ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BATI TÜRK HALKLARI
ve
TOPRAKLARI
I
KUZEY HALKLARI
Uygurlarla ilgili notlardan özetler
Kiu T’ang-şu, CXCV, s. 1 r°
Hui-ho (Uygur)ların ataları Hiung-nu (Hun)lardan iniyordu. Sonraki Wei hanedanı1 döneminde Uygurlara T’ie-le (Tölös) kabileleri deniliyordu. Boyları küçüktü; gururlu ve zorluydular. Yüksek arabalarına güvenirlerdi.2 T’u-küe’lerin tebaası idiler. Daha sonraları onlara T’e-le [T’ie-le]3 denmeye başlandı. Hakanları ve sabit yaşadıkları toprakları yoktu; su ve mera arayarak yer değiştirirlerdi. Tabiaten zalim ve kötüydüler. Ata binmede ve ok at-
1 Sonraki Wei hanedanı, Çin’in kuzeyinde 386’dan VI. Yüzyıl ortalarına kadar hükmeden T’o-pa ailesinden gelenlerdir.
2 Çinlilerin onlara Kao-kü demelerinin sebebi, arabalarının yüksek tekerlekli olmasıydı. Tölöslere Yüan Wei döneminde Kao-kü deniliyordu. (T’ang-şu, CCXVII, a, s. 1 r°).
3 T’ang-şu (CCXVII, a, s. 3°): “Onlara Ç’i-le de denir. Bu ad bilâhere bozularak T’ie-le şeklini almıştır. Kabileleri şu adları taşıyordu: Yü-an-ho (Uygur), Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş), K’i-pi-yü, T’u-po, Ku-li-kan (Kurıkan), To-lan-ko (Telangut), Pu-ku, Pa-ye-ku (Bayırku), T’ong-lo (Tongra), Hun, Se-kie, Hu-sie, Hi-kie, A-tie, Pe-si. Tamamı on beş kabiledir. Yüan-ho (Uygurlar)a Wu-hu veya Wu-ho da denilir. Sui hanedanı döneminde Wei-ho deniliyordu.”
Uygurların birinci sırada yer aldığı bu sıralamayı inceleyelim: a) Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)lar, daha sonra kısmen tercüme edilecek bir notta ele alınacaklardır; b) K’i-pi-yüler (T’ang-şu, CCXVII, b, s. 6°), K’i-pi Ho-li adında geçtiği gibi onlara bazen K’i-pi de deniliyordu. Yenk’i’nin (Karaşar) kuzeybatısında, Ying-so (Yulduz) vadisinde yaşıyorlardı. Altıncı çeng-kuan yılında (632), reisleri K’i-pi Ho-li itaat arzet-mek için Çin’e geldi. Onu (yani kabilesini) Kan-çu ve Leang-çu arasına yerleştirdiler. K’i-pi Ho-li ve savaşçıları, 632’de Çin’in Batı T’u-küe hakanı A-şi-na Ho-lu’ya karşı verdiği mücadelede önemli rol oynadılar; 653’de onlara Ho-lan hükumeti sınırları içinde toprak verildi. Bu isim, şüphesiz Ning-hia yakınlarındaki Ho-lan dağından gelmektedir; c) T’u-polar (T’ang-şu, CCLVII, b, s. 6 v°), Kien-kun (Kır-gız)ların doğusunda, Hui-ho (Uygur)ların kuzeyinde küçük bir gölün kenarında yaşıyorlardı; d) Ku-li-kan (Ku-ri-kan)lar (T’ang-şu, CCXVII, b. s. 7 r°), Han-hai’ın kuzeyinde yaşıyorlardı. Topraklarının kuzeyinde bir göl vardır. Bu halklar arasında başkente en uzak olanlar bunlardır. Kül Tegin [Köl-tigin] ve Bilge Kağan kitabelerinde adları geçmektedir; e) To-lan-kolar (T’ang-şu, CCXVII, b, s. 6 r°): To-lan’lar da denilir. Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)ların doğusunda, T’ong-lo nehrinin sahillerinde yaşarlar; f) Pu-kular (T’ang-şu, CCXVII, b. s. 5 v°): To-lan-koların doğusunda yaşarlar; g) Pa-ye-kular (T’ang-şu, CCXVII, b. s. 5 r°): Kül Tekin ve Bilge Kağan kitabelerinde Bayırku adıyla geçerler (Thomsen, age., s. 109). Pu-kuların sağında, bir çölün kuzeyinde bin li boyunca uzanan topraklarda yaşarlardı; h) Hun: Bu kabilelerin en güneyde yaşayanı bu halktı. Bu kelime, Theophylacte Simocatta’da (VII, 7) geçen anamsatmaktadır. Bir Uygur (
) kabilesiydiler ve
larla birlikte Uarhonit (Varhonit) halkını oluşturuyorlardı. Varhonitlerinse VI. Yüzyıl ortalarına doğru Bizans İmparatorluğu topraklarına sığındıkları bilinmektedir. Onlara yanlışlıkla Avar denmiştir, ama Pseudavarlar (sahte Avarlar)dan başkası değillerdir. T. Simokatta da (VII, s) özellikle buna dikkat çekmektedir; i) Se-kie; j) Hu-sie; k) Hi-kie, T’ang-şu’da (CCXVII, b, s. 7 r°) tek bir madde halinde zikredilmektedir: Hu-sie’ler, To-lan-koların kuzeyinde, Hi-kie’ler, T’ong-lo (Tongra) nehrinin kuzeyinde, Se-kie’ler Yen-t’o (Tarduş)ların eski topraklarında yaşıyorlardı; l) A-tie’ler (T’ang-şu, CCXVII, b, s. 6 r°): Bunlara Ho-tie ve Hie-tie’ler de denilirdi. T’ang-şu’da nerede yaşadıkları konusunda herhangi bir bilgi yok. Sadece imparatorun 647 yılında onların topraklarını Ki-t’ien ilçesine dönüştürdüğü belirtilmektedir. Halbuki Li Çao-lo’nun Coğrafya Sözlüğü bu ilçeyi Ning-hia vilayetinde, Kan-su eyaleti sınırları içinde göstermektedir. T’ang-şu’da geçen A-tie, Ho-tie ve Hie-tie çe-viriyazımları Kül Tegin kitabesindeki Ediz kelimesiyle bağlantılı bir çeviriyazım gibi gözükmesine rağmen, bu kabilenin adı Ma Tuan-lin’in Wen kien t’ung-kao (CCCXLIV, s. 10 v°) ve Yüan kien lei han (CCXLI, s. 1 v°) ansiklopedisinde A-po; Sui-şu’da (LI, s. 4 v° ve blm. LLXXXVI, s. 3 v°; Julien, age., s. 52 ve 82) A-pa şeklinde geçmektedir. Eğer bu yazım doğruysa, A-po veya A-palar Kök-Türk kitabele-rindeki Aparlar ve Bizans yazarlarındaki Avarlarla özdeşleştirilebilir. [s. 309’daki ek ve düzeltme: Daha ileriki sayfalarda bizi Avarları Ju-an-juanlarla özdeşleştirmeye iten sebepleri izah ettik. Dolayısıyla hipotetik olarak Thomsen’in Avarlarla Tölöslerin bir kolu olan A-po kabilesi arasında bir benzerlik kurulması yolundaki teklifini reddediyoruz.]
mada mükemmeldiler. Yırtıcılıkta tüm halklardan ilerdeydiler. Geçimlerini avcılık ve savaş (ganimeti) ile sağlarlardı.
T’u-küe’ler, imparatorluklarını kurup, doğu ve batıda hakim duruma geldikten sonra, kuzeyin vahşi bölgelerini kontrol altında tutmak için her zaman Hui-hoları kullanmışlardır. Sui’lerin k’ai-huang dönemi sonunda4 Tsin kralı Kuang kuzeyde Türklere karşı bir harekata girişti. Pu-kia Kağan’ı5 büyük bir hezimete uğrattı. Bunun üzerine T’e-le (Tölös)ler oraya buraya dağıldılar.
Birinci ta-ye yılında (605) Ç’u-lo kağan (Batı Türklerinin kağanı) bazı T’e-le (Tölös) kabilelerine saldırarak mal varlıklarının önemli bir kısmına el koydu. Diğer yandan Ç’u-lo, Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)lardan nefret ediyordu. Ortalığı karıştırmalarından endişe ettiği için şeflerinden birkaç yüzünü toplayarak öldürdü. Bunun üzerine T’e-le (Tölös)ler isyan ettiler.6
6 Sui-şu’nun kaydına göre Ç’u-lo Kağan T’ie-le (Tölös)ler tarafından mağlup edildi ve bu zaferin ardından Tölösler çok güçlendiler; I-wu (Hami), Kao-ç’ang (Turfan) ve Yen-k’i onların hakimiyetine girdi. Ç’u-lo Kağan’ın T’ie-le (Tölös)ler tarafından mağlup edilmesi Sui-şu’nun Batı T’u-küe’leriyle ilgili notlarında da zikredilmektedir. Ç’u-lo Kağan gücünün kırılmasından sonra 611’de Çin’e sığınmaya mecbur kalmış, Uygurlar da uzunca bir mutlu dönem yaşamışlardır.
Başlangıçta T’e-le (Tölös)ler arasında Pu-ku, T’ong-lo, Hui-ho, Pa-ye-ku (Bayırku) ve reisleri se-kin unvanı taşıyan Fu-lo-pu kabileleri vardı; daha sonra hepsine Hui-ho adı verildi.
Hui-holar, Pa-ye-ku (Bayırku)ların kuzeyindeki topraklarda, So-ling (Selenga) nehri sahillerinde ve Ç’ang-an’dan 6900 li mesafede yaşıyorlar; su ve mera durumuna göre yer değiştiriyorlardı. Elli bin seçme askerleri vardı. Nüfusları 100 bin kişiydi.
İlk önceleri T’e-kien se-kin tarafından yönetiliyorlardı; onun ölümünden sonra kabile üyeleri oğlu P’u-sa’yı akıllı bularak işbaşına getirdiler. Çeng-kuan döneminin başlarında (627-649), P’u-sa ve Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)lar, T’u-küe’lerin kuzey sınırlarını işgal ettiler. T’u-küe hakanı Hie-li7 (Kat İl-han], oğlu Yü-ku şad’ı yüzbin kişilik bir süvari ordusuyla onların üzerine gönderdi. P’u-sa, beş bin süvariyle onu karşılayarak Ma-lie dağı civarında hezimete uğrattı ve kaçanları Tanrı Dağları’na kadar kovaladı. Orada tekrar saldırdı ve büyük bir bozgun vererek, pek çoğunu esir aldı. Bu olaydan sonra Hui-holar büyük bir prestij kazandılar. Bütün halklarıyla Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)lara katılıp P’u-sa’ya Huo se-li-fa unvanı verdiler.8 Ayrıca (Çin) sarayına itaat arzetmek ve tartuk sunmak için elçiler gönderdiler. P’u-sa, mert ve cesurdu. Mükemmel planlar yapıyordu. Ne zaman düşmanla karşı karşıya gelse ve ne zaman ordusunu savaş meydanına sürse, mutlaka ordusunun en başında giderdi. Az insanla kalabalık bir kitleye hakim oluyordu. Sürekli savaş, kılıç ve ok atma talimleri yapar, ava çıkardı. Annesi Wu-lo-hun hatun, danışmanlık yapıyor, davalara bakıyor, kanunları ihlal edenleri şiddetli şekilde tedip ediyor, adaleti hakkıyla dağıtıyordu. Kabileye bir düzen gelmişti. Hui-holar P’u-sa döneminde asûde bir hayat yaşadılar.
7 Hie-li, Kuzey Türklerinin kağanıdır; 630’de Çinliler tarafından esir edilmiş olmalıdır.
8 T’ang-şu (CCXVII, a, s. 1 r°) buraya şu cümleyi ilave ediyor: “O, otağını Tu-lo (Tola) nehri sahillerine kurdu.”
Çeng-kuan devrinde (627-649), Hie-li kağan ve diğer T’u-küe’ler hapsedilip itaat altına alındıktan sonra kuzey barbarları arasında P’u-sa ve Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)lardan başka kudretli kimse kalmadı. T’ai-tsung, Kuzey T’u-küe’lerinin reisi Mo-ho-tu (Bagatur)a kağan unvanı vererek Hui-ho, Pu-ku, T’ong-lo, Se-kie, A-tie ve diğer kabileleri yönetmesi için gönderdi. T’u-mi-tu9 adlı Hui-ho (Uygur) beyi, diğer kabilelerin yardımıyla Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)ların kağanını To-mi’de ağır bir yenilgiye uğrattı ve o tarihten sonra Sie-yen-t’o kabile ve boylarını kendisine bağlayarak, topraklarını ele geçirdi.
9 T’ang-şu (CCXVII, a, s. 1 v°): “P’u-sa’nın ölümünden sonra, kabile beylerinden Hu-lu se-li-fa T’u-mi-tu, diğer kabilelerin yardımıyla Sie-yen-t’o’lara saldırdı.”
Yirminci çeng-kuan yılında (646) Hui-holar güneyde Ho-lan dağını10 aşarak Huang-ho’ya yaklaştılar. Çin sarayına tartuk götürmesi için elçiler gönderdiler. Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)larla yapılan savaşta elde ettikleri saygınlık sebebiyle (gelen elçilere) salonda bir ziyafet tertiplendi.
10 Burada geçen Ho-lan dağını Ning-hia civarındaki dağla karıştırmamak gerekir. Çünkü burada sözü edilen Ho-lan dağı, Şan-si eyaletinin en kuzeyindeki ikinci dereceden Cho kasabasında, Ma-i’deki dağdır.
Ling-wu’nun11 gelişinden mutlu olan T’ai-tsung, Hui-ho topraklarının güneyinde posta istasyonları12 kurulmasını ve imparatorluğun hakimiyet alanlarının kuzey bölgesine de yayılmasını talep eden halkın bağlılık şartlarını kabul etti. T’ai-tsung, burada altı vilayet ve yedi ilçe kurdu; her vilayetin başında bir askeri vali, ilçelerde ise vali vardı. Bütün vilayet ve ilçelere çang-çiler, semalar ve diğer memurlar tayin edildi. Han-hai, Hui-ho (Uygur) vilayeti oldu. Kabilenin başındaki se-li-fa T’u-mi-tu’ya Han-hai’ın yönetiminden başka “mükemmelliği seven büyük general” unvanı verildi. Halbuki T’u-mi-tu daha önce kendini kağan ilan etmiş ve vaktiyle T’u-küe’lerde bulunan memuri hiyararşiye benzer bir düzen kurmuştu. To-lan kabilesi13 Yen-jan; Pu-ku, Kin-hui; Pa-ye-ku (Bayırku) Yu-ling; T’ong-lo (Tongra) Kui-lin; Se-kie Lu-şan vilayetlerini uluşturdular. Hun kabilesi Kao-lan; Hu-sa kabilesi Kao-kü, A-tie kabilesi Ki-t’ien; K’i-pi kabilesi14 Yü-k’i; Tie-kie kabilesi Ki-lu; A-pu-se kabilesi15 Kui-lin16; Pe-si kabilesi Çen-yen ilçelerini oluşturdular. Ayrıca Hui-ho (Uygur)ların kuzeybatısında bulunan Kie-ku (Kırgız) kabileleri Kien-kun, yine (Uygurların) kuzeyindeki Ku-li-kan (Kurikan)lar Hüan-küe, güneydoğusundaki Kü-lo-pular Çu-lung ilçelerini oluşturdular. Eski Şan-yü t’ai’ın yerine (başkenti) ziyarete gelenlere ve tartuk getirenleri yönlendirmek amacıyla tüm bölgeyi kontrol altında tutan Yen-jan ilçesi kuruldu.
11 Şan-si eyaletine bağlı Fen-çu şehrinin Ki-hü ilçesinde.
12 T’ung kien kang mu’ya göre imparator, 21. çeng-kuan yılında Uygur reislerinin talebi üzerine Uygurlar’ın güneyinden T’u-küe’lerin kuzeyine doğru uzanan bir yol yaptırdı. (O sıralar Kuzey T’u-küe’leri Çin’e tâbi idiler). 68 posta istasyonu bulunan bu yola “Göğün Oğlunu Ziyaret Yolu” adı verilmişti. Göğün oğlunun Çin imparatoru olduğu malum.
22. çeng-kuan yılında (648), T’u-mi-tu yeğeni Wu-ho tarafından öldürüldü. Wu-ho daha önce de teyzesini baştan çıkarmıştı. Şimdi ise Kü-lü mo-ho (baga) tarkan Kü-lo-pu ile iktidarı Kü-pi’ye vermek amacıyla T’u-mi-tu’yu öldürmeyi planlamıştı. Wu-ho ve Kü-lo-pu, Kü-pi’nin damadı idiler. Wu-hu bir gece vakti on- on beş süvarinin başına geçerek, Tu-mi-tu’nun otağını basıp onu öldürdü. Yen-jan ikinci askeri valisi Yüan Li-ç’en, Wu-ho’ya birilerini göndererek ayartmak için şöyle dedi: “Kumandan olarak atanmanız ve T’u-mi-tu’nun yerini almanız için imparatora bir rapor yazacağım.” Wu-ho bunun üzerine birkaç hafif süvariyle Yüan Li-ç’en’in konağına gitti; diz çöktü ve şükranlarını ifade etmek için yeri öptü. Yüan Li-ç’en onu tutuklatarak kellesini vurdurdu, arkasından da imparatora bilgi verdi. T’ai-tsung, Hui-ho (Uygur) kabilelerinin kendisini terketmesinden korkuyordu, bu yüzden onuncu ayda savaş bakanlığı başkanı Ts’ui Tun-li’yi onları sakinleştirmek amacıyla gönderdi ve ayrıca Tun-li’yi Kin-şan bölgesi ikinci generali olarak atadı. T’u-mi-tu’ya ise ölümünden sonra “sol muhafızları büyük generali” unvanı verdi. Hediye ve giysilerin sunulduğu önemli törenler düzenledi. T’u-mi-tu’nun daha önce ‘sol muhafız garnizonu büyük generali’ ve ‘yu-tso-lan-tsiang’ unvanlarına sahip bulunan oğlu P’o-juen, bu defa ‘Büyük se-li-fa’ ve ‘Hui-ho (Uygur) askeri işler komutanı’ unvanları verilerek Han-hai komutanlığına getirildi.
Daha sonra Kü-lo-pu saraya saygı sunmaya geldi, fakat T’ai-tsung onu tutuklayarak geri göndermedi.
İmparator Kao-tsung, Batı T’u-küe’lerinin kağanı A-şi-na Ho-lu’ya beş çur yani beş Tu-lu kabilesi ve beş se-kini (beş Nu-şi-pi kabilesi) yönetme hakkı verdi. Ho-lu, otağını Si’ye (Turfan) at sırtında on beş günlük mesafedeki To-lo-se nehrinin sahiline kurdu. Hui-ho (Uygur)lar batı tarafında T’u-küe’lere tâbi olmak istemediler.
2. yung-hui yılında (651) Ho-lu, Pei-t’ing’i (Guçen yakınlarında) tahrip etti. İmparatorun emriyle General Leang Kien-fang ve K’i-pi Ho-li, yirmi bin kişilik bir ordunun başında ve elli bin Hui-ho (Uygur) savaşçısını da yanlarına alarak, Ho-lu’ya ağır bir darbe indirip Pei-t’ing’i istirdat ettiler.
Birinci hien-k’ing yılında (656) Ho-lu tekrar sınırı ihlal etti. Ç’eng Çi-tsie, Su Ting-fang, Jen Yasiang ve Siao Se-ye, bir imparatorluk fermanıyla, askerlerin ve Hui-ho (Uygur) birliklerinin başında Ying dağında Ho-lu’ya ağır bir darbe indirdiler. Arkasından Kin-ya dağında onunla tekrar savaşarak kontrol altında tuttuğu tüm bölgeyi ele geçirdiler ve onu batı yönünde Ye-lo vadisine kadar takip ettiler. Ho-lu, batı tarafındaki Şe (Taşkent) Krallığı’na kaçtı. Su Ting-fang’a refakat etmekte olan P’o-juen, Ho-lu’nun peşine takılarak Şe’nin kuzeybatısındaki Su-tu şehrine geldi.17 Şehir hakimi İ-ni tarkan, Ho-lu’yu tutukladı ve Lo-yang’a gönderdi. Toprakları Meng-ç’i ve Kun-ling vilayetleri haline getirildi. Başlarına ise vali olarak A-şi-na Mi-şe ve A-şi-na Pu-çen getirildi. Beşi solda Nu-şi-pi, beşi sağda Tu-lu kabileleri olmak üzere on kabileyi yönettiler. Ho-lu’ya bağlı bütün boyları ise vilayet ve ilçelere dağıttılar. Bölgenin en uç noktası Po-ssu (Persia) sınırı idi.
17 Eğer bu kayıt doğruysa, daha önce Su-tu adıyla Sutruşana şehrinin kastedildiği şeklindeki tanımlamayı geçersiz kılmaktadır. Çünkü Sutruşana veya Ura-tübe Taşkent’in kuzebatısında değil, güneydoğusundadır.
P’o-juen ‘sol muhafızları büyük generali’ rütbesine terfi ettirildi ve Han-hai kumandanı oldu.
İkinci yung-hui yılında (655) Hui-ho (Uygur)lar Kao-li’de çarpışmak üzere Siao Se-ye’nin arkasından birlikler gönderdiler.
Lung-ço döneminde (661-663) P’o-juen öldü. Kızkardeşi Kraliçe Pi-su-tu, Hui-ho (Uygur), T’ong-lo ve Pu-kuların başına geçerek sınırı ihlal etti. Kao-tsung, Çeng Jen-t’ai’a Pu-ku ve diğer kabilelerle savaşarak itaat altına almasını emretti. Mağlup olan Pi-su-tu geri çekildi. Bu olaydan sonra T’ie-le (Tölös) kabilesinin topraklarında T’ien-şan kazası kuruldu.
Yung-lung döneminde (680) Tu-k’i-çi, si-şeng döneminde (684-704) Fu-ti-fu, k’ai-yüan döneminde (713-741) Ç’eng-tsung ve Fu-ti-nan bir biri ardınca kabilenin başına geçtiler ve barbar bölgelerini yönetmek için kumandan unvanı aldılar. Değişik kabilelerin yönetimi sağ ve sol şadları tarafından deruhte edildi.
Hui-ho (Uygur)lar, k’ai-yüan döneminde (713-741) yavaş yavaş güçlendiler. Leang-çu kumandanı Wang Kün-ç’uo’yu öldürerek diğer ülke heyetlerinin Ç’ang-an’a gitmek için kullandıkları An-si yolunu kestiler. Hsüan-tsung, Kuo Çi-yün ve diğerlerine onları cezalandırarak tenkil etmelerini emretti. Hui-holar, Si-ç’eng’in kuzeyinde Ötüken tepelerine sığındılar. Si-ç’eng, Han hanedanı döneminde Kao-kü18 pekenti denilen yerdi ve Tsi-şi geçidine üç yüz li mesafedeydi. O sıralar (Uygurlar)ın başında şu on bir kumandan vardı: Dokuz ilkel kabile vardı; birincisinin ismi, kağan ailesinin adı Yo-lo-ko idi; ikincisinin adı Hu-tu-ko, üçün-cüsünki Tu-lo-wu, dördüncüsünki Me-ko-si-ki, başıncisininki A-wu-tsu, altıncısınınki Ko-sa, yedincisininki Hu-wen-su, sekinci-sininki Yo-wu-ko ve dokuzuncusununki Ki-ye-wu idi. Her kabilenin bir beyi vardı. (Bundan başka Uygurlar) Pa-si-mileri (Bas-malları) yendiklerinde bir kabileyi daha bünyelerine katmış, Ko-lo-lu (Karluk)ları yendiklerinde bir başka kabileyi dahi bünyelerine almış ve her birinin başına bir bey atamışlardı. Tüm bu kabilelerin ortak adı “onbirler” idi. Yola çıktıklarında veya konakladıklarında, savaştıklarında yahut savaşa gittiklerinde, öncüleri daima bu iki kabileden gönderirlerdi.
18 Kao-kü, Se-ma Ts’ien’in eserinin VI. Bölümünde geçmektedir. (Fransızca çevirisi, II/158 n. 7)
T’ien-pao dönemi (742-755) başlarında, liderleri şe-hu (yab-gu) Hie-li t’u-fa saygılarını sunmak için saraya elçiler gönderdi; ona ‘adaleti kabul eden kral’ unvanı verildi. Üçüncü yıl (744) Pa-si-milere (Basmallara) saldırarak mağlup etti ve yine saraydan Ku-tu-lu (Kutluk) pi-kia (bilge) k’üe (kül) kağan unvanı aldı; ...
Sie-yen-t’olarla ilgili notlardan özetler
T’ang-şu, CCXV11, b, s. 3 r°
Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)lar,19 önceleri Sie [Si] halkıyla kaynaşmış haldeydiler; daha sonraları Yen-t’o kabilesini mağlup ederek itaat altına aldılar ve böylece adları Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)lar oldu. Soy adları İ-li-tie idi. Diğer T’ie-le (Tölös) kabileleri arasında en cesur ve müreffeh olanlar bunlardı. Görenekleri büyük ölçüde T’u-küe gelenekleriyle aynıydı.
19 Sie-yen-t’oların Sir-Tarduşlarla özdeşleştirilme teklifi Hirth tarafından ileri sürülmüştür (Nachworte, s. 129).
Batı T’u-küe kağanı Ç’u-lo T’ie-le (Tölös) reislerini öldürünce, onlara bağlı olan insanlar isyan ederek, birbirlerine koşulup çekip gittiler. K’i-pi Ko-leng, İ-wu-çen mo-ho (baga) Kağan seviyesine kotarılarak otağını T’an-han dağına kurdu; Sie-yen-t’o İ-şi-po’ya ise Ye-tie Kağan unvanı verildi. O da otağını Yen-mo dağına kurdu.
T’u-küe hakanı Şe-kui tekrar güçlenince, bu ikisi kağan unvanını hiçe sayarak, gelip ona itaat arzettiler. Ötüken dağlarında yaşayan Hui-ho (Uygur), Pa-ye-ku (Bayırku), A-tie, T’ong-lo (Tongra), Pu-ku, Pe-si kabileleri doğudaki Şi-pi Kağan’a bağlandılar; Kin-şan (Altay)da yaşayan İ-şi-po ise batıdaki Şe-hu (yab-gu) Kağan’a bağlandı. İkinci çeng-kuan yılında (628) Şe-hu (yab-gu) Kağan20 öldü; hakanlığında kargaşa çıktı. Bunun üzerine İ-şi-po’nun İ-nan adındaki torunu kendine bağlı yetmiş bin çadırla Hie-li Kağan’ın emrine girdi.
20 Şe-hu (yabgu) unvanı, her ne kadar tüm Batı T’u-küe kağanlarının ortak unvanı ise de, burada ancak 628 yılında hüküm süren T’ung şe-hu Kağan’ı gösteriyor olabilir. Diğer yandan, Hsüan-tsang kendisiyle 630 yılı başlarında bizzat karşılaştığına göre, T’ung şe-hu Kağan 628 yılında ölmüş olamaz. T’ung şe-hu Kağan’ın haleflerinden Si-p’i Kağan da 630 yılında zikredildiği için T’ung şe-hu’nun Hsüan-tsang’ın geçip gitmesinden bir süre sonra öldüğünü var saymak gerekir.
Daha sonraları T’u-küe’ler zayıfladılar. İ-nan fikrini değiştirerek Hie-li’ye [Kat İl-han] saldırdı. Hie-li Kağan zayıf düşünce diğer boyların büyük bir kısmı başkaldırdı; İ-nan’a tâbi olanlar ise onu başlarına kağan seçtiler. Fakat İ-nan bu unvanı kullanmaya cesaret edemedi. Bir sonraki yıl (628),21 Hie-li’ye karşı bazı planlar hazırlayan T’ai-tsung, yu-kilerin generali Kiao Şi-wang’ı kestirme yollardan İ-nan’a bir imparatorluk fermanı, bir davul ve bir tuğ götürerek, Çen-çu pi-kia (bilge) Kağan unvanı vermesi için gönderdi. İ-nan, verilen unvanı aldıktan sonra, şükranlarını sunmak ve ülkesinin ürünlerinden takdim etmek için bir elçi gönderdi. Daha sonra otağını başkentin kuzeydoğusuna düşen sağ hatta altı bin li mesafedeki Ötüken dağlarına kurdu. Doğusunda Mo-holar, batısında şe-hu (yabgu22) T’u-küe’leri, güneyde kumlu çöl, kuzeyde Kü-lun [Kerulen] nehri bulunuyordu. Toprakları geniş, halkı itaatkârdı. Çeşitli Uygur kabileleri ve diğerleri arasında ona bağlı olmayanı yoktu. Küçük kardeşi T’ung tegin, saygılarını sunmak için saraya gitti. İmparator ona çok değerli bir hançer ve kıymetli bir kamçı vererek şöyle dedi: “Eğer halkınızdan ağır suç işleyenler23 olursa, onları benim kamçımla kamçıla!” İnan, bunu önemli bir teveccüh işareti olarak telakki etti. Hie-li kağan yenildikten24 sonra tüm barikatlar kaldırılarak, siperler,25 boşaltıldı. İ-nan, kabilesinin başına geçerek yavaş yavaş batıya doğru kaydı. Ordasını Tu-lo (Tola) nehrinin güneyindeki Tu-wei-kien dağına kurdu. Artık başkente topu topu üç bin li mesafedey-di.26 Doğusunda Şi-weiler, batısında Kin-şan (Altay) dağı, güneyinde T’u-küe (Türkler), kuzeyinde Han-hai bulunuyordu. Bu, eski Hiung-nu’ların toprağıydı..
21 Bu tarih T’ung kien kang mu’da geçmektedir.
22 Batı T’u-küe’lerinin şekilde yazı şekilde yazılışı dikkat çekicidir. Bkz.Kiu T’ang-şu, XL, s. 29 vo;
“şe-hu (yabgu) kabileleri” ifa desi 640’da Batı T’u-küe’lerini göstermek için kullanılıyordu. Keza, T’ang-şu (CCXXI, a, s. 1 ro) Tang-hiang’lardan bahsederken onların doğuda Sung vilayeti, batıda ise şe-hu (yabgu) ile sınırdaş olduklarını kaydetmektedir. Bu örnekler “yabgu” veya “yabgu kabileleri” yahut “yabgu T’u-küe’leri” ifadelerinin Batı T’u-küe’leri için kullanıldığı görülmektedir ve esasen ‘yabgu’ unvanı sadece T’ung şe-hu veya Si şe-hu gibi birkaç hakanın değil, tüm prensler tarafından kullanılıyordu.
23 Yani isyan edenler olursa..
24 630’da.
25 Barikatı veya Çin sınırını savunan askerlerin bulundukları siperler.
26 Halbuki daha önce de gördüğümüz gibi İ-nan Ötüken dağında bulunduğu sırada başkenti 6000 li mesafedeydi. Bana göre bu metin Yü-tu-kün dağının Tola’ya çok yakın mesafede bulunan Ötüken’le özdeşleş-tirilemeyeceğini göstermektedir. T’ung kien kang-mu (2. çeng-kuan yılının sonunda) U-te-kien, K’i-tu-kün ve Yü-t’u-kün’ü aynı yer olarak göstermektedir.
Şa-t’olarla ilgili notlardan özetler
T’ang-şu, CCXV111, s. 1 r°
Şa-t’olar, Batı Türklerinden inen bir kabiledir ve Ç’u-yüe’lerin bir koludur. Doğu ve Batı T’u-küe (Türk) kabileleri birbirlerinden ayrıldıkları zaman, (batılı kabileler) Wu-sunların eski topraklarını işgal ederek orada Ç’u-yüe ve Ç’u-milerle kaynaştılar.
Yedinci çeng-kuan yılında (633), T’ai-tsung (Hi) li-pi tu-lu Kağan’a bir davul ve bir tuğ vermek suretiyle unvanını onayla-dı.27 Halbuki akrabalarından Pu-çen, ümitlerinin yıkıldığını görünce, kardeşi Mi-şe’ye ait olanlara el koymayı düşünerek iktidarı gaspetti. Korkuya kapılan Mi-şe, Ç’u-yüe’lerin ve diğer boyların başına geçerek saraya şikayet etmeye gitti.28 Zaten ümitsiz bir durumda olan Pu-çen de halkıyla birlikte itaat arzetti. Tu-lu, onun geride bıraktıklarını Şe-kui tegin Ki-yü’nün oğlu Ho-lu vasıtasıyla yönettiriyordu. Batı T’u-küe (Türk)leri yavaş yavaş güçlendiler. Fakat bilâhare taht kavgaları yüzünden birbirlerine saldırdılar. Büyük hakanlardan İ-p’i tu-lu Kağan, otağını Tsu-ho dağının batısına kurdu. Buna ‘Kuzey Ordası’ denildi. Ç’u-yüe’ler ve diğer kabileler ona itaat ettiler. Ç’u-yüe’ler Kin-so dağının güneyinde ve Pu-lei’in (Barkul Gölü)29 doğusunda yaşıyorlardı. Orada Şa-t’o denilen büyük bir taşlı çöl vardı. Bu yüzden onlara “Şa-t’o Türkleri” adı verildi.
27 Hi-li-pi tu-lu kağan, imparatorun A-şi-na Mi-şe’ye verdiği unvandı.
28 639 yılında.
29 Her ne kadar burada Ç’u-yüe’lerin yaşadıkları yer Barkul Gölü’nün doğusu olarak gösteriliyorsa da, gölün batısındaki bölgede yaşıyor olmaları gerekir. Çünkü Çinliler 654’de Ç’u-yüe’lerin topraklarında Kin-man ve Şa-t’o adında iki ilçe kurmuşlardı (ileriye bkz.) ve gerçekte Kin-man Guçen yakınlarnda yani Barkul Gölü’nün batısınday-dı. T’ang döneminde hazırlanan batı bölgesi haritasında (Si yü t’u çi, blm. III, s. 8 v° ve 9 r°) Ç’u-yüe ve Şa-t’oların yeri gölün batısında gösterilmektedir. Belki de Ç’u-yüe’ler Guçen yakınlarında, onlardan kopan Şa-t’olarsa aynı gölün doğusunda yaşıyorlardı.
İ (Hami) şehrini yakıp yıkan Tu-lu, her iki kabilenin savaşçılarını T’ien-şan şehrini kuşatmak için götürdü. An-si askeri valisi Kuo Hiao-k’o, ona saldırarak püskürttü (642)30 ve Ç’u-yüe prensinin şehrini zaptetti. Daha sonra İ-pi Kağan mağlup edildi ve T’u-ho-lo’ya (Toharistan) kaçtı.
30 T’ung kien kang mu’ya göre bu olay 642 yılı sonbaharında olmuştur.
Ho-lu, gelerek itaatini bildirdi (648). Bir fermanla ona Yao-ç’i valisi unvanı verildi. Bunun üzerine yönetim merkezini T’ing bölgesindeki Mo-ho şehrine taşıdı. Ç’u-yüe, Çu-ye K’üe se-kin A-küe de imparatorluğun bir parçası olmak için müracaatta bulundu.
Yung-hui dönemi (650-655) başlarında, Ho-lu isyan etti. Bunun üzerine Çu-ye Ku-çu da (barbarları) kendi safına çekmek ve sakinleştirmekle görevli (Çinli) komiseri31 öldürerek (Ho-lu’yla) birleşti. Savaşçılarıyla Lao dağına32 çekilerek istihkam kurdu. Fakat Şi-pi kabilesinin33 prensi Şa-t’o Na-su, onun peşinden gitmeyi reddetti. Kao-tsung da ona Ho-lu’nun yönettiği boyları verdi.
31 T’ang-şu’da (III, s. 1 v°) komiserin ismi Tan Tao-hui olarak geçiyor. Çu-ye Ku-çu tarafından 651 yılının onikinci ayında öldürüldü.
32 Lao dağı, Uygurlar’ın yerleşim birimini, diyelim Kara-balgasun, müteakiben takip edilen aşağıdaki güzergahta sözü edilen Orhon nehrinin sağ sahili üzerindeki yerdir: “Bu kampın doğusunda tek bir vadi vardır; batıda ise bu bölge U-te-kien (Ötüken) dağına dayanır; güneyde U-kuan (Orhon) nehrine yaslanır. Kuzey yönünde 6 veya 700 li mesafede Sien-o (Selenga) nehri vardır. Nehrin güney akımı üzerinde Fu-kui şehri yer alır. Daha sonra, tam kuzeyde biraz doğuya doğru, karlı dağlar, çam ve kayın ormanları ve birçok kaynaklar ve göller aşılır. 1500 li gittikten sonra Ku-li-kan (Kurikan)ların topraklarına gelinir. Bu topraklardan sonra batı istikametinde on üç gün yol alınca T’u-po kabilesine gelinir (Hirth, Nachworte, s. 40); kuzeye doğru bir altı veya yedi gün daha yürüyünce Kien-kun (Kırgız) kabilesine gelinir ki, Lao dağı ve Kien (Kem, Yukarı Yenisey) nehri oradadır.” Elimizdeki bu bilgi, Lao dağının Tangnu tepelerinde veya Sayan dağlarında bulunup bulunmadığını tespit için oldukça yetersiz bir bilgidir. (Tangnu ve Sayan dağları konusunda yapılan tartışmalar için bkz. Hirth, Nachworte, s. 41-42 ve Radloff, Die Inschrift des Ton-jukuk, p. XIII-XIV).
33 Bu kabilenin adıyla daha önce karşılaşmıştık.
Bir sonraki yıl (652), Kung-yüe bölgesi genel valisi Leang Ki-en-fang ve K’i-pi Ho-li, (Çu-ye) Ku-çu’yu tepeleyerek dokuz bin adamını esir aldılar. Yine bir yıl sonra (653’de) Yao-ç’i hükumeti ortadan kaldırılarak Ç’u-yüe toprakları üzerinde valiler tarafından yönetilen Kin-man ve Şa-t’o ilçeleri kuruldu.
Lung-şo dönemi (661-663) başlarında, Ç’u-yüe reisi Şa-t’o Kin-şan,34 askeri muhafızlar generali Si Jen-kui’nin T’ie-le (Tö-lös)lere karşı düzenlediği sefere katıldı. Ona Mo-li35 ordusunun “tenkil ve taarruz komiseri” unvanı verildi. İkinci ç’ang-an yılında Kin-man vilayeti valisi atandı ve ayrıca Çang-ye bölgesi onur unvanı verildi. Ölümünden sonra oğlu Fu-kuo yerini aldı.36
34 [s. 310’daki ek ve düzeltme: Şa-t’o Kin-şan 712 yılında henüz hayattaydı; Nitekim Tse-çi t’ung kien’de “Birinci sien-t’ien yılının (712) ikinci ayının sin-yu günü, Şa-t’o Kin-şan tartuk götürmesi için bir elçi gönderdi. Şa-t’olar Ç’u-yüe’lerin bir koluydu. Soy adları Çu-ye idi” cümlesini okuyoruz. Tse-çi t’ung kien’nin bir notu, Pa-ye veya Pa-ye-ku kabilesinin adını Şa-t’oların prens ailesinin cedd-i âlisinin adı olarak gören Kiu wu tai şi (blm. XXV, s. 1 r°) ve Wu tai şi’nin (blm. IV s. 4 r°) yanılgısını ortaya koymaktadır.]
35 Mo-li askeri kampı Kua-çu’nun kuzeybatısına 1000 li mesafedeydi. (T’ang-şu, XL, s. 8 r°.) Tse-fu t’ung kien (742 yılı, blm. CCXV, s. 1 v°) Mo-li askeri kampının Kua-çu’nun 1000 li kuzeybatısındaki eski Yüe-çi Krallığı’nın yerinde bulunduğunu ve beş bin asker barındırdığını belirtmektedir.
36 [s. 309-310’daki ek ve düzeltme: M. P. Pelliot, Şa-t’o Fu-kuo’nun ha-nımıyla ilgili bir metni bana gönderme lutfunda bulundu. Lu Sin-yü-an’ın P’an Tsu-in önsözüyle 1890’da yayınlanan 1 ku t’ang t’i pa’sında (blm. XVI, s. 5), Kin-man ilçesi genel valisi ve Ho-lan hassa ordusu büyük komiseri saygıdeğer Şa-t’o’nun hanımı ve Kin-ç’eng bölgesi prensesi bayan A-şi-na’nın şerefine dikilen T’ang dönemine ait bir mezar kitabesinde bir notun” bulunduğu belirtilmektedir. Sonu şu şekilde biten kitabenin baş kısmı elimizde mevcut değildir: “Hatun, A-şi-na soy adına sahipti. Daha önce kesintiye uğrayanı devam ettiren kağan Pu-çen’in torun kızı, efendisine hizmet etmek için sadakatini son haddine kadar kullanan kağan, cesur süvariler büyük generali Hu-şe-lo’nun torunu, On Okların kağanı ve yenilmez sağ muhafızlar büyük generali Huai-tao’nun büyük kızıydı.” - Notun geri kalan kısmından, bu prensesin eşinin zati adı kitabede verilmiyor ise de, bizim bu çalışmamızda sözü edilen Şa-t’o Fu-kuo’dan başkası olamayacağı anlaşılıyor. A-şi-na Hatun 719 yılında 25 yaşında öldü. On yedi yaşında ve tabii olarak 711 yılında evlenmişti. Ancak analiz ettiğimiz bilgiye göre evlilik tarihi 712 yılı yani Şa-t’o Fu-kuo’nun Pei-t’ing’e yerleşmek ve Çin’e itaat arzetmek için geldiği yıldı. A-şi-na Huai-tao’nun kızılı olan bu prenses, 722’de Türgiş hanı Su-lu’yla evlenen Kiao-ho prensesinin kız kardeşiydi. Oğlu Muahhar T’ang hanedanının birinci imparatoru olan Li K’o-yung, beşinci kuşaktan Şa-t’o Fu-kuo ve Kin-ç’eng prensesinin torunudur. (Wu tai şi, blm. IV). M.P. Pelliot, aynı eserde (blm. XVI, s. 7) 723 yılında ölen bir Türk prensesinin şerefine hakkedilen mezar kitabesi üzerinde Doğu Türkleri tarihiyle ilgili olarak henüz burada bullanamayacağımız çok dikkat çekici bir not bulmuştur.
Sien-t’ien dönemi (712) başlarında, (Fu-kuo) T’u-po’dan (Tibetliler’den) gelecek tehlikeyi bertaraf etmek amacıyla yönetim merkezini Pei-t’ing’e (Guçen yakınlarında) taşıdı. Tebaasıy-la birlikte saraya itaatlerini arzetmeye geldi. İkinci k’ai-yüan yılında (714) yeniden Kin-man valiliğine getirildi. Annesi Şu-ni-şi’ye37 de Şan Krallığı fu-jen onur unvanı verildi. Fu-kuo zaman içinde Yung-şu bölgesi kralı mertebesine kadar yükseldi. Ölümünden sonra oğlu Ku-tu-şe yerine geçti; vs.
37 Şu-ni-şi, Batı Türklerindeki Tu-lu kabilerinden beşincisinin adıdır. Fu-kuo’nun anasının bu adı taşıması da muhtemelen o kabileden olduğunu göstermek için verilmiştir.
II
BATI ÜLKELERİ
Giriş
Çalışmamızın bu bölümünde uyguladığımız metod şudur: Yalnızca Batı Türklerinden bahsedilen kısımları ortaya çıkarmak imkansızdır. Çünkü bu kısımlar, ancak genel anlatı içinde verildiğinde anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla biz, T’ang-şu’nun Batı ülkeleriyle ilgili kısmını aldık ve Batı Türkleriyle bir şekilde alâkası bulunan tüm ülkelere ilişkin notları bütünüyle çevirdik. Bu çeviri, Kiu T’ang-şu (blm. CXLVIII), Sui-şu (blm. XLVIII) ve Pei-şi (blm. XCVII)de bulabildiğimiz tüm bilgileri şerhederek üzerine yamadığımız bir şablon oluşturdu.
Burada ilk bakışta oldukça önemli gibi görünüyor olmasına rağmen, Wei-şu’nun (blm. CII) Batı ülkeleriyle ilgili bölümünü neden kullanmadığımızı izah etmek zorundayız. Wei-şu, eseri 551’de tekrar düzene koymakla görevlendirilen ve beşinci t’ien-pao yılının (554) 3. ayında imparatora takdim eden, yine aynı yılın sonunda yirmi bölüm daha ilave ederek bölümlerin toplam sayısını 130 çıkaran Wei Şu isimli birisi tarafından yazılmıştır. Fakat elimizdeki Wei-şu yalnızca 114 bölümdür ve yazarın telif ettiği şekli değildir. Eserin Sung döneminde yeniden gözden geçirilerek eksik olan otuzdan fazla bölümün Fan Tsu-yü’nün de (1041-1098) bulunduğu bir edebiyatçılar komisyonu tarafından tekrar derlendiğini biliyoruz. (Bkz. Se k’u ts’üan şu tsung mu, blm. XLV ve Wei-şu’nun fihristinden sonra Fan Tsu-yü ile meslektaşlarının önsözü). Batı ülkeleriyle ilgili kısım, Sung dönemi yazarlarınca ilave edilmiş bir bölümdür. Bu bölümde sadece Pei-şi’nin XCVII. bölümünü almış, Kao-ç’ang (Turfan)a ait notlar ve An Krallığı’yla ilgili tüm kısımlar çıkarılmıştır. (Bkz. Wei-şu, blm. CII, Kien-lung basımı tenkit notları). “Bu bölüm Wei Şu’nun kitabında yoktu; Pei-şi’nin batı ülkeleriyle ilgili bölümü olduğu gibi kopya edilmiş; ancak, An Krallığı ve komşu beyliklerle ilgili kısım alınmamıştır.)” Wei-şu’nun CII. bölümünün orijinal bir değeri olmadığı gibi, bir takım eksiklikler de göze çarpmaktadır. Eğer K’ang (Soğdiyana) Krallığıyla ilgili notu ele alırsak, ülke kralının Türk hakanı Ta-tu’nun kızıyla evlendiğini görüyoruz. Daha ileride ise K’ang kralının ilk defa t’ai-yüan döneminde (435439) saraya bir elçi gönderdiği, arkasından imparatorlukla tüm ilişkilerini kestiğini okuyoruz ki, buna göre Ta-tu Kağan 435-439 yılları arasında elçilik heyetinin gönderilmesinden bir süre önce yaşamış olmalıdır ve tabi ki tam bir saçmalıktır. Çünkü diğer tüm Çin kaynakları T’u-küe’lerin VI. Yüzyılın ortalarına doğru güçlenmeye başladıklarını ortaya koymaktadır. Fakat K’ang Krallı-ğı’nın ta-ye döneminde (605-616) saraya ilk defa elçi gönderdiğini belirten Pei-şi’nin ilk metnine müracaat ettiğimizde bu güçlük ortadan kalkmaktadır. Wei-şu’da ta-yen kelimesi kaldırılarak yerine Sui hanedanı dönemine ait ismi Wei hanedanı yıllarına ait bir isimle değiştirmek isteyen beceriksiz bir editör tarafından ta-ye konulmuştur. (Nitekim bu hata Wei-şu’nun K’ien-lung baskısında belirlenmiştir. Blm. CIII sonu). Metinle ilgili olarak yaptığımız tenkit, K’ang Krallığı’nın Çin’le ilk defa ta-ye döneminde (605-616) ilişki kurduğu, bunun da Ta-tu Kağan’ın kızıyla izdivaç yapan prensin hükümdarlık tarihlerine uygun düştüğü sonucuna götürmektedir ki, dolayısıyla bu, bendenizin (s. 84’deki notta) Ta-tu Kağan’ın Batı Türklerinde ve münhasıran 603’e kadar Kuzey Türklerinde hüküm süren Ta-t’u Kağan ve Tien-küe olduğu şeklindeki görüşüme de galiba ters düşmektedir.
Eğer Pei Ts’i-şu’nun yabancı ülkelerle ilgili hiçbir bölüm ihtiva etmediği ve Çou-şu’nun ise T’u-küe’lerle ilgili notu hariç, batıdaki diğer krallıkların Türklerle olan ilişkileri konusunda herhangi bir bilgi sunmadığı göz önünde bulundurulursa, eski ve yeni iki T’ang tarihinin dışında, sadece Sui-şu ve Pei-şi’nin batı ülkelerinin T’u-küe’lerle ilişkilerine değindiğini görürüz.
Sui-şu, T’ang hanedanı döneminde 629’de eseri kaleme almakla görevlendirilen ve 636’da yazımı tamamlayan Wei Çeng (bkz. Kiu T’ang-şu, LXXI, biyografi) ve diğerleri tarafından yazılmıştır.
Pei-şi’nin yazarı Li Yen-şu’dur (bkz. Biyografi, Kiu T’ang-şu, LXXIII, s. 6 v° ve T’ang-şu, CII, s. 9 r°) ve bizzat müellifin önsözünde dediği gibi, 386-618 yılları arasındaki kuzey hanedanları tarihini ele almaktadır (Pei-şi, C, s. 13 v°) Li Yen-şu’nun babası bu eserle ve güney hanedanları tarihiyle ilgili malzemeleri toplamıştı, fakat o 628’de başladığı işi bitiremeden ölünce, on altı yıllık bir çalışmadan sonra da olsa oğlu eserin yazımını tamamlamış ve muhtemelen Pei-şi 644’lerde saraya sunulmuştur.
Kiu T’ang-şu’nun başlıca yazarı, 887-946 yılları arasında yaşayan Liu Hiu’dur (bkz. Kiu wu tai-şi’deki biyografi, blm. LXXXIX, ve Wu tai-şi, blm. LV). Yazarın eserini ne zaman neşrettiği tam olarak bilinmiyorsa da, muhtemelen ölümünden kısa bir süre öncedir.
T’ang-şu’ya gelince, en tanınmış yazarları Wu-yang Siu ve Sung K’i olan bir komisyon tarafından kaleme alınmıştır. Bu yazarlar 1044’de imparatorun emriyle eseri yazmaya başlamış ve 1060’da tamamlamışlardır.
Kao-ç’ang (Turfan)
T’ang-şu, CCXX1, a, s. 4 r° vd
Kao-ç’ang, başkente kuş bakışı dört bin li mesafededir. Doğudan batıya uzunluğu sekiz yüz li, kuzeyden güneye uzunluğu ise beş yüz li’dir. Toplam yirmi bir şehri vardır. Kralın başkenti Kia-ho’dadır38 ki, Han dönemindeki sabık Kü-şi39 ülkesinin başkentide burasıydı. T’ien-ti şehri40 Wu-ki hiao-wei41 hükumetinin payitahtıydı. Krallığın iki bin seçme askeri vardır. Toprakları münbit-tir. Yılda iki defa buğday ve hububat ürünü alınır. Pe-tie42 denilen bir bitki yetişir. Çiçeği toplanarak kumaş yapmak için dokunur. Halkın saçlarını başlarının arkasından sarkacak şekilde örgü yapması görenek haline gelmiştir.
38 Kiao-ho, bugünkü Yar-hoto’nun yerinde, Turfan’ın 20 li batısındaydı. Demek ki, T’ang döneminde Kao-ç’ang Krallığı’nın başkenti Tur-fan’da değil, buradaydı.
39 Han döneminde Kiu-şi veya Ku-şi Krallığı’nın iki payitahtı vardı. Sabık payitaht, burada da belirtildiği gibi, daha sonra Kao-ç’ang’ın başkenti olan şehirdir ki, Yar-hoto’nun yerinde, Turfan’ın batısında bulunuyordu. Kü-şi’nin sonraki payitaytı ise T’ang hanedanı dönemindeki Kin-man sancağı idi ve Guçen’in batısında Tsi-mu-sa yakınla-rındaydı. Kao-ç’ang Uygur Krallığı’nın varlığını sürdürdüğü X. Yüzyılda da eski ve yeni payitaht arasında bu ayırım vardı. Çin elçisi Wang Yen-ti, Kao-ç’ang Krallığı’nın evvelki başkentinden sonraki başkentine gitmiştir. O dönemde sabık payitaht Turfan’ın doğusunda Kara-hoço’nun yerindeydi. Sonraki payitaht da muhtemelen Kü-şi Krallığı zamanındaki yerindeydi. Kü-şi veya Ku-şi Krallığı MÖ. 60 yılında Çinli general Çeng Ki tarafından yıkılmış, enkazı üzerinde şu sekiz prenslik kurulmuştur: İç Kü-şi, Dış Kü-şi, Doğu Ts’i-mi, Batı Ts’i-mi, İç Pi-lu, Dış Pi-lu, Dış P’u-lei (Barkul), İç P’u-lei. Bunlardan son altısı, kuzeyin dağlık prenslikleri olarak adlandırılıyordu. Burada sözü edilen dağlar Tanrı Dağları veya kutsal dağlardır. Bkz. Ts’ien Han-şu’nun batı ülkeleriyle ilgili bölümü üzerine Sü Sung yorumu, i. ksm, s. 7 v°.
40 [s. 310’daki ek ve düzeltme: T’ien-ti şehri, günümüzdeki Luk-çun’dur. Tu Yu’yu kaynak alan Tse-çi t’ung-kien (blm. L, s. 10 v°) şöyle demektedir: T’anglar Kao-ç’ang’ı mağlup ettiklerinde (640) T’ien-ti şehrini Liu-çung sancağına çevirdiler. Diğer yandan T’ung kien kang mu (blm. XXIX, s. 2 v°) Huo-çu (Karahoço)dan bahsederken şöyle demektedir: Bu şehrin 70 li doğusunda T’ang döneminin Liu -çung sancağı olan Liu ç’en şehri yer alır; şehrin (Huo-çu) 100 li batısında ise T’ang döneminin Kiao-ho sancağı olan T’u-lu-fan (Turfan) şehri kâindir.]
41 Wu-ki hiao-wei misyonu, M.Ö. 48 yılında, bazılarına göre, Batı ülkelerini pasifize etmek şeklinde belirlenmişti ve sabit bir merkezi yoktu. Diğer yandan, kia, i, ping, ting, wu, ki, keng, sin, jen, kui denilen on çevrimsel harf serisinde sekiz tanesi ikişer ikişer dört mevsimi oluşturmaktadır, ama wu ve ki harfleri göçebelere aittir ve dört mevsimden her birindeki 18 günün başına gelmektedir. Wu-ki hiao-vvei’deki wu ve ki harfleri, sürekli hareket halindeki görevliye işaret etmektedir. Bilim adamlarına göre wu ve ki harfleri çevrimin ortasında yer almaktadır ve keza wu-ki hiao-wei de otuz altı barbar krallığın ortasındaydı. Bu durumda bu memurun Turfan yakınlarında ikamet ediyor olmasından onun barbar krallıkları ortasında bulunamayacağı hükmünün doğru olduğuna da işaret etmek gerekiyor. Beri yandan wu ve ki’nin toprağı sembolize ettiği yahut wu-ki hiao-wei’in toprağı işleyen tarım kolonilerini yönetme görevi bulunduğu da söylenmektedir. Ve en nihayet Sü Sung’daki açıklama, belki hayal gücümüzü biraz zorlamaktadır ama, daha tutarlı görünmektedir: Wu-ki hiao-wei’in görevi Hiung-nuları geri atıp Batı ülkelerinde sükuneti sağlamaktı. Ancak Batı ülkeleri batıda yer aldığı için (bu harfler) metalle ilgilidir; kuzeyde yaşayan Hiung-nular ise suyla bağlantılıdır. Wu ve ki harfleriyle sembolize edilen toprak, metal üretir ve suyu yönlendirir. Şu halde wu-ki hiao-wei’in wu ve ki harfleri ile gösterilen iki işlevi vardı: Hiung-nuları yenmek ve Batı yörelerini sükuna kavuşturmak. Ts’ien Han-şu’nun Batı ülkeleriyle ilgili bölümünün Sü Sung yorumu için bkz. birinci ksm. s. 8 v°.
