savunma hatlarından biridir. “Host veya Hast, diyor Ebu’l-Feda (Reinaud çev., II, 2, s. 192) An-daraba ile Toharistan arasındadır. Belh’e tâbidir. Türklerin hü­kümdarı orada Kuteybe bin Müslim’e karşı direnmiştir.”

Ning-yüan (Fergana)

Ning-yüan ülkesi esasen Pa-han-na (Fergana) idi ve P’o-han da denilirdi. Yüan Wei zamanında adı P’o-lo-na idi. Başkente sekiz binli mesafededir. Kral, Çen-çu (Amu-derya) nehrinin kuzeyindeki Si-kian (Ahsiket)212 şehrinde yaşar. Ülkenin altı şehri ve yüz kasa­bası vardır. İnsanları genelde uzun ömürlüdür. Kraliyet ailesi, Wei’lerden (220-264) ve Tsin’lerden (265-419) bu yana kesintisiz iş başındadır. Her yılın ilk gününde kral ve mevkebi iki gruba ay­rılır. Her biri birbiriyle dövüşen iki zırhlı kişiden birini tutar. Halk bunların dövüşüne taş ve tuğlarlarla iştirak eder. Bunlardan biri öl­düğünde, o yılın iyi veya kötü geçeceği konusunda kehanette bu­lunmak için çarpışma dururdu.

212 Si-kian, Ahsiket’in kısaltılmış çeviriyazımı olmalı. İdrisi (Jaubert, çev., II/210) şöyle der: “Fergana geniş bir bölgenin adıdır. Birçok ka­sabalardan başka, en büyüğü Ahsiket olan yedi şehri vardır. Ahsiket, Şaş (Sir-derya) sahilinde, bir vadidedir. Dağa bir buçuk mil uzakta­dır. Nehrin kuzeyinde yer alır ve kalabalık bir mahallesi vardır... “

Çeng-kuan döneminde (627-649) Kral K’i-pi, Batı T’u-küe’le-rinden K’an mo-ho-tu (bagatur) tarafından öldürüldü. A-şi-na Şu-ni şehri ele geçirdi. Şu-ni’nin ölümünden sonra oğlu O-po-çi iktidarı ele aldı. K’i-pi’nin ağabeyi A-leao-ts’an, kral oldu ve Hu-men’i kendine payitaht yaptı. Halbuki O-po-çi’nin başkenti K’o-sai’ydı. Hien-k’ing dönemi (656-660) başlarında, O-po-çi, bağlılı­ğını sunmak ve tartuk götürmek üzere saraya bir elçi gönderdi. Kao-tsung onu taltif etti. Üçüncü yıl (658) K’o-sai şehri Hiu-siun hükumetinin yönetim merkezi oldu ve A-leao-ts’an’a vali unvanı verildi. O günden itibaren her yıl ülke saraya bağlılığını bildirip, tartuk gönderdi.213

213 Bu kısımda 715 yılında vukû bulan ve Tse-çi t’ung kien (CCXI, s. 7 v°) de zikredilen şu olaylardan hiç bahsetmemektedir: “Daha önce kien-ç’a-yü-şi Çang Hiao-sung, K’uo çu’ya (şimdiki Kan-su eyaletin­de Si-ning yakınında) bir görevle gönderilmişti. Dönüşünde, çölün batısında yer alan ülkelerde yapılması gereken iyi ve kötü işlerin ne­ler olduğu konusunda bir rapor sundu ve durumu incelemek üzere oraya gönderilmesini talep etti. İmparator onu tam salahiyetle hare­ket etme yetkisi verdi. Pa-han-na (Fergana), Wu-sunların eski ülke­sidir ve uzun yıllardır Çin’e bağlıydı. T’u-po (Tibetliler) ve Ta-şi (A­raplar) oraya A-leao-ta adında birini kral olarak atama ve Fergana’ya saldırma konusunda anlaştılar. Fergana kralının ordusu yenildiği için kral yardım istemek için An-si’ye (Kuça) kaçtı. Çang Hiao-sung, askeri vali Lü Hiu-ying’e şöyle der: “Eğer ona yardım vermezsek, ar­tık batı ülkelerini kontrol altında tutma vasıtamız kalmaz.” Böylece komşu barbar kabilelerden toplanmış on binden fazla askerin başına geçerek K’iu-tse’nin (Kuça) batısında binlerce mil ilerledi ve pek çok şehri itaat altına aldı. Aynı ay cebri bir yürüyüşle birleşik şehirlerin jl§ 4j> yanında A-leao-ta’ya saldırdı. (Bu terim, ileride sözü edilecek olan birleşik üç şehir veya komşuya işaret etmektedir). Çang Hiao-sung bizzat zırh giyip ordusunun başına geçerek se saatinden (sabah 9-11 arası) yu saatine (öğleden sonra 5-7 arası) kadar saldırdı. Bu üç şehir halkını kılıçtan geçirdi, binden fazla insanı esir etti veya kelle­sini kesti. A-leao-ta birkaç süvariyle birlikte dağ geçitlerine kaçtı. Çang Hiao-sung diğer krallıklardaki ordulara bir çağrı gönderdi; ba­tı ülkeleri onun ihtişamından titremeye başladı. Aralarında Ta-şi (A­raplar), K’ang-kü (Semerkant), Ta-yüan (Taşkent) ve Ki-pin’in (Ka-piça) bulunduğu krallıkların tamamı itaat arzetmek için elçiler gön­derdiler.”

Hsüan-tsung yönetimi zamanında, 27. k’ai-yüan günü (739) Arslan tarkan, T’u-ho-sien’i214 yenmesi için Çin’e yardım etti. Bu­na karşılık ona “değişikliği kabul eden kral” unvanı verildi.215

214 Türgiş kumandanı.

215 Ts’e-ju yüan kui (blm. 971, s. 12 v°, s. 15 r° ve s. 18 r°) Arslan tar­kan’ın 739, 745 ve 751 yılında gönderdiği elçilerden bahsetmekte­dir. “Bu prensin unvanı 745 yılında şu şekilde idi: Ning-yüan Kral-lığı’ndan değişimi kabul eden kral, sıra dışı terfi ettirilen, gözüpek süvarilerin umumi reisi, Pa-han-na kralı Arslan tarkan.”

Üçüncü t’ien-pao yılı (744) krallığın adı Ning-yüan olarak de­ğiştirildi; imparator, ülkenin kralına anası tarafından ecdadının adı olan Tu soyadını verdi. Ayrıca imparatorluk ailesinden bir kı­za prenses Ho-i yani “birlik ve adalet prensesi” adı verilerek krala gönderildi. On üçüncü yıl (754) Kral Çung-tsie, oğlu Sie-yü’yü bağlılık bildirmek üzere saraya gönderdi. Oğlu, Çin göreneklerini öğrenmek için muhafız alayında görev istedi. İsteği yerine getiril­di ve sol askeri muhafızlar generali unvanı verildi. Canla başla T’ang’lara hizmet etti.

Büyük ve Küçük Pu-lü216 (Baltistan ve Gilgit)

216 Nisbeten Baltistan ve Gilgit bölgelerine tekabul eden Büyük ve Kü­çük Pu-lü’nun Batı Türk Hakanlığı’nın bir kısmını teşkil etmedik­leri anlaşılmaktadır. Buna rağmen, 747’de Kao Sien-çi’nin düzenle­diği askeri seferin Çin’in Batı ülkeleri üzerinde yeniden hakimiyet tesisi için bir vesile olması sebebiyle, bu iki ülkeyle ilgili bilgileri buraya koydum.

T’ang-şu, CCXX1, b, s. 4 r°

Büyük Pu-lü’ye (Baltistan) Pu-lu da denir. T’u-po’nun (Tibet­liler) tam batısındadır ve Küçük Pu-lü’yle hemhuduttur. Batı ta­rafından Kuzey Hindistan’daki U-ç’ang (Udyana) topraklarıyla sı­nırdaştır. Yü-kin bitkileri yetiştirir. T’u-po’nun (Tibetliler’in) te-baasıdır. Wan-sui-t’ung-t’ien döneminden (696) k’ai-yüan döne­mine (713-741) kadar bağlılığını bildirmek üzere Çin sarayına üç defa elçi göndermiş; bu yüzden bir fermanla ülkenin prensi Su-fu-şo-li-çe-li-ni’ye kral unvanı verilmiş; onun ölümü üzerine de yine bir fermanla tahta çıkma hakkı Su-lin-t’o-i-çe’ye (Surandra­ ditya?) tevdi edilmiş, o da ülkesinin mahsullerinden tartuk gö­türmek üzere iki defa üst düzey memurlar göndermiştir.

Küçük Pu-lü,217 başkente dokuz bin li uzaklıktadır. Doğu isti­kametinde üç bin li gidip biraz güneye dönünce, T’u-po tsan-p’u (Tibet’in btsanpo’su)nun kampına varılır. Doğu tarafından sekiz yüz li218 sonra U-ç’ang’a (Udyana) komşudur; üç yüz li güneydo­ğusu ise Büyük Pu-lü (Baltistan)dır. Yine güney tarafında beş li me­safede Ku-şe-mi (Kaşmir), kuzey tarafında beş yüz li mesafede Hu-mi (Wahan) ülkesinin So-le219 şehri vardır. Kral, So-i nehri yakın­larındaki Sie-to şehrinde yaşar. Batıdaki dağlar arasında Kia-pu-lo adında büyük bir şehir vardır. K’ai-yüan dönemi (713-741) başla­rında, Kral Mo-kin-mang saraya bağlılığını bildirmek için geldi. Hsüan-tsung, ona oğlu gibi davrandı ve ülkesini Sui-yüan askeri bölgesine dönüştürdü. T’u-po’ya (Tibetliler’e) çok yakın olan bu krallık, onlardan çok kötülük gördü. Tibetliler ona (krala) şöyle diyorlardı: “Bizim sizin krallığınızla bir alıp veremediğimiz yok, biz sadece Dört Garnizon’a saldırmak için sizin topraklarınızı kul-lanıyoruz.”220 Bir süre sonra Tibetliler onların dokuz şehrini ele geçirdiler; Mo-kin-mang yardım istedi. Guçen yakınlarındaki Pei-t’ing imparatorluk komiseri Çang Hiao-sung,221 Su-le (Kaşgar) va­li yardımcısı Çang Se-li’yi dört bin seçme askerle ve cebri bir yürü­yüşle Mo-kin-mang’a yardıma gitmekle görevlendirdi. Mo-kin­ mang, kendi ordusunu bu kuvvetlerle birleştirerek Tibetlilere ağır bir darbe indirdi; binlerce kişiyi öldürerek dokuz şehri istirdat et-tiler.222 Bir imparatorluk fermanıyla ona Küçük Pu-lü kralı unva­nı verildi. O da başkumandan Ç’a-ço-na-se-mo-mo-şeng’i şükran­larını arzetmek üzere saraya gönderdi.223

217 Küçük Pu-lü, Gilgit bölgesine tekabül etse gerektir. En azından bu­radaki duruma göre elde ettiğimiz veriler bizi bu sonuca götürmek­tedir. Daima sınırdaş olduğu Baltistan’ın kuzeybatısında idi (bkz. bir önceki Büyük Pu-lü ile ilgili not). Güneyinde Wahan, kuzeyin­de Kaşmir yer alıyordu ve en nihayet Udyana’nın doğusunda yer al­mış olmalıydı. Dolayısıyla bu ülkeyi Udyana’nın batısına yerleşti­ren metinde bir hata olduğunu var saymak gerekir.

218 “Batı tarafından” diye okumak gerekir. Bir önceki nota bkz.

219 Daha yukarıda Çinlilerin Hu-mi-to (Wahan) Krallığı’nın japonca_dipnot_8.png şehrinde bir ilçe kurduklarını görmüştük. Bu şehrin burada söz ko­nusu edilen şehir olduğu muhakkak.

220 Kuça, Kaşgar, Hotan, Karaşar (veya Tokmak).

221 Tse-çi t’ung kien (CCXII, s. 7 v°) bu olayların 722 yılında vukû bul­duğunu kaydetmektedir. Pei-t’ing imparatorluk komiseri Çang Sung, Tibetlilerin Küçük Pu-lü’ye saldırdığını öğrenince şöyle der: “Po-lü T’ang’ların (yani Çin’in) batı kapısıdır; eğer Po-lü kaybedi-lirse, Batı ülkeleri tamamıyla Tibetlilerin olur.”

222 T’ung kien kang mu, bu olayları k’ai-yüan’ın onuncu yılında göster­mektedir.

223 Burada, bu kısımda hiç zikredilmeyen bir olayı hatırlatalım. Tse-çi t’ung kien’e göre (CCXIV, s. 8 v°) Tibetliler 737 yılında Çin’den yar­dım istemek zorunda kalan Pu-lü’ye saldırdılar. İmparator beyhu­de yere Tibetlilere düşmanlığı sona erdirmelerini emretti. Sonra Le-ang-çu’dan hareket eden Çin ordusu Ts’ing-hai’ın (Kuku-nor) batı­sında Tibetlilere ağır bir hezimet yaşattı.

Mo-kin-mang ölünce tahta oğlu Nan-ni geçti. Onun ölümü üzerine ise iktidar kardeşi Ma-lai-hi’ye kaldı. O da öldükten son­ra Su-şe-li-çi tahta çıktı ve kendisine bir gelin gönderen Tibetliler­le gizlice anlaştı. Böylece yirmiden fazla kuzey krallığı Tibetlilerin tebaası oldu. Artık onlardan saraya vergi ve hediyeler gelmiyordu. An-si (Kuça) askeri valiliği Küçük Pu-lü’ye karşı üç sefer tertiple-diyse de altedemedi. Altıncı t’ien-pao yılında (747) askeri vali yar­dımcısı Kao Sien-çi saldırıya geçmesi konusunda bir imparatorluk buyruğu aldı. Sien-çi, General Si Yüan-k’ing’e on bin suvariyle hızlı bir şekilde önden giderek Su-şe-li-çi’yi görüp ona “Büyük Pu-lü’ye varmak için ülkeniz topraklarından geçmek istiyoruz” demesini tembihledi. Şehirde bulunan komutanlardan beş altısı kalpten Tibetlilere bağlıydı. Kao Sien-çi, Si Yüan-k’ing’e takip edi­lecek yol konusunda şöyle dedi: “Şüphesiz ki bu kumandanlar bi­zim askerlerimiz gelince dağlara kaçacaklardır. Bu yüzden bir im­paratorluk fermanı yayınlayarak halkı kendimize çekmek ve gü­ven vermek için ipek ve kumaş hediye edin. Komutanlarla temas kurarak beni bekleyin.” Si Yüan-k’ing emredilenleri aynen yerine getirdi. Su-şe-li-çi karısını alarak kaçtı ve izi bulunamadı. Kao Si-en-çi gelince Tibet taraftarı olanları infaz etti. So-i nehri üzerinde­ki köprüyü yıktı. Aynı akşam çıkıp gelen Tibetliler, taraftarlarına yardım edemediler. Sien-çi, eğer kral geri dönerse ülkesine barış getireceği sözü verdi. Böylece Fu-lin (Suriye), Ta-şi (Araplar) ve değişik Hu halklarına ait yetmiş iki krallık korkuya kapılarak ita­at arzettiler. Kao Sien-çi, Küçük Pu-lü kralını ve eşini esir alarak tekrar başkente döndü.224 Bir imparatorluk fermanıyla krallığının adı Kui-jen olarak değiştirildi ve orada Kui-jen askeri bölgesi oluşturularak garnizon kurulması amacıyla bin kişi askere alındı. İmparator, Su-şe-li-çi’nin hayatını bağışlayarak sağ cesur muhafız­lar generali unvanını verdi. Ayrıca mor bir elbise, bir altın kemer hediye edip, muhafızlar arasına gönderdi.

224 Çin’de hizmet veren Kore asıllı General Kao Sien-çi’nin biyografisi (Kiu T’ang-şu, CIV, s. 1 r° vd) bu olaylar hakkında bize enteresan bilgiler vermektedir: “K’ai-yüan dönemi (713-741) sonunda Kao Sien-çi Kuça askeri vali yardımcısı atanarak Dört Garnizon’un (Ka-raşar, Kuça, Kaşgar ve Hotan) ordusu ve süvari birliklerini yönet­mekle görevlendirildi. Küçük Pu-lü Krallığı’nın kralı, kendisine bir gelin veren Tibetlilerin safına geçmiş, kuzeybatıdaki yirmiden faz­la krallık da yine onların emrine girmişti. Artık Çin’e haraç ve he­diye göndermiyorlardı. Bunun üzerine tsie-tu-şi T’ien Jen-wan, Kai Kia-yün ve keza Fu-meng Ling-ç’a, bu krallıklara birçok saldırılar düzenlemiş, fakat bir sonuç alamamışlardı. Hsüan-tsung, (Kao) Si-en-çi’ye özel olarak (a) tsie-tu-şi (garnizonlar kumandanı) sıfatıyla on bin süvari ve piyade ile cepheye gitmesini emretti. O dönemde piyadelerin kendilerine özel atları vardı. Kao Sien-çi, Kuça’dan ha­reket ederek on beş günlük bir yürüyüşten sonra Po-huan (Yeke-arık) şehrine vardı. On gün sonra da Yo-şi-te’ye (b) ulaştı. Yine on günlük bir yol daha giderek Kaşgar’a vardı. Yirmi gün sonra ise Ts’ung-ling (Taş-kurgan) askeri karakolundaydı. Tekrar yola çıka­rak yirmi gün sonra Po-mi (Pamir) vadisine vasıl oldu. Son yirmi günlük bir yürüyüşün ardından esasen Beş Şe-ni (Şignan) krallığı olan T’o-le-man şehrine ulaştı. Kao Sien-çi burada ordusunu üç gruba ayırarak, Kaşgar askeri karakol komiseri Çao Ç’ung-pin’e (c) yanına üç bin süvari alıp Tibetlilerin Lien-yün kalesine gitmesini ve Pei-ku (kuzey boğazı) üzerinden girmesini emretti. Po-huan (Yeke-arık) askeri karakol komiseri Kia Ç’un-kuan’a Ç’e-fu-t’ang (Kızıl Budda salonu) yoluyla girmesini bildirdi. Kao Sien-çi ve im­paratorluk komiseri Pien Ling-ç’eng ise Wahan Krallığı üzerinden şehre girdiler. Tibet kalesi Lien-yün’de yedinci ayın on üçüncü gü­nü sabah 7-9 arasında buluşmayı kararlaştırdılar. Kalede bin asker vardı. Ayrıca kalenin on beş li güneyinde, dağlar sekiz dokuz bin askeri alabilecek kurganlar haline dönüştürülmüştü. Kalenin altın­da hayli büyük ve geçilmesi imkansız P’o-le nehri (d) akıyordu. Kao Sien-çi, nehre üç adet kurban sundu (e). Komutanlarına en iyi askerleri ve atları seçmelerini emretti. Her asker yanına üç günlük kuru erzak aldı. Sabahleyin nehir kenarında toplandılar. Nehri geç­mek çok zor olacağı için subay ve askerler bunun akılsızca bir gi­rişim olduğu kanaatindeydiler. Fakat nehrin öte yakasına geçildi­ğinde ne askerin bayrağı, ne de atların eyerleri ıslanmıştı. Tüm or­du karşı sahile geçip saf tutunca Kao Sien-çi, neşeli bir tarzda (Pi­en) Ling-ç’eng’e şöyle dedi: “Nehri geçerken öyle bir an geldi ki, eğer o sırada düşman saldırmış olsaydı, kesinlikle mağlup olurduk. Şimdi nehri geçtiğimize ve saflarımızı düzelttiğimize göre, gökyü­zü düşmanlarımızı bize teslim etmiş demektir!” Sonra hemen dağa çıktığı ç’en saatinden se saatine (f) kadar süren savaşı başlattı. Bar­barlar büyük bir bozgun yediler ve gece bastırınca kaçıp gittiler. Si-en-çi onları takip ederek beş bin kişiyi öldürüp, bin esir aldı. Ka­lanları o tarafa bu tarafa dağıldılar. Binden fazla ata el koydu. Bol miktarda ganimet ve savaş malzemesi ele geçirdi. Hsüan-tsung, ne­ler olup biteceğini bildirmesi için kahin Han Li-ping’i de Kao Sien-çi ile birlikte göndermişti (g). Fakat o korkarak daha ileri gitmedi; Pien Ling-ç’eng de korktu. Kao Sien-çi, bunun üzerine Ling-ç’eng ve diğerlerini üç bin bitkin, hasta ve nagiran adamla birlikte şehri (yani Lien-yün kalesini) korumak için bırakıp yoluna devam etti. Üç gün sonra T’an-kü dağlarına vardı. Burada oldukça sarp, kırk li’den daha derin uçurumlar vardı (h). Kao Sien-çi şöyle düşündü: “Eğer A-nu-yüe barbarları bizi hemen karşılamaya gelirlerse, bu, onların iyi niyetli olduklarını gösterir.” Askerlerinin tepeden aşağı inmeye çekineceğinden korktuğu için, yirmi kadar süvariyi A-nu-yüe barbarları gibi giydirerek önden gönderdi ve onlara dağın tepe­sinde orduyu karşılamalarını emretti. Askerler T’an-kü dağına va­rınca gerçekten aşağı inmeyi reddederek “Kumandanımız bizi ne­reye göndermek niyetinde?” dediler. Homurdanmalar kesilince da­ha önce gönderilen yirmi kişi onları karşılayarak şöyle dediler (i): “A-nu-yüe barbarları iyi niyetliler ve sizi karşılamaya can atıyorlar. So-i nehri üzerindeki köprü tamamıyla yıkılmıştır.” (j) Kao Sien-çi sevinirmiş gibi yaptı ve verdiği emir üzerine tüm askerler inişe geç­tiler. So-i nehri eskiden “Cansız nehir (jo şui)” olarak bilinirdi (k). Bırakın otu bir yana, bir hardal tanesini, hatta bir tüyü veya kılı ta­şıyabilecek durumda değildi. [s. 313’deki ek ve düzeltme: Bu mü­şahede Megasthenes ve Ktesias’ın kaydını doğrulamaktadır. Bkz. Fragments oj the Indika ojKtesias, par J. W. Mc Crindle (Ind. Anti-quary, nov. 1881, s. 313: Pliny, Hist. nat., XXXI, 2: “Ktesias, Hindis­tan’da hiçbir şeyin üzerinde yüzmediği, aksine her şeyin dibe bat­tığı Side adında bir su havuzu olduğunu kaydetmektedir.” - Trans-lation of the Indica of Arrian par J.W. Mc Crindle (ibid., March 1876, p. 88): “Megasthenes, for instance, tell us this wonderful story about an Indian river: - that the name of it is the Silas; that it flows from a fountain called after the river through the dominions of the Silaeans, who again are called after the river and the founta-in that the water of the river manifests this singular property, - that there is nothing which can swim or float in it, but everything sinks down to the bottom, so that there is nothing in the world so thing and unsubstantial as this water.” Bkz. ayrıca Indian Antiquary, May 1877, s. 121 ve 130]. Dağdan indikten üç gün sonra A-nu-yüe bar­barları (hu) onları karşılamaya geldiler. Ertesi gün A-nu-yüe şehri­ne vasıl oldular. Kao Sien-çi, aynı gün generalleri Si Yüan-k’ing ve Ho-lu Yu-jun’a önden giderek köprüleri ve yolları yapmalarını em­retti. Bir gün sonra da ordusunu hareket ettirdi. Diğer yandan Si Yüan-k’ing’e bin süvariyle önden giderek Küçük Pu-lü kralına “Şehrinizde gözümüz yok, (l), köprülerinizi de tahrip edecek deği­liz. İstediğimiz sadece Büyük Pu-lü’ye gitmek için sizin toprakları­nızdan geçip gitmektir” demesini tembihledi. Şehirde gönülleri Ti-bet’den yana çarpan beş altı kadar devlet erkanı vardı. Kao Sien-çi, daha önce Yüan-k’ing’e takınılacak tavır hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklamıştı: “Ordu şehre vardığında şüphesiz ki kumandanlar ve halk dağlara kaçacaklardır. Bir imparatorluk fermanıyla onlara çeşitli hediyeler ve ipekli kumaşlar dağıtılacağını bildirerek yanını­za çekin. Komutanlar geri dönünce hepsini tutuklayıp, beni bekle­yin.” Si Yüan-k’ing şehre gelince Sien-çi’nin talimatlarını aynen ye­rine getirdi ve komutanları bağladı. Kral ve hanımı bir mağaraya saklandılar, ama onları bulmak bir türlü mümkün olmadı. Kao Si-en-çi gelince Tibet yanlısı beş-altı bin kişinin kellesini aldı. Si Yü-an-k’ing’e hemen gidip Pu-lü’nün payitahtına 60 li mesafedeki Hinthurması ağacından yapılma köprüyü tahrip etmesini emretti. Akşama doğru, köprü henüz tahrip edilmişti ki, Tibetli süvari ve piyadeler oldukça kalabalık bir halde geldiler, ama artık karşıya geçmek için çok geçti. Hinthurması ağacından yapılmış olan köp­rü bir ok atımı uzunluğundaydı (m) ve yeniden yapımı için bir yıl gerekliydi. Pu-lü daha önce Tibetliler tarafından geçiş için kulanıl-mış ve köprü de onlar tarafından yapılmıştı. Daha sonra Kao Sien-çi hiçbir şiddete baş vurmadan Pu-lü kralı ve eşini saklandıkları yerden çıkıp itaat arzetmeye davet etti. Krallığa barış getirdi. Altın­cı t’ien-pao (747) yılının sekizinci ayında Kao Sien-çi, Pu-lü kralı ve eşini esir olarak yanına alıp, Ç’e-fu-t’ang (Kızıl Budda salonu yo­lu) üzerinden geri dönüş yolunu tuttu. Dokuzuncu ay tekrar P’o-le vadisindeki Lien-yün kalesine geldi ve Pien Ling-ç’eng ve adamla­rıyla buluştu (n). Aynı ayın sonunda tekrar Po-mi (Pamir) vadisi­ne geldi ve Liu Tan’a zaferini müjdeleyen bir mektup kaleme alma­sını emrederek, çong-şi-p’an-kuan Wang T’ing-fang’ı zaferini du­yurmak için gönderdi...” Üç yıl sonra, 750’de, Kao Sien-çi’yi Pu-lü’nun komşu Kie-şe ve Şe’nin (Taşkent) işlerine burnunu sokmuş vaziyette buluyoruz. (Bkz. Ts’e-ju yüan kui’nin notları)

a) T’ang-şu’ya göre altıncı t’ien-pao yılı (747).

b) Yeke-arık ile Kaşgar ortasında yer alan bu mevki, günümüzde Kaşgar nehri üzerindeki Maralbaşı kasabasına tekabül etse gerektir.

c) T’ang-şu: Çao Ç’ung-ts’e.

d) Çince metinde birbirine çok yakın karakterle gösterilen bu P’o-le vadisinin Wahan’daki So-le-so-ho ile bir bağı olabilir. P’o-le ve So-le nehri günümüzdeki Penc veya Wahan-derya olmalı; Lien-yün de şimdiki Sarhad’a tekabül etmektedir.

e) Bir koyun, bir öküz ve bir domuz.

f) Ç’en saati sabah 7-9 arası, se saati ise 9-11 arasıdır.

g) Yani kehanet yoluyla savaşa uygun olan ve olmayan günleri tes­pit etmek için.

h) Burada Penc veya Wahan-derya vadisini (ki Amu-derya sistemi­ne bağlıdır) Yorkun veya Mastuc’a (İndus sistemine bağlıdır) bağ­layan Barogil Geçidi vasıtasıyla Hindukuş dağlarının geçilmesi söz konusu edilmektedir. Yorkun vadisinden Darkot Geçidi’yle Yassin’e geçilir. Barogil yoluyla ilgili detaylı bir anlatım G. Gapus’un Pamir ve Çitral adlı makalesinde yer almaktadır. (Bull. de la Societe geog., 4. üç ay, 1890, s. 499-533).

i) Bu süvarilerin kendilerini yalandan A-nu-yüe barbarları gibi gösterdikleri anlaşılıyor.

j) Askerleri teskin etmek için uçurulmuş bir yalan haber. Çünkü gerçekte bu köprü Tibet takviye kuvvetlerinin gelebileceği köprüy­dü ve daha ileride de görüleceği gibi Kao Sien-çi köprüyü ele geçi­rir geçirmez yıktırmıştır. Fakat bu konuşmaların yapıldığı sırada köprü henüz yıkılmamıştı.

k) Jo şui, Şu King’in Yü kung bölümünde zikredilmiştir (Bkz. Leg-ge, Chinese Classics, III/132-133; Se-ma Ts’ien, I/130, n. 4). Bu neh­rin adı burada yankısını bulan efsanelerde yer almıştır. Eski ölü nehrin Küçük Pu-lü’deki So-i ile özdeşleştirilmesinin hiçbir haklı mesnedi yoktur. Yü Vergisi şarkısının bestelendiği sırada Çinliler henüz bu bölgeleri tanımıyorlardı.

l) Metinde “şehrinizi alacağız” diye geçmektedir, fakat T’ang-şu’nun metni ve aklı selim burada olumsuzluk ekinin unutulduğu­nu ve konulması gerektiğini söylemektedir.

m) Köprünün genişliği ok atma talimlerinin yapıldığı yolun geniş­liği kadardı. T’ang-şu’da “köprünün uzunluğu bir ok atımı kadar­dı” denilmektedir.

n) T’ang-şu burada Pu-lü’yle ilgili notta daha önce gördüğümüz önemli bir cümleyi ilave etmekte ve Çin ordusunun kazandığı za­ferin Batıdaki yankılarını belirtmektedir: “Böylece Fu-lin (Suriye), Ta-şi (Araplar) ve değişik Hu halklarına ait yetmiş iki krallık kor­kuya kapılarak itaat arzettiler...” Daha sonra çevirisini vereceğimiz Kaşmir hakkındaki bilgilerde de Kao Sien-çi’nin zaferinin yankıla­rı görülmektedir.

