ALTMIŞ İKİNCİ BÖLÜM - Büyülü baş serüvenine ve anlatılmadan geçilemeyecek başka saçmalıklara dair

Don Quijote’yi misafir eden şövalyenin adı Don Antonio Moreno'ydu; kendisi zengin ve akıllı bir soyluydu; ahlâklı, namuslu eğlencelerden hoşlanırdı. Don Quijote evine geldiğinde, deliliğini zararsız bir şekilde ortaya çıkarmanın yollarını aramaya başladı; çünkü acı veren şaka, şaka olmaktan çıkar; başkasına zarar veren eğlenceye eğlence denmez. Don Antonio ilk iş olarak, Don Quijote'nin zırhlarını çıkarttırdı ve daha önce de tasvir ettiğimiz dar, güderi kıyafetiyle onu şehrin ana caddelerinden birine bakan bir balkona çağırdı; çok sayıda insan ve çocuk, maymun seyreder gibi Don Quijote'yi seyrediyordu. Üniformalı atlılar yine, sanki o bayram günü onuruna değil de, sırf Don Quijote için giyinmişler gibi geçit töreni yaptılar. Sancho çok mesuttu; nasıl olduğunu anlayamadan Camacho'nun düğününün, Don Diego de Miranda'nın evinin, dükün şatosunun bir benzerini bulmuşlar gibi geliyordu ona.

O gün öğle yemeğinde Don Antonio'nun arkadaşları da vardı; hepsi Don Quijote'ye bir gezgin şövalyeye yakışır şekilde davranıyorlar, saygı gösteriyorlardı; Don Quijote kabardıkça kabarıyor, memnuniyetten içi içine sığmıyordu. Sancho nükteleriyle evin bütün hizmetkârlarını, kendisini dinleyen herkesi hayran bırakmıştı; hepsi ağzının içine bakıyorlardı. Sofraya oturduklarında Don Antonio Sancho'ya dedi ki:

"Sevgili Sancho, siz duyduğumuza göre tavukgöğsüyle köfteye o kadar düşkünmüşsünüz ki, artarsa ertesi gün yemek üzere koynunuza saklarmışsınız."

"Hayır efendim, doğru değil," dedi Sancho; "ben obur değil, temiz bir kimseyimdir; karşımızda bulunan efendim Don Quijote de gayet iyi bilir, biz ikimiz bir avuç fındık veya cevizle sekiz günü geçiririz. Evet, olur da karşıma çıkarsa, su akarken testiyi doldururum; demek istediğim şu ki, verileni yer, önüme çıkan fırsatı değerlendiririm; ama benim aşırı yediğimi ve pis olduğumu kim söylemişse, emin olun yanılmış; bu sofrada bulunan şerefli sakallara hürmet etmesem bunu başka şekilde söylerdim."

"Gerçekten de," dedi Don Quijote, "Sancho'nun ne kadar az ve temiz yemek yediği, gelecek yüzyılların hafızasından silinmesin diye, tunçtan levhalara yazılmaya, kazılmaya lâyıktır. Açken biraz obur gibi göründüğü doğrudur; çünkü hızla ve açgözlülükle yer. Ne var ki temizlik konusunda daima çok özenlidir; ayrıca vali olduğunda çok kibar yemeyi de öğrendi; o kadar ki, üzümü, hatta nar tanesini bile çatalla yiyordu."

"Ne?" dedi Don Antonio, "Sancho vali mi oldu?"

"Evet," diye cevap verdi Sancho. "Barataria adında bir cezirenin valisi oldum. On gün boyunca pek güzel yönettim cezireyi; o on günde huzurum kalmadı, dünyanın bütün valilikleri gözümden düştü. Oradan kaçarak ayrıldım; bir mağaraya düştüm; öldüm zannederken mucizeyle sağ çıktım oradan."

Don Quijote, Sancho'nun valiliğini bütün teferruatıyla anlattı; bütün dinleyenler bayıldılar.