42 Sanırım burada pamuktan söz ediliyor. Hu Han-şu, Yün-nan’da yerleşen ve muhtemelen ataları Laoslu olan Ai-lao’larla ilgili bir notta (CXVI, s. 8 r°) bu insanların dokumayı bildikleri pe-tie adlı bir elyaftan bahsetmektedir. Milattan önceki birinci ve sonraki ikinci yüzyıla ait olan bu bilgi, en eski kayıttır. Nan-şi’de (LXXIX, s. 7 r°) Kao-ç’ang (Turfan)da yetişen bir bitki hakkında şöyle denilmektedir: “Meyvesi koza gibidir; kozanın içinde ince ipi andıran lifler vardır. Bunlara pe-tie tse denilir. Ülke insanları bunları toplayarak bez dokurlar. Bu bez, oldukça yumuşak ve beyazdır.”
Ülkenin kralı K’ü Pe-ya,43 Sui’ler döneminde Yü-wen ailesinden Prenses Hoa-jung lâkaplı imparator akrabası bir kızla evlendi. Wu-ti dönemi başlarında (K’ü) Pe-ya öldü.44 Oğlu (K’ü) Wen-t’ai tahta çıktı ve babasının öldüğünü bildirmek için elçiler gönderdi. Kao-tsu başsağlığı dileklerinin iletilmesi için bir heyet gönderilmesini emretti. Beş yıl sonra (K’ü) Wen-t’ai, saraya altı pus yüksekliğinde, bir kadem uzunluğunda, bir atı koşumundan tutup çekebilen, kuyruğunda yanan bir mumu taşıyabilen köpekler gönderdi.45 Bunların Fu-lin (Suriye)den geldiği söyleniyordu. Böylece ilk defa Çin’e Fu-lin (Suriye) köpekleri gelmiş oldu.
43 Çin kökenli olan K’ü ailesi, Kin-çeng’den (Kan-su’daki Lan-çu) geldiği için Miladi 507 yılında Kao-ç’ang (Turfan) tahtına çıkmıştı. İlk kral K’ü Kia idi. Sonra tahta oğlu K’ü Kien, ondan sonra da K’ü Pe-ya geçti. Alıntı yaptığım Pei-şi (XCVII, s. 1), şu bilgileri ilave ediyor: “K’ü Kien’in ölümünden sonra oğlu (K’ü) Pe-ya tahta çıktı. Büyükannesi Türk hakanının kızıydı. Babası ölünce Türkler (K’ü Pe-ya’yı) kendi göreneklerini uygulamaya davet ettiler. (K’ü) Pe-ya uzun süre bu isteğe karşı direndi, fakat Türklerin aşırı ısrarları karşısında sonunda itaat etti.” Oldukça muğlak olan bu pasaj, bana göre şu anlamdadır: Bilindiği gibi Türk âdetlerine göre, baba öldüğünde oğlu onun hanımı ile [üvey annesiyle] evlenmek zorundaydı. Çin âdetlerine göre, ikinci kuşaktan oğullar büyükanneleriyle evlenebilirlerdi. Türk âdetlerine uyması için K’ü Pe-ya’ya yapılan baskının sebebi budur. Pe-ya, nefret etmesine rağmen Türk hakanın kızı olan büyükannesini hanımları arasına katmak zorundaydı. Bu aile bağı, Kao-ç’ang Krallığı’nı Türklere bağlayan tek bağ değildi. 629 yılı sonlarında K’ü Pe-ya’nın oğlu ve varisi Kral K’ü Wen-t’ai’ı ziyaret eden Hsüan-tsang, Şe-hu Kağan’ın büyük oğlu Ta-tu Şad’ın Kao-ç’ang kralının kızıyla evlendiğini nakletmektedir. (Daha ileride Hsüan-tsang’ın Hatırala-rı’yla ilgili bilgi özetine bkz.) Pei-şi (XCVII, s. 5 r°) K’ü Pe-ya’nın hükümdarlığı konusunda şu bilgileri vermektedir: “İmparator Yang (605-616) tahta çıktığında, değişik barbar halkları kendisine çekti. Dördüncü ta-ye yılında (60) (K’ü Pe-ya) haracını götürmesi ve hediyeler sunması için bir elçi gönderdi. İmparator elçiyi fevkalâde saygıyla karşıladı. Bir sonraki yıl (609) (K’ü) Pe-ya, yani Kao-li (Kore)ye karşı düzenlediği sefer sırasında imparatora eşlik etmek amacıyla saraya saygılarını sunmaya geldi. Dönüşte imparatorluk ailesinden Prenses Hua-jung hanımla evlendirilmek suretiyle ödüllendirildi. Sekizinci yılın (612) kışında tekrar barbarlar arasına döndü. Ülkesinde bir ferman yayınlayarak şöyle dedi: “Daha önceleri ülkemiz vahşi bir bölgenin sınırlarında bulunduğu için saçlarımız sırtımıza uzanıyordu ve elbiselerimizi soldan düğmeliyorduk. Şimdiyse büyük Sui hanedanı hüküm sürmektedir. Dünya barış ve birlik içindedir. Ben, yetim kaldığımdan beri, uyum havası içinde yoğruldum. Dolayısıyla tüm büyük değişikliklere uymam gerekir. Halk ve onları yönetenlerin hepsi saçlarını çözerek Çin usulü tepeden tutturmak, elbiselerinin soldan kapanan yakalarını kesmek zorundadırlar.” İmparator bunu haber alınca, ona övgüler yağdırarak şu fermanı yayınladı: “Ku-ang-lu büyük subayı, Pien Krallığı dükü ve Kao-ç’ang kralı K’ü Pe-ya, Çin asıllıdır; Batı bölgesinde tevarüsen hüküm sürmektedir. Vaktiyle içinde bulunduğu oldukça ağır şartlar sebebiyle, bizden kopmuş ve Huların giysilerini giymişti. Sui hanedanımız cihana barış getirdikten sonra, K’ü Pe-ya tüm engelleri göğüsleyerek kumlu çölü aşıp, haracını sunmak üzere saraya geldi. Elbisesinin sol yakasını kesti ve kıyafetinin alt kısmını uzattı. Barbar göreneklerini bırakarak Çin göreneklerini benimsedi. Kendisine giysiler ve boneler dışında başka giysiler hazırlayıp dikmesi için kalıplar verilmesi uygundur.” K’ü Pe-ya, daha önce Kao-ç’ang Krallığı’na devlet âyânlarını yollayan T’ie-le (Tölös)lere bağlıydı. Ülkesi topraklarından gelip geçen tacirlerden vergiler alarak bunları T’ie-le (Tölös)lere gönderiyordu. Her ne kadar Çin’e kompliman yapmak için böyle bir ferman çıkardıysa da, T’ie-lelerden çekindiği için tavrını değiştirmeye cesaret edemedi. O yıldan itibaren ülkesinin ürünlerinden Çin sarayına haraç götürmek üzere emir aldı.”
T’ai-tsung tahta çıktığında (627), (K’ü) Wen-t’ai siyah tilki derisinden yapılmış bir kürk hediye etti. İmparator da buna karşılık Wen-t’ai’ın eşi Yü-wen hanıma altın bir çiçek takı verdi. Yü-wen hanım ise imparatora yeşim tepsili küçük bir masa sundu. (K’ü Wen-t’ai), diğer krallıklardaki kıpırdanmaları anında saraya bildiriyordu.
4. çeng-kuan yılında (630), saraya saygılarını sunmaya gelen (K’ü Wen-t’ai),46 büyük bir merasimle karşılandı ve hatırı sayılır hediyeler verildi. Yü-wen hanım, imparatorluk aile kütüğüne yazılmak istedi. Kendisine Li soyadı veren ve unvanını “Prenses Ç’ang-lo” olarak değiştiren bir ferman aldı.
46 Kiu T’ang-şu’ya göre (III, s. 1 v°) K’ü Wen-t’ai, dördüncü çeng-kuan yılının on ikinci ayının kia-in günü (7 Aralık 630) saraya gelmiştir.
Bir süre sonra (K’ü Wen-t’ai) Batı Türkleriyle ilişki kurdu. Batı ülkelerinden (Çin) sarayına saygı sunmak ve tartuk takdim etmek için gelenler onun [Batı Türklerinin] topraklarından geçiyorlar; onlar da hepsininin yolunu keserek yağmalıyorlardı. İ-wu (Hami) Türklere tâbi idi, (fakat) o sıralarda imparatorluğu met-bû olarak tanıdı. Bunun üzerine (K’ü) Wen-t’ai ve Şe-hu birleşerek ona saldırdılar.47 İmparator bir buyruk yayınlayarak cephe değiştirmesinden dolayı K’ü Wen-t’ai’ı azarladı ve (Kao-ç’ang) ordusu büyük kumandanı A-şi-na Kü’yü48 meseleyi araştırmakla görevlendirdi. K’ü Wen-t’ai onu geri göndermedi ve çang-çi K’ü Yung’u özür beyan etmek üzere saraya gönderdi. Vaktiyle, ta-ye devri (605-616) sonlarında önemli miktarda Çinli (Kuzey) Türklerine kaçmış, bilâhare Hie-li mağlup edilince (630) bunlar Kao-ç’ang’a (Turfan) sığınmışlardı. Bunların nezaret altında Çin’e iade edilmelerini emreden bir imparatorluk fermanı yayınlanmış, fakat (K’ü) Wen-t’ai Çinlileri alıkoymuştu. Üstüne üstlük Batı Türklerinden İ-pi Şad’la birlikte üç Yen-k’i (Karaşar) şehrini basarak, ahaliyi esir almış, Yen-k’i hakimi de saraya şikayette bulunmuştu. İmparator su ve orman bakanlığından lang-çung Li Tao-yü’yü tahkikat için gönderdi. (K’ü Wen-t’ai) tekrar elçi göndererek özür diledi. İmparator bu elçiyi huzuruna çağırarak şu sözlerle azarladı: “Yıllar var ki, efendin saraya saygısını sunmadı, haraç da vermedi. Tebaalık vazifesini yerine getirmiyor. Haksız yere Çin idari sistemine benzer memurlar atama hakkı olduğu iddiasında bulundu. Bu yıl başında, tüm ülkelerin kralları geldiler, ama sizinki ortalarda yok. Bir süre önce onun nezdine (K’ü Wen-t’ai’a) şu acı sözleri söylemesi için birini gönderdim: ‘Yırtıcı kuş gökte uçar; çulluk çalılar arasında gizlenir; kedi evde dolaşır; fare deliğinde saklanır; her biri kendi yerinde, neden memnun olmasın ki?’49 Senin efendin Batı ülkelerinden haraç getirenlerin hepsini durdurup tutukladı. Bir de Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş)ların reisine ‘Sen de bir kağan olduğuna göre T’ang hanedanından Göğün Oğluna eşitsin. Onun elçilerini kabul kılıp selama durup da ne yapacaksın?’ diye akıl verdi. Gelecek yıl ordularım harekete geçecek; onun krallığının tüm insanlarını esir alacağım. Şimdi dön ve efendine gerekli tedbirleri almasını söyle!”
47 K’ü Wen-t’ai ve Şe-hu’nun Hami’ye düzenledikleri saldırının tam tarihini bilmiyoruz. Metinden olayın yalnızca K’ü Wen-t’ai’ın 630 Aralığında Çin sarayını ziyaret etmesinden sonra vukû bulduğu anlaşılıyor. Bu arada T’ung Şe-hu Kağan 630 tarihinde öldüğüne göre, burada sözü edilen Şe-hu o olamaz. Şe-hu (yabgu) unvanının Batı Türklerinin tüm kağanlarının ortak unvanı olduğu biliniyor. Demek ki bu ifade, Hami’ye düzenlenen saldırı sırasında Batı Türklerinin başında bulunan bir kağanı göstermektedir. Konuya daha fazla açıklık getirebilecek durumda değiliz.
48 Bu adamın soy adı, Türk asıllı olduğu izlenimi vermektedir. Ordu başkomutanının Türk olması sebebiyle Türklerin Turfan sarayında hayli etkili oldukları anlaşılıyor.
49 Bu sözler, Kao-ç’ang hakiminin bulunduğu yerden memnun olduğunu ve Çin sarayına gidip saygılarını sunmak istemediğini göstermektedir.
Bu arada Sie-yen-t’o (Sir-Tarduş) kağanı (Çin) ordusuna rehberlik yapma teklifinde bulundu. Bunun üzerine nüfus işleri bakanlığı başkanı T’ang Kien kesin bir taahhüt almak için Yen-t’o’lara gitti. Ayrıca imparator da (K’ü) Wen-t’ai’a mühürlü bir mektup göndererek, itaat etmenin sağlayacağı faydaları, itaatsizliğin yol açacağı felaketleri belirtip, saraya saygısını sunmak üzere gelmesi gerektiğini kaydetti. (K’ü) Wen-t’ai, gitmemek için hastalığını mazeret gösterdi.
Bunun üzerine Hu Kün-tsi, Kiao-ho bölgesi büyük genel valisi olarak atandı; sol t’un-wei şefi General Sie Wan-kün ve Sa-ku Wu-jen onun yardımcılarıydılar. K’i-pi Ho-li, Ts’ung-şan bölgesi ikinci büyük genel valisi, askerî muhafızlar generali Niu Tsin-ta ordu başkumandanı olarak atandılar. Bunlar, binlerce T’u-küe ve K’i-pi savaşçısının başına geçerek (K’ü Wen-t’ai) ile savaşmaya gittiler. Saray görevlileri kendi aralarında toplantı yaparak, ordunun on bin li uzunluğunda bir mesafe katettikten sonra umulan başarıyı gösteremeyecekleri, ülkenin Tanrı tarafından çizilmiş sınırlarla zaten tecrit edilmiş olduğu, zaptedilse bile elde tutmanın mümkün olmayacağı kanaatine vardılar, fakat imparator onları dinlemedi.
K’ü Wen-t’ai çevresindekilere şöyle dedi: “Vaktiyle saraya say-gularımı sunmaya gittiğimde,50 Ts’in51 ve Lung52 kuzeyindeki şehir ve kasabaların ıssızlaştığını, Sui zamanındaki halleriyle kıyaslanamayacağını gördüm. Eğer şimdi üzerimize büyük bir orduyla gelecek olursa, iaşeleri yetmeyecektir. Eğer otuz binden daha az bir orduyla saldırırlarsa, ona da bizim gücümüz yeter. Çölü geçtikten sonra askerleri yorgunluktan bitecek ve kuvvetsiz kalacaklardır. Telaşa kapılmadan yorgun düşmelerini bekleyelim ve dinlenmiş ordumuzla bitkin düşenleri toplayalım.” On dördüncü yıl (640), imparatorluk ordusunun çölün çıkışına ulaştığını öğrenen (K’ü Wen-tai), korkuya kapıldı, ne yapacağını bilemedi ve hastalanıp öldü. Yerine oğlu (K’ü) Çi-şeng geçti. Hu Kün-tsi, aniden T’ien-ti şehrine saldırdı, K’i-pi Ho-li de öncü birliklerle savaş meydanında bir katliam gerçekleştirdi. O gece şehre bir göktaşı düştü, ertesi gün de şehir alındı ve yedi binden fazla insan esir edildi.
50 630’da.
Çeng-lang-tsiang Sin Leao-öl, gece vakti şehri kuşatma altına almak için cesur savaşçılarıyla geldi. (K’ü) Çi-şeng, (Hu) Kün-tsi’ye şu mektubu gönderdi: “Göğün oğluna karşı suç işleyen kişi, ölmüş olan kraldır. Hataları çok büyüktü ve cezaları üst üste yığıldı. Böylece kendi kaderini kararttı. (K’ü) Çi-şeng ise henüz kısa bir süre önce tahta geçti. Onu affedesiniz.” (Hu) Kün-tsi şu cevabı gönderdi: “Hatalarından nadim olan kişi, elleri arkasına bağlanmış halde garnizonun kapısına gelmek zorundadır.” (K’ü) Şi-şeng ona cevap vermedi. Kün-tsi hendekleri doldurtarak savaş makinelerini (mancınıkları) ileri sürdü.53 Yağmur gibi taş yağmaya başladı. Şehirde tam bir korku vardı. (K’ü) Çi-şeng başkuman-dani K’ü Şe-i’ye yerinde durarak mevzisini korumasını emretti. Kendisi ise wan-ts’ao K’ü Te-tsün’le birlikte düşman karargahına giderek, tavrını değiştirme ve Göğün Oğluna hizmet etme (fırsatının verilmesini) talep etti. Kün-tsi onu diz çökmeye zorladı. Kao-ç’ang kralının açıklamaları tam bir saçmalık halini almadan önce, Sie Wan-kün birden ayağa kalkıp “Önce şehri almak gerek, bu tıfılla tartışmanın ne lüzumu var? İşaret verin ileri atılalım!” dedi. (K’ü) Çi-şeng ter içinde yere kapanarak “Nasıl emrederseniz öyle olsun!” dedi ve itaat arzetti.
53 Hu Kün -tsi’nin yanında bulunan General Kiang Hing-pen şerefine Barkul Gölü yakınlarında 640 yılında dikilen bir kitabede bu savaş makinalarından söz edilmektedir. Ayrıca bkz. Kiu T’ang-şu’nun LXIX. Bölümündeki Hu Kün-tsi biyografisi.
(Heu) Kün-tsi, üç bölge, beş ilçe, yirmi iki şehirden ibaret olan, sekiz bin hane, otuz bin ahali ve dört bin atın bulunduğu ülkeyi nihai olarak zaptetmek üzere ordusunu ikiye ayırdı.
Bu olaylardan önce krallık içinde şu şekilde dedikodular yayıldı: “Kao-ç’ang askerleri buz ve kar gibidir; T’ang hanedanı askerleriyle güneş ve ay gibidir. Güneş ve ay çıkınca kar ve buz eriyiverir.” (K’ü) Wen-t’ai bu söylentileri çıkaranları aratmış, ama bulamamıştı.
Zafer haberi saraya ulaşınca Göğün Oğlu çok memnun oldu. Görevlilere ziyafet verip, hediyeler dağıttı ve liyakat nişanlarını kayda aldırdı. Daha önce Kao-ç’ang kralının emrinde olanları affetti; belli yerlerine ilçe ve şehirler kurdurduğu bu bölgeyi açtı ve ona “Si-ç’ang ilçesi” adını verdi.
“Özel Terfili” unvanına sahip olan Wei Çeng, şu sözlerle imparatora uyarıda bulundu: “Saraya saygılarını sunmaya ilk gelen Kao-ç’ang kralı oldu. Bilâhare batılı tacirlerin yolunu kesip vergi ve tartuklara el koyduğu için imparatorluğun cezasına maruz kaldı. (K’ü) Wen-t’ai öldüğüne göre, kabahati de kendisiyle gitti. Onun insanlarına müşfik davranınız ve oğlunu tahta çıkarınız. Suçluyu cezalandırmak, ama halka himmet göstermek, işte aklın yolu budur. Şimdi bu bölgeden yararlanmak için orada bin kişilik bir garnizon bulundurmalısınız. Bu garnizondaki askerler yıllar zarfında sadece bir kez değiştirileceklerdir; eşyaları ve iaşeleri için masrafları olacak, ailelerinden uzak kalacaklardır. On yıldan daha az bir sürede Lung-yu (bölgesi) hemen hemen (yenilip) bitirilecek ve siz Majesteleri imparatorluğun masraflarını karşılamak için Kao-ç’ang’dan ne bir habbenin binde biri kadar buğday, ne de birkaç metre ipekli kumaş alabileceksiniz. Buna faydasız şeylerle uğraşacağım diye faydalı şeylere zarar vermek denir.” Fakat bu nasihat dikkate alınmadı.
Si-ç’ang54 ilçesinin adı Si olarak değiştirildi. Ayrıca bir de Ansi Askeri Valiliği kuruldu. Her yıl oraya bin asker gönderildi ve suçlular cezalarını çekmek için bu garnizona yollandı.
54 Kiu T’ang-şu’ya göre (III, s. 5 ro) An-si Askeri Valiliği, Si eyaletinde (Turfan’ın batısında) 14. çeng-kuan yılı (640) dokuzuncu ayının i-mao günü kuruldu. İkinci yung-hui yılı (651) on birinci ayının ting- ç’u günü An-si Askeri Valiliği biraz kaydırılarak Kao-ç’ang’ın eski başkentine, Turfan’ın doğusuna nakledildi. (Kiu T’ang-şu, IV. zb 2 vo) 658 yılında ise Kuça’ya taşındı.
Huan-men-şi-lang Ç’u Sui-leang ise imparatora şu sözlerle uyarıda bulundu: “Eskiden Hia topluluğu55 ilk sırada, İ ve Ti’ler son sırada yer alırlardı. Fayda sağlayacak işlere öncelik verilir, uzak ve kurak bölgeler için mücadele edilmezdi. Şimdi Kao-ç’ang bitip tükenmiştir. Çin’in haşmeti dört bir yandaki barbarları titretmektedir. İmparatorluk kuvvetlerinin seferleri başladıktan itibaren Ho-si56 bölgesi yalnızca angarya işler için kullanılmaktadır. Pirinçleri uçuruldu57 ve kuru otları arabalara taşındı. On aileden dokuzu mahvolmuş durumda. Normal duruma dönülebilmesi için en azından beş yıl gerekli. Şimdi bu garnizonu ayakta tutmak için her yıl kuvvetler gönderilmekte, eşyaları iki bin li uzaktan getirilmektedir. Gidenler kendi yiyeceklerini kendileri bulmak zorunda kalıyorlar. Bunlar, ellerindeki tüm buğdaylarını satmakta ve dokuma tezgahlarındaki58 her şeyi elden çıkarmaktadırlar. Yolda ölenler de işin cabası. Suçlulara gelince, onlar zaten kanunları bozmakla işe başladıklarından görevlerini ihmal edecek ve yapılacak işlerde bir faydaları olmayacaktır. Ayrıca gönderilenler arasında asker kaçakları da vardır. Hakimler onları yakalayarak tevkif etmektedirler. Suçlular, bir sütunla onu sarmalayan bitkinin birbirine bağlı olması gibi,59 masumları da işledikleri suçlara bulaştırmaktadırlar. Bu yüzden Çang-ye ve Chiu-ch’üan’da savaş bulutları havada uçuşurken ve alarm sinyal alevleri yükselirken, Kao-ç’ang’dan bir savaş arabası veya size hizmet edecek bir tek askeri nasıl sağlayacaksınız? Bunları Lung-yu ve Ho-si’den göndermek gerekecek. Ama Kao-ç’ang başka birinin el ve ayakları durumundayken, Ho-si bizim karnımız ve kalbimiz gibidir. Faydasız bir şeyi başaracağım diye Çin’i bitirmenin ne gereği var? Majesteleri daha önce Hie-li60 ve Tu-ku-hunları61 mağlup etmişti. Her iki durumda da bu halkların başına prensler atadılar. Böylece suçluları ölümle cezalandırıp, itaat edenleri tahta çıkardınız. Ve yine böylece yüzlerce barbar kabile sizin savletinizden korkmayı, himmetinizi sevmeyi öğrendi. Şimdi de Kao-ç’ang’da kral olmaya layık birini seçip tahta geçirmek gerekir. Yüksek rütbelilerin tamamını ülkelerine dönmeye teşvik etmeliyiz. Böylece Kao-ç’ang bizim için daima düşmana bir engel ve destek olacak, Orta Krallık da artık rahatsız edilmeyecektir.” Bu talep imparatora sunuldu, ama kabul edilmedi.
55 ifadesi daha fazla kullanılan
‘in muadilidir ve eskiden çevredeki barbar kabilelere karşın Çinli kabilelere mensup popülas- yonun tamamını ifade etmek için kullanılırdı.
56 Bu tabir, esasen Huang-ho’nun batısındaki Kan-su’nun bir kısmını tanımlamaktadır.
K’ü Wen-t’ai vaktiyle hatırı sayılır kişileri araya koyarak Batı Türklerinden Yü-ku Şad’ı kazanmış ve tehlike halinde birbirlerine bağlı olacakları konusunda bir anlaşma yapmışlardı. (Yü-ku Şad), Şe-hu (yabgu)yu62 K’o-han-fu-t’u (Kağan-stupa) şehrine63 yerleşmeye gönderdi. Fakat (Hu) Kün-tsi birden ortaya çıkınca, korkuya kapılıp, savaşmayı göze alamadı ve hemen itaat etti; toprakları da T’ing ilçesine dönüştürüldü.
62 Bu yabgu, sadece Yü-ku Şad’ın akrabalarından biridir ve Batı Türklerinin hakan-ı kebiri olarak kabul edilemez.
63 Gördüğümüz gibi Kao-ç’ang mağlup olduktan sonra Kağan-stupa orada T’ing ilçesini kuran Çinlilerin eline düşmüş. Daha önce T’ing’in Bişbalık olduğunu ve Guçen’in batısına çok yakın bir mesafede bulunduğunu belirtmiştik.
Yen-k’i (Karaşar) kralı, Kao-ç’ang tarafından gaspedilen beş şehrin kendisine iade edilmesini istedi ve şehirleri korumak için asker gönderme talebinde bulundu.
(Hu) Kün-tsi, zaferlerini yâdetmek amacıyla bir taş kitabe64 diktirdi ve mutlu bir şekilde geri döndü. Kral (K’ü) Çi-şeng ve kurmaylarını esir almıştı, onları Kuan-te salonunda (huzura) sundu. Dönüşü şölen ve ziyafetlerle kutlandı. Üç gün boyunca şarap dağıtıldı. Kao-ç’ang’ın önde gelen kişileri Orta Krallığa getirildi. (K’ü) Çi-şeng sol muhafız alayları generali ve Kin-ç’eng bölgesi dükü olarak atandı. Kardeşi Çi-şan ise sol muhafız alayları çeng-lang-tsiang ve T’ien-şan bölgesel dükü ilan edildi. K’ü ailesi ortadan kalktığı sırada dokuz hükümdarlık boyunca 134 yıl hüküm sürmüştü.65
64 Henüz bulunamayan bu kitabe, 640’da Barkul Gölü yakınlarında General Kiang Hing-pen şerefine dikilen kitabe ile karıştırılmamalıdır.
65 Sözü edilen 134 yıl, 507-640 yılları arasıdır. Dokuz hükümdarlık diye çevirdiğim ve esasen “dokuz kuşak” demek olan jl \tt~., ifadesi, daha karmaşıktır. Çünkü K’ü ailesi kral sayısı sadece beştir: K’ü Kia, K’ü Kien, K’ü Pe-ya, K’ü Wen-t’ai ve K’ü Çi-şeng. Muhtemelen buradaki “dokuz hükümdarlık” ifadesi Çin imparatorlarının hükümdarlık süresine tekabül etmektedir; ancak, Sui hanedanından öncekilerin iktidar süresi hesabı daha da zorlaştırmaktadır.
Burada Julien’in Hsüan-tsang’ın hayatıyla ilgili yaptığı çevirideki bir yanlışından bahsetmekte fayda var. Çeviriye göre (s. 285) Hsüan-tsang 644’de Hotan’dayken Kao-ç’anglı bir genci geri dönüşünü krala bildiren bir mektup götürmekle görevlendirir. Aradan yedi sekiz ay geçtikten sonra Kao-ç’ang kralı Hsüan-tsang’a iyi temennilerini bildi ren bir mektup gönderir. 640’da artık Kao-ç’ang kralı hayatta olmadığına göre, 644’de Hsüan-tsang’a mektup göndermesi imkansız. Halbuki Çince metin dikkatle incelendiğinde Kao-ç’ang kralından söz edilmediği, Kao-ç’anglı gencin götürdüğü mektubun Çin imparatoruna hitap ettiği, Tsang’ın 629 yılında ülkeyi ani olarak terkettiği için özür dilediği görülmektedir. Yine aynı mektupta seyahatinin başarılı geçtiğini belirterek, imparatora yakında döneceğini bildirmektedir. Hsüan-tsang, mektubuna cevap olarak hoş karşılanacağını, imparatorluğun batı sınırlarındaki Çinli görevlilere dönüşünü kolaylaştırmak için gerekli emirleri verdiğini bildiren bir mektup almıştır.
Çi-şan, Lin-ti döneminde (664-665) sol cesur muhafızlar büyük generali unvanıyla Si ilçesine vali tayin edildi. Ölümünden sonra ise Leang bölgesi genel valisi unvanı verildi. Okuma yazmayı seven Çao adında bir oğlu vardı. Bir sahaf geldiğinde annesi kasasındaki paraya bakarak üzüntülü bir şekilde “Niye bunları tutup da oğlumun nadir bilgiler edinmesini engelleyeyim ki?” dedi. Sonra tüm parayı kitap satın almak için çıkardı. Çao, yavaş yavaş si-şan-k’ing unvanına nail oldu. Edebiyatı çok iyi biliyordu. Küçük kardeşi Ç’ung-yü ise askerlik kabiliyetine malikti. Yung-hui döneminde (650-655) sağ askeri muhafızlar yü-fu’sunun çeng-lang-tsiang’ı oldu ve Kiao-ho bölgesi kralı asalet unvanı aldı. Üç bin ailelik bir tımarı vardı. Çen-kün baş generali derece-sindeyken öldü. İmparatoriçe Wu, ölümünden üzüntü duyarak şerefine kaliteli ipekten ölü elbiseleri ve birçok hediye verdi. Yetkileri ve tımarı kendisiyle birlikte sona erdi.
***
Yen-k’i (Karaşar)
T’ang-şu, CCXX1, a, s. 7 v°
Yen-k’i (Karaşar) Krallığı, başkentin batı tarafında, kuş uçuşu yedi bin li uzaktadır. Doğudan batıya uzunluğu 600 li, kuzeyden güneye ise 400 li’dir. Doğusunda Kao-ç’ang (Turfan), batısında Kiu-tse (Kuça), güneyinde Wei-li, kuzeyinde Wu-sun toprakları bulunur. Tarlalar bir kanal şebekesi vasıtasıyla sulanır. Toprak darı ve üzüm yetiştirmeye elverişlidir. Balık ve tuz ticaretinden önemli geliri vardır. Ülke sakinleri saçlarını kesmeyi ve yün elbise giymeyi gelenek haline getirmişlerdir. Ülkede dört bin hane ve iki bin seçme asker vardır. Ülke, hep Batı Türklerine tâbi olmuştur.
Halk, eğlenmeyi ve vakit geçirici olaylarla uğraşmayı sever. Yılın ikinci ayının üçüncü dolunay günü kurban kesmek için kırlara çıkar; dördüncü ayın on beşinci dolunay günü ormanlarda dolaşır; yedinci ayın yedinci günü projenitör ataya66 kurban keserler. Onuncu ayın on beşinci dolunayında kral ilk defa şehirden çıkarak seyahata koyulur ve yıl sonunda durur.
66 Projenitör ata: Efsanelerde bir halkın ilk doğuşunda ona atalık veya analık eden hayvan. Örneğin bu Türklerde bozkurt, Fransızlarda horoz, İngilizlerde leopar, Ruslarda ayıdır vs.. (editör)
T’ai-tsung zamanında, altıncı çeng-kuan yılında (632), Kral Lung Tu-k’i-çi, ilk defa saraya saygılarını sunmak için bir elçi gönderdi. Sui hanedanının son günlerinde vukû bulan kargaşalardan beri çöl yolu kapanmış olduğundan saraya saygı sunmaya ve haraç ödemeye gelen Batı ülkeleri elçileri Kao-ç’ang (Turfan) yolunu kullanıyorlardı. Tu-k’i-çi, yolcuların işini kolaylaştırmak için büyük çöl yolunu açmak istedi, imparator da razı oldu. Ama Kao-ç’ang kralı bu işe kızdı ve Karaşar sınırı boyunca büyük eylemlere girişti.
Batı T’u-küe’lerinin başında bulunan Mo-ho (Baga) Şad’ın67 Tu-lu ve Nu-şi-pi kabileleriyle problemleri vardı. Bu yüzden (Ka-raşar’a) sığındı. Bunun üzerine Tu-lu ve Nu-şi-piler oraya saldırdılar. (Karaşar kralı) durumu izah etmesi ve saraya asil atlar götürmesi için imparatora bir elçi gönderdi. Tie-li-şi Kağan iktidara geldi; uzun süredir Karaşar kralı ile dostâne münasebetleri vardı. Bu yüzden ona destek verdi ve müttefiki oldu.
67 Batı Türkleriyle ilgili notlarda Mo-ho-şad’ın oğlu Ni-şu’nun 630-634 yılları arasındaki bir tarihte Karaşar’a sığındığı belirtilmişti. Burada kastedilen şüphesiz ki odur, fakat ya tarihçi onu babasıyla karıştırmış, ya da Ni-şu da babası gibi Mo-ho (Baga) şad unvanı almıştır.
On ikinci yıl (638) Kao-ç’ang’da birleşen Ç’u-yüe ve Ç’u-mi-ler saldırıya geçerek Karaşar Krallığı’nın beş şehrini zaptettiler; bin beş yüz adamı esir alıp evleri ateşe verdiler. Kao-ç’ang (Tur-fan)a karşı bir harekete girişen Hu Kün-tsi, Karaşar kralına elçiler gönderip bilgi edinmek için ilişki kurdu. Buna sevinen Tu-k’i-çi, ordusunu T’ang askerlerine yardım etmesi için gönderdi. Kao-ç’ang (Turfan) mağlup edilince (640), o [Hu Kün-tsi] daha önce (Kao-ç’ang’ın) esir aldığı kişileri ve fethedilen şehirleri (Karaşar kralına) iade etti. O da şükranlarını iletmek üzere saraya bir elçi gönderdi.
Batı T’u-küe’lerinden K’ü-li çur adlı bir memur, Tu-k’i-çi’nin kızını kardeşine gelin olarak almak için geldi.68 Böylece Batı T’u-küe’leri ve Karaşar kralı, karşılıklı yardımlaşma konusunda anlaşmaya vardılar. (Karaşar kralı) bir daha saraya ne saygılarını sundu, ne de haraç gönderdi. An-si askeri valisi Kuo Hiao-k’o, onu cezalandırmak istedi. Bunun üzerine kralın üç kardeşi Hie-pi, Su-p’o-çun ve Şe-hu (yabgu)69 itaatlerini arzetmek için geldiler. İmparator da (644)de Kuo Hia-k’o’ya Si bölgesi genel valisi unvanıyla birliklerin başına geçip İn-şan yoluyla hareket etmesini, Su-p’o-çun ve kardeşlerine de ona rehberlik etmelerini emretti. Yen-k’i (Karaşar) başkentinin bulunduğu yerin çevresi otuz li idi. Dört bir yana büyük dağlar ve göl70 ile çevriliydi. Bu yüzden şehir sakinleri bir sürprizle karşılaşacaklarını ummuyorlardı. Kuo Hiao-k’o, cebri bir yürüyüşle nehri geçip gece vakti surların altına geldi. Ordunun uğultusu arasında saldırı için ortalığın ağarmasını bekledi. Davullar ve borazanlar büyük gürültü çıkarıyor; T’ang birlikleri bütün güçleriyle saldırıyorlardı. Şehir sakinleri paniğe kapıldılar ve yenildiler. Binden fazla kelle kesildi. Tu-k’i-çi esir edildi ve devlet işlerini yönetmesi için yerine Su-p’o-çun getirildi. İmparator vaktiyle yanındakilere şöyle demişti: “Kuo Hiao-k’o Yenk’i (Kara-şar) için sekizinci ayın on birinci günü hareket etti. İkinci on günden sonra oraya ulaştı ve bu krallığı yirmi ikinci günde tarumar etti. Habercileri yakında burada olurlar.” Gerçekten de birden bir çapar zaferi müjdelemek için geldi.
68 Kiu T’ang-şu (CXCVIII, s. 7 v°) bu olayın Kao-ç’ang Krallığı’nın yıkıldığı aynı yıl yani 640’da vukû bulduğunu kaydetmektedir.
69 Şu şekilde de çevrilebilir: “Aralarında kralın küçük kardeşi Hie-pi Su-p’o-çun şe-hu (yabgu)nun da bulunduğu üç kişi..” Kiu T’ang-şu’da (CXCVIII, s. 7 v°) “Yen-k’i kralının aralarındaki Hie-pi şe-hu’-nun da bulunduğu üç kardeşi Si eyaletine geldiler” Kuo Hiao-k’o “kendisine rehberlik etmesi için Hie-pi’nin küçük kardeşi Su-p’o-çun’u seçti.”
70 Bagraç-kul veya Bostang.
Tu-k’i-çi ve tutuklu hanımı Lo-yang’a götürüldü. İmparator bir ferman çıkararak onların hatalarını bağışladı.
K’ü-li çur, Kua Hiao-k’o dönüş yolunu tuttuktan ancak üç gün sonra askerleriyle Karaşar’ın imdadına yetişti. Su-p’o-çun’u tahttan indirerek, krallığı yönetmesi için bir tudunu başa geçirdi. (Bu tudun) olup biteni anlatması için saraya bir adam gönderdi. İmparator ona “Yen-k’i’yi ben zaptettim, siz orada nasıl krallık yapabilirsiniz?” dedi. Tudun korktu ve ülkeyi yönetmeye cesaret edemedi. Yen-k’i halkı tekrar tahta Su-p’o-çun’u getirdi. Bu arada ondan daha yaşlı olan kuzeni Sie-p’o A-na-çi kendini kral ilan ederek Hia-ts’ien lâkabını aldı. Su-p’o-çun’u hapsedip K’iu-tse (Ku-ça) kralına teslim etti. O da onu öldürdü. (648)de A-şi-na Şo-öl K’iu-tse (Kuça)ya savaşmaya gelince, A-na-çi kaçtı71 ve imparatorluk ordularına kafa tutmak için ülkesinin doğu kısmında asker topladı. (A-şi-na) Şo-öl onu mağlup etti ve suçlarını bir bir yüzüne saydıktan sonra ibret için başını vurdu. Arkasından Tu-k’i-çi’nin küçük kardeşi P’o-kia-li’yi tahta çıkardı ve bölge Yen-k’i (Karaşar) Hükumeti haline getirildi.
71 A-na-çi’nin Su-p’o-çun’u Kuça kralına teslim etmek üzere bizzat oraya geldiğini düşünmek gerekir. İmparatorluk ordularının gelişi orada onun için sürpriz olmuştur.
P’o-kia-li’nin ölümünden sonra halk eski kralları Tu-k’i-çi’nin tekrar işbaşına getirilmesini istedi. Kao-tsung bunu kabul etti ve Tu-k’i-çi’ye sol muhafızları büyük generali unvanı vererek krallığına gönderdi. Tu-k’i-çi’nin ölümünden sonra ise Lung-lai-tu tahta çıktı. Ç’ang-an döneminde (701-704) İmparatoruçe Wu, bu ülkenin küçük, halkının az olduğunu, dolayısıyla buradan geçip giden temsilcilerin masraflarını karşılayamayacağını göz önünde bulundurarak, Dört Garnizon komiserine temsilcilere refakat edenlerin at sırtında gitmelerini ve rütbesizlerin et yememelerini emretti. Yedinci k’ai-yüan yılında (719) Lung-lai-tu öldüğü için tahta Yen-t’u-fu-yen geçti. On kabilenin (on okların) hakanı bunun üzerine Sui-şe’ye (Tokmak’a) yerleşmek istedi. An-si tsi-tu-şisi T’ang Kia-hui, Yen-k’i’nin (Karaşar) Dört Garnizon’a72 dahil edilmesini talep etti.
72 Bu cümleden, vaktiyle Dört Garnizon’un Kuça, Kaşgar, Hotan ve Tokmak olduğu, ancak 719’dan itibaren Batı T’u-küe’leri tarafından işgal edilen Tokmak’ın yerini Karaşar’ın aldığı anlaşılmaktadır. Bu Dört Garnizon konusu oldukça karmaşıktır ve bu meseleyi aydınlığa kavuşturmak için ana görüşler şunlardır: 648’de Çin’in hizmetinde bulunan general A-şi-na Şo-öl, Batı T’u-küe’leri tarafından desteklenen Kuça kralını mağlup etti. Dolayısıyla muhtemelen bundan bir süre önce İmparator T’ai-tsung Batı T’u-küe’leri kağanı Şe-kui ile onun Kuça, Hotan, Kaşgar vs.yi bırakıp gitmesini temin maksadıyla beyhude müzakereler sürdürmüştür. 658’de Çinliler An-si askeri valilik karargahını Turfan’dan Kuça’ya naklettiler ve göründüğü kadarıyla Dört Garnizon ifadesi de böylece ortaya çıkmıştır. Daha ileride Kuça’yla ilgili notlarda da görüleceği gibi bu tanımlama Kuça, Hotan, Tokmak ve Kaşgar’dan oluşan Dört şehir için kullanılıyordu. Kiu T’ang-şu (V, s. 2 v°) Tibetlilerin 670’de Doğu Türkistan’a bastırıp geldiklerini ve Çinlilerin Dört Garnizon’u terketmek zorunda kaldıklarını kaydetmektedir. T’ung kien tsi lan’a göre ise (670 yılında) Dört Garnizon o tarihten itibaren Kuça, Hotan, Karaşar ve Kaşgar’dan ibaretti, fakat bu bilginin doğruluğunu tahkik edecek durumda değiliz. 677’de Çin askeri valisi Wang Fang-i Tokmak şehrine surlar yaptırdı. Bu bilgi, Tokmak’ın tekrar Çin’in hakimiyetine geçtiğini göstermektedir. 692 yılının onuncu ayında (Kiu T’ang-şu, VI, s. 3 v°) Çinli general Wang Hiao-ki, Tibetlilere karşı büyük bir zafer kazanır ve bunun üzerine Çin hükumeti o sıralar Kuça, Hotan, Kaşgar ve Tok-mak’an ibaret olan Dört Garnizon’u yeniden kurar. Bu notu yazarken istinat ettiğimiz aynı metne göre, Tokmak şehri 719 yılına doğru Batı Türkleri tarafından işgal edilmiş ve onun yerine Karaşar Dört Garnizon listesine alınmıştır. 760’dan itibaren ise Tibetliler Huang-ho’-nun batısındaki toprakların tamamını işgal ettiler. Bu arada iki Çinli subay, biri Guçen yakınlarındaki Pei-t’ing’de, diğeri Kuça’da olmak üzere iki noktada direnmeyi başardı ve bunlara “İki Garnizon” adı verildi. 780’de bu iki subay imparatora barbarlara karşı direnmeye devam ettikleri haberini ulaştırmayı başardılar. Saray da onlara askeri vali unvanı verdi, fakat bölgedeki bu göstermelik Çin hakimiyeti kısa sürede sona erdi ve 787’de Tibetliler tekrar tüm bölgeyi ele geçirdiler. (Bkz. Kiu T’ang-şu, XL, s. 30 r°).
Yen-k’i, K’iu-tse (Kuça), Su-le (Kaşgar) ve Yü-t’ien’in (Hotan) toprakları üzerinden geçen tacirlerden vergi almaları ve halkın gümrük gelirlerinden yararlanması konusunda bir imparatorluk fermanı yayınlandı. Kuzey yolunu takip eden tacirlere ise Lüan-t’ai73 (Urumçi’nin doğusunda) vergi koymak zorundaydı. T’ien-pao dönemi (742-755) sonuna kadar Karaşar sürekli olarak saraya bağlı kaldı ve memnuniyetini izhar etti.
73 T’ang döneminde Urumçi’nin doğusundaki Lüan-t’ai ilçesini Bu-kur’da Kuça ile Kurla arasında olması gereken Han dönemi Lüan-t’ai Krallığı ile karıştırmamak gerekir. (Bkz. Si yü şui tao ki, II, s. 17 r°).
***
K’iu-tse (Kuça)
T’ang-şu, CCXX1, a, s. 8 r° vd.
K’iu-tse, aynı zamanda K’ü-tse şeklinde de yazılmaktadır. Başkentin batısına yedi bin li’den daha uzak mesafedeydi. Kara-şar’dan hareketle yüz li kadar güneybatı istikametinde yürünürse, küçük bir dağdan aşılarak iki büyük nehir geçilir; sonra bir yedi yüz li kadar daha yürüyünce Kuça’ya gelinir. Bölge doğudan batıya bin, kuzeyden güneye altı yüz li’dir. Kenevir, buğday, sulak ve kurak pirinç ile üzüm yetiştirmeye elverişlidir. Altın da çıkarılır. Halkı şarkı söylemeyi ve eğlenmeyi sever. Yazıyı yatay olarak yazarlar. Buddisttirler. Çocuk doğduğunda başını tahtayla içeri doğru bastırırlar. Saçlarını kafatasının tepesine kadar keserler. Sadece prens saçlarını kesmez. Aile adı Pe’dir.74 A-ki-t’ien dağının kuzey yamacındaki İ-lo-lu şehrinde ikamet eder; (bu dağa ak dağ da denilir)75. Orada daimi yanan bir ateş vardır. Kral başını rengarenk bir ipek kumaşla örter. Ayrıca yine rengarenk bir ipek tuniği ve kıymetli taşlarla süslü bir kemeri vardır. Her yılın başında yedi gün boyunca koyun, at ve deve yarışları yapılır. Galip ve mağluplara bakarak yeni yılın hayırlı olup olmayacağına hükmederler. Ts’ung-ling dağının doğusundaki ülkelerde genel olarak içkiye karşı bir düşkünlük vardır. Kuça ve Hotan’da vergi alınan genelevler kurulmuştur.
74 Pei-şi’ye göre (XCVII, s. 6 r°) Kuça kralları M. S. 384’da Kuça’yı zap-teden sonraki Leang hanedanını kuran Lü Kuang tarafından tahta çıkarılan Pe Çen adında birinin soyundan gelmektedirler. Ta-ye devrinde (605-616) kralın adı Pe Su-ni-şi idi.
75 A-ki-tien, Türkçe Ak-tag kelimesinin yazılış biçimi gibi görünüyor. Si yü şui tao ki (II, s. 13 r°) bunun Kızıl nehrinin iki doğu kolunun çıktığı Eşek-baş dağı ile aynı dağ olduğunu kaydetmektedir. Bu dağlardan çıkarılan amonyak ve amonyak ticaretiyle ilgili olarak bkz. Richthofen, China, I/560, n. 1. Biz bu eserin dördüncü bölümünde tarihçi Menandre’in sözünü ettiği Ektag’ın Kuça’nın kuzeyindeki Ak-tag olduğunu göstermeye çalıştık. [s. 310’daki ek ve düzeltme: Ku-rakichi Shiratori’nin makalesiyle (Über den Wu-sun Stamm in Cent-ralasien, Keleti szemle’de, 1902, s. 103-140) tanıştıktan sonra, bu Japon bilim adamanının da A-ki-tien’in Ak-tağ olduğu konusunda benimle aynı sonuca ulaştığını gördüm. İşte onun yazdıkları (s. 11): “Im türkischen heisst weiss “Ak”, und “A-kie” mag die chinesische Umschreibung dieses türkischen Wortes sein. Türkisch heisst Berg “tag” oder “tau”, die letzte Sylbe t’ien des A-kie-t’ien kann wohl identisch mit diesem türkischen Wort “tag” oder “tau” und A-kie-t’ien die Umschreibung des Ak-tag, oder Ak-tau, sein.” - Benim bu eserde yaptığım tespit de (21. 9. 1901) bu makale yayınlanmadan önce aynı var sayımı ortaya koymuştu.]
Kao-tsu iktidarı (bir önceki hanedandan) devraldığında (618), Kuça kralı Su-fa Pu-küe saraya saygı sunmak üzere bir elçi gönderdi. Tam bu sırada kıral öldü. Tahta oğlu Su-fa Tie geçti. Lâkabı Şe-kien mo-ho (baga) se-li-fa idi.76 Dördüncü çeng-kuan yılı (630), saraya atlar gönderdi; T’ai-tsung da kendi mührüyle mühürlü bir name göndererek, taltif etti ve asalet unvanı verdi. Su-fa Tie, daha sonra Batı T’u-küe’lerine itaat etti. Kuo Hiao-k’o Karaşar’a saldırınca (644), Kuça kralı Karaşar’a fiilen yardım etmesi ve muavenet göstermesi için ordusunu gönderdi. O günden itibaren de saraya saygı sunmayı ve haraç ödemeyi kesti.
76 Bu tamamıyla Türkçe bir unvandır. Şe-kien ifadesine Ç’u-mi kabilesi reisinin adında da rastlıyoruz. Mo-ho ise baga kelimesinin normal çe-viriyazımıdır. Se-li-fa’ya gelince, o da Türklerde memuri unvanlardan biridir.
Su-fa Tie ölünce tahta kardeşi Ho-li Pu-şe-pi geçti. Yirmi birinci yıl (647), saraya saygı sunmak ve haraç götürmek üzere iki defa elçi gönderdi. Bu esnada imparator onun isyan sırasında Ka-raşar’a yardım ettiği için kızgındı ve bu yüzden cezalandırılıp cezalandırılmayacağı meselesini tartışmaya açtı. Aynı gece kamer Ülker yıldızını kararttı ve şu sözlerin yer aldığı bir imparatorluk fermanı yayınlandı: “Ay, in (kötülük) kuralının özüdür; ceza verilmesini öngörür. Bu yıldız kümesine gelince Hu (barbar)larla ilgilidir. (Yaşayacakları günlerin) sayısı, onların sonunu gösterir”. Bu sırada A-şi-na Şo-öl Kun-k’iu bölgesine orduyu yönlendiren büyük yönetici general olarak tayin edildi. K’i-pi Ho-li de ona yardımcı verildi. A-şi-na Şo-öl, An-si askeri valisi Kuo Hiao-k’o, tarım bakanlığı üst düzey yetkilisi Yang Hung-li ve sol askeri muhafızlar generali Li Hai-an’ın başına geçerek Kuça’yla savaşmak için on üç T’ie-le (Tölös) kabilesinden yüz bin savaşçı seçti. Sonra onları beş bölüğe ayırarak işe kuzeyi işgal etmekle başladı. Ka-raşar hakimi A-na-çi’yi ele geçirdi; K’iu-tse (Kuça) kralı adamakıllı korktu. Beyleri şehri terkederek oraya buraya kaçıştı. A-şi-na Şo-öl, çölde payitahta üç li mesafede durdu. Önce Hami valisi Han Wei’i bin süvari ile öncü olarak gönderdi. Sağ atlı muhafızlar generali Ts’ao Ki-şu ise belli bir mesafeden onu takip etti. To-ho’ya77 geldiklerinde Han Wei, Kuça kralıyla karşılaştı. Kralın başkumandanının elli bin kişilik ordusu vardı. Savaş başladı. Han Wei yenilmiş numarası yaptı. Han’ın ordusunun az sayıda olduğunu gören kral ilerleme işareti verdi. Han Wei geri çekildi, ama Ts’ao Ki-şu’nun kuvvetleriyle birleşince tekrar savaş alanına girerek düşmana büyük bir yenilgi tattırdı ve kaçakları seksen li mesafeye kadar kovaladı.
77 Kiu T’ang-şu (CXCVIII, s. 7 r°) “To-ho şehri” diye yazmaktadır.
Kral, payitahtının önüne çekilmişti. A-şi-na Şo-öl şehri muhasarayı düşünüyordu ki, kral sebatsız süvarilerini de yanına alarak batı tarafından kaçtı. Böylece şehir ele geçirildi ve (Kuo) Hiao-k’o onu muhafaza etmesi için bırakıldı. Şa eyalet valisi Su Hai-çeng ve hing-kün-çang-şi Sie Wan-pei, altı yüz li boyunca düşmanı adım adım takip etti. Kral, çaresiz bir şekilde Po-huan (Yeke-arık) şehrine kapandı. A-şi-na Şo-öl, bir aylık bir kuşatmadan sonra kralı ve Kie-lie-tien’i ele geçirdi. Kralın danışmanı Na-li gece karanlığından faydalanarak kaçmıştı. T’u-küe’lere varıp on binden fazla savaşçı toplayarak geri geldi. Kuo Hiao-k’o ve oğlu savaş meydanında öldürüldü, imparatorluk ordusu bozuldu. Ts’ang-pu-lang-çung Ts’ui İ-k’i askerlerini şehir içinden savaş meydanına sürdü; Ts’ao Ki-şu ve Han Wei de ona takviye geldiler. Üç bin kelle kesildi. Mağlup olan Na-li, tekrar oraya buraya dağılan savaşçıları toplayarak savaşa devam etti. İmparatorluk birliklerine ani bir saldırı gerçekleştirdi, fakat Ki-şu tarafından mağlup edildi ve sekiz bin kelle kesildi. Na-li kaçmayı başardıy-sa da yakalanarak garnizona getirildi.
Beş şehri yerle bir eden A-şi-na Şo-öl, arkasında pek çok erkek ve kadın cesedi bıraktı.78 Yedi yüzden fazla kasabaya temsilciler göndererek teslim olmalarını istedi. Batı ülkeleri korkuya kapıldılar. Batı Türkleri ve An-si krallıkları79 orduya iaşe gönderdiler.
78 Kiu T’ang-şu’da (III, s. 8 v°) A-şi-na Şo-öl’ün elli şehir ele geçirdiği kaydedilmektedir. Bu zaferler yirmi ikinci çeng-kuan yılının (648) on ikinci ayını takip eden ayda kazanılmıştır.
79 Bu ifade, An-si askeri valiliği yönetimindeki Doğu Türkistan şehirlerini göstermektedir.
A-şi-na Şo-öl, ülkeyi yönetmesi için kralın küçük kardeşi Şe-hu (yabgu)yu tahta geçirdi. Sonra zaferlerini yâdetmek için bir kitabe dikerek, saraya bilgi vermek amacıyla bir çapar gönderdi. Buna çok sevinen imparator, neşeli bir tarzda yanındaki kurmaylarına şöyle dedi: “Her zaman söylediğim gibi, zevkin birçok çeşidi var: Çocuklar toprak evler yapıp, bambular üzerinde atçılık oynamaktan zevk alırlar. Kadınlar altın, değerli taşlar, giysi ve ipekle sevinirler. Tacirler, bir yerde üretilen malı onca yol katede-rek üretilmeyen başka bir yere taşımaktan zevk alırlar. Üst düzey memurlar ve subaylar daha yüksek mevkilere getirilmekten zevk alırlar. Üstün gücü olmayan bir orduyla savaşmak, generaller ve kumandanlara zevk verir. Dört denizin sükun ve birlik içinde olması, imparator ve krallara zevk verir ki, ben de şu anda sevinçliyim.” Sonra herkesi içkiye davet etti.
Kuo Hiao-k’o Yen-ki’ye (Karaşar) saldırdığında (644), K’iu-tse’de geleceği okuyan becerikli bir Buddist iç geçirerek ona şöyle demiş: “Batı ülkelerini ele geçirmek T’ang hanedanının sonu olacak; yakın bir gelecekte bizim krallığımız da yıkılacak.”
A-şi-na Şo-öl, tutukladığı Ho-li Pu-şe-pi, Na-li ve Kie-lie-tien’i başkente götürerek imparatorluk atalar tapınağı (t’ai miao)ya sundu. Tutukluları Tse-wei salonunda huzuruna alan imparator, kurmayları huzurunda onlara sitemler yağdırdı. Hepsi başlarını eğerek yere kapanmıştı. İmparator bir ferman yayınlayarak suçlarını bağışladı ve Heng-lu-se’de80 yaşamaya mahkum etti. Pu-şe-pi’ye sol askeri muhafızlar çung-lang-tsiang’ı unvanı verildi ve Hotan, Tokmak, Kaşgar’ın yönetiminden sorumlu An-si askeri valiliği (ki bunlara Dört Garnizon deniliyordu) ilk defa onun başkentine taşındı.81
80 Devlet tören sarayı.
81 Esasen An-si askeri valiliğinin Kuça’ya nakli yalnızca 658 yılında gerçekleşmiştir.
Kao-tsung, Ho-li Pu-şe-pi’yi tekrar Kuça kralı atadı. O da Na-li ve Kie-lie-tien’le birlikte ülkesine döndü. Bir süre sonra kral saygılarını sunmak için saraya geldi. Na-li, onun karısı A-şi-na82 ile zina yapıyordu. Kral buna mani olamıyor, yakınları ise Na-li’yi öldürmesini tavsiye ediyorlardı. O günden itibaren (kral ve Na-li) git gide birbirlerinden kuşkulanmaya ve nefret etmeye başladılar. Çin sarayına gönderilen (elçiler) olup biteni anlattılar. İmparator her ikisini de başkente çağırttı ve Na-li’yi hapsedip, kralı refakatçilerle birlikte ülkesine geri gönderdi. Kie-lie-tien ona itaatten baş tartarak, Ho-lu’ya adamlar gönderip itaat arzettiğini bildirdi. Bu durum karşısında kral yoluna devam etmeye cesaret edemedi ve kahrından öldü.