***

T’u-ho-lo (Toharistan)

T’ang-şu, CCXX1, bs, s. 4 v°- 5 r°

T’u-ho-lo’ya225 bazen Tu-ho-lo226 da denmiştir. Yüan-Wei ha­nedanı227 dönemindekine T’u-ho-lo228 denilirdi. Ts’ung-ling dağlarının batısında ve Wu-hu (Oxus) nehrinin güneyindedir.229

225 Bu yazım şekli, japonca_dipnot_9.png T’ang-şüdaki bilgilere çok muhtasar bir şekilde şu malumatı ilave eden Sui-şu’ya (LXXXIII, s. 6 r°) aittir: “Toharistan’ın başkenti Ts’ung-ling dağlarının beş li batısındadır. Her kenarı iki li genişliğindeki bir kare görünümündedir. Halkı Buddisttir. Kardeşler, sırayla yattıkları tek bir hanıma sahiptirler. Erkeklerden herhangi biri kadının odasına girdiğinde diğerlerini uyarmak amacıyla elbiselerini dışarı asar. Doğan çocuk ise en bü­yük kardeşin kabul edilir.

226 japonca_dipnot_10.png

227 Wei’ler, M. Ö. 386’dan VI. Yüzyıl ortalarına kadar Çin’in kuzeyin­de hüküm süren Tunguz asıllı bir hanedandır. Hanedanın soy adı T’o-pa idi, fakat 496’da Yüan olarak değiştirdiler.

228 Wei-şu, CII, s. 8 r°. Wei-şu’nun bu notunda Toharistan’da çevresi 60 li uzunluğunda Po-t’i isminde bir şehir bulunduğu, aynı şehrin gü­neyinde batıya doğru akan ve Han-lu denilen büyük bir nehrin yer aldığı kaydedilmektedir. Marquart, (age., s. 215-216) Po-t’i’yi Bact-ria (Belh) ile özdeşleştirmektedir.

229 Toharistan başkenti Amu-derya’nın güneyindeydi, ama Hsüan-tsang’ın Ta t’ang si yü ki (1/23) adlı eserinde belirtildiği gibi krallık toprakları nehrin güneyinde Derbend’e kadar uzanıyordu. Aynı eser bize, 630’da buradan geçen ve 643 veya 644’de geri dönen Hsüan-tsang zamanında Toharistan’ın Türkler’in hakimiyetini tanı­yan yirmi yedi prensliğe bölündüğünü bildirmektedir. Hsüan-tsang’ın 630 yılında T’ung Şe-hu Kağan’ın büyük oğlu Tardu-han’ı ziyaret ettiği şimdiki Kunduz yakınındaki Huo şehri de Toharistan’ın merkezindeydi. Marquart’ın da belirttiği gibi (age., s. 60, n. 4) Huo şehri T’ang-şu’da A-huan (Awar) adıyla geçen şehirle aynı yerdir. Araplar ona War-waliz diyorlardı. Bkz. Aboulfeda, II, 2, s. 207: “Walwalic, eskiden Hayatile (Eftalitler) krallığı olan Toharis-tan’ın başkentidir.”

Burası, eski Ta-hia230 Krallığı’nın topraklarıdır. Ahali burarada İ­ta (Eftalitler) ile karışık olarak yaşar. Ülkenin yüz bin seçme as­keri vardır. Halkı yerleşiktir. Kız çocukları az, erkek çocukları fazladır. Kuzeyde, güneyindeki bir mağarada kutsal bir atın bu­lunduğu P’o-li dağı yer alır. İnsanlar yılkılarını komşu meralarda otlatırlar; kan terleyen tayları öldürürler.

230 Çang K’ien’in M. Ö. 128 yılındaki yolculuğu sırasında Ta-hia Kral­lığı Amu-derya’nın güneyinde yer alıyordu.

Hükümdar, şe-hu (yabgu) unvanı taşır. Wu-ti (618-626) ve çeng-kuan (627-649) yıllarında, ülke halkı iki defa gelerek Çin sarayına hediyeler sunmuştur.231 Birinci yung-hui yılında (650) yedi kadem yüksekliğinde, siyah renkli, ayakları deve ayağını anımsatan, kanatlarını açarak yürüyen, bir günde üç yüz li yol gi­den ve demir yutabilen büyük kuşlar hediye ettiler. Halk arasın­da bunlara kuş-develer deniliyordu.232

231 Ts’e-ju yüan kui (Pien-i-tien, LXVII) dokuzuncu çeng-kuan yılının (635) beşinci ayında bir Toharistan elçisinin geldiğini belirtmekte­dir. Aynı esere göre, 19. çeng-kuan yılının (645) birinci ayında Şa-po-lo adlı Toharistan yabgusu Yü-t’ien (Hotan), T’ung-o ve K’ang (Semerkant) krallıklarıyla aynı sırada Çin sarayına tartuk götüren elçiler göndermiştir. Buradaki T’ung-o, Tung-o şad veya Tie-li-şi Kağan’a işaret etmiş olamaz, çünkü sonuncusu 630’da ölmüştü. Muhtemelen o sırada T’ung-o adı Batı Türklerinin bir kağanı tara­fından kullanılıyordu.

232 Devekuşu.

Hien-k’ing zamanında233 (656-660) şehirleri A-huan (War-waliz) Yüe-çi Hükumeti’ne dönüştürüldü. Küçük şehirler yirmidört bölgeye ayrıldı ve kral A-şi-na’ya genel vali unvanı verildi.234 Bu kişi iki yıl sonra bağlılığını bildirmek üzere saraya oğlunu gönderdi ve bilâhare üç kadem boyunda ma-nao-teng235 ağacı hediye etti.

233 Burada Çinlilerin Ho-lu’yu mağlup ettikten sonra vaktiyle Batı Türklerinin hakimiyetinde bulunan Batı yörelerinin tanzim edil­mesi söz konusu edilmektedir; ama Ho-lu’nun mağlubiyetiyle Çin’in yeni fethedilen topraklarda kendi yönetimini kurması ara­sında epey bir zaman geçmiştir ve esasen Toharistan ancak 661’de ilçe ve sancaklara taksim edilmiştir. T’ang-şu’da (XLIII, b, s. 8 v°) bu konuda şöyle denilmektedir: “Birinci lung-şo yılında (661), Lung eyaletindeki Nan-yu (Şan-si’nin ikinci vilayeti Lung’un 120 li güneybatısında) valisi Wang Ming-yüan, T’u-ho-lo (Toharistan) bölgesinde eyaletler ve valilikler kurmakla görevlendirildi. Ho-tan’ın batısından Persia’nın doğusuna kadar, on altı krallığın baş­kenti hükumet merkezine dönüştürüldü; bu krallıklara bağlı top­raklar da eyalet ve vilayet haline getirildi...” ...

234 Bu hükümdar, şüphesiz Ts’e-ju yüan kui’de (blm. 966, s. 16 r°) üçüncü yung-hui yılında A-şi-na Wu-şe-po adıyla zikredilen kral­dır.

235 Şu şekilde de çevrilebilir: Agatlar ve bir teng ağacı.

Birinci şen-lung yılında (705) Kral Na-tu-ni-li, kardeşi Pu-lo’yu bağlılığını sunmak için saraya gönderdi, dönüşte muhafız­lar refakatinde gönderildi.236 Birinci k’ai-yüan (713-741)237 ve t’ien-pao (742-755) yıllarında, bu ülkeden atlar, katırlar, 200 çe­şit yabancı ilaç, kan-t’o-po-lo,238 değerli kızıl taşlar ve cam eşya­lar gönderildi. Bunun üzerine imparator krallığın başındaki Prens Ku-tu-lu (Kutluk) tun ta-tu (tardu)ya T’u-ho-lo yabgusu ve İ-ta (Eftalitler)in kralı unvanı erdi.239

236 Daha ileride (Ts’e-ju yüan kui özetleri, 718 yılı) Pu-lo’nun talebiyle ilgili bir metin verilecektir. Toharistan yabgusunun siyasi gücü hakkında tam bilgiler verdiği için bu metin bilhassa önemlidir.

237 Ts’e-ju yüan kui (blm. 997, s. 3 v° ve 4 r°) şöyle diyor: “Yedinci k’ai-yüan yılının (719) altıncı ayında Ta-şi (Arap) krallığı, T’u-ho-lo (Toharistan) krallığı ve Güney Hindistan krallığı saraya bağlılıkla­rını bildirmek ve haraç sunmak için elçiler gönderdiler. Bu müna­sebetle T’u-ho-lo (Toharistan) Çe-han-na (Çaganiyan) kralı Ti-şe, astronomide otoriter olan Ta-mu-şe adlı bir kişinin huzura çağırıl-masını rica etti. Belirttiğine göre bu adam son derece bilgiliydi ve cevap veremeyeceği hiçbir soru yoktu. Kral, imparatora saygılarını sunarak Mu-şe’yi çağırıp, bizzat kendisinin ve maiyetinin ne yap­tıklarını, neler düşündüklerini sormasını, tüm dini doktrinlerle il­gili bilgi istemesini rica etti. Böylece imparator bu kişinin gerçek­ten söylenildiği gibi olup olmadığını anlayacaktı. Kral, imparato­run onunla bir görüşme yapmasını ve dini inançlarının gereğini ye­rine getirebileceği bir kilise kurmasını talep etti. Onun büyük oğlu Ki-lie-tien’di. - Bilindiği gibi Mu-şe Karabalgasun’daki üç dilli ki­tabedeki Çince metinde geçmektedir. Ben Ts’e-fu yüan kui’nin ver­diği bu bilgiyi Journal Asiatique’de (1897, ocak-şubat) tartışarak, Mu-şe’nin söylendiği gibi bir Nesturi rahip olamayacağını gösterdim. Çok büyük bir ihtimalle Mu-şe, Deveria (Musulmans et Manic-heen chinois; JA, Nov., Dec., 1897) ve Marquart’ın (Hist. Glossen.. ; Wiener Zeitschr, f.b d. K. Des Morgenl, vol. XII) Maniheizm olarak gördükleri Mo-ni dinine mensuptu.

Ts’e-fu yüan kui, 18. k’ai-yüan yılının (730) beş veya altıncı ayında da Nan-ç’i veya Nan-t’o adlı Toharistanlı bir din adamının Çin sara­yına ilaçlar sunmak üzere geldiğini kaydetmektedir. Ayrıca 26. k’ai-yüan yılında (738) Toharistan Krallığı ilk defa üst düzey devlet me­muru İ-nan-cu tarkan Lo-ti-ç’en’i hediyeler sunmak üzere saraya göndermiştir. Diğer Toharistan elçilerinin 720, 724, 726, 735, 744, 745, 749, 753 ve 759 yıllarında saraya geldikleri, en son tarihte ge­len elçinin adının Wu-li-to olduğu belirtilmektedir. (Pien i tien, LXVII, Toharistan md, s. 3 v°-4 r°).

238 Pien i tien, kan-t’o-so-lo (belki de Gandhasara=esans, sandal ağacı, yasemin veya başka bir parfüm) şeklinde yazmakta ve bu elçilik he­yetinin 724 yılında geldiğini belirtmektedir).

239 Ts’e-ju yüan kui, (blm. 964, s. 16 v°) şöyle yazmaktadır: “17. k’ai-yü-an yılının (729) birinci ayında, bir name ile Toharistan prensi Ku-tu-lu (Kutluk) hie ta-tu (tardu)ya Toharistan yabgusu ve Eftalitlerin kralı unvanı verildi. Bundan iki yıl önce, 727’de Toharistan yabgusu Çin’e bir elçi göndererek ısrarla Araplara karşı yardım istemişti. Bu talep metni daha ileride verilecektir. (Bkz. Ts’e-ju yüan kui’den alın­tılar, yıl 727).

Daha sonra komşu Kie-şe’de240 yaşayan barbar (Hu) halklar­dan birisi T’u-poları (Tibetlileri) Toharistan’a saldırmaya kışkırt­tı. Bunun üzerine Yabgu Şe-li mang-kia-lo An-si (Kuça) askerle­rinin kendisine yardıma gelmelerini rica etti. İmparator da düş­manı mağlup etmesi için birlikler göndertti.

240 Kie-şe ülkesiyle ilgili olarak bir sonraki sayfada Kie’yle ilgili nota ve Ts’e-fu yüan kui’den alıntılarda (749 yılı) Toharistan yabgusunun imparatora gönderdiği mektup metnine bkz.

K’ien-yüan dönemi (758-759) başlarında Toharistan ve diğer dokuz Batı krallığı, âsileri cezalandırması için Göğün Oğluna or­dular gönderdiler. İmparator bir buyrukla bu birliklerin Şo-fang241 ordusuna bağlanmasını emretti.

241 Asi An Lu-şan’ın başarıları Hsüan-tsung’u 756 yılının altıncı ayın­da acilen Ç’ang-an’ı terkedip Si-ç’uan’a kaçmak zorunda bırakmış tı. Bunun üzerine Hsüan-tsung’un imparator olan oğlu Su-tsung idareyi ele aldı ve 757 yılının birinci ayında Bişbalık, Fergana ve A­rapların gönderdikleri birliklerin yolda olduğunu öğrendi; ikinci ay bu birlikler imparatorluk ordusuna katıldı ve Su-tsung onların yardımıyla aynı yılın dokuzuncu ayında başkenti istirdat etmeye muvaffak oldu (Tse-çi t’ung kien). Bizim metnimize göre gönderilen bu birlikler arasında Toharistan askerleri de vardı.

İ-ta (Eftalit) Krallığı (halkı) Han hanedanı dönemindeki Ta Yüe-çi halkındadır. Wu-sunlar tarafından yerlerinden itilen Yüe-çiler batıda Ta-yüan topraklarını geçerek Ta-hialara saldırıp itaat altına aldılar. Lan-şi başkentleri oldu. Ta-hia’lar Toharistan halkı­dır. Ye-ta, kralın soy adı idi. Onun sulbünden gelenler bu soyadı­nı krallık adı olarak kullandılar. Bu kelime yanlışlıkla İ-ta şekline dönüştü. İ-t’ien de denilir. Halkın görenekleri Türklerinki gibidir. T’ien-pao döneminde (742-755) Eftalitler saraya bağlılıklarını sunmak ve haraç götürmek üzere bir elçi gönderdiler.242

242 T’ang hanedanı tarihiyle ilgili resmi tarih kitaplarında Eftalitler’e ilişkin metinler, daha sonra çoğunlukla Stanislas Julien’in eski çe­virilerini tekrar eden Spech tarafından yayınlanmış ve tenkit edil­miştir. (Etudes sur l’Asie Centrale, JA, Oct.-Dec. 1883, s. 317-350). Bu metinlere Sung Yün’ün seyahatiyle (516-522 yılları) ilgili bilgi­lerin bir kısmını oluşturan Eftalitler hakkındaki bilgiler de ilave edilebilir. (Beal çevirisi, Travels oj Buddhist Pilgrim, s. 184-186.) Eftalit-Türk münasebetleriyle ilgili malzeme azdır. Pei-şi (XCVII, s. 11 r°) Eftalit gücünün 558’den daha sonra Türkler tarafından kırıl­dığını kaydetmektedir. Sui-şu ise (LXXXIII, s. 6 v°) ne yazık ki her­hangi bir tarih belirtmeden şu bilgiyi vermektedir: “Vaktiyle bu krallıkta kargaşa çıkınca T’u-küe’ler T’ung şad Tse-k’i’yi krallıkta yönetimi cebren ele alması için gönderdiler.”

Kü-lan (Kurân243)’ın diğer bir adı Kü-lo-nu ve hatta K’ü-lang-na’dır. Toharistan’ın komşusudur. Çevresi üç bin li’dir. Güneyde büyük karşı dağlar (Hindukuş), kuzeyde ise Kü-lu nehri bulunur. Burada taşları yontarak kin-tsing (lapis-lazuli?) elde ederler. 20. çeng-kuan yılında (646) ülkenin kralı Hu-t’i-p’o, imparatora mek­tup sunan bir elçi gönderdi. Mektubun içeriği Budda’nın sözlerine benziyordu.

243 Kurân, bugün de Kökçe çayın yukarı akımında bir bölgenin adıdır. Wood, burada lapis-lazuli madenlerini ziyaret etmiştir. (J. Wood, A journay to the source oj the river Oxus, ed. De 1872, s. 169). Bu me­tinde biraz sonra geçecek olan kin-tsing kelimesi de muhtemelen lapis-lazuli’yi göstermektedir.

Kie ülkesi244 Ts’ung-ling dağları ortasında yer alır. Batı ve gü­ney tarafından Şe-mi245 ülkesi topraklarıyla sınırdaştır. Kuzeyba­tısında Eftalitler vardır. Başkente dokuz bin li uzaklıktadır. İklim daima sıcaktır. Pirinç, buğday, darı ve şeftali yetiştirilir. Ayrıca at ve koyun beslenir. Birisi öldüğünde cesedini dağa terkedip gitme âdetleri vardır. İkinci Wu-ti yılında (619) değerli kemerler, kes­me kristalden mamül kadehler sunmak için bir elçi gönderdiler.

244 Bu Kie kelimesinin Tse-çi t’ung kien’de (yıl 749, onbirinci ay) ge­çen Kie-şe, Ts’e-fu yüan kui’deki Kie-şuai ve en son olarak T’ang-şu’daki Kie-şe adıyla zikredilen ülkenin kısaltması olabileceği gö­rüşündeyim.

245 Şe-mi, Sung Yün’ün eserinde zikredilmektedir. Beal (Records oj Buddhist countries, s. 189) burasını hipotetik olarak Kaşmir’le öz­deşleştirmektedir ki, pek makbul bir görüş değildir. Şe-mi, Po-çe’nin güneyinde (Sung Yün’ün metni burada yanlışlıkla Po-ssu (Persia) kelimesini zikretmektedir ki, birçok yanlış anlamalara se­bep olmuştur) ve Wu-ç’ang (Udyana)nın kuzeyindeydi. Po-çe ise Po-ho’nun (Wahan) güneybatısında yer alıyordu. (Bkz. Pei-şi, XCVII, s. 11 r°). Şu halde Şe-mi Çitral’a tekabül ediyor olmalıdır.

Yü-ti-yen,246 güneyde üç bin li uzaklıkta T’ien-çu (Hindis­tan) ile sınırdaştır. Kuzeybatıya doğru bin li gidilince Şe-mi’ye (Çitral) varılır. Beş bin li kuzeydoğuda Kua-çu bulunur. Bu ül­ke Sin-t’u (Sind=İndus) nehrinin kuzeyindedir. Kanunlar insan öldürmeyi yasaklar. Ağır suçlular sürgüne gönderilir; hafif suç­luların cezaları ise tehir edilir. Ülkede vergi yoktur. Halkı saçla­rını keser ve zerdûz kumaş tunik giyer.. Fakirler, beyaz kumaş­tan yapılan elbiseler giyer ve bizzat kendileri yıkarlar. İklim ılı­mandır. Sulu ve kuru tarım yoluyla bol miktarda pirinç ve aynı zamanda şe-mi247 üretilir.

246 Bu ülkeyi kesin bir şekilde özdeşleştirme imkanı sağlayacak yeter­li bilgi bulamadım. Belki de çoğu kez Udyana ile karıştırılan Oddi-yana’dır.

247 japonca_dipnot_11.png

***

Sie-yün ve Fan-yen (Zabulistan ve Bamyan)

Tang-şu, CCXX1, b, s. 5, r°

Si-yü toprakları Toharistan’ın güneybatısındadır. Asıl adı Ch’ao-kü-ç’a (Zabulistan)248 veya Ch’ao-kü’dür. Hien-k’ing dö­neminde (656-660) Ho-ta-lo-çi deniliyordu.249 İmparatoriçe Wu, bu kelimesi şimdiki ismiyle değiştirmiştir. Doğusunda Ki-pin (Kapiça), kuzeydoğusunda Fan-yen (Bamyan) vardır ve her ikisi de dört yüz li uzaklıktadır. Güneyinde P’o-lo-men (Brahman-lar=Hintliler), batısında Po-ssu (Persia), kuzeyde Hu-şe-kien (Cüzcan) bulunur. Kral, Ho-si-na (Gazne) şehrinde yaşar. Ülke yedi bin li genişliktedir. Kralın bir de A-so-ni adında payitahtı vardır. Orada bol miktarda yü-kin ve kü250 bitkisi yetişir. Tarla­lar memba sularıyla sulanır. Bu bölgede Türkler, Ki-pinliler ve Toharistanlılar yan yana yaşarlar. Ki-pin (Kapiça) kralı, Araplara karşı direnmeleri için eli silahlı gençler toplamaktadır. Zabulis-tan, king-yün devri (710-711) başlarında bağlılığını bildirmek ve tartuk sunmak üzere saraya bir elçi gönderdi. Sonra Ki-pin’i itaat altına aldı.251 Sekizinci k’ai-yüan yılında (720) Göğün Oğlu, Ho­ta-lo-çi (Arrohac) hie-li-fa’sı Çi-k’ü-öl’e bir nameyle kral unvanı verdi. T’ien-pao döneminde (742-755) bu krallık saraya defalar­ca bağlılık bildirerek, hediyeler sundu.

248 Ch’ao-kü-ç’a’nın Arapların Arrohac’ı (Yunanlıların Arahozya’sı) ile başkenti Ho-si-na’nınsa Afganların Gazne şehriyle özdeşleştirilme­si, en eski tarihî coğrafya meselelerindendir ve içinden çıkılması on zor konulardandır. Bkz. Vivien de St. Martin, Memoires de Hiuen-tsang, II/415; Cunningham, The ancient, s. 39; Marquart, age., s.39-40, 250 vd.

249 Bu kelimeyi Ta-lo-ho-çi=Arrohac yerine Tarohac olarak okumak gerekir. Daha önce on altı Batı ülkesi hükumetleri listesinde ve Ki­pin (Kapiça) ile ilgili bilgilerde Ho-ta-lo-çi adını görmüştük.

250 Yü-kin, Curcuma longa’dır, kü veya kü mai ise Dianthus super-bus’dur. Bkz. Bretschneider, Botanicon Sinicum, 125 ve 408 (Journ. of the China Branch of the R. A. S., N. S., tome XXV).

251 Zabulistan krallarının unvanı Zambil’di. Marquart (age., s. 250 vd.) Arap kaynaklarında bu krallarla ilgili olarak zikredilen bilgileri bir araya toplayarak şerhetmiştir. - Ts’e-ju yüan kuide (blm. 964, s. 15 r°) şu bilgileri okuyoruz: “Sekizinci k’ai-yüan yılının (720) doku­zuncu ayında imparator bir fermanla Ko-ta-lo-çi (Arrohac) hie-li-fa’sı Çi-k’ü-öl’e Sie-yü (Zabulistan) kralı ve Ko-ta-lo-çi (Arrohac) teginine de Ki-pin (Kapiça) krallığı hükümdarı unvanı verdi.” Bu metin, bize, Çin sarayının Kapiça kralına Arrohac tegini unvanı verdiğini belirten T’ang-şu’daki yanlışı tashih etme imkanı sağla­maktadır. Halbuki tam aksine Arrahoc tegini Kapiça kralı unvanı almıştır. İmparatorluk bu tanıma ile Zabulistan’ın son fetihlerini ta­nımış oluyordu. Netice itibariyle bu metinden Zabulistan kralının Kapiça’yı fethettikten sonra devletin başına kardeşlerinden birini veya tegin unvanlı bir oğlunu getirdiği anlaşılıyor. Zabulistan hü­kümdarının sahip olduğu hie-li-fa unvanına gelince, bunun Batı Türklerinin kendi hakimiyetlerini tanıyan tüm gümeştelere verdiği bir Türk unvanı olduğunu hatırlamak yeterlidir. Bu arada 724 yı­lında Çin imparatoruna iletilen talepte Sie-yü (Zabulistan) kralın­dan tegin diye söz edildiğini belirtmek gerekir (daha ileriye bkz.) 720 yılında (saray) tarafından tanınan Sie-yü (Zabulistan) kralı Çi-k’ü-öl 738’de veya biraz daha önce yerini oğlu Ju-mo-fu-ta’ya (ile­riye bkz.) bırakan Zabulistan kralı Çi-yü ile aynı kişidir.

Fan-yen’in (Bamyan) bir diğer adı Wang-yen’dir. Fan-yen-na da denilir. Se-pi-mo-yün dağlarının yan tarafındadır. Kuzeydo­ğusunda Hu-şe-kien (Cüzcan), güneydoğusunda Ki-pin (Kapi-ça) ve güneybatısında Ho-ta-lo-çi (Arrohac) vardır. T’u-ho-lo (Toharistan) ile de sınırdaştır. İklimi soğuktur; halk mağaralar­da yaşar. Kralın payitaytı Lo-lan şehridir. Krallıkta dört veya beş büyük şehir bulunmaktadır. Kuzeye doğru bir nehir252 akar ve Wu-hu’ya (Amu-derya) dökülür. Bu ülke çeng-kuan dönemi (627-649) başlarında bağlılığını sunmak için saraya bir elçi gönderdi. Üçüncü hien-k’ing yılında (658) Lo-lan şehri Sie-fung Hükumeti’nin merkezi haline getirildi; Fo-şi şehri de Si-wan253 ilçesine dönüştürüldü. Kral Pe’ye, hakimiyet bölgesi içindeki beş ilçenin askeri işlerinden sorumlu olan Sie-fung il­çesi askeri valisi unvanı verildi.254

252 Kunduz nehrinin yukarı akımı.

253 Bkz. s. 104-105.

254 16 Batı ülkesi hükumetleri listesindeki Sie-fung Hükumeti, yalnız­ca dört ilçeyi yönetiyordu ve şüphesiz beş rakamı bu dört ilçeye hükumet merkezi Lo-lan’ın ilave edilmesiyle ortaya çıkmıştır.

O tarihten itibaren bu ülke saraya bağlılığını bildirmeyi ve ha­raç sunmayı hiç aksatmadı.

Şe-han-na’ya Çe-han-na255 da denilir. Güneye doğru Fo-ti-ye’-den itibaren karlı dağlara girilir ve dört li’lik bir yolculuktan son­ra Fan-yen (Bamyan) gelir. Doğusunda Amu-derya yer alır. Bu ül­kede bol miktarda kızıl leopar bulunur. K’ai-yüan (713-741) ve t’ien-pao (742-755) yıllarında, bir veya iki defa saraya bağlılığını bildirmiş ve hediyeler sunmuştur.

255 Çe-han-na veya Ço-han-na burada Bamyan’dan hemen sonra zikre­dilmektedir. 16 Batı ülkesi hükumetleri listesinde bu ülke Bam-yan’dan sonra ve Cüzcan’dan önce zikredilmiştir. O halde Bamyan ve Cüzcan aynı bölgedeydi ve Amu-derya’nın kuzeyinde Araplar’ın Çaganiyan dedikleri ülkeyle özdeşleştirilemez.

***

Şignan, Karategin ve Wahan

Tang-şu, CCXX1, b, s. 5 v°

Şe-ni’nin diğer bir adı Şe-k’i-ni (Şignan256) veya Şe-ni’dir.