Sofra kaldırıldığında, Don Antonio Don Quijote'yi elinden tutup ayrı bir odaya götürdü. İçerideki tek mobilya, görünüşe bakılırsa akikten bir masaydı; yine akikten tek bir ayak üzerinde duruyordu; masanın üstünde, tunçtan gibi görünen, Roma imparatorlarının başlarını andırır bir büst vardı. Don Antonio, Don Quijote'yle birlikte bütün odayı dolaşıp masanın etrafında birçok kez döndükten sonra dedi ki:

"Senor Don Quijote, artık bizi kimsenin dinlemediğinden, duymadığından, kapının kapalı olduğundan emin olduğuma göre, zat-ı âlinize akla hayale gelebilecek en garip serüveni, daha doğrusu olayı anlatmak istiyorum; anlatacaklarımı hafızanızın en kuytu, en gizli köşesine gömmeniz şartıyla."

"Öyle yapacağıma yemin ederim," dedi Don Quijote; "hatta daha emin olsun diye üzerine bir kapak da örterim. Şunu bilmenizi isterim ki Senor Don Antonio,"diye devam etti, adını öğrenmişti çünkü, "işitecek kulağı olan, konuşacak dili olmayan biriyle konuşmaktasınız; bu sebeple, rahatlıkla kalbinizdeki yükü benim kalbime aktarabilir, suskunluğun uçurumundan aşağı fırlattığınızı farzedebilirsiniz."

"Bu sözünüze güvenerek," dedi Don Antonio, "zat-ı âlinizi gördükleriniz ve duyduklarınızla hayrete düşürecek, ben de herkese anlatılamayacak olan sırlarımı kimseyle paylaşamamanın sıkıntısından biraz olsun kurtulacağım."

Don Quijote heyecanla bekliyor, bunca önlemin nereye varacağını merak ediyordu. Don Antonio, Don Quijote'nin elini alıp tunçtan büstün, masanın ve masanın akik ayağının üzerinde gezdirdikten sonra dedi ki:

"Senor Don Quijote, bu büst, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük büyücülerinden, afsuncularından biri tarafından yapılmıştır; zannediyorum Polonya asıllıydı; hakkında onca inanılmaz şey anlatılan meşhur Escotillo'nun da talebesiydi. Kendisi buraya, evime geldi ve bin altın karşılığında bu büstü yaptı; bu büstün özelliği, marifeti, kulağına sorulan bütün sorulara cevap vermesidir. Hesaplar yaptı, şekiller çizdi, yıldızları gözledi, saniyeleri ölçtü ve sonunda, yarın göreceğiniz gibi mükemmel bir eser meydana getirdi. Cuma günleri dilsiz kesilir; bugün de cuma olduğu için, yarını beklemek zorundayız. Bu arada zat-ı âliniz, kendisine sormak istediğiniz soruları hazırlayabilirsiniz; verdiği bütün cevapların doğru olduğunu ben tecrübeyle biliyorum."

Don Quijote büstün marifetine, özelliğine şaşırdı; neredeyse Don Antonio'ya inanmayacaktı; ama tecrübenin yapılmasına çok az zaman kalmış olduğunu düşünerek, böyle önemli bir sırrı kendisine açtığı için teşekkür etmekle yetindi. Odadan çıktılar; Don Antonio kapıyı kapatıp kilitledi ve diğer asilzadelerin olduğu salona geçtiler. Bu süre içinde Sancho onlara efendisinin başından geçen serüven ve olayların birçoğunu anlatmıştı.

O gün öğleden sonra Don Quijote'yi gezmeye çıkardılar; zırhlarını giymemişti; üzerindeki gezinti kıyafeti, o havada buzu bile terletebilecek, pas rengi, geniş bir kaftandı. Hizmetkârlara, Sancho'yu oyalamaları, evden dışarı çıkarmamaları için talimat verilmişti. Don Quijote Rocinante'ye değil, rahat yürüyüşlü, süslü, iri bir katıra binmişti. Kaftanını giydirdikten sonra, kendisi farketmeden sırtına bir parşömen astılar; üzerinde iri harflerle, Bu La Mancha'lı Don Quijote'dır diye yazıyordu. Gezinti başladığında, her geçenin gözleri bu yaftaya takılıyor, "Bu, La Mancha'lı Don Quijote'dir" yazısını okuduklarından, Don Quijote her görenin onu ismiyle tanımasına şaşırıyordu. Yanında ilerleyen Don Antonio'ya döndü ve dedi ki:

"Gezgin şövalyelik, bünyesinde müthiş bir imtiyaz barındırmakta; çünkü bu mesleği icra edenler, dünyanın her yerinde tanınıyor, ünleniyorlar. Bakınız Senor Don Antonio, bu şehrin çocukları bile, beni hiç görmedikleri halde tanıyorlar."