82 Bu isim, Kuça kralının hanımının T’u-küe hanedan ailesinden olduğunu göstermektedir.
İmparator, sol garnizon muhafızları büyük generali Yang Çu’ya askerleriyle birlikte hareket etmesini emretti. Yang, Kie-lie-tien’i hapsederek taraftarlarını dağıttı.83 (Krallık) o tarihten itibaren K’iu-tse (Kuça) Hükumeti’ne dönüştürüldü. Kral Pu-şe-pi’nin yerine tahta oğlu Su-ki getirildi. Ayrıca sağ cesur muhafızlar büyük genarali unvanı tevdi edildi ve genel vali olarak atandı.
83 Kie-lie-tien 658’de Kuça’nın doğusundaki Ni-şe-ç’eng’de mağlup oldu. (Ts’e-çi t’ung kien, CC, s. 6 v°).
O yıl (658) An-si askeri valiliği bu krallığa nakledildi. Eski An-si (Turfan) ise Si bölgesine dönüştürülerek, daha önce sol cesur muhafızlar büyük generali unvanı taşıyan ve aynı zamanda An-si askeri valisi olan K’ü Çi-çan genel vali olarak atandı. Batı ülkelerine huzur geldi. İmparator bu krallıkları dolaşarak oralarda gelenekleri ve üretilen şeyleri araştırmaları için değişik yönlere adamlar yolladı. Yayınlanan bir fermanla Hü King-tsung arşiv görevlileriyle birlikte batı ülkelerinin haritalı bir kitabını hazırlamakla görevlendirildi.84
84 Bu eser günümüze kadar ulaşmamıştır. Hü King-tsung üçüncü hien-heng yılının (672) sekizinci ayında öldü.
Çang-yüan döneminde (674-675), Su-ki saraya bir gümüş p’o-lo85 ve asil atlar sundu. Üçüncü t’ien-şu yılında (692) Kral Yen-yu saraya saygılarını sunmaya geldi.
85 Bu p’o-lo’nun nasıl bir şey olduğunu tespit edemedim. Nan-çao Kral-lığı’nda bir şeref nişanesi olan altın polo ile özdeşleştirilebileceği kanaatindeyim. 766’da Ta-li-fu’da dikilen kitabeyle ilgili notların sonunda bu polodan bahseden Kin şe tsui pien (CLX, s. 17 r°) bazı yazarlara istinaden bunun kaplan derisi olduğunu belirtmektedir. Ancak aynı kaynak bu görüşü reddederek, (bize göre daha makul) bir başka açıklama getirmektedir ki, buna göre polo Batı ülkelerindeki ahalinin dokumada kullanılan lifler elde ettikleri bir tür ağaçtır. (Polo ağacı Magadha’yla ilgili notta zikredilmektedir, T’ang-şu, CCXXI, s. 11 v°) Daha ileride bir yerde, Soğdiyana’yla ilgili notlardan birinde, burada geçen po-lo’ya benzer bir altın p’o-lo’dan söz edilmekte olduğunu görüyoruz. [s. 310’daki ek ve düzeltme: Altın p’o-lo T’ang-şu’da da (CCXVI, a, s. 2 v°) geçmektedir: Üçüncü hien-k’ing yılında (658) Tibetliler Çin sarayına bir altın p’o-lo sundular. Bus-hell, bunun altın bir basket olduğu belirtmektedir ki, bana pek de makul görünmedi.]
Vaktiyle, i-fun döneminde (676-678) T’u-po (Tibetliler) Yen-k’i (Karaşar) ve (şehrin) batı kesimine saldırmışlar; (Çin), Dört Garnizon’u bütünüyle kaybetmişti.86 Birinci ç’ang-şu yılında (692) Wu-wei bölgesi genel valisi Wang Hiao-kie, T’u-po (Tibet-liler)i mağlup ederek Dört Garnizon topraklarını istirdat etti. Ansi askeri valiliği K’iu-tse’ye (Kuça) yerleştirildi ve otuz bin kişilik bir garnizon tesis edildi. Fakat aradaki kumlu çöl yüzünden tecrit edildiği için ahali garnizonun iaşe ihtiyaçlarını karşılamada çok büyük sıkıntılar çekti. Garnizonun burada bırakılmasından vazgeçilmesiyle ilgili olarak sunulan tezkere ise İmparatoriçe Wu tarafından reddedildi.
86 Bu olay gerçekte 670 yılında vukû bulmuştur.
İyi yönetimleri ve başarılarından dolayı hem Çin’de, hem de barbarlar nezdinde yeniden atanan genel valiler şunlardır: T’ien Yang-ming, Kuo Yüan-çen, Çang Hiao-sung ve Tu Sien.87 Yedinci k’ai-yüan yılında (719) Kral Pe Mo-pi öldü. Tahta oğlu Tu-tsa geçti ve Hiao-tsie (evlat sevgisini gözeten) lâkabını aldı. On sekizinci yıl (780) küçük kardeşi Hiao-i’yi (evlat sevgisi ve adalet sahibi) saraya saygılarını sunmak için gönderdi.
87 Daha ileride Kuo Yüan-çen’in biyografisinin tam çevirisini verdik.
Kuça’dan çıkıp altı yüz li’den biraz fazla gidilirse, küçük bir kumlu çöl geçildikten sonra, Po-lu-kia’ya (Yeke-arık) varılır. Küçük bir krallıktır. Ki-mo da denilir. Han döneminin Ku-mo Kral-lığı’dır. Toprakları doğudan batıya altı yüz, kuzeyden güneye üç yüz li’dir. Görenekleri ve kullandıkları yazı Kuça’dakinin aynısıdır, ama dilleri biraz farklıdır. Ülkede kaliteli yün kumaşlar üretilir. Batıya doğru üç yüz li daha gidilince, taşlık bir çöl geçilerek kuzey Ts’ung-ling vadilerinin yer aldığı Ling dağlarına ulaşılır. Orada nehirler doğuya doğru akar; hatta ilkbahar ve yaz aylarında bile dağlardaki boğazlar karla kaplıdır. Kuzeybatıya doğru beş yüz li gidildiğinde Sui-şe (Suyab = Çu nehri) şehrine varılır. Komşu krallıklara mensup barbar (Hu) tacirler orada karışık olarak yaşarlar. Sui-şe’nin (Tokmak) batısında düzinelerce şehir vardır. Bunların her birinin başında T’u-küe (Türk)lere bağlı reisler bulunur. Sui-şe nehri sahilindeki şehirden (Tokmak) Kie-çuang-na (Keş) Krallığı’na kadar, halk yün kumaştan elbiseler giyer, alınlarına kumaş bir şerit bağlarlar. Tokmak şehrinin batısına doğru dört yüz li gidilince Ch’ien-ch’üan’a (Min Bulak)88 varılır. Uzunluğu iki yüz li’den fazladır. Güneyinde karlı dağlar vardır (İskender dağları). Diğer üç tarafı birbirine ulanıp giden vadilerle kaplıdır. Orada pek çok kaynak ve bulak vardır. Min Bulak denmesinin sebebi de budur. T’u-küe hakanı her yıl buraya yaylaya gelir. Küçük çan ve halkacıklarla süslü, insanlara alışık geyik sürüleri vardır. Batıya doğru yüz li daha gidilince Ta-lo-se (Talas) şehrine varılır. Orada da komşu krallıklardan gelen barbar (hu) tacirler karışık olarak yaşarlar. Üç yüz ailenin yaşadığı küçük bir şehir vardır.89 Bunlar, esasen T’u-küe (Türk)ler tarafından kaçırılan, buraya toplanan veya kendi istekleriyle sığınan Çin asıllı insanlardır. Hâlâ orada Çince konuşmaktadırlar. Güneybatıya doğru iki yüz li daha gidilince, Pe-şiu ç’eng (İsficab) şehrine varılır.
88 Arap coğrafyacılar (Sprenger, Post- und Reiseruten des Orients, s. 22; Barbier de Meynard, Le livre des routes et des provinces par Ibn-Khor-dadbeh, s. 165) İsficab ile Talas arasında bin kaynaklı bir bölgeden bahsetmektedirler; fakat bu, burada sözü edilen yer değildir, çünkü burada adı geçen Min Bulak, Talas ile Tokmak arasındadır.
89 T’ang-şu’nun metni aynen şöyle: “Orada üç yüz küçük şehir vardır”; ama bu bilgili Hsüan-tsang’ın (Julien çevirisi, I/14) Si yü ki’sinden alındığı için manayı ona göre düzelttim.
Burada toprak rutubetli, verimli ve münbittir. Güney yönünde elli li mesafede bin li genişliğinde Nu-ç’e-kien (Nuckes) şehri vardır. Toprak verimlidir ve ekip biçmeye müsaittir. Üzümü hayli boldur. İki yüz li daha uzakta Şe (Taşkent) Krallığı bulunur.
***
Su-le (Kaşgar)
T’ang-şu, CCXX1, a, s. 9 v°
Su-le (Kaşgar)’ın diğer bir adı K’ü-şa’dır. Çevresi beş bin li’dir. Başkente dokuz bin li’den daha uzak mesafededir. Ülkenin büyük bir kısmı kumlu çöl, pek az kısmı ekilebilir topraklarla kaplıdır. Halkı aldatmayı sever. Çocuk doğduğunda, onlar da (ebeveyni) düz bir şekil alması için çocuğun başını sıkarlar. Halk vücuduna dövme yaptırır; gözbebekleri yeşilimtraktır. Kralları P’ei lâkabını taşır. Kral, kendine A-mo-çi adını almıştır.90 Kia-şe şehrinde yaşar. T’u-küe’ler çok güzel kızlarından birini ona gelin olarak ver-mişlerdir.91 İki bin seçme askeri vardır. Halk, gök tanrıya kurban sunmayı gelenek haline getirmiştir.92
90 Sui-şu’ya göre (LXXXIII, s. 5 v°) kralın lâkabı A-mi-k’ü’dür. Yine aynı kaynağa göre onların (sadece kral mı, yoksa tüm Kaşgar halkı mı?) elleri ve ayakları altışar parmaklıydı ve altı parmaksız bir çocuk doğarsa onu tahta çıkarmazlardı.
Dokuzuncu çeng-kuan yılında (635) (Kaşgar kralı) asil atlar sunmak için elçi gönderdi. Dört yıl sonra (639) (bu ülke) Çu-k’ü-po ve Kan-t’ang’la93 aynı sırada kendi ürünlerini sundu. Bunun üzerine T’ai-tsung, Fang Hsüan-ling ve diğerlerine şöyle dedi: “Geçmişte imparatorluğu birleştiren ve dört bir yandaki barbarları mağlup edenler sadece Ts’in (hanedanından) (Şi-) Huang (ti) ve Han (hanedanından) İmparator Wu idi. Ben, elime üç kadem uzunluğunda bir kılıç alarak dört denizde sükuneti sağladım ve uzaktaki barbarlar birer birer itaat arzetmeye geldiler. Benim o krallardan hiçbir eksiğim yok. Ne var ki onlar iktidarlarının sonlarına doğru elde ettiklerini muhafaza edemediler. Siz, ey asil kişiler, sizler de bana karşılıklı destek vermeli ve beni felakete ve uçuruma götürecek cafcaflı sözlerden kaçınmalısınız.”
93 Daha ileride görüleceği gibi, hakkında tam bilgi edinilemeyen bu krallık, Güney denizlerinde bulunmaktaydı. Batı ülkeleri krallıklarıyla herhangi bir ilişkisi yoktur.
İ-fung döneminde (676-678) T’u-po (Tibetliler) Kaşgar krallığını tarumar ettiler.
Altıncı k’ai-yüan yılında (728) imparator, ilk defa olarak ta-li-çeng K’iao Mung-sung’u hung-lu-şao-k’ing sıfatıyla prens An-ting’e Su-le (Kaşgar) kralı unvanı bahşeden bir yarlık götürmekle görevlendirdi.
On ikinci t’ien-pao yılında (753), Kaşgar yüksek hakimi P’ei Kuo-leang saraya saygı sunmaya geldi; ona çe-ç’ung-tu-wei unvanından başka mor bir hil’at ve altın balık şeklinde bir nişan verildi.94
94 Buraya Kaşgarya’da belli bir rol oynadığı anlaşılan Kung-yüe’lerle ilgili bazı metinler ilave edeceğim. T’ang dönemindeki bir güzergah Kung-yüe şehrinin İren-şabirgan tepelerinin güney eteklerinde yer aldığını tespit etmemize imkan tanımaktadır.
662’de A-şi-na Mi-şe Su Hai-çeng tarafından öldürüldükten sonra Şu-ni-şi ve Pa-sai-kanlar isyan ettiler. Su Hai-çeng ve Ki-wang-tsüe Kağan (A-şi-na Pu-çen), onları takip ederek, cezalandırdılar ve boy-sundurdular. Ordu geri döndü ve Su-le (Kaşgar) güneyine vasıl olduğunda, Kung-yüe kabilesi T’ang ordusuyla savaşması için T’u-po’yu (Tibetlileri) yine tahrik etti. Askeri bitkin vaziyette olan Su Hai-çeng savaşı göze alamadı; Tibetlilere ordunun iaşesini vererek bir barış anlaşması imzalayıp geri çekildi. O tarihten itibaren Hing-si-wang’a (A-şi-na Mi-şe’ye) haksızlık edildiğini düşünen bazı kabileler, infirak sevdasına kapıldılar. Sonra Ki-wang-tsüe (A-şi-na Pu-çen) öldü (666 veya 667). Artık on kabilenin (on okların) bir reisleri yoktu. A-şi-na Tu-çi ve Li Çi-fu, geri kalan halkı toplayarak T’u-po’ya (Tibetlilere) itaat ettiler. (Ts’e çi t’ung kien, CCI, s. 1 v°).
665’de, üçüncü ayı takip eden fasıla döneminde Kaşgar ve Kung-yüe, Tibetlileri Yü-t’ien’e (Hotan) saldırmaya teşvik ettiler. Hotan Çin birliklerinden yardım aldı. (T’ang-şu, III, s. 4 v°)
Dördüncü hien-heng yılının (673) on ikinci ayında Kung-yüe kralıyla Su-le (Kaşgar) kralı, itaat arzetmek için Çin’e geldiler. Bu olaydan bahseden Ts’e-çi t’ung kien (CCII, s. 2 v°) şu açıklamayı yapmaktadır: “Hing-si-wang (A-şi-na Mi-şe) zamanında bazı Batı T’u-küe kabileleri (Çin’den) kopmuşlar; Kung-yüeler ve A-si-ki (beş Nu-şi-pi kabilesinin birincisinin reisi) isyan etmişlerdi. Su Ting-fang batıya doğru sefere çıktığında (657) A-si-ki’yi esir alarak geri döndü. Güneyde T’u-po (Tibetliler) ile ilişki kuran Kung-yüeler ise kuzeydeki Yen-mi-en kabilesini yardıma çağırdılar. Sonra kuvvetlerini birleştirerek Kaş-gar’a saldırıp zaptettiler. İmparator onları cezalandırması için hung-lu k’ing Siao Se-ye’yi bir orduyla gönderdi. Siao Se-ye henüz oraya gelmeden korkuya kapılan Kung-yüeler, Kaşgar’la birlikte saraya itaatlerini sunmaya geldiler. İmparator onları affederek tekrar ülkelerine yolladı.
Burada sözü edilen Yen-mienler, Ts’e-çi t’ung kien’e göre, To-i Gölü yakında yaşayan bir T’ie-le (Tölös) kabilesidir. Bu bilgi, bize, Yen-mi-enlerin Pei-şi (XCIX, s. 9 v°) ve Sui-şu’da (LXXXIV, s. 8 v°) zikredilen Yen-mie’ler olduğu hükmüne varmamıza imkan tanımaktadır. Bu iki tarih kitabı Tölös kabilelerini şu şekilde sıralamaktadır:
Bana göre kelimesini Pei-şi’de
şeklinde yazılan
şeklinde okumak ve şu şekilde çevirmek gerekir: “To-i Gölü’nün doğu ve batısında değişik Su-lu-kie kabileleri, üç Yen-mie kabilesi ve sekiz binden fazla nüfusu bulunan Ts’u-lung-hu halkı yaşıyordu.” Bir önceki paragrafta çevirisini verdiğimiz metin, Yen-mien veya Yen-mielerin Kung-yüelerin kuzeyinde bulunduklarını göstermektedir. Diğer yandan, toprakları 658 yılında Çin yönetimine bağlandığına göre bu halk beş Tu-lu kabilesinin komşusu olmalıydı. Ayrıca birçok kabile onun komşusu olduğuna göre To-i Gölü de önemli göllerdendi. Bu mülahazalar bana To-i Gölü’nü Balkaş Gölü’yle özdeşleştirme ve Yen-mienleri gölün doğusuna yerleştirme imkanı tanımaktadır. Bu konuda Hirth’le (Nachworth, s. 38) aynı fikirde değilim. [s. 311’deki ek ve düzeltme: Kurakichi Shiratori (age., s. 131-133) T’ang dönemindeki Yen-mienleri Sui döneminin Yüe-pan [Yüe-ban] ları ile özdeşleştirmektedir, ama bu konuda ileri sürdüğü deliller bana inandırıcı gelmedi.]
76. sayfada daha önce verilen bir metinde, 682’de üç Yen-mien kabilesinin Issık Göl yakınlarında saldırıya geçtiğini ve Kung-yüe şehrini ele geçirmek isteyen Çinli general Wang Fang-i’nin A-şi-na K’ü-pu-çur’un saldırısına uğradığını görmüştük.
739’da ise Çinli general Kai Kia-yün, Taşkent ve Keş hakimlerinden başka Kaşgar hakimiyle birleşerek Fergana kralının da desteğiyle Türgişleri mağlup etti. Aynı yılın dokuzuncu ayında, “wu-wu günü, Çumukunlar, Şunişiler, Kung-yüeler ve vaktiyle Tu-k’i-şi (Türgiş)le-re bağlı olan diğer kabile reisleri halklarının başında imparatorluğa itaat arzetmeye geldiler (Ts’e-çi t’ung kien, CCXIV, s. 12 v°)”.
Çu-k’ü-po (Kargalık)
Çu-k’ü-po’ya95 Çu-ku-p’an da denilir ki, Han döneminin Tse-ho96 Krallığı’dır. Bu krallık, Si-ye, P’u-li, İ-nai ve To-jo97 denilen dört halkın topraklarını da sınırlarına dahil etmiştir. Yü-t’ien’in tastamam bin li batısında ve Ts’ung-ling’in 300 li kuzeyindedir. Batıda Ho-p’an-t’o (Taş-kurgan) ile sınırdaştır. Kuzeye doğru dokuz yüz li mesafede Su-le (Kaşgar) ile bitişir. Güneye doğru üçyüz li mesafede ise kadınlar krallığı bulunur.98 İki bin seçme askeri vardır. Kral Budda’ya taparlar. Yazıları P’o-lo-menlerin (Brah-man=Hindular) kullandığı yazı ile aynıdır.
95 Çu-k’ü-po, Hsüan-tsang’ın Ço-k’ü-kia’sı (Julien tarafından Ço-ku-kia şeklinde yazılmaktadır) ve Sung Yün’ün Çu-k’ü-po’su ile özdeştir. Vivien de Saint-Martin, Çu-k’ü-kia’nın Yarkend’in eski ismi olduğunu belirtmektedir. Diğer yandan, Kaşgar’dan gelen Hsüan-tsang, Ço-k’ü-kia’dan önce Çita yani Yarkend nehrini geçmiştir. Dolayısıyla Ço-k’ü-kia veya Çu-k’ü-po’nun bu nehrin güneyinde bulunduğunu ve özellikle bugünkü Yarkend şehrinin güneyinde yer aldığını var saymak gerekir. Hsüan-tsang, Ço-k’ü-kia’yı Kaşgar’a 500, Hotan’a 800 li mesafeye yerleştirmektedir. T’ang-şu (XLIII, b, s. 14 v°) Hotan’dan Kaşgar’a uzanan güzergahı bize şu şekilde tarif etmektedir: “Yü-t’ien’den (Hotan’dan) sonra batıya doğru gidildiğinde, 50 li kadar ileride Wei geçidine varılır; daha batıda Pu-hai’-dan geçilir; kuzeybatıya doğruya gidilmek suretiyle İ-kuan nehri geçilir ve 620 li sonra Tsi-nan eyaleti de denilen Çe-çe-man şehrine ulaşılır. Kuzeydoğuya doğru ilerleyerek Acı kuyular ve Sarı Kanal üzerinden 320 gidildikten sonra eskiden Ki-fan hanı olan Çu-an-K’ü’ye (iki kanal) varılır. Yine kuzeydoğu yönünde ilerleyerek, Pan şehri geçildikten 60 li sonra Yen-tu şehrine vasıl olunur. 80 li daha kuzeyde Su-le (Kaşgar) Garnizonuna varılır.” Çu-k’ü-po veya Ço-k’ü-kia adının bu güzergahta geçmeyişi dikkat çekmektedir. Söz konusu uzaklıklar hesaba alınmadığında Çe-çe-man şehrinin Hsü-an-tsang’ın Ço-k’ü-kia’sına tekabül ettiği görülecektir. [s. 311’deki ek ve düzeltme: Sung Yün’den yaptığım alıntı çevirisinde beni Çu-k’ü-po ile Ço-k’ü-kia’yı özdeşleştirmeye ve onu Kargalık’a yerleştirme iten sebepleri izah etmiştim. Elinizdeki bu çalışmada ise sık sık Çu-k’ü-po’nun diğer Çinli yazarların belirttikleri gibi Kökyar veya Kökçe-yar’la aynı olduğunu sık sık belirttim, ama Çu-k’ü-po’yu Kargalık’a yerleştiren M. A. Stein’in görüşü bana neticede daha makul görünüyor.]
96 Ts’ien Han-şu’nun (XCVI, a) “Si-ye kralına Tse-ho kralı denilir” demek suretiyle Tse-ho’yu yanlışlıkla Si-ye ile karıştırmaktadır.
Kan-t’ang ülkesi denizlerin kuzeyindedir. Orada Kun-lunlar99 oturur.
99 Bu cümle, daha yukarıda zikredilen Kan-t’ang tanımının açılımıdır. Batı ülkelerinin tasviriyle kesinlikle ilgisi yoktur.
Ho-p’an-t’o (Taş-Kurgan)
Ho-p’an-t’o’ya100 Han-t’o ve hatta K’o-kuan-t’an, hatta ve hatta K’o-lo-t’o da denilir. Söz Su-le’den (Kaşgar) açılmışken, güneybatıya doğru yürünürse, Kien-mo Boğazı’na101 ve Pu-jen dağlarına girilir ve tastamam altı yüz li sonra bu krallık gelir. (Ho-p’an-t’o), Kua’ya 4500 li uzaklıktadır ve Yarkend’in güneyinde Çu-k’ü-po’nun tam batısındadır. Güney tarafından Hsüan-tu (Asma geçit) dağlarına varılır; ülke, kuzeyde Kaşgar’la hemhuduttur. Batısında Hu-mi (Wahan), kuzeybatısında P’an-han (Fergana?) Krallığı bulunur. Yönetim merkezi Ts’ung-ling’in ortasındadır. Payitahtı T’u-to (Çita) nehrine102 nazırdır. Bin seçme askeri vardır.
100 Ho-p’an-to (Hsüan-tsang’ın K’i-p’an-t’o’su) Vivien de Saint-Martin tarafından Yarkend’in büyük kollarından birinin üzerinde bulunan ve Kırgızlarca Taş-kurgan denilen Karçu şehriyle özdeşleştirilmektedir. Taş-kurgan bölgesi Tacikçede Sarikol veya Sir-i-kol yahut daha çok Sir-i-kuh olarak adlandırılmaktadır. Bunu Sir-i-kul veya Viktorya Gö-lü’yle karıştırmamak gerekir. Amu-derya’nın doğduğu bu göl, Wood tarafından tasvir edilmiştir. (Journey to the sources of the Oxus, s. 232 vd.) [s. 311’deki ek ve düzeltme: M.A. Stein, bana Karçu’nun bulunduğu yer hakkında hiçbir şey işitmediğini bildirdi; Yule (Wood’un Oxus’un kaynaklarıyla ilgili kitabına yazdığı girişte, s. LV) bu kelimenin coğrafi değeri üzerinde şüphesi bulunduğunu ve onun Çinli cizvit kartografların Kandjut veya Hunza bölgesini göstermek istedikleri Keçut’un yanlış bir uyarlaması olarak gördüğünü belirtmiş-ti.//Sarikol bu yerin kullanılan tek adıdır.]
Kraliyet ailesi Kaşgar asıllıdır ve nesilden nesile iktidarı elinde bulundurur. Güneybatıda T’u-t’ung (başağrısı veren) dağları bulunur. Krallığı çevreleyen Ts’ung-ling’e halk arasında Ki-i (tehlikeli) dağlar da denilir. Bu ülkenin insanları güçlü ve zorludur; dış görünümleri ve dilleri Yü-t’ien (Hotan) halkınınkiyle aynıdır. Kanunlarına göre birini öldüren veya eşkiyalık yapan kişi ölümle cezalandırılır. Diğer suçlar tazmin ettirilir. Vergiler kumaşla ödenir. Kral, altın bir divan üzerinde oturur.103 Geç Wei’ler döneminde, t’ai-yen zamanında (435-439) (Ho-p’an-t’o) ilk defa Orta İm-paratorluk’la ilişki kurmuştur. Dokuzuncu çeng-kuan yılında (635) saygı sunmak için saraya bir elçi göndermiştir. K’ai-yüan döneminde (713-741) Çin bu krallığı mağlup ve pasifize etmiş, orada Ts’ung-ling104 askeri garnizonunu kurmuştur ki, An-si105 cephesi boyunca askeri yönden en iyi korunan nokta da budur.
103 T’ang-şu’nun ifadesi anlaşılmadığı için Pien i tien’inkini tercih ettim.
***
Yü-t’ien (Hotan)
T’ang-şu, CCXX1, a, s. 10 r°
Yü-t’ien’e (Hotan) Kü-sa-tan-na (Kustana) veya Hoan-na yahut K’ü-tan da denilir. Kuzey barbarları (Ti’ler) ona Yü-tun, diğer Hu halkları Ho-tan derler. Başkente 9700 li, Kua ilçesine ise 4000 li’-den daha uzak mesafededir. Han döneminin beş krallığının yani Jung-lu, Yü-mi, Kü-le ve P’i-şan’ın106 eski topraklarının tamamını sınırlarına ilhak etmiştir. Kralın oturduğu şehrin adı Si-şan (=batı dağlarındaki şehir)dir. Krallığın dört bin seçme askeri vardır. İçinden yeşim taşı çıkarılan bir nehir geçer. Halk geceleyin ay ışığının iyi vurduğu yerleri gözetleyerek oralardan yeşim taşı çıkarır. Kral tablolarla bezeli bir evde oturur. Halk becerikli, fakat mübalağacıdır. Gök tanrıya tapınır,107 Budda’nın öğretilerini benimserler. Davranışları son derece saygılıdır ve birbirleriyle karşılaştıklarında diz çökmeyi ihmal etmezler. Bir parça ağaçla dişlerini fırçalarlar [misvak kullanırlar]. Yeşim taşından mühür yaparlar. Özel bir mektup aldıklarında108 açmadan önce onu başlarının üstüne kaldırırlar. Han hanedanından İmparator Wu döneminden günümüze kadar, bu ülkenin kralları Orta İmparatorluk tarafından kendilerine tevdi edilen güven mektuplarını birbirlerine aktarırlar. Hotan halkı şarkı söylemeyi ve raksetmeyi sever. Örme ve dokumacılıkta maharetlidirler. Ülkenin batısında kirpi iriliğinde büyük farelerin yaşadığı kumlu bir çöl vardır.109 Altın rengindedirler. Onlar gidip gelirken sıradan fareler onlara refakat eder. Eskiden Hotan’da dut ağacı ve ipek böceği yoktu. Komşu bir krallıktan istediler, fakat onlar reddettiler ve krallarının kendilerinden bir kızla evlenmesi şartını ileri sürdüler. Gelin bakmaya geldiklerinde ise “Bizde ipek yok, ipek elbise dikebilmemiz için ipek böceği temin etmemiz lazım” dediler. Böylece uyarılan genç kız ipek böceklerini şapkasının astarının içine koydu; gümrük memurları üzerini aramaya cesaret edemediler. İşte o günden sonra Hotan halkının ipek böceği oldu. Prenses, bir kitabe diktirerek, ipek böceklerini öldürmemeyi ve kozaları ancak ipek böcekleri uçup gittikten sonra kaynar suya atmayı kural haline getirdi.
106 Toplam beş krallık olması için bu dört isme Yü-t’ien’in adını da ilave etmek gerekir.
107 Mazdeisttirler.
108 Çince metindeki ifadenin anlamı oldukça karmaşık. Bence “hal ahval sormak için için gönderilen mektup” demektir yani resmi mektubun aksine özel bir mektup aldıklarında demektir. Cümlenin anlamı şudur: Çin halkının yalnızca imparatordan gelen mektuba gösterdiği saygıyı Hotan halkı özel mektuplara karşı göstermektedir.
109 [s. 311’deki ek ve düzeltme: Hotan civarında yaşayan fareler konusunda bkz. Hsüan-tsang, Memoires, II/233-234].
Kralın soy adı Wei-ç’i, zâti adı ise Wu-mi’dir. Esasen T’u-küe’lere bağlıydı, fakat altıncı çeng-kuan (632) yılında Çin sarayına hediyeler sunmak üzere bir elçi gönderdi. Üç yıl sonra ise (635),110 imparatorluk muhafız alayına giren oğlunu yolladı.
110 Kiu T’ang-şu’da on üçüncü çeng-kuan (639) yılı.
A-şi-na Şo-öl, Kuça’yı fethettiğinde (640), Hotan kralı Fu-tu Sin çok korktu ve oğluyla üç yüz deve gönderdi. Çang-çi Si Wan-pei, A-şi-na Şo-öl’e şöyle dedi: “Şimdi Kuça’yı dize getirdik. Tüm Batı ülkeleri korku içinde. Sizden hafif süvariler alarak onlarla Hotan kralının başına boyunduruk geçirip başkente sunmayı düşünüyorum.” A-şi-na Şo-öl onun isteğini kabul etti. Hotan’a gelen Si Wan-pei, T’angların tabiat üstü güçleri bulunduğunu ve prestji sahibi olduklarını anlatarak Göğün Oğlunun huzuruna gitmeye teşvik etti. Fu-tu Sin, heyetin peşinden gitti. Bu sırada Kao-tsung tahta çıktı (649); Fu-tu Sin’e sağ muhafızları büyük generali, oğlu Şe-hu (yabgu) Tien’e ise sağ cesur muhafızlar generali unvanı verdi. Ayrıca bir elbise, bir kemer, altı bin parça ipek ve bir prens ikametgahı verdi. Uzun aylar boyunca tuttuktan sonra onu tekrar ülkesine gönderdi. Fu-tu Sin, oğullarının ve kardeşlerinin imparatorluk muhafız alayına alınmaları talebinde bulundu.
Çang-yüan devri (674-675), (Hotan kralı Fu-tu Hiung), sayıları yetmişi bulan oğulları, kardeşleri ve yüksek rütbeli kişileri yanına alarak bizzat saraya bağlılığını sunmaya geldi. İmparator, T’u-po’yu (Tibetlileri) mağlup etmiş olduğu için onun topraklarını P’i-şa111 hükumetine dönüştürerek, ülkeyi on vilayete tak-simledi ve Fu-tu Hiung’u hükumetin başına getirdi. Fu-tu Hi-ung’un ölmesi üzerine İmparatoriçe Wu tahta oğlu King’i geçirdi. K’ai-yüan döneminde (713-741) King, atlar, bir deve ve na112 cinsinden bir hayvan hediye etti. King ölünce Çin sarayı Wei-ç’i Fu-çi-çan adlı birini tahta çıkararak yeni bir atamada bulundu.113 O öldükten sonra ise Fu-tu Ta yerine geçti ve aynı zamanda onun hanımı Çe-çe’ye de bir beratla prenses unvanı verildi. Fu-tu Ta’nın ölümünden sonra Wei-ç’i Kui tahta geçti; hanımı Ma da prenses ilan edildi.114 Kui öldükten sonra tahta Şeng geçti.115 Çi-ti dönemi (756-757) başlarında, askerleriyle zor günlerinde116 Çin’in yardımına koştu. Arkasından imparatorluk muhafız alayına girip kalmak istedi. Üçüncü k’ien-yüan yılı (760) sarayın sol kapısını gözetleyen muhafızların reisi unvanı alan kardeşi Şe-hu (yabgu) Yao t’ai-pu kadro dışı yüksek görevlisi olarak atandı ve krallığını geçici olarak yönetebilmek için aynı zamanda dört garnizona komutan ve komiser yardımcısı olarak görevlendirildi. Şeng için özel bir biyagrafi mevcuttur.117 Yü-t’ien’in (Hotan) doğusuna üç yüz li mesafede Kien-to-li nehri,118 yedi yüz li mesafede ise Tsing-tsü Krallığı vardır. Nehrin doğusunda kralı Ta-te-li şehrinde - ki Kiu-mi de denilir, - yaşayan Han-mi119 Krallığı yeralmaktadır. Ta-te-li, eski Ning-mi şehridir. Bunların hepsi de küçük krallıklardır.120
111 Vaiçramana kelimesinin kısaltılmış çeviriyazımı. Bir rivayete göre tanrı Vaiçramana Hotan’a gelip yerleşmiştir. (Bkz. Hsüan-tsang, Si yü ki, Julien çev. II/224).
112 K’ang-hi’nin sözlüğü bu hayvan hakkında akla hayale sığmayan tarifler yapmaktadır. Ts’e-ju yüan kui, bu elçilik olayının beşinci k’ai-yüan yılında gerçekleştiğini kaydetmektedir.
113 Kiu T’ang-şu, on altıncı k’ai-yüan yılında (728) Wei-Ts’e-fu-çi’ye Hotan kralı unvanı verildiğini belirtmektedir.
114 [s. 311’deki ek ve düzeltme: Burada Hotan krallarının tamamı verilmemişti. Tse-çi t’ung kien, (725 yılı sonu) şöyle der: Yü-t’ien (Ho-tan) kralı Wei ç’i T’iao gizlice Türklerle ve diğer Hu halklarıyla anlaşarak isyan etmeyi reddetti. An-si ikinci askeri valisi Tu Sien, ordusuyla gelerek onu esir etti ve arkasından ortadan kaldırdı. Sonra yerine başkasını kral tayin etti. - Ayrıca Wu-k’ung’dan (789 yılı civarı) Hotan kralının adının Wei-ç’i Yao olduğunu öğreniyoruz ki, Şe-hu Yao ile aynı kişidir.]
115 Wei-ç’i Şeng biyografisinde (T’ang-şu, blm. CX) t’ien-pao döneminde (742-755) bu Hotan kralının imparatora çok değerli armağanlar sunduğunu, buna karşılık onun da saraydan bir prensesi ona eş olarak verdiği kaydedilmektedir. Kral, ülkesine döndükten sonra, An-si tsi-tu-şi’si Kao Sien-çi’ye Sa-pi-po-sien’e saldırıp mağlup etmesi konusunda yardım etti. Bu açıklama ancak 747 yılında Kao Sien-çi’nin Küçük Pu-lü’ye (daha ileride Pu-lü notuna bkz.) karşı düzenlediği seferle bağlantılı olabilir ve muhtemelen Sa-pi-po-sien Küçük Pu-lü’nun kralının adıydı. [s. 311’deki ek ve düzeltme: Sa-pi-po-sien kesinlikle Küçük Pu-lü kralı değildir, çünkü 747’de kral olan kişinin adı Su-şi-li-çi idi.]
116 Wei-ç’i Şeng, 756’da krallığı kardeşi Yao’ya bıraktı ve 5000 süvariyle An Lu-şan’a karşı savaşan imparatora yardıma geldi ve ölünceye kadar Çin’de kaldı.
117 Kiu T’ang-şu, CXLIV, s. 6 v° ve T’ang-şu, CX, s. 7 r°.
118 Keria nehri. [s. 311’deki ek ve düzeltme: Kien-to-li nehri Şıra nehri olabilir. (M. A. Stein’in bildirisi)]
119 Han-mi yerine Han döneminde Yü-mi veya Kiu-mi denilen ülkeyle aynı olduğu için Yü-mi okumak gerekir. Bu krallık Keria bölgesiyle özdeşleştirilmelidir. Bu özdeşleştirmeyi teyit eden Si yü şui tao ki (blm. II, s. 7 r°) bugünkü Keria şehrinin nehrinin batısında yar aldığını belirtmektedir. Halbuki T’ang-şu Yü-mi Krallığı’nın payitahtını nehrin sağ cenahına yerleştirmektedir. Fakat şehir yer de-ğiştirebileği cihetle bu o kadar da önemli sayılmaz. [s. 311’deki ek ve düzeltme: M. A. Stein Han-mi ülkesinin Keria ile özdeşleştirile-meyeceği kanaatindedir.]
120 Hotan’la ilgili bilgi, imparatora sunulan yeşim taşları temin etmek amacıyla buraya gönderilen ve bunları zimmetine geçiren, fakat suçu ortaya çıkarılıp sürgünde ölüme mahkum edilen Çu Ju-yü adlı birinin hikayesiyle bitmektedir.
U-ç’a (Udyana)
T’ang-şu, CCXX1, a, s. 12 r°
U-ç’a Krallığı’na U-fu-na121 ve hatta U-ç’ang da denir. Hindistan’ın tam güneyindedir.122 5000 li genişliğindedir. Doğu tarafından Pu-lü’ye (Gilgit vadisine)123 altı yüz li mesafededir. Batı tarafından Ki-pin’e (Kapiça) dört yüz li uzaklıktadır. Burada dağlar ve vadiler birbirine ulanıp gider. Ülkede altın, demir, üzüm ve boyacılıkta kullanılan yü-kin (curcuma) bulunur. Pirinç yılda bir defa üretilir. Ülke halkı zayıf ve sahtekârdır. Büyücülükte oldukça ileridirler. Krallıkla ölüm cezası yoktur. Öldürülmeyi hakedenler dağların ötesine sürgün edilirler. Birinin suçu sabit değilse, bir içki içirilerek idrarının temiz olup olmayışına göre az veya çok bir ceza verilir. Ülkede beş şehir vardır. Kral Şu, Mung-ye-li veya Mung-kie-li denilen bir şehirde oturur.124 Kuzeydoğuda eski U-ç’ang (Udyana) topraklarını teşkil eden Ta-li-lo vadisi125 bulunur.
121 U-fu-na yerine U-çang-na okumak gerekir. İ-tsing ve Hsüan-tsang değişik şekillerde yazmaktadırlar.
122 Bu cümle anlaşılmıyor. Çünkü Udyana Hindistan’ın kuzeyindedir.
123 Burada sözü edilen Pu-lü, Küçük Pu-lü’dür. Bu maddeyle ilgili nota bakınız.
124 [s. 311’deki ek ve düzeltme: Mung-kie-li şehri Swât vadisinde bugünkü adı Manglaor olan Mangalapura’dır. A. Foucher’nin eski Gandara coğrafyasıyla ilgili notlara ilave edilen haritasına bkz.]
125 Bu vadinin Mung-kie-li şehrinin kuzeydoğusunda bulunuyor olması, onu Yukarı Swât vadisiyle özdeşleştirme imkanı tanımaktadır. Hsüan-tsang (Si yü ki, Julien çev., I/133) şöyle der: “250-260 li gittikten sonra Mung-kie-li (Mungali) şehrinin kuzeybatısında büyük bir dağın boğazlarına girdi ve Su-p’o-fa-su-tu (Çubhavas-tu=Swâ’t) nehrine dökülen O-po-lo-lo (Apalala) ejdarhası kaynağına vardı.” [s. 311’deki ek ve düzeltme: Bu not yanlıştır. Ta-li-lo vadisi (Fa-hien’in T’o-li dediği yer) Cunningham tarafından (Ancient geography ojIndia, s. 82) Dardistan’da İndus’un sağ sahilindeki Dâ-rel kazasıyla özdeşleştirilmiştir.]
On altıncı çeng-kuan yılı (642), ülke kralı Ta-mo-in-t’o-ho-se, kâfur esansı sunmak için bir elçi gönderdi. Kendisine imparatorluk mührüyle mühürlenmiş bir mektup gönderilerek cömertçe ödüllendirildi.
U-ç’ang (Udyiana)ın doğu sınırları126 Araplar (Ta-şi) ile sınırdaştı. K’ai-yüan döneminde (713-741) Araplar defalarca davaları için U-ç’ang’ı kazanmaya çalıştılar, fakat gerek bu ülkenin kralı ve gerekse Ku-tu (Huttal) ve Kiu-wei (Yassin) onların tebaası olmayı reddettiler. Hsüan-tsung elçilerine bir buyrukla onlara kral unvanı vermelerini emretti.127
126 Sınırım metni düzelterek “batı sınırları boyunca hemhuduttular” şeklinde okumak gerekir.
127 Olayın tam tarihini Ts’e-çi t’ung kien (CCXII, s. 4 r°) vermektedir: “Sekizinci k’ai-yüan yılı (720) yazında, dördüncü ayın ping-wu günü, imparator, U-ç’ang (Udyana), Ku-tu (Huttal) ve Kiu-wei (Yas-sin) krallarına nameler göndererek tebaalığına aldığını bildirdi. Bu üç krallığın üçü de Ta-şi’nin (Araplar) batısında bulunuyorlardı (? Bir önceki nota bkz.) Araplarsa onları davalarına kazanmak ve T’ang’a (Çin’e) karşı isyan bayrağı açmaya teşvik etmek istiyorlardı. Üç krallık da bu isteği reddetmiş, imparatorluk tarafından ödüllendirilmişlerdi.
Daha ileride Ku-tu (Huttal) hakkında bilgi verilecektir. Kiu-wei Krallığı konusunda ise T’ang-şu (CCXXI, b, s. 7 v°, Per-sia’yla ilgili notun sonunda) şu bilgileri vermektedir: “Kiu-wei’e Şang-mi de denir. Payitahtı A-şi-yü-şi-to şehrindedir. Pu-lü nehrinin kuzeyinde sarp karlı dağlar arasında bulunur. Ülke soğuktur. Beş çeşit tahıl, üzüm ve nar yetiştirilir. Halk kışı mağaralarda geçirir. Küçük Pu-lü’nun Orta Krallığa casusluk yapması için ahali tarafından sürekli yardım edilmiştir.” Aşağıda Küçük Pu-lü hakkında konulan not, burasını Gilgit’le özdeşleştirmemin sebeplerini izah edecektir. Şang-mi veya Kiu-wei Pu-lü nehrinin kuzeyinde bulunduğu için Yassin bölgesi olmalıdır. Bu bilgiler Wu-k’ung’un güzergahının bazı noktalarını açıklığa kavuşturmamıza yardımcı olmaktadır: 751’de Çin’den ayrılan Wu-k’ung, 747’de Kao Sien-çi’nin (ileride Pu-lü’yle ilgili nota bkz.) takip ettiği Çin ordusunun güzergahı üzerinden Hu-mi yani Wahan’ı geçmiş, daha sonra Kiu-wei’e (T’ang-şu’daki Kiu-wei’le aynı) veya Yassin’e ulaşmış, arkasından Ho-lan ve Lan-so adlı bilinmeyen iki yerden geçerek kesinlikle Küçük Pu-lü veya Gilgit’in başkenti olan Ye-to veya Ye-ho Krallığı’na varmış; Gilgit’den de Udyana yani Swât vadisine geçmiştir.
Ki-pin (Kapiça)
T’ang-şu, CCXX1, a, s. 12 r° ve v°
Ki-pin (Kapiça128) Sui dönemindeki Ts’ao [Ch’ao] Krallı-ğı’dır.129 Ts’ung-ling’in güneyinde yer alır. Başkente on iki bin li uzaklıktadır. Güney istikametinde Şe-wei (Çravasti)’den üç bin li mesafededir. Kral, Siu-sien şehrinde oturur ve daima Ta Yü-çi kurallarına bağlıdır. Ülke sıcak ve rutubetlidir. İnsanlar fil sırtında yolculuk ederler; Budda’ya inanırlar.
128 Ki-pin’in Kapiça ile özdeşleştirilmesi konusunda bkz. s. 52, n. 1. -Ki-pin, Batı Türkleri kağanı T’ung şe-hu tarafından itaat altına alınmıştır. Her iki T’ang tarihinde de Kapiça konusunda bilgi bulunduğu, ama Gandahar’a hiç değinilmediği dikkat çekmektedir. Demek ki Gandahar siyasi açıdan Kapiça ile birleşmişti. Hsüan-tsang (Me-moires, I/104) Gandahar kraliyet ailesi sona erdiği için ülkenin Ka-piça’nın hakimiyetine girdiğini belirtmekte, ondan bir yıl sonra da Wu-k’ung (ayrı basım, s. 13) Kapiça’nın doğu başkentinin Ganda-har’da bulunduğunu kaydetmektedir. T’ang’lardan önceki dönemi anlatan Pei-şi (XCVII) ise Kapiça ve Gandahar için ayrı ayrı bilgiler vermektedir.
129 Kiu T’ang-şu’nun baskısında yer almayan bu cümle kesinlikle yanlıştır. Sui dönemindeki Ts’ao [Ch’ao] Krallığı Ts’ung-ling’in kuze-yindeydi. Halbuki T’ang döneminin Ki-pin’i yani Kapiça, aynı dağların güneyindeydi. Bu hatanın sebebi şudur: Sui-şu’da Han dönemindeki Ki-pin Krallığı ile Ch’ao Krallığı’nın aynı olduğu yazılmaktadır. Bu iddia Pei-şi’de de vardır. Fakat bu sonuncusunda Ch’ao Krallığı’yla ilgili notun yanında Ki-pin Krallığı’na ait başka bir not yer almaktadır. Şu halde Tsung-ling’in kuzeyindeki Ch’ao Krallığı Han döneminin Ki-pin’i ile özdeş olsa dahi, Sui ve T’ang dönemindeki Ki-pin yani Kapiça ile ortak bir tarafı yoktur. Bir başka deyişle, Ki-pin ifadesi Han dönemi ile T’ang döneminde aynı şeyi ifade etmemektedir ve dolayısıyla T’ang-şu’nun Han dönemi Ki-pin’i için doğru olabilecek, ama kesinlikle T’ang dönemindeki Kipin için yanlış olan bir aynılığı Ki-pin ve Ch’ao Krallığı için kaydetmesi hatadır. Sui dönemindeki Ch’ao Krallığı Ts’ung-ling’in (burada Hindukuş) kuzeyinde bulunduğu için Ch’ao-kü-ç’a’yı Zabulis-tan (Gazne) olarak gösteren Marquart’ın görüşüne (Eranshahr, s. 285) katılmıyorum.
İkinci Wu-ti yılında (619), ülkenin kralı bir elçi göndererek mücevherlerle süslü bir kemer, bir altın kilit, kesme kristal, yıllanmış şarap ve hünnap şeklinde cam eşyalar gönderdi. Çeng-ku-an (627-649) devrinde ise Kapiça asil atlar yolladı. T’ai-tsung bu münasebetle danışmanlarına şöyle dedi: “İktidara ilk geldiğim günlerde Göğün Oğlunun dört bir yandaki barbarları korkutmak ve itaat altına almak için askeri prestejini zirveye çıkartması gerektiği söylenmişti. Sadece Wei Çeng bana barış yollarına tevessül etmem ve Orta Çin’deki Hiaları yatıştarmam yolunda telkinde bulunarak şöyle demişti: ‘Orta bölgedeki Hialar yatıştırılınca, uzak yörelerdeki insanlar bize tabi olacaklardır. Halbuki şimdi imparatorluk büyük bir sükunet içindedir ve dört bir yandaki barbarların reisleri bize hediyeler sunmaktadırlar. Bu, Wei Çeng’in gayretlerinin bir sonucudur.’” İmparator “gözüpek”130 Ho-ç’u-lo-pa131 ve diğerlerini bu krallığa önemli hediyeler götürmek ve ayrıca T’ien-çu’yu (Hindistan) cesaretlendirmekle görevlendirdi. Ç’u-lo-pa gelince Ki-pin kralı başını yere koyup doğuya dönerek iki defa selam verdi. Sonra elçilere T’ien-çu’ya (Hindistan) kadar refakat ve rehberlik etmeleri için insanlar gönderdi.
130 Çin sarayına verilen fahri unvan.
131 (s. 311-312’deki ek ve düzeltme: Ho-ç’u-lo-pa, isminden de anlaşılacağı gibi, Çin sarayında bulunan ve imparator tarafından Hindistan’a dönüşte bir vazifeyle görevlendirilen bir yabancı olmalı. “Gözüpek” unvanı hep yabancı elçilere verilirdi. Nitekim aynı şeyi 726’da gelen Arap elçisi Süleyman’a ve 732’de sözde İran kralının temsilcisi olan ve Nesturi din adamı Ki-lie’ye refakat eden P’an-na-mi’ye verilen unvanda da görüyoruz.]
On altıncı yıl (642)132 (Ki-pin) bir Ju-t’o faresi sundu. Farenin burnu uzun, kuyruğu kırmızıydı. Yılanları yutabiliyor; bir yılan soktuğu zaman yarayı kokluyor, sonra üzerine idrarını yaparak onu iyileştiriyordu. Ülke halkının anlattığına göre kralın büyük atasının adı Hing-ye idi ve bugünkü kral Ho-hi-çi’ye kadar iktidar on iki nesil boyunca elden ele geçmiştir.133
132 Daha yukarıda aynı 642 yılında bir Udyana elçisinin Çin sarayına geldiğini görmüştük. Büyük bir ihtimalle Udyana ve Kapiça elçileri aynı günlerde saraya gelmişlerdir ki, bu da söz konusu iki krallığın ileride, 745 yılında yaptıkları gibi bu tarihte siyasî olarak bir-leşmediklerini göstermektedir.
133 Kiu T’ang-şu’nun (CXCVIII, s. 10 r°) metni bu müşahedenin 642 yılında gönderilen elçilik heyetiyle ilgili olmadığını göstermektedir ki, üçüncü hien-k’ing yılında (658) Çinliler yaptıkları yoklama sonucunda Kral Ho-hi-çi’nin sülalenin on ikinci kralı olduğunu anlamışlardır.
Üçüncü hien-k’ing yılı (658) bölge Siu-sien hükumetine dönüştürüldü. Şen-lung dönemi (705-706) başlarında ülke kralına Siu-sien’in “onbir vilayet134 askeri işler sorumlusu” ve “Siu-sien genel valisi” unvanları verildi. Yedinci k’ai-yüan yılında (719) (Ki-pin) astronomiyle ilgili bir metin, sihir ve esrarengiz ilaç far-mülleri takdim etmek için bir elçi gönderdi. İmparator krala bir fermanla Ko-lo-ta-çe t’e-k’in (Arrohac prensi) unvanı verdi.135 Daha sonra136 yaşlı bulunan Wu-san t’e-k’in şa,137 oğlu Fu-lin
134 Burada sözü edilen onbir vilayet, Siu-sien Hükumeti ve ona bağlı on vilayetten oluşuyordu.
135 Ko-lo-ta-çi adında, Arrohac (Zabulistan)’ı gösteren Ho-ta-lo-çi’nin yanlış bir çeviriyazımını buluyoruz. İleride Zabulistan’la ilgili kısımda görüleceği gibi, bu ülke 711 yılından sonra Kapiça’yı kendisine bağlamıştır. Dolayısıyla Çin imparatorunun Ki-pin kralına Ar-rohac prensi unvanını 719 yılında verdiğini belirtmek doğru olmaz. Bu durum, ileride Zabulistan’la ilgili kısımda kendisinden alıntı yaptığım Ts’e-ju yüan kui metni tarafından düzeltilmektedir.
136 Kiu T’ang-şu’ya göre (CXCVIII, s. r °) 739’da.
137 Bu kişinin 719’da (veya en fazla 720’de) Ki-pin kralı atanan Arro-hac prensi olduğu muhakkak. Adı Wu-san’dı ve ismine bitişen “te-gin” “prens” kelimesi Kapiça krallarını gösteren şah anlamındaydı. Marquart’ın (Eranshahr, s. 291) da işaret ettiği gibi Wu-san t’e-k’in şa Wu-k’ung’a göre, (s. 21) muhtemelen Gandahar manastırını kuran Türk hükümdarının oğlu T’e-k’in şa ile aynı kişiydi.
ki-p’o’nun yerine geçmesini talep etti. İmparator bu talebi kabul etti. Dördüncü t’ien-pao yılında (745) bir fermanla onun oğlu Pu-fu-çun’a Ki-pin (Kapiça) kralları ve U-ç’ang (Udyana) krallığı unvanlarını tevarüs etme hakkı verdi.138 K’ien-yüan dönemi (758-759) başlarında Kapiça elçileri saraya bağlılıklarını bildirmek ve haraç sunmak üzere geldiler.
138 Metin, Kapiça ve Udyana’nın tek bir yönetim altında birleştirildiğini ispat etmektedir.
***
K’ang (Soğdiyana)
T’ang-şu, CCXX1, b, s. 1 vd.
K’ang139 ülkesine Sa-mo-kien (Semerkant) da denilir. Yüan Wei’ler zamanında Si-wan-kin deniliyordu. Güney tarafından Şi’ye (Keş) yüz elli li mesafededir. Kuzeybatı tarafında yüz li’den daha uzak bir mesafede Batı Ch’ao (İştikan), güneydoğuda yüz li mesafede Mi (Maymarg), kuzeyde elli li mesafede Merkezi Ch’ao (Kabuzan) bulunur. Güneyinde Na-mi (Zarafşan) nehri akar. Otuz büyük şehri ve üç yüz köyü vardır.
