KIRK BİRİNCİ BÖLÜM - Clavileño'nun Gelişine Ve Bu Uzun Serüvenin Sonuna Dair

Bu sırada hava kararmış, meşhur at Clavileno'nun geleceği saat yaklaşmıştı; atın gelmesi geciktikçe, Don Quijote endişeleniyor, Malambruno atı göndermediğine göre, ya bu serüvenin kendi alınyazısı olmadığını, ya da Malambruno'nun kendisiyle teke tek dövüşe girmeye cesaret edemediğini düşünüyordu. Fakat birdenbire bahçeden içeri dört vahşî girdi; hepsi yeşil sarmaşıklarla kaplıydılar; omuzlarında, kocaman, tahtadan bir at taşımaktaydılar. Atı dört ayağının üzerine, yere bıraktılar; vahşîlerden biri dedi ki:

"Cesareti olan bu âletin üzerine binsin."

"Ben binmem," dedi Sancho; "ne cesaretim var, ne de şövalyeyim."

Vahşî sözlerine şöyle devam etti:

"Varsa, silâhtarı da terkisine binsin ve yiğit Malambruno’ya güvensin; zira kendisine onunkinden başka bir kılıç kalkmayacak; başka birisinden bir kötülük gelmeyecek. Yapılacak tek şey, boynundaki şu küçük takozu çevirmek; at kendilerini havadan, Malambruno'nun beklediği yere götürecektir. Yalnız, yolculuk sırasında yükseklikten başları dönmesin diye, at yolculuğun bittiğinin işareti olarak kişneyinceye kadar, gözlerinin bağlı olması şart."

Bu sözlerin üzerine dört vahşî, Clavileno'yu bırakıp zarif hareketlerle geldikleri yerden gittiler. Elemli Nedime atı görür görmez, neredeyse gözlerinde yaşlarla Don Quijote'ye dedi ki:

"Yiğit şövalye, Malambruno'nun sözü doğru çıktı; at geldi; sakallarımız uzuyor; her birimiz ayrı ayrı, sakallarımızın tek tek her teliyle sana yalvarıyoruz, bizi kırk, tıraş et; tek yapacağın, silâhtarınla birlikte atın üzerine binip yolculuğa hayırlısıyla başlamak."

"Saygıdeğer Kontes Trifaldi, bunu büyük bir memnuniyetle, seve seve yapacağım; oyalanmamak için ne yanıma bir çıkın alacağım, ne de mahmuzlarımı takacağım; çünkü sizin ve bütün bu nedimelerin yüzlerinizi tertemiz, pürüzsüz görmeye can atıyorum."

"Ben ne seve seve, ne sevmeye sevmeye, kesinlikle yapmayacağım böyle bir şeyi," dedi Sancho. "Ben bu atın terkisine binmeden bu kırkılma işlemi olamıyorsa, efendim kendisine eşlik edecek başka bir silâhtar, bu hanımlar da yüzlerini temizlemenin başka bir yolunu bulsunlar. Ben büyücü değilim; havada uçmaktan hoşlanmam. Benim cezire halkı, valilerinin havalarda dolaştığını duysa ne der? Bir şey daha var: Buradan Candaya'ya üç bin küsur fersah olduğuna göre, at yorulur veya dev sinirlenirse, dönüşümüz beş, altı yıl sürer; o zamana kadar dünyada beni tanıyan cezire mezire kalmaz. Bilirsiniz, tehlikenin büyüğü gecikmektir denir; su akarken testiyi doldurmak gerekir; saygıdeğer hanımların sakallarından özür dilerim; evli evinde, köylü köyünde; demek istiyorum ki, ben bunca ikram gördüğüm bu evde, senyöründen, vali olmak gibi büyük bir lütuf beklediğim bu evde kalıyorum."