256 Çinlilerin Şe-ni veya Şe-k’i-ni dedikleri ülkenin Şignan olduğu ge­nel kabul görmüştür. Ayrıca değişik güzergahlarda sözü edilen Şe-ni’nin, muhtemelen Neza-taş geçidi üzerinden geçerek Taşkur-gan’dan Wahan’a giden yol üzerinde bulunduğu için Şignan’ın ba­tısında yer alması gerekir. Kao Sien-çi’nin 747 yılındaki seferiyle il­gili hikayede, generalin Ts’ung-ling (Taşkurgan) garnizonundan hareket ettikten sonra yirmi günlük bir yürüyüşle Po-mi (Pamir) vadisine girdiğini, yine bir yirmi günlük yürüyüşten sonra beş Şe­ni krallığından biri olan T’e-le-man vadisine ulaştığını, oradan or­dusunun bir kısmıyla Hu-mi’ye (Wahan) döndüğünü görüyoruz. 751’de Çin’den hareket eden hacı Wu-k’ung (JA, Sept.-Oct. 1895, s. 341-384) Su-le (Kaşgar) Krallığı’ndan geçerek Soğan dağlarını aştıktan sonra Yang-yü dağlarına, oradan Po-mi vadisine ve beş Ç’e-ni (ki Şe-ni de deniliyordu) Krallığı’na varmıştır (Trip. Jap., XXV, cahier 15, s. 67 v°). Wu-k’ung, 730 yılından biraz önce geri dönerken, bu krallıktan ve Ku-tu (Huttal) şehrinden geçerek Kiu-mi-çe (Karategin), arkasından Ni-şe-çi, daha sonra da Şe-ni üzerin­den Kaşgar’a gelir. Bu iki güzergah Şe-ni’den iki yol geçtiğini, bun­lardan birinin Karategin üzerinden kuzeybatıya, diğerinin ise gü­neyde Wahan’a gittiği anlaşılmaktadır. Dharmaçandra’nın biyogra­fisinde (Çeng yüan sin ting şi kiao mu lu, blm. XIV; Trip. Jap., XXXVIII, cahier 6, s. 80 r°), 741 yılında ülkelerine dönmek isteyen bu Hintli din adamının önce Kaşgar’a uğradığı, sonra yoluna de­vamla Şe-ni Krallığı’ndaki Fa-lo dağında yer alan Ki-lien garnizo­nunun bulunduğu şehre vardığını okuyoruz. Fakat yolcumuz bir isyan sebebiyle ülkeyi kargaşa içinde bulur ve geldiği yoldan geri dönerek Kaşgar’a gelir. Arkasından son nefesini vereceği Hotan’a gider. Şe-k’i-ni ve Po-mi-lo krallıkları hakkında Hsüan-tsang’ın Ha­yatı ile Hatıralar’da da ayrıca bilgi vardır.

Güneydoğu yönünde başkente tastamam dokuz bin li uzaklık­tadır. Doğu yönüne doğru beş yüz li uzaklıkta Ts’ung-ling (Taş-kurgan) askeri garnizonuyla sınırdaştır; üç yüz li güneyde ise Hu-mi (Wahan) ile hemhuduttur. Kuzeybatı yönünde beş yüz li gidilince Kiu-mi’ye (Karategin’e)257 varılır. Başlangıçta payitaht K’u-han şehriydi, fakat bilahare ahali boğazlara dağılmış vazi­yette yaşamaya başladı. Reisleri otonom hükumetlere sahip beş büyük boğaz bulunmaktadır ve bunlara beş Şe-niler denilmek­tedir. Toprakları iki bin li genişliğindedir. Üretilen hububat cin­si beş çeşidi bile bulmaz. Halkı vuruşkandır. Tacirlerin yolunu kesip soyarlar. Po-mi (Pamir) vadisindeki dört boğazda yaşa­yanlar imparatorluk emirlerini kâle almazlar. Mağaralarda yaşa­mayı gelenek haline getirmişlerdir.Yirminci çeng-kuan yılında (646) bu ülkenin elçileri Se-mo ve İ-p’an krallıklarının elçileriy-le aynı anda saraya bağlılıklarını bildirmeye geldiler. On ikinci k’ai-yüan yılında (724) imparator, Kral Pu-çe-po-tse’ye kin-wu muhafızları büyük generali unvanı verdi. Onuncu t’ien-pao yı­lında (747) Kral Tie-şe-kia-yen, imparatorluk kuvvetlerinin Pu-lü’ye düzenlediği saldırıya iştirak etti ve savaş sırasında öldü.258 Oğlu, askeri vali ve sol askerî muhafızlar generali rütbesine ter­fi ettirildi; barbarların başına şef yapılarak ödüllendirildi.

257 Daha ileriye bkz.

258 Çin’in 747’de Küçük Pu-lü’ye karşı düzenlediği sefer hakkında Kao Sien-çi biyografisinde verilen bilgilere bkz.

Se-mo toprakları kuzeyde Şe’ye (Taşkent) sınırdaştır. Bitki ör­tüsü ve halkın gelenekleri K’ang (Soğdiyana)daki geleneklerle ay­nıdır.

İ-p’an toprakları da K’ang’a sınırdaştır. Burada mükemmel at­lar yetiştirilir.

Kiu-mi’nin259 hükumet merkezi dağlar arasındadır. Ülke, To-haristan’ın kuzeydoğusundadır ve güneyde kara nehir (Hei ho) bulunur. Hükümdarları Yen-t’o Türklerindendir (Tarduş Türkle­ri?). On altıncı çeng-kuan yılı (642) bağlılığını sunmak için sara­ya bir elçi gönderdi; k’ai-yüan döneminde ise (713-741) Hu-süan dansözleri gönderdi. Na-lo-yen (Nârâyana?) kralı Arapların koy­duğu ağır vergilerden şikayetçiydi.260 Göğün Oğlu bir elçi gönde­rerek iyi sözlerle onu teselli etti. T’ien-pao döneminde (742-755) Kral İ-si-lan se-kin261 (hediye olarak) atlar da gönderdi.

259 Hsüan-tsang’ın Kiu-mi-t’o dediği Kiu-mi, uzun süre klasik eski coğ­rafyacıların Vallis Comedorum’u zannedilmiştir, fakat bu Vallis Co-medorum neredeydi? N. Severtzow, burasını Karategin’deki Surhab vadisiyle özdeşleştirmektedir. Bu görüş öylesine güçlü sebeplere da­yandırılmıştır ki, umumi bir kabul görmüş gibidir. (Bkz. N. Severt-sow, Les anciens itineraires a travers le Pamir, Bulletin de la societe de geographie, 3eme trimestre de 1890, s. 420-431; bu makalede yer alan diğer var sayımlar genellikle kolay çürütülecek şeylerdir.)

260 Bu talep 719 yılında Çin’e iletilmiştir. Metin daha ileride verilecek­tir. (Les Extraits du Tchhe jou yuen koei, â la date de 719).

261 Se-kin bir Türk unvanıdır. Bkz. T’ang-şu, CCXV, a, s. 3 r°: “Diğer kabilelerde askeri kumandana şad, kağanın oğul ve kardeşlerine ise tegin denilirdi. En belli başlı memurlar yabgu, kül-çur, a-po, se-li-fa, tudun, se-kin, yen-hung-ta, hie-li-fa ve tarkan’dır.”

Hu-mi’ye262 Ta-mo-si-t’ie-ti263 ve hatta Ho-k’an264 da deni­lir. Yüan Wei’ler döneminde Po-ho denilen ülke budur. O da To-haristan’ın eski topraklarından bir kısmını teşkil eder. Güney­doğu yönünde başkentten doğrudan dokuz bin li’den daha uzak mesafededir. Doğudan batıya uzunluğu bin altı yüz li’dir. Ku­zeyden güneye dardır ve beş li’den fazla değildir. Hükümdar Han-kia-şen265 şehrinde oturur. Kuzeyinde Amu-derya nehri bulunur.266 Toprak soğuk sebebiyle donmuş haldedir. Arazinin yüksek yerleri kıvrımlıdır. Her taraf kum ve taştır. Kayısı ve buğ­day yetiştirilir. Ülke ağaç ve meyve yetiştirmeye müsaittir. Mü­kemmel atlar yetiştirilir. Halkın gözbebekleri yeşilimtraktır. Hi-en-k’ing döneminde (656-660) ülke Niao-fei hükumetine dö­nüştürüldü ve kral Şa-po-lo hie-li-fa267 vali olarak atandı. Bölge, Dört Garnizon’u (Doğu Türkistan) Toharistan’a bağlayan yol üzerindedir. Daha önce Tibetlilere bağlıydı. Sekizinci k’ai-yüan yılı (720) imparator bir fermanla kral Lo-lü-i-t’o ku-tu-lu (kut­luk) to-pi-le mo-ho (baga) ta-mo-sa-öl [ör]e kral unvanı verdi. On altıncı yıl (728) Mi (Maymarg) hükümdarı Mi-hu-han’la ay­nı sırada ülkesinin ürünlerini imparatora sundu. Bir sonraki yıl (729) büyük reis Wu-ho tarkan bağlılığını sunmak için tekrar sa­raya geldi. Kral ölünce yeğeni Hu-çen-t’an’a tahta çıkma (hakkı) verildi. Yirmi dokuzuncu yıl (741), bağlılığını sunmak için sara­ya bizzat geldi. Sarayın salonunda şerefine bir şölen düzenlendi ve sol kin-wu muhafızları generali atanarak, mor bir elbise ve bir altın kemer hediye edildi. T’ien-pao dönemi (742-755) başların­da kralın oğlu Hie-ki-fu, Tibetlilerle ilişkisini kesmek istedi. Kendisine demir bir tuğra verildi.268 Sekizinci yıl (749) Çen-t’an saygısını sunmak üzere saraya gelerek hassa muhafızları arasına alınma talebinde bulundu. İsteği kabul edildi ve sağ askeri mu­hafızlar generali unvanı verildi; bir süre sonra da ülkesine gön­derildi. Bu ülkenin kralı bir başka zaman bağlılığını bildirmek ve tartuk sunmak üzere üst düzey bir memurunu gönderdi. Birinci k’ien-yüan yılı (758) Kral Ho-şo-i-kü-pi-şe bağlılığını bildirmek üzere saraya geldi; kendisine Li soyadı verildi.

262 Eski Hu-mi’nin Wahan’la özdeşleştirilmesi son olarak Marquart’ın (age., s. 223-225) araştırmalarıyla teyit edilmiştir.

263 Marquart bu isimle İran’daki Dar-i Mastit=Mastit (Mastuc) Kapı-sı’nın kastedildiği görüşündedir. Çünkü yukarı Çitral’da Mastuc’a giden yol Wahan üzerinden geçiyordu.

264 Hsüan-tsang’ın Si yü ki’sinde (XII, s. 62 r°, Japon Tripitaka baskısı) Çen-k’an olarak kaydedilmektedir.

265 Po-ho kelimesi Sung Yün seyahatinde ve Pei-şi’de bulunmaktadır. 661’de Çinliler tarafından Niao-fei Hükumetin’de kurulan ilçedir ki, Wahan Krallığı’ndan başkası değildir. Po-ho’yu gösteren işaret­ler muhtemelen Wahan’ın çeviriyazımıdır.

266 Amu-derya’nın yukarı akımıyla burada Penc veya Wahan-derya kastedilmektedir.

267 Tamamıyla Türkçe bir kelime. Batı Türklerinde itaat arzeden kral-lıklardaki hükümdarlara hie-li-fa unvanı verildiği bilinmektedir.

268 Daha ileriye Les Extraits du Tsch’e fou yuen koei, â la date de 742’ye bkz.

***

Ku-Şe-mi (Kaşmir)269

269 Göründüğü kadarıyla Kaşmir tarihinin hiçbir döneminde Türk Ha-kanlığı’nın bir parçası olmamıştır. Bununla birlikte Kapiça ve Gan-dahar kapılarına dayanan Türklerin bu krallık üzerinde az çok et­kili oldukları bir vakıadır. Çinli Buddist Wu-k’ung’un anlattıkları da bunun delilidir. 759-762 yılları arasında Kaşmir’de yaşayan bu seyyah, orada gördüğü anıtlar arasında Türk hakanının oğlu tara­fından kurulan Ye-li t’e-le (veya Yel tegin) manastırı ile Katun yani Türk hakanının hanımının manastırı bulunduğunu kaydetmekte­dir. Diğer yandan Raja-tarangini, Türk Çankunası (Tuhara-Çanku-na) tarafından kurulan Çankuna vihara’dan bahsetmektedir. Bkz. Litineraire d’ou-k’ong (751-790), par Sylvain Levi et Ed. Chavannes, JA, Sept. Oct., 1895, s. 341-384; - Stein, Notes on Ou-k’ong’s account oj Kaçmir, s. 3 ve s. 20-21 (Sitzungsberichte der Kais. Akad. Der Wissenschaften in Wien, phil.-hist. Cl., CXXXV Bd., 7 Abh.).

T’ang-şu, CCXX1, b, s. 6 r°

Ku-şe-mi’ye Kia-şe-mi-lo (Kaşmir) da denilir. Kuzey yönün­de Pu-lü’ye (Gilgit) beş yüz li mesafededir. Çevresi dört bin li’dir. Dört bir tarafı dağlarla çevrili olduğu için diğer krallıklar ona saldıramazlar. Hükümdarın payitahtı, batı yönünden büyük Mi-na-si-to (Vitasta)270 nehrinin sahilinde yer alan Po-lo-wu-lo-pu-lo (Pravarapura)271 şehridir. Ülke, tarıma elverişlidir; çok kar yağar ve hiç rüzgar esmez. Ateş incileri,272 yü-kin273 üretir ve ejderha cinsi atlar yetiştirir. Halk genellikle yün elbiseler gi­yer. Yaygın inanışa göre bu ülke ilk önceleri bir ejderha bataklı­ğı idi. Ejderha başka yere gidince bataklık kurudu ve insanlar da buraya gelip yerleşti.

270 Po-lo-wu-lo-pu-lo’nun Srinagar’ın eski adı Pravarapura’yla özdeş-leştirilme teklifi Stein tarafından yapılmıştır. (Notes on Ou-k’ong’s account oj Kaçmir, s. 26-29).

271 Stein, age., s. 30-31.

272 Burada kaya kristalleri yontarak yapılan mercekler söz konusu edilmektedir. Bunlara, güneş ışıklarını bir noktada toplayarak ateş yakmakta kullanıldığı için ateş incileri deniliyordu. Bkz. de Melmy, Le Lapidaire chinois, s. 60-61.

273 Botanikte curcuma denilen bitki. Bkz. Bretschneider, Plants menti-oned in classical works, no. 408.

K’ai-yüan dönemi (713-741) başlarında Kaşmir bağlılığını bil­dirmek üzere saraya elçiler gönderdi. Sekizinci yıl çıkarılan bir fermanla kral Çen-t’o-lo-pi-li’nin (Çandrapida) krallığı onaylan­dı. Kral, zaman zaman Huların ülkelerinden ve kutsal ormanlardan274 getirilen ilaçlar hediye etti. Çandrapida ölünce kardeşi Mu-to-pi (Muktapida) tahta çıktı.275 Muktapida saraya bağlılığı­nı bildirmek ve kendisine kadar gelip geçen tüm Kaşmir hüküm­darlarının gök kağanın276 tebaası olduklarını ve ayrıca impara­torluk ordusuyla birlikte savaşmak için birlikler göndermeyi ka­bul ettiğini söylemek için Wu-li-to’yu elçi olarak gönderdi. “Be­nim krallığımda, - diyordu o,- üç çeşit asker var. Bir grup fil kul­lanır, ikinci bir grup süvaridir, üçüncü grup ise piyadedir. Bizzat bendeniz ve Orta Hindistan kralı Tibetlilerin beş büyük yolunu tıkadık ve gelip gidişlerini engelledik. Savaştık ve kısa sürede ga­lip geldik. Gök kağanın askerlerinin Pu-lü’ye gelişleri gibi fırsat­lar çıktığında, onların sayısı iki yüz bin de olsa, yardımlarına koş­mak için iaşe konvoyları gönderdim.277 Ayrıca benim krallığım­da Mo-ho-po-to-mo (Mahabadma nağa278) ejderha bataklığı var­dır. Burada gök kağan şerefine bir tapınak kurmak istiyorum.” Muktapida, kendisine krallık beraatinin verilmesini istiyordu. Hung-lu (devlet protokol dairesi) âmirleri imparatora ulaştırmak için bu talep mektubunu tercüme ettiler. İmparatorluk fermanıy-la Wu-li-to’nun huzura kabul edilmesi ve sarayın şeref salonunda bir kokteyl verilmesi, (elçiye) bolca hediye sunulması emredildi. Böylece Muktapida’ya kral unvanı verildi ve o günden itibaren Kaşmir’den düzenli şekilde vergi gönderildi.

274 Metinde bir kelime düşmüş.

275 Muktapida 733 yılında Çin sarayından krallık onayı aldı. Daha ile­riye bkz. Les Extraits du Tsch’e fou yuen koei, â cette date.

276 Çin imparatoru.

277 Burada Kao Sien-çi’nin 747’de Küçük Pu-lü’ye düzenlediği sefere bir atıf yapıldığı anlaşılıyor. Ancak, kralın tanınma talebinde bu­lunmuş olması, Muktapida’nın 733’de kral nişanı aldığı göz önün­de tutulursa, bu görüşü reddetmemiz gerekiyor. Belki de Kaşmir kralı burada 722’de Çandrapida’nın hüküm sürdüğü yıllarda Kü­çük Pu-lü’ye yapılan Çin taharri seferinden söz etmektedir.

278 Kaşmir’in en büyük gölü Volür. Bkz. Stein, age., s. 114-116.

Kaşmir’e tâbi beş halka krallık denir. Bunlar, toprakları iki bin li genişliğinde olan ve çevresi surlarla çevrili bir payitahtı bulunan Ta-ç’a-çi-lo (Takşaçila)279; üç bin li’den daha fazla toprağı bulu­nan, surlarla çevrili bir payitahtı olan yedi yüz li güneydoğudaki Seng-ho-pu-lo (Sinhapura)280; güneydoğuya doğru dağlar arasın­da beş yüz li gidildiğinde varılan, toprakları iki bin li genişliğin­de, başkenti surlarla çevrili, toprağı buğdaygiller ve diğer tarım ürenleri yetiştirmeye elverişli U-la-şe (Uraça)281 ve güneydoğuda bir engel teşkil eden dağlar arasında bin li gidildikten sonra varı­lan Ku-şe-mi (Kaşmir)dir. Güneybatıya doğru tehlikeli bölgelerde yedi yüz li yol gidildikten sonra, toprakları iki bin li genişliğinde­ki Pan-nu-ts’o’ya (Punaça)282 varılır. Ondan sonra Ho-lo-şe-pu-lo (Racapura)283 gelir. Dört mil genişliğindedir ve başkenti surlarla çevrilidir. Burası dağlar ve tepelerle kaplıdır; insanları gururlu ve cesurdur. Bu beş halktan hiçbirinin reisi yoktur.

279 Cunningham, Takşaçila şehrini Kalaka-saray’ın bir mil kuzeydoğu­sundaki Şah-deri’ye yerleştirmektedir. Bu konuyla ilgili detaylı tartış­mayı The ancient geography oj India, I/104-121’de’de bulabilirsiniz.

280 Cunningham (age., s. 124) tarafından Jhelam yakınındaki Khe-tas’la özdeşleştirilmiştir. [s. 313’deki ek ve düzeltme: Sinhapu-ra’nın Ketâs’la özdeşleştirilmesi M. A. Stein’in arkeolojik araştırma­larıyla kesinlik kazanmıştır.]

281 Bu krallık geniş ölçüde bugünkü Hazara bölgesinde Vitasta ile İn-dus arasında yer alıyordu. (Bkz. Stein, age., s. 130)

282 Burası, iç Tohi vadisinde, şimdiki Punch’a tekabül eden Raja-taran-gini’ye bağlı Parnotsa’dır. (Stein, age., s. 129)

283 Racapura veya Racapuri bugünkü Rajauri’ye tekabül etmektedir. Pir-Pantsal Geçidi, Kaşmir’den biri Punch’da diğeri daha güneyde­ki Rajauri’de bulunan iki Tohi vadisine açılmaktadır. Bkz. Stein, Notes on the ancient topography oj the Pir-Pantsal route.

***

Huttal ve diğerleri

T’ang-şu, CCXX1, b, s. 6 r°

Ku-tu’ya K’o-tu-lo (Hottal)284 da denir. Eni ve boyu biner li’dir. Padişah payitahtı Se-çu-kien285 şehridir. Asil atları ve kızıl leoparları çoktur. Dört büyük tuz dağı bulunur ve buralardan ka­ra tuz çıkarılır. On yedinci k’ai-yüan yılı (729), kral Se-kin,286 oğlu Ku-tu-şe’yi287 bağlılığını bildirmek üzere saraya gönderdi. Yirmi birinci yıl (733) kral Hie-li-fa bir kadın orkestra grubu, ay­rıca bağlılığını bildirmek ve vergisini sunmak için To-po-le tar­kan adlı üst düzey bir memurunu gönderdi. On birinci t’ien-pao yılı (752) imparator bir fermanla kral Lo-kin-tsie’ye yabgu unva­nı verdi.288

284 Hutl veya Huttal, Surhab (Wahşab) ile Penc (Hahab) arasındaydı; Surhab’la Waşgird bölgesinden ayrılıyor ve taş bir köprüden (Pul-isengin) geçilerek bir bölgesinden diğerine gidiliyordu. Bkz. İbn Rusta, Marquart yayını (Eranshahr, s. 233-234).

285 japonca_dipnot_12.png kelimenin karşılığını bulamadım. Ebu’l Feda (Reynaud çev., II, 2, s. 229) adı tamamıyla başka olan şehirlerden söz etmek­tedir: Huttal’ın payitahtı Helaverd veya Lavekend’dir. Her ikisi de aynı anda Wahş’ın payitahtıydı.”

286 İyi bilinen bir Türk unvanı. Daha ileride Türkçe hie-li-fa, tarkan ve yabgu unvanları da gelecek.

287 japonca_dipnot_13.pngkelimesindeki işaretler göründüğü kadarıyla Huttal Kral-lığı’nı gösteren japonca_dipnot_14.png işaretleri değildir. Bu durumda japonca_dipnot_15.png kelimesi “Huttal şadı” anlamında bir unvan olmalıdır.

288 Daha ileride les Extraits du Tch’e jou yuen koei, â la date 752’ye bkz. O sıralarda Huttal’ı yöneten hükümdarla ilgili olarak bkz. Marqu-art, Eranshahr, s. 302-303.

Su-p’i289 halkı aslen Batı K’iang kabilesindendir. Tibetliler ta­rafından ilhak edildikten sonra Süan-po adını almıştır. Diğer ka­bileler arasında en büyüğü budur. Ülkenin doğusunda To-mi,290 batısında Hu-mang-hia291 yer almaktadır. Otuz bin hanedir. T’ien-kuan zamanında (742-755) Kral Mo-ling-tsan, bütün kral-lığıyla birlikte imparatorluğa bağlanmak istediyse de Tibetliler ta­rafından öldürüldü. Oğlu Si-no, ülkesinin ileri gelenleriyle birlik­te Lung-yu’ya292 sığındı. Tsie-tu-şi Ko-şu Han, onu muhafızların eşliğinde imparatorluk sarayına gönderdi ve orada Hsüan-tsung tarafından büyük saygıyla karşılandı.

289 Su-p’i ülkesi (eski kadınlar krallığı) hakkında detaylı bilgi için Bkz. S. W. Bushell, The early history oj Tibet makalesi (Joun. Of the Roy As. Soc., N. S. XII, 1880, s. 531, n. 42). Su-p’i Krallığı Si-ç’uan’ın batısındaydı ve bugünkü Murus ussu’ya tekabül eden Yak nehriyle Doğuya, Hu-mang-hia geçidiyle Batıya açılan 1400 li genişliğinde toprağa sahipti.

290 To-mi veya Tang-mi, Su-p’i Krallığı’nın doğusundaydı. Bkz. S.W. Bushell, age., s. 541, n. 10.

291 Su-p’i devletinin batı sınırı üzerindeki geçidin adı. Bkz. S. W. Bushell, age., s. 541, n. 12.

292 Yani Kan-su’da.

To-mi halkı da Batı K’iang kabilesindendir. Ülke Tibetlilerin hakimiyetine girmiş ve Nan-mo adını almıştır. Li-niu293 nehrine bitişiktir. Topraklarında bol miktarda altın vardır. Altıncı çeng-ku-an yılı (632) saraya bağlılığını bildirmek ve tartuk sunmak üzere bir elçi gönderdi. Elçi bazı hediyelerle birlikte geri gönderildi.

293 Bu isim Yak nehrine işaret etmektedir. Şimdiki Murus-ussu’dur. Bkz. Bashell, age., s. 541, n. 12.

İ-wu (Hami),294 Han döneminde İ-ho295 hakiminin hükumet merkeziydi. Oraya ticaret için gelen Hu (barbar)lar karışık olarak yaşıyorlardı. Ülkenin bin seçme askeri vardır ve T’ie-le (Tölös)le-re bağlıdır. Erkekleri gururlu ve cesurdur. Toprakları münbittir. Sui hanedanının (589-618) son bulmasından itibaren Çin’e bağ-lanmış296 ve oraya İ-wu kumandanlığı kurulmuştur. İmparator­lukta karışıklıklar çıkında tekrar Türklerin tebaası oldu. Dördün­cü çeng-kuan yılı (630) şehir hakimi saraya bağlılığını bildirmeye geldi. Hie-li [Kat-il han]297 mağlup edilince, ülke yedi şehriyle birlikte itaat altına alındı. Toprakları Batı İ ilçesine dönüştürüldü.

294 Hami’yle ilgili bu bilgi, gereksiz bir şekilde Tibet site krallıkları ve İran’la ilgili notlar arasına sokulmuştur ki, başka bir yerde olması gerekirdi.

295 Hu Han-şu (CXVIII, s. r°), on altıncı yung-p’ing yılı (M. Ö. 73) İm­parator Ming’in İ-wu-lu bölgesini zaptederek, askeri tarım koloni­leri kurmak için burada İ-ho kumandanlığı tesis ettiğini kaydet­mektedir. İ-ho’nun “hububatı teşvik eden” anlamına geliyor olma­sı, koloniyi kuran imparatorun amacını göstermektedir.

296 608 yılında Sui hanedanı imparatoru Yang, japonca_dipnot_16.png nehrinin batısm-daki bölgelerde bir gezinti yapmıştı; imparatorluk komiseri P’ei Kü’nün diplomatik mahareti sayesinde gezi başarıyla tamamlandı. İmparator Yen-çi dağına geldiğinde, Kao-ç’ang (Turfan) kralı K’ü Pe-ya ve Hami tudun şadı ona bağlılıklarını bildirmeye geldiler. (Pei-şi, XXXVIII, s. 4 v°).

297 Hie-li Kağan 630’da Çinliler tarafından mağlup edilmiştir.

***

Persia (Iran)

T’ang-şu, CCXX1, b, s. 6 v° vd.

Po-ssu (Persia) Ta-ho (Dicle) nehrinin batısındadır ve başken­te on altı bin li’den daha uzaktır. Doğusunda Toharistan ve Soğ-diyana; kuzeyinde K’o-sa T’u-küe’leri (Hazar Türkleri) vardır. Güneybatısı tamamen deniz sahilidir; kuzeybatıya doğru, dört bin li’den daha uzakta Fu-lin (Suriye) yer almaktadır. Ülkede yüzbinlerce insan yaşar. Pers krallarının atası, Ta Yüe-çi’lerin bir kolundan inen Kral Po-se-ni (Prasenacit)dir. Hüküm sürdüğü için adı önce soy adı haline geldi, arkasından da krallığın adı ol­du. Persia’nın iki başkenti, ondan fazla büyük şehri vardır. Bu ül­kede sağ taraf sol taraftan daha üstündür. Halk Göğe, Yere, güne­şe, aya, su ve ateşe kurban sunar. Kurban sundukları gün akşamı yağlı bitkilerin298 usaresini vücutlarına sürer; sakallarını, alınla­rını, burun ve kulaklarını yağlarlar. Batı yörelerinin Hu (Barbar) halkları onların gök tanrısına299 kurban sunmak için uyguladık­ları tüm ritüelleri benimsemişlerdir. Selam verirken ayak ayak üs­tüne koymayı ihmal etmez, genelde çıplak ayakla yürürlerdi. Er­kekler saçlarını keserler; elbiseleri tek parçadır.300 Başlıkları yeşil ve beyaz renklidir; eteklerinin kenarlarını alacalı ipek şeritle çev­relerler. Kadınlar saçlarını örerek arkaya atarlar. Savaşta fillere bi­nerler; her filin arkasında yüz savaşçı vardır. Mağlup ettikleri düşmanı öldürürler. Suçluları yargılamak için yazılı kanunları yoktur; kararlar mahkemede verilir. İsyan çıkması halinde, hare­kete katılmakla suçlanan kişilerin dilleri üzerine kızgın bir demir basarlar, yara beyazsa adamın masum, siyahsa suçlu olduğuna hükmederler. Ceza olarak suçluların ayakları veya burunları ke­silir, saçları traş edilir, demir kafes içine hapsedilirdi. Hafif suçlar için ceza olarak sakal kesilir veya suçlunun boynuna bukağı vu­rularak mevsimler yahut aylarca o şekilde gezdirilirdi. Eşkıyalı­ğın cezası müebbet hapisti. Hırsızlar para çezasına çarptırılırdı. Ölen kişi dağa terkedilir, bir aydan daha uzun bir süre matem el­bisesi giyilirdi.