139 Burada çevirisini verdiğimiz T’ang-şu notunda K’ang net bir şekilde Semerkant’la özdeşleştirilmiştir. Halbuki Si-wan-kin (Semer-kant) ve K’ang’a tamamıyla farklı iki paragraf ayıran Pei-şi (XCVII)’de aynı durum söz konusu değildir. Pei-şi (aynı yer) ve Sui-şu (LXXXIII) K’ang ülkesinden şu şekilde bahsetmektedir: “Kralının adı Şe-fu-pe (Sui-şu’ya göre Tai-şe-pe) dir. Zengin ve cömert bir insandır; halkının kalbini fethetmiştir. Hanımı T’u-küe hakanı Ta-tu’nun kızıdır. Payitahtı Sa-pao nehri sahilindeki A-lu-ti şehrindedir.” Bu metinden bu mülahazalar çıkartılabilir: 1- Pei-şi ve Sui-şu K’ang kralının ilk defa ta-ye döneminde (605-616) Çin’le temasa geçtiğini, bilahare tüm ilişkilerini kopardığını kaydetmektedir. Muhtemelen Şe-fu-pe o sıralar ülkeyi yöneten bir prensin adıydı. O dönemde kızını bu prense veren Ta-tu Kağan da muhtemelen Ta-t’u Kağan’dan başkası değildir. Gerek A-lu-ti şehrini ve gerekse Sa-pao nehrini herhangi bir şeyle özdeşleştiremedim. Söyleyebileceğim tek şey, nehrin adının, T’ang hanedanı döneminde Hu barbarlarının gök tanrıya kurban sunma merasimlerini yönetmek için yapılan Sa-pao barkını anımsattığıdır. (Bkz. JA, Ç’ang-an metni, Janv.-Fev., 1897, s. 58; K’ang-hi sözlüğü). Burada Wei Tsie’nin Batı Barbarlarıyla İlgili Hatırası’ndan alınmış oldukça ilginç bir metni ekleyeceğim. Bu Wei Tsie hakkında hiçbir bilgi bu-lumadım. Aşağıda tercümesi verilen pasaj (bkz. Pien i tien, XLVII, K’ang-kü’yle ilgili bilgiler, s. 4 r°) Tu Yu’nun T’ung Tien’inde yer almaktadır. (Tu Yu bu ansiklopediyi 32 yaşındayken, Ta-li’nin ilk yılında (766) yazmaya başlamış, on yedinci çeng-yüan (801) yılında 67 yaşındayken tamamlamıştır): “Wei Tsie’nin Batı Barbarlarıyla ilgili hatırasında şöyle deniliyor: K’ang Krallığı ahalisi ticarete yatkındır. Bir çocuk beş yaşına geldiğinde, kitaplar okutulmaya başlanır. Kitapları anlamaya başladığında ticaret öğrenmesi için gönderilir. Ahalinin büyük çoğunluğu için para kazanmak harika bir şeydir. Halk musikiden hoşlanır. Altıncı ayın birinci gününü yıl başı olarak kabul ederler. (Muhtemelen burada Frawardin ayının birinci gününü yıl başı kabul eden Pers takvimine atıfta bulunulmaktadır). O gün gelince, kral ve bütün ahali yeni elbiseler giyerek, saç ve sakallarını keserler. Başkentin doğusunda yer alan bir ormanın girişinde yedi gün boyunca at üzerinde ok atarlar. Son gün, hedef olarak bir kağıt üzerine altın bir sikke koyup atış yaparlar. Hedefi vuran bir günlüğüne kral olur. Gök tanrıya tapar ve ona aşırı saygı gösterirler. Söylediklerine bakılırsa ilahi bir çocuk yedinci ay ölmüş ve vücudu (daha doğrusu kemikleri) kaybolmuştur. Tanrıya tapınmakla görevli insanlar, bu yedinci ay geldiğinde pleli şekle soktukları siyah elbiselerini giyerler. Ayakları çıplaktır ve göğüslerine vurarak, melametler okuyarak yürürler; kan ve göz yaşı yanaklarını yıkar. Kadınlı erkekli üç-beş yüz kişilik bir kalabalık, kutsal çocuğun cesedini aramak için etrafa dağılır. Bu seremoni yedinci gün sona erer. Başkentin dışında ayrı bir yerde yaşayan ve cenaze merasimi ile uğraşmakla görevli olan 200 aile vardır. Bunlar, kurdukları ayrı bir mekanda köpek yetiştirirler. Birisi öldüğünde cesedini getirerek burada köpeklere yedirirler. Arkasından tüm kemikleri toplayarak cenaze merasimiyle birlikte gömerler. Kemikleri herhangi bir tabut içine koymazlar. [s. 312’deki ek ve düzeltme: Wei Tsie, VII. Yüzyıl başlarında Soğdiyana’da cesetleri köpeklere yedirme geleneğinin bulunduğundan söz etmektedir ki, Hero-dot’un kaydettiği üzere (I, § 140) bu gelenek eski İran’da da vardı: “Cesedi önce bir kuş veya köpek tarafından parçalanmayan bir Acemin bedenini toprağın kabul etmeyeceği iddia edilmektedir.”
Prens ailesinin adı Wen’dir. Bu aile vaktiyle K’i-lien140 dağlarının kuzeyinde Çao-wu141 şehrinde yaşayan Yüe-çilerdendir. Yüe-çiler T’u-küe’ler142 tarafından mağlup edildikten sonra arkalarını Ts’ung-ling dağlarına vererek yavaş yavaş güneye çekildiler ve böylece bu bölgeyi ele geçirdiler.
140 K’i-lien dağları Çinliler tarafından oldukça farklı iki şekilde tanımlanmaktadır. Çağdaş yazarların büyük çoğunluğu K’i-lien’i Ha mi’nin kuzeyindeki Tanrı Dağları’nın bir kısmı olarak görmektedirler ki, Han döneminde yayınlanan Hai kuo t’u çi’nin III. Bölümündeki batı ülkeleri haritasında işaret edilen yerdir. Bence bu özdeşleştirmenin (ki ben de onu kabul etmekle yanılmıştım), Hun dilinde k’i-lien gök anlamına geldiği için K’i-lien şan’ın ancak T’ien-şan olabileceğini söyleyen Yen Şi-ku (Ts’ien Han-şu, blm. LV, s. 4 r°) şer-hindeki cümleden başka dayanağı yoktur. Fakat eski coğrafya kitapları K’i-lien’i tamamen başka bir yere yerleştirme imkanı tanımaktadır. Yorumcu Se-ma Çeng (Se-ma Ts’ien, blm. CX, s. 9 v°), eserlerden birinde K’i-lien’in Çang-ye (Kan-çu) ve Çu-çüan (Suçu) eyaletlerinde bulunduğunu belirten bir nottan söz etmektedir. Bu durumda K’i-lien, Su-çu ve Kan-çu’nun güneyindeki Nan-şan olmalıdır. Bu durum, Ta Yüe-çi’lerin esasen Tun-huang (Şa-çu yakınlarında) ve K’i-lien arasında yaşadıklarını belirten Se-ma Ts’ien’in (CXXIII, s. 2 v°) kaydıyla da teyit edilmektedir. Yorumcu Çang Şu-tsi, Yüe-çilerin Tun-huang’ın doğusu ve K’i-lien dağlarının batısında yaşadıklarını belirterek, bu dağların Kan-çu’nun güneybatısında yer aldığını kaydetmektedir.
141 Çao-wu, Han döneminde bir şehrin adıdır ki, Li Çao-lo’nun tarih-coğrafya sözlüğü onu Kan-su’nun eyaleti Kan-çu’nun kuzeybatısına yerleştirmektedir. [s. 312’deki ek ve düzeltme: Çao-wu soy adını daha sonraları Soğdiyana’ya yerleşen prenslerin ikametgahı olan aynı isimli şehirden iştikak etme görüşü henüz şarkiyatçılar tarafından genel kabul görmüş değildir. Kurakichi Shiratori (age., s. 122-123) bu adla ilgili teklif edilen belli başlı var sayımları sıraladıktan sonra, buna bir yenisini ilave etmektedir (Çao-wu=Siyavuş, ap. Tomaschek, - Çub, ap. Radloff ve Marquart - Jabgu, ap. Hirth, Şâho (=Şah), ap. Shiratori.)]
142 Burada T’u-küe (Türk) kelimesini dar anlamıyla almamak gerekir. Aksine bu kelime, (“T’u-küe’” terimini ‘Hiung-nu’ yerine kullanan Sui-şu’nun (LXXXIII, s. 4 r°) paralel metninin de gösterdiği üzere) sonuçta Türklerin ataları olarak telakki edilebilecek olan Hunlar’ı göstermektedir. M. Ö. 140 yılları civarında Hunlar Ta Yüe-çileri mağlup etmişlerdi.
Bir ağacın dalları gibi serpilen prenslikler An (Buhara), Ch’ao (Kabuzan), Şe (Taşkent), Mi (Maymarg), Ho (Kuşanya), Hu-siun (Harezm), Mu-ti143 ve Şi (Keş)dir. Bunlara halk arasında ‘Dokuz Aile’ derler.144 Hepsi Çao-wu ailesinden inmedir. Toprak verimli ve tahıl üretimine uygundur. Bu ülkede harikulade güzel atlar yetiştirilir. Ülkenin büyük bir ordusu vardır. Bu değişik prensliklerde yaşayanlar şarabı severler. Yollarda şarkı söyleyip raksetmeye bayılırlar. Kral, altın ve değerli taşlarla süslü yuvarlak bir şapka giyer. Kadınlar saçlarını kuyruk yaparlar. Üzerine altın çiçekler diktikleri siyah bir başlık takarlar. Çocuk doğurduklarında yemesi için kand şekeri verirler ve büyüdüğünde tatlı dilli olsun ve kıymetli eşyalarını sanki eline yapışmış gibi muhafaza etsin diye avucuna tutkal sürerler. Yazıları yataydır. Ticaretle uğraşır ve kazanmayı severler. Yirmi yaşına gelen erkekler komşu krallıklara, hayatlarını kazanabilecekleri her yere giderler. On ikinci ayı yılın başlangıcı kabul ederler. Gök tanrıya kurban sunarlar.145 Son derece marifetli makinalar yaparlar. On ikinci ayda tambur çalar ve soğuk dansı yaparlar. Eğlence olsun diye birbirlerine su serperler.
143 Bu Mu-ti ülkesi Fa-ti Krallığı’nın bariz bir özdeşidir. Hsüan-tsang (Memoires, I/21) bu ülkeyi Buhara’nın 400 li batısına yerleştirir. Halbuki onun hayatını yazan şahıs, (Vie, s. 61) bu mesafeyi 100 li olarak tahmin etmektedir. Çincede bu şehre Batı An denir. Marqu-art (Die Chronologie, s. 62) onu Wardân veya Wardâna şehriyle özdeşleştirmektedir.
Sui döneminde kralları K’ü-mu-çi, Batı Türk kağanının kızıyla evlendi ve o günden itibaren de T’u-küe’lerin tebaası ol-du.146 Onuncu Wu-ti yılında (627) ilk defa hediyeler sunmak üzere bir elçi gönderdiler.147 Beşinci çeng-kuan yılında (631) imparatorun tebaası olmak istediler. T’ai-tsung şöyle dedi: “Yalnızca baş unvanlar kazanmak pahasına halkın nefretini kazanmak istemiyorum. Eğer K’ang ülkesi bizim tebaamız ise, zor anlarında ona yardım edeceğiz ve dertlerine ortak olacağız. Ordularımız on bin li mesafeye gidecekler. Buna nasıl gönlüm razı olabilir?” Böylece bu teklifi reddetti.
146 Kiu T’ang-şu (CXCVIII, s. 10 r°) şöyle diyor: “İmparator Yang döneminde (605-616) bu ülkenin kralı K’ü-şu-çi (K’ü-mu-çi yerine) Batı T’u-küe’lerinin kağanı Şe-hu’nun kızıyla evlendi ve böylece Batı T’u-küe’lerine boyun eğdi.” Burada geçen Şe-hu Kağan T’ung Şe-hu Kağan’dan başkası değildir.
147 Kiu T’ang-şu’ya göre elçilik heyeti gönderen kral K’ü-şu-çi’dir.
K’ang halkı aslanlar hediye etmek üzere bir elçilik heyeti daha gönderdi.148 Aradaki uzak mesafenin hediyeye daha bir değer kattığını düşünen imparator, arşiv müdürü Yü Şe-nan’a bu vesileyle edebi bir kompozisyon yazmasını emretti. O tarihten itibe-ren her yıl haraç getirdiler; imparatorun emriyle parka dikilecek olan altın ve gümüş şeftali ağaçları sundular.149
148 Ts’e-juyüan kui’ye göre 635’de (keza Pien i tien, XLVII).
149 Ts’e-ju yüan kui’ye göre 637’de (keza Pien i tien, XLVII). Aynı eser K’ang ülkesinin 639, 642, 643, 644 ve 647 yıllarında da elçiler gönderdiğini kaydetmektedir.
Yung-hui devrinde (650-655) Kao-ti (=Kao-tsung) bölgeyi K’ang-kü Hükumetine dönüştürdü ve ülkenin kralına Fu-hu-man unvanı verdi.150
150 Muhtemelen burada eski şekli Wahuman (bkz. Nöldeke, Geschich-te, s. 291, n. 2, Bahman adlı kişiyle ilgili madde) olan Pers ismi Bahman’dan bahsedilmektedir.
Wan-sui-t’ung-t’ien devrinde (696) kral büyük Tu-so-po-t’i şefi atandı.151 O öldükten sonra oğlu Ni-nie-şi-şi yerine geçti. O da ölünce ülke halkı Tu-hun’a kral unvanı verdi.152
151 Tu-so-po-t’i’yi Kiu T’ang-şu Tu-p’o-po-t’i şeklinde yazmaktadır.
152 Tu-hun, Gurek’in (Bkz. Tabari, Zotenberg çev., IV/173) selefi olan Soğd kralı Tarkhon olsa gerektir.
K’ai-yüan dönemi (713-741) başlarında K’anglılar örme kumaşlar, saf kristal kadehler, agat şişeler, devekuşu yumurtaları, Yüe-no cüceleri153 ve Hu-süan kadınları154 sundular.
153 Yüe-no (ülke?)
154 Kiu-mi ülkesiyle ilgili bilgilerde geçen Çince ifadeden anlaşıldığı kadarıyla bu kadınlar muhtemelen dansözdü.
Ülke kralı Wu-le-kia (Gurek),155 Ta-şi (Tazi:Araplar) ile ölümüne savaşmasına rağmen galip gelemeyince yardım istedi, ama Göğün Oğlu kabul etmedi. Uzun süre sonra oğlu Tu-ho’ya Ch’ao, diğer oğlu Mo-ç’o’ya156 ise Mi (Maymarg) kralı unvanı bahşedil-mesi talebinde bulundu. Bir fermanla bu isteği yerine getirildi.157 Wu-le-kia’nın (Gurek) ölümünden sonra imparator onun oğlu Tu-ho’ya “değişimi gözeten kral” unvanı ve karısı Katun’a da Kün-fu-jen158 unvanı vermesi için bir elçi gönderdi.
155 Kiu T’ang-şu Wu-le şeklinde yazmaktadır ama Marquart’ın da (Die Chronologie, s. 36) tespit ettiği gibi Semerkant kralı Gurek’i anımsattığı için Wu-le-kia şeklindeki yazımı daha doğrudur.
156 Türkçe bir isim olmalı; Radloffun Kapagan Kağan’la özdeşleştirdiği Batı Türkleri kağanının adı da böyledir.
157 (s. 312’deki ek ve düzeltme: K’ang kralının iki oğlundun biri Ch’ao, diğeri ise Mi kralı atandı. (Ts’e-fu yüan kui, blm. 999, s. 18 r°)]
158 Ts’e-ju yüan kui (keza Pien i tien, blm. XLVII) K’ang ülkesinin 717, 724, 726, 727, 740, 744, 750, 751, 755 ve 772 yıllarında elçi gönderdiklerini kaydetmektedir. 724 yılındaki elçi Wu-le (Gurek), 750 yılındaki elçi ise daha sonra onun yerine Semerkant tahtına çıkan oğlu Tu-ho tarafından gönderilmiştir; bu vesileyle gönderilen elçi Mo-ye-men adında yüksek rütbeli bir kişiydi.
An Krallığı’na Pu-ho (Buhara)159 krallığı da denilir ki, Yüan Wei’ler zamanında Niu-mi ülkesi deniliyordu. Kuzeydoğuya doğru gidilince Doğu An (Kargan)a varılır; güneybatıya doğru gidi-lince Pe’ye160 vasıl olunur. Bu iki şehir yüz li mesafede bulunuyordu. Batıda An Krallığı Wu-ho (Wak-ab=Sir-derya) nehri sahi-lindedir. Payitahtı, K’ang-kü’ye bağlı küçük bir bey olan Ki kralının eski toprağı A-lan-mi’dir.161 Ülkede etrafı surla çevrili kırk büyük şehir ve binden fazla müstahkem yerleşim birimi vardır. Bu ülkede çu-kie birlikleri teşkil etmek için cesur ve güçlü kuvvetli erkekleri toplarlar. Çu-kie, Çincede “savaşçı” kelimesinin muadilidir. Wu-ti döneminde (618-626) bu ülke saraya bağlılığını sunmak için bir büyükelçi gönderdi. T’ai-tsung şu sözlerle büyükelçiyi cesaretlendirdi: “Batı T’u-küe’leri itaat altına alındı, artık ticaret kervanları yola koyulabilirler.” Hu halkları (Soğdiyan-lar) bu habere çok sevindiler. Ülkenin kralı Ho-ling-kia, asil atlar da gönderdi. Bizzat kendisinin anlattığına göre ona kadar aynı aileden 22 prens gelip geçmiştir.
159 Buhara, Kül Tegin kitabesinde Bukarak şeklinde geçmektedir. (Bkz. Thomsen, Jnsc., s. 165, n. 64). Pei-şi (XCVII, s. 12 r°) bu beylik hakkında şunları yazmaktadır: “An Krallığı, Han dönemindeki Ansi krallığıdır. Kralın soy adı Çao-wu’dur ve K’ang kralıyla aynı kabiledendir. Lâkabı ise Şo-li’dir. (Sui-şu, LXXXIII, s. 4 v° Şo-li-teng şeklinde yazmaktadır) K’ang kralının kızıyla evlenmiştir. Payitahtı Na-mi (Zarafşan) nehrinin güneyindedir.” Şo-li veya Şo-li-teng muhtemelen An Krallığı’nın Çin sarayına elçi gönderdiği 609’da hüküm sürüyordu.
160 Pe, An (Buhara)’nın batısına yüz li mesafede binlerce aileden müteşekkil bir prenslikti. Bkz. Pei-şi, XCVII, s. 12 r°.
161 Şehrin adı, Pei-şi’ye göre (XCVII, s. 12 v°) Mu prensliğinin kralı olan A-lan-mi’nin adını hatırlatmaktadır. Marquart’ın (age., s. 64) Amul (günümüzde Sir-derya’nın sol sahilinde, Buhara’nın güne-yendeki Çarcuy) ile özdeşleştirdiği Mu prensliği artık T’ang-şu’da zikredilmemektedir ki, muhtemelen o tarihten itibaren Buhara ve Amul (Çarcuy)un ana şehirlerini teşkil ettiği An prensliğine bağlanmıştı.
(s. 312’deki ek ve düzeltme: A-lan-mi, Buhara’nın merkezi eski Aryâ-mitan (şimdiki Ramitan)dır. (Marquart’ın bildirisi)].
Doğu An’a Küçük Krallık162 veya Ho-han (Hargan)163 da denilir. Na-mi (Zarafşan) nehrinin kuzeyindedir. Doğu tarafından Ho’ya iki yüz li uzaklıktadır; güneybatı tarafından ise Büyük An (Buhara)’ya varmak için dört yüz li yol katetmek gerekir. Payitahtı Se-kin164 de denilen Ho-han (Kargan) şehridir. Ülkede yirmi büyük şehir ve yüz müstahkem yerleşim birimi vardır.
162 Sui-şu (LXXXIII, s. 4 r°) K’ang’a bağlı prenslikler arasında An Kral-lığı’nı ve Küçük An Krallığı’nı zikretmektedir. Sonuncu Doğu An idi.
Hien-k’ing döneminde (656-660) A-lan,165 An-si vilayetine dönüştürüldü ve ülke kralı Çao-wu Şa, oraya vali atandı. Se-kin,166 Mu-lu vilayetine dönüştürüldü ve ülke kralı Çao-wu Pisi, vali olarak atandı.
On dördüncü k’ai-yüan günü (726) An/Buhara kralı Tu-sa-po-t’i,167 kardeşi A-si-lan (Arslan) ta-fu tan-fa-li’yi, saraya saygu sunmaya, atlar ve leoparlar takdim etmeye gönderdi. Sekiz yıl sonra168 aynı ülke iki Acem katırı, bir Fu-lin (Suriye) malı müzeyyen halı, yü-kin169 kokuları, kand şekeri170 vs. hediye etti. Kralın hatunu iki büyük Ço-pi, bir müzeyyen halı hediye etti. Bunlar kendilerine tunikler, kemerler, deri giysiler, silahlar ve ayrıca hatun için paltolar, elbiseler, takılar ve parfümler verilmesini istiyorlardı.
167 Tu-sa-po-t’i, Marquart (Eranshahr, s. 309) bu ismin ilk iki öğesi olan Tu-sa’da, Taberi’nin M. S. 738/9 zikrettiği Buhara kralı Tuğşa-da adını bulmuştur. 719’da bu kral Tu-sa-po-t’i Çin sarayına mektup göndererek bir talepte bulunmuştu. Biz aynı yıl Semerkant kralı Gurek ve Kiu-mi (Karategin) kralı tarafından imparatora gönde rilen mektupların çevirisini verirken bu mektubun çevirisini de sunacağız. Daha aşağıda Ts’e-fu yüan kui’nin notlarına bkz.
168 [s. 312’deki ek ve düzeltme: “sonra” kelimesi tarihçinin yaptığı bir hatadır ve “sekiz yıl önce” olması gerekir.
169 Bretschneider (Klasik eserlerde geçen bitkiler, n° 408) yü kin hiang için kesin bir anlam vermiyor. Ona göre bu, diğer adı curcuma olan yü kin bitkisinden tamamıyla farklı bir bitkidir.
170 “Kand şekeri”nin çevirisi Couvreur tarafından (Çince-Fransızca sözlük, s. 537) verilmiştir, ama bu anlamı çekinceyle kabul ediyorum.
Doğu Ch’ao’nun dört ismi daha vardır: Şuay-tu-şa-na, Su-tui-şa-na (Satruşana)171, Ki-pu-ta-na172 ve Su-tu-şe-ni. Ülke Po-ssu dağlarının kuzeyindedir ve Han dönemindeki Öl-şi şehrinin top-raklarıdır.173 Kuzeydoğu istikametinde iki yüz li mesafede Ku-çan-t’i (Hocent) bulunmaktadır. Kuzeye doğru gidilince Şe (Taş-kent)’e varılır; batıya doğru gidilince K’ang, kuzeydoğuya doğru gidilince Ning-yüan (Kokand)a vasıl olunur. Tum bu şehirler dört yüz li’den daha fazla mesafedeydi. Güney istikametinde T’u-ho-lo’ya (Toharistan) kadar beş yüz li mesafe vardır. Bu ülkede içinde büyük bir mağaranın bulunduğu Ye-ç’a şehri vardır.174 Mağaranının girişi engellerle bekitilmişti. Bu mağaraya yılda iki defa kurban sunulur. İnsanlar yüzlerini mağaraya dönerek ayakta dikilirler. Daha sonra oradan bir duman çıkar ki, ona ilk dokunan kişi ölür.175 Wu-ti döneminde (618-626) (Doğu Ch’ao bir büyükelçi gönderdi. Aynı sıralarda K’ang (Semerkant) da saraya bağlılık bildirmek için bir elçi gönderdi. Bu elçi şöyle dedi: “Ben, ülkemde cesur bir insan olarak tanınırım. Ts’in kralının176 olağanüstü askerî nitelikleri olduğunu duydum. Onun sancağı altına girmek istiyorum.” Kao-tsu buna çok sevindi.
171 Satruşana, Sutruşna ve Osruşna, Babür tarafından (Pavet de Courte-ille çev., I/16) Uratipa (bugünkü Ura-tübe) ile özdeşleştirilmektedir.
172 Tarihçimiz burada yanılmaktadır: Ki-pu-ta-na veya Kabuzan Si yü ki’de gösterildiği gibi, (Julien çev, I/17, 20) Sutruşana’dan farklıydı.
173 Öl-şi [Ör-şi] General Li Kuang-li tarafından M. Ö. 102’de kuşatılmıştır.
174 (s. 312’deki ek ve düzeltme: Aynı tarih Yu yang tsa tsu’da (blm. IV s. 5 r°) bulunmaktadır: “Su-tu-şe-ni krallığında Ye-ç’a şehri vardır; vaktiyle bu şehirde bir ye-ç’a (yakşa) vardı; onun kaldığı mağara bugün dahi mevcuttur; bu mağara yakınında yaşayan insanlar beş yüz aileden fazladır. Oyuğun girişinde asma kilitle kilitli bir bekleme yeri vardır; her yıl burada iki defa kurban sunulur. İnsanlar mağara girişine yaklaşınca oradan bir duman çıkar ve ona ilk dokunan ölür; ölenin cesedi mağara girişinde bırakılır. Mağarının derinliği bilinmiyor.”
175 Arap yazarlar, Çin tarihçininin hikayesinin aslını izah etmek için bir olay nakletmektedirler. Herbelot’un Doğu Kütüphanesinde şu satırlara rastlıyoruz: “Botom, Mâverâünnehir dağları ortasında sıkışıp kalmış çok küçük bir şehirdir... ; en ilginç olanı ise gündüzleri dumana, geceleri ateşe benzer buharların çıktığı bir deliğin bulunmasıdır. Bu buhar donduğunda nışadır yani amonyak tuzu oluşur. Bunu çok dikkatle ve hassasiyetle toplamak gerekir. Nitekim bunları toplayanlar kalın ve sağlam giysiler giyerler ve acele etmezlerse hayatlarını kaybedebilirler. Bu duman ancak kapalı bir yerde tutulduğu zaman öldürücü olur.” Bkz. Geographie d’Aboulfeda, Re-inaud çev., II, 2, s. 213-214.
176 Ts’in kralı daha sonraki İmparator T’ai-tsung.
Batı Ch’ao (İştikan), Sui dönemindeki Ch’ao ülkesidir. Güney yönünde Şi (Keş) ve Po-lan’a komşudur. Ülkenin hayitahtı Şe-ti-leang şehridir.177 Kuzeydoğuda, Yüe-yü-ti şehrinde, To-si178 tanrılarına kurban sunma yeri vardır. Ülke halkı onlara tapar. Altından mamül bir aletin sol tarafında onun Han döneminde Göğün Oğlu tarafından verilen hediye olduğu yazılıdır. Wu-ti devrinde (618626) (Batı Ch’ao) bağlılığını sunmak için saraya (elçi) göndermiştir. Birinci t’ien-pao yılında (742), Ko-lo-pu-lo kralı ülkesinin ürünlerini sunmak için elçiler gönderdi; yayınlanan bir imparatorluk fermanıyla kendisine “erdemi koruyan kral” unvanı verildi. Bunun üzerine Göğün Oğluna dedesi ve müteveffa babasından kendisine gelinceye kadar tüm hanedanın Yüce Kağana hizmet ettiğini, asileri cezalandırma konusunda Göğün Oğluna yardım kampanyasına katılma emrini almak suretiyle T’ang’ın adamlarıyla birleşmeyi arzuladığını belirtti.
177 Şe-ti-leang yerine Şe-ti-hen’i teklif ediyor ve bu şehri İştikan’la öz-deşleştiriyorum. (Geog. D’Aboufeda, II, 2, s. 219).
178 Sui-şu (blm. LXXXIII, s. 6 v°; krş. Pei-şi, blm. XCVII, s. 13 r°) Ch’ao Krallığı hakkında şu bilgiyi vermektedir: “Ch’ao Krallı-ğı’nın payitahtı Na-mi (Zarafşan) nehrinin güneyine birkaç li mesafededir. Daha önceleri K’ang-kü topraklarının bir kısmını oluşturuyordu. Bu ülkenin kralı olmadığı için, K’ang kralı oğlu Wu-kien’i buraya kral tayin etti. Payitaht sahilden birkaç li uzaklıktadır. Binlerce seçkin askeri vardır. Bu krallıkta To-si tanrıları vardır. [s. 312’deki ek ve düzeltme: To-si tanrıları hakkındaki metin oldukça muğlak. Burada bir tanrı yerine tanrılar ifadesini kullanmam, cümleyi “bu tanrılar arasında bir altın adam vardır”dan başka bir şekilde çeviremememden dolayıdır. Takip eden cümle konusunda bana yalnızca Sui-şu’nun metni makul görünüyor. Pei-şi’nin metni ise anlaşılamadığı için atılmalıdır.] Batı Denizi’nden hareketle doğuya doğru giderken yol üzerinde bulunan çeşitli krallıkların tamamı bu tanrılara taparlar. Bu tanrılar arasında bir tanesi altındandır. Altın p’o-losu on beş kadem genişliğindedir. Heykelin yüksekliği bu ölçüye göre ayarlanmıştır. Her gün bu tanrılara beş deve, on at ve yüz koyun kurban edilir. Bin kişi bu kurbanların etini yer, ama yine de bitiremezler. Altın p’o-lu için bkz. s. 119, n. 2. Hirth (Fremde Einjlüsse in der chinesischen Kunst, s. 33) To-si tanrıları konusunda, Vambery’ye dayandırarak Pal-las’ın enteresan bir gözlemini nakleder: “Es geschieht zur Besch-wichtigung des bösen Geistes, dass man, wie Pallas berichtet, an jedem Gezelt auf der östlichen Seite aussen eine Art Götzen ein-gesteckt findet, den sie Tös oder in der Mehrzahl Töstör nennen.” (Pallas’ın anlattığına göre, her çadırın doğu tarafının dışında tekil Tös veya çoğul olduğunda Töstör denilen putlar bulunurdu ve bunlar kötü ruhların teslim edilmesini sağlarlardı.” Bu yaklaşım, mantıklı görünmekle birlikte kesinlik ifade etmemektedir ve benim görüşüme göre To-si tanrıları meselesi halledilmiş sayılmaz. Sui-şu ve Pei-şi’nin verdikleri bilgi şu şekilde devam etmektedir: Güneydoğu yönünde Ch’ao Krallığı K’ang Krallığı’ndan 100 li uzaktadır. Batı yönünde ise Ho (Kuşanya) Krallığı’na 115 li uzaklıktadır. Kao çu, doğu yönünde 6600 li mesafededir. Ta-ye devrinde (605-616) vergi ve ülkenin ürünlerini sunmak için elçiler göndermiştir.” Bu bilgiyi okuyunca, Pei-şi’deki K’ang Krallığı’nın Si-wan-kin (Semerkant)dan farklı bir şey olduğu göz önünde tutulmalıdır. Bu da Ch’ao Krallığı’nın nasıl olup da aynı zamanda hem Zarafşan’ın güneyinde ve hem de K’ang Krallığı’nın 100 li batısında bulunduğunu açıklamaktadır. Bu durumda T’ang -şu’da belirtildiği gibi K’ang’ın Semerkant olması imkansızdır.
On birinci yılda (752) Doğu Ch’ao (Satruşana) kralı Şo A-hu, An (Buhara) kralıyla birlikte kara ridalı179 Ta-şilere (Araplar) saldırmak istedi. Hsüan-tsung onları yatıştırdı ve izin vermedi.
179 Reinaud (Geog. D’Aboulfeda, II, 2, s. 186) “Abbasi hanedanı taraftarları hanedanın rengini temsilen siyah rida giydikleri için bu ad veriliyordu” demektedir.
Merkezi Ch’ao, Batı Ch’ao’nun (İştikan) doğusunda ve K’ang (Semerkant)ın kuzeyindedir.180 Kralın payitahtı Kia-ti-çen şehrin-dedir. Ülke halkı iri gövdelidir; savaş ve vuruşmaya yeteneklidir.
180 Hsüan-tsang’ın Si yü ki’sindeki bir notta (Julien çevirisi, I/19, n. 3) Ki-pu-ta-na’nın Ch’ao Krallığı olduğu belirtilmektedir. Burası Merkezi Ch’ao olmalı. Zaten tıpkı Merkezi Ch’ao gibi Semerkant’ın kuzeyinde yer alması gereken Ki-pu-ta-na da Ebu’l-Feda’nın Kabu-zancekes’ine tekabul etmektedir.
Şe (Taşkent)’e Ço-çe (Çac) veya (Çaş) da denir. Han hanedanı dönemindeki Ta-yüan’ın kuzey kınırını oluşturuyordu. Başkente dokuz bin li uzaklıktadır. Kuzeydoğusunda Türkler, kuzeybatısında Po-la (ülkesi) vardır. Güney istikametinde 200 li mesafede Kü-çan-t’i (Hocent), beş yüz li güneybatıda K’ang (Semerkant) bulunur. Ülkenin çevresi 1000 li’den fazladır. Sağda (yani batı tarafında) Su-şe nehri yer alır.181 Kralın soy adı Şe’dir;182 payitahtı Ço-çe (Çac) şehridir. Burası eskiden K’ang-kü’ye bağlı küçük Yü-ni kralının başkentiydi. Güneybatısında Yo-şa (Sir-derya) nehri vardır. Bu nehir Orta Krallığın topraklarına girdiğinde Çen-çu veya Çe nehri adını alır. Güneydoğu tarafında türkuaz çıkartılan büyük dağlar yer almaktadır.183 Ülke halkı son derece iyi savaşçıdır. Pek çok safkan atları vardır. Ta-ye dönemi başlarında (605-616) Suiler zamanında, Batı T’u-küe’leri onların kralını öldürerek ülkeyi tegin Fu-çe vasıtasıyla yönettiler.184 Wu-ti (618-626) ve çeng-kuan (627-649) yıllarında, ülke halkı birçok defa ürünlerini (saraya) sundular. Üçüncü hien-k’ing (658) yılında K’an-kie şehri Ta-yü-an185 hükumet merkezi haline getirildi ve ülke kralına K’an t’u-t’un şe-şo-t’i yü-kü çao-mu186 yönetici unvanı verildi. K’ai-yüan dönemi (713-741) başlarında, bu ülkenin önemli işler başaran prensi Mo-ho-tu t’u-t’un’a (Bagatur tudun) Şe (Taşkent) kralı unvanı verildi. Yirmi sekizinci yıl (740) “adaleti gözeten kral” nişanı verildi.187 Bir sonraki yıl (741) Kral İ-nai tudun k’ü-li, imparatora şöyle dedi: “Şu anda T’u-küe’ler yüce kağana (Göğün Oğluna) tâbidirler. Diğer krallıklar için tehlike teşkil edenler sadece Ta-şi (Tazi=Araplar)dır. Onların cezalandırılmasını istiyorum.” Göğün oğlu onun isteğine cevap vermedi. T’ien-pao dönemi (742755) başlarında kralın oğlu Na-kü kü-pi-şi’ye “değişikliği benimseyen kral” unvanı verildi ve demir bir nişan hediye edildi. Bir süre sonra (750) An-si (Kuça) valisi Kao Sien-çi, Şe kralını sadık bir tebaa olarak görevlerini ihmal etmekle suçlayarak cezalandırmak istedi. Kral,188 Kao Sien-çi’ye itaat etti, o da onu k’ai-yüan kapısına kadar muhafızlar nezaretinde gönderdi. Orada imparatorun huzuruna çıkarılmak üzere tutuklandı ve imparatorluk sarayında infaz edildi. Bu olaydan sonra tüm Batı ülkeleri Çin’e karşı diş gı-cırtmaya başladı. Kralın oğlu yardım istemek üzere Ta-şi (Tazi)le-re kaçtı; Talas şehrine saldırdı ve Kao Sien-çi’nin ordusunu mağlup etti.189 O günden itibaren Arapların hizmetine girdi, fakat pao-ing döneminde (762) bu ülke saraya bağlılığını sunmak ve tartuk götürmek üzere elçiler gönderdi.
181 Burada bir hata olmalı. Çünkü burada Su-şe (Suyab=Çu) değil, Taşkent’in batısından geçen Amu-derya bulunmaktadır.
182 Bu kelime “taş” anlamındadır. Bu aynı zamanda Şe Krallığı’nın da adıdır ki, Taşkent de “taş şehri” anlamındadır.
183 Bkz. Hirth, Nachworte, s. 81, n. 1.
184 Hirth (age., s. 107) ÜJ kelimesini Türkçe beg unvanı olarak kabul ederek, cümleyi ülkenin tegin ve beg (bey) unvanlı memurlar tarafından yönetildiği şeklinde tercüme etmektedir. Bütünüyle kabul edilebilir bir yorum, ama ben Pei-şi (XCVIII, s. 12 r°) ve Sui-şu’da (LXXXIII, s. 4 v°) şu notları bulduğum için bu görüşe katılmıyo rum: Sui-şu’da şöyle deniliyor: “Vaktiyle Şe (Taşkent) Krallığı’nın T’u-küe’lerle bir ihtilafı oldu: Şe-kui kağan, ordusuyla hareket ederek krallığı yerle bir etti ve tegin Tien-şe’ye naip olarak krallığı yönetmesini emretti... Beşinci ta-ye yılında (609) Tien-şe Çin sarayına bağlılığını bildirmek ve vergi sunmak için bir elçi gönderdi.” Burada Tien-şe’nin bir şahıs ismi olduğu açık. Diğer yandan T’ang-şu’da geçen Fu-çe basit bir varyanttır. Bu metinde başka bir güçlük daha var. Batı T’u-küe’leriyle ilgili notlara binaen Şe-kui Kağan, Ho-sa-na Kağan 611 yılında Çin’e gittikten sonra tahta çıktığına göre, nasıl olur da Tien-çe onun tarafından Taşkent Krallığı’nı yönetmekle görevlendirilir ve nasıl olur da 609’da Çin’e elçi gönderebilir? Eğer T’a-t’u’nun küçük oğlu Şe-kui Kağan’ın Ho-sa-na Çin sarayına sığınmadan önce dahi Batı T’u-küe’lerinin hakanı olma hakkına sahip olduğu göz önünde bulundurulursa, o zaman bu tezat ortadan kalkar ki, bu durumda 609’dan önce de Şe-kui Kağan’ın Batı Türklerinin bir kısmının meşrû hakanı olarak telakki edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
185 Bu durum, Çinlilerin Hu-lu Kağan’ı yenmelerinden ve Batı Türk Hakanlığı’nın tamamını ilhak etmelerinden sonra Batı ülkelerinin teşkilatlanmasında uygulansa gerektir. Tse-çi t’ung kien’e göre bu organizasyon 659’da Kaşgarya ve Sir-derya’nın kuzeyindeki ülkeler, 660’da ise Sir-derya’nın güneyinde ülkeler için uygulanmıştır. 659 yılına ait metin şöyle: “Dördüncü hien-k’ing yılının dokuzuncu ayında, yayınlanan bir imparatorluk fermanıyla Şe (Taşkent), Mi (Maymarg), Şi (Keş), Büyük An (Buhara), Küçük An (Hargan), Ch’ao (Kabuzan), Pa-han-na (Fergana), İ-ta (Eftalitler), Su-le (Kaş-gar), Çu-kü-p’an (Yarkend’in güneyinde) vs.. krallıklarında 127 vilayet, ilçe ve kazalar kuruldu.”
186 Bu prensin unvanında t’u-t’un yani tudun unvanını ve beş Tu-lu kabilesinden birinin adı olan Şe-şo-t’i ismini buluyoruz.
187 Taşkent kralı Bagatur tudun’un 739 yılında Türk hakanı Su-lu’nun oğlu T’u-ho-sien’e karşı Çinlilere verdiği destek konusunda bkz. s. 123. Tse-çi t’ung kien’e (CCXIV, s. 12 r°) göre T’u-ho-sien Sui-şe (Tokmak) şehrinde Kai Kia-yün’ün saldırısına uğramış, savaşmak için surlardan dışarı çıkmış, fakat yenilerek kaçmışsa da Ho-lo dağlarında yakalanmıştır. Çinliler, bu olayları müteakiben Taşkent kralının kendilerine yaptığı yardımı ödüllendirmek için 740 ylılında ona “adaleti gözeten kral” nişanı verdiler.
188 KaoSien-çi’ninbiyografisinden,t’ien-paodönemindeimparatorluk fermanıyla Taşkent kralı olan kişinin Kü-pi-şe olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla Çin’e gönderilen şu elçilik hayetlerinin de bu kral tara- fından gönderildiği kabul edilmelidir: İkinci t’ien-pao yılının (743) 12. ayında Taşkent’in prens-kralı K’ang (Semerkant) Krallığı’nın âyânlarından olan damadı K’ang-jen tien’i ülkesinin ürünlerini sunmak üzere elçi olarak gönderdi; dördüncü t’ien-pao yılının (745) yedinci ayında Taşkent’in prens-kralı, saygılarını ve vergi sunmak üzere saraya elçiler gönderdi; beşinci t’ien-pao yılının (746) üçüncü ayında Taşkent kralı saygılarını ve aynı zamanda on- beş at sunmak üzere elçiler gönderdi; Taşkent’in ikinci kralı İ-nai tudun K’ü (bu sayfada sözü edilen kişiyle aynı şahıs), ülkesinin ürünlerini sunmak üzere elçiler gönderdi; altıncı t’ien-pao yılının (747) beşinci ayında, Taşkent kralı atlar sunmak üzere elçiler gön- derdi; sekizinci t’ien-pao yılında (749) Taşkent kralının oğlu Yüan- an, saygılarını sunmak için saraya geldi. (Ts’e-fu yüan kui; keza Pi- en i tien, LIX, s. 6 ro, Ta-yüan üzerine notlar)
189 Bu olay 750 veya 751 yılında olmuştu. (Bkz. Kao Sien-çi biyografisi (T’ang-şu, CXXXV, s. 4 v° ve Kiu T’ang-şu, CIV, s. 2 r °). - Tse-çi t’ung kien (CCXVI, s. 7 v ° ve 8 r °, 751 yılının dördüncü ayında ve sekizinci aydan önce) şöyle diyor: “Kao Sien-çi Şe (Taşkent) kralını hapsettirince, Şe kralının oğlu Hu halklarına kaçtı ve Kao Sien-çi’nin iki yüzlü, aç gözlü ve zalim olduğunu söyleyerek serzenişte bulundu: Hu halkları ona çok kızdılar; arkasından birlikte Dört Garnizon’a saldırmak için Ta-şi (Tazi)leri gizlice çağırdılar. Bunu öğrenen Kao Sien-çi, otuz bin barbar ve Çinlinin başına geçerek Ta-şilere saldırdı; 700 li kadar uzağa gitti: Ta-lo-se (Talas) şehrine gelince Ta-şi (Araplar) ile karşılaştı. (Her iki ordu beş gün boyunca savaştı. Ko-lo-lu (Karluk) kabileleri isyan ettiler ve Arapların safına geçtiler. T’ang ordusu ön ve arka cepheden hücuma uğradı. Kao Sien-çi büyük bir bozgun yedi; ordusunun tamamı ya öldü ya da kayboldu. Yanında sadece bir kaç bin kişi kaldı. Yeu wei-wei tsiang-kün Li Se, Kao Sien-çi’ye kaçmasını öğütledi. Yol meşakkatli ve dardı. (Li Se-ye’nin biyografisine göre bu yol Çin ordusundan arta kalanların sığınmaya çalıştıkları Pe-şi dağlarına gidiyordu); Pa-han-na (Fergana) askerlerinin çoğu önde bulunuyordu; insanlar ve hayvanlar yığın halinde yolu kapatıyordu (Tse-çi t’ung kien’e göre bu sırada Fergana Araplara karşı verilen savaşta Kao Sien-çi’nin yanında yer almıştı); Li Se-ye (ve adamları) hızla ileri fırlayıp büyük sopalarla vurarak kalabalığı dağıtmaya çalıştılar. İnsanlar ve atlar sopaların tesiriyle yere düşüyorlardı. Kao Sien-çi böylece geçmeyi başardı.”
Sui-şe (Suy=Tokmak), Kuça’nın güneybatısına bin li mesafedeki Pu-ta190 dağlarının eteklerindedir. Güneyde Orta Krallıkla hemhuduttur; kuzeyde Türgişler’in güney sınırına bitişiktir. Güneybatıya doğru gidilince, iki bin li’den sonra Ts’ung-ling dağlarına varılır. Güneye doğru akan nehirler denize ulaşmak için Orta Krallığın içinden geçip giderler; kuzeye doğru akanlar ise denize dökülmek için Hu’ların topraklarından geçerler.191 Kuzeye doğru üç gün gidildikten sonra bir gölden geçilir. İlkbahar ve yaz aylarında sürekli kar yağar.192 Pu-ta dağlarından itibaren kuzeye doğru bin li’den daha uzun bir mesafe gidilince Si-şe vadisine gelinir. Doğusunda Jo-hai (Issık Göl) vardır. Soğuğa rağmen toprak donmaz. Batı tarafında Sui-şe (Tokmak) şehri bulunur. Yedinci t’ien-pao yılında193 (748) Pei-t’ing (Guçen yakınında) valisi Wang Çeng-kien, Kuça’ya saldırarak Sui-şe bölgesini yakıp yıktı.194 Bu vadi bin li uzunluğundadır; burada değişik kabilelere mensup binlerce T’u-küe askeri bulunur. Tarlada çalışanların tamamı zırhlıdır; bunlar köle yapmak için birbirlerini kaçırırlar. Batı tarafındaki bölge Ta-lo-se (Talas) şehrine bitişiktir. Taşkent, kendisinde bir garnizon bulundurabilmek için sürekli asker verir. O noktadan itibaren batı denizine vasıl olunur. Üçüncü aydan dokuzuncu aya kadar, genellikle yağmur yağmaz. Ahali tarlalarını kar sularıyla sular.
190 Pu-ta dağları, Tanrı Dağları’nın Bedel Geçidi’nin yer aldığı kısım olarak tanıdığımız Po-ta dağlarıyla aynı yer olmalı.
191 Türklerle Çinliler arasında sınır olan Bedel Geçidi, bir kısmı Çin’in kuzeyine, diğerleri Türk topraklarının güney kesimine akan nehir- lerin ayrım noktasındaydı. “Denize dökülmek için” ifadesi burada sadece mecazi anlamda verilmiştir ve ancak herhangi bir göl kaste- dilmiş olabilir.
192 Bu yüzdendir ki Tu Yu (keza Pien i tien, LIX, s. 9 r °, Ta-yüan üzerine notlar) bu göle “kar gölü” adını vermektedir.
193 [s. 312’deki ek ve düzeltme: Dördüncü t’ien-pao yılının (745) ye- dinci ayında, An (Buhara) kralı K’ü-ti-po (Kuteybe) saygısını iz- har etmek ve tartuk sunmak için elçi gönderdi; ona “adalete dön- düren kral” unvanı verildi. (kui i wang) (Ts’e-fu yüan kui, blm. 965, s. 2 r*)].
194 Bkz. s. 45, n. 1 ve Tu Yu’nun T’ung tien’in (Pien i tien, LIX, s. 7 r °, Ta-yüan üzerine notlar) özet bilgileri.
Taşkent’in güneydoğusunda bin li’den daha fazla bir mesafede Pu-han toprakları başlar.195 Dört tarafı dağlarla çevrilidir; toprağı münbittir ve bol miktarda at ve koyun yetiştirilir. Batı yönüne doğru bin mil gidilince Tu-li-şe-na’ya varılır.196 Pu-han, doğu tarafında Şe-şe nehriyle hemhuduttur.197 Bu nehir Ts’ung-ling dağlarının kuzey platolarından doğar. Bulanık renklidir ve kuzeybatıya doğru akar. Su ve bitki bulunmayan büyük bir çöle girilir. Takip edilmesi gereken yol, uzaktaki yüksek dağlara bakarak ve yol üzerinde terkedilmiş cesetleri izleyerek bulunur. Oradan itibaren beş yüz li mesafede K’ang (Semerkant) toprakları başlar.
195 Eğer Fergana özel bir notta Ning-yüan Krallığı adıyla ele alınmamış olsaydı, Pu-han Fergana’yla özdeşleştirilebilirdi; dahası, Pei-şi (XCVII, s. 12 v °) Fergana’nın Taşkent’in güneydoğusuna beş yüz, Su-tui-şa-na’nın (Sutruşana=Ura-tübe) doğusuna beş yüz li mesafede olduğunu kaydetmektedir. Burada ise aksine, Pu-han’la bu iki şehir arasındaki mesafe bin li olarak gösterilmektedir. Bu güçlüklere rağmen, Pu-han adının Fergana kelimesinin çevirimi yazımı olarak kabul edilmesi kanaatindeyim ve bu yüzden şehri Fergana’nın merkezine değilse bile, en azından bu toprakların en doğu kesimine yerleştiriyorum.
Mi ülkesine Mi-mo veya Mi-mo-kia (Maymarg) da denilir.198 Kuzeye doğru yüz li mesafede K’ang (Semerkant) bulunur. Kralın payitahtı Po-si-to şehridir. Kral, Yung-hui döneminde (650655) Araplar tarafından mağlup edilmiştir. Üçüncü hien-k’ing yılında (658) ülke Nan-mi eyaletine dahil edilmiş ve başında bulunan Prens Çao-wu K’ai-çuo’ya vali unvanı verilmiş; ülke, bu tarihten itibaren saraya saygı sunmayı ve haraç ödemeyi hiç aksat-mamıştır. K’ai-yüan döneminde (713-741) değerli yüzükler, rakkaslar, hasırlar, aslanlar ve Hu-süan kadınları sundu. Sekizinci yıl (730), üst düzey bir memur olan Mo-ye-men199 saraya bağlılık bildirmeye geldi. T’ien-pao dönemi (742-755) başlarında, ülkenin prensine “meşruiyeti gözeten kral”, hatununa ise kiün-fu-jen unvanı verildi.
198 Abel Remusat, Mi’yi Maymarg ile özdeşleştirmektedir. Vivien de St. Martin ise, (Memoires, II/280) Si yü ki’nin (I/19, n. 2) bir metninde, Maymarg Semerkant’ın güneybatısında yer almasına rağmen Mi’nin aynı şehrin kuzeybatısına düştüğünü gösteren bir delil bulduğuna inandığı için bu görüşü reddetmektedir. Fakat bizzat bizim çevirdiğimiz metinde Mi topraklarının esasen Semerkant’ın yüz li güneyinde bulunduğu görülüyor; dolayısıyla bu prensliğin Arapların Maymarg’ı ile özdeşleştirilmesi gerekir.
199 Aynı adı taşıyan bir kişinin 750 yılında Semerkant sefiri olarak zikredilmesi oldukça enteresandır.
Ho ülkesine K’ü-şuang-ni-kia (Kuşanya)200 ve bir de Kui-şu-ang-ni de denilir. K’ang-kü’ye bağlı küçük kral Fu-mo’nun şehrinin eski topraklarıdır. Şehrin solunda (doğusunda) içinde resimler bulunan birkaç katlı bir bina vardır. Binanın kuzey tarafında eski Çin imparatorlarının, doğu tarafında Türk prens ve hakanla-rıyla P’o-lo-menlerin (Brahmanlar), batı tarafında Po-ssu (Per-sia), Fu-lin (Suriye) vs. krallarının resimleri vardır.201 Ülkenin prensi sabahleyin bu binaya tazimde bulunmaya gider, sonra istirahata çekilir. On beşinci çeng-kuan yılında (641) (bu krallık) saraya bağlılığını bildirmek için elçiler gönderdi. Yung-hui döneminde (650-655) kral, imparatora birini göndererek T’angların batı ülkelerine bir taharri ordusu göndereceğini öğrendiğini ve bu ordunun iaşesini nakletmek istediğini bildirdi. Daha sonra bu ülke toprakları Kui-çuang eyaletine dönüştürülerek, başındaki Prens Çao veya P’o-ta-ti’ye vali unvanı verildi. O da şükranlarını sunmak için saraya Po-ti-şi’yi gönderdi.
200 Semerkant ile Buhara’nın tam ortasında. Marquart’ın bu şehirle ilgili tespitlerine bkz. (Die Chronologie, s. 59-60).
201 Tu Yu’nun T’ung tien’i de benzeri bir müşahede nakletmektedir. T’ung tien ayrıca ülkenin bin seçkin askeri bulunduğunu ve kralın altın koçlarla müzeyyen bir taht üzerinde oturduğunu belirtmektedir. Bkz. Pien i tien, LXVIII.
Hu-siun ülkesine Ho-li-si-mi (Harezm) ve hatta Kuo-li de denilir. Wu-hu (Oxus) nehrinin kuzeyindedir. Güneydoğuya doğru altı yüz li gidilince Şu-ti’ye202 varılır. Güneybatıda Po-ssu (Per-sia) ile, kuzeybatıda T’u-küe Ho-sa (Hazar Türkleri) ile sınırdaştır. Burası, K’ang-kü’ye bağlı küçük kralın yaşadığı Ao-kien şehrinin eski topraklarıdır. Ülke kralının payitahtı Ki-to-kü-ço şehridir. Bu halk, tüm Hu halkları arasında arabaya koşulan öküzleri olan tek halktır. Tacirler diğer krallıklara bu arabalarla giderler. İkinci t’ien-pao yılında (751) ülkenin prensi Şao-şe-fen, saraya bağlılığını bildirmek ve kara tuz hediye etmek için bir elçi gönderdi. Pao-ing döneminde (762) saraya bağlılık bildirmek için tekrar elçiler geldi.
202 Şu-ti’yi bir yer adı olarak görüyorum, ama özdeşleştiremiyorum. [s. 313’deki ek ve düzeltme: Şu-ti, Mu-ti ve Fa-ti isminin değişik bir yazılış şeklidir.]
Şi ülkesine aynı zamanda K’ü-şa (Keş)203 ve Kie-şuang-na da denir. Tu-mo204 nehrinin güneyindedir. K’ang-kü’ye bağlı Su-hie205 prensliğinin eski topraklarıdır. Batı istikametinde 150 li mesafede Na-so-po (Nahşeb veya Nesef)206 bulunur. Kuzey istikametinde iki yüz li mesafede Mi (Maymarg) ile sınırdaştır; güney yönünde dört yüz li mesafede ise T’u-ho-lo (Toharistan) bulunur. Orada Demirkapı207 dağı bulunur. Sağda ve solda derin yarlar vardır. Buradaki kayalar demir rengindedir ve iki krallığı208 birbirinden ayıran bir geçit durumundadır. Bu geçit demirlerle takviye edilmiş kapılarla bekitilmiştir. Keş’de her seremonide bin koyunun kurban edildiği bir tapınak vardır. Her savaşa gidişte, yola çıkmadan önce tapınma âyini düzenlenir. Krallığın surlarla çevrili beş yüz şehri vardır. Sui’ler döneminde ve ta-ye devrinde (605-616), ülkenin prensi Ti-ço, ilk defa Orta Krallık’la temasa geçmiştir. Krallığın çok güçlü olduğu biliniyordu.209 Kie-şe (Keş) şehrini o kurmuştur. Topraklarının sadece bir tarafı binlerce li uzunluktaydı. On altıncı çeng-kuan yılında (642) ülkenin prensi Şa-şe-pi ülkesinin ürünlerinden sundu. Hien-k’ing döneminde (656-660) ülke K’ü-şa ilçesine dönüştürüldü ve Prens Çao-wu Şe-a-ho’ya vali unvanı verildi. On beşinci k’ai-yüan yılı (727) Prens Hu-pi-to, saraya rakkaseler ve benekli leoparlar gönderdi. Daha sonra pek çok kral öldü ve yerlerine yenileri tahta çıktı, ama tartuk göndermeye devam ettiler. T’ien-pao döneminde (742-755) bir imparatoruk fermanıyla Şi (Keş) adı Lai-wei Krallığı210 şeklinde değiştirildi.
203 Keş veya Kaş, günümüzde Semerkant’ın doğusundaki Şehri-sebz’dir.
204 Karşı nehri.
205 Su-hie, Soğd kelimesinin çeviriyazımı gibi görünüyor. Bu varsayım ve T’ang-şu’nun eski Su-hie’yi Keş şehriyle özdeşleştirmesi Marqu-art’ın (age., s. 57) Keş’in bir zamanlar Soğdiyana’nın başkenti olarak görüldüğünu göstermek için kullandığı Arapça metinlerce teyit edilmektedir.
206 Nahşeb veya Nesef, bugünkü Karşı.
207 Keş’den dört günlük yolda, güneyde yer alan meşhur Demirkapı (Derbend) hakkında bkz. Hsüan-tsang (age., s. 61; Si yü ki, I/23; Vivien de St. Martin, II/284); Kül-tegin ve Bilge Kağan kitabeleri (Thomsen, age., s. 137, n. 6); Tomaschek, Sogdiana, s. 27 vd.
208 Soğdiyana ve Toharistan.
209 Hirth (Nachworte, s. 86) şöyle çevirmektedir: “Kendini kudretli ve Keş şehrinin kurucusu olarak nitelendirmektedir”. Burada K’ang Krallığı’yla ilgili cümleyle Pei-şi (XCVII, s. 11 v°)deki cümle aynı gibi görünüyor: “Güçlü bir krallık olarak şöhret yapmıştı.” Benzeri bir ifade Pei-şi’de Ju-janlar için kullanılmıştır.