Dük buna şöyle cevap verdi:

"Arkadaşım Sancho, benim size vaat ettiğim cezire ne menkuldür, ne de kaçak; toprağın derinliklerine öyle kök salmıştır ki, iki üç çekiştirmeyle yerinden oynamaz, kıpırdamaz. Siz de, benim gibi gayet iyi biliyorsunuz ki, bu tip önemli mevkilerin hepsi, az veya çok, bir rüşvet karşılığı elde edilmektedir; benim de bu cezire valiliğine karşılık olarak istediğim, sizin efendiniz Don Quijote'yle gidip bu unutulmaz serüveni sonuçlandırmanız. Clavileno'nun üzerinde, ondan beklenen hızla da gelseniz, aksilikler yüzünden yaya, hacılar gibi handan hana gezerek de gelseniz, döndüğünüzde cezirenizi bıraktığınız yerde bulacaksınız; cezire halkı sizi valileri olarak her zamanki kadar istekle karşılayacak; benim de kararım değişmeyecek. Sakın bundan kuşku duymayın Senor Sancho; aksi takdirde, size hizmet etme isteğime ciddî bir hakarette bulunmuş olursunuz."

"Bu kadarı yeter efendim," dedi Sancho; "ben zavallı bir silâhtarım, bunca nezaketi benim omuzlarım taşımaz. Efendim ata binsin; benim de gözlerimi bağlayın, benim için Tanrı'ya dua edin. Bir de şunu söyleyin: Bu yüksek semalarda yol alırken, Tanrı'ya dua edebilir miyim, meleklere yardım etsinler diye yakarabilir miyim?"

Kontes Trifaldi buna şöyle cevap verdi:

"Tanrı'ya veya dilediğiniz herhangi birine dua edebilirsiniz tabii ki Sancho; Malambruno büyücü olmakla birlikte Hıristiyan'dır ve büyülerini büyük bir bilgelikle, ihtiyatla, kimseye bulaşmadan gerçekleştirir."

"Haydi öyleyse," dedi Sancho; "Tanrı ve Kutsal Gaeta Teslisi bana yardımcı olsun!"

"Unutulmaz tokaçlar serüveni dışında Sancho'nun bu kadar korktuğunu hiç görmemiştim," dedi Don Quijote. "Benim de kimileri gibi bâtıl inançlarım olsaydı, Sancho'nun korkusu benim de biraz içimi gıdıklardı. Her neyse, gelin buraya Sancho; saygıdeğer beyefendilerin izniyle, sizinle özel olarak konuşmak istiyorum biraz."

Sonra Sancho'yu bahçedeki birtakım ağaçların arasına çekip iki elini tutarak dedi ki:

"Kardeşim Sancho, görüyorsun önümüzde uzun bir yolculuk var; ne zaman döneceğimizi, işimizin bize ne kadar vakit ve imkân tanıyacağını Tanrı bilir. İşte bu yüzden, senin şimdi, yol için gerekli bir şeyi almaya gidermiş gibi odana gidip, bir çabukta vurmak zorunda olduğun üç bin üç yüz kırbacın en azından beş yüzlük taksidini aradan çıkarmanı istiyorum; bir işe başlamak, yarı bitirmek sayılır."

"Yüce Tanrım!" dedi Sancho. "Zat-ı âlinizin şuuru yerinde değil herhalde efendim. 'Görüyorsun gebeyim, bekâret soruyorsun!' derler ya, onun gibi tıpkı. Tam şimdi çıplak tahtanın üstünde yola çıkacakken popomu morartmamı mı istiyorsunuz efendim? Doğruya doğru, haksızlık ediyorsunuz. Şimdi gidip şu nedimeleri kırkalım; ben şeref sözü veriyorum, döndüğümüzde sorumluluğumu yerine getirmek için öyle acele edeceğim ki, zat-ı âliniz de memnun kalacaksınız. Daha fazla konuşmayacağım."

Don Quijote şöyle cevap verdi:

"Sevgili Sancho, bu sözün üzerine, içim rahat gidiyorum; sözünü tutacağını düşünüyorum; çünkü aslında aptal olmakla birlikte müstakim adamsındır."