298 Burada geçen Sou bitkisi Perilla osimoides veya Perilla arguta olabi­lir. Bkz. Bretschneider, age., II, n. 64.

299 Gök tanrısı yerine Kiu T’ang-şu “göğün ateş tanrısına taparlar” ifa­desini kullanmaktadır. Bilindiği bu ritüeller Mazdeizme aittir.

300 Elbiseleri yekpareydi ve ön tarafı çapraz geçmeli değildi.

Burada iklim daima sıcaktır; arazi düz ve engebesizdir. Aha­li ekip biçmekle ve tarımla uğraşır. Bu ülkede koyunları parça-layabilen akbabalar vardır. Çok iyi cins köpekler, katırlar ve iri eşekler bulunur. Persia’da yüksekliği üç kademi geçmeyen mer­canlar çıkarılır.

Sui hanedanı (581-618) sonunda, Batı Türklerinin Şe-hu (yabgu) kağan’ı bu krallığı cezalandırarak yerle bir etti.301 Kral K’u-sa-ho’yu (Hosru/Hüsrev) öldürdü. Yerine oğlu Şe-li (Şiroya) geçti. Şe-hu, Persleri yönetmek ve gözetim altında tutmak için valiler gönderdi. Şe-li (Şiroya) ölünce Persler Türklerin tebaalığı-nı daha fazla tanımak istemediler. Hosru’nun [Hüsrev’in] kızını tahta çıkararak kraliçe ilan ettiler.302 Türkler onu da öldürdüler. Şiroya’nın oğlu Tan-kie o sıralar sığınmak için gittiği Suriye’dey­di. Ülke insanları gidip onu bularak tahta çıkardılar. Bu İ-ta-çi (Ardeşir) idi.303 O öldükten sonra yerine İ-se-se (Yezdigerd) geç-ti.304 On ikinci çeng-kuan yılında (638) bağlılığını bildirmek ve tartuk sunmak için saraya Mo-se-pan’ı elçi olarak gönderdi. Mo­se-pan bir de canlı bir ju-t’o305 hediye etti. Bu, fareye benzer, açık yeşil renkli, dokuz parmak uzunluğunda bir hayvandı. Fareleri deliklerinden çıkarıp yakalamayı becerirdi. İktidarını bir türlü muhkem hale getiremeyen Yezdigerd, devlet erkanı tarafından alaşağı edilince Toharistan’a kaçtıysa da, daha yarı yoldayken Arapların saldırısına uğrayarak öldürüldü.306

301 Türklerle ilgili bilgi verilen kısımda da, T’ung Şe-hu’nun Persia’yı itaat altına aldığı belirtilmektedir. Sui-şu’da (LXXXIII, s. 7 v°) şöy­le deniliyor: “Tu-küe’ler bu krallığa (Persia’ya) kadar gelemediler, ama hükümranlıklarını kabul ettirdiler.”

302 Burada sözü edilen kişi Husrev II. Perviz’dir, ama onun Türkler ta­rafından öldürüldüğü söylenemez. Çünkü 29 Şubat 628’de oğlu Şi-roya veya II. Kavad’ın suikastına kurban gitmiştir. (Bkz. Nöldeke, Geschichte der Perser und Araber zur Zeit der Sasaniden, s. 382).

303 Burada sözü edilen kişi ya Boran, ya da Azermidoht’dur ki, her iki­si de Hüsrev II. Perviz’in oğluydu. Fakat Şiroya’dan hemen sonra tahta oğlu Ardeşir geçtiğine göre burada bir hata olmalı.

304 Sözü edilen kişi, 632’de tahta çıkan ve Araplara karşı savaşırken 641’de hayatını kaybeden III. Yezdigerd’dir. (Patkanyan, Histoire de la dynastie des Sassanides, s. 228). Yezdigerd, Nihavend meydan sa­vaşı sırasında 651 veya 652’de ölmüştür. (Nöldeke, age., s. 434). T’ang-şu’da geçen İ-se-se yerine Kiu T’ang-şu’nun daha doğru olan İ-se-hu’sunu tercih etmek gerekir.

305 [s. 313’deki ek ve düzeltme: Bu, Ki-pin’le ilgili bilgilerde geçen ve “ju-t’o faresi” denilen hayvanın kesinlikle aynısıdır.]

306 Ebu’l Feda’nın eserinde (Reinaud çevirisi, II, 2, s. 186) “Perslerin son hükümdarı Yezdigerd Merv eş-Şahican’da (Merv’de) öldürül­müştür” denilmektedir. - Nöldeke (Age., s. 434) Yezdigerd’in 751 veya 752’de öldürüldüğünü kaydetmektedir. Fakat Ts’e-ju yüan kui’de (blm. 995, s. 13 r° ve v°) olayın yung-hui’nin beşinci yılında (654) vukû bulduğu belirtilmektedir. Burada geçen 3L işaretini zH ile değiştirip şu şekilde çevirmek gerekir: 654’de “Ta-şi (Arap­lar) Po-ssu’ya (Persia’ya) ve Mi (Maymarg) Krallığı’na saldırarak, her ikisini de mağlup ettiler. Pers kralı İ-se-hu (Yezdigerd) Arap as­kerleri tarafından öldürüldü.”

Oğlu Pi-lu-se (Pirûz) kendini emniyete almak için Toharistan’a sığındı. Çine elçiler göndererek içinde bulunduğu zor durumu anlattı. Mesafenin askeri bir sefer düzenlemek için uzun olduğu­nu hesaba katan Kao-tsung, talebi redderek, elçiyi geri gönderdi. Bu müzekereler sırasında Araplar saldırıları durdurarak geri çekil­mişlerdi. Toharistan prensi, Piruz’u tekrar tahta çıkarmak için bir ordu gönderdi. Lung-şu dönemi (661-663) başlarında, (Piruz) tekrar ülkesinin Arapların istilasına maruz kaldığından yakındı. Bu esnada Göğün Oğlu Batı ülkelerini taksim edip, eyalet ve vila­yetler şeklinde düzenlemek için bir komiser göndererek307 Tsi-ling şehrini Po-ssu (Persia) Hükumet merkezi yaptı ve Pi-lu-se’ye (Piruz’a) genel vali unvanı verdi. Bir süre sonra Piruz Arapların saldırısına uğradı ve bir daha da iktidar olamadı. Hien-heng zama­nında (670-673) yine de saraya bağlılığını bildirmek için geldi ve kendisine sağ askeri muhafızlar generali unvanı verildi.308

307 Burada 661’de Wang Ming-yüan’a verilen göreve atıfta bulunul­maktadır.

308 677’de Piruz artık Çin sarayındaydı ve isteği üzerine Ç’ang-an’da bir Mazdeki tapınağı kurulmuştu. Bkz. Le nestorianisme et linscrip-tion de Kara-balgassoun, JA, Janv.-Fev., 1897, s. 66. Muhtemelen Pi-ruz, burada sözü edilen oğlu Ni-nie-şi’yi geride bırakarak Çin’de ölmüştür.

Piruz’un öldüğü sırada oğlu Ni-nie-şi Çin sarayında rehin ola­rak tutuluyordu. Birinci t’iao-lu yılında (679), çıkarılan bir impa­ratorluk fermanıyla P’ei Hing-kien, askerlerle birlikte ona refakat ederek tekrar devletin başına geçirmesi için gönderildi. P’ei Hing-kien, An-si ayeletindeki Tokmak şehrine geldiğinde yolun uzun­luğunu düşünerek geri döndü. Böylece Ni-nie-şi yirmi yıl boyu Toharistan’da misafir kaldı. Çevresindeki adamlar giderek dağıla­rak, ortadan kayboldular. King-lung dönemi (707-709) başların­da Ni-nie-şi tekrar saraya bağlılığını bildirmek üzere geldi. Ken­disine sol cesur muhafızlar generali unvanı verildi ve orada has­talıktan öldü.

Pers kralına ülkesinin sadece batı kısmı kalmıştı. K’ai-yüan (713-741) ve t’ien-pao (742-755) döneminde Persia on elçi gönderdi.309 (Saraya) bir akik divan, kızıl yünden mamül işle­meler ve rakkaseler hediye etti.

309 Bu elçilerden birisi 722’de gelmiştir. Ts’e-ju yüan kuide (blm. 999, s. 17 v°) şöyle deniliyor: “Onuncu k’ai-yüan yılının (722) üçüncü ayının keng-sü günü, Persia kralı Pu-şan-huo, hediyeler sunmak ve kendisine resmi bir Çin unvanı verilmesi talebinde bulunmak üze­re bir elçi gönderdi. İsteği yerine getirildi.” 732 yılında ise adı Si-an fu kitabesinde geçen Nesturi din adamı Ki-lie’nin de yer aldığı başka bir elçilik heyeti geldi. (JA, Janv.-Fev. 1897, s. 57) Yine biri 730, diğeri 737 yılında olmak üzere Pers kralının Ki-hu-p’o adında bir oğlu Çin sarayına elçi olarak gelmiştir. (Pien i tien’de Ts’e-fu yü-an kui, blm. LVI, Tiao-çi’yle ilgili bilgiler kısmı, s. 6 r°).

K’ien-yüan dönemi (758-759) başlarında, Persler Arapların peşine takılarak Kuang (Kanton) eyaletine sürpriz bir saldırı düzenlediler. Tahıl ambarlarını, mağazaları ve evleri yakarak deniz yoluyla geri döndüler.310 Ta-li döneminde (766-779) tek­rar (saraya) hediyeler sundular.

310 Arap ve Acem korsanların Kanton’a düzenlediği bu saldırı Kiu T’ang-şu’da (X, s. 7 r°) 758 yılı olayları arasında gösterilmektedir.

Bir de T’o-pa-sa-tan da denilen T’o-pa-se-tan (Taberistan) vardır. Üç tarafı dağlarla çevrilidir. Kuzey tarafı deniz (Hazar) sahilidir. Kralın payitahtı So-li (Sârî) şehridir. Kral irsen Per-sia’nın doğu genel valisidir (ispehbed).311 Persia ortadan kaldı­rılınca, Araplara boyun eğmeyi reddetti.312 Beyinci t’ien-pao yı­lında (746), Kral Hu-lu-han saraya bağlılığını bildirmek üzere bir elçi gönderdi. Ona “kendi rızasıyla itaat eden kral” asalet unvanı verildi.313 Sekiz yıl sonra saraya bağlılığını bildirmek üzere oğlunu Hui-lo yoluyla gönderdi. Kendisine sağ askeri mu­hafızlar sıra dışı çung-lang-tsiangı unvanı verildi. Ayrıca mor bir elbise, altın balık şeklinde bir rozet verilerek, hassa muhafızları arasına alındı. Taberistan, kara ridalı Araplar (Abbasiler) tara­fından yıkıldı.

311 Taberi, Zotenberg çevirisi (III, s. 493)de şöyle anlatıyor: “Taberis-tan ispehbedleri bu olayları haber alınca, Amul’da, eyaletin merkezinde yaşayan efendilerini aramak için geldiler. Bu, Gilan’lı Ferru-han adında biriydi. İspehbedler ispehbedi denilirdi. İspehbed keli­mesi Farsçada dük, yani ordu baş kumandanı demektir. Ona aynı zamanda Horasan ispehbedi de deniliyordu, çünkü geneleneklere göre, Horasan prensi tarafından da tanınıyordu.”

312 Ts’e-ju yüan kui (blm. 965, s. 2 r°) T’ang hanedanı tarihinde zikre­dilmeyen bir olayı şu şekilde naklediyor: “Üçüncü t’ien-pao yılı (744), onuncu aydan sonra gelen ara ayda, T’o-pa-sa-tan (Taberis-tan) kralı A-lu-şe-to-çi’ye “değişime ayak uyduran kral” unvanı ve­rildi.”

313 Ts’e-ju yüan kui (blm. 965, s. 3 v°) bu olayın altıncı t’ien-pao (747) ikinci ayında vukû bulduğunu kaydetmektedir.

Şimdi de çeng-kuan döneminden (627-649) sonra saraya bağ­lılıklarını bildirmek üzere elçiler gönderen, ama saray tarihçileri­nin dikkatini çekmeyen uzaktaki küçük krallıkların prenslerinin hikayesini sunacağız.

III
BİYOGRAFİLER

A-şi-na Şo-öl314

314 Her ne kadar bu kişi Kuzey Türkleri prens ailesine mensup ise de, çoğu kez Batı Türkleri’yle ilişkisi olduğu için, burada hayat hihaye-sini veriyoruz.

T’ang-şu, CX, s. 2 r° - Kiu T’ang-şu, C1X, s. 1 v°

A-şi-na Şo-öl [Şe-ör] Ç’u-lo Kağan’ın küçük oğluydu.315 On bir yaşından itibaren bilgeliği ve cesareti sebebiyle Çe Şad unva­nı aldı. Otağını kuzeyde taşlı çöle kurdu. O ve Hie-li’nin316 oğ­lu Yü-ku Şad, T’ie-le (Tölös), Hui-ho (Uygur), Pu-ku ve T’ong-lo kabilelerinin yönetimini paylaştılar. Ç’u-lo ölünce (620) ziya­desiyle üzüldü ve geleneklere uygun olarak inzivaya çekildi. On yıl boyunca halkından vergi almadı. Kaynak sağlamak amacıyla vergileri yükseltmesini tavsiye edenlere ise şu cevabı verdi: “Ka­bilelerim bolluk içinde yaşıyorlar; bu bana yeter”. Onu bütün beyler seviyordu.

315 Batı Türkleri kağanı Ç’u-lo, 620 yılında ölmüştür.

316 Hie-li de Ç’u-lo’nun oğlu ve A-şi-na Şo-öl’ün ağabeyiydi ki, buna göre Yü-ku şad, sonuncunun yeğeniydi.

Hie-li Kağan sık sık savaştı. (A-şi-na) Şo-öl [Şe-ör], ona tavsi­yelerde bulunduysa da dinlemedi. Birinci çeng-kuan yılında (627) Tölösler, Uygurlar ve Sie-yen-t’olar (Sir-Tarduşlar)ın tamamı is­yan ederek Yü-ku Şad’ı Ma-lie dağı eteklerinde mağlup ettiler. A-şi-na Şo-öl ona savaşta yardım ettiyse de, muzaffer olamadı.

Bir sonraki yıl (628) halkının geri kalanını toplayarak K’o-han-fu-t’u (Kagan stupa) şehrine bekindi.317 Bu sırada Hie-li Kağan tüm Batı Türklerini ezmiş, T’ung Şe-hu da ölmüştü. Hi-li-pi tu-lu Kağan ve Ni-şu taht kavgasına tutuştular.318 A-şi-na Şo-öl onlara sürpriz bir saldırı düzenleyerek topraklarının yarısını ele geçirdi. Yüz binden daha fazla sayıda bir halkı yönetti ve kendisine Tu-pu Kağan unvanı aldı.

317 Daha önce Kagan-stupa’nın Guçen yakınlarında olması gereken Pei-t’ing veya Bişbalık şehrinin bir diğer adı olduğunu görmüştük.

318 Burada bir hata olmalı, çünkü Ni-şu ve Hi-li-pi aynı kişidir. Elbet­te şöyle demek gerekirdi: “Hi-li-pi tu-lu Kağan ve Si Şe-hu Kağan taht kavgasına tutuştular.”

Kabile beylerine şöyle dedi: “Geçmişte bana isyan eden ve ha­kanlığımı yıkanlar Yen-t’o (Tarduş)lardı. Şimdi batı topraklarının hakimi benim ve şayet Yen-t’o (Tarduş)ları hakimiyetim altına al­mazsam, kağan babamı unutmuş ve evlatlık vazifesini yerine ge­tirmemiş olurum. Eğer başaramazsam, ölümden çekinmem.” Beyler ona şu karşılığı verdiler: “Batı topraklarını ele geçirmiş bu­lunuyoruz, şimdi oraya yönetmek ve emniyet altına almak için kalmalıyız. Eğer Yen’to (Tarduş)larla çarpışmak için hemen uzak­lara gidersek, biz daha Yen-t’o (Tarduş)ları yenmeden, yabguların oğulları ve torunları hakanlığımızı tekrar ele geçirirler.” A-şi-na Şo-öl [Şe-ör] onların görüşüne önem vermedi, kuzeydeki taşlı çöle Yen-t’o (Tarduş)ları cezalandırmak için elli bin süvari sev-ketti. Yüz gün boyunca durmadan çarpıştı.319 Askerleri savaşın uzamasından sızlanmaya ve yavaş yavaş ortadan kaybolmaya baş­ladı. Bunun üzerine Yen-t’o (Tarduş)lar bütün güçleriyle saldıra­rak ona ağır bir yenilgi tattırdılar. A-şi-na Şo-öl [Şe-ör] Turfan ya­kınlarındaki Kao-ç’ang’a sığınmak zorunda kaldı. Artık yanında sadece on bin savaşçı kalmıştı. Batı Türkleriyle arası iyi olmadığı için, kabileleriyle birlikte itaat arzetmek üzere imparatorluk sı­nırlarından içeri girdi ve altıncı yıl (636)320 saraya bağlılığını bil­dirmeye geldi. Kendisine sol atlı muhafızları baş generali unvanı verildi. Kabilelerini Lin eyaletine iskan etti. Bir imparatorluk yar-lığıyla Heng-yang büyük prensesiyle evlenme şerefine nail oldu. İmparator damadı olarak askeri komutan (fu-ma tu-wei) unvanı­nı ve wei-t’uan hassa birliklerini yönetimini üzerine aldı.

319 Kiu T’ang-şu (CIX, s. 1 v°) burada şu cümleyi ilave ediyor: “Bunun üzerine büyükelçimiz Liu Şan-in, T’ung-o Şad’ı Tie-li-şi Kağan un­vanıyla tahta çıkardı.” Bu olay 634 veya 635 yılında olmuş olmalı. Böylece Çinlilerin Batı Türk prens ailesine mensup Tie-li-şi Ka-ğan’a verdikleri destek, Batı Türklerinin A-şi-na Şo-öl tarafından el­lerinden alınan topraklarını istirdat etmelerine yol açan amillerden biridir.

320 Kiu T’ang-şu’ya göre dokuzuncu yıl (635)de.

On dördüncü yıl (640) Kiao-ho bölgesi ordu başkomutanı un­vanıyla Kao-ç’ang’ı sükunete kavuşturdu. Diğer tüm generaller ganimet paylarını aldılar. Henüz kendisine bu yetkiyi veren im­paratorluk namesini almamış bulunan A-şi-na Şo-öl, herhangi bir şey almaya cesaret edemedi. Ancak diğer bir yarlığı gördükten sonra bir şeyler aldı, ama payına düşünler yaşlılar, çocuklar ve es­ki püskü şeylerdi. T’ai-tsung onun tok gönüllüğünü överek, Kao-ç’ang kralının altın işlemeli kılıcını ve bin top ipek verdikten baş­ka, bir buyrukla kuzey kapısı sol garnizon müfettişi olarak ata­yıp, Pi krallığı dükü unvanı verdi.

A-şi-na Şo-öl, Leao-tung seferi sırasında imparatora eşlik et-ti;321 serseri bir okla yaralandı, fakat oku çekip çıkararak çarpış­mayı sürdürdü. Komutasındaki askerlerin hepsi de cesur ve mu­zafferdi. Dönüştü önceki unvanlarına ilaveten hung-lu yüksek kurmayı unvanıyla şereflendirildi.

321 645’de.

Yirmi birinci yıl (647) Kuan-k’iu bölgesinde ordu büyük yö­netici generali unvanıyla K’i-pi Ho-li, Kuo Hiao-k’o, Yang Hung-li, Li Hai-an’la birlikte hareket etti. Bu beş general on üç T’ie-le (Tölös) kabilesi ve yüz bin Türk süvariyle K’iu-tse (Kuça) üzeri­ne bir sefer tertiplediler. Batı Türk topraklarından geçen bu bir­likler, Ç’u-mi ve Ç’u-çenlere322 karşı savaşarak, mağlup ettiler; Yen-k’i (Karaşar)ın batı tarafından gelerek Kuça topraklarına gir­diler. Askerleri hiç beklenmeyen bir yerden ortaya çıkıverdiler. Kuça korkuya kapıldı.323 İmparatorluk ordusu taşlı çölde kamp kurdu. İ-çu (Hami) valisi Han Wei, bin süvariyle önden gitti. Sağ atlı muhafızlar generali Ts’ao Ki-şu da arkadan onu takip ediyor­du. To-ho324 şehrine geldiklerinde Kuça kralı elli bin kişilik bir orduyla onu karşılayarak savaşa girdi. Han Wei kaçıyormuş gibi yapınca kral ordusuyla kaçanların peşine düştü. Han Wei, Ts’ao Ki-şu’nun ordusuyla birleşerek şiddetle bir savaşa tutuştu ve Ku-ça kralına ağır bir yenilgi yaşattı.

322 Kiu T’ang-şu’nun baskısında (CIX, s. 2 r°) Ç’u-çenlerden söz edil­memektedir. Sanırım kelimeyi Ç’u-yüe olarak okumak gerekiyor. Bkz. Tse-çi t’ung kien (CXCIV, s. 3 r°)in 22. çeng-kuan yılına (648) ait kayıtları: “Dokuzuncu ay, keng-ç’en günü, Kuan-k’iu bölgesi or­dusunun yönetici generali A-şi-na Şo-öl [Şe-ör], Ç’u-yüe ve Ç’u-milere saldırarak, onları mağlup etti.” - Ç’u-yüeler Guçen yakınla­rında yaşıyorlardı; Ç’u-miler ise Manas nehri sahillerine saçılmış­lardı. A-şi-na Şo-öl [Şe-ör] bu iki kabileyi mağlup ettikten sonra U-rumçi’yi Küçük Yulduz vadisine, oradan Büyük Yulduz’a bağlayan yola saptı ve kuzeybatı yönünden Karaşar üzerine yürüdü. Karaşar ve Kuça hükümdarlarının hazırlıksız yakalanmalarına da bu saldı­rı sebep olmuştur.

323 Burada Karaşar Krallığı’yla ilgili olarak şu bilgileri ilave etmek ge­rekir: “Tse-çi t’ung kien, CXCIX, s. 3 v°): 648 yılının onuncu ayın­da “A-şi-na Şo-öl [Şe-ör] Ç’u-yüe ve Ç’u-mileri mağlup ettikten sonra ordusunu Karaşar’ın batı tarafından sevkederek Kuça Krallı-ğı’nın kuzeyine geçirdi. Ordusunu beş yoldan sevkedip beklenme­dik bir yerden ortaya çıktı. Karaşar hükümdarı Sie-p’o A-na-çi pa­yitahtını terkederek Kuça’ya sığındı ve batı yöresinde savunmaya çekildi. A-şi-na Şo-öl [Şe-ör] ordusunu onu takip etmekle görev­lendirdi, böylece onu yakalayıp infaz ettiler. A-şi-na Şo-öl [Şe-ör], Sie-p’o A-na-çi’nin babasının yeğeni Sien-na-çun’u Karaşar kralı ta­yin etti.” T’ang-şu’nun Karaşar’la ilgili notunda Sien-na-çun’dan Su-p’o-çun olarak söz edilmekte ve tüm bu olaylar oldukça farklı bir şekilde anlatılmaktadır.

324 Kiu T’ang-şu’da To-ho adı geçmiyor, ama Kuça’yla ilgili bilgilerde bu kelimeye rastlıyoruz.

A-şi-na Şo-öl’ün payitahtı zaptetmesi üzerine kral hafif süva­ri birlikleriyle kaçtı. A-şi-na Şo-öl, Kuo Hiao-k’o’yu payitahtın başına bırakarak en seçme süvarileriyle kralın peşine düşüp al­tı yüz li kadar takip etti. Kral Büyük Po-huan325 şehrine bekin-mişti ve esasen bu şehir tabii savunma yapmaya elverişli şekil­de engellerle çevriliydi. A-şi-na Şo-öl kırk gün süren bir muha­saradan sonra şehre girmeye muvaffak oldu; kralı esir alarak326 diğer beş büyük şehri zaptetti. A-şi-na Şo-öl [Şe-ör], sol muha­fızlar komutanı K’ün Çi-fu ile diğer şehirlerin başında bulunan kişilere itaat etmemeleri halinde başlarına gelecek felaketleri, itaat etmeleri halinde ise elde edecekleri menfaatleri anlatması için gönderdi. Yetmişden fazla şehir kendiliğinden teslim oldu. Onlara imparatorluğun üstünlüğünü ve iyi niyetini anlattı. Ken­di rızasıyla itaat etmeyen kimse kalmadı. Zaferleri anısına bir kitabe dikerek geri döndü.

325 Yeke-arık.

326 Kiu T’ang-şu’ya göre (CIX, s. 2 r°) kralın adı Pe-ho-li pu-şe-pi idi.

Bu fırsattan yararlanarak Yü-t’ien (Hotan) kralına saraya bağ­lılığını bildirmeye gitmesi tavsiyesinde bulundu. Bu kral ordu­nun iaşesini temin için üç yüz at ve başka büyük baş hayvanlar hediye etti. Batı Türkleri, Karaşar ve An (Buhara) kralı, orduya iaşe sağladılar.

Kuo Hiao-k’o’nun kampında yatağı, koşum takımları ve diğer eşyaları altın ve yeşim kaplamaydı. A-şi-na Şo-öl’e de benzeri ha-diyeler sunulduysa da, o bunları reddetti. İmparator bunu öğre­nince “Bu iki generalden hangisi dirayetli, hangisi dirayetsiz, ar­tık bunu başkalarına sormaya gerek yok” dedi.

İmparator 649’da ölünce A-şi-na Şo-öl [Şe-ör] onun tabutunu korumak için bizzat mezara girerek arkasından gitmek istediyse de, Kao-tsung buna izin vermedi ve onu sağ muhafızlar baş gene­rali seviyesine yükseltti.

On altıncı yung-hui yılı (655) öldü. Ölümünden sonra ‘devleti destekleyen baş komutan’ ve Ping eyaleti askeri kumandanı un­vanları verildi. Çao’nun mezarının yanına defnedildi. Mezarının üzerindeki tümülüs Ts’un şan şeklindeydi. Ölümünden sonraki adı Yüan oldu.

Oğlu Tao-çen, sol t’un-wei baş komutanı rütbesine yükseltil­di. Hien-heng dönemi (670-673) başlarında, Lo-so (Lhassa) böl­gesi ikinci büyük yöneticisi unvanı verildi ve Yen-kui’yle birlikte Tibetlilere karşı savaştı. T’u-ku-hunlara yardıma giderken lüan327 K’in-ling tarafından mağlup edildi ve tüm ordusunu kaybetti. İm­paratorluk buyruğu ile yargılandıysa da, hayatı bağışlandı ve sı­radan bir insan olarak yaşadı.

327 Lüan kelimesi Tibet unvanı Blon’un çeviriyazımıdır.

***

Kuo Yüan-çen’in Biyografisi

Kiu T’ang-şu, XCV11, s. 2 v° vd.- T’ang-şu, CXX11, s. 10 r° vd.

Kuo Yüan-çen, Wei ilçesinde Kui-hiang asıllıydı. Tsin-şi mev-kisine yükselmiş ve T’ung-ts’ün kumandanı olmuştu. Üstün me­ziyetli, güçlü kuvvetliydi; kafasına göre takılır, olur olmadık şey­lere pek aldırış etmezdi. Birçok kez misafirlerine hediyeler ver­mek için zora başvurmuş ve kumanda ettiği insanlardan binden fazlasını satmıştı. Halk ondan yaka silkiyordu. İmparatoruçi Tso-t’ien (684-704) onun şöhretini duymuş ve huzuruna çağırmıştı. Konuştuktan sonra onu oldukça güçlü buldu.