"Öyledir, Senor Don Quijote," dedi Don Antonio. "Nasıl bir ateşi gizlemek, örtmek mümkün değilse, faziletin de tanınmaması mümkün değildir; bilhassa silâhşörlükle ulaşılan fazilet, hepsinden fazla parlar ve öne çıkar."

Don Quijote anlatılan tezahüratla ilerlerken, sırtındaki yaftayı okuyan bir Kastilyalı yüksek sesle dedi ki:

"Şeytan götürsün seni, La Mancha'lı Don Quijote! Yediğin sayısız sopadan sağ çıkıp buralara nasıl gelebildin? Sen delisin; kendi başına, deliliğinin kapalı kapıları ardında deli olsaydın o kadar vahim olmazdı; ama sende, seninle konuşan, görüşen herkesi de delirtme, serseme çevirme yeteneği var; şu yanındaki beyefendilere bakın. Evine dönüp mülkünle, karın ve çocuklarınla ilgilensene, sersem; vazgeç bu beynini kemiren, aklını soğuran zırvalıklardan."

"Kardeşim," dedi Don Antonio, "yolunuza gidin, size akıl danışmayana nasihat vermeye kalkmayın. La Mancha'lı Don Quijote son derece akıllı bir kimsedir; kendisine refakat eden bizler de aptal değiliz. Fazilet, nerede olursa olsun hürmet görür; haydi gidin, lanet olası, bir daha da çağrılmadığınız yere bulaşmayın."

"Haklısınız efendim," dedi Kastilyalı; "bu adama nasihat vermek, iğneyle kuyu kazmaya benzer; yine de, bu şuursuzun her konuda gösterdiği söylenen zekâsının, gezgin şövalyelik oluğundan akıp gitmesine ben çok üzülüyorum. Zat-ı âlinizin okuduğu lânet de, bundan böyle, Metuşelah'tan uzun yaşasam bile, istesin istemesin, kimseye bir daha nasihat edersem, hem benim, hem bütün sülâlemin üzerine olsun."

Nasihatçi uzaklaştı; gezinti devam etti; fakat yaftayı okudukça çocuklar da, büyükler de o kadar başlarına üşüştüler ki, Don Antonio başka bir şeyi çıkarırmış gibi yaparak yaftayı sırtından çıkardı.

Akşam olduğunda eve döndüler; gece için bir balo düzenlenmişti; Don Antonio'nun soylu, neşeli, güzel ve akıllı karısı, misafirini şereflendirsinler ve görülmedik çılgınlıklarıyla eğlensinler diye, arkadaşlarını davet etmişti. Arkadaşları geldikten sonra mükellef bir akşam yemeği yendi ve saat on sularında balo başladı. Misafirler arasında iki tane çok muzip hanım vardı; gayet namuslu olmakla birlikte, biraz serbest ruhluydular ve zararsız şakalar yapmaktan hoşlanırlardı. Bu ikisi Don Quijote'yi dans etmesi için o kadar sıkıştırdılar ki, yalnız bedenini değil, ruhunu da bitkin düşürdüler. Don Quijote upuzun boyu, gerginliği, zayıflığı, sarılığı, daracık kıyafeti, donukluğu ve en kötüsü de, hantallığıyla, görülmeye değerdi doğrusu. Genç kızlar gizlice kendisine kur yapıyor, o da gizlice kendilerini reddediyordu; ama sonunda çok sıkıştırdılar; o da sesini yükseltip dedi ki:

"Fugite, partes adversae!{55} Beni rahat bırakın, istenmeyen düşünceler! Arzularınızı benden uzak tutun hanımlar; benim gönlümün kraliçesi, eşsiz Dulcinea del Toboso, kendisinden başka kimsenin arzularına teslim olmama, kölesi olmama izin vermez."

Bu sözleri söyledikten sonra, bu kadar danstan bitkin düşmüş bir halde, salonun ortasına, yere oturdu. Don Antonio şövalyenin kucaklanıp yatağına götürülmesini buyurdu; kendisini ilk kucaklayan Sancho oldu ve dedi ki:

"Saygıdeğer efendim, ne vardı böyle dans edecek? Bütün kahramanlar dansçı, bütün gezgin şövalyeler oyuncu mu olur sanıyorsunuz? Eğer öyle sanıyorsanız, yanılıyorsunuz; öyle adamlar vardır ki, bir kere sıçramak yerine bir devi öldürmeyi tercih ederler. Topuk vurma dansı olsa, ben sizin yerinize yapardım; çünkü atmaca gibi topuk vururum; ama bu danslara gelince, kılımı kıpırdatmam."