210 21. K’ai-yüan yılının (739) dördüncü ayında, Fergana kralı Arslan tarkan, Keş kralı Se-kin-t’i ve Türgişlerin başbuğu Suo Se-kin, bunların tamamı saraya elçiler gönderdiler (Ts’e-ju yüan kui, blm. 971, s. 12 v°). 28. k’ai yüan yılının (740) üçüncü ayında, Su-lu’yu yendiğinden dolayı ödüllendirmek amacıyla Şo-kie’lerin kralı Se-kin-t’i “sıra dışı terfi ettirilmiş” unvanı verildi (Ts’e-ju yüan kui, blm. 964, s. 20 r°). Burada sözü edilen Se-kin-t’i’nin Keş kralından başka birisi olmadığı açıktır. O halde neden ondan Ço-kie’lerin kralı şeklinde söz edilmektedir? Bir sebep görünmüyor. Sadece 137. sayfada ço-kie kelimesi “savaşçılar” anlamında kullanılmıştır. [s. 312’deki ek ve düzeltme: Buhara’daki Ço-kie hassa birliği yani savaşçılar denilen bir seçme birlik olduğunu görmüştük. Diğer yandan Hsüan-tsang (Memoires, I/19) Semerkant’ta gözüpek Ço-kie askerlerinin bulunduğunu kaydetmektedir. Ve nihayet Keş kralına Ço-kie’lerin kralı dendiğini görüyoruz. Ço-kie, Marquart’ın bana açıklama lutfunda bulunduğu gibi, Farsça “servus, famulus” anlamına gelen çâker kelimesinin çeviriyazımıdır ve Soğdiyanada münferiden “savaşçı” ‘hassa askeri’ anlamında kullanılıyordu. Ço-kiele-rin kralı Farsça Nahşeb “ispeh-bed”i unvanına tekabül etmektedir; Se-kin-t’i, Taberî’nin el-İskend dediği kişidir. (Marquart, Dei Chro-nologie, s. 63)]. Ayrıca Se-kin-t’i’nin Su-lu’yu yendiği de söylenemez; çünkü o ve Taşkent kralı Su-lu’nun oğlu T’u-ho-sien’i itaat altına almak için Çinlilere yardım etmişlerdi. 29. k’ai-yüan yılının (741) üçüncü ayında, Keş kralı Se-kin-t’i, devlet erkanından Pu-ti-mi-şe adlı birini saraya bağlılığını bildirmek, yılbaşını tebrik etmek ve ülkesinin mahsullerinden sunmak üzere gönderdi. (Ts’e-ju yüan kui, Pien i tien’de, blm. LXVIII).
Na-so-po’ya (Nahşeb veya Nesef) Küçük Şi de denilir, çünkü sonuçta Şi’ye (Keş) bağlıdır. Geçmişte T’u-ho-lo’ya (Toharistan) ait topraklar üzerindeydi. Doğu tarafında Ts’un-ling dağları sınır teşkil eder; batı yönünde Po-la-ssu (Persia) ile sınırdaştır. Güneyde ise karlı dağlar211 yer alır.
211 Buradan itibaren notun son kısımları, büyük kısmı Hsüan-tsang’-da bulunan güzergahlardan oluşmaktadır. Bu güzergahların büyük bir kısmı, T’u-küe’lerin hakimiyet alanı içinde bulunan toprakları konu alan konumuzun dışındadır. Sadece şu kısmı alabiliriz: “(Sie-yü=Zabulistan)ın kuzeyinde beş yüz li mesafede, uzunluğu doğudan batıya iki bin, güneyden kuzeye bin li olan Fu-li-şe-sa-t’ang-na (Vardastana) bölgesi bulunur. Başındaki prens Türklerdendir. Payitahtı Hu-pi-na (Hupiyan) şehrindedir. Kuzeydoğusunda yaz aylarında dahi genellikle donmuş vaziyette bulunan büyük karlı dağlar (Hindukuş) bulunur. Bu dağları aşmak için buzları kırmak gerekir. Bu dağların eteğinde toprakları üç bin li genişliğindeki An-ta-lo-fo (Andarab) ülkesi yer almaktadır. Kuzeybatıya doğru gidilirse bir dağlar zinciri geçilir ve tam dört yüz li sonra K’uo-si-to’ya (Host) vasıl olunur. Üç yüz li kuzeybatıda Huo (Kunduz) halkı yaşar. Bunların toprakları iki bin li büyüklü-ğündedir. Bu üç halk (Andarap, Host ve Kunduz sakinleri) eski T’u-ho-lo (Toharistan) topraklarında yaşarlar ve T’u-küe’lerin te-baasıdırlar. Başlarındaki prensler de Türklerdendir. Bunlar Der-bend’in güneyindeki çeşitli barbarları (jung) yönetirler. Bu halklar göçebedir ve sabit bir ikametgahları yoktur.” Host şehri Türklerin Araplara karşı oluşturdukları savunma hatlarından biridir. “Host veya Hast, diyor Ebu’l-Feda (Reinaud çev., II, 2, s. 192) An-daraba ile Toharistan arasındadır. Belh’e tâbidir. Türklerin hükümdarı orada Kuteybe bin Müslim’e karşı direnmiştir.”
Ning-yüan (Fergana)
Ning-yüan ülkesi esasen Pa-han-na (Fergana) idi ve P’o-han da denilirdi. Yüan Wei zamanında adı P’o-lo-na idi. Başkente sekiz binli mesafededir. Kral, Çen-çu (Amu-derya) nehrinin kuzeyindeki Si-kian (Ahsiket)212 şehrinde yaşar. Ülkenin altı şehri ve yüz kasabası vardır. İnsanları genelde uzun ömürlüdür. Kraliyet ailesi, Wei’lerden (220-264) ve Tsin’lerden (265-419) bu yana kesintisiz iş başındadır. Her yılın ilk gününde kral ve mevkebi iki gruba ayrılır. Her biri birbiriyle dövüşen iki zırhlı kişiden birini tutar. Halk bunların dövüşüne taş ve tuğlarlarla iştirak eder. Bunlardan biri öldüğünde, o yılın iyi veya kötü geçeceği konusunda kehanette bulunmak için çarpışma dururdu.
212 Si-kian, Ahsiket’in kısaltılmış çeviriyazımı olmalı. İdrisi (Jaubert, çev., II/210) şöyle der: “Fergana geniş bir bölgenin adıdır. Birçok kasabalardan başka, en büyüğü Ahsiket olan yedi şehri vardır. Ahsiket, Şaş (Sir-derya) sahilinde, bir vadidedir. Dağa bir buçuk mil uzaktadır. Nehrin kuzeyinde yer alır ve kalabalık bir mahallesi vardır... “
Çeng-kuan döneminde (627-649) Kral K’i-pi, Batı T’u-küe’le-rinden K’an mo-ho-tu (bagatur) tarafından öldürüldü. A-şi-na Şu-ni şehri ele geçirdi. Şu-ni’nin ölümünden sonra oğlu O-po-çi iktidarı ele aldı. K’i-pi’nin ağabeyi A-leao-ts’an, kral oldu ve Hu-men’i kendine payitaht yaptı. Halbuki O-po-çi’nin başkenti K’o-sai’ydı. Hien-k’ing dönemi (656-660) başlarında, O-po-çi, bağlılığını sunmak ve tartuk götürmek üzere saraya bir elçi gönderdi. Kao-tsung onu taltif etti. Üçüncü yıl (658) K’o-sai şehri Hiu-siun hükumetinin yönetim merkezi oldu ve A-leao-ts’an’a vali unvanı verildi. O günden itibaren her yıl ülke saraya bağlılığını bildirip, tartuk gönderdi.213
213 Bu kısımda 715 yılında vukû bulan ve Tse-çi t’ung kien (CCXI, s. 7 v°) de zikredilen şu olaylardan hiç bahsetmemektedir: “Daha önce kien-ç’a-yü-şi Çang Hiao-sung, K’uo çu’ya (şimdiki Kan-su eyaletinde Si-ning yakınında) bir görevle gönderilmişti. Dönüşünde, çölün batısında yer alan ülkelerde yapılması gereken iyi ve kötü işlerin neler olduğu konusunda bir rapor sundu ve durumu incelemek üzere oraya gönderilmesini talep etti. İmparator onu tam salahiyetle hareket etme yetkisi verdi. Pa-han-na (Fergana), Wu-sunların eski ülkesidir ve uzun yıllardır Çin’e bağlıydı. T’u-po (Tibetliler) ve Ta-şi (Araplar) oraya A-leao-ta adında birini kral olarak atama ve Fergana’ya saldırma konusunda anlaştılar. Fergana kralının ordusu yenildiği için kral yardım istemek için An-si’ye (Kuça) kaçtı. Çang Hiao-sung, askeri vali Lü Hiu-ying’e şöyle der: “Eğer ona yardım vermezsek, artık batı ülkelerini kontrol altında tutma vasıtamız kalmaz.” Böylece komşu barbar kabilelerden toplanmış on binden fazla askerin başına geçerek K’iu-tse’nin (Kuça) batısında binlerce mil ilerledi ve pek çok şehri itaat altına aldı. Aynı ay cebri bir yürüyüşle birleşik şehirlerin jl§ 4j> yanında A-leao-ta’ya saldırdı. (Bu terim, ileride sözü edilecek olan birleşik üç şehir veya komşuya işaret etmektedir). Çang Hiao-sung bizzat zırh giyip ordusunun başına geçerek se saatinden (sabah 9-11 arası) yu saatine (öğleden sonra 5-7 arası) kadar saldırdı. Bu üç şehir halkını kılıçtan geçirdi, binden fazla insanı esir etti veya kellesini kesti. A-leao-ta birkaç süvariyle birlikte dağ geçitlerine kaçtı. Çang Hiao-sung diğer krallıklardaki ordulara bir çağrı gönderdi; batı ülkeleri onun ihtişamından titremeye başladı. Aralarında Ta-şi (Araplar), K’ang-kü (Semerkant), Ta-yüan (Taşkent) ve Ki-pin’in (Ka-piça) bulunduğu krallıkların tamamı itaat arzetmek için elçiler gönderdiler.”
Hsüan-tsung yönetimi zamanında, 27. k’ai-yüan günü (739) Arslan tarkan, T’u-ho-sien’i214 yenmesi için Çin’e yardım etti. Buna karşılık ona “değişikliği kabul eden kral” unvanı verildi.215
214 Türgiş kumandanı.
215 Ts’e-ju yüan kui (blm. 971, s. 12 v°, s. 15 r° ve s. 18 r°) Arslan tarkan’ın 739, 745 ve 751 yılında gönderdiği elçilerden bahsetmektedir. “Bu prensin unvanı 745 yılında şu şekilde idi: Ning-yüan Kral-lığı’ndan değişimi kabul eden kral, sıra dışı terfi ettirilen, gözüpek süvarilerin umumi reisi, Pa-han-na kralı Arslan tarkan.”
Üçüncü t’ien-pao yılı (744) krallığın adı Ning-yüan olarak değiştirildi; imparator, ülkenin kralına anası tarafından ecdadının adı olan Tu soyadını verdi. Ayrıca imparatorluk ailesinden bir kıza prenses Ho-i yani “birlik ve adalet prensesi” adı verilerek krala gönderildi. On üçüncü yıl (754) Kral Çung-tsie, oğlu Sie-yü’yü bağlılık bildirmek üzere saraya gönderdi. Oğlu, Çin göreneklerini öğrenmek için muhafız alayında görev istedi. İsteği yerine getirildi ve sol askeri muhafızlar generali unvanı verildi. Canla başla T’ang’lara hizmet etti.
Büyük ve Küçük Pu-lü216 (Baltistan ve Gilgit)
216 Nisbeten Baltistan ve Gilgit bölgelerine tekabul eden Büyük ve Küçük Pu-lü’nun Batı Türk Hakanlığı’nın bir kısmını teşkil etmedikleri anlaşılmaktadır. Buna rağmen, 747’de Kao Sien-çi’nin düzenlediği askeri seferin Çin’in Batı ülkeleri üzerinde yeniden hakimiyet tesisi için bir vesile olması sebebiyle, bu iki ülkeyle ilgili bilgileri buraya koydum.
T’ang-şu, CCXX1, b, s. 4 r°
Büyük Pu-lü’ye (Baltistan) Pu-lu da denir. T’u-po’nun (Tibetliler) tam batısındadır ve Küçük Pu-lü’yle hemhuduttur. Batı tarafından Kuzey Hindistan’daki U-ç’ang (Udyana) topraklarıyla sınırdaştır. Yü-kin bitkileri yetiştirir. T’u-po’nun (Tibetliler’in) te-baasıdır. Wan-sui-t’ung-t’ien döneminden (696) k’ai-yüan dönemine (713-741) kadar bağlılığını bildirmek üzere Çin sarayına üç defa elçi göndermiş; bu yüzden bir fermanla ülkenin prensi Su-fu-şo-li-çe-li-ni’ye kral unvanı verilmiş; onun ölümü üzerine de yine bir fermanla tahta çıkma hakkı Su-lin-t’o-i-çe’ye (Surandra ditya?) tevdi edilmiş, o da ülkesinin mahsullerinden tartuk götürmek üzere iki defa üst düzey memurlar göndermiştir.
Küçük Pu-lü,217 başkente dokuz bin li uzaklıktadır. Doğu istikametinde üç bin li gidip biraz güneye dönünce, T’u-po tsan-p’u (Tibet’in btsanpo’su)nun kampına varılır. Doğu tarafından sekiz yüz li218 sonra U-ç’ang’a (Udyana) komşudur; üç yüz li güneydoğusu ise Büyük Pu-lü (Baltistan)dır. Yine güney tarafında beş li mesafede Ku-şe-mi (Kaşmir), kuzey tarafında beş yüz li mesafede Hu-mi (Wahan) ülkesinin So-le219 şehri vardır. Kral, So-i nehri yakınlarındaki Sie-to şehrinde yaşar. Batıdaki dağlar arasında Kia-pu-lo adında büyük bir şehir vardır. K’ai-yüan dönemi (713-741) başlarında, Kral Mo-kin-mang saraya bağlılığını bildirmek için geldi. Hsüan-tsung, ona oğlu gibi davrandı ve ülkesini Sui-yüan askeri bölgesine dönüştürdü. T’u-po’ya (Tibetliler’e) çok yakın olan bu krallık, onlardan çok kötülük gördü. Tibetliler ona (krala) şöyle diyorlardı: “Bizim sizin krallığınızla bir alıp veremediğimiz yok, biz sadece Dört Garnizon’a saldırmak için sizin topraklarınızı kul-lanıyoruz.”220 Bir süre sonra Tibetliler onların dokuz şehrini ele geçirdiler; Mo-kin-mang yardım istedi. Guçen yakınlarındaki Pei-t’ing imparatorluk komiseri Çang Hiao-sung,221 Su-le (Kaşgar) vali yardımcısı Çang Se-li’yi dört bin seçme askerle ve cebri bir yürüyüşle Mo-kin-mang’a yardıma gitmekle görevlendirdi. Mo-kin mang, kendi ordusunu bu kuvvetlerle birleştirerek Tibetlilere ağır bir darbe indirdi; binlerce kişiyi öldürerek dokuz şehri istirdat et-tiler.222 Bir imparatorluk fermanıyla ona Küçük Pu-lü kralı unvanı verildi. O da başkumandan Ç’a-ço-na-se-mo-mo-şeng’i şükranlarını arzetmek üzere saraya gönderdi.223
217 Küçük Pu-lü, Gilgit bölgesine tekabül etse gerektir. En azından buradaki duruma göre elde ettiğimiz veriler bizi bu sonuca götürmektedir. Daima sınırdaş olduğu Baltistan’ın kuzeybatısında idi (bkz. bir önceki Büyük Pu-lü ile ilgili not). Güneyinde Wahan, kuzeyinde Kaşmir yer alıyordu ve en nihayet Udyana’nın doğusunda yer almış olmalıydı. Dolayısıyla bu ülkeyi Udyana’nın batısına yerleştiren metinde bir hata olduğunu var saymak gerekir.
218 “Batı tarafından” diye okumak gerekir. Bir önceki nota bkz.
219 Daha yukarıda Çinlilerin Hu-mi-to (Wahan) Krallığı’nın şehrinde bir ilçe kurduklarını görmüştük. Bu şehrin burada söz konusu edilen şehir olduğu muhakkak.
220 Kuça, Kaşgar, Hotan, Karaşar (veya Tokmak).
221 Tse-çi t’ung kien (CCXII, s. 7 v°) bu olayların 722 yılında vukû bulduğunu kaydetmektedir. Pei-t’ing imparatorluk komiseri Çang Sung, Tibetlilerin Küçük Pu-lü’ye saldırdığını öğrenince şöyle der: “Po-lü T’ang’ların (yani Çin’in) batı kapısıdır; eğer Po-lü kaybedi-lirse, Batı ülkeleri tamamıyla Tibetlilerin olur.”
222 T’ung kien kang mu, bu olayları k’ai-yüan’ın onuncu yılında göstermektedir.
223 Burada, bu kısımda hiç zikredilmeyen bir olayı hatırlatalım. Tse-çi t’ung kien’e göre (CCXIV, s. 8 v°) Tibetliler 737 yılında Çin’den yardım istemek zorunda kalan Pu-lü’ye saldırdılar. İmparator beyhude yere Tibetlilere düşmanlığı sona erdirmelerini emretti. Sonra Le-ang-çu’dan hareket eden Çin ordusu Ts’ing-hai’ın (Kuku-nor) batısında Tibetlilere ağır bir hezimet yaşattı.
Mo-kin-mang ölünce tahta oğlu Nan-ni geçti. Onun ölümü üzerine ise iktidar kardeşi Ma-lai-hi’ye kaldı. O da öldükten sonra Su-şe-li-çi tahta çıktı ve kendisine bir gelin gönderen Tibetlilerle gizlice anlaştı. Böylece yirmiden fazla kuzey krallığı Tibetlilerin tebaası oldu. Artık onlardan saraya vergi ve hediyeler gelmiyordu. An-si (Kuça) askeri valiliği Küçük Pu-lü’ye karşı üç sefer tertiple-diyse de altedemedi. Altıncı t’ien-pao yılında (747) askeri vali yardımcısı Kao Sien-çi saldırıya geçmesi konusunda bir imparatorluk buyruğu aldı. Sien-çi, General Si Yüan-k’ing’e on bin suvariyle hızlı bir şekilde önden giderek Su-şe-li-çi’yi görüp ona “Büyük Pu-lü’ye varmak için ülkeniz topraklarından geçmek istiyoruz” demesini tembihledi. Şehirde bulunan komutanlardan beş altısı kalpten Tibetlilere bağlıydı. Kao Sien-çi, Si Yüan-k’ing’e takip edilecek yol konusunda şöyle dedi: “Şüphesiz ki bu kumandanlar bizim askerlerimiz gelince dağlara kaçacaklardır. Bu yüzden bir imparatorluk fermanı yayınlayarak halkı kendimize çekmek ve güven vermek için ipek ve kumaş hediye edin. Komutanlarla temas kurarak beni bekleyin.” Si Yüan-k’ing emredilenleri aynen yerine getirdi. Su-şe-li-çi karısını alarak kaçtı ve izi bulunamadı. Kao Si-en-çi gelince Tibet taraftarı olanları infaz etti. So-i nehri üzerindeki köprüyü yıktı. Aynı akşam çıkıp gelen Tibetliler, taraftarlarına yardım edemediler. Sien-çi, eğer kral geri dönerse ülkesine barış getireceği sözü verdi. Böylece Fu-lin (Suriye), Ta-şi (Araplar) ve değişik Hu halklarına ait yetmiş iki krallık korkuya kapılarak itaat arzettiler. Kao Sien-çi, Küçük Pu-lü kralını ve eşini esir alarak tekrar başkente döndü.224 Bir imparatorluk fermanıyla krallığının adı Kui-jen olarak değiştirildi ve orada Kui-jen askeri bölgesi oluşturularak garnizon kurulması amacıyla bin kişi askere alındı. İmparator, Su-şe-li-çi’nin hayatını bağışlayarak sağ cesur muhafızlar generali unvanını verdi. Ayrıca mor bir elbise, bir altın kemer hediye edip, muhafızlar arasına gönderdi.
224 Çin’de hizmet veren Kore asıllı General Kao Sien-çi’nin biyografisi (Kiu T’ang-şu, CIV, s. 1 r° vd) bu olaylar hakkında bize enteresan bilgiler vermektedir: “K’ai-yüan dönemi (713-741) sonunda Kao Sien-çi Kuça askeri vali yardımcısı atanarak Dört Garnizon’un (Ka-raşar, Kuça, Kaşgar ve Hotan) ordusu ve süvari birliklerini yönetmekle görevlendirildi. Küçük Pu-lü Krallığı’nın kralı, kendisine bir gelin veren Tibetlilerin safına geçmiş, kuzeybatıdaki yirmiden fazla krallık da yine onların emrine girmişti. Artık Çin’e haraç ve hediye göndermiyorlardı. Bunun üzerine tsie-tu-şi T’ien Jen-wan, Kai Kia-yün ve keza Fu-meng Ling-ç’a, bu krallıklara birçok saldırılar düzenlemiş, fakat bir sonuç alamamışlardı. Hsüan-tsung, (Kao) Si-en-çi’ye özel olarak (a) tsie-tu-şi (garnizonlar kumandanı) sıfatıyla on bin süvari ve piyade ile cepheye gitmesini emretti. O dönemde piyadelerin kendilerine özel atları vardı. Kao Sien-çi, Kuça’dan hareket ederek on beş günlük bir yürüyüşten sonra Po-huan (Yeke-arık) şehrine vardı. On gün sonra da Yo-şi-te’ye (b) ulaştı. Yine on günlük bir yol daha giderek Kaşgar’a vardı. Yirmi gün sonra ise Ts’ung-ling (Taş-kurgan) askeri karakolundaydı. Tekrar yola çıkarak yirmi gün sonra Po-mi (Pamir) vadisine vasıl oldu. Son yirmi günlük bir yürüyüşün ardından esasen Beş Şe-ni (Şignan) krallığı olan T’o-le-man şehrine ulaştı. Kao Sien-çi burada ordusunu üç gruba ayırarak, Kaşgar askeri karakol komiseri Çao Ç’ung-pin’e (c) yanına üç bin süvari alıp Tibetlilerin Lien-yün kalesine gitmesini ve Pei-ku (kuzey boğazı) üzerinden girmesini emretti. Po-huan (Yeke-arık) askeri karakol komiseri Kia Ç’un-kuan’a Ç’e-fu-t’ang (Kızıl Budda salonu) yoluyla girmesini bildirdi. Kao Sien-çi ve imparatorluk komiseri Pien Ling-ç’eng ise Wahan Krallığı üzerinden şehre girdiler. Tibet kalesi Lien-yün’de yedinci ayın on üçüncü günü sabah 7-9 arasında buluşmayı kararlaştırdılar. Kalede bin asker vardı. Ayrıca kalenin on beş li güneyinde, dağlar sekiz dokuz bin askeri alabilecek kurganlar haline dönüştürülmüştü. Kalenin altında hayli büyük ve geçilmesi imkansız P’o-le nehri (d) akıyordu. Kao Sien-çi, nehre üç adet kurban sundu (e). Komutanlarına en iyi askerleri ve atları seçmelerini emretti. Her asker yanına üç günlük kuru erzak aldı. Sabahleyin nehir kenarında toplandılar. Nehri geçmek çok zor olacağı için subay ve askerler bunun akılsızca bir girişim olduğu kanaatindeydiler. Fakat nehrin öte yakasına geçildiğinde ne askerin bayrağı, ne de atların eyerleri ıslanmıştı. Tüm ordu karşı sahile geçip saf tutunca Kao Sien-çi, neşeli bir tarzda (Pien) Ling-ç’eng’e şöyle dedi: “Nehri geçerken öyle bir an geldi ki, eğer o sırada düşman saldırmış olsaydı, kesinlikle mağlup olurduk. Şimdi nehri geçtiğimize ve saflarımızı düzelttiğimize göre, gökyüzü düşmanlarımızı bize teslim etmiş demektir!” Sonra hemen dağa çıktığı ç’en saatinden se saatine (f) kadar süren savaşı başlattı. Barbarlar büyük bir bozgun yediler ve gece bastırınca kaçıp gittiler. Si-en-çi onları takip ederek beş bin kişiyi öldürüp, bin esir aldı. Kalanları o tarafa bu tarafa dağıldılar. Binden fazla ata el koydu. Bol miktarda ganimet ve savaş malzemesi ele geçirdi. Hsüan-tsung, neler olup biteceğini bildirmesi için kahin Han Li-ping’i de Kao Sien-çi ile birlikte göndermişti (g). Fakat o korkarak daha ileri gitmedi; Pien Ling-ç’eng de korktu. Kao Sien-çi, bunun üzerine Ling-ç’eng ve diğerlerini üç bin bitkin, hasta ve nagiran adamla birlikte şehri (yani Lien-yün kalesini) korumak için bırakıp yoluna devam etti. Üç gün sonra T’an-kü dağlarına vardı. Burada oldukça sarp, kırk li’den daha derin uçurumlar vardı (h). Kao Sien-çi şöyle düşündü: “Eğer A-nu-yüe barbarları bizi hemen karşılamaya gelirlerse, bu, onların iyi niyetli olduklarını gösterir.” Askerlerinin tepeden aşağı inmeye çekineceğinden korktuğu için, yirmi kadar süvariyi A-nu-yüe barbarları gibi giydirerek önden gönderdi ve onlara dağın tepesinde orduyu karşılamalarını emretti. Askerler T’an-kü dağına varınca gerçekten aşağı inmeyi reddederek “Kumandanımız bizi nereye göndermek niyetinde?” dediler. Homurdanmalar kesilince daha önce gönderilen yirmi kişi onları karşılayarak şöyle dediler (i): “A-nu-yüe barbarları iyi niyetliler ve sizi karşılamaya can atıyorlar. So-i nehri üzerindeki köprü tamamıyla yıkılmıştır.” (j) Kao Sien-çi sevinirmiş gibi yaptı ve verdiği emir üzerine tüm askerler inişe geçtiler. So-i nehri eskiden “Cansız nehir (jo şui)” olarak bilinirdi (k). Bırakın otu bir yana, bir hardal tanesini, hatta bir tüyü veya kılı taşıyabilecek durumda değildi. [s. 313’deki ek ve düzeltme: Bu müşahede Megasthenes ve Ktesias’ın kaydını doğrulamaktadır. Bkz. Fragments oj the Indika ojKtesias, par J. W. Mc Crindle (Ind. Anti-quary, nov. 1881, s. 313: Pliny, Hist. nat., XXXI, 2: “Ktesias, Hindistan’da hiçbir şeyin üzerinde yüzmediği, aksine her şeyin dibe battığı Side adında bir su havuzu olduğunu kaydetmektedir.” - Trans-lation of the Indica of Arrian par J.W. Mc Crindle (ibid., March 1876, p. 88): “Megasthenes, for instance, tell us this wonderful story about an Indian river: - that the name of it is the Silas; that it flows from a fountain called after the river through the dominions of the Silaeans, who again are called after the river and the founta-in that the water of the river manifests this singular property, - that there is nothing which can swim or float in it, but everything sinks down to the bottom, so that there is nothing in the world so thing and unsubstantial as this water.” Bkz. ayrıca Indian Antiquary, May 1877, s. 121 ve 130]. Dağdan indikten üç gün sonra A-nu-yüe barbarları (hu) onları karşılamaya geldiler. Ertesi gün A-nu-yüe şehrine vasıl oldular. Kao Sien-çi, aynı gün generalleri Si Yüan-k’ing ve Ho-lu Yu-jun’a önden giderek köprüleri ve yolları yapmalarını emretti. Bir gün sonra da ordusunu hareket ettirdi. Diğer yandan Si Yüan-k’ing’e bin süvariyle önden giderek Küçük Pu-lü kralına “Şehrinizde gözümüz yok, (l), köprülerinizi de tahrip edecek değiliz. İstediğimiz sadece Büyük Pu-lü’ye gitmek için sizin topraklarınızdan geçip gitmektir” demesini tembihledi. Şehirde gönülleri Ti-bet’den yana çarpan beş altı kadar devlet erkanı vardı. Kao Sien-çi, daha önce Yüan-k’ing’e takınılacak tavır hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklamıştı: “Ordu şehre vardığında şüphesiz ki kumandanlar ve halk dağlara kaçacaklardır. Bir imparatorluk fermanıyla onlara çeşitli hediyeler ve ipekli kumaşlar dağıtılacağını bildirerek yanınıza çekin. Komutanlar geri dönünce hepsini tutuklayıp, beni bekleyin.” Si Yüan-k’ing şehre gelince Sien-çi’nin talimatlarını aynen yerine getirdi ve komutanları bağladı. Kral ve hanımı bir mağaraya saklandılar, ama onları bulmak bir türlü mümkün olmadı. Kao Si-en-çi gelince Tibet yanlısı beş-altı bin kişinin kellesini aldı. Si Yü-an-k’ing’e hemen gidip Pu-lü’nün payitahtına 60 li mesafedeki Hinthurması ağacından yapılma köprüyü tahrip etmesini emretti. Akşama doğru, köprü henüz tahrip edilmişti ki, Tibetli süvari ve piyadeler oldukça kalabalık bir halde geldiler, ama artık karşıya geçmek için çok geçti. Hinthurması ağacından yapılmış olan köprü bir ok atımı uzunluğundaydı (m) ve yeniden yapımı için bir yıl gerekliydi. Pu-lü daha önce Tibetliler tarafından geçiş için kulanıl-mış ve köprü de onlar tarafından yapılmıştı. Daha sonra Kao Sien-çi hiçbir şiddete baş vurmadan Pu-lü kralı ve eşini saklandıkları yerden çıkıp itaat arzetmeye davet etti. Krallığa barış getirdi. Altıncı t’ien-pao (747) yılının sekizinci ayında Kao Sien-çi, Pu-lü kralı ve eşini esir olarak yanına alıp, Ç’e-fu-t’ang (Kızıl Budda salonu yolu) üzerinden geri dönüş yolunu tuttu. Dokuzuncu ay tekrar P’o-le vadisindeki Lien-yün kalesine geldi ve Pien Ling-ç’eng ve adamlarıyla buluştu (n). Aynı ayın sonunda tekrar Po-mi (Pamir) vadisine geldi ve Liu Tan’a zaferini müjdeleyen bir mektup kaleme almasını emrederek, çong-şi-p’an-kuan Wang T’ing-fang’ı zaferini duyurmak için gönderdi...” Üç yıl sonra, 750’de, Kao Sien-çi’yi Pu-lü’nun komşu Kie-şe ve Şe’nin (Taşkent) işlerine burnunu sokmuş vaziyette buluyoruz. (Bkz. Ts’e-ju yüan kui’nin notları)
a) T’ang-şu’ya göre altıncı t’ien-pao yılı (747).
b) Yeke-arık ile Kaşgar ortasında yer alan bu mevki, günümüzde Kaşgar nehri üzerindeki Maralbaşı kasabasına tekabül etse gerektir.
c) T’ang-şu: Çao Ç’ung-ts’e.
d) Çince metinde birbirine çok yakın karakterle gösterilen bu P’o-le vadisinin Wahan’daki So-le-so-ho ile bir bağı olabilir. P’o-le ve So-le nehri günümüzdeki Penc veya Wahan-derya olmalı; Lien-yün de şimdiki Sarhad’a tekabül etmektedir.
e) Bir koyun, bir öküz ve bir domuz.
f) Ç’en saati sabah 7-9 arası, se saati ise 9-11 arasıdır.
g) Yani kehanet yoluyla savaşa uygun olan ve olmayan günleri tespit etmek için.
h) Burada Penc veya Wahan-derya vadisini (ki Amu-derya sistemine bağlıdır) Yorkun veya Mastuc’a (İndus sistemine bağlıdır) bağlayan Barogil Geçidi vasıtasıyla Hindukuş dağlarının geçilmesi söz konusu edilmektedir. Yorkun vadisinden Darkot Geçidi’yle Yassin’e geçilir. Barogil yoluyla ilgili detaylı bir anlatım G. Gapus’un Pamir ve Çitral adlı makalesinde yer almaktadır. (Bull. de la Societe geog., 4. üç ay, 1890, s. 499-533).
i) Bu süvarilerin kendilerini yalandan A-nu-yüe barbarları gibi gösterdikleri anlaşılıyor.
j) Askerleri teskin etmek için uçurulmuş bir yalan haber. Çünkü gerçekte bu köprü Tibet takviye kuvvetlerinin gelebileceği köprüydü ve daha ileride de görüleceği gibi Kao Sien-çi köprüyü ele geçirir geçirmez yıktırmıştır. Fakat bu konuşmaların yapıldığı sırada köprü henüz yıkılmamıştı.
k) Jo şui, Şu King’in Yü kung bölümünde zikredilmiştir (Bkz. Leg-ge, Chinese Classics, III/132-133; Se-ma Ts’ien, I/130, n. 4). Bu nehrin adı burada yankısını bulan efsanelerde yer almıştır. Eski ölü nehrin Küçük Pu-lü’deki So-i ile özdeşleştirilmesinin hiçbir haklı mesnedi yoktur. Yü Vergisi şarkısının bestelendiği sırada Çinliler henüz bu bölgeleri tanımıyorlardı.
l) Metinde “şehrinizi alacağız” diye geçmektedir, fakat T’ang-şu’nun metni ve aklı selim burada olumsuzluk ekinin unutulduğunu ve konulması gerektiğini söylemektedir.
m) Köprünün genişliği ok atma talimlerinin yapıldığı yolun genişliği kadardı. T’ang-şu’da “köprünün uzunluğu bir ok atımı kadardı” denilmektedir.
n) T’ang-şu burada Pu-lü’yle ilgili notta daha önce gördüğümüz önemli bir cümleyi ilave etmekte ve Çin ordusunun kazandığı zaferin Batıdaki yankılarını belirtmektedir: “Böylece Fu-lin (Suriye), Ta-şi (Araplar) ve değişik Hu halklarına ait yetmiş iki krallık korkuya kapılarak itaat arzettiler...” Daha sonra çevirisini vereceğimiz Kaşmir hakkındaki bilgilerde de Kao Sien-çi’nin zaferinin yankıları görülmektedir.
***
T’u-ho-lo (Toharistan)
T’ang-şu, CCXX1, bs, s. 4 v°- 5 r°
T’u-ho-lo’ya225 bazen Tu-ho-lo226 da denmiştir. Yüan-Wei hanedanı227 dönemindekine T’u-ho-lo228 denilirdi. Ts’ung-ling dağlarının batısında ve Wu-hu (Oxus) nehrinin güneyindedir.229
225 Bu yazım şekli, T’ang-şüdaki bilgilere çok muhtasar bir şekilde şu malumatı ilave eden Sui-şu’ya (LXXXIII, s. 6 r°) aittir: “Toharistan’ın başkenti Ts’ung-ling dağlarının beş li batısındadır. Her kenarı iki li genişliğindeki bir kare görünümündedir. Halkı Buddisttir. Kardeşler, sırayla yattıkları tek bir hanıma sahiptirler. Erkeklerden herhangi biri kadının odasına girdiğinde diğerlerini uyarmak amacıyla elbiselerini dışarı asar. Doğan çocuk ise en büyük kardeşin kabul edilir.
227 Wei’ler, M. Ö. 386’dan VI. Yüzyıl ortalarına kadar Çin’in kuzeyinde hüküm süren Tunguz asıllı bir hanedandır. Hanedanın soy adı T’o-pa idi, fakat 496’da Yüan olarak değiştirdiler.
228 Wei-şu, CII, s. 8 r°. Wei-şu’nun bu notunda Toharistan’da çevresi 60 li uzunluğunda Po-t’i isminde bir şehir bulunduğu, aynı şehrin güneyinde batıya doğru akan ve Han-lu denilen büyük bir nehrin yer aldığı kaydedilmektedir. Marquart, (age., s. 215-216) Po-t’i’yi Bact-ria (Belh) ile özdeşleştirmektedir.
229 Toharistan başkenti Amu-derya’nın güneyindeydi, ama Hsüan-tsang’ın Ta t’ang si yü ki (1/23) adlı eserinde belirtildiği gibi krallık toprakları nehrin güneyinde Derbend’e kadar uzanıyordu. Aynı eser bize, 630’da buradan geçen ve 643 veya 644’de geri dönen Hsüan-tsang zamanında Toharistan’ın Türkler’in hakimiyetini tanıyan yirmi yedi prensliğe bölündüğünü bildirmektedir. Hsüan-tsang’ın 630 yılında T’ung Şe-hu Kağan’ın büyük oğlu Tardu-han’ı ziyaret ettiği şimdiki Kunduz yakınındaki Huo şehri de Toharistan’ın merkezindeydi. Marquart’ın da belirttiği gibi (age., s. 60, n. 4) Huo şehri T’ang-şu’da A-huan (Awar) adıyla geçen şehirle aynı yerdir. Araplar ona War-waliz diyorlardı. Bkz. Aboulfeda, II, 2, s. 207: “Walwalic, eskiden Hayatile (Eftalitler) krallığı olan Toharis-tan’ın başkentidir.”
Burası, eski Ta-hia230 Krallığı’nın topraklarıdır. Ahali burarada İta (Eftalitler) ile karışık olarak yaşar. Ülkenin yüz bin seçme askeri vardır. Halkı yerleşiktir. Kız çocukları az, erkek çocukları fazladır. Kuzeyde, güneyindeki bir mağarada kutsal bir atın bulunduğu P’o-li dağı yer alır. İnsanlar yılkılarını komşu meralarda otlatırlar; kan terleyen tayları öldürürler.
230 Çang K’ien’in M. Ö. 128 yılındaki yolculuğu sırasında Ta-hia Krallığı Amu-derya’nın güneyinde yer alıyordu.
Hükümdar, şe-hu (yabgu) unvanı taşır. Wu-ti (618-626) ve çeng-kuan (627-649) yıllarında, ülke halkı iki defa gelerek Çin sarayına hediyeler sunmuştur.231 Birinci yung-hui yılında (650) yedi kadem yüksekliğinde, siyah renkli, ayakları deve ayağını anımsatan, kanatlarını açarak yürüyen, bir günde üç yüz li yol giden ve demir yutabilen büyük kuşlar hediye ettiler. Halk arasında bunlara kuş-develer deniliyordu.232
231 Ts’e-ju yüan kui (Pien-i-tien, LXVII) dokuzuncu çeng-kuan yılının (635) beşinci ayında bir Toharistan elçisinin geldiğini belirtmektedir. Aynı esere göre, 19. çeng-kuan yılının (645) birinci ayında Şa-po-lo adlı Toharistan yabgusu Yü-t’ien (Hotan), T’ung-o ve K’ang (Semerkant) krallıklarıyla aynı sırada Çin sarayına tartuk götüren elçiler göndermiştir. Buradaki T’ung-o, Tung-o şad veya Tie-li-şi Kağan’a işaret etmiş olamaz, çünkü sonuncusu 630’da ölmüştü. Muhtemelen o sırada T’ung-o adı Batı Türklerinin bir kağanı tarafından kullanılıyordu.
232 Devekuşu.
Hien-k’ing zamanında233 (656-660) şehirleri A-huan (War-waliz) Yüe-çi Hükumeti’ne dönüştürüldü. Küçük şehirler yirmidört bölgeye ayrıldı ve kral A-şi-na’ya genel vali unvanı verildi.234 Bu kişi iki yıl sonra bağlılığını bildirmek üzere saraya oğlunu gönderdi ve bilâhare üç kadem boyunda ma-nao-teng235 ağacı hediye etti.
233 Burada Çinlilerin Ho-lu’yu mağlup ettikten sonra vaktiyle Batı Türklerinin hakimiyetinde bulunan Batı yörelerinin tanzim edilmesi söz konusu edilmektedir; ama Ho-lu’nun mağlubiyetiyle Çin’in yeni fethedilen topraklarda kendi yönetimini kurması arasında epey bir zaman geçmiştir ve esasen Toharistan ancak 661’de ilçe ve sancaklara taksim edilmiştir. T’ang-şu’da (XLIII, b, s. 8 v°) bu konuda şöyle denilmektedir: “Birinci lung-şo yılında (661), Lung eyaletindeki Nan-yu (Şan-si’nin ikinci vilayeti Lung’un 120 li güneybatısında) valisi Wang Ming-yüan, T’u-ho-lo (Toharistan) bölgesinde eyaletler ve valilikler kurmakla görevlendirildi. Ho-tan’ın batısından Persia’nın doğusuna kadar, on altı krallığın başkenti hükumet merkezine dönüştürüldü; bu krallıklara bağlı topraklar da eyalet ve vilayet haline getirildi...” ...
Birinci şen-lung yılında (705) Kral Na-tu-ni-li, kardeşi Pu-lo’yu bağlılığını sunmak için saraya gönderdi, dönüşte muhafızlar refakatinde gönderildi.236 Birinci k’ai-yüan (713-741)237 ve t’ien-pao (742-755) yıllarında, bu ülkeden atlar, katırlar, 200 çeşit yabancı ilaç, kan-t’o-po-lo,238 değerli kızıl taşlar ve cam eşyalar gönderildi. Bunun üzerine imparator krallığın başındaki Prens Ku-tu-lu (Kutluk) tun ta-tu (tardu)ya T’u-ho-lo yabgusu ve İ-ta (Eftalitler)in kralı unvanı erdi.239
236 Daha ileride (Ts’e-ju yüan kui özetleri, 718 yılı) Pu-lo’nun talebiyle ilgili bir metin verilecektir. Toharistan yabgusunun siyasi gücü hakkında tam bilgiler verdiği için bu metin bilhassa önemlidir.
237 Ts’e-ju yüan kui (blm. 997, s. 3 v° ve 4 r°) şöyle diyor: “Yedinci k’ai-yüan yılının (719) altıncı ayında Ta-şi (Arap) krallığı, T’u-ho-lo (Toharistan) krallığı ve Güney Hindistan krallığı saraya bağlılıklarını bildirmek ve haraç sunmak için elçiler gönderdiler. Bu münasebetle T’u-ho-lo (Toharistan) Çe-han-na (Çaganiyan) kralı Ti-şe, astronomide otoriter olan Ta-mu-şe adlı bir kişinin huzura çağırıl-masını rica etti. Belirttiğine göre bu adam son derece bilgiliydi ve cevap veremeyeceği hiçbir soru yoktu. Kral, imparatora saygılarını sunarak Mu-şe’yi çağırıp, bizzat kendisinin ve maiyetinin ne yaptıklarını, neler düşündüklerini sormasını, tüm dini doktrinlerle ilgili bilgi istemesini rica etti. Böylece imparator bu kişinin gerçekten söylenildiği gibi olup olmadığını anlayacaktı. Kral, imparatorun onunla bir görüşme yapmasını ve dini inançlarının gereğini yerine getirebileceği bir kilise kurmasını talep etti. Onun büyük oğlu Ki-lie-tien’di. - Bilindiği gibi Mu-şe Karabalgasun’daki üç dilli kitabedeki Çince metinde geçmektedir. Ben Ts’e-fu yüan kui’nin verdiği bu bilgiyi Journal Asiatique’de (1897, ocak-şubat) tartışarak, Mu-şe’nin söylendiği gibi bir Nesturi rahip olamayacağını gösterdim. Çok büyük bir ihtimalle Mu-şe, Deveria (Musulmans et Manic-heen chinois; JA, Nov., Dec., 1897) ve Marquart’ın (Hist. Glossen.. ; Wiener Zeitschr, f.b d. K. Des Morgenl, vol. XII) Maniheizm olarak gördükleri Mo-ni dinine mensuptu.
Ts’e-fu yüan kui, 18. k’ai-yüan yılının (730) beş veya altıncı ayında da Nan-ç’i veya Nan-t’o adlı Toharistanlı bir din adamının Çin sarayına ilaçlar sunmak üzere geldiğini kaydetmektedir. Ayrıca 26. k’ai-yüan yılında (738) Toharistan Krallığı ilk defa üst düzey devlet memuru İ-nan-cu tarkan Lo-ti-ç’en’i hediyeler sunmak üzere saraya göndermiştir. Diğer Toharistan elçilerinin 720, 724, 726, 735, 744, 745, 749, 753 ve 759 yıllarında saraya geldikleri, en son tarihte gelen elçinin adının Wu-li-to olduğu belirtilmektedir. (Pien i tien, LXVII, Toharistan md, s. 3 v°-4 r°).
238 Pien i tien, kan-t’o-so-lo (belki de Gandhasara=esans, sandal ağacı, yasemin veya başka bir parfüm) şeklinde yazmakta ve bu elçilik heyetinin 724 yılında geldiğini belirtmektedir).
239 Ts’e-ju yüan kui, (blm. 964, s. 16 v°) şöyle yazmaktadır: “17. k’ai-yü-an yılının (729) birinci ayında, bir name ile Toharistan prensi Ku-tu-lu (Kutluk) hie ta-tu (tardu)ya Toharistan yabgusu ve Eftalitlerin kralı unvanı verildi. Bundan iki yıl önce, 727’de Toharistan yabgusu Çin’e bir elçi göndererek ısrarla Araplara karşı yardım istemişti. Bu talep metni daha ileride verilecektir. (Bkz. Ts’e-ju yüan kui’den alıntılar, yıl 727).
Daha sonra komşu Kie-şe’de240 yaşayan barbar (Hu) halklardan birisi T’u-poları (Tibetlileri) Toharistan’a saldırmaya kışkırttı. Bunun üzerine Yabgu Şe-li mang-kia-lo An-si (Kuça) askerlerinin kendisine yardıma gelmelerini rica etti. İmparator da düşmanı mağlup etmesi için birlikler göndertti.
240 Kie-şe ülkesiyle ilgili olarak bir sonraki sayfada Kie’yle ilgili nota ve Ts’e-fu yüan kui’den alıntılarda (749 yılı) Toharistan yabgusunun imparatora gönderdiği mektup metnine bkz.
K’ien-yüan dönemi (758-759) başlarında Toharistan ve diğer dokuz Batı krallığı, âsileri cezalandırması için Göğün Oğluna ordular gönderdiler. İmparator bir buyrukla bu birliklerin Şo-fang241 ordusuna bağlanmasını emretti.
241 Asi An Lu-şan’ın başarıları Hsüan-tsung’u 756 yılının altıncı ayında acilen Ç’ang-an’ı terkedip Si-ç’uan’a kaçmak zorunda bırakmış tı. Bunun üzerine Hsüan-tsung’un imparator olan oğlu Su-tsung idareyi ele aldı ve 757 yılının birinci ayında Bişbalık, Fergana ve Arapların gönderdikleri birliklerin yolda olduğunu öğrendi; ikinci ay bu birlikler imparatorluk ordusuna katıldı ve Su-tsung onların yardımıyla aynı yılın dokuzuncu ayında başkenti istirdat etmeye muvaffak oldu (Tse-çi t’ung kien). Bizim metnimize göre gönderilen bu birlikler arasında Toharistan askerleri de vardı.
İ-ta (Eftalit) Krallığı (halkı) Han hanedanı dönemindeki Ta Yüe-çi halkındadır. Wu-sunlar tarafından yerlerinden itilen Yüe-çiler batıda Ta-yüan topraklarını geçerek Ta-hialara saldırıp itaat altına aldılar. Lan-şi başkentleri oldu. Ta-hia’lar Toharistan halkıdır. Ye-ta, kralın soy adı idi. Onun sulbünden gelenler bu soyadını krallık adı olarak kullandılar. Bu kelime yanlışlıkla İ-ta şekline dönüştü. İ-t’ien de denilir. Halkın görenekleri Türklerinki gibidir. T’ien-pao döneminde (742-755) Eftalitler saraya bağlılıklarını sunmak ve haraç götürmek üzere bir elçi gönderdiler.242
242 T’ang hanedanı tarihiyle ilgili resmi tarih kitaplarında Eftalitler’e ilişkin metinler, daha sonra çoğunlukla Stanislas Julien’in eski çevirilerini tekrar eden Spech tarafından yayınlanmış ve tenkit edilmiştir. (Etudes sur l’Asie Centrale, JA, Oct.-Dec. 1883, s. 317-350). Bu metinlere Sung Yün’ün seyahatiyle (516-522 yılları) ilgili bilgilerin bir kısmını oluşturan Eftalitler hakkındaki bilgiler de ilave edilebilir. (Beal çevirisi, Travels oj Buddhist Pilgrim, s. 184-186.) Eftalit-Türk münasebetleriyle ilgili malzeme azdır. Pei-şi (XCVII, s. 11 r°) Eftalit gücünün 558’den daha sonra Türkler tarafından kırıldığını kaydetmektedir. Sui-şu ise (LXXXIII, s. 6 v°) ne yazık ki herhangi bir tarih belirtmeden şu bilgiyi vermektedir: “Vaktiyle bu krallıkta kargaşa çıkınca T’u-küe’ler T’ung şad Tse-k’i’yi krallıkta yönetimi cebren ele alması için gönderdiler.”
Kü-lan (Kurân243)’ın diğer bir adı Kü-lo-nu ve hatta K’ü-lang-na’dır. Toharistan’ın komşusudur. Çevresi üç bin li’dir. Güneyde büyük karşı dağlar (Hindukuş), kuzeyde ise Kü-lu nehri bulunur. Burada taşları yontarak kin-tsing (lapis-lazuli?) elde ederler. 20. çeng-kuan yılında (646) ülkenin kralı Hu-t’i-p’o, imparatora mektup sunan bir elçi gönderdi. Mektubun içeriği Budda’nın sözlerine benziyordu.
243 Kurân, bugün de Kökçe çayın yukarı akımında bir bölgenin adıdır. Wood, burada lapis-lazuli madenlerini ziyaret etmiştir. (J. Wood, A journay to the source oj the river Oxus, ed. De 1872, s. 169). Bu metinde biraz sonra geçecek olan kin-tsing kelimesi de muhtemelen lapis-lazuli’yi göstermektedir.
Kie ülkesi244 Ts’ung-ling dağları ortasında yer alır. Batı ve güney tarafından Şe-mi245 ülkesi topraklarıyla sınırdaştır. Kuzeybatısında Eftalitler vardır. Başkente dokuz bin li uzaklıktadır. İklim daima sıcaktır. Pirinç, buğday, darı ve şeftali yetiştirilir. Ayrıca at ve koyun beslenir. Birisi öldüğünde cesedini dağa terkedip gitme âdetleri vardır. İkinci Wu-ti yılında (619) değerli kemerler, kesme kristalden mamül kadehler sunmak için bir elçi gönderdiler.
244 Bu Kie kelimesinin Tse-çi t’ung kien’de (yıl 749, onbirinci ay) geçen Kie-şe, Ts’e-fu yüan kui’deki Kie-şuai ve en son olarak T’ang-şu’daki Kie-şe adıyla zikredilen ülkenin kısaltması olabileceği görüşündeyim.
245 Şe-mi, Sung Yün’ün eserinde zikredilmektedir. Beal (Records oj Buddhist countries, s. 189) burasını hipotetik olarak Kaşmir’le özdeşleştirmektedir ki, pek makbul bir görüş değildir. Şe-mi, Po-çe’nin güneyinde (Sung Yün’ün metni burada yanlışlıkla Po-ssu (Persia) kelimesini zikretmektedir ki, birçok yanlış anlamalara sebep olmuştur) ve Wu-ç’ang (Udyana)nın kuzeyindeydi. Po-çe ise Po-ho’nun (Wahan) güneybatısında yer alıyordu. (Bkz. Pei-şi, XCVII, s. 11 r°). Şu halde Şe-mi Çitral’a tekabül ediyor olmalıdır.
Yü-ti-yen,246 güneyde üç bin li uzaklıkta T’ien-çu (Hindistan) ile sınırdaştır. Kuzeybatıya doğru bin li gidilince Şe-mi’ye (Çitral) varılır. Beş bin li kuzeydoğuda Kua-çu bulunur. Bu ülke Sin-t’u (Sind=İndus) nehrinin kuzeyindedir. Kanunlar insan öldürmeyi yasaklar. Ağır suçlular sürgüne gönderilir; hafif suçluların cezaları ise tehir edilir. Ülkede vergi yoktur. Halkı saçlarını keser ve zerdûz kumaş tunik giyer.. Fakirler, beyaz kumaştan yapılan elbiseler giyer ve bizzat kendileri yıkarlar. İklim ılımandır. Sulu ve kuru tarım yoluyla bol miktarda pirinç ve aynı zamanda şe-mi247 üretilir.
246 Bu ülkeyi kesin bir şekilde özdeşleştirme imkanı sağlayacak yeterli bilgi bulamadım. Belki de çoğu kez Udyana ile karıştırılan Oddi-yana’dır.
***
Sie-yün ve Fan-yen (Zabulistan ve Bamyan)
Tang-şu, CCXX1, b, s. 5, r°
Si-yü toprakları Toharistan’ın güneybatısındadır. Asıl adı Ch’ao-kü-ç’a (Zabulistan)248 veya Ch’ao-kü’dür. Hien-k’ing döneminde (656-660) Ho-ta-lo-çi deniliyordu.249 İmparatoriçe Wu, bu kelimesi şimdiki ismiyle değiştirmiştir. Doğusunda Ki-pin (Kapiça), kuzeydoğusunda Fan-yen (Bamyan) vardır ve her ikisi de dört yüz li uzaklıktadır. Güneyinde P’o-lo-men (Brahman-lar=Hintliler), batısında Po-ssu (Persia), kuzeyde Hu-şe-kien (Cüzcan) bulunur. Kral, Ho-si-na (Gazne) şehrinde yaşar. Ülke yedi bin li genişliktedir. Kralın bir de A-so-ni adında payitahtı vardır. Orada bol miktarda yü-kin ve kü250 bitkisi yetişir. Tarlalar memba sularıyla sulanır. Bu bölgede Türkler, Ki-pinliler ve Toharistanlılar yan yana yaşarlar. Ki-pin (Kapiça) kralı, Araplara karşı direnmeleri için eli silahlı gençler toplamaktadır. Zabulis-tan, king-yün devri (710-711) başlarında bağlılığını bildirmek ve tartuk sunmak üzere saraya bir elçi gönderdi. Sonra Ki-pin’i itaat altına aldı.251 Sekizinci k’ai-yüan yılında (720) Göğün Oğlu, Hota-lo-çi (Arrohac) hie-li-fa’sı Çi-k’ü-öl’e bir nameyle kral unvanı verdi. T’ien-pao döneminde (742-755) bu krallık saraya defalarca bağlılık bildirerek, hediyeler sundu.
248 Ch’ao-kü-ç’a’nın Arapların Arrohac’ı (Yunanlıların Arahozya’sı) ile başkenti Ho-si-na’nınsa Afganların Gazne şehriyle özdeşleştirilmesi, en eski tarihî coğrafya meselelerindendir ve içinden çıkılması on zor konulardandır. Bkz. Vivien de St. Martin, Memoires de Hiuen-tsang, II/415; Cunningham, The ancient, s. 39; Marquart, age., s.39-40, 250 vd.
249 Bu kelimeyi Ta-lo-ho-çi=Arrohac yerine Tarohac olarak okumak gerekir. Daha önce on altı Batı ülkesi hükumetleri listesinde ve Kipin (Kapiça) ile ilgili bilgilerde Ho-ta-lo-çi adını görmüştük.
250 Yü-kin, Curcuma longa’dır, kü veya kü mai ise Dianthus super-bus’dur. Bkz. Bretschneider, Botanicon Sinicum, 125 ve 408 (Journ. of the China Branch of the R. A. S., N. S., tome XXV).
251 Zabulistan krallarının unvanı Zambil’di. Marquart (age., s. 250 vd.) Arap kaynaklarında bu krallarla ilgili olarak zikredilen bilgileri bir araya toplayarak şerhetmiştir. - Ts’e-ju yüan kuide (blm. 964, s. 15 r°) şu bilgileri okuyoruz: “Sekizinci k’ai-yüan yılının (720) dokuzuncu ayında imparator bir fermanla Ko-ta-lo-çi (Arrohac) hie-li-fa’sı Çi-k’ü-öl’e Sie-yü (Zabulistan) kralı ve Ko-ta-lo-çi (Arrohac) teginine de Ki-pin (Kapiça) krallığı hükümdarı unvanı verdi.” Bu metin, bize, Çin sarayının Kapiça kralına Arrohac tegini unvanı verdiğini belirten T’ang-şu’daki yanlışı tashih etme imkanı sağlamaktadır. Halbuki tam aksine Arrahoc tegini Kapiça kralı unvanı almıştır. İmparatorluk bu tanıma ile Zabulistan’ın son fetihlerini tanımış oluyordu. Netice itibariyle bu metinden Zabulistan kralının Kapiça’yı fethettikten sonra devletin başına kardeşlerinden birini veya tegin unvanlı bir oğlunu getirdiği anlaşılıyor. Zabulistan hükümdarının sahip olduğu hie-li-fa unvanına gelince, bunun Batı Türklerinin kendi hakimiyetlerini tanıyan tüm gümeştelere verdiği bir Türk unvanı olduğunu hatırlamak yeterlidir. Bu arada 724 yılında Çin imparatoruna iletilen talepte Sie-yü (Zabulistan) kralından tegin diye söz edildiğini belirtmek gerekir (daha ileriye bkz.) 720 yılında (saray) tarafından tanınan Sie-yü (Zabulistan) kralı Çi-k’ü-öl 738’de veya biraz daha önce yerini oğlu Ju-mo-fu-ta’ya (ileriye bkz.) bırakan Zabulistan kralı Çi-yü ile aynı kişidir.