O sıralar (697) Tibetliler bir anlaşma yapmak istiyorlardı.328 İmparatoriçe Tibetlilere hediye götürme işini halletsin diye Kuo Yüan-çen’e sağ askeri muhafızlar k’ai-tsao’luğu verdi. Tibet genel­kurmay başkanı lüan (blon) K’in-ling, Çin’in kuvvetlerini Dört Garnizon’dan çekmesini ve On Oklar’ın topraklarının (Çin’le Ti­bet arasında) taksim edilmesini istiyordu. İmparatorluk (Kuo) Yüan-çen’den bu meselede elde edilebilecek avantajları gözden geçirmek için bir fırsat yaratmasını istedi. Yüan-çen, dönüşünde saraya şu raporu sundu:

328 Bu olay 697 yılı sonbaharında olmuştur. (T’ung kien kang mu, 14. yıl se-şeng). O sıralar Tibet’in ne durumda olduğunu hatırlayalım: Tibetliler, 663’de Kuku-nor bölgesine yerleşen Tunguzlara mensup T’u-ku-hunlara karşı büyük bir zafer kazanmışlar, T’u-ku-hunların reisi No-ho-po Çin toprakları üzerindeki Leang-çu’ya sığınmıştı. 670’de ise Tibetliler Dört Garnizon’u yolup aldılar. Sie Jen-kui ve A-şi-na Tao-çen kumandasındaki bir Çin ordusu, Tibetlilerle savaş­maya gitti ve T’u-ku-hunları tekrar eski topraklarına yerleştirmeye çalıştı. Fakat imparatorluk kuvvetleri Ta-fei (Kuku-nor’un batısın­daki Buhayn Göl - T’ung kien tsi lan, LIII, s. 18 r°) vadisinde ağır bir hezimete uğradı. O tarihten sonra Kuku-nor ve Doğu Türkis­tan’ın hakimi olan Tibetliler oldukça güçlendiler ki, zaten onların Batı Türklerinin işlerine burunlarını sokmaya başlamaları da bun­dan sonradır. 679’da btsanpo ölmüştü; yerine tahta çıkan halefi K’i-nu-si-nong sekiz yaşında olduğundan, Çin sarayı saldırıya geçmek için bu fırsattan yararlanmayı düşündüyse de, Tibet devletinin K’in-ling’in maharetli ellerinde olduğunu, bu yüzden bir sefer ter­tiplemenin ihtiyatsızlık olacağını gösteren P’ei Hing-kien’in tavsi-yesiyi üzerine fikrini değiştirdi. O sıralar Tibet toprakları (T’ung ki-en kang mu, 1. yıl yung-lung) güneyde Hindistan, kuzeyde Türkler­le sınırdaştı; batıda Dört Garnizon’u işgal altında tutuyor, doğuda ise sınırları Leang (Kan-su’da şimdiki Leang-çu), Sung (şimdiki Si-ç’uan eyaletindeki Lung-an şehrine bağlı Sung-p’an kazası) ve Sui (şimdiki Si-ç’uan eyaletinin Ning-yüan kazası) ve Mao (şimdi Si-ç’uan’a bağlı Mao kasabası) bölgesine dayanıyordu. 692’de Si eya let valisi T’ang Hiu-king, K’iu-tse (Kuça), Yü-t’ien (Hotan), Su-le (Kaşgar) ve Sui-şe (Tokmak)dan ibaret olan Dört Garnizon’un is­tirdat edilmesi teklifinde bulundu. Bunun üzerine imparatorluk sa­rayı Wang Hiao-ki ve A-şi-na Çung-tsie (Batı Türkleri reisi) yöne­timinde bir sefer düzenledi. Bu ordu Tibetlileri mağlup ederek Dört Garnizon’u istirdat etti. (T’ung kien kang mu, 9. yıl se-şeng). 697 yı­lında, Tibet hükumetinin her zaman başında olan K’in-ling, Çin’le müzakerelere başlayarak, Dört Garnizon topraklarını boşaltmasını ve On Kabile’nin [On Okların) topraklarının bölüşülmesini teklif etti. Buna göre Batı Türklerinin topraklarından beş Nu-şi-pi kabi­lesine ait olan en batıdaki topraklar Tibet, Tu-lu kabilelerinin top­rakları ise Çin’e kalacaktı. Kuo Yüan-çen, bu teklife karşılık şu tek­lifi sundu: Çin, Dört Garnizon topraklarından vazgeçmeyi redde­decek, fakat Tibet’in T’u-ku-hunlardan gaspedilen Kuku-nor bölge­sini iade etmesi şartıyla beş Nu-şi-pi kabilesi topraklarının Tibet’e bırakılmasını kabul edecektir. Onun bu teklifleri kabul edilemezdi, ama bunlar Çin’e zaman kazandırak ve Tibetliler arasında parça­lanma topumları ekme fırsatı sağlayacaktı.

“Anladım ki, bazen avantajlı olan bir şey zarar, zararlı olan şey de avantajlar sağlayabilir. Hükumetin üstesinden gelmesi gereken şey, Tibetliler ve Mo-ç’o (Kapagan Kağan) dır. Halbuki şimdi Ti­betliler bir anlaşma yapmak, Mo-ç’o da imparatorluk emirlerini kabul etmek istiyor. Bu, Orta Krallığa büyük avantaj sağlayacak gibi görünüyor; ama bu konuda yapacağımız planlarda ihtiyatlı davranmazsak, kötü bir sonuç alınacağı muhakkak. Halihazırda K’in-ling On Okları paylaşmak ve askerlerimizi Dört Garni-zon’dan ekarte etmek istiyor. Esasen herhangi bir harekete giriş­mek veya gevşemek için kritik bir zaman. Müzakerelere başla­mak da, vazgeçmek de kolay değil. Eğer şu anda Tibetlilerin iyi niyetine kesinlikle hayır dersek, korkarım ki cephede öncekin­den daha ağır felaketler yaşanacaktır. Şayet Garnizonların alına­mayacağı ve birliklerin geri çekilemeyeceği düşünülüyorsa, bu durumda Tibetlilerle müzakereleri uzatmanın ve onları gevşete­cek tedbirler almanın bir yolu bulunmalı. Böylece hem onların uzlaşma ümidi kırılmamış olacak, hem de kötü niyetlerini tekrar icraat safhasına koymaları önlenmiş olacaktır. Zaten Dört Garni­zon yönünden bizi tehdit eden tehlike uzak, ama Kan ve Leang yönünden gelen tehdit yakındır. Berikisini elde tutma, ötekisin­den vazgeçme projeleri, esasen titizlikle kombine edilmesi gere­ken şeylerdir. Şu anda imparatorluğun dışardaki baş ağrıları On Oklar ve Dört Garnizon, içerideki baş ağrıları ise Kan, Leang, Kua ve Su’dur.329 Kuan (-çung) ve Lung (-si) sakinleri, uzun sü­redir askeri karakollarda hizmet ediyorlar. Otuz yıldır devam eden bu hizmet, onların kaynaklarını ve güçlerini tüketmiştir. Farzedelim ki Kan ve Leang’da hiç hesapta olmayan bir şey vukû buldu330, o zaman buralardaki insanlar nasıl kitle halinde askere alınıp cepheye sürülebilir? Devleti yönetenler öncelikle dahili meseleleri halledip, sonra dış problemleri halletme yoluna gitme­lidirler. Dış problemi halledeyim derken iç meseleye zarar vere­cek bir harekete girişmemelidir. Eğer dediğim şekilde hareket edilirse, Çin ve Türkler sükuna kavuşacak, barış ve refah koruna­bilecektir. K’in-ling’e gelince, onun dediği şu: “Dört Garnizon bi­zim kabilelerimize sınırdaştır; biz, Han’ın (Çin’in) sinsice bizi iş­gal etmesinden korktuğumuz için bu talepte bulunuyoruz.” Esa­sen bu, Tibetliler için hayati bir konudur. Diğer yandan, Ts’in-hai (Kuku-nor) T’u (ku-)hunları Lan331 ve Şan332 ilçelerine çok ya­kınlar. Yakın geçmişte Han (Çin) için gerçek tehlike bunlardı. Bu noktada da hükumetimiz için önemli hususlardandır. Bu durum­da K’in-ling’e verilecek cevap şu olmalı: “Devletimizin Dört Gar­nizon’u elde tutması cimriliğindendir. Esasen biz onları, barbar krallıkların güçlerini bölmek için onlar karşısında önemli bir po­zisyon yakalamak, onlar kuvvetlerini bir araya getiremesinler ve bize karşı doğu yönünden bir işgal hareketi gerçekleştirmesinler diye kurduk. Eğer şimdi onları barbarlara bırakırsak, onlar tekrar güçlenir ve doğuda kolayca kargaşa çıkarırlar. Eğer gerçekten do­ğu yönünden bir işgalde bulunma niyetiniz yoksa, T’u (-ku-)hun kabilelerini ve aynı şekilde Ts’ing-hai (Kuku-nor) bölgesini Han’a (Çin’e) iade edin; buna karşılık biz de Se-kin kabilelerini333 Ti­betlilere veririz.” Bu cevap K’in-ling’in ağzını kapatmaya yetecek ve böylece müzakereler tamamıyla kopmamış olacak. Eğer K’in-ling çekimser davranırsa, sıkıntıya düşecek olan kendisidir. Kal­dı ki, batı sınırlarındaki değişik krallıklar uzun yıllardır dost ve müttefikimizdir. Tibetlilerin söz konusu olduğu aynı günde onla­rın duygu ve sadakatlerini tartışmak söz konusu bile olamaz. Şu anda onların tutumlarında neyin lehimiz veya aleyhimizde oldu­ğunu henüz bilmiyoruz. Ayrıca onların gerçek duygularını da he­nüz öğrenebilmiş değiliz. Eğer uzaktan bir ayırım yaparsak, bu farklı krallıkların düşüncelerini zedelemiş oluruz. Bu, bize hü­kümranlık sağlayacak uzun vadeli bir hesap olamaz.” (İmparato-riçe) Tso-t’ien bu tavsiyelere kulak astı.

329 Bu yerler, günümüzde Kan-su’da aynı adla bulunmaktadır. Bu yön­den Çinlileri tehdit eden tehlike Kuzey Türkleri kağanı Kapa-gan’dan geliyordu. Çünkü ikinci çen-lung yılının (706) on ikinci ayında Kapagan Kağan Ming-şa şan (Kua-çu’nun on li güneyinde) açıklarında Şa-ç’a Çung-i (Çaça-sengün, Kül Tegin kitabesinde Çu-ça tsiang-kün veya General Çaça; bkz. Thomsen, age., s. 109) ku­mandasındaki Çin ordusuna ağır bir yenilgi tattırdığı için bu tehli­ke bir vehim değildi.

330 Yani ‘diyelim ki Türkler buraları zaptederse.’

331 Bugünkü Kan-su’da Lan-çu vilayeti.

332 Kan-su eyaletine bağlı Si-ning şehri sınırları içindeki Nien-po ka­zası.

333 Her biri bir se-kin tarafından yönetilen beş Nu-şi-pi kabilesi.

Kuo Yüan-çen ayrıca imparatoriçeye şunları söyledi: “Kanaatim odur ki, Tibet halkı, uzun zamandan beri uygulanan angaryalardan ve askerlik hizmetinden bıkıp usanmıştır. Hepsi acil barış istemek­tedir. Başkumandan lüan (blon) K’in-ling Dört Garnizon toprakla­rını ayırarak orada askerlerinin başında hakim-i mutlak olmak is­terdi. Dolayısıyla (Çin’e karşı) dostâne bir davranış sergilemek is­temez. Eğer elçilerimiz her yıl barış teklifiyle gider, karşılıklı evli­lik teklifinde bulunurlar ve K’in-ling de bu teklifleri sürekli elinin tersiyle iterse, o zaman bu barbarlar K’in-ling’e karşı her geçen gün daha da artan bir kin besleyecek ve gün geçtikçe imparatorluğu­muzun sunduğu nimetlerden yararlanmayı daha çok ümit edecek­lerdir. Böyle bir durumda eğer K’in-ling önemli miktarda kuvvet toplamaya kalkışırsa, çok zorlanacaktır. Düşmanlarımız arasına yavaş yavaş nifak tohumları ekmenin, hükümdarlar ve tebaalarının arzularının hilafına ortaya çıkacak engellere karşı tepki gösterme­lerini sağlamanın yolu budur.” İmparatoriçe Tso-t’ien onun bu söz­lerini tüm kalbiyle tasdikledi.

O günden itibaren yıllarca Tibetliler arasına nifak tohumları saçıldı. Prensler ve tebaaları sonuçta birbirlerinden şüphelenme­ye ve zıtlaşmaya başladılar. Lüan (blon) K’in-ling de bu yüzden öldürüldü. Kardeşi Tsan-p’o ve hatta ağabeyinin oğlu Mang-pu-çi gelerek bağlılıklarını bildirdiler (699); İmparatoriçe Tso-t’ien ay­rıca Ku Yüan-çen’i Ho-yüan ordusu büyük komiseri Fu-mung Ling-k’ing’le birlikte süvarilerin başında onları karşılamakla gö-revlendirdi.334 Bir sonraki yıl (700) Tibetli General K’ü Mang-pu-çi ordusunu harekete geçirerek bazı faaliyetlere başladı. Leang eyalet genel valisi T’ang Hiu-king, birlikleriyle onu karşılayıp mağlup etti.335 Kuo Yüan-çen bu münasebetle yaptığı planların uygulanışına bizzat iştirak etti ve aldığı tedbirlerden dolayı çu-k’o-lang-çung unvanı aldı.

334 Btsanpo K’i-nu-si-nong’un 679’da sekiz yaşındayken tahta çıktığını yukarıda görmüştük. O büyüyünceye kadar K’in-ling ve kardeşleri hükumeti yönettiler. Btsanpo yetişkin çağına gelince, 699’da K’in-ling’in bulunmayışından faydalanarak iktidarı ele almak istedi ve onlara taraftar olan iki binden fazla kişiyi öldürttü. K’in-ling inti­har etti; kardeşi Tsan-p’o kendisine bağlı binden fazla adamı ve kar­deşi Kung-jen’in yönettiği yedi binden fazla T’u-ku-hun ailesiyle birlikte Çin’e bağlılıklarını bildirmeye geldiler. (T’ung kien tsi lan, 16. yıl se-şeng).

335 Bu zafer, 700 yılında, Kan-su eyaletine bağlı Leang-çu vilayeti sınır­ları içindeki P’ing-fan kazasının kuzeybatısındaki Hung-yüan geçi­dinde kazanılmıştır. (T’ung kien..)

Birinci ta-tsu yılında (701) Kuo Yüan-çen, Leang eyalet genel valisi ve askeri işler ve Lung-yu eyaletlerinden sorumlu büyük komiseri olarak atandı. Daha önce Leang eyaletinin sınırları ku­zeyden güneye dört yüz li’den fazla değildi. Bu bölge Türkler ve Tibetliler arasında sıkışıp kaldığı için, bu iki soyguncu halk yıl­larca ani baskınlar düzenleyip şehir kapılarına kadar dayanmış­lar, halkı canından bezdirmişlerdi. Kuo Yüan-çen, ilk önce bölge­nin güneyine açılan koridoruna Ho-jung şehrini336 kurdu. Ayrı­ca kum çölünün ortasında, kuzey sınırı üzerinde bu önemli ge­çitleri kontrol altında tutmak için Pe-t’ing karakolunu337 kurdu. Eyalet topraklarını 1500 li genişletti ve böylece barbar haydutlar şehir kapılarına kadar varamadılar. Yüan-çen, Kan eyalet valisi Li Han-t’ung’a askeri koloni kampları kurmasını, toprak ve sudan azami ölçüde yararlanmasını emretti. Eskiden Leang ayeletinde on teneke tohum alabildiğince anormal fiyatlarla satılırken, Li Han-t’ung’un organizasyonu sayesinde uzunca bir zamandır öyle­sine bol mahsul alındı ki, bir top ipekle yüzlerce teneke tohum alınabilir oldu ve ayrıca onlarca yıl ordunun tahıl ihtiyacı karşı­landı. Yüan-çen fazilet sahibiydi ve iyi bir yöneticiydi. Leang eya­letinde bulunduğu beş yıl zarfında, barbarlar ve Çinliler ondan çekinip, saygı duydular; emirleri yerine getirilmiş, savunduğu şeyler gözetilmişti. Kırlar sığır ve koyunlarla dolmuştu; yolda ba­şıboş dolaşan hayvanlara kimse dönüp bakmazdı.

336 Bugünkü Kan-su eyaletinde Leang-çu vilayetine bağlı Ku-leang ka­zası. (Tung kien... )

337 Kan-su eyaletinde, Leang-çu vilayetine bağlı Çen-fan kazasının ku­zeyinde.

Şen-lung döneminde (705-706) Yüan-çen sol cesur muhafız­lar generali ve aynı zamanda An-si (Kuça) büyük müfettiş askeri valisi derecesine kotarıldı. Bu sırada Batı Türklerinin Wu-çi-le isimli reisine bağlı kabileler güçlenmiş ve refah seviyeleri yüksel­mişti. İmparatorlukla dostâne ilişkiler kurmak amacıyla Çin sını­rına gelmişlerdi. Kuo Yüan-çen, Wu-çi-le’nin kampına gelerek, askerî konularda görüşmelerde bulundu. O günler çok kar yağı­yordu. Yüan-çen, çadırın önünde dikilmiş Wu-çi-le’yle tartışma­ya devam ediyordu. Bir ara kar yoğunlaştı ve buz gibi bir ayaz çıktı. Yüan-çen yerinden ayrılmıyordu, ama yaşlı Wu-çi-le soğu­ğun şiddetine dayanamadı ve görüşme bittiğinde ruhunu teslim etti. Yüan-çen’in kasten babasının ölümüne sebep olduğunu dü­şünen oğlu So-ko, adamlarını silahlandırıp ona saldırmaya karar verdi. Komiser yardımcısı ve yü-şi-çung-ç’eng Kie Wan bu planı öğrenerek Yüan-çen’i gece kaçmaya teşvik ettiler. Yüan-çen şu ce­vabı verdi: “Ben, başkalarına karşı samimi ve âlicenap davrandım. Neden benden şüphe etsinler ve neden ben onlardan korkayım ki?! Kaldı ki barbarların arasında ve ülkelerinin tam ortasında-yım, nereye kaçabilirim ki?” Sonra sakin bir şekilde çadırında uyudu. Ertesi gün bizzat barbar şefin otağına vardı ve oldukça mahzun bir şekilde babasının ölümü için başsağlığı diledi. Ma­tem elbisesi giyerek, cenaze için gerekli hediyeleri verdi. So-ko onun dürüstlüğünden ziyadesiyle etkilendi ve kendisiyle tekrar iyi ilişkiler kurdu. Daha sonra elli at ve ülkesinin ürünlerinden sunmak üzere bir elçi gönderdi. Bir imparatorluk fermanıyla (Kuo Yüan-çen Kin-şan bölgesi ordusunun büyük yönetici gene­rali tayin edildi.

Daha önceleri So-ko’nun A-şi-na K’ü ç’o (kül çur) Çung-tsi-e338 ile arası iyi değildi. Defalarca birbirlerine saldırıp yağmala-mışlardı. Kül çur’un askerleri sayıca az ve zayıftı, yavaş yavaş mü­cadeleden çekildiler. Kuo Yüan-çen saraya bir rapor sunarak Kül çur’a hassa muhafızları arasına girmesi ve halkını yaşamakta ol­dukları yerlerden Kua ve Şa ilçelerine götürmesi için baskı yapıl­masını istedi. İmparatorluk bu teklifi olumlu buldu. Kül çur yo­la koyuldu ve Po-sien şehrine varınca, sağ yenilmez muhafızlar generali ve levazım komiseri unvanları taşıyan Çeu İ-ti’yle karşı­laştı. İ-ti ona şöyle dedi: “Ey Prens, eğer hükumetimiz size yük­sek rütbeli bir kişi ve önemli bir şahıs olarak muamele ediyorsa, bunun sebebi boylarınızı yönetiyor olmanız ve emrinizde pek çok savaşçının bulunmasıdır. Eğer saraya şimdi tek başınıza gi­derseniz, sıradan bir yaşlı barbar olacaksınız [muamelesi göre­ceksiniz] Hangi saray görevlisi sizi gördüğüne sevinecek? Yalnız­ca resmi unvan ve mali destek almakta güçlük çekmeyeceksiniz, ama korkarım ki hayatınız dahi bu kimselerin elinde tehlikeye düşecektir. Şu anda danışmanlıklar, hükumette tüm ipleri ellerin­de tutan Tsung Ç’u-k’o ve Ki Ç’u-na’nın elindedir. Neden yola çıkmadan önce yanınızda misafir edip değerli hediyelerle gönül­lerini almak suretiyle bu iki üst düzey yetkili kazanmıyorsunuz? Ayrıca onlardan An-si’den asker göndermelerini ve keza Tibetli­lerin So-ko’ya saldırmalarını temin etmelerini isteyebilirsiniz. On Okları kendisine çekmesi için A-şi-na Hien’in kağan olarak atan­masını, asker toplaması, ordunun ihtiyacı olan atları temin etme­si için Kuo K’ien-kuan’ın Fergana’ya gönderilmesini isteyebilirsi­niz. Böylece hem düşmanınızdan intikamınızı alır, hem de boyla­rını bir arada tutmayı başarabilirsiniz. Yapılacak bu işlerle bir başkasından emirler almak için saraya gitmek nasıl aynı kefeye konulabilir?”

338 So-ko ile A-şi-na Çung-tsie arasındaki ihtilaf konusunda bkz. s. 43­44. A-şi-na Çung-tsie, şüphesiz 692’de Çinli general Wang Hiao-ki ile birlikte Tibetlilerin ve sözde Batı Türk kağanı A-şi-na T’ui-tse’nin üzerine yürüyen reisin adıdır.

Kül çur bu sözlere hak verdi. Birliklerini harekete geçirerek, Hotan’a bağlı K’an şehrine339 saldırıp zaptetti. Altın, değerli eşya­lar ve ganimetler toplayarak, dolaylı yoldan Tsung Ç’u-k’o ve Ki Ç’u-na’ya hediyeler sunmak için temsilciler gönderdi.

339 T’ang-şu’da (XLIII, b, s. 15 r°) “Hotan’ın 300 li doğusunda japonca_dipnot_17.png K’an şehir garnizonu bulunur.” Aynı pasajda birkaç satır sonra ay­nı şehir japonca_dipnot_18.png şeklinde geçmektedir.

Onun projelerini öğrenen Kuo Yüan-çen, hemen saraya şu me­alde bir rapor sundu: “Daha önce Tibetlilerle çekişmelere On Ok­lar ve Dört Garnizon konusundaki ihtilaflar sebep oldu. Hükume-timiz bunları onlara bırakamazdı ve dolayısıyla onlarla (Tibetliler­le) dostâne ilişkiler kuramadı. Şimdi, şayet Tibetliler bizi işgal et­miyor ve bize rahatsızlık vermiyorlarsa, bunun sebebi hükumeti-mizden dostluk mesajları almamaları değil, sadece krallıklarında-ki bazı komutanların ve Ni-p’o-lo (Nepal) ve (P’o-lo-)men (Brah-man=Hintliler)340 gibi kendilerine bağlı devletlerin birbirlerine düşman hale gelmeleridir. Bu yüzdendir ki tsan-p’u (btsanpo) gü­neydeki bir askeri seferi idare etmek için bizzat gitmiş, bir düş­man sarayında ölmüştür. Bu krallık ciddi iç karışıklıklar geçiriyor; baş hanımım oğluyla diğer hanımların oğulları taht kavgasına tu­tuştular; generaller ve danışmanlar iktidar kavgasındalar ve bir­birlerine karşı sürekli katliamlar düzenliyorlar. Bu arada, insanlar ve evcil hayvanlar arasında baş gösteren hastalıklar ve yorgunluk­lar sebebiyle kaynakları ve güçleri bitip tükenmiş bulunuyor. Ne beşeri şeyler, ne de tabiat onların isteklerine cevap vermedi. Bu yüzden iradeleri kırıldı ve Han (Çin) ile uyum içinde yaşadılar. Ama bu, onların On Oklar ve Dört Garnizon konusundaki niyet­lerinden vazgeçtikleri anlamına gelmez. Hele bir yeterli güce eriş­sinler, hemen yine olur olmadık şeyler için bizimle didişmeye, ba­rışı bozmaya girişeceklerdir. Kalabalık ordularını üzerimize sala­cak, bizi yutmak veya mahvetmek için geleceklerdir. Eninde so­nunda olacak olan budur. Hükumetimizin ana planlarını nazar-ı itibare almayan Çung-tsie [Kül çur], şimdi sadece Tibetlileri yö­neteceklerin şefi olma teklifinde bulunuyor. Korkarım ki Dört Garnizon’u felakete götürecek prensip de buradan kaynaklanıyor. Son olarak, Mo-ç’o’nun (Kapagan Kağan’ın) saldırganlıklarına karşılık vermek zorunda olduğumuz yerler ve aynı zamanda uzun yıllardır Dört Garnizon ordularının uğradığı zaaf yüzünden, me­seleleri Çung-tsie lehine düzenleyemedik, ama bu, Tu-k’i-şilere (Türgişlere) sempati beslediğimiz anlamına gelmez.341 Bizim iç ve dış politikada sergilediğimiz tavırları anlamayan Çung-tsie, Tibet­lileri yanına aldı.Tibetliler projelerini gerçekleştirdiklerinde, Çung-tsie onların eline düşecek. Bu arada Tibetlilerin tekrar Han’ın (Çin’in) hizmetine girecekleri var sayımını ele alalım. Bir­kaç yıl önce Tibetliler bize hiçbir hizmet sunmuyor, ordularını hükumetimizin emrine vermiyorlar; ama buna rağmen On Oklar ve Dört Garnizon konusundaki iddialarını sürdürüyorlardı. Eğer şimdi kuvvetlerini bizimkiyle birleştirip, hizmetimize girerlerse, muhtemelen daha sonra bizden Hotan ve Kaşgar’ı kendilerine ver­memizi isteyeceklerdir ki, şahsen ben hangi sebebe binaen böyle bir talebe hayır diyebileceğimizi bilmiyorum. Diğer yandan Tibet içindeki bazı barbar kabileler ve keza P’o-lo-menler (Hintliler) ve diğer krallıklar fiilen Tibetlilere karşı isyan etmiş bulunuyorlar. Eğer Tibetliler hiç beklenmedik bir şekilde bu isyanları yatıştır­mak için bizden yardım isterlerse, hangi sebebe binaen bu talep­lerini geri çevireceğimizi bilmiyorum. İşte size eski bilgelerin ne­den İ ve Ti barbarlarının kendilerine durup dururken yardım et­mesini istememelerinin sebebi. Onlar, barbarların gücünden fay­dalanmayı istemediklerinden değil, arkasından onların aşırılıkla­rından ve tatmin olmaz taleplerinden, Orta İmparatorluğu sıkın­tıya sokmalarından korktukları için yardım talebinde bulunma­mışlardı. Kısacası, benim naçiz kanaatime göre, Tibetlilerin gü­cünden faydalanmanın gerçekte hiçbir avantajlı yanı yoktur. Bir diğer yandan eğer A-şi-na Hien’in kağan olarak atanması teklif ediliyorsa, bunun sebebi Hien’in kağan soyundan gelmesi ve ikti­dara gelir gelmez On Okları yanına çekip hükmedeceği düşünül­düğü için değil midir? Fakat Hien’in babası Yüan-k’ing, amcası Pu-lo, kardeşi T’ui-tse, keza Hu-şe-lo ve Huai-tao da kağanların soyundan değiller miydi? Vaktiyle Dört Garnizon’un Çinli valisi, yabancı beylerin yönetimi altındaki On Okların huzurlu olmadık­larını düşünerek, bir fermanla Yüan-k’ing’e kağan unvanı verilme­sini teklif etmişti, fakat (beklenenin) aksine Yüan-k’ing On Okla­rı yanına çekip, yönetmeyi ve kalplerini kazanmayı başaramadı. Elbette ki bu yüzden Yüan-k’ing haydutlar tarafından mağlup edildi ve Dört Garnizon nihai olarak kaybedildi. Tsung-tsie, son yıllarda Hu-şe-lo ve Huai-tao’nun kağan tayin edilmesi teklifinde bulundu; ama onlar da On Okları kendilerine çekip yönetemedi­ler. Bu yüzden Tokmak yıllarca kuşatma altında kaldı ve askerle­rimiz açlıktan kıvrandılar. Kaldı ki, şu son yıllarda Tibetliler de bi­rer fermanla sırayla T’ui-tse ve keza Pu-lo ve Pa-pu’ya kağan un­vanı verdiler; ama bunlar da On Okları kendilerine çekip kazana­madılar. Tüm bu insanlar kendilerini zayıflatıp, ortadan yok oldu­lar. Bunun sebebi nedir? Bunun sebebi, kağanların soyundan ge­len bu kişilerin tebaalarını dirayetle yönetecek vasıflara sahip ol­mamaları, iyi niyetle ve adilâne hareket etmemeleriydi. Dolayısıy­la insanlar kalplerini onlara açmadılar. Onlar, iktidara geldiklerin­de, On Okları kendilerine çekip desteklerini alamadılar. Yaptıkla­rı tek şey Dört Garnizon’un ağır bir yara almasına yol açmak ol­du. Görüldüğü kadarıyla bir fermanla kağanların soyundan gelen birini başa getirmek, artık On Okları kazanmak için başvurulacak bir metot değildir. İmdi; Hien’in dirayet ve adaletinin babasının ve ağabeyininkilere denk olmaktan çok uzak olduğunu anlamış bu­lunuyorum. Şu ana kadar dirayet ve prestijini ortaya koyamamış birisi, ne yapıp da insanların kalbini kazanacak ve kendilerine gel­mesini temin edecektir? Eğer askeri gücümüzü devreye sokarsak ve şayet şartlar da bu ülkeyi zaptetmemize imkan verirse, o zaman On Okları kendimize çekip yönetmeye muktedir olabiliriz; ama bunun için kağanların soyundan gelen birine asla ihtiyacımız yok. Bir diğer yandan Çung-tsie, ordunun ihtiyacının karşılanması ve asker toplanması için Kuo K’ien-kuan’a Pa-han-na (Fergana)ya gi­rilmesi emrinin verilmesini arzu etmektedir. Halbuki şu son yıl­larda Kuo K’ien-kuan zaten asker ve at toplamak amacıyla Çung-tsie’yle birlikte Fergana’ya gitmeyi kendine vazife edindi. O sıra­lar ben Su-le’de (Kaşgar’da) idim ve konuyu araştırırken onların birlikler için bir tek asker bile bulamadıklarını öğrendim. Pa-han-na (Fergana) barbarları, onların faaliyetlerini desteklemek yerine, güneyde T’u-po (Tibetliler) ile birleştiler ve Dört Garnizon’u talan etmek için T’ui-tsi’yi başlarına geçirdiler. Ayrıca (Kuo) K’ien-ku-an’ın bu ülkeye geldiği sırada, o civarda Pa-han-na (Fergana)nın ittifak sağlayabileceği hiçbir barbar yoktu. Kuo K’ien-kuan ise ha­yallerinin peşinde koşarak sanki kimsenin yaşamadığı bir ülkede tek başına imiş gibi soydu ve yağmaladı. Bu yüzdendir ki Fergana halkı kendisini korusun diye T’ui-tsi’yi başa getirdi. Bu ülke şim­di güçlü barbar reisi So-ko’ya sahip. Kuo K’ien-kuan ve adamları­nın batıya geldiklerini öğrendiklerinde, So-ko’yu yardıma çağıra­cak; içeride surlarının ve istihkamlarının arkasına bekinecek, dı­şarıdan ise Türkler onları savunmak ve korumak için gayret gös­tereceklerdir. Kesinlikle göreceğiz ki, Kuo K’ien-kuan ve adamla­rı artık geçmişte olduğu gibi keyiflerince hoyrat davranışlar sergi-leyemeyecekler; içte ve dışta karşılaştıkları düşman yüzünden bu tehlikeli yolda kendilerini kaybedeceklerdir. Elde edecekleri tek sonuç, barbarlarla hasmâne ilişkiler kurmak ve Dört Garnizon’u zayıflatmak olacaktır. Konu üzerinde düşündükten sonra, edindi­ğim nâçiz kanaate göre, sanırım ortada uygulanacak bir plan yok.” Bu dilekçe saraya sunulduysa da, itibar edilmedi.