Sancho bu ve benzeri konuşmalarla balodakileri güldürdükten sonra efendisini yatağına yatırdı; dans ederken üşütmüş olduğundan, iyice terlesin diye üzerini örttü.

Don Antonio ertesi gün büyülü baş tecrübesini yapmanın uygun olacağını düşünerek, Don Quijote, Sancho, iki arkadaşı ve bir gece önce baloda Don Quijote'yi bitkin düşürdükten sonra Don Antonio'nun karısıyla kalmış olan iki hanımla birlikte, büstün olduğu odaya kapandı. Herkese sırrını açıp büstün özelliğini anlattı ve bu büyülü başın marifetinin ilk defa o gün kanıtlanacağını söyledi. Don Antonio'nun iki arkadaşı haricinde hiçbiri büyünün içyüzünü bilmiyordu; Don Antonio önceden kendilerini aydınlatmış olmasa, onlar da diğerleri gibi afallayıp kalacaklardı; öylesine ustalıkla düzenlenmişti ki, başka türlüsü mümkün değildi.

Büstün kulağına ilk eğilen bizzat Don Antonio oldu ve alçak sesle, ama herkesin de işitebileceği şekilde, dedi ki:

"Ey baş, marifetini göster ve bana şu anda ne düşündüğümü söyle.”

Baş, dudaklarını oynatmadan, açık seçik, herkesin işitebileceği bir sesle cevap verdi:

"Ben düşünceleri okuyamam."

Bunu duyunca hepsi donup kaldılar; üstelik odada, masanın etrafında, cevap verebilecek insan da yoktu.

"Burada kaç kişiyiz?" diye sordu bunun üzerine Don Antonio.

Aynı dingin ses cevap verdi:

"Sen ve karın, senin iki arkadaşın, karının iki arkadaşı, La Mancha'lı Don Quijote adında ünlü bir şövalye ve Sancho Panza adındaki silâhtarı var odada."

Herkes yine şaşkına döndü; korkudan tüyleri diken diken oldu. Don Antonio büstten uzaklaşarak dedi ki:

"Ey bilge baş, konuşan baş, cevapçı baş, harikulade baş! Seni bana satan kişi tarafından dolandırılmadığımı anlamam için bu kadarı yeter bana. Başkası gelsin, ne isterse sorsun."

Kadınlar genelde sabırsız ve meraklı olduklarından, büstün yanına ilk giden, Don Antonio'nun karısının arkadaşlarından biri oldu ve şu soruyu sordu:

"Söyle bana baş, çok güzel olmak için ne yapayım?"

Baş cevap verdi:

"Çok namuslu ol."

"Başka bir şey sormayacağım," dedi soruyu soran hanım.

Sonra ikinci hanım arkadaş gelip dedi ki:

"Ey baş, ben kocamın beni sevip sevmediğini öğrenmek istiyorum."

Şöyle bir cevap geldi buna:

"Sana nasıl davrandığına bak, anlarsın."

Evli hanım büstün yanından ayrılıp dedi ki:

"Bu soruyu sormama gerek yoktu; gerçekten de davranışlar kişinin duygularını ifade eder."

Sonra Don Antonio'nun arkadaşlarından biri gidip sorusunu sordu:

"Ben kimim?”

Cevap şu oldu:

"Kendin biliyorsun kim olduğunu."

"Ben onu sormuyorum," dedi asilzade, "senin beni tanıyıp tanımadığını soruyorum."

"Tanıyorum," dedi büst; "sen Don Pedro Noriz'sin."

"Ey baş, başka soru sormayacağım, her şeyi bildiğini anlamak için bu kadarı yeterli."

Ardından öbür arkadaşı yaklaşıp sordu:

"Söyle bana, ey baş, vârisim olan oğlumun isteği nedir?"

"Daha önce de söyledim," diye cevap verildi; "ben istekleri okuyamam; yine de, oğlunun seni mezara gömmek istediğini söyleyebilirim."

"Doğru," dedi asilzade; "görünen köy kılavuz istemez."