Fan-yen’in (Bamyan) bir diğer adı Wang-yen’dir. Fan-yen-na da denilir. Se-pi-mo-yün dağlarının yan tarafındadır. Kuzeydoğusunda Hu-şe-kien (Cüzcan), güneydoğusunda Ki-pin (Kapi-ça) ve güneybatısında Ho-ta-lo-çi (Arrohac) vardır. T’u-ho-lo (Toharistan) ile de sınırdaştır. İklimi soğuktur; halk mağaralarda yaşar. Kralın payitaytı Lo-lan şehridir. Krallıkta dört veya beş büyük şehir bulunmaktadır. Kuzeye doğru bir nehir252 akar ve Wu-hu’ya (Amu-derya) dökülür. Bu ülke çeng-kuan dönemi (627-649) başlarında bağlılığını sunmak için saraya bir elçi gönderdi. Üçüncü hien-k’ing yılında (658) Lo-lan şehri Sie-fung Hükumeti’nin merkezi haline getirildi; Fo-şi şehri de Si-wan253 ilçesine dönüştürüldü. Kral Pe’ye, hakimiyet bölgesi içindeki beş ilçenin askeri işlerinden sorumlu olan Sie-fung ilçesi askeri valisi unvanı verildi.254
252 Kunduz nehrinin yukarı akımı.
O tarihten itibaren bu ülke saraya bağlılığını bildirmeyi ve haraç sunmayı hiç aksatmadı.
Şe-han-na’ya Çe-han-na255 da denilir. Güneye doğru Fo-ti-ye’-den itibaren karlı dağlara girilir ve dört li’lik bir yolculuktan sonra Fan-yen (Bamyan) gelir. Doğusunda Amu-derya yer alır. Bu ülkede bol miktarda kızıl leopar bulunur. K’ai-yüan (713-741) ve t’ien-pao (742-755) yıllarında, bir veya iki defa saraya bağlılığını bildirmiş ve hediyeler sunmuştur.
255 Çe-han-na veya Ço-han-na burada Bamyan’dan hemen sonra zikredilmektedir. 16 Batı ülkesi hükumetleri listesinde bu ülke Bam-yan’dan sonra ve Cüzcan’dan önce zikredilmiştir. O halde Bamyan ve Cüzcan aynı bölgedeydi ve Amu-derya’nın kuzeyinde Araplar’ın Çaganiyan dedikleri ülkeyle özdeşleştirilemez.
***
Şignan, Karategin ve Wahan
Tang-şu, CCXX1, b, s. 5 v°
Şe-ni’nin diğer bir adı Şe-k’i-ni (Şignan256) veya Şe-ni’dir.
256 Çinlilerin Şe-ni veya Şe-k’i-ni dedikleri ülkenin Şignan olduğu genel kabul görmüştür. Ayrıca değişik güzergahlarda sözü edilen Şe-ni’nin, muhtemelen Neza-taş geçidi üzerinden geçerek Taşkur-gan’dan Wahan’a giden yol üzerinde bulunduğu için Şignan’ın batısında yer alması gerekir. Kao Sien-çi’nin 747 yılındaki seferiyle ilgili hikayede, generalin Ts’ung-ling (Taşkurgan) garnizonundan hareket ettikten sonra yirmi günlük bir yürüyüşle Po-mi (Pamir) vadisine girdiğini, yine bir yirmi günlük yürüyüşten sonra beş Şeni krallığından biri olan T’e-le-man vadisine ulaştığını, oradan ordusunun bir kısmıyla Hu-mi’ye (Wahan) döndüğünü görüyoruz. 751’de Çin’den hareket eden hacı Wu-k’ung (JA, Sept.-Oct. 1895, s. 341-384) Su-le (Kaşgar) Krallığı’ndan geçerek Soğan dağlarını aştıktan sonra Yang-yü dağlarına, oradan Po-mi vadisine ve beş Ç’e-ni (ki Şe-ni de deniliyordu) Krallığı’na varmıştır (Trip. Jap., XXV, cahier 15, s. 67 v°). Wu-k’ung, 730 yılından biraz önce geri dönerken, bu krallıktan ve Ku-tu (Huttal) şehrinden geçerek Kiu-mi-çe (Karategin), arkasından Ni-şe-çi, daha sonra da Şe-ni üzerinden Kaşgar’a gelir. Bu iki güzergah Şe-ni’den iki yol geçtiğini, bunlardan birinin Karategin üzerinden kuzeybatıya, diğerinin ise güneyde Wahan’a gittiği anlaşılmaktadır. Dharmaçandra’nın biyografisinde (Çeng yüan sin ting şi kiao mu lu, blm. XIV; Trip. Jap., XXXVIII, cahier 6, s. 80 r°), 741 yılında ülkelerine dönmek isteyen bu Hintli din adamının önce Kaşgar’a uğradığı, sonra yoluna devamla Şe-ni Krallığı’ndaki Fa-lo dağında yer alan Ki-lien garnizonunun bulunduğu şehre vardığını okuyoruz. Fakat yolcumuz bir isyan sebebiyle ülkeyi kargaşa içinde bulur ve geldiği yoldan geri dönerek Kaşgar’a gelir. Arkasından son nefesini vereceği Hotan’a gider. Şe-k’i-ni ve Po-mi-lo krallıkları hakkında Hsüan-tsang’ın Hayatı ile Hatıralar’da da ayrıca bilgi vardır.
Güneydoğu yönünde başkente tastamam dokuz bin li uzaklıktadır. Doğu yönüne doğru beş yüz li uzaklıkta Ts’ung-ling (Taş-kurgan) askeri garnizonuyla sınırdaştır; üç yüz li güneyde ise Hu-mi (Wahan) ile hemhuduttur. Kuzeybatı yönünde beş yüz li gidilince Kiu-mi’ye (Karategin’e)257 varılır. Başlangıçta payitaht K’u-han şehriydi, fakat bilahare ahali boğazlara dağılmış vaziyette yaşamaya başladı. Reisleri otonom hükumetlere sahip beş büyük boğaz bulunmaktadır ve bunlara beş Şe-niler denilmektedir. Toprakları iki bin li genişliğindedir. Üretilen hububat cinsi beş çeşidi bile bulmaz. Halkı vuruşkandır. Tacirlerin yolunu kesip soyarlar. Po-mi (Pamir) vadisindeki dört boğazda yaşayanlar imparatorluk emirlerini kâle almazlar. Mağaralarda yaşamayı gelenek haline getirmişlerdir.Yirminci çeng-kuan yılında (646) bu ülkenin elçileri Se-mo ve İ-p’an krallıklarının elçileriy-le aynı anda saraya bağlılıklarını bildirmeye geldiler. On ikinci k’ai-yüan yılında (724) imparator, Kral Pu-çe-po-tse’ye kin-wu muhafızları büyük generali unvanı verdi. Onuncu t’ien-pao yılında (747) Kral Tie-şe-kia-yen, imparatorluk kuvvetlerinin Pu-lü’ye düzenlediği saldırıya iştirak etti ve savaş sırasında öldü.258 Oğlu, askeri vali ve sol askerî muhafızlar generali rütbesine terfi ettirildi; barbarların başına şef yapılarak ödüllendirildi.
257 Daha ileriye bkz.
258 Çin’in 747’de Küçük Pu-lü’ye karşı düzenlediği sefer hakkında Kao Sien-çi biyografisinde verilen bilgilere bkz.
Se-mo toprakları kuzeyde Şe’ye (Taşkent) sınırdaştır. Bitki örtüsü ve halkın gelenekleri K’ang (Soğdiyana)daki geleneklerle aynıdır.
İ-p’an toprakları da K’ang’a sınırdaştır. Burada mükemmel atlar yetiştirilir.
Kiu-mi’nin259 hükumet merkezi dağlar arasındadır. Ülke, To-haristan’ın kuzeydoğusundadır ve güneyde kara nehir (Hei ho) bulunur. Hükümdarları Yen-t’o Türklerindendir (Tarduş Türkleri?). On altıncı çeng-kuan yılı (642) bağlılığını sunmak için saraya bir elçi gönderdi; k’ai-yüan döneminde ise (713-741) Hu-süan dansözleri gönderdi. Na-lo-yen (Nârâyana?) kralı Arapların koyduğu ağır vergilerden şikayetçiydi.260 Göğün Oğlu bir elçi göndererek iyi sözlerle onu teselli etti. T’ien-pao döneminde (742-755) Kral İ-si-lan se-kin261 (hediye olarak) atlar da gönderdi.
259 Hsüan-tsang’ın Kiu-mi-t’o dediği Kiu-mi, uzun süre klasik eski coğrafyacıların Vallis Comedorum’u zannedilmiştir, fakat bu Vallis Co-medorum neredeydi? N. Severtzow, burasını Karategin’deki Surhab vadisiyle özdeşleştirmektedir. Bu görüş öylesine güçlü sebeplere dayandırılmıştır ki, umumi bir kabul görmüş gibidir. (Bkz. N. Severt-sow, Les anciens itineraires a travers le Pamir, Bulletin de la societe de geographie, 3eme trimestre de 1890, s. 420-431; bu makalede yer alan diğer var sayımlar genellikle kolay çürütülecek şeylerdir.)
260 Bu talep 719 yılında Çin’e iletilmiştir. Metin daha ileride verilecektir. (Les Extraits du Tchhe jou yuen koei, â la date de 719).
261 Se-kin bir Türk unvanıdır. Bkz. T’ang-şu, CCXV, a, s. 3 r°: “Diğer kabilelerde askeri kumandana şad, kağanın oğul ve kardeşlerine ise tegin denilirdi. En belli başlı memurlar yabgu, kül-çur, a-po, se-li-fa, tudun, se-kin, yen-hung-ta, hie-li-fa ve tarkan’dır.”
Hu-mi’ye262 Ta-mo-si-t’ie-ti263 ve hatta Ho-k’an264 da denilir. Yüan Wei’ler döneminde Po-ho denilen ülke budur. O da To-haristan’ın eski topraklarından bir kısmını teşkil eder. Güneydoğu yönünde başkentten doğrudan dokuz bin li’den daha uzak mesafededir. Doğudan batıya uzunluğu bin altı yüz li’dir. Kuzeyden güneye dardır ve beş li’den fazla değildir. Hükümdar Han-kia-şen265 şehrinde oturur. Kuzeyinde Amu-derya nehri bulunur.266 Toprak soğuk sebebiyle donmuş haldedir. Arazinin yüksek yerleri kıvrımlıdır. Her taraf kum ve taştır. Kayısı ve buğday yetiştirilir. Ülke ağaç ve meyve yetiştirmeye müsaittir. Mükemmel atlar yetiştirilir. Halkın gözbebekleri yeşilimtraktır. Hi-en-k’ing döneminde (656-660) ülke Niao-fei hükumetine dönüştürüldü ve kral Şa-po-lo hie-li-fa267 vali olarak atandı. Bölge, Dört Garnizon’u (Doğu Türkistan) Toharistan’a bağlayan yol üzerindedir. Daha önce Tibetlilere bağlıydı. Sekizinci k’ai-yüan yılı (720) imparator bir fermanla kral Lo-lü-i-t’o ku-tu-lu (kutluk) to-pi-le mo-ho (baga) ta-mo-sa-öl [ör]e kral unvanı verdi. On altıncı yıl (728) Mi (Maymarg) hükümdarı Mi-hu-han’la aynı sırada ülkesinin ürünlerini imparatora sundu. Bir sonraki yıl (729) büyük reis Wu-ho tarkan bağlılığını sunmak için tekrar saraya geldi. Kral ölünce yeğeni Hu-çen-t’an’a tahta çıkma (hakkı) verildi. Yirmi dokuzuncu yıl (741), bağlılığını sunmak için saraya bizzat geldi. Sarayın salonunda şerefine bir şölen düzenlendi ve sol kin-wu muhafızları generali atanarak, mor bir elbise ve bir altın kemer hediye edildi. T’ien-pao dönemi (742-755) başlarında kralın oğlu Hie-ki-fu, Tibetlilerle ilişkisini kesmek istedi. Kendisine demir bir tuğra verildi.268 Sekizinci yıl (749) Çen-t’an saygısını sunmak üzere saraya gelerek hassa muhafızları arasına alınma talebinde bulundu. İsteği kabul edildi ve sağ askeri muhafızlar generali unvanı verildi; bir süre sonra da ülkesine gönderildi. Bu ülkenin kralı bir başka zaman bağlılığını bildirmek ve tartuk sunmak üzere üst düzey bir memurunu gönderdi. Birinci k’ien-yüan yılı (758) Kral Ho-şo-i-kü-pi-şe bağlılığını bildirmek üzere saraya geldi; kendisine Li soyadı verildi.
262 Eski Hu-mi’nin Wahan’la özdeşleştirilmesi son olarak Marquart’ın (age., s. 223-225) araştırmalarıyla teyit edilmiştir.
263 Marquart bu isimle İran’daki Dar-i Mastit=Mastit (Mastuc) Kapı-sı’nın kastedildiği görüşündedir. Çünkü yukarı Çitral’da Mastuc’a giden yol Wahan üzerinden geçiyordu.
264 Hsüan-tsang’ın Si yü ki’sinde (XII, s. 62 r°, Japon Tripitaka baskısı) Çen-k’an olarak kaydedilmektedir.
265 Po-ho kelimesi Sung Yün seyahatinde ve Pei-şi’de bulunmaktadır. 661’de Çinliler tarafından Niao-fei Hükumetin’de kurulan ilçedir ki, Wahan Krallığı’ndan başkası değildir. Po-ho’yu gösteren işaretler muhtemelen Wahan’ın çeviriyazımıdır.
***
Ku-Şe-mi (Kaşmir)269
269 Göründüğü kadarıyla Kaşmir tarihinin hiçbir döneminde Türk Ha-kanlığı’nın bir parçası olmamıştır. Bununla birlikte Kapiça ve Gan-dahar kapılarına dayanan Türklerin bu krallık üzerinde az çok etkili oldukları bir vakıadır. Çinli Buddist Wu-k’ung’un anlattıkları da bunun delilidir. 759-762 yılları arasında Kaşmir’de yaşayan bu seyyah, orada gördüğü anıtlar arasında Türk hakanının oğlu tarafından kurulan Ye-li t’e-le (veya Yel tegin) manastırı ile Katun yani Türk hakanının hanımının manastırı bulunduğunu kaydetmektedir. Diğer yandan Raja-tarangini, Türk Çankunası (Tuhara-Çanku-na) tarafından kurulan Çankuna vihara’dan bahsetmektedir. Bkz. Litineraire d’ou-k’ong (751-790), par Sylvain Levi et Ed. Chavannes, JA, Sept. Oct., 1895, s. 341-384; - Stein, Notes on Ou-k’ong’s account oj Kaçmir, s. 3 ve s. 20-21 (Sitzungsberichte der Kais. Akad. Der Wissenschaften in Wien, phil.-hist. Cl., CXXXV Bd., 7 Abh.).
T’ang-şu, CCXX1, b, s. 6 r°
Ku-şe-mi’ye Kia-şe-mi-lo (Kaşmir) da denilir. Kuzey yönünde Pu-lü’ye (Gilgit) beş yüz li mesafededir. Çevresi dört bin li’dir. Dört bir tarafı dağlarla çevrili olduğu için diğer krallıklar ona saldıramazlar. Hükümdarın payitahtı, batı yönünden büyük Mi-na-si-to (Vitasta)270 nehrinin sahilinde yer alan Po-lo-wu-lo-pu-lo (Pravarapura)271 şehridir. Ülke, tarıma elverişlidir; çok kar yağar ve hiç rüzgar esmez. Ateş incileri,272 yü-kin273 üretir ve ejderha cinsi atlar yetiştirir. Halk genellikle yün elbiseler giyer. Yaygın inanışa göre bu ülke ilk önceleri bir ejderha bataklığı idi. Ejderha başka yere gidince bataklık kurudu ve insanlar da buraya gelip yerleşti.
270 Po-lo-wu-lo-pu-lo’nun Srinagar’ın eski adı Pravarapura’yla özdeş-leştirilme teklifi Stein tarafından yapılmıştır. (Notes on Ou-k’ong’s account oj Kaçmir, s. 26-29).
271 Stein, age., s. 30-31.
272 Burada kaya kristalleri yontarak yapılan mercekler söz konusu edilmektedir. Bunlara, güneş ışıklarını bir noktada toplayarak ateş yakmakta kullanıldığı için ateş incileri deniliyordu. Bkz. de Melmy, Le Lapidaire chinois, s. 60-61.
273 Botanikte curcuma denilen bitki. Bkz. Bretschneider, Plants menti-oned in classical works, no. 408.
K’ai-yüan dönemi (713-741) başlarında Kaşmir bağlılığını bildirmek üzere saraya elçiler gönderdi. Sekizinci yıl çıkarılan bir fermanla kral Çen-t’o-lo-pi-li’nin (Çandrapida) krallığı onaylandı. Kral, zaman zaman Huların ülkelerinden ve kutsal ormanlardan274 getirilen ilaçlar hediye etti. Çandrapida ölünce kardeşi Mu-to-pi (Muktapida) tahta çıktı.275 Muktapida saraya bağlılığını bildirmek ve kendisine kadar gelip geçen tüm Kaşmir hükümdarlarının gök kağanın276 tebaası olduklarını ve ayrıca imparatorluk ordusuyla birlikte savaşmak için birlikler göndermeyi kabul ettiğini söylemek için Wu-li-to’yu elçi olarak gönderdi. “Benim krallığımda, - diyordu o,- üç çeşit asker var. Bir grup fil kullanır, ikinci bir grup süvaridir, üçüncü grup ise piyadedir. Bizzat bendeniz ve Orta Hindistan kralı Tibetlilerin beş büyük yolunu tıkadık ve gelip gidişlerini engelledik. Savaştık ve kısa sürede galip geldik. Gök kağanın askerlerinin Pu-lü’ye gelişleri gibi fırsatlar çıktığında, onların sayısı iki yüz bin de olsa, yardımlarına koşmak için iaşe konvoyları gönderdim.277 Ayrıca benim krallığımda Mo-ho-po-to-mo (Mahabadma nağa278) ejderha bataklığı vardır. Burada gök kağan şerefine bir tapınak kurmak istiyorum.” Muktapida, kendisine krallık beraatinin verilmesini istiyordu. Hung-lu (devlet protokol dairesi) âmirleri imparatora ulaştırmak için bu talep mektubunu tercüme ettiler. İmparatorluk fermanıy-la Wu-li-to’nun huzura kabul edilmesi ve sarayın şeref salonunda bir kokteyl verilmesi, (elçiye) bolca hediye sunulması emredildi. Böylece Muktapida’ya kral unvanı verildi ve o günden itibaren Kaşmir’den düzenli şekilde vergi gönderildi.
274 Metinde bir kelime düşmüş.
275 Muktapida 733 yılında Çin sarayından krallık onayı aldı. Daha ileriye bkz. Les Extraits du Tsch’e fou yuen koei, â cette date.
276 Çin imparatoru.
277 Burada Kao Sien-çi’nin 747’de Küçük Pu-lü’ye düzenlediği sefere bir atıf yapıldığı anlaşılıyor. Ancak, kralın tanınma talebinde bulunmuş olması, Muktapida’nın 733’de kral nişanı aldığı göz önünde tutulursa, bu görüşü reddetmemiz gerekiyor. Belki de Kaşmir kralı burada 722’de Çandrapida’nın hüküm sürdüğü yıllarda Küçük Pu-lü’ye yapılan Çin taharri seferinden söz etmektedir.
278 Kaşmir’in en büyük gölü Volür. Bkz. Stein, age., s. 114-116.
Kaşmir’e tâbi beş halka krallık denir. Bunlar, toprakları iki bin li genişliğinde olan ve çevresi surlarla çevrili bir payitahtı bulunan Ta-ç’a-çi-lo (Takşaçila)279; üç bin li’den daha fazla toprağı bulunan, surlarla çevrili bir payitahtı olan yedi yüz li güneydoğudaki Seng-ho-pu-lo (Sinhapura)280; güneydoğuya doğru dağlar arasında beş yüz li gidildiğinde varılan, toprakları iki bin li genişliğinde, başkenti surlarla çevrili, toprağı buğdaygiller ve diğer tarım ürenleri yetiştirmeye elverişli U-la-şe (Uraça)281 ve güneydoğuda bir engel teşkil eden dağlar arasında bin li gidildikten sonra varılan Ku-şe-mi (Kaşmir)dir. Güneybatıya doğru tehlikeli bölgelerde yedi yüz li yol gidildikten sonra, toprakları iki bin li genişliğindeki Pan-nu-ts’o’ya (Punaça)282 varılır. Ondan sonra Ho-lo-şe-pu-lo (Racapura)283 gelir. Dört mil genişliğindedir ve başkenti surlarla çevrilidir. Burası dağlar ve tepelerle kaplıdır; insanları gururlu ve cesurdur. Bu beş halktan hiçbirinin reisi yoktur.
279 Cunningham, Takşaçila şehrini Kalaka-saray’ın bir mil kuzeydoğusundaki Şah-deri’ye yerleştirmektedir. Bu konuyla ilgili detaylı tartışmayı The ancient geography oj India, I/104-121’de’de bulabilirsiniz.
280 Cunningham (age., s. 124) tarafından Jhelam yakınındaki Khe-tas’la özdeşleştirilmiştir. [s. 313’deki ek ve düzeltme: Sinhapu-ra’nın Ketâs’la özdeşleştirilmesi M. A. Stein’in arkeolojik araştırmalarıyla kesinlik kazanmıştır.]
281 Bu krallık geniş ölçüde bugünkü Hazara bölgesinde Vitasta ile İn-dus arasında yer alıyordu. (Bkz. Stein, age., s. 130)
282 Burası, iç Tohi vadisinde, şimdiki Punch’a tekabül eden Raja-taran-gini’ye bağlı Parnotsa’dır. (Stein, age., s. 129)
283 Racapura veya Racapuri bugünkü Rajauri’ye tekabül etmektedir. Pir-Pantsal Geçidi, Kaşmir’den biri Punch’da diğeri daha güneydeki Rajauri’de bulunan iki Tohi vadisine açılmaktadır. Bkz. Stein, Notes on the ancient topography oj the Pir-Pantsal route.
***
Huttal ve diğerleri
T’ang-şu, CCXX1, b, s. 6 r°
Ku-tu’ya K’o-tu-lo (Hottal)284 da denir. Eni ve boyu biner li’dir. Padişah payitahtı Se-çu-kien285 şehridir. Asil atları ve kızıl leoparları çoktur. Dört büyük tuz dağı bulunur ve buralardan kara tuz çıkarılır. On yedinci k’ai-yüan yılı (729), kral Se-kin,286 oğlu Ku-tu-şe’yi287 bağlılığını bildirmek üzere saraya gönderdi. Yirmi birinci yıl (733) kral Hie-li-fa bir kadın orkestra grubu, ayrıca bağlılığını bildirmek ve vergisini sunmak için To-po-le tarkan adlı üst düzey bir memurunu gönderdi. On birinci t’ien-pao yılı (752) imparator bir fermanla kral Lo-kin-tsie’ye yabgu unvanı verdi.288
284 Hutl veya Huttal, Surhab (Wahşab) ile Penc (Hahab) arasındaydı; Surhab’la Waşgird bölgesinden ayrılıyor ve taş bir köprüden (Pul-isengin) geçilerek bir bölgesinden diğerine gidiliyordu. Bkz. İbn Rusta, Marquart yayını (Eranshahr, s. 233-234).
285 kelimenin karşılığını bulamadım. Ebu’l Feda (Reynaud çev., II, 2, s. 229) adı tamamıyla başka olan şehirlerden söz etmektedir: Huttal’ın payitahtı Helaverd veya Lavekend’dir. Her ikisi de aynı anda Wahş’ın payitahtıydı.”
286 İyi bilinen bir Türk unvanı. Daha ileride Türkçe hie-li-fa, tarkan ve yabgu unvanları da gelecek.
287 kelimesindeki işaretler göründüğü kadarıyla Huttal Kral-lığı’nı gösteren
işaretleri değildir. Bu durumda
kelimesi “Huttal şadı” anlamında bir unvan olmalıdır.
288 Daha ileride les Extraits du Tch’e jou yuen koei, â la date 752’ye bkz. O sıralarda Huttal’ı yöneten hükümdarla ilgili olarak bkz. Marqu-art, Eranshahr, s. 302-303.
Su-p’i289 halkı aslen Batı K’iang kabilesindendir. Tibetliler tarafından ilhak edildikten sonra Süan-po adını almıştır. Diğer kabileler arasında en büyüğü budur. Ülkenin doğusunda To-mi,290 batısında Hu-mang-hia291 yer almaktadır. Otuz bin hanedir. T’ien-kuan zamanında (742-755) Kral Mo-ling-tsan, bütün kral-lığıyla birlikte imparatorluğa bağlanmak istediyse de Tibetliler tarafından öldürüldü. Oğlu Si-no, ülkesinin ileri gelenleriyle birlikte Lung-yu’ya292 sığındı. Tsie-tu-şi Ko-şu Han, onu muhafızların eşliğinde imparatorluk sarayına gönderdi ve orada Hsüan-tsung tarafından büyük saygıyla karşılandı.
289 Su-p’i ülkesi (eski kadınlar krallığı) hakkında detaylı bilgi için Bkz. S. W. Bushell, The early history oj Tibet makalesi (Joun. Of the Roy As. Soc., N. S. XII, 1880, s. 531, n. 42). Su-p’i Krallığı Si-ç’uan’ın batısındaydı ve bugünkü Murus ussu’ya tekabül eden Yak nehriyle Doğuya, Hu-mang-hia geçidiyle Batıya açılan 1400 li genişliğinde toprağa sahipti.
To-mi halkı da Batı K’iang kabilesindendir. Ülke Tibetlilerin hakimiyetine girmiş ve Nan-mo adını almıştır. Li-niu293 nehrine bitişiktir. Topraklarında bol miktarda altın vardır. Altıncı çeng-ku-an yılı (632) saraya bağlılığını bildirmek ve tartuk sunmak üzere bir elçi gönderdi. Elçi bazı hediyelerle birlikte geri gönderildi.
293 Bu isim Yak nehrine işaret etmektedir. Şimdiki Murus-ussu’dur. Bkz. Bashell, age., s. 541, n. 12.
İ-wu (Hami),294 Han döneminde İ-ho295 hakiminin hükumet merkeziydi. Oraya ticaret için gelen Hu (barbar)lar karışık olarak yaşıyorlardı. Ülkenin bin seçme askeri vardır ve T’ie-le (Tölös)le-re bağlıdır. Erkekleri gururlu ve cesurdur. Toprakları münbittir. Sui hanedanının (589-618) son bulmasından itibaren Çin’e bağ-lanmış296 ve oraya İ-wu kumandanlığı kurulmuştur. İmparatorlukta karışıklıklar çıkında tekrar Türklerin tebaası oldu. Dördüncü çeng-kuan yılı (630) şehir hakimi saraya bağlılığını bildirmeye geldi. Hie-li [Kat-il han]297 mağlup edilince, ülke yedi şehriyle birlikte itaat altına alındı. Toprakları Batı İ ilçesine dönüştürüldü.
294 Hami’yle ilgili bu bilgi, gereksiz bir şekilde Tibet site krallıkları ve İran’la ilgili notlar arasına sokulmuştur ki, başka bir yerde olması gerekirdi.
295 Hu Han-şu (CXVIII, s. r°), on altıncı yung-p’ing yılı (M. Ö. 73) İmparator Ming’in İ-wu-lu bölgesini zaptederek, askeri tarım kolonileri kurmak için burada İ-ho kumandanlığı tesis ettiğini kaydetmektedir. İ-ho’nun “hububatı teşvik eden” anlamına geliyor olması, koloniyi kuran imparatorun amacını göstermektedir.
296 608 yılında Sui hanedanı imparatoru Yang, nehrinin batısm-daki bölgelerde bir gezinti yapmıştı; imparatorluk komiseri P’ei Kü’nün diplomatik mahareti sayesinde gezi başarıyla tamamlandı. İmparator Yen-çi dağına geldiğinde, Kao-ç’ang (Turfan) kralı K’ü Pe-ya ve Hami tudun şadı ona bağlılıklarını bildirmeye geldiler. (Pei-şi, XXXVIII, s. 4 v°).
297 Hie-li Kağan 630’da Çinliler tarafından mağlup edilmiştir.
***
Persia (Iran)
T’ang-şu, CCXX1, b, s. 6 v° vd.
Po-ssu (Persia) Ta-ho (Dicle) nehrinin batısındadır ve başkente on altı bin li’den daha uzaktır. Doğusunda Toharistan ve Soğ-diyana; kuzeyinde K’o-sa T’u-küe’leri (Hazar Türkleri) vardır. Güneybatısı tamamen deniz sahilidir; kuzeybatıya doğru, dört bin li’den daha uzakta Fu-lin (Suriye) yer almaktadır. Ülkede yüzbinlerce insan yaşar. Pers krallarının atası, Ta Yüe-çi’lerin bir kolundan inen Kral Po-se-ni (Prasenacit)dir. Hüküm sürdüğü için adı önce soy adı haline geldi, arkasından da krallığın adı oldu. Persia’nın iki başkenti, ondan fazla büyük şehri vardır. Bu ülkede sağ taraf sol taraftan daha üstündür. Halk Göğe, Yere, güneşe, aya, su ve ateşe kurban sunar. Kurban sundukları gün akşamı yağlı bitkilerin298 usaresini vücutlarına sürer; sakallarını, alınlarını, burun ve kulaklarını yağlarlar. Batı yörelerinin Hu (Barbar) halkları onların gök tanrısına299 kurban sunmak için uyguladıkları tüm ritüelleri benimsemişlerdir. Selam verirken ayak ayak üstüne koymayı ihmal etmez, genelde çıplak ayakla yürürlerdi. Erkekler saçlarını keserler; elbiseleri tek parçadır.300 Başlıkları yeşil ve beyaz renklidir; eteklerinin kenarlarını alacalı ipek şeritle çevrelerler. Kadınlar saçlarını örerek arkaya atarlar. Savaşta fillere binerler; her filin arkasında yüz savaşçı vardır. Mağlup ettikleri düşmanı öldürürler. Suçluları yargılamak için yazılı kanunları yoktur; kararlar mahkemede verilir. İsyan çıkması halinde, harekete katılmakla suçlanan kişilerin dilleri üzerine kızgın bir demir basarlar, yara beyazsa adamın masum, siyahsa suçlu olduğuna hükmederler. Ceza olarak suçluların ayakları veya burunları kesilir, saçları traş edilir, demir kafes içine hapsedilirdi. Hafif suçlar için ceza olarak sakal kesilir veya suçlunun boynuna bukağı vurularak mevsimler yahut aylarca o şekilde gezdirilirdi. Eşkıyalığın cezası müebbet hapisti. Hırsızlar para çezasına çarptırılırdı. Ölen kişi dağa terkedilir, bir aydan daha uzun bir süre matem elbisesi giyilirdi.
298 Burada geçen Sou bitkisi Perilla osimoides veya Perilla arguta olabilir. Bkz. Bretschneider, age., II, n. 64.
Burada iklim daima sıcaktır; arazi düz ve engebesizdir. Ahali ekip biçmekle ve tarımla uğraşır. Bu ülkede koyunları parça-layabilen akbabalar vardır. Çok iyi cins köpekler, katırlar ve iri eşekler bulunur. Persia’da yüksekliği üç kademi geçmeyen mercanlar çıkarılır.
Sui hanedanı (581-618) sonunda, Batı Türklerinin Şe-hu (yabgu) kağan’ı bu krallığı cezalandırarak yerle bir etti.301 Kral K’u-sa-ho’yu (Hosru/Hüsrev) öldürdü. Yerine oğlu Şe-li (Şiroya) geçti. Şe-hu, Persleri yönetmek ve gözetim altında tutmak için valiler gönderdi. Şe-li (Şiroya) ölünce Persler Türklerin tebaalığı-nı daha fazla tanımak istemediler. Hosru’nun [Hüsrev’in] kızını tahta çıkararak kraliçe ilan ettiler.302 Türkler onu da öldürdüler. Şiroya’nın oğlu Tan-kie o sıralar sığınmak için gittiği Suriye’deydi. Ülke insanları gidip onu bularak tahta çıkardılar. Bu İ-ta-çi (Ardeşir) idi.303 O öldükten sonra yerine İ-se-se (Yezdigerd) geç-ti.304 On ikinci çeng-kuan yılında (638) bağlılığını bildirmek ve tartuk sunmak için saraya Mo-se-pan’ı elçi olarak gönderdi. Mose-pan bir de canlı bir ju-t’o305 hediye etti. Bu, fareye benzer, açık yeşil renkli, dokuz parmak uzunluğunda bir hayvandı. Fareleri deliklerinden çıkarıp yakalamayı becerirdi. İktidarını bir türlü muhkem hale getiremeyen Yezdigerd, devlet erkanı tarafından alaşağı edilince Toharistan’a kaçtıysa da, daha yarı yoldayken Arapların saldırısına uğrayarak öldürüldü.306
301 Türklerle ilgili bilgi verilen kısımda da, T’ung Şe-hu’nun Persia’yı itaat altına aldığı belirtilmektedir. Sui-şu’da (LXXXIII, s. 7 v°) şöyle deniliyor: “Tu-küe’ler bu krallığa (Persia’ya) kadar gelemediler, ama hükümranlıklarını kabul ettirdiler.”
302 Burada sözü edilen kişi Husrev II. Perviz’dir, ama onun Türkler tarafından öldürüldüğü söylenemez. Çünkü 29 Şubat 628’de oğlu Şi-roya veya II. Kavad’ın suikastına kurban gitmiştir. (Bkz. Nöldeke, Geschichte der Perser und Araber zur Zeit der Sasaniden, s. 382).
303 Burada sözü edilen kişi ya Boran, ya da Azermidoht’dur ki, her ikisi de Hüsrev II. Perviz’in oğluydu. Fakat Şiroya’dan hemen sonra tahta oğlu Ardeşir geçtiğine göre burada bir hata olmalı.
304 Sözü edilen kişi, 632’de tahta çıkan ve Araplara karşı savaşırken 641’de hayatını kaybeden III. Yezdigerd’dir. (Patkanyan, Histoire de la dynastie des Sassanides, s. 228). Yezdigerd, Nihavend meydan savaşı sırasında 651 veya 652’de ölmüştür. (Nöldeke, age., s. 434). T’ang-şu’da geçen İ-se-se yerine Kiu T’ang-şu’nun daha doğru olan İ-se-hu’sunu tercih etmek gerekir.
305 [s. 313’deki ek ve düzeltme: Bu, Ki-pin’le ilgili bilgilerde geçen ve “ju-t’o faresi” denilen hayvanın kesinlikle aynısıdır.]
306 Ebu’l Feda’nın eserinde (Reinaud çevirisi, II, 2, s. 186) “Perslerin son hükümdarı Yezdigerd Merv eş-Şahican’da (Merv’de) öldürülmüştür” denilmektedir. - Nöldeke (Age., s. 434) Yezdigerd’in 751 veya 752’de öldürüldüğünü kaydetmektedir. Fakat Ts’e-ju yüan kui’de (blm. 995, s. 13 r° ve v°) olayın yung-hui’nin beşinci yılında (654) vukû bulduğu belirtilmektedir. Burada geçen 3L işaretini zH ile değiştirip şu şekilde çevirmek gerekir: 654’de “Ta-şi (Araplar) Po-ssu’ya (Persia’ya) ve Mi (Maymarg) Krallığı’na saldırarak, her ikisini de mağlup ettiler. Pers kralı İ-se-hu (Yezdigerd) Arap askerleri tarafından öldürüldü.”
Oğlu Pi-lu-se (Pirûz) kendini emniyete almak için Toharistan’a sığındı. Çine elçiler göndererek içinde bulunduğu zor durumu anlattı. Mesafenin askeri bir sefer düzenlemek için uzun olduğunu hesaba katan Kao-tsung, talebi redderek, elçiyi geri gönderdi. Bu müzekereler sırasında Araplar saldırıları durdurarak geri çekilmişlerdi. Toharistan prensi, Piruz’u tekrar tahta çıkarmak için bir ordu gönderdi. Lung-şu dönemi (661-663) başlarında, (Piruz) tekrar ülkesinin Arapların istilasına maruz kaldığından yakındı. Bu esnada Göğün Oğlu Batı ülkelerini taksim edip, eyalet ve vilayetler şeklinde düzenlemek için bir komiser göndererek307 Tsi-ling şehrini Po-ssu (Persia) Hükumet merkezi yaptı ve Pi-lu-se’ye (Piruz’a) genel vali unvanı verdi. Bir süre sonra Piruz Arapların saldırısına uğradı ve bir daha da iktidar olamadı. Hien-heng zamanında (670-673) yine de saraya bağlılığını bildirmek için geldi ve kendisine sağ askeri muhafızlar generali unvanı verildi.308
307 Burada 661’de Wang Ming-yüan’a verilen göreve atıfta bulunulmaktadır.
308 677’de Piruz artık Çin sarayındaydı ve isteği üzerine Ç’ang-an’da bir Mazdeki tapınağı kurulmuştu. Bkz. Le nestorianisme et linscrip-tion de Kara-balgassoun, JA, Janv.-Fev., 1897, s. 66. Muhtemelen Pi-ruz, burada sözü edilen oğlu Ni-nie-şi’yi geride bırakarak Çin’de ölmüştür.
Piruz’un öldüğü sırada oğlu Ni-nie-şi Çin sarayında rehin olarak tutuluyordu. Birinci t’iao-lu yılında (679), çıkarılan bir imparatorluk fermanıyla P’ei Hing-kien, askerlerle birlikte ona refakat ederek tekrar devletin başına geçirmesi için gönderildi. P’ei Hing-kien, An-si ayeletindeki Tokmak şehrine geldiğinde yolun uzunluğunu düşünerek geri döndü. Böylece Ni-nie-şi yirmi yıl boyu Toharistan’da misafir kaldı. Çevresindeki adamlar giderek dağılarak, ortadan kayboldular. King-lung dönemi (707-709) başlarında Ni-nie-şi tekrar saraya bağlılığını bildirmek üzere geldi. Kendisine sol cesur muhafızlar generali unvanı verildi ve orada hastalıktan öldü.
Pers kralına ülkesinin sadece batı kısmı kalmıştı. K’ai-yüan (713-741) ve t’ien-pao (742-755) döneminde Persia on elçi gönderdi.309 (Saraya) bir akik divan, kızıl yünden mamül işlemeler ve rakkaseler hediye etti.
309 Bu elçilerden birisi 722’de gelmiştir. Ts’e-ju yüan kuide (blm. 999, s. 17 v°) şöyle deniliyor: “Onuncu k’ai-yüan yılının (722) üçüncü ayının keng-sü günü, Persia kralı Pu-şan-huo, hediyeler sunmak ve kendisine resmi bir Çin unvanı verilmesi talebinde bulunmak üzere bir elçi gönderdi. İsteği yerine getirildi.” 732 yılında ise adı Si-an fu kitabesinde geçen Nesturi din adamı Ki-lie’nin de yer aldığı başka bir elçilik heyeti geldi. (JA, Janv.-Fev. 1897, s. 57) Yine biri 730, diğeri 737 yılında olmak üzere Pers kralının Ki-hu-p’o adında bir oğlu Çin sarayına elçi olarak gelmiştir. (Pien i tien’de Ts’e-fu yü-an kui, blm. LVI, Tiao-çi’yle ilgili bilgiler kısmı, s. 6 r°).
K’ien-yüan dönemi (758-759) başlarında, Persler Arapların peşine takılarak Kuang (Kanton) eyaletine sürpriz bir saldırı düzenlediler. Tahıl ambarlarını, mağazaları ve evleri yakarak deniz yoluyla geri döndüler.310 Ta-li döneminde (766-779) tekrar (saraya) hediyeler sundular.
310 Arap ve Acem korsanların Kanton’a düzenlediği bu saldırı Kiu T’ang-şu’da (X, s. 7 r°) 758 yılı olayları arasında gösterilmektedir.
Bir de T’o-pa-sa-tan da denilen T’o-pa-se-tan (Taberistan) vardır. Üç tarafı dağlarla çevrilidir. Kuzey tarafı deniz (Hazar) sahilidir. Kralın payitahtı So-li (Sârî) şehridir. Kral irsen Per-sia’nın doğu genel valisidir (ispehbed).311 Persia ortadan kaldırılınca, Araplara boyun eğmeyi reddetti.312 Beyinci t’ien-pao yılında (746), Kral Hu-lu-han saraya bağlılığını bildirmek üzere bir elçi gönderdi. Ona “kendi rızasıyla itaat eden kral” asalet unvanı verildi.313 Sekiz yıl sonra saraya bağlılığını bildirmek üzere oğlunu Hui-lo yoluyla gönderdi. Kendisine sağ askeri muhafızlar sıra dışı çung-lang-tsiangı unvanı verildi. Ayrıca mor bir elbise, altın balık şeklinde bir rozet verilerek, hassa muhafızları arasına alındı. Taberistan, kara ridalı Araplar (Abbasiler) tarafından yıkıldı.
311 Taberi, Zotenberg çevirisi (III, s. 493)de şöyle anlatıyor: “Taberis-tan ispehbedleri bu olayları haber alınca, Amul’da, eyaletin merkezinde yaşayan efendilerini aramak için geldiler. Bu, Gilan’lı Ferru-han adında biriydi. İspehbedler ispehbedi denilirdi. İspehbed kelimesi Farsçada dük, yani ordu baş kumandanı demektir. Ona aynı zamanda Horasan ispehbedi de deniliyordu, çünkü geneleneklere göre, Horasan prensi tarafından da tanınıyordu.”
312 Ts’e-ju yüan kui (blm. 965, s. 2 r°) T’ang hanedanı tarihinde zikredilmeyen bir olayı şu şekilde naklediyor: “Üçüncü t’ien-pao yılı (744), onuncu aydan sonra gelen ara ayda, T’o-pa-sa-tan (Taberis-tan) kralı A-lu-şe-to-çi’ye “değişime ayak uyduran kral” unvanı verildi.”
313 Ts’e-ju yüan kui (blm. 965, s. 3 v°) bu olayın altıncı t’ien-pao (747) ikinci ayında vukû bulduğunu kaydetmektedir.
Şimdi de çeng-kuan döneminden (627-649) sonra saraya bağlılıklarını bildirmek üzere elçiler gönderen, ama saray tarihçilerinin dikkatini çekmeyen uzaktaki küçük krallıkların prenslerinin hikayesini sunacağız.
III
BİYOGRAFİLER
A-şi-na Şo-öl314
314 Her ne kadar bu kişi Kuzey Türkleri prens ailesine mensup ise de, çoğu kez Batı Türkleri’yle ilişkisi olduğu için, burada hayat hihaye-sini veriyoruz.
T’ang-şu, CX, s. 2 r° - Kiu T’ang-şu, C1X, s. 1 v°
A-şi-na Şo-öl [Şe-ör] Ç’u-lo Kağan’ın küçük oğluydu.315 On bir yaşından itibaren bilgeliği ve cesareti sebebiyle Çe Şad unvanı aldı. Otağını kuzeyde taşlı çöle kurdu. O ve Hie-li’nin316 oğlu Yü-ku Şad, T’ie-le (Tölös), Hui-ho (Uygur), Pu-ku ve T’ong-lo kabilelerinin yönetimini paylaştılar. Ç’u-lo ölünce (620) ziyadesiyle üzüldü ve geleneklere uygun olarak inzivaya çekildi. On yıl boyunca halkından vergi almadı. Kaynak sağlamak amacıyla vergileri yükseltmesini tavsiye edenlere ise şu cevabı verdi: “Kabilelerim bolluk içinde yaşıyorlar; bu bana yeter”. Onu bütün beyler seviyordu.
315 Batı Türkleri kağanı Ç’u-lo, 620 yılında ölmüştür.
316 Hie-li de Ç’u-lo’nun oğlu ve A-şi-na Şo-öl’ün ağabeyiydi ki, buna göre Yü-ku şad, sonuncunun yeğeniydi.
Hie-li Kağan sık sık savaştı. (A-şi-na) Şo-öl [Şe-ör], ona tavsiyelerde bulunduysa da dinlemedi. Birinci çeng-kuan yılında (627) Tölösler, Uygurlar ve Sie-yen-t’olar (Sir-Tarduşlar)ın tamamı isyan ederek Yü-ku Şad’ı Ma-lie dağı eteklerinde mağlup ettiler. A-şi-na Şo-öl ona savaşta yardım ettiyse de, muzaffer olamadı.
Bir sonraki yıl (628) halkının geri kalanını toplayarak K’o-han-fu-t’u (Kagan stupa) şehrine bekindi.317 Bu sırada Hie-li Kağan tüm Batı Türklerini ezmiş, T’ung Şe-hu da ölmüştü. Hi-li-pi tu-lu Kağan ve Ni-şu taht kavgasına tutuştular.318 A-şi-na Şo-öl onlara sürpriz bir saldırı düzenleyerek topraklarının yarısını ele geçirdi. Yüz binden daha fazla sayıda bir halkı yönetti ve kendisine Tu-pu Kağan unvanı aldı.
317 Daha önce Kagan-stupa’nın Guçen yakınlarında olması gereken Pei-t’ing veya Bişbalık şehrinin bir diğer adı olduğunu görmüştük.
318 Burada bir hata olmalı, çünkü Ni-şu ve Hi-li-pi aynı kişidir. Elbette şöyle demek gerekirdi: “Hi-li-pi tu-lu Kağan ve Si Şe-hu Kağan taht kavgasına tutuştular.”
Kabile beylerine şöyle dedi: “Geçmişte bana isyan eden ve hakanlığımı yıkanlar Yen-t’o (Tarduş)lardı. Şimdi batı topraklarının hakimi benim ve şayet Yen-t’o (Tarduş)ları hakimiyetim altına almazsam, kağan babamı unutmuş ve evlatlık vazifesini yerine getirmemiş olurum. Eğer başaramazsam, ölümden çekinmem.” Beyler ona şu karşılığı verdiler: “Batı topraklarını ele geçirmiş bulunuyoruz, şimdi oraya yönetmek ve emniyet altına almak için kalmalıyız. Eğer Yen’to (Tarduş)larla çarpışmak için hemen uzaklara gidersek, biz daha Yen-t’o (Tarduş)ları yenmeden, yabguların oğulları ve torunları hakanlığımızı tekrar ele geçirirler.” A-şi-na Şo-öl [Şe-ör] onların görüşüne önem vermedi, kuzeydeki taşlı çöle Yen-t’o (Tarduş)ları cezalandırmak için elli bin süvari sev-ketti. Yüz gün boyunca durmadan çarpıştı.319 Askerleri savaşın uzamasından sızlanmaya ve yavaş yavaş ortadan kaybolmaya başladı. Bunun üzerine Yen-t’o (Tarduş)lar bütün güçleriyle saldırarak ona ağır bir yenilgi tattırdılar. A-şi-na Şo-öl [Şe-ör] Turfan yakınlarındaki Kao-ç’ang’a sığınmak zorunda kaldı. Artık yanında sadece on bin savaşçı kalmıştı. Batı Türkleriyle arası iyi olmadığı için, kabileleriyle birlikte itaat arzetmek üzere imparatorluk sınırlarından içeri girdi ve altıncı yıl (636)320 saraya bağlılığını bildirmeye geldi. Kendisine sol atlı muhafızları baş generali unvanı verildi. Kabilelerini Lin eyaletine iskan etti. Bir imparatorluk yar-lığıyla Heng-yang büyük prensesiyle evlenme şerefine nail oldu. İmparator damadı olarak askeri komutan (fu-ma tu-wei) unvanını ve wei-t’uan hassa birliklerini yönetimini üzerine aldı.
319 Kiu T’ang-şu (CIX, s. 1 v°) burada şu cümleyi ilave ediyor: “Bunun üzerine büyükelçimiz Liu Şan-in, T’ung-o Şad’ı Tie-li-şi Kağan unvanıyla tahta çıkardı.” Bu olay 634 veya 635 yılında olmuş olmalı. Böylece Çinlilerin Batı Türk prens ailesine mensup Tie-li-şi Ka-ğan’a verdikleri destek, Batı Türklerinin A-şi-na Şo-öl tarafından ellerinden alınan topraklarını istirdat etmelerine yol açan amillerden biridir.
320 Kiu T’ang-şu’ya göre dokuzuncu yıl (635)de.
On dördüncü yıl (640) Kiao-ho bölgesi ordu başkomutanı unvanıyla Kao-ç’ang’ı sükunete kavuşturdu. Diğer tüm generaller ganimet paylarını aldılar. Henüz kendisine bu yetkiyi veren imparatorluk namesini almamış bulunan A-şi-na Şo-öl, herhangi bir şey almaya cesaret edemedi. Ancak diğer bir yarlığı gördükten sonra bir şeyler aldı, ama payına düşünler yaşlılar, çocuklar ve eski püskü şeylerdi. T’ai-tsung onun tok gönüllüğünü överek, Kao-ç’ang kralının altın işlemeli kılıcını ve bin top ipek verdikten başka, bir buyrukla kuzey kapısı sol garnizon müfettişi olarak atayıp, Pi krallığı dükü unvanı verdi.
A-şi-na Şo-öl, Leao-tung seferi sırasında imparatora eşlik et-ti;321 serseri bir okla yaralandı, fakat oku çekip çıkararak çarpışmayı sürdürdü. Komutasındaki askerlerin hepsi de cesur ve muzafferdi. Dönüştü önceki unvanlarına ilaveten hung-lu yüksek kurmayı unvanıyla şereflendirildi.
321 645’de.
Yirmi birinci yıl (647) Kuan-k’iu bölgesinde ordu büyük yönetici generali unvanıyla K’i-pi Ho-li, Kuo Hiao-k’o, Yang Hung-li, Li Hai-an’la birlikte hareket etti. Bu beş general on üç T’ie-le (Tölös) kabilesi ve yüz bin Türk süvariyle K’iu-tse (Kuça) üzerine bir sefer tertiplediler. Batı Türk topraklarından geçen bu birlikler, Ç’u-mi ve Ç’u-çenlere322 karşı savaşarak, mağlup ettiler; Yen-k’i (Karaşar)ın batı tarafından gelerek Kuça topraklarına girdiler. Askerleri hiç beklenmeyen bir yerden ortaya çıkıverdiler. Kuça korkuya kapıldı.323 İmparatorluk ordusu taşlı çölde kamp kurdu. İ-çu (Hami) valisi Han Wei, bin süvariyle önden gitti. Sağ atlı muhafızlar generali Ts’ao Ki-şu da arkadan onu takip ediyordu. To-ho324 şehrine geldiklerinde Kuça kralı elli bin kişilik bir orduyla onu karşılayarak savaşa girdi. Han Wei kaçıyormuş gibi yapınca kral ordusuyla kaçanların peşine düştü. Han Wei, Ts’ao Ki-şu’nun ordusuyla birleşerek şiddetle bir savaşa tutuştu ve Ku-ça kralına ağır bir yenilgi yaşattı.
322 Kiu T’ang-şu’nun baskısında (CIX, s. 2 r°) Ç’u-çenlerden söz edilmemektedir. Sanırım kelimeyi Ç’u-yüe olarak okumak gerekiyor. Bkz. Tse-çi t’ung kien (CXCIV, s. 3 r°)in 22. çeng-kuan yılına (648) ait kayıtları: “Dokuzuncu ay, keng-ç’en günü, Kuan-k’iu bölgesi ordusunun yönetici generali A-şi-na Şo-öl [Şe-ör], Ç’u-yüe ve Ç’u-milere saldırarak, onları mağlup etti.” - Ç’u-yüeler Guçen yakınlarında yaşıyorlardı; Ç’u-miler ise Manas nehri sahillerine saçılmışlardı. A-şi-na Şo-öl [Şe-ör] bu iki kabileyi mağlup ettikten sonra U-rumçi’yi Küçük Yulduz vadisine, oradan Büyük Yulduz’a bağlayan yola saptı ve kuzeybatı yönünden Karaşar üzerine yürüdü. Karaşar ve Kuça hükümdarlarının hazırlıksız yakalanmalarına da bu saldırı sebep olmuştur.
323 Burada Karaşar Krallığı’yla ilgili olarak şu bilgileri ilave etmek gerekir: “Tse-çi t’ung kien, CXCIX, s. 3 v°): 648 yılının onuncu ayında “A-şi-na Şo-öl [Şe-ör] Ç’u-yüe ve Ç’u-mileri mağlup ettikten sonra ordusunu Karaşar’ın batı tarafından sevkederek Kuça Krallı-ğı’nın kuzeyine geçirdi. Ordusunu beş yoldan sevkedip beklenmedik bir yerden ortaya çıktı. Karaşar hükümdarı Sie-p’o A-na-çi payitahtını terkederek Kuça’ya sığındı ve batı yöresinde savunmaya çekildi. A-şi-na Şo-öl [Şe-ör] ordusunu onu takip etmekle görevlendirdi, böylece onu yakalayıp infaz ettiler. A-şi-na Şo-öl [Şe-ör], Sie-p’o A-na-çi’nin babasının yeğeni Sien-na-çun’u Karaşar kralı tayin etti.” T’ang-şu’nun Karaşar’la ilgili notunda Sien-na-çun’dan Su-p’o-çun olarak söz edilmekte ve tüm bu olaylar oldukça farklı bir şekilde anlatılmaktadır.
324 Kiu T’ang-şu’da To-ho adı geçmiyor, ama Kuça’yla ilgili bilgilerde bu kelimeye rastlıyoruz.
A-şi-na Şo-öl’ün payitahtı zaptetmesi üzerine kral hafif süvari birlikleriyle kaçtı. A-şi-na Şo-öl, Kuo Hiao-k’o’yu payitahtın başına bırakarak en seçme süvarileriyle kralın peşine düşüp altı yüz li kadar takip etti. Kral Büyük Po-huan325 şehrine bekin-mişti ve esasen bu şehir tabii savunma yapmaya elverişli şekilde engellerle çevriliydi. A-şi-na Şo-öl kırk gün süren bir muhasaradan sonra şehre girmeye muvaffak oldu; kralı esir alarak326 diğer beş büyük şehri zaptetti. A-şi-na Şo-öl [Şe-ör], sol muhafızlar komutanı K’ün Çi-fu ile diğer şehirlerin başında bulunan kişilere itaat etmemeleri halinde başlarına gelecek felaketleri, itaat etmeleri halinde ise elde edecekleri menfaatleri anlatması için gönderdi. Yetmişden fazla şehir kendiliğinden teslim oldu. Onlara imparatorluğun üstünlüğünü ve iyi niyetini anlattı. Kendi rızasıyla itaat etmeyen kimse kalmadı. Zaferleri anısına bir kitabe dikerek geri döndü.
Bu fırsattan yararlanarak Yü-t’ien (Hotan) kralına saraya bağlılığını bildirmeye gitmesi tavsiyesinde bulundu. Bu kral ordunun iaşesini temin için üç yüz at ve başka büyük baş hayvanlar hediye etti. Batı Türkleri, Karaşar ve An (Buhara) kralı, orduya iaşe sağladılar.
Kuo Hiao-k’o’nun kampında yatağı, koşum takımları ve diğer eşyaları altın ve yeşim kaplamaydı. A-şi-na Şo-öl’e de benzeri ha-diyeler sunulduysa da, o bunları reddetti. İmparator bunu öğrenince “Bu iki generalden hangisi dirayetli, hangisi dirayetsiz, artık bunu başkalarına sormaya gerek yok” dedi.
İmparator 649’da ölünce A-şi-na Şo-öl [Şe-ör] onun tabutunu korumak için bizzat mezara girerek arkasından gitmek istediyse de, Kao-tsung buna izin vermedi ve onu sağ muhafızlar baş generali seviyesine yükseltti.