340 Kiu T’ang-şu’da (CXCVI, a, s. 4 r°) şöyle deniliyor: “Bir yıl sonra (703) Tibetliler bir elçi daha göndererek evlilik akdi için bin at ve iki bin ons altın sundular. (İmparatoriçe) Tso-t’ien teklifi kabul et­ti. Bu sırada güney sınırında Ni-p’o-lo (Nepal) ve (P’o-lo-) men (Brahmanlar) gibi Tibet’e bağlı krallıkların tamamı isyan etti. Btsanpo onlarla savaşmaya bizzat gitti ve çarpışmalar sırasında öl­dü. Bazı oğulları taht kavgasına tutuştular. Halk, K’i-nu-si-nong’un o sıralar yedi yaşındaki oğlu K’i-li-şu-tsan’a btsanpo unvanı verdi. Çung-tsung’un birinci şen-lung yılında (705) bir Tibet heyeti (K’i-nu-si-nong’un) ölümünü haber vermeye geldi.”

341 Veya: Bu, bizim Çung-tsie’ye karşı So-ko’nun yanında olduğumuz anlamına gelmez.

Tsung Ç’u-k’o ve diğerleri Kül çur’dan hediyeler aldıktan son­ra aralarında görüşerek şu karara geldiler: Yü-şi-çung-ç’eng gö­revleriyle yükümlü Fung Kia-pin, bir komutanlık armasıyla bir­likte Kül çur’a güvence vermeye gidecek; imparatorluk mührüy-le mühürlenmiş bir mektup götüren yü-şi Lü Şu-su Dört Garni-zon’a yerleşerek Kuo Yüan-çen’e danışmanlık yapacak; Kan, Le-ang ve daha batıdaki bölgelerde asker toplama yetkisiyle An-si as­keri vali yardımcısı tayin edilen Niu Şi-tsiang, aynı zamanda Ti­betlileri So-ko’ya karşı savaşmaya davet edecek.

Saraya at sunmak için So-ko tarafından gönderilen Suo-la, Ç’u-k’o’nun projelerini öğrenince So-ko’ya haber vermek için apar topar döndü. So-ko, aynı gün, An-si’den (Kuça’dan) beş bin, Po-huan (Yeke-arık)dan beş bin, Yen-k’i’den (Karaşar’dan) beş bin ve Su-le’den (Kaşgar’dan) çıkan beş bin süvariyi savaşa hazır­ladı. O sırada Yüan-çen Kaşgar’da, etrafı kazıklarla takviye edil­miş nehir kalesindeydi, yerinden ayrılmaya cesaret edemedi. Kül çur da Ki-şu342 nehir kalesindeydi ve Feng Kia-pin’le görüşmeyi bekliyordu. So-ko’nun aniden ortaya çıkan kuvvetleri Kül çur’u canlı yakalayıp, Kia-pin ve adamlarını öldürdüler. Lü Şu-su peri­şan halde bulduğu uzak bir şehre vardı. So-ko askerleri Niu Şi-tsiang’ı da Ho-jao şehrinde öldürdüler ve An-si’yi ele geçirdiler (708). Dört Garnizon’a giden yol kesilmişti.

342 Pei-şi (XCVII, s. 6 r°) Kuça’nın 300 li güneyinde doğu yönünde akan Ki-şu adında büyük bir nehir bulunduğunu kaydetmektedir. Bu tanımlama, Sü Sung’un da doğru tespit ettiği gibi, (Si yü şui tao ki, II, s. 8 v°) Ki-şu nehrini Kuça’nın güneyinde Tarım’a verilen Er-kü nehriyle özdeşleştirme imkanı vermektedir. Metindeki kare şek­li müstahkem bir kaleye işaret ediyor almalı, kale nehir yakınında olduğu için Ki-şu nehir kalesi denmiştir.

(Tsung) Ç’u-k’o, saraya bir dilekçe vererek Kuo Yüan-çen’in yerine Çeu İ-ti’nin kumandan tayin edilmesini, ortadan kaldır­mayı tasarladığı Yüan-çen’in geri çağrılmasını, A-şi-na Hien’in On Okların kağanı olarak atanmasını ve So-ko’nun dizginlenme­si için Yen-k’i’ye (Karaşar’a) bir ordu yerleştirilmesini istedi.

So-ko, Yüan-çen’e şu mealde bir mektup gönderdi: “Esasen benim Çin’e karşı bir düşmanlığım yok. Bizim düşmanımız sa­dece Kül çur’dur. Halbuki başbakan Tsung (Ç’u-k’o) Kül çur’-dan altın aldıktan sonra benim kabilelerimi haksız yere kırma kararı aldı. Çung-ç’eng Feng (Kia-pin) ve askeri vali Niu (Şi-tsi-ang) birbiri ardı sıra geldiler. Ben ve adamlarım elimiz kolumuz bağlı ölümü beklemeli miydik? Ayrıca Şe Hien’in gelmek istedi­ğini duyuyorum; bu, askeri karakollarda ve eyaletlerde sadece kargaşa ve sıkıntıya sebep olacaktır. Korkarım ki, artık barış do­lu günler geride kalmıştır. Büyük komiser, sizden ricam bu me­seleleri halletmenizdir.”

Kuo Yüan-çen, So-ko’nun meselesini arzetmek için saraya bir rapor sundu. Bu rapora kızan Tsung Ç’u-k’o, Yüan-çen’in saçma projeleri olduğunu belirten bir dilekçe verdi. Bunun üzerine Yü­an-çen, oğlu Kuo Hung’u dolaylı yoldan olup bitenleri izah et­mek için gönderdi. Sonunça Çeu İ-ti suçlu bulundu ve Pe ilçesi­ne sürgün gönderildi. Arkasından Yüan-çen İ-ti’nin yerine tayin edildi; So-ko’nun suçları bağışlandı ve bir fermanla on dört bo-yun343 kağanı ilan edildi. Kuo Yüan-çen saraya bir rapor sunarak Batı bölgesinin henüz sakinleşmediğini ve ortalığın yatıştırılması için bir şeyler yapılması gerektiğini belirtti. Sonra orada kaldı ve başkente tekrar gelmeye cesaret edemedi. Bu olaylar üzerine Tsung Ç’u-k’o ve hempâları ölüm cezasına çarptırıldılar. Jui-tsung tahta çıktığında (710) (Çuo Yüan-çen’i) getirtti ve in-ts’ing-kuang-lu-ta-fu seviyesine çıkararak t’ai-pu-k’ing ilan etti.

343 On dört boy tanımı başka hiçbir yerde geçmemektedir.

İkinci king-yün yılı (711), çung-şu yönetiminde üçüncü dere­ceden bir memur olarak, Sung King’i iç işlerinden sorumlu bakan başkanlığına getirdi. Kısa süre sonra savaş işleri bakanlığı başka­nı görevine getirildi ve Kuan-t’ao kazası fahri dükü unvanı aldı. Bu sırada Kua Yüan-çen’in yaşlı babası (Kuo) Ngai, kendi kasa­basında yaşıyordu; ona Tsi eyalet valisi unvanı verilmek istendiy-se de, evvelce olduğu gibi emekli olarak kaldı. O yılın kış ayların­da Kuo Yüan-çen, Wei An-şi, Çang Yüe ve diğerleriyle birlikte hükumette görev almaktan vazgeçtiler.

Birinci sien-t’ien yılı (712) (Kuo Yüan-çen) Şo-fang askeri ka­rakolu büyük yönetici generali atandı. Orduların sefer sırasında toplanabilecekleri bir yer olması için ilk defa çevresi surla çevrili Ting-yüan şehrini kurdurdu. Şu anda dahi şehir bu amaçla kulla­nılmaktadır.

Yüan-çen, bir sonraki yıl (713) çung-şu yönetiminde üçüncü dereceden memur sınıfına yükseltildi. Sonra Siao Çi-çung, Tu Huai-çeng ve diğerleri, Prenses T’ai-p’ing tarafını tutarak gizli bir isyan hazırladılar. Hsüan-tsung, asileri bastırmak için yü-lin has­sa birliklerini gönderdi. Jui-tsung, ç’eng-t’ien kapısının üzerine çıktı ve Kuo Yüan-çen askerlerinin başına geçerek bizzat impara­toru korudu.344 İsyan yatıştırılıp, alınması gereken tedbirler tar­tışıldıktan sonra, Kuo Yüan-çen Tai Krallığı’nın fahri dükü unva­nıyla ödüllendirildi, dört yüz ailelik bir dirlikten başka, bin par­ça ipek hediye edildi.

344 Bkz. Tse-çi t’ung kien, birinci k’ai-yüan yılının 6. ve 7. ayları (713) ve Gaubil, Abrege de l’histoire, t. XVI, s. 5-6 - Prenses T’ai-p’ing, 712 yılında oğlu İmparator Hsüan-tsung lehine tahttan feragat eden Jui-tsung’un özbeöz kızkardeşiydi.

Daha sonra bir imparatorluk fermanıyla aynı sırada yü-şi-ta-fu ve imparatorluğu Türklere karşı birleştirmesi için Şo-fang büyük yönetici generali yapan başkomutan arması sahibi olarak atandı. Yola çıkmadan önce, Hsüan-tsung Li dağında askeri talimler yap­tırdı. Birlikleri düzenli olmadığı için Kuo Yüan-çen hatalı bulun­du ve ibret olması için büyük sancağın dibinde infaz edilmesine hükmolundu. Liu Yu-k’iu ve Çang Yüe imparatorun atının dizgi­nini tutarak “Kuo Yüan-çen ülkeyi savunup, yardımcı olmak için mükemmel tedbirler almıştır; suçu ne olursa olsun affedilmesi gerekir” dediler. Böylece suçu bağışlandı ve Sin ilçesine sürgün edildi.

Fakat bilâhare sabık hizmetleri göz önünde tutularak Jao eya­leti se-ma’lığına getirildi. Ününe son derece güvenen Yüan-çen, ideallerini gerçekleştiremediği için oldukça üzüldü. Yolda hasta­lanıp öldü. Onunucu k’ai-yüan yılı (722) kendisine “imparator­luk mirasının ikinci muhafızı” nişanı verildi ve anısına yirmi bö­lümlük edebi eserler yazıldı.

***

IV
BUDDİST HACILAR

Prabhâkaramitra’nın Biyografisinden

Siü kao seng çuan, III, s. 1 r°

Merkezi Hindistan din adamlarından olan Prabhâkaramitra (bkz. Bunyiu Nanjio, Catalogue, Appendix II, n. 132), kuzeyli bar­barları kendi dinine döndürmeye karar vermişti; “böylece kimi kilise adamı, kimi laik on yol arkadışıyla birlikte, adım adım ku­zeye doğru ilerledi. Batı (Türklerinin) kağanı Şe-hu’nun askeri kampına geldi. Ona Buddizm ilkelerini öğreterek teşvik etti. He­nüz on gün geçmeden, barbar hükümdarın kendisine itimat etti­ğini ve oldukça itaatkâr olduğunu gördü. (Şe-hu Kağan) her gün (Prabhâkaramitra ve yol arkadaşlarına) yirmi kişilik gıda madde­si veriyor, sabah akşam hürmetli bir şekilde hediyeler sonuyordu. (Prabhâkaramitra’nın) dindar ve laik yol arkadaşları, fevkalade bir muamele görüyorlardı. Her geçen gün daha çok güleryüz ve daha fazla hürmet gösteriliyordu. Dokuzuncu Wu-ti yılı (626), Kao-p’ing kralı barbarlara elçi olarak gitmek için Çin’den hareket etti. O ve Prabhâkaramitra bu şartlar altında görüştüler. (Prabhâ-karamitra), bu fırsattan yararlanarak doğuya gitmeye hazırlanı­yordu; ama Şe-hu ve adamları onu alıkoyarak gitmesine izin ver­mediler. (Kao-p’ing) kralı durumu bir raporla imparatora bildir­di. İmparator ise Prabhâkaramitra’yı yanına çağıran bir ferman çı­kardı, böylece o, Kao-p’ing’in refaketinde imparatorun yanına gitti ve aynı yılın (626) on ikinci ayında başkente vardı.

Batı Türkleriyle ilgili bilgileri aktarırken, Çin sarayından bir kızla evlenme talebinde bulunan Türk hükümdarının isteğini tar­tışmak için imparator tarafından T’ung şe-hu Kağan’ın otağına gönderilen Kao-p’ing kralı Tao-li’den söz edildiğini görmüştük. -Prabhâkaramitra ve yol arkadaşlarının T’ung şe-hu Kağan nez-dinde elde ettikleri başarı, Hsüan-tsang’ın dört yıl sonra bu prensden gördüğü hüsn-ü ikbali açıklamaktadır.

***

Hsüan-tsang’ın Hayatı ve Hatıraları’ndan

Burada, Batı Türkleri konusunda Hsüan-tsang’ın hayatı ve se-yahatleriyle ilgili yazılar arasına serpiştirilen vakıaları bir araya toplamayı tasarlıyoruz. Bu yazıların ana kısımları, bu hacıyı biz­zat tanıyan din adamı Hui-li’nin kaleme aldığı ve Yen-ts’ung’un 688’da notlarla birlikte istinsah ettiği Hsüan-tsang biyografisin­den, diğer kısımları ise Pien-ki’nin 648’de Hsüan-tsang’ın notları ve rivayetleri üzerine kaleme aldığı Si yü ki’den (Batı Ülkeleriyle İlgili Hatıralar’dan) oluşmaktadır. Bu iki eser Stanislas Julien ta­rafından çevirilmiştir ve ben yeri geldiğinde gerekli tashihler ya­parak onun çevirisini tercih ediyorum.

Hsüan-tsang, üçüncü çeng-kuan yılının (639) sekizinci ayın­da Ç’ang-an’dan yola çıktı.345 Leang-çu ve Kua-çu’yu geçip, çok büyük tehlikeler altında tek başına çölü aştıktan sonra Hami’ye geldi. Hami’den sonra “Kanun’un Sahibi Kagan-stupa yoluna düşmek niyetindeydi.”346 O sıralar Guçen’in güneybatısındaki Bişbalık şehrine Kağan-stupa deniliyordu. Kao-ç’ang kralı K’ü Wen-t’ai’ın bir emir mesabesindeki daveti, hacımızı güzergahını değiştirmek zorunda bıraktı. Tanrı Dağları’nın kuzeyinden geç­mek yerine Turfan’a giden güney yoluna sapmak zorunda kaldı. Kao-ç’ang kralı onu sağ olarak yanında tutmak istiyordu; fakat Hsüan-tsang’ın kendisini zorla alıkoyması halinde ölüm orucu tutacağı şeklindeki itirazı üzerine hürriyetini iade etme kararı al­dı; ancak, geri dönerken yanında üç yıl kalacağı konusunda söz aldı. Fakat bu taahhüt yerine getirilmedi. Çünkü Kao-ç’ang 640’da Çin tarafından ortadan kaldırılmış, Hsüan-tsang da 644-645’den önce dönmemişti. Her ne kadar Çin asıllı ise de, K’ü Wen-t’ai Batı Türkleriyle sıkı münasebetler içindeydi, çünkü T’ung şe-hu Kağan’ın büyük oğluna kızını vermişti. Dolayısıyla Hsüan-tsang’a Batı Türkleri hakan-ı kebiri nezdinde ehemmiyet arzeden tavsiye mektupları yazmış olabilir.

345 Vie de Hiuen-tsang, Julien çev., s. 14; s. 286’dan: Hsüan-tsang ken­disinin üçüncü çeng-kuan yılının (burada üçüncü yılı kelimesi Ju-lien tarafından atlanmıştır) dördüncü ayında hareket ettiğini belirt­mektedir; - ancak, sekizinci ay, onun hareket tarihini olduğu gibi gösteren (ve Julien tarafından çevirilmeyen) Si yü ki’nin son sözün­de belirtilmiştir. King Po’nun Si yü ki’ye koyduğu önsöz ve Siu kao seng çuan içindeki Hsüan-tsang biyografisi (blm. IV) seyyahın çeng-kuan yılının üçüncü ayında hareket ettiğini göstermektedir.

346 Bu cümle Julien tarafından yanlış anlaşılmış ve çevirisinde (Vie, s. 32) şu şekilde gösterilmiş: “Le Maitre de la Loi avait d’abord l’in-tention d’aller visiter le Stoûpa du Khan (des Turcs)”.

Hsüan-tsang’ın Turfan’dan Tokmak’a giderken takip ettiği gü­zergahı detaylı olarak vermiştik (Bkz. A güzergahı). O sırada av­lanmakta olan Şe-hu Kağan’la da Tokmak civarında karşılaşmıştı. Hacımız, gördüğü bu unutulmaz manzarayı çarpıcı bir dille tav­sif etmektedir: “Bu barbarların atları sayılamayacak kadar çoktu. Han, tüm saçlarını gösteren yeşil saten bir palto giymişti. Sadece alnına on kadem uzunluğunda, birkaç kat dolandıktan sonra sır­tına düşen ipek bir şerit bağlamıştı. Çevresinde brokart paltolu, saçları örülü iki yüz kadar yaveri vardı. Birliklerin geri kalanı de­ve veya ata binmiş, kürkler ve yumşak yün elbiseler giymiş, uzun sancaklı, uzun mızraklı ve düz yaylı süvarilerden oluşuyordu. Konvoy öylesine uzundu ki, insan kuyruğun sonunu göremiyor-du.” (Julien çev., s. 55)

Hsüan-tsang’ın uzun süre istirahat ederek Leang-çu’dan Kua-çu ve Kao-ç’ang’a geçtiği, Turfan’dan Issık Göl’e kadar pek çok menzili mecburen biraz hızla katetmek zorunda kaldığı zamanı göz önünde bulundurursak, 629 yılının sekizinci ayında Si-an fu’dan hareket eden (hacının) Tokmak’a ancak 630’un ilk ayların­da varmış olabileceği âşikârdır.

Demek ki T’ung şe-hu Kağan 630’da henüz hayattaydı ve onun 628’de öldüğü şeklindeki müşahedeyi yanlış kabul etmek gerekir.347 Diğer yandan T’ung şe-hu’nun haleflerinden Si-p’i Kağan 630’da hükümran olarak zikredildiğine göre, T’ung şe-hu’nun Hsüan-tsang’ın geçip gitmesinden kısa süre sonra 630’da vefat ettiği neticesi çıkarmak gerekir.

347 Burada şu itirazlar yapılabilir: Şe-hu Kağan, Batı Türk prenslerinin kullandığı ortak bir unvandır; Hsüan-tsang’ın ziyaret ettiği Şe-hu Ka ğan’ın başka biri değil de, T’ung şe-hu olduğu nasıl ispat edilebilir? Bu sorunun cevabını Şe-hu Kağan’ın oğlu Si şe-hu Kağan’ın söz ko­nusu edildiği Si yü ki metni (Julien çev., I/30) vermektedir. Si şe-hu Kağan’ın babası her halükârda T’ung şe-hu Kağan olduğuna göre, bu sonuncusu, Hsüan-tsang’ın Şe-hu Kağan diyerek söz ettiği kişidir.

Hacımız gitme izni aldıktan sonra, kağan ona hizmet etmesi ve hakanlığın güneydeki en uç sınırı Kapiça’ya kadar yol göster­mesi için genç birini vermiştir.348

348 Vie, Julien çev., s. 58.

Hsüan-tsang, Tokmak’ın 400 li batısında ve Talas’a 150 li me­safede, biri Çince, diğeri Türkçe “Bin bolak” anlamına gelen Ch’ien-Ch’üan [Min Bulak] veya Bin-göl topraklarına ulaşmıştı. Burası, kağanın yaz aylarını geçirdiği en gözde yaylak idi. Burada evcil geyik sürüleri vardı ve onları öldürenlere ölüm cezası ko-nulmuştu.349

349 Vie, s. 58-59; Memoires, I/13-14.

Hsüan-tsang, Talas’ın (Evliya-Ata’nın) 200 li güneybatısında­ki Pe-şui veya Aksu şehrine varmıştır ki, Arap yazarların İsficab dediği şehirdir. Bu şehrin yeri tam olarak tespit edilememiştir,350 ama Çimkent’in kuzeybatısına oldukça yakın bir yerde bulunu­yor olması gerektiği âşikârdır. Burası, Tu-lu Kağan’ın 642’de sığı­nıp Nu-şi-pi kabilelerin saldırısına maruz kaldığı şehirdir.

350 Richthofen, China, I/543, n. 1; Watters, dans China Review, XIX/123.

Si yü ki’nin yazarı, seyahati esnasında geçip gittiği Çac (Taş­kent) ve Satruşna’nın (Ura-tübe) T’u-küe’lere bağlı hükümdarlar tarafından yönetildiğini kaydetmektedir.351

351 Memoires, I/16, 18.

Hacımız, Keş (Şehr-i-sebz)in güneyinde meşhur Demirkapı ge­çidini geçmiştir. “Burası, demektedir biyograf, Türklerin sınırını teşkil etmektedir.”352 Esasen bu geçit Soğdiyana ile Toharistan’ı birbirinden ayırıyor ve Türkler’in henüz Soğdiyana ötesine uzan­madıkları dönemdeki sınırını teşkil ediyordu; ama Hsüan-tsang döneminde Türkler bu eski sınırı aşıp İndus’a dayanmışlardı.

352 Vie, s. 61.

Amu-derya’nın kuzeyindeki Hu-lu-mo (Harun) ve Şu-man beyliklerine gelince, hacımız, her iki ülkede hüküm süren kralla­rın Hi-su T’u-küe’lerinden veya Julien’in çevirdiği gibi Hi-su adlı Türk kabilesindendir. Bu Hi-su adı, Şu-man şehri 661’de T’ien-ma Hükumeti’ne payitahtlık eden Kie-su Krallığı’nın adındaki Kie-su şeklini hatırlatmaktadır.

Hsüan-tsang, Amu-derya’yı geçtikten sonra payitahtı şimdiki Kunduz olan ve nehrin güney yakasında yer alan Huo ülkesine ulaştı.353 “Hükümdar, Demirkapı’nın ortasında yer alan tüm kü­çük beylikleri yöneten bir Türk’dür.354 Hsüan-tsang’ın 630 yılın­daki ziyareti sırasındaki bu hükümdarın adı T’ung şe-hu’nun bü­yük oğlu Ta-tu Şad’dı. Kao-ç’ang kralının kızı olan hanımını kay­betmiş ve çok geçmeden kendisi de terk-i dünya eylemişti. “Onun (yani Ta-tu Şad’ın) daha sonra evlendiği355 hatunu gençti.356 Ön­ceki oğlunun357 entrikası sonucunda kocasını zehirledi. Ta-tu ölünce, meteveffa Kao-ç’ang prensesinin oğlu henüz küçük yaşta olduğu için, iktidar tegin unvanı taşıyan önceki oğul tarafından gaspedildi; şad derecesine yükseldi ve ayrıca kayınvalidesiyle ev­lendi.” Gasıp358 da Hsüan-tsang’a iyi davrandı ve hacı 643 veya 44’de geri dönerken T’ung şe-hu Kağan’ın Toharistan’ı yöneten ve bilâhare yabgu olan bu küçük oğlunu359 tekrar ziyaret etmeyi ih­mal etmedi ve yanında bir ay kaldı.

353 Julien (Vie, s. 268) dikkatsiz bir şekilde “payitaht nehrin (Amu-derya’nın) doğu sahilinde yükselmektedir” diye yazmaktadır.

354 Memoires, II/193.

355 Yani Kao-ç’ang kralının kızı olan hanımının ölümünden sonra.

356 Julien (Vie, s. 62) şöyle çevirmiş: “Daha sonra Ta-tu, Kho prense­sinin genç kızkardeşiyle evlendi.” Metinde % yerine şeklinde geçen işaretten kaynaklanan bu ters anlam, tüm metni anlamsız bir şekle sokmuş.

357 Yani Ta-tu Şad’ın daha önce başka bir hanımdan olan oğlu; metnin devamı, bu oğulun o sıralar yetişkin biri olduğunu ve annesinin müteveffa Kao-ç’ang prensesi olmadığını göstermektedir.

358 Tabi ki Julien’in belirttiği gibi (Vie, s. 64) Ta-tu Şad değil.

359 Julien’in çevirdiği gibi (Vie, s. 268) “yeğen” değil. Bu prens, görül­düğü gibi, T’ung şe-hu Kağan’ın büyük oğlu Ta-tu Şad’ın oğluydu.