Başka da soru sormadı. Sonra Don Antonio'nun karısı geldi ve dedi ki:

"Ey baş, ben ne soracağımı bilemiyorum; senden bir tek şunu öğrenmek istiyorum: Sevgili kocamla uzun yıllar mutlu yaşayabilecek miyim?"

Soruya şöyle cevap verildi:

"Evet, çünkü sağlığı ve ölçülü yaşayışı kocana uzun bir ömür vaat ediyor; oysa birçok kişi kendi ömrünü, aşırılıktan dolayı kendisi kısaltır."

Sonra Don Quijote geldi ve sordu:

"Ey cevapçı, söyle bana, benim Montesinos Mağarası'nda gördüklerim gerçek miydi, rüya mıydı? Silâhtarım Sancho'nun kırbaçları tamamlanacak mı? Dulcinea'nın büyüsü çözülecek mi?"

"Mağara konusunda söylenecek çok şey var," diye karşılık verildi; "gerçek payı da var, rüya payı da. Sancho'nun kırbaçları zaman alacak. Dulcinea'nın büyüsü, icap eden sona ulaşacak."

"Daha fazla bir şey öğrenmek istemiyorum," dedi Don Quijote; "Dulcinea'nın büyüsünün çözüldüğünü gördüğüm an, bütün arzularım bir anda gerçekleşmiş olacak benim gözümde."

Son sorgucu Sancho oldu ve şu soruyu sordu:

"Ey baş, acaba bir daha vali olacak mıyım? Silâhtarlığın sefaletinden kurtulacak mayım? Karımı ve çocuklarımı bir daha görebilecek miyim?"

Sancho'ya şu cevap verildi:

"Kendi evinin valisi olacaksın; evine dönersen karını ve çocuklarını göreceksin; efendinin hizmetinden ayrılırsan silâhtarlıktan kurtulacaksın."

"Yüce Tanrım!" dedi Sancho Panza. "O kadarını ben kendim de söylerdim; aptala malûm olur."

"Hayvan!" dedi Don Quijote. "Ne cevap bekliyordun? Bu başın verdiği cevapların, sorulan sorulara uygun olması yetmez mi?"

"Yeter," dedi Sancho, "ama ben daha açık konuşsun, daha çok şey söylesin isterdim."

Böylece sorular ve cevaplar tamamlandı; ama Don Antonio'nun, olaydan haberdar olan iki arkadaşı dışındakilerin şaşkınlığı geçmedi. Seyyid Hâmid Badincani herkesi merak içinde bekletmemek için, bu başın içinde bir büyücü, olağanüstü bir muamma gizlendiği sanılmasın diye, olayı derhal açıklığa kavuşturur ve der ki: Don Antonio Moreno, Madrid'de gördüğü, bir basımcının yaptığı başı taklit ederek, eğlenmek ve cahilleri şaşırtmak amacıyla bu büstü kendi evine yaptırmıştı. Yapımı şöyleydi: Masanın üstü, akik gibi görünecek şekilde boyanıp cilalanmış ahşaptı; yine ahşap olan ayaktan, ağırlığı daha iyi taşıması için, dört kartal pençesi çıkıyordu. Bir Roma imparatorunun tunçtan büstü gibi görünen başın ise, içi bomboştu; başın birleşme yeri belli olmadan, tam olarak oturduğu masanın üstü de öyle. Aynı şekilde içi boş olan ayak, büstün boğazına ve göğsüne denk geliyor, bütün bunlar da, büstün bulunduğu odanın altındaki bir başka odaya açılıyordu. Bütün bu sayılan ayak, masa ve büstün boğazıyla göğsünün boşluğuna, görülmeyecek şekilde, tenekeden bir boru döşenmişti. Yukarıdaki odanın altına denk gelen odaya, cevap verecek olan kişi yerleşiyor, ağzını boruya yapıştırıyordu. Böylece, tıpkı ağız tüfeğinde olduğu gibi, ses aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya açık seçik olarak gidiyor, hileyi ortaya çıkarmak mümkün olmuyordu. Cevapları veren, Don Antonio'nun yeğeni, kafası hızlı çalışan, akıllı bir talebeydi; amcası kendisine önceden, o gün büstün olduğu odada kimlerin bulunacağını haber vermiş olduğundan, ilk soruya kolaylıkla, hızlı ve kesin bir cevap verebildi; diğer sorulara tahminen, akıllı olduğu için de akıllıca cevaplar verdi. Seyyid Hâmid ayrıca şunu da anlatır: Bu harika düzenek, on, on iki gün kadar yerinde kaldı; fakat Don Antonio'nun evinde büyülü bir baş olduğu, her sorulana cevap verdiği haberi bütün şehre yayılınca, Don Antonio meselenin dinimizin uyanık nöbetçilerinin kulağına gitmesinden korkarak durumu Enkizisyon'a açıkladı. Kendisine düzeneği sökmesi, bir daha kullanmaması emredildi, aksi takdirde cahil halk huzursuz olabilirdi. Bununla beraber, Don Quijote'yle Sancho Panza'nın gözünde baş, büyülü ve cevapçı, cevapları da Sancho'dan çok Don Quijote için tatminkâr olmaya devam etti.