On altıncı yung-hui yılı (655) öldü. Ölümünden sonra ‘devleti destekleyen baş komutan’ ve Ping eyaleti askeri kumandanı unvanları verildi. Çao’nun mezarının yanına defnedildi. Mezarının üzerindeki tümülüs Ts’un şan şeklindeydi. Ölümünden sonraki adı Yüan oldu.
Oğlu Tao-çen, sol t’un-wei baş komutanı rütbesine yükseltildi. Hien-heng dönemi (670-673) başlarında, Lo-so (Lhassa) bölgesi ikinci büyük yöneticisi unvanı verildi ve Yen-kui’yle birlikte Tibetlilere karşı savaştı. T’u-ku-hunlara yardıma giderken lüan327 K’in-ling tarafından mağlup edildi ve tüm ordusunu kaybetti. İmparatorluk buyruğu ile yargılandıysa da, hayatı bağışlandı ve sıradan bir insan olarak yaşadı.
327 Lüan kelimesi Tibet unvanı Blon’un çeviriyazımıdır.
***
Kuo Yüan-çen’in Biyografisi
Kiu T’ang-şu, XCV11, s. 2 v° vd.- T’ang-şu, CXX11, s. 10 r° vd.
Kuo Yüan-çen, Wei ilçesinde Kui-hiang asıllıydı. Tsin-şi mev-kisine yükselmiş ve T’ung-ts’ün kumandanı olmuştu. Üstün meziyetli, güçlü kuvvetliydi; kafasına göre takılır, olur olmadık şeylere pek aldırış etmezdi. Birçok kez misafirlerine hediyeler vermek için zora başvurmuş ve kumanda ettiği insanlardan binden fazlasını satmıştı. Halk ondan yaka silkiyordu. İmparatoruçi Tso-t’ien (684-704) onun şöhretini duymuş ve huzuruna çağırmıştı. Konuştuktan sonra onu oldukça güçlü buldu.
O sıralar (697) Tibetliler bir anlaşma yapmak istiyorlardı.328 İmparatoriçe Tibetlilere hediye götürme işini halletsin diye Kuo Yüan-çen’e sağ askeri muhafızlar k’ai-tsao’luğu verdi. Tibet genelkurmay başkanı lüan (blon) K’in-ling, Çin’in kuvvetlerini Dört Garnizon’dan çekmesini ve On Oklar’ın topraklarının (Çin’le Tibet arasında) taksim edilmesini istiyordu. İmparatorluk (Kuo) Yüan-çen’den bu meselede elde edilebilecek avantajları gözden geçirmek için bir fırsat yaratmasını istedi. Yüan-çen, dönüşünde saraya şu raporu sundu:
328 Bu olay 697 yılı sonbaharında olmuştur. (T’ung kien kang mu, 14. yıl se-şeng). O sıralar Tibet’in ne durumda olduğunu hatırlayalım: Tibetliler, 663’de Kuku-nor bölgesine yerleşen Tunguzlara mensup T’u-ku-hunlara karşı büyük bir zafer kazanmışlar, T’u-ku-hunların reisi No-ho-po Çin toprakları üzerindeki Leang-çu’ya sığınmıştı. 670’de ise Tibetliler Dört Garnizon’u yolup aldılar. Sie Jen-kui ve A-şi-na Tao-çen kumandasındaki bir Çin ordusu, Tibetlilerle savaşmaya gitti ve T’u-ku-hunları tekrar eski topraklarına yerleştirmeye çalıştı. Fakat imparatorluk kuvvetleri Ta-fei (Kuku-nor’un batısındaki Buhayn Göl - T’ung kien tsi lan, LIII, s. 18 r°) vadisinde ağır bir hezimete uğradı. O tarihten sonra Kuku-nor ve Doğu Türkistan’ın hakimi olan Tibetliler oldukça güçlendiler ki, zaten onların Batı Türklerinin işlerine burunlarını sokmaya başlamaları da bundan sonradır. 679’da btsanpo ölmüştü; yerine tahta çıkan halefi K’i-nu-si-nong sekiz yaşında olduğundan, Çin sarayı saldırıya geçmek için bu fırsattan yararlanmayı düşündüyse de, Tibet devletinin K’in-ling’in maharetli ellerinde olduğunu, bu yüzden bir sefer tertiplemenin ihtiyatsızlık olacağını gösteren P’ei Hing-kien’in tavsi-yesiyi üzerine fikrini değiştirdi. O sıralar Tibet toprakları (T’ung ki-en kang mu, 1. yıl yung-lung) güneyde Hindistan, kuzeyde Türklerle sınırdaştı; batıda Dört Garnizon’u işgal altında tutuyor, doğuda ise sınırları Leang (Kan-su’da şimdiki Leang-çu), Sung (şimdiki Si-ç’uan eyaletindeki Lung-an şehrine bağlı Sung-p’an kazası) ve Sui (şimdiki Si-ç’uan eyaletinin Ning-yüan kazası) ve Mao (şimdi Si-ç’uan’a bağlı Mao kasabası) bölgesine dayanıyordu. 692’de Si eya let valisi T’ang Hiu-king, K’iu-tse (Kuça), Yü-t’ien (Hotan), Su-le (Kaşgar) ve Sui-şe (Tokmak)dan ibaret olan Dört Garnizon’un istirdat edilmesi teklifinde bulundu. Bunun üzerine imparatorluk sarayı Wang Hiao-ki ve A-şi-na Çung-tsie (Batı Türkleri reisi) yönetiminde bir sefer düzenledi. Bu ordu Tibetlileri mağlup ederek Dört Garnizon’u istirdat etti. (T’ung kien kang mu, 9. yıl se-şeng). 697 yılında, Tibet hükumetinin her zaman başında olan K’in-ling, Çin’le müzakerelere başlayarak, Dört Garnizon topraklarını boşaltmasını ve On Kabile’nin [On Okların) topraklarının bölüşülmesini teklif etti. Buna göre Batı Türklerinin topraklarından beş Nu-şi-pi kabilesine ait olan en batıdaki topraklar Tibet, Tu-lu kabilelerinin toprakları ise Çin’e kalacaktı. Kuo Yüan-çen, bu teklife karşılık şu teklifi sundu: Çin, Dört Garnizon topraklarından vazgeçmeyi reddedecek, fakat Tibet’in T’u-ku-hunlardan gaspedilen Kuku-nor bölgesini iade etmesi şartıyla beş Nu-şi-pi kabilesi topraklarının Tibet’e bırakılmasını kabul edecektir. Onun bu teklifleri kabul edilemezdi, ama bunlar Çin’e zaman kazandırak ve Tibetliler arasında parçalanma topumları ekme fırsatı sağlayacaktı.
“Anladım ki, bazen avantajlı olan bir şey zarar, zararlı olan şey de avantajlar sağlayabilir. Hükumetin üstesinden gelmesi gereken şey, Tibetliler ve Mo-ç’o (Kapagan Kağan) dır. Halbuki şimdi Tibetliler bir anlaşma yapmak, Mo-ç’o da imparatorluk emirlerini kabul etmek istiyor. Bu, Orta Krallığa büyük avantaj sağlayacak gibi görünüyor; ama bu konuda yapacağımız planlarda ihtiyatlı davranmazsak, kötü bir sonuç alınacağı muhakkak. Halihazırda K’in-ling On Okları paylaşmak ve askerlerimizi Dört Garni-zon’dan ekarte etmek istiyor. Esasen herhangi bir harekete girişmek veya gevşemek için kritik bir zaman. Müzakerelere başlamak da, vazgeçmek de kolay değil. Eğer şu anda Tibetlilerin iyi niyetine kesinlikle hayır dersek, korkarım ki cephede öncekinden daha ağır felaketler yaşanacaktır. Şayet Garnizonların alınamayacağı ve birliklerin geri çekilemeyeceği düşünülüyorsa, bu durumda Tibetlilerle müzakereleri uzatmanın ve onları gevşetecek tedbirler almanın bir yolu bulunmalı. Böylece hem onların uzlaşma ümidi kırılmamış olacak, hem de kötü niyetlerini tekrar icraat safhasına koymaları önlenmiş olacaktır. Zaten Dört Garnizon yönünden bizi tehdit eden tehlike uzak, ama Kan ve Leang yönünden gelen tehdit yakındır. Berikisini elde tutma, ötekisinden vazgeçme projeleri, esasen titizlikle kombine edilmesi gereken şeylerdir. Şu anda imparatorluğun dışardaki baş ağrıları On Oklar ve Dört Garnizon, içerideki baş ağrıları ise Kan, Leang, Kua ve Su’dur.329 Kuan (-çung) ve Lung (-si) sakinleri, uzun süredir askeri karakollarda hizmet ediyorlar. Otuz yıldır devam eden bu hizmet, onların kaynaklarını ve güçlerini tüketmiştir. Farzedelim ki Kan ve Leang’da hiç hesapta olmayan bir şey vukû buldu330, o zaman buralardaki insanlar nasıl kitle halinde askere alınıp cepheye sürülebilir? Devleti yönetenler öncelikle dahili meseleleri halledip, sonra dış problemleri halletme yoluna gitmelidirler. Dış problemi halledeyim derken iç meseleye zarar verecek bir harekete girişmemelidir. Eğer dediğim şekilde hareket edilirse, Çin ve Türkler sükuna kavuşacak, barış ve refah korunabilecektir. K’in-ling’e gelince, onun dediği şu: “Dört Garnizon bizim kabilelerimize sınırdaştır; biz, Han’ın (Çin’in) sinsice bizi işgal etmesinden korktuğumuz için bu talepte bulunuyoruz.” Esasen bu, Tibetliler için hayati bir konudur. Diğer yandan, Ts’in-hai (Kuku-nor) T’u (ku-)hunları Lan331 ve Şan332 ilçelerine çok yakınlar. Yakın geçmişte Han (Çin) için gerçek tehlike bunlardı. Bu noktada da hükumetimiz için önemli hususlardandır. Bu durumda K’in-ling’e verilecek cevap şu olmalı: “Devletimizin Dört Garnizon’u elde tutması cimriliğindendir. Esasen biz onları, barbar krallıkların güçlerini bölmek için onlar karşısında önemli bir pozisyon yakalamak, onlar kuvvetlerini bir araya getiremesinler ve bize karşı doğu yönünden bir işgal hareketi gerçekleştirmesinler diye kurduk. Eğer şimdi onları barbarlara bırakırsak, onlar tekrar güçlenir ve doğuda kolayca kargaşa çıkarırlar. Eğer gerçekten doğu yönünden bir işgalde bulunma niyetiniz yoksa, T’u (-ku-)hun kabilelerini ve aynı şekilde Ts’ing-hai (Kuku-nor) bölgesini Han’a (Çin’e) iade edin; buna karşılık biz de Se-kin kabilelerini333 Tibetlilere veririz.” Bu cevap K’in-ling’in ağzını kapatmaya yetecek ve böylece müzakereler tamamıyla kopmamış olacak. Eğer K’in-ling çekimser davranırsa, sıkıntıya düşecek olan kendisidir. Kaldı ki, batı sınırlarındaki değişik krallıklar uzun yıllardır dost ve müttefikimizdir. Tibetlilerin söz konusu olduğu aynı günde onların duygu ve sadakatlerini tartışmak söz konusu bile olamaz. Şu anda onların tutumlarında neyin lehimiz veya aleyhimizde olduğunu henüz bilmiyoruz. Ayrıca onların gerçek duygularını da henüz öğrenebilmiş değiliz. Eğer uzaktan bir ayırım yaparsak, bu farklı krallıkların düşüncelerini zedelemiş oluruz. Bu, bize hükümranlık sağlayacak uzun vadeli bir hesap olamaz.” (İmparato-riçe) Tso-t’ien bu tavsiyelere kulak astı.
329 Bu yerler, günümüzde Kan-su’da aynı adla bulunmaktadır. Bu yönden Çinlileri tehdit eden tehlike Kuzey Türkleri kağanı Kapa-gan’dan geliyordu. Çünkü ikinci çen-lung yılının (706) on ikinci ayında Kapagan Kağan Ming-şa şan (Kua-çu’nun on li güneyinde) açıklarında Şa-ç’a Çung-i (Çaça-sengün, Kül Tegin kitabesinde Çu-ça tsiang-kün veya General Çaça; bkz. Thomsen, age., s. 109) kumandasındaki Çin ordusuna ağır bir yenilgi tattırdığı için bu tehlike bir vehim değildi.
Kuo Yüan-çen ayrıca imparatoriçeye şunları söyledi: “Kanaatim odur ki, Tibet halkı, uzun zamandan beri uygulanan angaryalardan ve askerlik hizmetinden bıkıp usanmıştır. Hepsi acil barış istemektedir. Başkumandan lüan (blon) K’in-ling Dört Garnizon topraklarını ayırarak orada askerlerinin başında hakim-i mutlak olmak isterdi. Dolayısıyla (Çin’e karşı) dostâne bir davranış sergilemek istemez. Eğer elçilerimiz her yıl barış teklifiyle gider, karşılıklı evlilik teklifinde bulunurlar ve K’in-ling de bu teklifleri sürekli elinin tersiyle iterse, o zaman bu barbarlar K’in-ling’e karşı her geçen gün daha da artan bir kin besleyecek ve gün geçtikçe imparatorluğumuzun sunduğu nimetlerden yararlanmayı daha çok ümit edeceklerdir. Böyle bir durumda eğer K’in-ling önemli miktarda kuvvet toplamaya kalkışırsa, çok zorlanacaktır. Düşmanlarımız arasına yavaş yavaş nifak tohumları ekmenin, hükümdarlar ve tebaalarının arzularının hilafına ortaya çıkacak engellere karşı tepki göstermelerini sağlamanın yolu budur.” İmparatoriçe Tso-t’ien onun bu sözlerini tüm kalbiyle tasdikledi.
O günden itibaren yıllarca Tibetliler arasına nifak tohumları saçıldı. Prensler ve tebaaları sonuçta birbirlerinden şüphelenmeye ve zıtlaşmaya başladılar. Lüan (blon) K’in-ling de bu yüzden öldürüldü. Kardeşi Tsan-p’o ve hatta ağabeyinin oğlu Mang-pu-çi gelerek bağlılıklarını bildirdiler (699); İmparatoriçe Tso-t’ien ayrıca Ku Yüan-çen’i Ho-yüan ordusu büyük komiseri Fu-mung Ling-k’ing’le birlikte süvarilerin başında onları karşılamakla gö-revlendirdi.334 Bir sonraki yıl (700) Tibetli General K’ü Mang-pu-çi ordusunu harekete geçirerek bazı faaliyetlere başladı. Leang eyalet genel valisi T’ang Hiu-king, birlikleriyle onu karşılayıp mağlup etti.335 Kuo Yüan-çen bu münasebetle yaptığı planların uygulanışına bizzat iştirak etti ve aldığı tedbirlerden dolayı çu-k’o-lang-çung unvanı aldı.
334 Btsanpo K’i-nu-si-nong’un 679’da sekiz yaşındayken tahta çıktığını yukarıda görmüştük. O büyüyünceye kadar K’in-ling ve kardeşleri hükumeti yönettiler. Btsanpo yetişkin çağına gelince, 699’da K’in-ling’in bulunmayışından faydalanarak iktidarı ele almak istedi ve onlara taraftar olan iki binden fazla kişiyi öldürttü. K’in-ling intihar etti; kardeşi Tsan-p’o kendisine bağlı binden fazla adamı ve kardeşi Kung-jen’in yönettiği yedi binden fazla T’u-ku-hun ailesiyle birlikte Çin’e bağlılıklarını bildirmeye geldiler. (T’ung kien tsi lan, 16. yıl se-şeng).
335 Bu zafer, 700 yılında, Kan-su eyaletine bağlı Leang-çu vilayeti sınırları içindeki P’ing-fan kazasının kuzeybatısındaki Hung-yüan geçidinde kazanılmıştır. (T’ung kien..)
Birinci ta-tsu yılında (701) Kuo Yüan-çen, Leang eyalet genel valisi ve askeri işler ve Lung-yu eyaletlerinden sorumlu büyük komiseri olarak atandı. Daha önce Leang eyaletinin sınırları kuzeyden güneye dört yüz li’den fazla değildi. Bu bölge Türkler ve Tibetliler arasında sıkışıp kaldığı için, bu iki soyguncu halk yıllarca ani baskınlar düzenleyip şehir kapılarına kadar dayanmışlar, halkı canından bezdirmişlerdi. Kuo Yüan-çen, ilk önce bölgenin güneyine açılan koridoruna Ho-jung şehrini336 kurdu. Ayrıca kum çölünün ortasında, kuzey sınırı üzerinde bu önemli geçitleri kontrol altında tutmak için Pe-t’ing karakolunu337 kurdu. Eyalet topraklarını 1500 li genişletti ve böylece barbar haydutlar şehir kapılarına kadar varamadılar. Yüan-çen, Kan eyalet valisi Li Han-t’ung’a askeri koloni kampları kurmasını, toprak ve sudan azami ölçüde yararlanmasını emretti. Eskiden Leang ayeletinde on teneke tohum alabildiğince anormal fiyatlarla satılırken, Li Han-t’ung’un organizasyonu sayesinde uzunca bir zamandır öylesine bol mahsul alındı ki, bir top ipekle yüzlerce teneke tohum alınabilir oldu ve ayrıca onlarca yıl ordunun tahıl ihtiyacı karşılandı. Yüan-çen fazilet sahibiydi ve iyi bir yöneticiydi. Leang eyaletinde bulunduğu beş yıl zarfında, barbarlar ve Çinliler ondan çekinip, saygı duydular; emirleri yerine getirilmiş, savunduğu şeyler gözetilmişti. Kırlar sığır ve koyunlarla dolmuştu; yolda başıboş dolaşan hayvanlara kimse dönüp bakmazdı.
336 Bugünkü Kan-su eyaletinde Leang-çu vilayetine bağlı Ku-leang kazası. (Tung kien... )
337 Kan-su eyaletinde, Leang-çu vilayetine bağlı Çen-fan kazasının kuzeyinde.
Şen-lung döneminde (705-706) Yüan-çen sol cesur muhafızlar generali ve aynı zamanda An-si (Kuça) büyük müfettiş askeri valisi derecesine kotarıldı. Bu sırada Batı Türklerinin Wu-çi-le isimli reisine bağlı kabileler güçlenmiş ve refah seviyeleri yükselmişti. İmparatorlukla dostâne ilişkiler kurmak amacıyla Çin sınırına gelmişlerdi. Kuo Yüan-çen, Wu-çi-le’nin kampına gelerek, askerî konularda görüşmelerde bulundu. O günler çok kar yağıyordu. Yüan-çen, çadırın önünde dikilmiş Wu-çi-le’yle tartışmaya devam ediyordu. Bir ara kar yoğunlaştı ve buz gibi bir ayaz çıktı. Yüan-çen yerinden ayrılmıyordu, ama yaşlı Wu-çi-le soğuğun şiddetine dayanamadı ve görüşme bittiğinde ruhunu teslim etti. Yüan-çen’in kasten babasının ölümüne sebep olduğunu düşünen oğlu So-ko, adamlarını silahlandırıp ona saldırmaya karar verdi. Komiser yardımcısı ve yü-şi-çung-ç’eng Kie Wan bu planı öğrenerek Yüan-çen’i gece kaçmaya teşvik ettiler. Yüan-çen şu cevabı verdi: “Ben, başkalarına karşı samimi ve âlicenap davrandım. Neden benden şüphe etsinler ve neden ben onlardan korkayım ki?! Kaldı ki barbarların arasında ve ülkelerinin tam ortasında-yım, nereye kaçabilirim ki?” Sonra sakin bir şekilde çadırında uyudu. Ertesi gün bizzat barbar şefin otağına vardı ve oldukça mahzun bir şekilde babasının ölümü için başsağlığı diledi. Matem elbisesi giyerek, cenaze için gerekli hediyeleri verdi. So-ko onun dürüstlüğünden ziyadesiyle etkilendi ve kendisiyle tekrar iyi ilişkiler kurdu. Daha sonra elli at ve ülkesinin ürünlerinden sunmak üzere bir elçi gönderdi. Bir imparatorluk fermanıyla (Kuo Yüan-çen Kin-şan bölgesi ordusunun büyük yönetici generali tayin edildi.
Daha önceleri So-ko’nun A-şi-na K’ü ç’o (kül çur) Çung-tsi-e338 ile arası iyi değildi. Defalarca birbirlerine saldırıp yağmala-mışlardı. Kül çur’un askerleri sayıca az ve zayıftı, yavaş yavaş mücadeleden çekildiler. Kuo Yüan-çen saraya bir rapor sunarak Kül çur’a hassa muhafızları arasına girmesi ve halkını yaşamakta oldukları yerlerden Kua ve Şa ilçelerine götürmesi için baskı yapılmasını istedi. İmparatorluk bu teklifi olumlu buldu. Kül çur yola koyuldu ve Po-sien şehrine varınca, sağ yenilmez muhafızlar generali ve levazım komiseri unvanları taşıyan Çeu İ-ti’yle karşılaştı. İ-ti ona şöyle dedi: “Ey Prens, eğer hükumetimiz size yüksek rütbeli bir kişi ve önemli bir şahıs olarak muamele ediyorsa, bunun sebebi boylarınızı yönetiyor olmanız ve emrinizde pek çok savaşçının bulunmasıdır. Eğer saraya şimdi tek başınıza giderseniz, sıradan bir yaşlı barbar olacaksınız [muamelesi göreceksiniz] Hangi saray görevlisi sizi gördüğüne sevinecek? Yalnızca resmi unvan ve mali destek almakta güçlük çekmeyeceksiniz, ama korkarım ki hayatınız dahi bu kimselerin elinde tehlikeye düşecektir. Şu anda danışmanlıklar, hükumette tüm ipleri ellerinde tutan Tsung Ç’u-k’o ve Ki Ç’u-na’nın elindedir. Neden yola çıkmadan önce yanınızda misafir edip değerli hediyelerle gönüllerini almak suretiyle bu iki üst düzey yetkili kazanmıyorsunuz? Ayrıca onlardan An-si’den asker göndermelerini ve keza Tibetlilerin So-ko’ya saldırmalarını temin etmelerini isteyebilirsiniz. On Okları kendisine çekmesi için A-şi-na Hien’in kağan olarak atanmasını, asker toplaması, ordunun ihtiyacı olan atları temin etmesi için Kuo K’ien-kuan’ın Fergana’ya gönderilmesini isteyebilirsiniz. Böylece hem düşmanınızdan intikamınızı alır, hem de boylarını bir arada tutmayı başarabilirsiniz. Yapılacak bu işlerle bir başkasından emirler almak için saraya gitmek nasıl aynı kefeye konulabilir?”
338 So-ko ile A-şi-na Çung-tsie arasındaki ihtilaf konusunda bkz. s. 4344. A-şi-na Çung-tsie, şüphesiz 692’de Çinli general Wang Hiao-ki ile birlikte Tibetlilerin ve sözde Batı Türk kağanı A-şi-na T’ui-tse’nin üzerine yürüyen reisin adıdır.
Kül çur bu sözlere hak verdi. Birliklerini harekete geçirerek, Hotan’a bağlı K’an şehrine339 saldırıp zaptetti. Altın, değerli eşyalar ve ganimetler toplayarak, dolaylı yoldan Tsung Ç’u-k’o ve Ki Ç’u-na’ya hediyeler sunmak için temsilciler gönderdi.
339 T’ang-şu’da (XLIII, b, s. 15 r°) “Hotan’ın 300 li doğusunda K’an şehir garnizonu bulunur.” Aynı pasajda birkaç satır sonra aynı şehir
şeklinde geçmektedir.
Onun projelerini öğrenen Kuo Yüan-çen, hemen saraya şu mealde bir rapor sundu: “Daha önce Tibetlilerle çekişmelere On Oklar ve Dört Garnizon konusundaki ihtilaflar sebep oldu. Hükume-timiz bunları onlara bırakamazdı ve dolayısıyla onlarla (Tibetlilerle) dostâne ilişkiler kuramadı. Şimdi, şayet Tibetliler bizi işgal etmiyor ve bize rahatsızlık vermiyorlarsa, bunun sebebi hükumeti-mizden dostluk mesajları almamaları değil, sadece krallıklarında-ki bazı komutanların ve Ni-p’o-lo (Nepal) ve (P’o-lo-)men (Brah-man=Hintliler)340 gibi kendilerine bağlı devletlerin birbirlerine düşman hale gelmeleridir. Bu yüzdendir ki tsan-p’u (btsanpo) güneydeki bir askeri seferi idare etmek için bizzat gitmiş, bir düşman sarayında ölmüştür. Bu krallık ciddi iç karışıklıklar geçiriyor; baş hanımım oğluyla diğer hanımların oğulları taht kavgasına tutuştular; generaller ve danışmanlar iktidar kavgasındalar ve birbirlerine karşı sürekli katliamlar düzenliyorlar. Bu arada, insanlar ve evcil hayvanlar arasında baş gösteren hastalıklar ve yorgunluklar sebebiyle kaynakları ve güçleri bitip tükenmiş bulunuyor. Ne beşeri şeyler, ne de tabiat onların isteklerine cevap vermedi. Bu yüzden iradeleri kırıldı ve Han (Çin) ile uyum içinde yaşadılar. Ama bu, onların On Oklar ve Dört Garnizon konusundaki niyetlerinden vazgeçtikleri anlamına gelmez. Hele bir yeterli güce erişsinler, hemen yine olur olmadık şeyler için bizimle didişmeye, barışı bozmaya girişeceklerdir. Kalabalık ordularını üzerimize salacak, bizi yutmak veya mahvetmek için geleceklerdir. Eninde sonunda olacak olan budur. Hükumetimizin ana planlarını nazar-ı itibare almayan Çung-tsie [Kül çur], şimdi sadece Tibetlileri yöneteceklerin şefi olma teklifinde bulunuyor. Korkarım ki Dört Garnizon’u felakete götürecek prensip de buradan kaynaklanıyor. Son olarak, Mo-ç’o’nun (Kapagan Kağan’ın) saldırganlıklarına karşılık vermek zorunda olduğumuz yerler ve aynı zamanda uzun yıllardır Dört Garnizon ordularının uğradığı zaaf yüzünden, meseleleri Çung-tsie lehine düzenleyemedik, ama bu, Tu-k’i-şilere (Türgişlere) sempati beslediğimiz anlamına gelmez.341 Bizim iç ve dış politikada sergilediğimiz tavırları anlamayan Çung-tsie, Tibetlileri yanına aldı.Tibetliler projelerini gerçekleştirdiklerinde, Çung-tsie onların eline düşecek. Bu arada Tibetlilerin tekrar Han’ın (Çin’in) hizmetine girecekleri var sayımını ele alalım. Birkaç yıl önce Tibetliler bize hiçbir hizmet sunmuyor, ordularını hükumetimizin emrine vermiyorlar; ama buna rağmen On Oklar ve Dört Garnizon konusundaki iddialarını sürdürüyorlardı. Eğer şimdi kuvvetlerini bizimkiyle birleştirip, hizmetimize girerlerse, muhtemelen daha sonra bizden Hotan ve Kaşgar’ı kendilerine vermemizi isteyeceklerdir ki, şahsen ben hangi sebebe binaen böyle bir talebe hayır diyebileceğimizi bilmiyorum. Diğer yandan Tibet içindeki bazı barbar kabileler ve keza P’o-lo-menler (Hintliler) ve diğer krallıklar fiilen Tibetlilere karşı isyan etmiş bulunuyorlar. Eğer Tibetliler hiç beklenmedik bir şekilde bu isyanları yatıştırmak için bizden yardım isterlerse, hangi sebebe binaen bu taleplerini geri çevireceğimizi bilmiyorum. İşte size eski bilgelerin neden İ ve Ti barbarlarının kendilerine durup dururken yardım etmesini istememelerinin sebebi. Onlar, barbarların gücünden faydalanmayı istemediklerinden değil, arkasından onların aşırılıklarından ve tatmin olmaz taleplerinden, Orta İmparatorluğu sıkıntıya sokmalarından korktukları için yardım talebinde bulunmamışlardı. Kısacası, benim naçiz kanaatime göre, Tibetlilerin gücünden faydalanmanın gerçekte hiçbir avantajlı yanı yoktur. Bir diğer yandan eğer A-şi-na Hien’in kağan olarak atanması teklif ediliyorsa, bunun sebebi Hien’in kağan soyundan gelmesi ve iktidara gelir gelmez On Okları yanına çekip hükmedeceği düşünüldüğü için değil midir? Fakat Hien’in babası Yüan-k’ing, amcası Pu-lo, kardeşi T’ui-tse, keza Hu-şe-lo ve Huai-tao da kağanların soyundan değiller miydi? Vaktiyle Dört Garnizon’un Çinli valisi, yabancı beylerin yönetimi altındaki On Okların huzurlu olmadıklarını düşünerek, bir fermanla Yüan-k’ing’e kağan unvanı verilmesini teklif etmişti, fakat (beklenenin) aksine Yüan-k’ing On Okları yanına çekip, yönetmeyi ve kalplerini kazanmayı başaramadı. Elbette ki bu yüzden Yüan-k’ing haydutlar tarafından mağlup edildi ve Dört Garnizon nihai olarak kaybedildi. Tsung-tsie, son yıllarda Hu-şe-lo ve Huai-tao’nun kağan tayin edilmesi teklifinde bulundu; ama onlar da On Okları kendilerine çekip yönetemediler. Bu yüzden Tokmak yıllarca kuşatma altında kaldı ve askerlerimiz açlıktan kıvrandılar. Kaldı ki, şu son yıllarda Tibetliler de birer fermanla sırayla T’ui-tse ve keza Pu-lo ve Pa-pu’ya kağan unvanı verdiler; ama bunlar da On Okları kendilerine çekip kazanamadılar. Tüm bu insanlar kendilerini zayıflatıp, ortadan yok oldular. Bunun sebebi nedir? Bunun sebebi, kağanların soyundan gelen bu kişilerin tebaalarını dirayetle yönetecek vasıflara sahip olmamaları, iyi niyetle ve adilâne hareket etmemeleriydi. Dolayısıyla insanlar kalplerini onlara açmadılar. Onlar, iktidara geldiklerinde, On Okları kendilerine çekip desteklerini alamadılar. Yaptıkları tek şey Dört Garnizon’un ağır bir yara almasına yol açmak oldu. Görüldüğü kadarıyla bir fermanla kağanların soyundan gelen birini başa getirmek, artık On Okları kazanmak için başvurulacak bir metot değildir. İmdi; Hien’in dirayet ve adaletinin babasının ve ağabeyininkilere denk olmaktan çok uzak olduğunu anlamış bulunuyorum. Şu ana kadar dirayet ve prestijini ortaya koyamamış birisi, ne yapıp da insanların kalbini kazanacak ve kendilerine gelmesini temin edecektir? Eğer askeri gücümüzü devreye sokarsak ve şayet şartlar da bu ülkeyi zaptetmemize imkan verirse, o zaman On Okları kendimize çekip yönetmeye muktedir olabiliriz; ama bunun için kağanların soyundan gelen birine asla ihtiyacımız yok. Bir diğer yandan Çung-tsie, ordunun ihtiyacının karşılanması ve asker toplanması için Kuo K’ien-kuan’a Pa-han-na (Fergana)ya girilmesi emrinin verilmesini arzu etmektedir. Halbuki şu son yıllarda Kuo K’ien-kuan zaten asker ve at toplamak amacıyla Çung-tsie’yle birlikte Fergana’ya gitmeyi kendine vazife edindi. O sıralar ben Su-le’de (Kaşgar’da) idim ve konuyu araştırırken onların birlikler için bir tek asker bile bulamadıklarını öğrendim. Pa-han-na (Fergana) barbarları, onların faaliyetlerini desteklemek yerine, güneyde T’u-po (Tibetliler) ile birleştiler ve Dört Garnizon’u talan etmek için T’ui-tsi’yi başlarına geçirdiler. Ayrıca (Kuo) K’ien-ku-an’ın bu ülkeye geldiği sırada, o civarda Pa-han-na (Fergana)nın ittifak sağlayabileceği hiçbir barbar yoktu. Kuo K’ien-kuan ise hayallerinin peşinde koşarak sanki kimsenin yaşamadığı bir ülkede tek başına imiş gibi soydu ve yağmaladı. Bu yüzdendir ki Fergana halkı kendisini korusun diye T’ui-tsi’yi başa getirdi. Bu ülke şimdi güçlü barbar reisi So-ko’ya sahip. Kuo K’ien-kuan ve adamlarının batıya geldiklerini öğrendiklerinde, So-ko’yu yardıma çağıracak; içeride surlarının ve istihkamlarının arkasına bekinecek, dışarıdan ise Türkler onları savunmak ve korumak için gayret göstereceklerdir. Kesinlikle göreceğiz ki, Kuo K’ien-kuan ve adamları artık geçmişte olduğu gibi keyiflerince hoyrat davranışlar sergi-leyemeyecekler; içte ve dışta karşılaştıkları düşman yüzünden bu tehlikeli yolda kendilerini kaybedeceklerdir. Elde edecekleri tek sonuç, barbarlarla hasmâne ilişkiler kurmak ve Dört Garnizon’u zayıflatmak olacaktır. Konu üzerinde düşündükten sonra, edindiğim nâçiz kanaate göre, sanırım ortada uygulanacak bir plan yok.” Bu dilekçe saraya sunulduysa da, itibar edilmedi.
340 Kiu T’ang-şu’da (CXCVI, a, s. 4 r°) şöyle deniliyor: “Bir yıl sonra (703) Tibetliler bir elçi daha göndererek evlilik akdi için bin at ve iki bin ons altın sundular. (İmparatoriçe) Tso-t’ien teklifi kabul etti. Bu sırada güney sınırında Ni-p’o-lo (Nepal) ve (P’o-lo-) men (Brahmanlar) gibi Tibet’e bağlı krallıkların tamamı isyan etti. Btsanpo onlarla savaşmaya bizzat gitti ve çarpışmalar sırasında öldü. Bazı oğulları taht kavgasına tutuştular. Halk, K’i-nu-si-nong’un o sıralar yedi yaşındaki oğlu K’i-li-şu-tsan’a btsanpo unvanı verdi. Çung-tsung’un birinci şen-lung yılında (705) bir Tibet heyeti (K’i-nu-si-nong’un) ölümünü haber vermeye geldi.”
341 Veya: Bu, bizim Çung-tsie’ye karşı So-ko’nun yanında olduğumuz anlamına gelmez.
Tsung Ç’u-k’o ve diğerleri Kül çur’dan hediyeler aldıktan sonra aralarında görüşerek şu karara geldiler: Yü-şi-çung-ç’eng görevleriyle yükümlü Fung Kia-pin, bir komutanlık armasıyla birlikte Kül çur’a güvence vermeye gidecek; imparatorluk mührüy-le mühürlenmiş bir mektup götüren yü-şi Lü Şu-su Dört Garni-zon’a yerleşerek Kuo Yüan-çen’e danışmanlık yapacak; Kan, Le-ang ve daha batıdaki bölgelerde asker toplama yetkisiyle An-si askeri vali yardımcısı tayin edilen Niu Şi-tsiang, aynı zamanda Tibetlileri So-ko’ya karşı savaşmaya davet edecek.
Saraya at sunmak için So-ko tarafından gönderilen Suo-la, Ç’u-k’o’nun projelerini öğrenince So-ko’ya haber vermek için apar topar döndü. So-ko, aynı gün, An-si’den (Kuça’dan) beş bin, Po-huan (Yeke-arık)dan beş bin, Yen-k’i’den (Karaşar’dan) beş bin ve Su-le’den (Kaşgar’dan) çıkan beş bin süvariyi savaşa hazırladı. O sırada Yüan-çen Kaşgar’da, etrafı kazıklarla takviye edilmiş nehir kalesindeydi, yerinden ayrılmaya cesaret edemedi. Kül çur da Ki-şu342 nehir kalesindeydi ve Feng Kia-pin’le görüşmeyi bekliyordu. So-ko’nun aniden ortaya çıkan kuvvetleri Kül çur’u canlı yakalayıp, Kia-pin ve adamlarını öldürdüler. Lü Şu-su perişan halde bulduğu uzak bir şehre vardı. So-ko askerleri Niu Şi-tsiang’ı da Ho-jao şehrinde öldürdüler ve An-si’yi ele geçirdiler (708). Dört Garnizon’a giden yol kesilmişti.
342 Pei-şi (XCVII, s. 6 r°) Kuça’nın 300 li güneyinde doğu yönünde akan Ki-şu adında büyük bir nehir bulunduğunu kaydetmektedir. Bu tanımlama, Sü Sung’un da doğru tespit ettiği gibi, (Si yü şui tao ki, II, s. 8 v°) Ki-şu nehrini Kuça’nın güneyinde Tarım’a verilen Er-kü nehriyle özdeşleştirme imkanı vermektedir. Metindeki kare şekli müstahkem bir kaleye işaret ediyor almalı, kale nehir yakınında olduğu için Ki-şu nehir kalesi denmiştir.
(Tsung) Ç’u-k’o, saraya bir dilekçe vererek Kuo Yüan-çen’in yerine Çeu İ-ti’nin kumandan tayin edilmesini, ortadan kaldırmayı tasarladığı Yüan-çen’in geri çağrılmasını, A-şi-na Hien’in On Okların kağanı olarak atanmasını ve So-ko’nun dizginlenmesi için Yen-k’i’ye (Karaşar’a) bir ordu yerleştirilmesini istedi.
So-ko, Yüan-çen’e şu mealde bir mektup gönderdi: “Esasen benim Çin’e karşı bir düşmanlığım yok. Bizim düşmanımız sadece Kül çur’dur. Halbuki başbakan Tsung (Ç’u-k’o) Kül çur’-dan altın aldıktan sonra benim kabilelerimi haksız yere kırma kararı aldı. Çung-ç’eng Feng (Kia-pin) ve askeri vali Niu (Şi-tsi-ang) birbiri ardı sıra geldiler. Ben ve adamlarım elimiz kolumuz bağlı ölümü beklemeli miydik? Ayrıca Şe Hien’in gelmek istediğini duyuyorum; bu, askeri karakollarda ve eyaletlerde sadece kargaşa ve sıkıntıya sebep olacaktır. Korkarım ki, artık barış dolu günler geride kalmıştır. Büyük komiser, sizden ricam bu meseleleri halletmenizdir.”
Kuo Yüan-çen, So-ko’nun meselesini arzetmek için saraya bir rapor sundu. Bu rapora kızan Tsung Ç’u-k’o, Yüan-çen’in saçma projeleri olduğunu belirten bir dilekçe verdi. Bunun üzerine Yüan-çen, oğlu Kuo Hung’u dolaylı yoldan olup bitenleri izah etmek için gönderdi. Sonunça Çeu İ-ti suçlu bulundu ve Pe ilçesine sürgün gönderildi. Arkasından Yüan-çen İ-ti’nin yerine tayin edildi; So-ko’nun suçları bağışlandı ve bir fermanla on dört bo-yun343 kağanı ilan edildi. Kuo Yüan-çen saraya bir rapor sunarak Batı bölgesinin henüz sakinleşmediğini ve ortalığın yatıştırılması için bir şeyler yapılması gerektiğini belirtti. Sonra orada kaldı ve başkente tekrar gelmeye cesaret edemedi. Bu olaylar üzerine Tsung Ç’u-k’o ve hempâları ölüm cezasına çarptırıldılar. Jui-tsung tahta çıktığında (710) (Çuo Yüan-çen’i) getirtti ve in-ts’ing-kuang-lu-ta-fu seviyesine çıkararak t’ai-pu-k’ing ilan etti.
343 On dört boy tanımı başka hiçbir yerde geçmemektedir.
İkinci king-yün yılı (711), çung-şu yönetiminde üçüncü dereceden bir memur olarak, Sung King’i iç işlerinden sorumlu bakan başkanlığına getirdi. Kısa süre sonra savaş işleri bakanlığı başkanı görevine getirildi ve Kuan-t’ao kazası fahri dükü unvanı aldı. Bu sırada Kua Yüan-çen’in yaşlı babası (Kuo) Ngai, kendi kasabasında yaşıyordu; ona Tsi eyalet valisi unvanı verilmek istendiy-se de, evvelce olduğu gibi emekli olarak kaldı. O yılın kış aylarında Kuo Yüan-çen, Wei An-şi, Çang Yüe ve diğerleriyle birlikte hükumette görev almaktan vazgeçtiler.
Birinci sien-t’ien yılı (712) (Kuo Yüan-çen) Şo-fang askeri karakolu büyük yönetici generali atandı. Orduların sefer sırasında toplanabilecekleri bir yer olması için ilk defa çevresi surla çevrili Ting-yüan şehrini kurdurdu. Şu anda dahi şehir bu amaçla kullanılmaktadır.
Yüan-çen, bir sonraki yıl (713) çung-şu yönetiminde üçüncü dereceden memur sınıfına yükseltildi. Sonra Siao Çi-çung, Tu Huai-çeng ve diğerleri, Prenses T’ai-p’ing tarafını tutarak gizli bir isyan hazırladılar. Hsüan-tsung, asileri bastırmak için yü-lin hassa birliklerini gönderdi. Jui-tsung, ç’eng-t’ien kapısının üzerine çıktı ve Kuo Yüan-çen askerlerinin başına geçerek bizzat imparatoru korudu.344 İsyan yatıştırılıp, alınması gereken tedbirler tartışıldıktan sonra, Kuo Yüan-çen Tai Krallığı’nın fahri dükü unvanıyla ödüllendirildi, dört yüz ailelik bir dirlikten başka, bin parça ipek hediye edildi.
344 Bkz. Tse-çi t’ung kien, birinci k’ai-yüan yılının 6. ve 7. ayları (713) ve Gaubil, Abrege de l’histoire, t. XVI, s. 5-6 - Prenses T’ai-p’ing, 712 yılında oğlu İmparator Hsüan-tsung lehine tahttan feragat eden Jui-tsung’un özbeöz kızkardeşiydi.
Daha sonra bir imparatorluk fermanıyla aynı sırada yü-şi-ta-fu ve imparatorluğu Türklere karşı birleştirmesi için Şo-fang büyük yönetici generali yapan başkomutan arması sahibi olarak atandı. Yola çıkmadan önce, Hsüan-tsung Li dağında askeri talimler yaptırdı. Birlikleri düzenli olmadığı için Kuo Yüan-çen hatalı bulundu ve ibret olması için büyük sancağın dibinde infaz edilmesine hükmolundu. Liu Yu-k’iu ve Çang Yüe imparatorun atının dizginini tutarak “Kuo Yüan-çen ülkeyi savunup, yardımcı olmak için mükemmel tedbirler almıştır; suçu ne olursa olsun affedilmesi gerekir” dediler. Böylece suçu bağışlandı ve Sin ilçesine sürgün edildi.
Fakat bilâhare sabık hizmetleri göz önünde tutularak Jao eyaleti se-ma’lığına getirildi. Ününe son derece güvenen Yüan-çen, ideallerini gerçekleştiremediği için oldukça üzüldü. Yolda hastalanıp öldü. Onunucu k’ai-yüan yılı (722) kendisine “imparatorluk mirasının ikinci muhafızı” nişanı verildi ve anısına yirmi bölümlük edebi eserler yazıldı.
***
IV
BUDDİST HACILAR
Prabhâkaramitra’nın Biyografisinden
Siü kao seng çuan, III, s. 1 r°
Merkezi Hindistan din adamlarından olan Prabhâkaramitra (bkz. Bunyiu Nanjio, Catalogue, Appendix II, n. 132), kuzeyli barbarları kendi dinine döndürmeye karar vermişti; “böylece kimi kilise adamı, kimi laik on yol arkadışıyla birlikte, adım adım kuzeye doğru ilerledi. Batı (Türklerinin) kağanı Şe-hu’nun askeri kampına geldi. Ona Buddizm ilkelerini öğreterek teşvik etti. Henüz on gün geçmeden, barbar hükümdarın kendisine itimat ettiğini ve oldukça itaatkâr olduğunu gördü. (Şe-hu Kağan) her gün (Prabhâkaramitra ve yol arkadaşlarına) yirmi kişilik gıda maddesi veriyor, sabah akşam hürmetli bir şekilde hediyeler sonuyordu. (Prabhâkaramitra’nın) dindar ve laik yol arkadaşları, fevkalade bir muamele görüyorlardı. Her geçen gün daha çok güleryüz ve daha fazla hürmet gösteriliyordu. Dokuzuncu Wu-ti yılı (626), Kao-p’ing kralı barbarlara elçi olarak gitmek için Çin’den hareket etti. O ve Prabhâkaramitra bu şartlar altında görüştüler. (Prabhâ-karamitra), bu fırsattan yararlanarak doğuya gitmeye hazırlanıyordu; ama Şe-hu ve adamları onu alıkoyarak gitmesine izin vermediler. (Kao-p’ing) kralı durumu bir raporla imparatora bildirdi. İmparator ise Prabhâkaramitra’yı yanına çağıran bir ferman çıkardı, böylece o, Kao-p’ing’in refaketinde imparatorun yanına gitti ve aynı yılın (626) on ikinci ayında başkente vardı.
Batı Türkleriyle ilgili bilgileri aktarırken, Çin sarayından bir kızla evlenme talebinde bulunan Türk hükümdarının isteğini tartışmak için imparator tarafından T’ung şe-hu Kağan’ın otağına gönderilen Kao-p’ing kralı Tao-li’den söz edildiğini görmüştük. -Prabhâkaramitra ve yol arkadaşlarının T’ung şe-hu Kağan nez-dinde elde ettikleri başarı, Hsüan-tsang’ın dört yıl sonra bu prensden gördüğü hüsn-ü ikbali açıklamaktadır.
***
Hsüan-tsang’ın Hayatı ve Hatıraları’ndan
Burada, Batı Türkleri konusunda Hsüan-tsang’ın hayatı ve se-yahatleriyle ilgili yazılar arasına serpiştirilen vakıaları bir araya toplamayı tasarlıyoruz. Bu yazıların ana kısımları, bu hacıyı bizzat tanıyan din adamı Hui-li’nin kaleme aldığı ve Yen-ts’ung’un 688’da notlarla birlikte istinsah ettiği Hsüan-tsang biyografisinden, diğer kısımları ise Pien-ki’nin 648’de Hsüan-tsang’ın notları ve rivayetleri üzerine kaleme aldığı Si yü ki’den (Batı Ülkeleriyle İlgili Hatıralar’dan) oluşmaktadır. Bu iki eser Stanislas Julien tarafından çevirilmiştir ve ben yeri geldiğinde gerekli tashihler yaparak onun çevirisini tercih ediyorum.
Hsüan-tsang, üçüncü çeng-kuan yılının (639) sekizinci ayında Ç’ang-an’dan yola çıktı.345 Leang-çu ve Kua-çu’yu geçip, çok büyük tehlikeler altında tek başına çölü aştıktan sonra Hami’ye geldi. Hami’den sonra “Kanun’un Sahibi Kagan-stupa yoluna düşmek niyetindeydi.”346 O sıralar Guçen’in güneybatısındaki Bişbalık şehrine Kağan-stupa deniliyordu. Kao-ç’ang kralı K’ü Wen-t’ai’ın bir emir mesabesindeki daveti, hacımızı güzergahını değiştirmek zorunda bıraktı. Tanrı Dağları’nın kuzeyinden geçmek yerine Turfan’a giden güney yoluna sapmak zorunda kaldı. Kao-ç’ang kralı onu sağ olarak yanında tutmak istiyordu; fakat Hsüan-tsang’ın kendisini zorla alıkoyması halinde ölüm orucu tutacağı şeklindeki itirazı üzerine hürriyetini iade etme kararı aldı; ancak, geri dönerken yanında üç yıl kalacağı konusunda söz aldı. Fakat bu taahhüt yerine getirilmedi. Çünkü Kao-ç’ang 640’da Çin tarafından ortadan kaldırılmış, Hsüan-tsang da 644-645’den önce dönmemişti. Her ne kadar Çin asıllı ise de, K’ü Wen-t’ai Batı Türkleriyle sıkı münasebetler içindeydi, çünkü T’ung şe-hu Kağan’ın büyük oğluna kızını vermişti. Dolayısıyla Hsüan-tsang’a Batı Türkleri hakan-ı kebiri nezdinde ehemmiyet arzeden tavsiye mektupları yazmış olabilir.
345 Vie de Hiuen-tsang, Julien çev., s. 14; s. 286’dan: Hsüan-tsang kendisinin üçüncü çeng-kuan yılının (burada üçüncü yılı kelimesi Ju-lien tarafından atlanmıştır) dördüncü ayında hareket ettiğini belirtmektedir; - ancak, sekizinci ay, onun hareket tarihini olduğu gibi gösteren (ve Julien tarafından çevirilmeyen) Si yü ki’nin son sözünde belirtilmiştir. King Po’nun Si yü ki’ye koyduğu önsöz ve Siu kao seng çuan içindeki Hsüan-tsang biyografisi (blm. IV) seyyahın çeng-kuan yılının üçüncü ayında hareket ettiğini göstermektedir.
346 Bu cümle Julien tarafından yanlış anlaşılmış ve çevirisinde (Vie, s. 32) şu şekilde gösterilmiş: “Le Maitre de la Loi avait d’abord l’in-tention d’aller visiter le Stoûpa du Khan (des Turcs)”.
Hsüan-tsang’ın Turfan’dan Tokmak’a giderken takip ettiği güzergahı detaylı olarak vermiştik (Bkz. A güzergahı). O sırada avlanmakta olan Şe-hu Kağan’la da Tokmak civarında karşılaşmıştı. Hacımız, gördüğü bu unutulmaz manzarayı çarpıcı bir dille tavsif etmektedir: “Bu barbarların atları sayılamayacak kadar çoktu. Han, tüm saçlarını gösteren yeşil saten bir palto giymişti. Sadece alnına on kadem uzunluğunda, birkaç kat dolandıktan sonra sırtına düşen ipek bir şerit bağlamıştı. Çevresinde brokart paltolu, saçları örülü iki yüz kadar yaveri vardı. Birliklerin geri kalanı deve veya ata binmiş, kürkler ve yumşak yün elbiseler giymiş, uzun sancaklı, uzun mızraklı ve düz yaylı süvarilerden oluşuyordu. Konvoy öylesine uzundu ki, insan kuyruğun sonunu göremiyor-du.” (Julien çev., s. 55)
Hsüan-tsang’ın uzun süre istirahat ederek Leang-çu’dan Kua-çu ve Kao-ç’ang’a geçtiği, Turfan’dan Issık Göl’e kadar pek çok menzili mecburen biraz hızla katetmek zorunda kaldığı zamanı göz önünde bulundurursak, 629 yılının sekizinci ayında Si-an fu’dan hareket eden (hacının) Tokmak’a ancak 630’un ilk aylarında varmış olabileceği âşikârdır.
Demek ki T’ung şe-hu Kağan 630’da henüz hayattaydı ve onun 628’de öldüğü şeklindeki müşahedeyi yanlış kabul etmek gerekir.347 Diğer yandan T’ung şe-hu’nun haleflerinden Si-p’i Kağan 630’da hükümran olarak zikredildiğine göre, T’ung şe-hu’nun Hsüan-tsang’ın geçip gitmesinden kısa süre sonra 630’da vefat ettiği neticesi çıkarmak gerekir.
347 Burada şu itirazlar yapılabilir: Şe-hu Kağan, Batı Türk prenslerinin kullandığı ortak bir unvandır; Hsüan-tsang’ın ziyaret ettiği Şe-hu Ka ğan’ın başka biri değil de, T’ung şe-hu olduğu nasıl ispat edilebilir? Bu sorunun cevabını Şe-hu Kağan’ın oğlu Si şe-hu Kağan’ın söz konusu edildiği Si yü ki metni (Julien çev., I/30) vermektedir. Si şe-hu Kağan’ın babası her halükârda T’ung şe-hu Kağan olduğuna göre, bu sonuncusu, Hsüan-tsang’ın Şe-hu Kağan diyerek söz ettiği kişidir.
Hacımız gitme izni aldıktan sonra, kağan ona hizmet etmesi ve hakanlığın güneydeki en uç sınırı Kapiça’ya kadar yol göstermesi için genç birini vermiştir.348
348 Vie, Julien çev., s. 58.
Hsüan-tsang, Tokmak’ın 400 li batısında ve Talas’a 150 li mesafede, biri Çince, diğeri Türkçe “Bin bolak” anlamına gelen Ch’ien-Ch’üan [Min Bulak] veya Bin-göl topraklarına ulaşmıştı. Burası, kağanın yaz aylarını geçirdiği en gözde yaylak idi. Burada evcil geyik sürüleri vardı ve onları öldürenlere ölüm cezası ko-nulmuştu.349
349 Vie, s. 58-59; Memoires, I/13-14.
Hsüan-tsang, Talas’ın (Evliya-Ata’nın) 200 li güneybatısındaki Pe-şui veya Aksu şehrine varmıştır ki, Arap yazarların İsficab dediği şehirdir. Bu şehrin yeri tam olarak tespit edilememiştir,350 ama Çimkent’in kuzeybatısına oldukça yakın bir yerde bulunuyor olması gerektiği âşikârdır. Burası, Tu-lu Kağan’ın 642’de sığınıp Nu-şi-pi kabilelerin saldırısına maruz kaldığı şehirdir.
350 Richthofen, China, I/543, n. 1; Watters, dans China Review, XIX/123.
Si yü ki’nin yazarı, seyahati esnasında geçip gittiği Çac (Taşkent) ve Satruşna’nın (Ura-tübe) T’u-küe’lere bağlı hükümdarlar tarafından yönetildiğini kaydetmektedir.351
351 Memoires, I/16, 18.
Hacımız, Keş (Şehr-i-sebz)in güneyinde meşhur Demirkapı geçidini geçmiştir. “Burası, demektedir biyograf, Türklerin sınırını teşkil etmektedir.”352 Esasen bu geçit Soğdiyana ile Toharistan’ı birbirinden ayırıyor ve Türkler’in henüz Soğdiyana ötesine uzanmadıkları dönemdeki sınırını teşkil ediyordu; ama Hsüan-tsang döneminde Türkler bu eski sınırı aşıp İndus’a dayanmışlardı.
352 Vie, s. 61.
Amu-derya’nın kuzeyindeki Hu-lu-mo (Harun) ve Şu-man beyliklerine gelince, hacımız, her iki ülkede hüküm süren kralların Hi-su T’u-küe’lerinden veya Julien’in çevirdiği gibi Hi-su adlı Türk kabilesindendir. Bu Hi-su adı, Şu-man şehri 661’de T’ien-ma Hükumeti’ne payitahtlık eden Kie-su Krallığı’nın adındaki Kie-su şeklini hatırlatmaktadır.
Hsüan-tsang, Amu-derya’yı geçtikten sonra payitahtı şimdiki Kunduz olan ve nehrin güney yakasında yer alan Huo ülkesine ulaştı.353 “Hükümdar, Demirkapı’nın ortasında yer alan tüm küçük beylikleri yöneten bir Türk’dür.354 Hsüan-tsang’ın 630 yılındaki ziyareti sırasındaki bu hükümdarın adı T’ung şe-hu’nun büyük oğlu Ta-tu Şad’dı. Kao-ç’ang kralının kızı olan hanımını kaybetmiş ve çok geçmeden kendisi de terk-i dünya eylemişti. “Onun (yani Ta-tu Şad’ın) daha sonra evlendiği355 hatunu gençti.356 Önceki oğlunun357 entrikası sonucunda kocasını zehirledi. Ta-tu ölünce, meteveffa Kao-ç’ang prensesinin oğlu henüz küçük yaşta olduğu için, iktidar tegin unvanı taşıyan önceki oğul tarafından gaspedildi; şad derecesine yükseldi ve ayrıca kayınvalidesiyle evlendi.” Gasıp358 da Hsüan-tsang’a iyi davrandı ve hacı 643 veya 44’de geri dönerken T’ung şe-hu Kağan’ın Toharistan’ı yöneten ve bilâhare yabgu olan bu küçük oğlunu359 tekrar ziyaret etmeyi ihmal etmedi ve yanında bir ay kaldı.
353 Julien (Vie, s. 268) dikkatsiz bir şekilde “payitaht nehrin (Amu-derya’nın) doğu sahilinde yükselmektedir” diye yazmaktadır.