Hsüan-tsang, Kunduz’dan ayrıldıktan sonra yolu üzerindeki Belh’e uğradı. Si-yü-ki’nin bu şehirle ilgili verdiği bilgide “şu son zamanlarda” Şe-hu Kağan’ın oğlu Si şe-hu Kağan’ın tapınağı yağ­malamak niyetiyle Belh açıklarında kamp kurduğu; fakat gelişin­den bir gece sonra rüyasında tanrı Vaiçramana’nın yaptığı hare­ketten dolayı onu lanetleyerek mızrağını sapladığını gördüğü ve kısa süre sonra öldüğü kaydedilmektedir. Bu müşahede, Si şe-hu Kağan’ın son nefesini verdiği Soğdiyana’ya kaçmak zorunda kal­dığını belirten iki T’ang tarihinin metinlerini tashih ve tavzih et­mektedir. Diğer yandan Si şe-hu Kağan’ın halefi Tu-lu Kağan’ın 630 yılında Çin sarayından kağanlığını onaylayan bir belge aldı­ğı ve muhtemelen 632 veya 633’de öldüğünü öğreniyoruz.

Kapiça’ya vasıl olan Hsüan-tsang, Türk hakimiyet alanının gü­ney sınırına ulaşmıştır. Kapiça önemli bir krallıktı ve her ne ka­dar daha sonra olduğu gibi Udyana’yı sınırlarına henüz ilhak et­memişse de, Gandahar’a tâbi idi.360 İndus nehri sahilindeydi. Seyyahımız geri dönerken Kapiça kralıyla İndus nehri sahiline yakın yerde bulunan Utahanda’da361 buluşmuş ve kral tüm bu devletlerden geçen hacıya refakat etmiş; onu İndus’tan Lamgan’a götürmüş, arkasından Fa-la-na362 ve Arrohac (Ch’ao-kü-ç’a)ya, oradan da Türk halkından bir kralın yönettiği Fo-li-şe-sa-tang-na’ya363 geçirmiştir.

360 Memoires, I/104.

361 Bu şehrin mevkisi için bkz. Cunningham, The ancient, s. 52-57.

362 Vie, s. 264.

363 Fa-la-na’nın yerini tam olarak tespit etmek zordur; bu konuda Marquart’ın tartışmasına bkz. (Eranshahr, s. 273-277).

Hsüan-tsang’ın seyahatleri, 630’da doğuda Turfan’dan güney­de İndus nehri sahillerine kadar uzanan toprakları hakimiyet al­tına alan Batı Türk Hakanlığı’nın genişliğini de göstermektedir.

Wu-k’ung’un güzergahından364

364 1013’de yayınlanan büyük Ts’e-ju yüan kui ansiklopedisi (Bibl. na. Nou. Fonds chinois, n. 548) son bölümlerinde Çin’in Batı ülkele riyle olan ilişkileri tarihi açısından büyük ehemmiyet arzeden bazı resmi belgeleri ihtiva etmektedir. Bu belgelerin tamamı İmparator Hsüan-tsung’un (713-755) hükümranlık yıllarına aittir. Ben bunla­rı kronolojik düzene göre tanzim ettim. Çince metinde pek çok ha­ta olduğu için, gerekli olduğunu düşündüğüm tashihleri notlar ha­linde belirttim.

Wu-k’ung’un seyahatlerinin kısaltılmış hikayesi Daça bala sût-ra’nın (Japon Tripitakası, cilt XXV, cüz 15, s. 67 v° - 69 r°) yeni Çince çevirisinin girişini oluşturmaktadır. Journal Asiatique’deki çevirisi M. Sylvain Levi ve bendeniz tarafından yapılmıştır. (Sept.- Oct. 1895, s. 341-384).

Wu-k’ung, 751’de Kapiça büyükelçisini götürmekle yükümlü muhafızlar arasında bulunan bir Çinliydi; Gandahar’a gelmiş, orada hastalanmış ve yol arkadaşlarıyla birlikte Çin’e dönenemiş; ama iyileşince din adamı olmuş ve ülkesine ancak 790’da dön­müştür.

Wu-k’ung, 759’dan 764’e kadar Kaşmir ve Gandahar’da dolaş­mıştır. Bu krallıklarda adını verdiği tapınaklar arasında bazıları Türk prensleri tarafından kurulmuştu ve yaklaşık bir yıl önce Türk hakimiyetinin yayılış döneminin hatırasını yaşatıyordu. Ör­neğin Kaşmir’de Türk hükümdarı tarafından kurdurulan ‘hatun tapınağı’ ile yine Türk hükümdarının oğlu tarafından bina ettiri­len Ye-li tegin tapınağı dikkat çekmekteydi. Bu Ye-li tegin adı, muhtemelen Dineveri’nin Yel tegin dediği (bkz. Nöldeke, Gesc-hichte, s. 272, n. 2) kişidir ki, Behram Çubin tarafından mağlup ve esir edilen Buhara bölgesi prensi Barmuda ile aynı şahıstır. Gan-dahar’da ise Wu-k’ung’un gördüğü tapınaklar arasında Türk hü­kümdarının oğlu tarafından kurulan tegin şa mabedi ile yine Türk hükümdarının hanımı tarafından kurdurulan ‘hatun mabedi’ yük­selmektedir. Bu tapınaklardan ilkine adını veren tegin şa, Marqu-art’ın farazi olarak teklif ettiği gibi (Eranshahr, s. 291), 739’da Ka­piça kralı olan U-san tegin şa ile muhtemelen aynı kişidir.

***

V
TS’E-FU YÜAN KUI’DEN NOTLAR

Blm. 964, s. 12 r°

Beşinci k’ai-yüan yılının (717) beşinci ayında imparatorluk fermanıyla Pu-lü Krallığı hükümdarı Su-fu-şo-li-çe-li-ni’ye365 Pu-lü kralı unvanı verildi. Fermanda şu satırlar yer alıyordu:

365 Su-fu-şo-li-çe-li-ni, Büyük Pu-lü kralı idi.

“Yıl sırası ting-se olan beşinci k’ai-yüan yılı, birinci günü keng-tse’ye tekabül eden beşinci ayın ping-in gününe rastlayan on ye­dinci gün, imparator buyurdu: İmdi, bilgelere benzeyenler ve er­demlilerin izlerini takip edenler,366 yalnızca Çin’de bulunmazlar; bir hanedan kurmak ve tevarüsen bir haneyi devam ettirmek söz konusu olduğunda, değişik göreneklere sahip halklar arasında fark yoktur. Ve siz de Pu-lü Krallığı hükümdarı, âli mertebeli Su-fu-şo-li-çe-li-ni, nesilden nesile, (siz ve atalarınız) kalplerinde sadakat ve hürmet besleyen şefler oldunuz. Samimiyetinizi uzaktan izhar edip, görevlerini ifa etmeyi ve verginizi vermeyi bildiniz. Sie Çi-sin, uzak (vadeli) planlarını uygulayabilmiş ve sayenizde Kuo K’ien-kuan367 yeterli miktarda askere sahip olabilmiştir. Yu-ç’eng kralının başını teslim edişini göreceğiz; Hiung-nuların kanadını kırpmakla nasıl yetinebiliriz?368 Bu yüzdendir ki sizin Pu-lü kral­lığının hükümdarı olmanızı emrediyorum. Çin takvimini uzun sü­re muhafaza edebilmeniz,369 halkınıza barış, ülkenize güvenlik sağlayabilmeniz ve bu başarının sizden sonrakilere de sirayet etme­si için mükemmel bir şekilde başlamalı ve mükemmel bir şekilde bitirmelisiniz. Gidiniz ve bunu göz önünde bulundurunuz. Bu res­mi fermanı almakla başlayacak ve size vermekle şereflendirdiğim bu beratı gözeteceksiniz. Nasıl dikkatli olmazsınız ki?”

366 Yani selefleri gibi bilgeliğe ve erdeme sahip olanlar.

367 An-si (Kuça) askeri vali yardımcısı olan Kuo K’ien-kuan’ın biyografisi T’ang-şu’nun CXXXIII. bölümünde yer almaktadır, orada komşu Büyük Pu-lü’ye düzenlenen bir seferden kesinlikle söz edilmemektedir.

368 Han hanedanından İmparator Wu döneminde Ta-yüan’a karşı Ge- neral Li Kuang-li’nin düzenlediği meşhur seferlerle ilgili tarihi bir gönderme. O sıralar Çin hükumeti birinci planda şimdiki Kan-su eyaletinde yer alan Su-çu, Leang-çu, Kan-çu ve Tun-huang bölgesini işgal ederek Hiung-nuların sağ (batı) kanadını kesmeyi hedef almıştı, ama orduları ancak Ta-yüan topraklarına kadar varabildi. M. Ö. 102’de Ta-yüan’ın doğusundaki Yu-ç’eng kralı, bir Çin elçisinin katledilmesinin intikamını almak amacıyla ölüme mahkum edildi. (Bkz. Se-ma Ts’ien, CXXIII).

369 Harfi harfine “birinci ayın birinci gününü uzunca karşılamak” yani yılı Çin takvimince belirtilen şekilde kabul etmek. Bilindiği gibi Çin, takvimini hükümranlığını kabul ettirmenin işareti olarak görüyordu.

Blm. 999, s. 14

Altıncı k’ai-yüan yılının (718) on birinci ayının ting-wei gü­nü, A-şi tegin Pu-lo,370 imparatora şu şikayette bulundu: “Toha-ristan yabgusu (ağabeyimin)371 emri altında, değişik krallık, ge­nel vali ve valilerden oluşan ikiyüz on iki reislik bir meclis var­dır. Sie-yü (Zabulistan) kralı iki yüz bin süvari ve askeri kuman­da ediyor; Ki-pin (Kapiça) kralı iki yüz bin asker ve süvariyi ku­manda ediyor; Ku-t’u (Huttal) kralı, Şe-han-na (Kurân)372 kralı, Kie-su (Şuman) kralı, Şe-ni (Şignan) kralı, İ-ta (Eftalit)373 kralı, Hu-mi (Wahan) kralı, Hu-şe-kien (Cüzcan)374 kralı, Fan-yen (Bamyan) kralı, Kiu-yüe-to-kien (Kubadiyan veya Kuvadiyan)375 kralı ve Pu-t’şan (Badahşan) kralı, bunların her birinin elli bin sa­vaşçısı var. Dedemden ve babamdan şu anki hükümdara kadar (tüm) (Toharistan kralları) hep bu değişik krallıkların hüküm­darları olmuşlardır.376 Barbarlar onlara oldukça saygı duyarlar. Ağabeyim P’an-tu-ni-li, ekber evlat olmanın sağladığı hakla meş-rû kral oldu. Daha önce bir heyetle birlikte gelen elçinin getirdi­ği bir arma ve kendisini kral atayan bir imparatorluk buyruğu ile bu hakkı elde etti. Zaten Toharistan yabguları birçok kuşaktan günümüze kadar büyük T’ang hanedanına samimi olarak bağlı kalmışlar; bağlılıklarını göstermeyi ve vergilerini sunmayı hiç aksatmamışlardır. Araplar ve Tibetlilerle sınırdaş olan krallığımızın doğu yönü esasen Çin’in güçlü bir batı kalesi gibidir. Ağabeyim sürekli olarak emrindeki asker ve süvarileri seferberlik halinde tutarak, haydutlarla savaşmak için tedbirler almıştır; Çinli gene­rallerle bilgi alış verişinde bulunmaktadır; görüşleri ve sözleri makul bulunmuş, böylece sınır bölgelerindeki işgal ve saldırıla­rın önü alınmıştır.

370 Metnin aşağı kısımlarında Pu-lo’nun ülkesinde sahip olduğu mev-kiye işaret eden sözlerinden bunun bildiğimiz tegin unvanı değil, bir memuriyet olduğu anlaşılıyor. A-şi kelimesi ise Toharistan yab-gularının mensup bulunduğu Türk prens ailesi A-şi-na’nın kısalt­ması olsa gerektir.

371 Toharistan yabgusu P’an-tu-ni-li, T’ang-şu’da Na-tu-ni-li olarak geçmektedir (blm. CCXXI, b, s. 4 v°, bkz. s. 157) : “Birinci şen-lung yılında Kral Na-tu-ni-li saraya bağlılığını bildirmeye gelen kardeşi Pu-lo’yu gönderdi; o, muhafızlar eşliğinde geri gönderildi.”

372 Şe-han-na’yı yukarı Kökce’deki Kurân bölgesiyle özdeşleştiriyoruz; çünkü Çinliler buraya Kü-lan =Kurân ilçesini yerleştirmektedirler.

373 Kie-su Krallığı’nın payatihtı Arapların Şuman dedikleri Şu-man’dı.

374 Kuteybe b. Müslim tarafından 91 H. (709-10) yılında öldürülen Ni-zak Tarhan Badegis’de yaşayan bir Eftalit prensiydi. (Marquart, E-ranshahr, s. 67 ve 150).

375 Ben, bu ülkeyi, Yeu yang tsa tsu’nun (X, s. 9 r°) hakkında şu bilgi­leri verdiği Kü-to-kien Krallığı’yla özdeşleştiriyorum: Bu ülkede, “Amu-derya’nın ortasında, bir kum setin üstünde kutsal ateş tanrı­sına ait bir tapınak (yani bir Mazdeen tapınağı) bulunur; rivayette kutsal tanrının buraya olağanüstü bir araçla Pers Krallığı’ndan gel­diği, burada devamlı mucizeler görüldüğü için bir tapınak yapıldı­ğı anlatılmaktadır. Tapınakta hiçbir resim yoktur. Ana salonun al­tında ateşgede vazifesi gören biri büyük, diğeri küçük iki bina var­dır. Damın uç kısımları batıya dönüktür, insanlarsa tapınmak için doğuya dönerler. Burada bronz bir at vardır, orta boylu bir at bü-yüklüğündedir. Halkın anlattığına göre gökten inen bu at, arka ayakları toprağa gömülürken, ön ayaklarıyla şahlanarak yüzünü (ateş) tanrısına dönmüş, çok eskilerden beri defalarca ayaklarını görmek için toprağı kazmışlar, ama kırk elli kadem kazmalarına rağmen bir türlü tırnaklarına ulaşamamışlar. Batı ülkeleri beşinci ayı yıl başı olarak kabul ederler. Her yılın ilk günü, Sir-derya’dan bir at çıkar. Altın rengindedir. Onun kişnemelerine bronz atın kiş­nemeleri karşılık verir. Sonra birden suya döner. En son olarak imansız Ta-şi (Araplar) kutsal tanrı tapınağına tahrip etmek niye­tiyle girdiler, fakat birden gürül gürül bir ateş yükseldi ve onlar da tapınağı yıkmaya cesaret edemediler.”

376 VIII. Yüzyıl başlarında Toharistan’ın gücünü tam olarak gösteren bu metin oldukça önemlidir.

Ağabeyim, defalarca imparatorluğun himmetine mazhar olup, Çin’in lutufları karşısında duyduğu mahcubiyetten dolayı saraya saygımızı sunayım ve tahtın merdivenleri altında hassa birlikleri arasında hizmet edeyim diye ben Pu-lo’yu gönderdi.377 En büyük arzum sadakatimi sunmak ve bir teba yahut bir hizmetkâr olarak yaşayarak hayatımı feda etmektir.

377 705’de.

Buraya geldiğimde, Çin göreneklerini bilmediğim için, Hung-lu se,378 Toharistan barbarlarına az çok ehemmiyet vermeden, daha düşük veya daha yüksek mevkiler arasındaki farkı göz önünde bulundurmadan, bana tevdi edilecek resmi unvanı belir­lemek için bir rapor hazırladı. Şahsen ben, Şe (Taşkent) ve Kuça krallıklarının ikisini de benimkinden daha küçük krallıklar ola­rak görürüm. Halbuki, bu krallıkların başında bulunan reisler ve­ya kralların oğulları saraya geldiklerinde, göze batan hiçbir hiz­metleri bulunmamasına rağmen, barbarlar nezdinde sahip olduk­ları itibar sebebiyle onlara üçüncü derecededen general unvanı verildi. Ama ben Pu-lo, bir teginim; halkım nezdinde mevkiim kraliyet ailesine mensup bir kişininkiyle denk kabul edilir; diğer krallıklardaki kral çocuklarından çok daha üstünüm. Buna rağ­men bana dördüncü dereceden çung-lang unvanı verildi. Şu anda P’o-lo-men (Hint) K’ü-t’an Kin-kang (Gatamavayra) ve K’iu-tse (Kuça) kralının oğlu Pe Hiao-şun gibi barbar krallarının oğul ve­ya kardeşleri, defalarca terfi ederek hassa muhafızları generalliği rütbesine kadar çıktılar. Yalnızca ben, büyük bir barbar reisi olan Pu-lo, imparatorun lutfuyla bana i-fu’nun çung-lang-tsiang’ı, sol askeri muhafızlar kumandanı unvanını bağışlayan fermanı aldı­ğım birinci şen-lung yılından (705) beri, yani on dört yıldan bu yana, uzun bir süre bir haksızlığın azabını yaşadım ve durumu­ma uygun bir rütbe alamadım. Bu haksızlıktan duyduğum ızdıra-bın şiddetini yenemiyorum.”

378 Hung-lu se’nin yabancı misafirleri kabul etmekle görevli yönetici olduğu bilinmektedir.

Hung-lu yöneticilerine bu haksızlıktan dolayı daha fazla sız­lanmaması için onun durumuna uygun bir derece tesbit edilme­si yönünde imparatorluk buyruğu çıkarıldı.

Blm. 999, s. 15

Yedinci k’ai-yüan yılının (719) ikinci ayında, An (Buhara) kra­lı Tu-sa (Tuğşada) po-t’i, bazı konuları gündeme getirdiği şu di­lekçeyi sunması için bir elçi gönderdi:

“Tebaanız Tu-sa po-t’i der ki: Tebaanız, Göğün lutfuyla tüm ka­inata hükmeden kutsal imparatora boyun eğen bir milyon li’lik bir zeminde, atlarınızın ayakları altında ezilen otlar ve toprak misali bir kulunuzdur. Bulunduğum şu uzak yerde ellerimi bağlıyor, diz çöküyor ve Majestelerinizin himmet ve celaletine göğe taptığım gi­bi tapıyorum. Buhara Krallığı’na sahip olduğumuz günden şu ana kadar, aile azalarım hiç kesintisiz tahtı birbirlerine devretmişlerdir. Ordularıyla ve başka şekillerde tüm samimiyetleriyle imparatorlu­ğa hizmet etmişlerdir. Son yıllardan şu ana kadar, her yıl Ta-şi (Arap) haydutların işgal ve vahşetlerinden bizar olduk ve ülkemiz­de huzurdan eser kalmadı. İmparatorluğun güçlü kollarıyla şu zor günlerde bana yardım etmesini bilhassa istirham ediyor, ayrıca T’u-küe’-şi (Türgiş?)lere yardımıma koşmaları için bir fermanla buy­ruk vermenizi rica ediyorum. Ben de askerlerimin ve süvarilerimin başına geçeceğim ve malum buluşma yerinde Ta-şilerin (Arapla­rın) kökünü kazıyacağız. İmparatorluğun istirhamıma uygun bir himmet göstermesini naçizane talep ediyorum. Şimdi hediye ola­rak iki İran katırı, bir müzeyyen Fu-lin (Suriye) halısı, on beş kilo Yü-kin parfümü ve yüz kin (60 kg) tabii şe-mi gönderiyorum.379 İmdi; bu hediyelerin ardından zat-ı âlilerinden şahsıma üçüncü de­receden bir unvan bahşetmesini rica ediyorum. Ayrıca hatun eşim, imparatoriçe hanımefendilerine iki ço-pi halısı ile bir adet süslü halı gönderiyor. Eğer imparator hazretleri lutfederlerse bana eyer­ler, koşumlar, silahlar, giysiler ve kemerler hediye edilmesini, ha­tun eşime de elbiseler ve allıklar verilmesini talep ederdim.”

379 Bu metin, hediyelerin T’ang-şu’nun belirttiği gibi 734’de değil, 719 yılında Çin’e gönderildiği anlaşılmaktadır.

Aynı ay, wu-ç’en günü, Kiu-mi (Kumed=Karategin) kralı Na-lo-yen (Nârâyana), imparatora şu talepnameyi gönderdi:

“Büyük dedem, dedem, babam, amcalarım, ağabeylerim ve kardeşlerim, uzun zamandan beri ve hatta şimdi büyük impara­torluğunuza samimi olarak bağlı kaldılar. Şu anda Araplar vahşet sergilemeye geldiler. Toharistan, Buhara, Taşkent ve Fergana kral­lıklarının tamamı Araplara boyun eğdi. Krallığımda, hazinemde ve mağazalarımda bulunan her şey, tüm değerli eşyalarım ve mü­cevherlerim ve hatta halkımın bütün serveti Araplar tarafından yağmalanıp götürüldü. İmparatorluğun himmeti sayesinde Arap­ların krallığımdan aldıkları haraçları geri verme emrini alacakla­rını naçizane ümit ediyorum. Ben ve tebaam, bu durumda sizin büyük imparatorluğunuzun batı kapısını uzun süre koruyabili­riz. Kulunuz, şavkınızla aydınlanmayı ümit ediyorum. Tebaanı­zın talebi budur.”

Aynı ay, keng-wu günü Semerkant kralı Wu-le-kia (Gurek) imparatora şu talepnâmeyi gönderdi:

“Tebaanız Wu-le-kia (Gurek) der ki: Tebaanız, Göğün lutfuy-la tüm kainata hükmeden kutsal imparatora boyun eğen bir mil­yon li’lik bir zeminde, atlarınızın ayakları altında ezilen otlar ve toprak misali bir kulunuzdur. Aile azalarım ve keza değişik Hu krallıkları uzun zamandan bu yana sizin büyük imparatorluğu­nuza içtenlikle bağlı kalmış, büyük imparatorluğunuza karşı hiçbir zaman isyan etmemiş, zarar vermemişler; aksine büyük imparatorluğunuza faydalı olabilmeye gayret sarfetmişlerdir. Şu anda bizler, tam otuz beş yıldır Ta-şi (Arap) haydutlara karşı sü­rekli savaşıyoruz; her yıl, imparatorluğun lutfundan faydalanıp askerlerinden herhangi bir yardım almadan kendi kalabalık as­ker ve süvarilerimizle sefere çıktık. Altı yıl önce, Arap başku­mandanı İ-mi K’ü-ti-po,380 (Emîr Kuteybe) kalabalık bir orduy­la buraya geldi. Bize saldırdı; düşmanlarımıza ağır bir bozgun verdirdik, ama biz de çok ölü ve yaralı verdik. Arap piyade ve sü­varileri aşırı kalabalık oldukları ve piyadelerimiz onlarla baş ede­meyecekleri için, surların arkasına çekinerek bekindim. Bunun üzerine Araplar şehri kuşattılar. Surların karşısına üç yüz man­cınık yerleştirdiler. Üç taraftan üç büyük delik açtılar. Şehrimizi ve krallığımızı yıkmak istiyorlar. Durumdan haberdar edilen im­paratorluktan şu zor günlerde yardımıma koşması için bir mik­tar asker gönderme lutfunda bulunmasını naçizane rica ediyo­rum. Şu Araplara gelince, onlar ancak bir yüzyıl güçlü olabilirler ki, bu yıl o yıllarının yekününün tükendiği yıldır. Eğer Çin or­duları buraya gelirlerse, ben ve tebaam, kesinlikle Arapları mah­vedebiliriz. Şimdi mükemmel bir at, bir İran devesi ve iki katırı saygıyla hediye olarak sunuyorum. Eğer zat-ı âlileri beni hediye­lerle şereflendirmek istiyorlarsa, bunlar, onları bana alıp getire­cek olan elçime verilsin. Talan edilmeyeceğini ümit ediyorum.”

380 Kuteybe b. Müslim’in 712 (Hicri 93) yılında Semerkant’ı muhasa­rası ima ediliyor. Gurek’in 719 yılının ikinci ayında Çin’e ulaşan mektubu, 718 yılında yazılmış olmalı. “Altı yıl önce” şeklindeki sözler de bunu göstermektedir.

Blm. 979, s. 7 v°

On ikinci k’ai-yüan yılında (724),381 Sie-yü (Zabulistan) kral­lığının tegini saraya saygısını sunmak için büyükelçi Lo-ho-pa’yı gönderdi. (Lo-) ho-pa şu mealde bir dilekçe sundu:

381 Aynı olayları muhtasaran nakleden Tei-çi t’ung kien (CCXII, s. 11 r°) Sie-yü kralının gönderdiği dilekçenin imparatora on ikinci k’ai-yüan yılının (724) onuncu ayının ting-yu günü sunulduğunu kaydetmek­tedir.

“Sie-yü (Zabulistan) Krallığı, Ku-şe-mi (Kaşmir) Krallığı’na 1500 li mesafededir. Bu (Ku-) şe-mi (Kaşmir) Krallığı, Tibetlile­rin prensesi Kin-ç’eng’in yaşadığı yerden yedi günlük yoldadır. Geçen yıl, beşinci ayda, prenses, Ku-şe-mi Krallığı’na gizlice şu mesajı getiren iki Çinli temsilci gönderdi: “Eğer siz Çin’e (Han’a) gerçekten sadık iseniz, yanınıza sığınmak üzere kaçmak istiyo­rum. Beni kabul etmeye hazır mısınız, değil misiniz?” Bu sözleri duyan Ku-şe-mi (Kaşmir) kralı oldukça sevindi ve şu cevabı ver­di: “Yeter ki prenses teşrif buyursun, başım üzerinde yeri var!” Ayrıca Kaşmir kralı, bana, bu ülkenin sizin tebaanız382 olan kra­lına elçiler göndererek şu mesajı iletti: “Göğün Oğlunun kızı sı­ğınmak üzere benim krallığıma kaçmak istiyor; T’u-po (Tibet) as­ker ve süvarilerinin onu takip etmelerinden çok korkuyorum. Be­nim ordum onlarla baş gelebilecek durumda değil.” Bu yüzden Tibetlilerin mağlup olup, dağılacakları ve prensesin geçip gelebi­leceği ümidiyle benden ordu göndermemi talip ediyordu. Ben, bu ülkenin kralı olan tebaanız, çok sevindim ve Kaşmir kralına rıza­mı iletmeleri için temsilciler gönderdim. Tebaanız, şu anda sara­ya bağlılığını bildirmek ve yapması gereken şeyler konusunda yüz be yüz talimatlar almak için gelmiş bulunuyor.”

382 Kin-ç’eng prensesi, Yung kralı Şeu-li’nin kızıydı. Bu Çinli asil kız beşinci king-lung yılının (707) dördüncü ayında Tibet btsanposu-na hanım olarak verilmiş, fakat btsanpo onu 709 yılının on birin­ci ayından sonra Çin’e geri göndermiş, 710 yılı başlarında impa­rator onu tekrar Tibet’e dönmeye zorlamıştı. Prenses 740 yılında öldü. 722’de Tibetliler Çin’den yardım talebinde bulunan Küçük Pu-lü kralı Mo-kin-mang’ı kuşatmışlar; Kaşgarya’da bulunan im­paratorluk birlikleri yardıma gelmiş ve Tibetlilere ağır bir darbe indirmişlerdi. Böyle bir durumda Tibet sarayındaki Çinli bir pren­sesin çok zor bir durumda bulunduğu, Kaşmir kralı Çandrapi-da’dan sığınma talebinde bulunduğu, fakat talebine istediği ceva­bı alamadığı anlaşılıyor.

İmparator (onun) yapmış olduklarını ziyadesiyle takdir etti. Hediye olarak (elçiye) yüz top ipek vererek ülkesine yolladı.