Şehrin asilzadeleri, Don Antonio'yu memnun etmek, Don Quijote'yi şereflendirmek ve sersemliklerinin ortaya çıkmasına fırsat sağlamak amacıyla, altı gün sonra askerî mızrak oyunları düzenlemeye karar verdiler; ancak, ileride anlatılacak olan sebeplerden ötürü, oyunlar yapılamadı. Don Quijote'nin canı şehirde sivil ve yaya bir gezinti yapmak istedi; at üzerinde gezerse, çocukların peşine takılacağından korkuyordu. Böylece, Sancho ve Don Antonio'nun yanına verdiği iki hizmetkârla birlikte gezmeye çıktılar.

Bir sokaktan geçerlerken, Don Quijote başını kaldırdı ve bir kapının üzerinde, çok iri harflerle yazılmış şu yazıyı gördü: Burada kitap basılır. Buna çok memnun oldu; çünkü o güne kadar hiç matbaa görmemişti ve bir tarafta basım, diğer tarafta düzeltme, ötede dizgi yapıldığını, kısacası büyük matbaalarda yapılan bütün işleri gördü. Don Quijote bir bölmeye gidiyor, orada ne yapıldığını soruyordu; görevliler anlatıyordu; Don Quijote hayran kalıp bir sonraki bölmeye geçiyordu. Yaklaştığı bölmelerden birindeki görevliye ne yaptığını sordu.

"Beyefendi, şu gördüğünüz bey," diye cevap verdi adam, boylu boslu, yakışıklı, ciddî görünümlü birini göstererek, "İtalyanca bir kitabı dilimize, İspanyolca'ya çevirdi; ben de baskıya vermek üzere diziyorum."

"Kitabın adı nedir?" diye sordu Don Quijote.

Yazar buna şöyle cevap verdi:

"Kitabın İtalyanca adı Le Bagattelle {56} efendim."

"Peki le bagattelle dilimizde ne manaya geliyor?" diye sordu Don Quijote.

"Le bagattelle," dedi yazar, "bizim dilimizde oyuncaklar demektir. Bu kitabın adı mütevazı olmakla birlikte, içinde çok değerli şeyler bulunmakta."

"Ben biraz İtalyanca bilirim," dedi Don Quijote. "Ariosto'nun kimi şiirlerini de ezbere bilirim. Zat-ı âlinize bir şey sormak istiyordum efendim; bunu zat-ı âlinizin zekâsını ölçmek için değil, sırf merakımdan soruyorum: Kitapta pignatta kelimesine hiç rastladınız mı?"

"Evet, çok," diye cevap verdi yazar.

"Peki zat-ı âliniz bu kelimeyi nasıl çeviriyorsunuz?" diye sordu Don Quijote.

"Nasıl çevireceğim?" dedi yazar. "Tabii ki tencere diye."

"Vay canına!" dedi Don Quijote. "Zat-ı âliniz İtalyanca'ya çok hâkimsiniz! Bahse girerim İtalyanca piace dediği yerde zat-ı âliniz hoşlanma, piú dediği yerde daha fazla, su dediği yerde yukarı, giû dediği yerde aşağı diyorsunuz."

"Evet, öyle diyorum tabii," dedi yazar; "çünkü bu kelimelerin doğru karşılıkları bunlar."