354 Memoires, II/193.
355 Yani Kao-ç’ang kralının kızı olan hanımının ölümünden sonra.
356 Julien (Vie, s. 62) şöyle çevirmiş: “Daha sonra Ta-tu, Kho prensesinin genç kızkardeşiyle evlendi.” Metinde % yerine şeklinde geçen işaretten kaynaklanan bu ters anlam, tüm metni anlamsız bir şekle sokmuş.
357 Yani Ta-tu Şad’ın daha önce başka bir hanımdan olan oğlu; metnin devamı, bu oğulun o sıralar yetişkin biri olduğunu ve annesinin müteveffa Kao-ç’ang prensesi olmadığını göstermektedir.
Hsüan-tsang, Kunduz’dan ayrıldıktan sonra yolu üzerindeki Belh’e uğradı. Si-yü-ki’nin bu şehirle ilgili verdiği bilgide “şu son zamanlarda” Şe-hu Kağan’ın oğlu Si şe-hu Kağan’ın tapınağı yağmalamak niyetiyle Belh açıklarında kamp kurduğu; fakat gelişinden bir gece sonra rüyasında tanrı Vaiçramana’nın yaptığı hareketten dolayı onu lanetleyerek mızrağını sapladığını gördüğü ve kısa süre sonra öldüğü kaydedilmektedir. Bu müşahede, Si şe-hu Kağan’ın son nefesini verdiği Soğdiyana’ya kaçmak zorunda kaldığını belirten iki T’ang tarihinin metinlerini tashih ve tavzih etmektedir. Diğer yandan Si şe-hu Kağan’ın halefi Tu-lu Kağan’ın 630 yılında Çin sarayından kağanlığını onaylayan bir belge aldığı ve muhtemelen 632 veya 633’de öldüğünü öğreniyoruz.
Kapiça’ya vasıl olan Hsüan-tsang, Türk hakimiyet alanının güney sınırına ulaşmıştır. Kapiça önemli bir krallıktı ve her ne kadar daha sonra olduğu gibi Udyana’yı sınırlarına henüz ilhak etmemişse de, Gandahar’a tâbi idi.360 İndus nehri sahilindeydi. Seyyahımız geri dönerken Kapiça kralıyla İndus nehri sahiline yakın yerde bulunan Utahanda’da361 buluşmuş ve kral tüm bu devletlerden geçen hacıya refakat etmiş; onu İndus’tan Lamgan’a götürmüş, arkasından Fa-la-na362 ve Arrohac (Ch’ao-kü-ç’a)ya, oradan da Türk halkından bir kralın yönettiği Fo-li-şe-sa-tang-na’ya363 geçirmiştir.
360 Memoires, I/104.
Hsüan-tsang’ın seyahatleri, 630’da doğuda Turfan’dan güneyde İndus nehri sahillerine kadar uzanan toprakları hakimiyet altına alan Batı Türk Hakanlığı’nın genişliğini de göstermektedir.
Wu-k’ung’un güzergahından364
364 1013’de yayınlanan büyük Ts’e-ju yüan kui ansiklopedisi (Bibl. na. Nou. Fonds chinois, n. 548) son bölümlerinde Çin’in Batı ülkele riyle olan ilişkileri tarihi açısından büyük ehemmiyet arzeden bazı resmi belgeleri ihtiva etmektedir. Bu belgelerin tamamı İmparator Hsüan-tsung’un (713-755) hükümranlık yıllarına aittir. Ben bunları kronolojik düzene göre tanzim ettim. Çince metinde pek çok hata olduğu için, gerekli olduğunu düşündüğüm tashihleri notlar halinde belirttim.
Wu-k’ung’un seyahatlerinin kısaltılmış hikayesi Daça bala sût-ra’nın (Japon Tripitakası, cilt XXV, cüz 15, s. 67 v° - 69 r°) yeni Çince çevirisinin girişini oluşturmaktadır. Journal Asiatique’deki çevirisi M. Sylvain Levi ve bendeniz tarafından yapılmıştır. (Sept.- Oct. 1895, s. 341-384).
Wu-k’ung, 751’de Kapiça büyükelçisini götürmekle yükümlü muhafızlar arasında bulunan bir Çinliydi; Gandahar’a gelmiş, orada hastalanmış ve yol arkadaşlarıyla birlikte Çin’e dönenemiş; ama iyileşince din adamı olmuş ve ülkesine ancak 790’da dönmüştür.
Wu-k’ung, 759’dan 764’e kadar Kaşmir ve Gandahar’da dolaşmıştır. Bu krallıklarda adını verdiği tapınaklar arasında bazıları Türk prensleri tarafından kurulmuştu ve yaklaşık bir yıl önce Türk hakimiyetinin yayılış döneminin hatırasını yaşatıyordu. Örneğin Kaşmir’de Türk hükümdarı tarafından kurdurulan ‘hatun tapınağı’ ile yine Türk hükümdarının oğlu tarafından bina ettirilen Ye-li tegin tapınağı dikkat çekmekteydi. Bu Ye-li tegin adı, muhtemelen Dineveri’nin Yel tegin dediği (bkz. Nöldeke, Gesc-hichte, s. 272, n. 2) kişidir ki, Behram Çubin tarafından mağlup ve esir edilen Buhara bölgesi prensi Barmuda ile aynı şahıstır. Gan-dahar’da ise Wu-k’ung’un gördüğü tapınaklar arasında Türk hükümdarının oğlu tarafından kurulan tegin şa mabedi ile yine Türk hükümdarının hanımı tarafından kurdurulan ‘hatun mabedi’ yükselmektedir. Bu tapınaklardan ilkine adını veren tegin şa, Marqu-art’ın farazi olarak teklif ettiği gibi (Eranshahr, s. 291), 739’da Kapiça kralı olan U-san tegin şa ile muhtemelen aynı kişidir.
***
V
TS’E-FU YÜAN KUI’DEN NOTLAR
Blm. 964, s. 12 r°
Beşinci k’ai-yüan yılının (717) beşinci ayında imparatorluk fermanıyla Pu-lü Krallığı hükümdarı Su-fu-şo-li-çe-li-ni’ye365 Pu-lü kralı unvanı verildi. Fermanda şu satırlar yer alıyordu:
365 Su-fu-şo-li-çe-li-ni, Büyük Pu-lü kralı idi.
“Yıl sırası ting-se olan beşinci k’ai-yüan yılı, birinci günü keng-tse’ye tekabül eden beşinci ayın ping-in gününe rastlayan on yedinci gün, imparator buyurdu: İmdi, bilgelere benzeyenler ve erdemlilerin izlerini takip edenler,366 yalnızca Çin’de bulunmazlar; bir hanedan kurmak ve tevarüsen bir haneyi devam ettirmek söz konusu olduğunda, değişik göreneklere sahip halklar arasında fark yoktur. Ve siz de Pu-lü Krallığı hükümdarı, âli mertebeli Su-fu-şo-li-çe-li-ni, nesilden nesile, (siz ve atalarınız) kalplerinde sadakat ve hürmet besleyen şefler oldunuz. Samimiyetinizi uzaktan izhar edip, görevlerini ifa etmeyi ve verginizi vermeyi bildiniz. Sie Çi-sin, uzak (vadeli) planlarını uygulayabilmiş ve sayenizde Kuo K’ien-kuan367 yeterli miktarda askere sahip olabilmiştir. Yu-ç’eng kralının başını teslim edişini göreceğiz; Hiung-nuların kanadını kırpmakla nasıl yetinebiliriz?368 Bu yüzdendir ki sizin Pu-lü krallığının hükümdarı olmanızı emrediyorum. Çin takvimini uzun süre muhafaza edebilmeniz,369 halkınıza barış, ülkenize güvenlik sağlayabilmeniz ve bu başarının sizden sonrakilere de sirayet etmesi için mükemmel bir şekilde başlamalı ve mükemmel bir şekilde bitirmelisiniz. Gidiniz ve bunu göz önünde bulundurunuz. Bu resmi fermanı almakla başlayacak ve size vermekle şereflendirdiğim bu beratı gözeteceksiniz. Nasıl dikkatli olmazsınız ki?”
366 Yani selefleri gibi bilgeliğe ve erdeme sahip olanlar.
367 An-si (Kuça) askeri vali yardımcısı olan Kuo K’ien-kuan’ın biyografisi T’ang-şu’nun CXXXIII. bölümünde yer almaktadır, orada komşu Büyük Pu-lü’ye düzenlenen bir seferden kesinlikle söz edilmemektedir.
368 Han hanedanından İmparator Wu döneminde Ta-yüan’a karşı Ge- neral Li Kuang-li’nin düzenlediği meşhur seferlerle ilgili tarihi bir gönderme. O sıralar Çin hükumeti birinci planda şimdiki Kan-su eyaletinde yer alan Su-çu, Leang-çu, Kan-çu ve Tun-huang bölgesini işgal ederek Hiung-nuların sağ (batı) kanadını kesmeyi hedef almıştı, ama orduları ancak Ta-yüan topraklarına kadar varabildi. M. Ö. 102’de Ta-yüan’ın doğusundaki Yu-ç’eng kralı, bir Çin elçisinin katledilmesinin intikamını almak amacıyla ölüme mahkum edildi. (Bkz. Se-ma Ts’ien, CXXIII).
369 Harfi harfine “birinci ayın birinci gününü uzunca karşılamak” yani yılı Çin takvimince belirtilen şekilde kabul etmek. Bilindiği gibi Çin, takvimini hükümranlığını kabul ettirmenin işareti olarak görüyordu.
Blm. 999, s. 14 v°
Altıncı k’ai-yüan yılının (718) on birinci ayının ting-wei günü, A-şi tegin Pu-lo,370 imparatora şu şikayette bulundu: “Toha-ristan yabgusu (ağabeyimin)371 emri altında, değişik krallık, genel vali ve valilerden oluşan ikiyüz on iki reislik bir meclis vardır. Sie-yü (Zabulistan) kralı iki yüz bin süvari ve askeri kumanda ediyor; Ki-pin (Kapiça) kralı iki yüz bin asker ve süvariyi kumanda ediyor; Ku-t’u (Huttal) kralı, Şe-han-na (Kurân)372 kralı, Kie-su (Şuman) kralı, Şe-ni (Şignan) kralı, İ-ta (Eftalit)373 kralı, Hu-mi (Wahan) kralı, Hu-şe-kien (Cüzcan)374 kralı, Fan-yen (Bamyan) kralı, Kiu-yüe-to-kien (Kubadiyan veya Kuvadiyan)375 kralı ve Pu-t’şan (Badahşan) kralı, bunların her birinin elli bin savaşçısı var. Dedemden ve babamdan şu anki hükümdara kadar (tüm) (Toharistan kralları) hep bu değişik krallıkların hükümdarları olmuşlardır.376 Barbarlar onlara oldukça saygı duyarlar. Ağabeyim P’an-tu-ni-li, ekber evlat olmanın sağladığı hakla meş-rû kral oldu. Daha önce bir heyetle birlikte gelen elçinin getirdiği bir arma ve kendisini kral atayan bir imparatorluk buyruğu ile bu hakkı elde etti. Zaten Toharistan yabguları birçok kuşaktan günümüze kadar büyük T’ang hanedanına samimi olarak bağlı kalmışlar; bağlılıklarını göstermeyi ve vergilerini sunmayı hiç aksatmamışlardır. Araplar ve Tibetlilerle sınırdaş olan krallığımızın doğu yönü esasen Çin’in güçlü bir batı kalesi gibidir. Ağabeyim sürekli olarak emrindeki asker ve süvarileri seferberlik halinde tutarak, haydutlarla savaşmak için tedbirler almıştır; Çinli generallerle bilgi alış verişinde bulunmaktadır; görüşleri ve sözleri makul bulunmuş, böylece sınır bölgelerindeki işgal ve saldırıların önü alınmıştır.
370 Metnin aşağı kısımlarında Pu-lo’nun ülkesinde sahip olduğu mev-kiye işaret eden sözlerinden bunun bildiğimiz tegin unvanı değil, bir memuriyet olduğu anlaşılıyor. A-şi kelimesi ise Toharistan yab-gularının mensup bulunduğu Türk prens ailesi A-şi-na’nın kısaltması olsa gerektir.
371 Toharistan yabgusu P’an-tu-ni-li, T’ang-şu’da Na-tu-ni-li olarak geçmektedir (blm. CCXXI, b, s. 4 v°, bkz. s. 157) : “Birinci şen-lung yılında Kral Na-tu-ni-li saraya bağlılığını bildirmeye gelen kardeşi Pu-lo’yu gönderdi; o, muhafızlar eşliğinde geri gönderildi.”
372 Şe-han-na’yı yukarı Kökce’deki Kurân bölgesiyle özdeşleştiriyoruz; çünkü Çinliler buraya Kü-lan =Kurân ilçesini yerleştirmektedirler.
373 Kie-su Krallığı’nın payatihtı Arapların Şuman dedikleri Şu-man’dı.
374 Kuteybe b. Müslim tarafından 91 H. (709-10) yılında öldürülen Ni-zak Tarhan Badegis’de yaşayan bir Eftalit prensiydi. (Marquart, E-ranshahr, s. 67 ve 150).
375 Ben, bu ülkeyi, Yeu yang tsa tsu’nun (X, s. 9 r°) hakkında şu bilgileri verdiği Kü-to-kien Krallığı’yla özdeşleştiriyorum: Bu ülkede, “Amu-derya’nın ortasında, bir kum setin üstünde kutsal ateş tanrısına ait bir tapınak (yani bir Mazdeen tapınağı) bulunur; rivayette kutsal tanrının buraya olağanüstü bir araçla Pers Krallığı’ndan geldiği, burada devamlı mucizeler görüldüğü için bir tapınak yapıldığı anlatılmaktadır. Tapınakta hiçbir resim yoktur. Ana salonun altında ateşgede vazifesi gören biri büyük, diğeri küçük iki bina vardır. Damın uç kısımları batıya dönüktür, insanlarsa tapınmak için doğuya dönerler. Burada bronz bir at vardır, orta boylu bir at bü-yüklüğündedir. Halkın anlattığına göre gökten inen bu at, arka ayakları toprağa gömülürken, ön ayaklarıyla şahlanarak yüzünü (ateş) tanrısına dönmüş, çok eskilerden beri defalarca ayaklarını görmek için toprağı kazmışlar, ama kırk elli kadem kazmalarına rağmen bir türlü tırnaklarına ulaşamamışlar. Batı ülkeleri beşinci ayı yıl başı olarak kabul ederler. Her yılın ilk günü, Sir-derya’dan bir at çıkar. Altın rengindedir. Onun kişnemelerine bronz atın kişnemeleri karşılık verir. Sonra birden suya döner. En son olarak imansız Ta-şi (Araplar) kutsal tanrı tapınağına tahrip etmek niyetiyle girdiler, fakat birden gürül gürül bir ateş yükseldi ve onlar da tapınağı yıkmaya cesaret edemediler.”
376 VIII. Yüzyıl başlarında Toharistan’ın gücünü tam olarak gösteren bu metin oldukça önemlidir.
Ağabeyim, defalarca imparatorluğun himmetine mazhar olup, Çin’in lutufları karşısında duyduğu mahcubiyetten dolayı saraya saygımızı sunayım ve tahtın merdivenleri altında hassa birlikleri arasında hizmet edeyim diye ben Pu-lo’yu gönderdi.377 En büyük arzum sadakatimi sunmak ve bir teba yahut bir hizmetkâr olarak yaşayarak hayatımı feda etmektir.
377 705’de.
Buraya geldiğimde, Çin göreneklerini bilmediğim için, Hung-lu se,378 Toharistan barbarlarına az çok ehemmiyet vermeden, daha düşük veya daha yüksek mevkiler arasındaki farkı göz önünde bulundurmadan, bana tevdi edilecek resmi unvanı belirlemek için bir rapor hazırladı. Şahsen ben, Şe (Taşkent) ve Kuça krallıklarının ikisini de benimkinden daha küçük krallıklar olarak görürüm. Halbuki, bu krallıkların başında bulunan reisler veya kralların oğulları saraya geldiklerinde, göze batan hiçbir hizmetleri bulunmamasına rağmen, barbarlar nezdinde sahip oldukları itibar sebebiyle onlara üçüncü derecededen general unvanı verildi. Ama ben Pu-lo, bir teginim; halkım nezdinde mevkiim kraliyet ailesine mensup bir kişininkiyle denk kabul edilir; diğer krallıklardaki kral çocuklarından çok daha üstünüm. Buna rağmen bana dördüncü dereceden çung-lang unvanı verildi. Şu anda P’o-lo-men (Hint) K’ü-t’an Kin-kang (Gatamavayra) ve K’iu-tse (Kuça) kralının oğlu Pe Hiao-şun gibi barbar krallarının oğul veya kardeşleri, defalarca terfi ederek hassa muhafızları generalliği rütbesine kadar çıktılar. Yalnızca ben, büyük bir barbar reisi olan Pu-lo, imparatorun lutfuyla bana i-fu’nun çung-lang-tsiang’ı, sol askeri muhafızlar kumandanı unvanını bağışlayan fermanı aldığım birinci şen-lung yılından (705) beri, yani on dört yıldan bu yana, uzun bir süre bir haksızlığın azabını yaşadım ve durumuma uygun bir rütbe alamadım. Bu haksızlıktan duyduğum ızdıra-bın şiddetini yenemiyorum.”
378 Hung-lu se’nin yabancı misafirleri kabul etmekle görevli yönetici olduğu bilinmektedir.
Hung-lu yöneticilerine bu haksızlıktan dolayı daha fazla sızlanmaması için onun durumuna uygun bir derece tesbit edilmesi yönünde imparatorluk buyruğu çıkarıldı.
Blm. 999, s. 15 v°
Yedinci k’ai-yüan yılının (719) ikinci ayında, An (Buhara) kralı Tu-sa (Tuğşada) po-t’i, bazı konuları gündeme getirdiği şu dilekçeyi sunması için bir elçi gönderdi:
“Tebaanız Tu-sa po-t’i der ki: Tebaanız, Göğün lutfuyla tüm kainata hükmeden kutsal imparatora boyun eğen bir milyon li’lik bir zeminde, atlarınızın ayakları altında ezilen otlar ve toprak misali bir kulunuzdur. Bulunduğum şu uzak yerde ellerimi bağlıyor, diz çöküyor ve Majestelerinizin himmet ve celaletine göğe taptığım gibi tapıyorum. Buhara Krallığı’na sahip olduğumuz günden şu ana kadar, aile azalarım hiç kesintisiz tahtı birbirlerine devretmişlerdir. Ordularıyla ve başka şekillerde tüm samimiyetleriyle imparatorluğa hizmet etmişlerdir. Son yıllardan şu ana kadar, her yıl Ta-şi (Arap) haydutların işgal ve vahşetlerinden bizar olduk ve ülkemizde huzurdan eser kalmadı. İmparatorluğun güçlü kollarıyla şu zor günlerde bana yardım etmesini bilhassa istirham ediyor, ayrıca T’u-küe’-şi (Türgiş?)lere yardımıma koşmaları için bir fermanla buyruk vermenizi rica ediyorum. Ben de askerlerimin ve süvarilerimin başına geçeceğim ve malum buluşma yerinde Ta-şilerin (Arapların) kökünü kazıyacağız. İmparatorluğun istirhamıma uygun bir himmet göstermesini naçizane talep ediyorum. Şimdi hediye olarak iki İran katırı, bir müzeyyen Fu-lin (Suriye) halısı, on beş kilo Yü-kin parfümü ve yüz kin (60 kg) tabii şe-mi gönderiyorum.379 İmdi; bu hediyelerin ardından zat-ı âlilerinden şahsıma üçüncü dereceden bir unvan bahşetmesini rica ediyorum. Ayrıca hatun eşim, imparatoriçe hanımefendilerine iki ço-pi halısı ile bir adet süslü halı gönderiyor. Eğer imparator hazretleri lutfederlerse bana eyerler, koşumlar, silahlar, giysiler ve kemerler hediye edilmesini, hatun eşime de elbiseler ve allıklar verilmesini talep ederdim.”
379 Bu metin, hediyelerin T’ang-şu’nun belirttiği gibi 734’de değil, 719 yılında Çin’e gönderildiği anlaşılmaktadır.
Aynı ay, wu-ç’en günü, Kiu-mi (Kumed=Karategin) kralı Na-lo-yen (Nârâyana), imparatora şu talepnameyi gönderdi:
“Büyük dedem, dedem, babam, amcalarım, ağabeylerim ve kardeşlerim, uzun zamandan beri ve hatta şimdi büyük imparatorluğunuza samimi olarak bağlı kaldılar. Şu anda Araplar vahşet sergilemeye geldiler. Toharistan, Buhara, Taşkent ve Fergana krallıklarının tamamı Araplara boyun eğdi. Krallığımda, hazinemde ve mağazalarımda bulunan her şey, tüm değerli eşyalarım ve mücevherlerim ve hatta halkımın bütün serveti Araplar tarafından yağmalanıp götürüldü. İmparatorluğun himmeti sayesinde Arapların krallığımdan aldıkları haraçları geri verme emrini alacaklarını naçizane ümit ediyorum. Ben ve tebaam, bu durumda sizin büyük imparatorluğunuzun batı kapısını uzun süre koruyabiliriz. Kulunuz, şavkınızla aydınlanmayı ümit ediyorum. Tebaanızın talebi budur.”
Aynı ay, keng-wu günü Semerkant kralı Wu-le-kia (Gurek) imparatora şu talepnâmeyi gönderdi:
“Tebaanız Wu-le-kia (Gurek) der ki: Tebaanız, Göğün lutfuy-la tüm kainata hükmeden kutsal imparatora boyun eğen bir milyon li’lik bir zeminde, atlarınızın ayakları altında ezilen otlar ve toprak misali bir kulunuzdur. Aile azalarım ve keza değişik Hu krallıkları uzun zamandan bu yana sizin büyük imparatorluğunuza içtenlikle bağlı kalmış, büyük imparatorluğunuza karşı hiçbir zaman isyan etmemiş, zarar vermemişler; aksine büyük imparatorluğunuza faydalı olabilmeye gayret sarfetmişlerdir. Şu anda bizler, tam otuz beş yıldır Ta-şi (Arap) haydutlara karşı sürekli savaşıyoruz; her yıl, imparatorluğun lutfundan faydalanıp askerlerinden herhangi bir yardım almadan kendi kalabalık asker ve süvarilerimizle sefere çıktık. Altı yıl önce, Arap başkumandanı İ-mi K’ü-ti-po,380 (Emîr Kuteybe) kalabalık bir orduyla buraya geldi. Bize saldırdı; düşmanlarımıza ağır bir bozgun verdirdik, ama biz de çok ölü ve yaralı verdik. Arap piyade ve süvarileri aşırı kalabalık oldukları ve piyadelerimiz onlarla baş edemeyecekleri için, surların arkasına çekinerek bekindim. Bunun üzerine Araplar şehri kuşattılar. Surların karşısına üç yüz mancınık yerleştirdiler. Üç taraftan üç büyük delik açtılar. Şehrimizi ve krallığımızı yıkmak istiyorlar. Durumdan haberdar edilen imparatorluktan şu zor günlerde yardımıma koşması için bir miktar asker gönderme lutfunda bulunmasını naçizane rica ediyorum. Şu Araplara gelince, onlar ancak bir yüzyıl güçlü olabilirler ki, bu yıl o yıllarının yekününün tükendiği yıldır. Eğer Çin orduları buraya gelirlerse, ben ve tebaam, kesinlikle Arapları mahvedebiliriz. Şimdi mükemmel bir at, bir İran devesi ve iki katırı saygıyla hediye olarak sunuyorum. Eğer zat-ı âlileri beni hediyelerle şereflendirmek istiyorlarsa, bunlar, onları bana alıp getirecek olan elçime verilsin. Talan edilmeyeceğini ümit ediyorum.”
380 Kuteybe b. Müslim’in 712 (Hicri 93) yılında Semerkant’ı muhasarası ima ediliyor. Gurek’in 719 yılının ikinci ayında Çin’e ulaşan mektubu, 718 yılında yazılmış olmalı. “Altı yıl önce” şeklindeki sözler de bunu göstermektedir.
Blm. 979, s. 7 v°
On ikinci k’ai-yüan yılında (724),381 Sie-yü (Zabulistan) krallığının tegini saraya saygısını sunmak için büyükelçi Lo-ho-pa’yı gönderdi. (Lo-) ho-pa şu mealde bir dilekçe sundu:
381 Aynı olayları muhtasaran nakleden Tei-çi t’ung kien (CCXII, s. 11 r°) Sie-yü kralının gönderdiği dilekçenin imparatora on ikinci k’ai-yüan yılının (724) onuncu ayının ting-yu günü sunulduğunu kaydetmektedir.
“Sie-yü (Zabulistan) Krallığı, Ku-şe-mi (Kaşmir) Krallığı’na 1500 li mesafededir. Bu (Ku-) şe-mi (Kaşmir) Krallığı, Tibetlilerin prensesi Kin-ç’eng’in yaşadığı yerden yedi günlük yoldadır. Geçen yıl, beşinci ayda, prenses, Ku-şe-mi Krallığı’na gizlice şu mesajı getiren iki Çinli temsilci gönderdi: “Eğer siz Çin’e (Han’a) gerçekten sadık iseniz, yanınıza sığınmak üzere kaçmak istiyorum. Beni kabul etmeye hazır mısınız, değil misiniz?” Bu sözleri duyan Ku-şe-mi (Kaşmir) kralı oldukça sevindi ve şu cevabı verdi: “Yeter ki prenses teşrif buyursun, başım üzerinde yeri var!” Ayrıca Kaşmir kralı, bana, bu ülkenin sizin tebaanız382 olan kralına elçiler göndererek şu mesajı iletti: “Göğün Oğlunun kızı sığınmak üzere benim krallığıma kaçmak istiyor; T’u-po (Tibet) asker ve süvarilerinin onu takip etmelerinden çok korkuyorum. Benim ordum onlarla baş gelebilecek durumda değil.” Bu yüzden Tibetlilerin mağlup olup, dağılacakları ve prensesin geçip gelebileceği ümidiyle benden ordu göndermemi talip ediyordu. Ben, bu ülkenin kralı olan tebaanız, çok sevindim ve Kaşmir kralına rızamı iletmeleri için temsilciler gönderdim. Tebaanız, şu anda saraya bağlılığını bildirmek ve yapması gereken şeyler konusunda yüz be yüz talimatlar almak için gelmiş bulunuyor.”
382 Kin-ç’eng prensesi, Yung kralı Şeu-li’nin kızıydı. Bu Çinli asil kız beşinci king-lung yılının (707) dördüncü ayında Tibet btsanposu-na hanım olarak verilmiş, fakat btsanpo onu 709 yılının on birinci ayından sonra Çin’e geri göndermiş, 710 yılı başlarında imparator onu tekrar Tibet’e dönmeye zorlamıştı. Prenses 740 yılında öldü. 722’de Tibetliler Çin’den yardım talebinde bulunan Küçük Pu-lü kralı Mo-kin-mang’ı kuşatmışlar; Kaşgarya’da bulunan imparatorluk birlikleri yardıma gelmiş ve Tibetlilere ağır bir darbe indirmişlerdi. Böyle bir durumda Tibet sarayındaki Çinli bir prensesin çok zor bir durumda bulunduğu, Kaşmir kralı Çandrapi-da’dan sığınma talebinde bulunduğu, fakat talebine istediği cevabı alamadığı anlaşılıyor.
İmparator (onun) yapmış olduklarını ziyadesiyle takdir etti. Hediye olarak (elçiye) yüz top ipek vererek ülkesine yolladı.
999, s. 17 v°
Toharistan yabgusu,383 on beşinci k’ai-yüan yılı (727) imparatora şu sözleri iletmesi için bir elçi gönderdi: “Bendeniz, evlat sev- gisinden mahrum oluştan dolayı şahsen kendini suçlu hisset- mektedir. Sevgili babam ilişkileri sebebiyle Ta-şi (Araplar) tara- fından hapsedilmişti.....384. Gök kağandan385 “Eğer Ta-şi (Arap- lar) sizi sıkıştırır ve zarar verirlerse, size kuvvet göndereceğim” diyen yazılı bir buyruk almıştım. Şu anda Araplar bana ağır ver- giler yüklediler; baskı ve sefalet had safhada. Eğer Kağan cenap- ları beni kurtarmazlarsa, bu kulunuz kendi başına kurtulamaz ve krallığım kesinlikle yıkılıp gidecek, ıssızlaşacaktır. (Bu durumda) istense bile Kağan cenaplarının batı kapısını artık koruyamıyaca-ğım. Haddim olmayarak Kağan cenaplarının bana himmet buyurup, kurtuluşa erişebilmem için şu kuluna bir miktar kuvvet göndereceğini umuyorum. Ayrıca Kağan cenaplarının Türgiş kağanına “Uzak batının işlerini size havale ediyorum. Arapları defetmek için hemen ordularınızı göndermelisiniz” diye emir verdiğini işittim. Eğer bu gerçekten doğruysa, Kağan cenaplarının benimle ilgili bir karar alma lutfunda bulunacaklarını umuyorum. Araplar aşırı vergi yükledikleri için size sunacak değerli bir hediye bulamadım, umarım Kağan cenapları beni anlayışla karşılarlar. Yapabileceğim bir hizmet ve batı yörelerinden ihtiyacınız olan bir şey varsa, bildirmenizi istirham ediyorum. Bunları tek tek kaydedecek ve hiçbir ihmalde bulunmayacağım.”
383 [s. 313-314’deki ek ve düzeltme: Araplar tarafından hapsedilen Toharistan yabgusu muhtemelen H. 90 (M. 708/9) yılında Kuteybe b. Müslim’le savaşan kendine bağlı Nizak tarhan adlı bir prens tarafından yeri doldurulan yabguyla özdeşleştirilebilir. Muhtemeldir ki Nizak mağlup edilip öldürüldükten sonra Araplar Toharistan yabgusundan kurtulmuşlardır.]
Blm. 964, s. 16 r°
On altıncı k’ai-yüan yılının (728) birinci ayında, Yü-t’ien a-mo-çi’si,386 kraliyet yetkisi sahibi, askeri muhafızlar sağ cenah başkomutanı, kadrolularla birlikte kadro dışı memur ve devletin büyük desteği unvanları olan Wei-ç’i Fo-şi’ye Hotan kralı unvanı verildi. Berat şu şekilde kaleme alınmıştı:
386 Daha ileride unvanının Kaşgar kralı tarafından da kullanıldığını göreceğiz.
”Adalet yolunda yürürken kişiliğinizi muhafaza ettiniz. Sadakat, şiarınız oldu. K’ung-t’ungdan387 etkilendiniz ve savaşçı meziyetiniz sizi ünlü kıldı. Çin göreneklerini hayranlıkla taklit ediyorsunuz ve tam bir samimiyet içindesiniz. Şöhretiniz kum çölüne resmedildi ve şanınız saraya kadar geldi. Ödüllendirilip, taltif edilmeniz uygundur. Şimdi ta-li başkanı ve ikinci dereceden devlet erkanı sıfatlarına sahip K’iao Mung-sung’u bir beratla sizi Yü-t’ien (Hotan) kralı atamak üzere gönderiyorum. Artık siz de talimatlarımıza saygıyla uyun ve âli bir faziletle hareket edin. Ülkenizin çıkarlarını koruyacak şekilde düzensiz ve vurdumduymaz olmayın. Gidin ve kadrine yetin!”
387 Kan-su eyaletindeki P’ing-leang vilayetinde bulunan bir dağın adı. Rivayete göre efsanevî imparator Huang-ti, Kuang-ç’eng-tse’nin yüce öğretilerini bu dağda almıştır. (Çuang tse, Legge çevirisi, S. B. E., vol. XXXIX, s. 297-300). Çevirisini verdiğimiz metindeki “K’ung-t’ung’un etkisi” ibaresi bana göre bu geleneğe atıfta bulunmaktadır. Yani Hotan kralı yüce bilgeliğe erişmiştir. Çünkü T’ang hanedanı imparatorlarının taoist doktrine ne kadar aşırı değer verdikleri bilinmektedir.
Ayrıca, Su(-le) a-mo-çi’si unvanına sahip bulunan P’ei An-çi’ye388 de Su-le (Kaşgar) kralı unvanı verildi. Berat metni şu şekildeydi:
388 T’ang-şu’da (P’ei) An-ting.
“Yıl sırası wu-ç’en olan on altıncı k’ai-yüan yılı (728), birinci günü wu-sü olan birinci ayında sin-hai günü olan on dördüncü günü şöyle buyurdu: On bin prensliğin reisleri yönetimle ilgili raporlarını sunduklarında,389 Çinlilerle barbarlar arasında ayırım yapılmaz. Beşinci derece asiller yurtluklarından uzağa giderlerse, bu, engelleri ve siperleri daha muhkem kılmak içindir.390 Halbuki kraliyet otoritesine sahip, sol askeri muhafızlar generali, kadro dışı atanmış ve Su-le (Kaşgar) a-mo-çi’si unvanlarına sahip siz P’ei An-çi, P’u-hai’dan391 doğan bir zekanız var. Kusursuzluğunuzu Soğan dağlarından392 alıyorsunuz. Şöhretini yüceltmek için adalet dağıtıyor, faziletini mükemmel hale getirmek için himmet yolunda yürüyorsunuz. Güneş ve ay her yeri aydınlattıkça, imparatorluk toprağı olmayan bir tek yer kalmasın. Bu arada korku salan adam sinyalleri her zaman oluyor ve hâlâ barbarlardan söz ediliyor; ama siz bu sınırı korumayı bildiniz; emir ve talimatlarımıza bağlı kaldınız. Tedbirleri düzene koyma prensibini açıklığa kavuşturmak ve (krallıklar) kurma geleneğini geliştirmek için, ta-li başkanı ve hung-lu’da ikinci dereceden memur unvanlarına sahip K’iao Mung-sung’u bir beratla sizi Su-le (Kaşgar) kralı ilan etmesi için gönderiyorum. Kendinize yeu-keng’i (lirik şiir) model alın393 ve cari kuralları göz ardı etmeyin. Barbar halkınıza huzur getirin ve sonsuza dek Çin’in bir kalkanı olun; gidin ve kadrine yetin.”
389 Bkz. Mencius, I, b, IV, § 5: “Senyörler Göğün Oğluna bağlılıklarını sunmaya geldiklerinde buna ‘yükümlülüklerle ilgili raporları sunmak” deniliyordu. Yükümlülüklerle ilgili raporlar sunmak demek, senyörlerin yükümlülüklerini neye göre yerine getirdiklerine dair rapor vermeleri anlamındaydı.”
390 Vasal prensler, Çin’i barbar saldırılarına karşı korumak zorunda olan engeller ve siperler gibidir.
391 P’u-hai, P’u-ç’ang hai veya Lob-nor olmalı.
392 Bana göre bu cümle Hotan kralının nüfuzunu batıda Soğan dağlarından doğuda Lop-nor’a kadar yaydığı anlamındadır.
393 On bölümlü Siao-ya’nın ikinci kısmının dördüncüsü olan Şi-king’in kaybolan bir lirik parçasının başlığıdır. Şi-king’in ön sözüne göre bu lirik şiir her şeyin nasıl aslına rücu ettiğini anlatmaktadır. (Legge, C. C, vol. IV, proleg., s. 64)
Blm. 964, s. 18 r°
Yirmi birinci k’ai-yüan yılının (733) dördüncü ayında, Ku-şe-mi (Kaşmir) kralı Mu-to-pi’nin (Muktapida’nın) krallığı bir beratla tastik edildi. Berat metni şöyle:
”Yıl sırası kui-yu olan yirmi birinci k’ai-yüan yılında (733), birinci günü ting-yu olan dördüncü ayının sin-ç’u günü olan beşinci gününde imparator şöyle buyurdu: Ku-şe-mi (Kaşmir) kralı olan siz ey Mu-to-pi (Muktapida)! Şüphesiz siz ve akrabalarınız nesillerden beri kesintisiz bir şekilde itaatkâr davrandınız. Bağlılık ve içtenliğinizi uzaktan sergilediniz. Törelerin gereği olarak vergilerinizi ödeyip, yükümlülüklerinizi yerine getirdiniz; size tevdi edilen barbar kabileleri yönetme görevini üstlendiniz. Biri ölünce kardeş ağabeyin yerine geçti.394 Ülkenizin dağlarını ve su yollarını koruyorsunuz; halkınızın büyük bir kısmını kucaklıyor ve yönetiyorsunuz. Krallığınızda iyi bir düzen var; geleneklerinize sadelik ve huzurun şerefini katıyorsunuz. Tüm bu gayretleriniz takdir edilmez mi? Şu anda sizi Ku-şe-mi (Kaşmir) kralı ilan ediyorum. Bu atamayla ilgili beratı alın, gidin ve kadrine yetin.”
394 Çandrapida sekiz yıl sekiz ay hüküm sürdükten sonra kardeşi Ta-rapida yerine geçti. Dört yıl tahtta kaldı ve yerine kardeşi Muktapi-da geçti. Raja-tarangini’nin bu kaydı Çandrapida’nın 720 ve Muk-tapida’nın 733’de krallığının onaylandığını belirten Çinli tarihçilerin kayıtlarıyla tamamen tetabuk etmektedir.
Blm. 964, s. 19°
Yirmi altıncı k’ai-yüan yılının (738) ikinci ayında yayınlanan bir fermanla K’ang kralı Wu-le (Gurek) öldüğü için oğlu Tu-ho halefi ilan edildi. Sie-yü (Zabulistan) kralı Şe-yü öldüğü için oğlu Ju-mo-fu-ta halefi ilan edildi. Ts’ao [Ch’ao] (Kabuzan?) kralı Mo-sien öldüğü için kardeşi Su-tu-pu-lo halefi ilan edildi. Şi (Keş) kralı Yen-t’un öldüğü için oğlu Hu-po halefi ilan edildi. Tüm bunlar değişik yıllarda öldüler. Şimdi (Gurek’in ölümü) sonrasında (imparatora) bilgi verildi.395
395 Semerkant kralı Gurek’in ölüm haberini imparatora götürmekle görevli büyükelçinin daha önceki yıllarda üç değişik prensin ölüm haberini götürmekle görevli kişi olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir.
Blm. 964, s. 20 r°
Yirmi sekizinci k’ai-yüan yılının (740) üçüncü ayında, Su-lu Kağan’a karşı düzenlenen seferde gösterdiği yararlılıkları ödüllendirmek amacıyla Ço-kie396 kralı Se-kin-t’i’ye “özel olarak terfi ettirilen” unvanı verildi. Berat metni şöyle idi...397
396 Bunun garip bir tanımlama olduğunu daha önce belirtmiştik.
397 Çinli yazarın bir hatası yüzünden burada metni verilen berat metni Keş kralı Se-kin-t’i’ye değil, Kuzey Türklerinin kağanı Bilge Kut-luk’a aittir. Bu belge yeni çalışmalarımız sırasında ele geçtiği için burada çevirisini vermiyoruz.
Blm. 964, s. 20 v°
Yirmi sekizinci k’ai-yüan yılının (740) ikinci ayında, Tsi-si (eyaleti) tsi-tu-şi’si Kai Kia-yün, T’u-ho-sien Kağan’ı esir ederek (saraya) takdim etmeye götürdü. İmparator (T’u-ho-sien’e) özel bir zâdegân rütbesi verdi. Berat metni şöyledir:
”Makamından uzaklaştırılanlarla ünsiyet kurmak erdemdir, silah ise düşmanları korkutmak içindir. Boyun eğenleri serbest bırakmak eskiden beri uygulayageldiğimiz bir gelenektir. T’u-k’i-şi (Türgiş) T’u-ho-sien kağan Ku ç’uo (çur) ve kardeşi P’in-a-po yab-gu398 isyan ederek sınırı zorladılar. Askerlerine güveniyorlardı ve kalabalık (halklarından) destek alıyorlardı. Önümüze engel çıkartacak kadar karınca sürüsü gibi kalabalık olmalarına ve arada bir sınır savaşlarında bize sıkıntı vermelerine rağmen, imparatorluk orduları gittikleri her yerde onların kamplarını ve sığınaklarını tarumar ettiler. Ölüme mahkum olan bedenlerini bağışladık. Emirlerimize boyun eğdiler ve bağlılıklarını bildirdiler. Onlara suçları bağışlama âlicenaplığını gösterip, himmet kuralıyla ödüllendirmek gerekir. Hem ağabeyin, hem de kardeşin şayan-ı dikkat bir şekilde taltif edilmesi için birine mao otlarıyla kaplı bir toprak ve ayrıca ikisine de Ku-ç’en takımında399 bir derece verilecektir. Kül-çur sol kin-hu muhafızlarının kadro dışı başkumandanı olacak ve ayrıca “adâlete uyan kral” şeref unvanını alacak; Hie-a-po ise sağ askeri muhafızları kadro dışı başkumandanı olacaktır.”
398 Daha aşağıda aynı şahıs Hie-a-po olarak geçiyor. T’ang-şu’da geçen Tun-a-po, doğru şekli gibi görünüyor.
399 Hu Han-şu yorumu (Pan Ku biyografisi) şöyle der: “Ku-ç’en Mor Sarayın dış yıldız (takımı)dır. Saray muhafızlarının rütbeleri bu yıldızlarla belirlenir.” İmparatorluk fermanın cümlesi T’u-ho-sien Kağan ve kardeşinin hassa birliklerine alınacağını göstermektedir.
Blm. 964, s. 21 r°
Yirmi dokuzuncu k’ai-yüan yılının (741) ikinci ayında, Küçük Pu-lü kralı öldüğü için ağabeyi Ma-hao-lai bir beratla halefi ilan edilmiştir. Berat metni şöyledir:
”Malumdur ki, imparatorluğun inayeti bir bütündür; uzakta-kine de yakındaki gibi uzanır. Sadakat, saray tarafından fevkalâde ödüllendirilen bir olgudur. Ey Ma-hao-lai! (Atalarınız) nesilden nesile tevarüs yoluyla prens oldular. Aile (azalarınız) birbiri ardına sadakati ve iyi niyeti korudular. Ülkeleri gözden uzak bir bölgede ise de, kalpleri her zaman hanedanımız için çarpmıştır. Sonra siz hükümdar oldunuz ve öncekilerin yolundan ayrılmadınız. Tebaanızı yönetme becerisini sergileyerek, imparatorluğa sürekli hizmet etme iradesini gösterdiniz. Bu yüzden bir beratla sizi Pu-lü kralı ilan ediyorum. Bu beratı kurallara uygun olarak saygıyla alın. Hiçbir zaman fazilet ve adâlet yolundan sapmayın. Ülkenizi sizden sonrakilere bırakmak için koruyun. Dikkate almamanız ne mümkün?”
Blm. 997, s. 3 v°
Birinci t’ien-pao yılının (742) dokuzuncu ayında, Hu-mi (Wa-han) kralının oğlu Hie-ki-li fu (beg?) Tibetlilerle ilişkilerini kesip, bağlılığını bildirmeye gelmek istediğini belirten bir dilekçe sunmak için elçi gönderdiğinden, şu mealde bir berat hazırlandı:
”Siz, Hie (-ki)-li fu, Hu-mi (Wahan) kralının oğlu! Genelde (imparatorluğun) muhafazası ve kalkanı olma görevi tevdi edilir, ama buna yalnızca itimat kazanmış olanlar layık görülür. Himmet ve adalet, uzakta olanlara dahi Çindekilere uygulandığı gibi uygulanabilir. Atalarınız tabii olarak imparatorluğa bağlıydılar. Bizimle büyükelçiler vasıtasıyla sürekli temas halindeydiler. Mektuplarının tercümeleri birbiri ardına gelirdi. Babanız sırası geldiğinde tahta çıkınca, zorlu bir komşusu tarafından engellendi. Şirret bir gücün400 emirlerine boyun eğmek zorunda kaldı, fakat sonuçta sabık niyetlerinden dönmeye mecbur oldu. Şimdi ise samimi duygularını sunabilmek ve gizlice Çin’in lehine dönmek için gelmiş. Eğer içinde uzun zamandır bu tür niyetler taşımamış olsaydı, sabık fikirlerini bu şekilde nasıl muhafaza edebilirdi? Böylesi bir sadakat ve içtenliği ancak daha güçlü bir şekilde takdir ederiz. İmdi, ey âl-i mansap kişi, sadakatenizi ve evlat sevginizi belgilemek, temiz inancınızı ve adaletinizi daim kılmak için size kızıl renkli bir name ve demir bir arma veriyorum.401 Bu zafer mirasınızı sizden sonrakilere ebediyen intikal ettirecek, güneş ve ayın şavkına benzer bir parıltınız, (T’ai-)şan ve (Huang-) ho402 gibi uzun ömürlü olacaksınız. Böyle bir şey nasıl takdir edilmez, nasıl dikkatli olmazsınız ki?”
400 Tibetlilerin.
401 Bu deyim bir senyöre ikta bağışlayan resmi eşyaları ifade etmektedir. Bkz. Ts’ien Han-şu, blm. I, b, s. 10 r°. Ayrıca (Kao-tsu), zafer kazanan tebaalarına mühür dağıtır ve yemin ettirirdi. (Bkz. Sema Ts’ien, Fransızca çevirisi, III/121, n. 1). Kızıl renkli nameler ve demir armalar, onları koymak için de metal dolap ve taş kasalar vardı. Tüm bunlar atalar tapınağında saklanırdı. - Hu Han-şu, (VII, s. 7 r°) bir âsiden bahsederek onun kendisini büyük imparator ilan ettiğini, yeşim mühürleri, tayin levhaları ve annallarıy la, demir beratları bulunduğunu kaydetmektedir. Aynı kaynakta (blm. L, s. 4 v°) nesilden nesile geçen senyör konaklarından bahsederken şöyle deniliyor: “Kızıl renkli nameler ve demir armalar hep birinden diğerine intikal ederdi.” - Muhtemelen bu armalar üzerinde yazı bulunan bir plakaydı, ama T’ang döneminde bu şekilde olduğu hayli şüpheli.
402 Se-ma Ts’ien, Fransızca çevirisi, III/121, n. 1.
Blm. 965, s. 2 r°
Dördüncü t’ien-pao yılının (745) dokuzuncu ayında, Ki-pin (Kapiça) kralının oğlu Pu-çun’a babasının halefi olması emredildi. Berat şu şekildedir:
“Yıl sırası i-yu olan dördüncü t’ien-pao yılında (745), birinci günü i-mao’ya tekabül eden dokuzuncu ayının, ping-tse gününe rastlayan yirmi ikinci günü imparator şu fermanı yayınladı: Malumdur ki, gözden uzakta olan ülkeler saygılı ve itaatkâr olduklarında, ödül olarak verilen hediyeler de hatırı sayılır şeyler olmak zorundadır. Pek çok nesil boyunca sadık kalınıp, elden gelen tüm çabalar sarfedilince, inayet işaretleri de gelir. Kipin (Kapiça) kralının oğlu siz Pu-çun! Uzun zamandan beri atalarınızdan temiz bir inanç ve adaleti tevarüs ettiniz. Samimiyet ve içtenliğinizi göstermek için elinizden geleni yapmanız bir saadettir. Orada tebaanızı huzurlu kılıyorsunuz. Her iki barbar halk403 huzur ve sükun içinde. Eskilerin yolundan gidiyor ve on bin li uzaktan saraya bağlılığınızı bildirmeye geliyorsunuz. Dürüstlüğünüzü bozulmadan muhafaza ediyorsunuz. Sadakat ve sevginiz gittikçe daha belirginleşmektedir. Arzu ve duygularınızın mükemmeliyeti fazlasıyla övgüye sezâvardır. Bu yüzden bir beratla sizi Ki-pin (Kapiça) ve U-ç’ang (Udyana) kralı ilan ediyor, ayrıca sağ atlı muhafızlar generali unvanı tevdi ediyorum. Gidin ve kadrini bilin! Bu berata kurallara uygun olarak saygı gösterin; sadakat ve adaleti onurla muhafaza edin; bunu inayetimizin bir simgesi olarak alın ve uzak barbarlar için bir rehber olun. Dikkate almamanız ne mümkün?”
403 Kapiça ve Udyana kastediliyor olmalı.
Blm. 999, s. 19 r°
Sekizinci t’ien-pao yılında (749) T’u-ho-lo (Toharistan) yab-gusu Şe-li ç’ang-kia-lo, bağlılığını bildirmek ve hediyeler sunmak üzere bir elçi gönderdi. Dilekçesi şöyle idi:
”Ülkemin yakınında Kie-şuai404 denilen bir Hou krallığı var. Derin dağlarda bulunmaktadır. (Kendisini koruyan) tabii engellere güvenerek kutsal dönüşüme engel oluyor. T’u-po (Tibetliler) ile müttefik olup, onlara yardım ediyor. Bilindiği gibi Pu-lü (Gil-git) toprakları dar, nüfus yoğun ve çok fazla ekili alan yok. Bu yüzden garnizon kuvvetleri oraya gelince iaşe sıkıntısı çekecekler. Dolayısıyla Kaşmir’den tuz ve pirinç almak gerekir ki, işin içinden ancak bu şekilde çıkılabilir. Ayrıca ticaret kervanları gi-diş-geliş sırasında Kie-şuai topraklarını kullanıyor. Ülkenin kralı Tibetlilerin hediyelerini kabul etti ve ülkesinde Pu-lü’ye giden yolları tutmak için bir Tibet kalesi yapılmasına izin verdi. Kao Si-en-çi Pu-lü’yü fethettiğinden beri orada fazladan üç bin asker var ve Pu-lü kuşatma altında. Kie-şuai kralı, Tibetlilerle hemfikir olup, onların Pu-lü endişelerinden yararlanarak, ordusunun başına geçti ve oraya fethetti. Kafam hep bu yaramaz adamları bir defada ortadan kaldırma fikriyle meşgul. Eğer yolu açabilir, Büyük Pü-lü ve doğudaki ülkeleri fethedebilirsem, doğrudan Yü-t’ien (Hotan), Yen-k’i (Karaşar), Şa, Leang, Kua, Su ve daha ötesine ulaşacağım. Tibetliler artık orada tutunmaya cesaret edemezler. An-si (Kuça) birlikleri ve süvarilerinin Küçük Pu-lü’ye gelecek yılın beşinci ayında varabileceklerini ve Büyük Pu-lü’ye ancak altıncı ayda ulaşabileceklerini sanıyorum. İrade-i seniyyenin bu teklifime sıcak bakacağını naçizane umuyorum. Eğer bu teşebbüs başarılı olmazsa, yediye parçalanmayı kabul ediyorum. Ku-şe-mi (Kaşmir) kralının Çinlilere karşı sadık ve bağlı olduğunu, ayrıca çok askeri ve süvarisi bulunduğunu; ülkesinin geniş, halkının kalabalık, iaşenin bol olduğunu göz önünde bulundurarak, imparatorluk iradesinin Kaşmir kralını cesaretlendirmek için ona bir ferman yollayacağını; giysiler, hediyeler göndereceğini; kralın imparatorun yüce iradelerinden etkilenip, sadakat ve bağlılığını artıracağını bilhassa umuyorum.” - İmparator bu dilekçeyi inceleyerek muvafık buldu.
404 T’ang-şu’da Kie-şi. Tse-şi t’ung kien de (CCXVI, s. 4 v°) Kie-şi olarak yazmakta, olayları şu şekilde anlatmaktadır: Sekizinci t’ien-pao yılında (749) on birinci ayın i-wei günü, Toharistan yabgusu Şe-li-tan-kia-lo bir dilekçe sunmak için elçi gönderdi. Dilekçe şöyle idi: “Kie-şi kralı şahsen Tibetlilere bağlandı. Küçük Po-lü’yü (Gilgit) sarsıyor ve tedirgin ediyordu. Onun iaşe yollarını tıkamak için bir ordu mevzilendirdi. Ben, sizin tebaanız, bu ahlaksız adamı mahvetmek istiyorum. Geçen yıl beşinci ayda Küçük Pu-lü’ye gelen, altıncı ayda ise Büyük Po-lü’ye (Baltistan) vasıl olan An-si (Kuça) ordularını göndereceğinizi umuyorum.” İmparator talebi onayladı. -Dokuzuncu t’ien-pao yılının (750) ikinci ayında, An-si tsie-tu-şi’si Kao Sien-çi, Kie-şi Krallığı’nı yenerek, kral Pu-t’o-mo’yu esir etti. Üçüncü ayın keng-tse günü Pu-t’o-mo’nun ağabeyi Kie-şi Su-kia’yı hükümdar tayin etti.
Blm. 965, s. 4 v°
Dokuzuncu t’ien-pao yılının (750) üçüncü ayında, Kie-şuai kralı Pu-t’o-mo’nun ağabeyi Su-kia’ya bir beratla kral unvanı verildi. Berat şu şekilde yazılmıştı:
“Malumdur ki, başarılı işler yapanları şerefli fiillerinden dolayı ödüllendirmek bir kuraldır. Bu tür iyi işleri layık olduğu veçhile değerlendirmeyi ihmal etmemek, bir himmet ve lutuf prensibidir. Sen, Kie-şuai kralı Pu-t’o-mo’nun ağabeyi Su-kia! (Sen ve ataların) nesilden nesile bağlılık ve samimiyet sergilediniz. Gözden uzak bir ülkede yaşıyor olmana rağmen, uzun süredir akıllı bir şekilde hareket ettin; cesaretin ve adaletin çok önceden tescil edildi. Son zamanlarda, Pu-t’o-mo size karşı hamiyetli davranmadığı ve imparatorluğa sadık olmadığı için, büyük haksızlıkların kurbanı oldun ve uzun süre bastırılıp, ihmal edildin. Ama şimdi bu engel ortadan kaldırıldı; kötü kişiler hapsedildi. Hemen imparatorluğa sadakat ve bağlılığını gösterdin. Barbar halkına karşı himmet ve hamiyetini sergiledin. Görevini yerine getirirken gösterdiğin gayretten her zaman söz edilecektir. Artık şerefbahş ödüller alman gerekir; bu yüzden bir beratla seni Kie-şuai kralı ilan ediyorum. İmparatorluğun lutfundan dolayı minnettar ol ve bir tebaanın yapması gerektiği gibi yoluna devam et. Soyundan gelenler on bin nesil boyunca bu himmet ve hamiyetin kadrini bilsinler. Böyle bir şey takdir edilmez, dikkatli olunmaz mı?”
Blm. 865, s. 5 r°
On birinci t’ien-pao yılının (752) ilk ayının jen-in günü, bir beratla Ku-tu (Huttal) kralı Lo-ts’üan-tsie’ye yabgu unvanı verildi. Berat metni şu şekildedir:
“Yıl sırası jen-in olan on birinci t’ien-pao yılının (752) birinci günü ki-mao gününe tekabül eden birinci ayının jen-ç’en gününe denk gelen yirmi dördüncü gün, imparator şu fermanı buyurdu: Malumdur ki, iyi işler teşvik edilip seviyeye göre ödüller verilirken, dahildekilerle hariçtekiler arasında ayırım yapılmaz. Barbar ülkelere bağrımızı açmak ve uzakta kalanları sevgiyle kucaklamak, elbette eski gelenek ve törelerimizde vardır. Siz, Ku-tu kralı Lo-ts’üan-tsie, başından beri emir ve talimatlarımıza uydunuz; iradeniz sadakat ve erdemle şereflendi. Sınırda bizim müda-fiimiz oldunuz; bu uğurdaki gayretleriniz kayıtlara geçirildi. Vaktiyle şirret haydutlar karışıklıklar çıkarıp sizi takibata mecbur bırakırken dahi sadakat ve bağlılığınız hiç eksilmedi ve bunlar başlangıçtan şu ana kadar gittikçe muhkem hale geldi. Bunlardan söz açılıp, üzerinde düşünülünce, takdir ve taltifler de fazlasıyla hatırı sıyılır olacaktır. Binaenaleyh size cesur süvariler başkomutanlığı unvanı tevdi ediyor ve ayrıca bir beratla sizi yabgu olarak atıyorum. Bu resmi unvanları saygıyla kabul edin; bu himmeti sizden sonrakilere intikal ettirmek için size bağışlanan toprağı muhafazada dikkatli olun. Bu lutuflara mazhar olmak takdire şâ-yan değil midir?”