999, s. 17

Toharistan yabgusu,383 on beşinci k’ai-yüan yılı (727) imparatora şu sözleri iletmesi için bir elçi gönderdi: “Bendeniz, evlat sev- gisinden mahrum oluştan dolayı şahsen kendini suçlu hisset- mektedir. Sevgili babam ilişkileri sebebiyle Ta-şi (Araplar) tara- fından hapsedilmişti.....384. Gök kağandan385 “Eğer Ta-şi (Arap- lar) sizi sıkıştırır ve zarar verirlerse, size kuvvet göndereceğim” diyen yazılı bir buyruk almıştım. Şu anda Araplar bana ağır ver- giler yüklediler; baskı ve sefalet had safhada. Eğer Kağan cenap- ları beni kurtarmazlarsa, bu kulunuz kendi başına kurtulamaz ve krallığım kesinlikle yıkılıp gidecek, ıssızlaşacaktır. (Bu durumda) istense bile Kağan cenaplarının batı kapısını artık koruyamıyaca-ğım. Haddim olmayarak Kağan cenaplarının bana himmet buyu­rup, kurtuluşa erişebilmem için şu kuluna bir miktar kuvvet gön­dereceğini umuyorum. Ayrıca Kağan cenaplarının Türgiş kağanı­na “Uzak batının işlerini size havale ediyorum. Arapları defetmek için hemen ordularınızı göndermelisiniz” diye emir verdiğini işit­tim. Eğer bu gerçekten doğruysa, Kağan cenaplarının benimle il­gili bir karar alma lutfunda bulunacaklarını umuyorum. Araplar aşırı vergi yükledikleri için size sunacak değerli bir hediye bula­madım, umarım Kağan cenapları beni anlayışla karşılarlar. Yapa­bileceğim bir hizmet ve batı yörelerinden ihtiyacınız olan bir şey varsa, bildirmenizi istirham ediyorum. Bunları tek tek kaydede­cek ve hiçbir ihmalde bulunmayacağım.”

383 [s. 313-314’deki ek ve düzeltme: Araplar tarafından hapsedilen Toharistan yabgusu muhtemelen H. 90 (M. 708/9) yılında Kuteybe b. Müslim’le savaşan kendine bağlı Nizak tarhan adlı bir prens tarafından yeri doldurulan yabguyla özdeşleştirilebilir. Muhtemeldir ki Nizak mağlup edilip öldürüldükten sonra Araplar Toharistan yabgusundan kurtulmuşlardır.]

384 Buradaki beş kelimeyi anlıyamadım.

385 Çin imparatorundan.

Blm. 964, s. 16 r°

On altıncı k’ai-yüan yılının (728) birinci ayında, Yü-t’ien a-mo-çi’si,386 kraliyet yetkisi sahibi, askeri muhafızlar sağ cenah başkomutanı, kadrolularla birlikte kadro dışı memur ve devletin büyük desteği unvanları olan Wei-ç’i Fo-şi’ye Hotan kralı unvanı verildi. Berat şu şekilde kaleme alınmıştı:

386 Daha ileride unvanının Kaşgar kralı tarafından da kullanıldığını göreceğiz.

”Adalet yolunda yürürken kişiliğinizi muhafaza ettiniz. Sada­kat, şiarınız oldu. K’ung-t’ungdan387 etkilendiniz ve savaşçı me­ziyetiniz sizi ünlü kıldı. Çin göreneklerini hayranlıkla taklit edi­yorsunuz ve tam bir samimiyet içindesiniz. Şöhretiniz kum çölü­ne resmedildi ve şanınız saraya kadar geldi. Ödüllendirilip, taltif edilmeniz uygundur. Şimdi ta-li başkanı ve ikinci dereceden devlet erkanı sıfatlarına sahip K’iao Mung-sung’u bir beratla sizi Yü-t’ien (Hotan) kralı atamak üzere gönderiyorum. Artık siz de talimatlarımıza saygıyla uyun ve âli bir faziletle hareket edin. Ül­kenizin çıkarlarını koruyacak şekilde düzensiz ve vurdumduy­maz olmayın. Gidin ve kadrine yetin!”

387 Kan-su eyaletindeki P’ing-leang vilayetinde bulunan bir dağın adı. Rivayete göre efsanevî imparator Huang-ti, Kuang-ç’eng-tse’nin yü­ce öğretilerini bu dağda almıştır. (Çuang tse, Legge çevirisi, S. B. E., vol. XXXIX, s. 297-300). Çevirisini verdiğimiz metindeki “K’ung-t’ung’un etkisi” ibaresi bana göre bu geleneğe atıfta bulunmaktadır. Yani Hotan kralı yüce bilgeliğe erişmiştir. Çünkü T’ang hanedanı imparatorlarının taoist doktrine ne kadar aşırı değer verdikleri bi­linmektedir.

Ayrıca, Su(-le) a-mo-çi’si unvanına sahip bulunan P’ei An-çi’ye388 de Su-le (Kaşgar) kralı unvanı verildi. Berat metni şu şe­kildeydi:

388 T’ang-şu’da (P’ei) An-ting.

“Yıl sırası wu-ç’en olan on altıncı k’ai-yüan yılı (728), birinci günü wu-sü olan birinci ayında sin-hai günü olan on dördüncü günü şöyle buyurdu: On bin prensliğin reisleri yönetimle ilgili ra­porlarını sunduklarında,389 Çinlilerle barbarlar arasında ayırım yapılmaz. Beşinci derece asiller yurtluklarından uzağa giderlerse, bu, engelleri ve siperleri daha muhkem kılmak içindir.390 Halbu­ki kraliyet otoritesine sahip, sol askeri muhafızlar generali, kad­ro dışı atanmış ve Su-le (Kaşgar) a-mo-çi’si unvanlarına sahip siz P’ei An-çi, P’u-hai’dan391 doğan bir zekanız var. Kusursuzluğu­nuzu Soğan dağlarından392 alıyorsunuz. Şöhretini yüceltmek için adalet dağıtıyor, faziletini mükemmel hale getirmek için himmet yolunda yürüyorsunuz. Güneş ve ay her yeri aydınlattıkça, impa­ratorluk toprağı olmayan bir tek yer kalmasın. Bu arada korku sa­lan adam sinyalleri her zaman oluyor ve hâlâ barbarlardan söz ediliyor; ama siz bu sınırı korumayı bildiniz; emir ve talimatları­mıza bağlı kaldınız. Tedbirleri düzene koyma prensibini açıklığa kavuşturmak ve (krallıklar) kurma geleneğini geliştirmek için, ta-li başkanı ve hung-lu’da ikinci dereceden memur unvanlarına sahip K’iao Mung-sung’u bir beratla sizi Su-le (Kaşgar) kralı ilan etmesi için gönderiyorum. Kendinize yeu-keng’i (lirik şiir) mo­del alın393 ve cari kuralları göz ardı etmeyin. Barbar halkınıza hu­zur getirin ve sonsuza dek Çin’in bir kalkanı olun; gidin ve kad­rine yetin.”

389 Bkz. Mencius, I, b, IV, § 5: “Senyörler Göğün Oğluna bağlılıklarını sunmaya geldiklerinde buna ‘yükümlülüklerle ilgili raporları sun­mak” deniliyordu. Yükümlülüklerle ilgili raporlar sunmak demek, senyörlerin yükümlülüklerini neye göre yerine getirdiklerine dair rapor vermeleri anlamındaydı.”

390 Vasal prensler, Çin’i barbar saldırılarına karşı korumak zorunda olan engeller ve siperler gibidir.

391 P’u-hai, P’u-ç’ang hai veya Lob-nor olmalı.

392 Bana göre bu cümle Hotan kralının nüfuzunu batıda Soğan dağla­rından doğuda Lop-nor’a kadar yaydığı anlamındadır.

393 On bölümlü Siao-ya’nın ikinci kısmının dördüncüsü olan Şi-king’in kaybolan bir lirik parçasının başlığıdır. Şi-king’in ön sözü­ne göre bu lirik şiir her şeyin nasıl aslına rücu ettiğini anlatmakta­dır. (Legge, C. C, vol. IV, proleg., s. 64)

Blm. 964, s. 18

Yirmi birinci k’ai-yüan yılının (733) dördüncü ayında, Ku-şe-mi (Kaşmir) kralı Mu-to-pi’nin (Muktapida’nın) krallığı bir be­ratla tastik edildi. Berat metni şöyle:

”Yıl sırası kui-yu olan yirmi birinci k’ai-yüan yılında (733), bi­rinci günü ting-yu olan dördüncü ayının sin-ç’u günü olan beşin­ci gününde imparator şöyle buyurdu: Ku-şe-mi (Kaşmir) kralı olan siz ey Mu-to-pi (Muktapida)! Şüphesiz siz ve akrabalarınız nesillerden beri kesintisiz bir şekilde itaatkâr davrandınız. Bağlı­lık ve içtenliğinizi uzaktan sergilediniz. Törelerin gereği olarak vergilerinizi ödeyip, yükümlülüklerinizi yerine getirdiniz; size tevdi edilen barbar kabileleri yönetme görevini üstlendiniz. Biri ölünce kardeş ağabeyin yerine geçti.394 Ülkenizin dağlarını ve su yollarını koruyorsunuz; halkınızın büyük bir kısmını kucaklıyor ve yönetiyorsunuz. Krallığınızda iyi bir düzen var; geleneklerini­ze sadelik ve huzurun şerefini katıyorsunuz. Tüm bu gayretleri­niz takdir edilmez mi? Şu anda sizi Ku-şe-mi (Kaşmir) kralı ilan ediyorum. Bu atamayla ilgili beratı alın, gidin ve kadrine yetin.”

394 Çandrapida sekiz yıl sekiz ay hüküm sürdükten sonra kardeşi Ta-rapida yerine geçti. Dört yıl tahtta kaldı ve yerine kardeşi Muktapi-da geçti. Raja-tarangini’nin bu kaydı Çandrapida’nın 720 ve Muk-tapida’nın 733’de krallığının onaylandığını belirten Çinli tarihçile­rin kayıtlarıyla tamamen tetabuk etmektedir.

Blm. 964, s. 19°

Yirmi altıncı k’ai-yüan yılının (738) ikinci ayında yayınlanan bir fermanla K’ang kralı Wu-le (Gurek) öldüğü için oğlu Tu-ho halefi ilan edildi. Sie-yü (Zabulistan) kralı Şe-yü öldüğü için oğ­lu Ju-mo-fu-ta halefi ilan edildi. Ts’ao [Ch’ao] (Kabuzan?) kralı Mo-sien öldüğü için kardeşi Su-tu-pu-lo halefi ilan edildi. Şi (Keş) kralı Yen-t’un öldüğü için oğlu Hu-po halefi ilan edildi. Tüm bunlar değişik yıllarda öldüler. Şimdi (Gurek’in ölümü) sonrasında (imparatora) bilgi verildi.395

395 Semerkant kralı Gurek’in ölüm haberini imparatora götürmekle görevli büyükelçinin daha önceki yıllarda üç değişik prensin ölüm haberini götürmekle görevli kişi olduğunu göz önünde bulundur­mak gerekir.

Blm. 964, s. 20

Yirmi sekizinci k’ai-yüan yılının (740) üçüncü ayında, Su-lu Kağan’a karşı düzenlenen seferde gösterdiği yararlılıkları ödül­lendirmek amacıyla Ço-kie396 kralı Se-kin-t’i’ye “özel olarak ter­fi ettirilen” unvanı verildi. Berat metni şöyle idi...397

396 Bunun garip bir tanımlama olduğunu daha önce belirtmiştik.

397 Çinli yazarın bir hatası yüzünden burada metni verilen berat met­ni Keş kralı Se-kin-t’i’ye değil, Kuzey Türklerinin kağanı Bilge Kut-luk’a aittir. Bu belge yeni çalışmalarımız sırasında ele geçtiği için burada çevirisini vermiyoruz.

Blm. 964, s. 20

Yirmi sekizinci k’ai-yüan yılının (740) ikinci ayında, Tsi-si (eyaleti) tsi-tu-şi’si Kai Kia-yün, T’u-ho-sien Kağan’ı esir ederek (saraya) takdim etmeye götürdü. İmparator (T’u-ho-sien’e) özel bir zâdegân rütbesi verdi. Berat metni şöyledir:

”Makamından uzaklaştırılanlarla ünsiyet kurmak erdemdir, si­lah ise düşmanları korkutmak içindir. Boyun eğenleri serbest bı­rakmak eskiden beri uygulayageldiğimiz bir gelenektir. T’u-k’i-şi (Türgiş) T’u-ho-sien kağan Ku ç’uo (çur) ve kardeşi P’in-a-po yab-gu398 isyan ederek sınırı zorladılar. Askerlerine güveniyorlardı ve kalabalık (halklarından) destek alıyorlardı. Önümüze engel çıkar­tacak kadar karınca sürüsü gibi kalabalık olmalarına ve arada bir sınır savaşlarında bize sıkıntı vermelerine rağmen, imparatorluk orduları gittikleri her yerde onların kamplarını ve sığınaklarını ta­rumar ettiler. Ölüme mahkum olan bedenlerini bağışladık. Emirle­rimize boyun eğdiler ve bağlılıklarını bildirdiler. Onlara suçları ba­ğışlama âlicenaplığını gösterip, himmet kuralıyla ödüllendirmek gerekir. Hem ağabeyin, hem de kardeşin şayan-ı dikkat bir şekilde taltif edilmesi için birine mao otlarıyla kaplı bir toprak ve ayrıca ikisine de Ku-ç’en takımında399 bir derece verilecektir. Kül-çur sol kin-hu muhafızlarının kadro dışı başkumandanı olacak ve ayrıca “adâlete uyan kral” şeref unvanını alacak; Hie-a-po ise sağ askeri muhafızları kadro dışı başkumandanı olacaktır.”

398 Daha aşağıda aynı şahıs Hie-a-po olarak geçiyor. T’ang-şu’da geçen Tun-a-po, doğru şekli gibi görünüyor.

399 Hu Han-şu yorumu (Pan Ku biyografisi) şöyle der: “Ku-ç’en Mor Sarayın dış yıldız (takımı)dır. Saray muhafızlarının rütbeleri bu yıl­dızlarla belirlenir.” İmparatorluk fermanın cümlesi T’u-ho-sien Ka­ğan ve kardeşinin hassa birliklerine alınacağını göstermektedir.

Blm. 964, s. 21

Yirmi dokuzuncu k’ai-yüan yılının (741) ikinci ayında, Küçük Pu-lü kralı öldüğü için ağabeyi Ma-hao-lai bir beratla halefi ilan edilmiştir. Berat metni şöyledir:

”Malumdur ki, imparatorluğun inayeti bir bütündür; uzakta-kine de yakındaki gibi uzanır. Sadakat, saray tarafından fevkalâ­de ödüllendirilen bir olgudur. Ey Ma-hao-lai! (Atalarınız) nesil­den nesile tevarüs yoluyla prens oldular. Aile (azalarınız) birbiri ardına sadakati ve iyi niyeti korudular. Ülkeleri gözden uzak bir bölgede ise de, kalpleri her zaman hanedanımız için çarpmıştır. Sonra siz hükümdar oldunuz ve öncekilerin yolundan ayrılmadı­nız. Tebaanızı yönetme becerisini sergileyerek, imparatorluğa sü­rekli hizmet etme iradesini gösterdiniz. Bu yüzden bir beratla si­zi Pu-lü kralı ilan ediyorum. Bu beratı kurallara uygun olarak saygıyla alın. Hiçbir zaman fazilet ve adâlet yolundan sapmayın. Ülkenizi sizden sonrakilere bırakmak için koruyun. Dikkate al­mamanız ne mümkün?”

Blm. 997, s. 3 v°

Birinci t’ien-pao yılının (742) dokuzuncu ayında, Hu-mi (Wa-han) kralının oğlu Hie-ki-li fu (beg?) Tibetlilerle ilişkilerini ke­sip, bağlılığını bildirmeye gelmek istediğini belirten bir dilekçe sunmak için elçi gönderdiğinden, şu mealde bir berat hazırlandı:

”Siz, Hie (-ki)-li fu, Hu-mi (Wahan) kralının oğlu! Genelde (imparatorluğun) muhafazası ve kalkanı olma görevi tevdi edilir, ama buna yalnızca itimat kazanmış olanlar layık görülür. Him­met ve adalet, uzakta olanlara dahi Çindekilere uygulandığı gibi uygulanabilir. Atalarınız tabii olarak imparatorluğa bağlıydılar. Bizimle büyükelçiler vasıtasıyla sürekli temas halindeydiler. Mektuplarının tercümeleri birbiri ardına gelirdi. Babanız sırası geldiğinde tahta çıkınca, zorlu bir komşusu tarafından engellen­di. Şirret bir gücün400 emirlerine boyun eğmek zorunda kaldı, fa­kat sonuçta sabık niyetlerinden dönmeye mecbur oldu. Şimdi ise samimi duygularını sunabilmek ve gizlice Çin’in lehine dönmek için gelmiş. Eğer içinde uzun zamandır bu tür niyetler taşımamış olsaydı, sabık fikirlerini bu şekilde nasıl muhafaza edebilirdi? Böylesi bir sadakat ve içtenliği ancak daha güçlü bir şekilde tak­dir ederiz. İmdi, ey âl-i mansap kişi, sadakatenizi ve evlat sevgi­nizi belgilemek, temiz inancınızı ve adaletinizi daim kılmak için size kızıl renkli bir name ve demir bir arma veriyorum.401 Bu za­fer mirasınızı sizden sonrakilere ebediyen intikal ettirecek, güneş ve ayın şavkına benzer bir parıltınız, (T’ai-)şan ve (Huang-) ho402 gibi uzun ömürlü olacaksınız. Böyle bir şey nasıl takdir edilmez, nasıl dikkatli olmazsınız ki?”

400 Tibetlilerin.

401 Bu deyim bir senyöre ikta bağışlayan resmi eşyaları ifade etmek­tedir. Bkz. Ts’ien Han-şu, blm. I, b, s. 10 r°. Ayrıca (Kao-tsu), za­fer kazanan tebaalarına mühür dağıtır ve yemin ettirirdi. (Bkz. Se­ma Ts’ien, Fransızca çevirisi, III/121, n. 1). Kızıl renkli nameler ve demir armalar, onları koymak için de metal dolap ve taş kasalar vardı. Tüm bunlar atalar tapınağında saklanırdı. - Hu Han-şu, (VII, s. 7 r°) bir âsiden bahsederek onun kendisini büyük impa­rator ilan ettiğini, yeşim mühürleri, tayin levhaları ve annallarıy la, demir beratları bulunduğunu kaydetmektedir. Aynı kaynakta (blm. L, s. 4 v°) nesilden nesile geçen senyör konaklarından bah­sederken şöyle deniliyor: “Kızıl renkli nameler ve demir armalar hep birinden diğerine intikal ederdi.” - Muhtemelen bu armalar üzerinde yazı bulunan bir plakaydı, ama T’ang döneminde bu şe­kilde olduğu hayli şüpheli.

402 Se-ma Ts’ien, Fransızca çevirisi, III/121, n. 1.

Blm. 965, s. 2 r°

Dördüncü t’ien-pao yılının (745) dokuzuncu ayında, Ki-pin (Kapiça) kralının oğlu Pu-çun’a babasının halefi olması emredil­di. Berat şu şekildedir:

“Yıl sırası i-yu olan dördüncü t’ien-pao yılında (745), birin­ci günü i-mao’ya tekabül eden dokuzuncu ayının, ping-tse gü­nüne rastlayan yirmi ikinci günü imparator şu fermanı yayınla­dı: Malumdur ki, gözden uzakta olan ülkeler saygılı ve itaatkâr olduklarında, ödül olarak verilen hediyeler de hatırı sayılır şey­ler olmak zorundadır. Pek çok nesil boyunca sadık kalınıp, el­den gelen tüm çabalar sarfedilince, inayet işaretleri de gelir. Ki­pin (Kapiça) kralının oğlu siz Pu-çun! Uzun zamandan beri ata­larınızdan temiz bir inanç ve adaleti tevarüs ettiniz. Samimiyet ve içtenliğinizi göstermek için elinizden geleni yapmanız bir sa­adettir. Orada tebaanızı huzurlu kılıyorsunuz. Her iki barbar halk403 huzur ve sükun içinde. Eskilerin yolundan gidiyor ve on bin li uzaktan saraya bağlılığınızı bildirmeye geliyorsunuz. Dürüstlüğünüzü bozulmadan muhafaza ediyorsunuz. Sadakat ve sevginiz gittikçe daha belirginleşmektedir. Arzu ve duygula­rınızın mükemmeliyeti fazlasıyla övgüye sezâvardır. Bu yüzden bir beratla sizi Ki-pin (Kapiça) ve U-ç’ang (Udyana) kralı ilan ediyor, ayrıca sağ atlı muhafızlar generali unvanı tevdi ediyo­rum. Gidin ve kadrini bilin! Bu berata kurallara uygun olarak saygı gösterin; sadakat ve adaleti onurla muhafaza edin; bunu inayetimizin bir simgesi olarak alın ve uzak barbarlar için bir rehber olun. Dikkate almamanız ne mümkün?”

403 Kapiça ve Udyana kastediliyor olmalı.

Blm. 999, s. 19 r°

Sekizinci t’ien-pao yılında (749) T’u-ho-lo (Toharistan) yab-gusu Şe-li ç’ang-kia-lo, bağlılığını bildirmek ve hediyeler sunmak üzere bir elçi gönderdi. Dilekçesi şöyle idi:

”Ülkemin yakınında Kie-şuai404 denilen bir Hou krallığı var. Derin dağlarda bulunmaktadır. (Kendisini koruyan) tabii engel­lere güvenerek kutsal dönüşüme engel oluyor. T’u-po (Tibetliler) ile müttefik olup, onlara yardım ediyor. Bilindiği gibi Pu-lü (Gil-git) toprakları dar, nüfus yoğun ve çok fazla ekili alan yok. Bu yüzden garnizon kuvvetleri oraya gelince iaşe sıkıntısı çekecek­ler. Dolayısıyla Kaşmir’den tuz ve pirinç almak gerekir ki, işin içinden ancak bu şekilde çıkılabilir. Ayrıca ticaret kervanları gi-diş-geliş sırasında Kie-şuai topraklarını kullanıyor. Ülkenin kralı Tibetlilerin hediyelerini kabul etti ve ülkesinde Pu-lü’ye giden yolları tutmak için bir Tibet kalesi yapılmasına izin verdi. Kao Si-en-çi Pu-lü’yü fethettiğinden beri orada fazladan üç bin asker var ve Pu-lü kuşatma altında. Kie-şuai kralı, Tibetlilerle hemfikir olup, onların Pu-lü endişelerinden yararlanarak, ordusunun ba­şına geçti ve oraya fethetti. Kafam hep bu yaramaz adamları bir defada ortadan kaldırma fikriyle meşgul. Eğer yolu açabilir, Bü­yük Pü-lü ve doğudaki ülkeleri fethedebilirsem, doğrudan Yü-t’ien (Hotan), Yen-k’i (Karaşar), Şa, Leang, Kua, Su ve daha öte­sine ulaşacağım. Tibetliler artık orada tutunmaya cesaret edemez­ler. An-si (Kuça) birlikleri ve süvarilerinin Küçük Pu-lü’ye gele­cek yılın beşinci ayında varabileceklerini ve Büyük Pu-lü’ye an­cak altıncı ayda ulaşabileceklerini sanıyorum. İrade-i seniyyenin bu teklifime sıcak bakacağını naçizane umuyorum. Eğer bu te­şebbüs başarılı olmazsa, yediye parçalanmayı kabul ediyorum. Ku-şe-mi (Kaşmir) kralının Çinlilere karşı sadık ve bağlı olduğu­nu, ayrıca çok askeri ve süvarisi bulunduğunu; ülkesinin geniş, halkının kalabalık, iaşenin bol olduğunu göz önünde bulundura­rak, imparatorluk iradesinin Kaşmir kralını cesaretlendirmek için ona bir ferman yollayacağını; giysiler, hediyeler göndereceğini; kralın imparatorun yüce iradelerinden etkilenip, sadakat ve bağ­lılığını artıracağını bilhassa umuyorum.” - İmparator bu dilekçe­yi inceleyerek muvafık buldu.

404 T’ang-şu’da Kie-şi. Tse-şi t’ung kien de (CCXVI, s. 4 v°) Kie-şi ola­rak yazmakta, olayları şu şekilde anlatmaktadır: Sekizinci t’ien-pao yılında (749) on birinci ayın i-wei günü, Toharistan yabgusu Şe-li-tan-kia-lo bir dilekçe sunmak için elçi gönderdi. Dilekçe şöyle idi: “Kie-şi kralı şahsen Tibetlilere bağlandı. Küçük Po-lü’yü (Gilgit) sarsıyor ve tedirgin ediyordu. Onun iaşe yollarını tıkamak için bir ordu mevzilendirdi. Ben, sizin tebaanız, bu ahlaksız adamı mahvet­mek istiyorum. Geçen yıl beşinci ayda Küçük Pu-lü’ye gelen, altın­cı ayda ise Büyük Po-lü’ye (Baltistan) vasıl olan An-si (Kuça) ordu­larını göndereceğinizi umuyorum.” İmparator talebi onayladı. -Dokuzuncu t’ien-pao yılının (750) ikinci ayında, An-si tsie-tu-şi’si Kao Sien-çi, Kie-şi Krallığı’nı yenerek, kral Pu-t’o-mo’yu esir etti. Üçüncü ayın keng-tse günü Pu-t’o-mo’nun ağabeyi Kie-şi Su-kia’yı hükümdar tayin etti.

Blm. 965, s. 4 v°

Dokuzuncu t’ien-pao yılının (750) üçüncü ayında, Kie-şuai kralı Pu-t’o-mo’nun ağabeyi Su-kia’ya bir beratla kral unvanı ve­rildi. Berat şu şekilde yazılmıştı:

“Malumdur ki, başarılı işler yapanları şerefli fiillerinden dola­yı ödüllendirmek bir kuraldır. Bu tür iyi işleri layık olduğu veç­hile değerlendirmeyi ihmal etmemek, bir himmet ve lutuf pren­sibidir. Sen, Kie-şuai kralı Pu-t’o-mo’nun ağabeyi Su-kia! (Sen ve ataların) nesilden nesile bağlılık ve samimiyet sergilediniz. Göz­den uzak bir ülkede yaşıyor olmana rağmen, uzun süredir akıllı bir şekilde hareket ettin; cesaretin ve adaletin çok önceden tescil edildi. Son zamanlarda, Pu-t’o-mo size karşı hamiyetli davranma­dığı ve imparatorluğa sadık olmadığı için, büyük haksızlıkların kurbanı oldun ve uzun süre bastırılıp, ihmal edildin. Ama şimdi bu engel ortadan kaldırıldı; kötü kişiler hapsedildi. Hemen impa­ratorluğa sadakat ve bağlılığını gösterdin. Barbar halkına karşı himmet ve hamiyetini sergiledin. Görevini yerine getirirken gös­terdiğin gayretten her zaman söz edilecektir. Artık şerefbahş ödüller alman gerekir; bu yüzden bir beratla seni Kie-şuai kralı ilan ediyorum. İmparatorluğun lutfundan dolayı minnettar ol ve bir tebaanın yapması gerektiği gibi yoluna devam et. Soyundan gelenler on bin nesil boyunca bu himmet ve hamiyetin kadrini bilsinler. Böyle bir şey takdir edilmez, dikkatli olunmaz mı?”

Blm. 865, s. 5 r°

On birinci t’ien-pao yılının (752) ilk ayının jen-in günü, bir beratla Ku-tu (Huttal) kralı Lo-ts’üan-tsie’ye yabgu unvanı veril­di. Berat metni şu şekildedir:

“Yıl sırası jen-in olan on birinci t’ien-pao yılının (752) birinci günü ki-mao gününe tekabül eden birinci ayının jen-ç’en günü­ne denk gelen yirmi dördüncü gün, imparator şu fermanı buyur­du: Malumdur ki, iyi işler teşvik edilip seviyeye göre ödüller ve­rilirken, dahildekilerle hariçtekiler arasında ayırım yapılmaz. Barbar ülkelere bağrımızı açmak ve uzakta kalanları sevgiyle ku­caklamak, elbette eski gelenek ve törelerimizde vardır. Siz, Ku-tu kralı Lo-ts’üan-tsie, başından beri emir ve talimatlarımıza uydu­nuz; iradeniz sadakat ve erdemle şereflendi. Sınırda bizim müda-fiimiz oldunuz; bu uğurdaki gayretleriniz kayıtlara geçirildi. Vak­tiyle şirret haydutlar karışıklıklar çıkarıp sizi takibata mecbur bı­rakırken dahi sadakat ve bağlılığınız hiç eksilmedi ve bunlar baş­langıçtan şu ana kadar gittikçe muhkem hale geldi. Bunlardan söz açılıp, üzerinde düşünülünce, takdir ve taltifler de fazlasıyla hatırı sıyılır olacaktır. Binaenaleyh size cesur süvariler başkomu­tanlığı unvanı tevdi ediyor ve ayrıca bir beratla sizi yabgu olarak atıyorum. Bu resmi unvanları saygıyla kabul edin; bu himmeti sizden sonrakilere intikal ettirmek için size bağışlanan toprağı muhafazada dikkatli olun. Bu lutuflara mazhar olmak takdire şâ-yan değil midir?”