"Ben zat-ı âlinizin dünyada tanınmadığına rahatlıkla yemin edebilirim," dedi Don Quijote; "çünkü bu dünyada seçkin zihinler, takdire şayan işler ödüllendirilmez. Harcanan ne yetenekler var! Bir köşede kalmış ne dehalar var! Değeri bilinmeyen ne faziletler var! Ama bütün bunlara rağmen, bana öyle geliyor ki, lisanların kraliçeleri olan Yunanca ve Latince hariç, bir dilden ötekine tercüme yapmak, tıpkı Flaman duvar halılarına tersten bakmak gibidir; şekiller seçilmekle birlikte, ipliklerle dolu olduğundan, ön yüzdeki açıklık ve parlaklık görülemez. Kolay lisanlardan tercüme yapmak, deha veya ifade kabiliyeti gerektirmez; tıpkı bir kâğıttaki yazıyı bir başka kâğıda aktarmak gibi. Bu dediklerimden, tercüme işinin takdir edilmeyecek bir iş olduğu anlamı çıkarılmasın; çünkü insan daha kötü, daha faydasız işlerle de uğraşabilir. Bu söylediklerimin dışında tutulması gereken iki meşhur tercüman vardır: Biri, Sadık Çoban tercümesiyle Doktor Cristóbal de Figueroa, öteki de Aminta tercümesiyle, Don Juan de Jâurigui'dir; bunlar kişiyi hangisinin tercüme, hangisinin asıl eser olduğu konusunda şüpheye düşürecek kadar başarılıdır. Zat-ı âlinize bir şey daha sormak istiyorum: Kitabı kendi hesabınıza mı bastırıyorsunuz, yoksa hakkını bir kitapçıya sattınız mı?"

"Kendi hesabıma bastırıyorum," diye cevap verdi yazar. "İki bin nüshalık bu ilk basımdan, en az bin altın kazanacağımı düşünüyorum; nüsha başına altı riyalden, bir çırpıda satılıverecek."

"Hesabınız çok kuvvetli doğrusu!" diye cevap verdi Don Quijote. "Matbaaların girdisini çıktısını, aralarındaki ticarî anlaşmaları bilmediğiniz belli. Sizi temin ederim, iki bin nüshayı sırtınıza yüklediğinizde öyle bitkin düşeceksiniz ki, korkacaksınız; hele kitap biraz alışılmışın dışındaysa, canlı değilse."

"Ne yani?" dedi yazar. "Zat-ı âliniz kitabı bir kitapçıya mı vermemi istiyorsunuz? Hakkını satın almak için bana üç maravedi versin, üstelik de büyük lütufta bulunduğunu zannetsin diye mi? Ben kitaplarımı bu dünyada şöhret kazanmak için bastırmıyorum; zaten eserlerimle tanınıyorum; ben kâr etmek istiyorum; kazanç olmadı mı iyi şöhret metelik etmez."

"Tanrı zat-ı âlinizin talihini açık etsin," diye cevap verdi Don Quijote.

Sonra devam edip bir başka bölmeye geçti; burada Ruhun Işığı adlı bir kitabın bazı sayfalarının düzeltildiğini gördü ve dedi ki:

"Basılması gereken kitaplar, çok sayıda olmakla beraber, bu tür kitaplar; çünkü zamanımızda o kadar çok günahkâr var ki, karanlıkta kalmış bunca kişiye sonsuz ışık lâzım."

Sonra devam edip bir başka kitabı düzeltmekte olduklarını görerek adını sordu; La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote'nin İkinci Kısmı olduğunu, Tordesillas'lı biri tarafından yazıldığını söylediler.

"Bu kitaptan haberdarım," dedi Don Quijote. "Doğrusunu isterseniz, münasebetsizliğinden ötürü çoktan yakılıp kül olduğunu sanıyordum; ama balta değmedik ağaç olmaz. Uydurulmuş öyküler, gerçeğe ne kadar benzerlerse o kadar hoşa gider; gerçek öyküler de, ne kadar gerçek olurlarsa o kadar iyi olurlar."

Bu sözleri söyledikten sonra, canı biraz sıkkın bir halde matbaadan ayrıldı. Aynı gün, Don Antonio, sahildeki kadırgaları görmesi için bir gezinti tertip etti; Sancho, ilk defa kadırga göreceği için buna çok sevindi. Don Antonio, o gün öğleden sonra misafiri meşhur La Mancha'lı Don Quijote'yi kadırgaları görmeye götüreceğini, dört kadırganın reisine haber verdi; şehrin bütün sakinleri gibi, o da Don Quijote'yi tanıyordu. Kadırgalarda olanlar, bir sonraki kısımda anlatılacak.