"Hiç müstahak değilim bu lâflara aslında," dedi Sancho, "ama gerçekten aptal olsam bile, sözümü tutardım."

Bu konuşmanın üzerine Clavileno'ya binmek üzere döndüler; binerken Don Quijote dedi ki:

"Gözünüzü bağlayın ve binin Sancho; bu kadar ırak bir diyardan bizi çağırtan kişi, kendisine güvenen birini aldatarak kazanacağı iki paralık şöhret uğruna bizi kandıracak değil. Her şey tahminlerimin aksine gelişse bile, bu serüvene atılmış olmanın şanına hiçbir kötülük gölge düşüremez."

"Gidelim efendim," dedi Sancho; "bu hanımların sakallarıyla gözyaşları kalbime batıyor; tenlerini eskisi gibi pürüzsüz görene kadar yediğim her lokma boğazıma dizilecek. Önce zat-ı âliniz binip gözünüzü bağlayın; ben terkisine bineceksem, eyere oturan önce binecek mecburen."

"Doğru söylüyorsun," diye cevap verdi Don Quijote.

Sonra cebinden bir mendil çıkardı ve Elemli Nedime'den gözlerini sıkıca bağlamasını rica etti; gözleri bağlandıktan sonra çözüp dedi ki:

"Yanlış hatırlamıyorsam, Vergilius'ta okumuştum: Truva'nın Palladion'u, Yunanlılar'ın tanrıça Pallas'a sundukları bir tahta attı; içine doldurulan silâhlı savaşçılar, Truva'nın mahvına sebep olmuşlardı; bu yüzden önce Clavileno'nun karnında ne var diye baksak iyi olur."

"Buna gerek yok," dedi Elemli Nedime; "ben ona güveniyorum; Malambruno'nun da kötü veya hain olmadığını biliyorum. Hiç çekinmeden binebilirsiniz Senor Don Quijote, bir şey olursa, sorumluluğu bana aittir."

Don Quijote, güvenliği konusunda ne söylese, cesaretine gölge düşüreceğini düşündü ve bunun üzerine, daha fazla münakaşa etmeyip Clavileno’nun üzerine bindi; takozu denedi, kolayca dönüyordu. Üzengisi olmadığı için bacakları aşağı sarkıyor, Flaman halılarında, Romalılar'ın zaferlerini anlatan resimlerdeki, işlemelerdeki kahramanlara benziyordu. Sancho da istemeye istemeye, ağır ağır bindi ve atın terkisine mümkün olduğunca yerleşmeye çalışıp yumuşak değil, aksine oldukça sert buldu. Bunun üzerine, dükten, mümkünse kendisine bir minder veya yastık temin etmelerini rica etti; saygıdeğer düşesin divanından da olabilirdi, bir pajın yatağından da, farketmezdi; atın terkisi tahta değil, mermerdi âdeta.

Kontes Trifaldi bunun üzerine Clavileno'nun, kendisine herhangi bir türden veya cinsten süs takılmasına tahammülü olmadığını söyledi. Ama isterse, kadınlar gibi yan binebilirdi; o zaman sertliği o kadar hissetmezdi. Sancho dediğini yaptı ve kalanlara 'elveda' deyip gözlerini bağlattı. Gözleri bağlandıktan sonra çözüp bahçedeki herkese sevgiyle, gözlerinde yaşlarla baktı ve bu badirede kendisine birer Rabbın duası ve birer Ave Maria'yla yardım etmelerini istedi; kendileri benzer badirelere düştüklerinde Tanrı'nın onlar için aynı şekilde dua edecek birini bulacağını söyledi. Don Quijote bunun üzerine dedi ki:

"Serseri, darağacında mısın, hayatının son dakikalarında mısın ki böyle yalvarıyorsun? Vicdansız, ödlek herif, tarihler yalan söylemiyorsa güzel Magalona'nın mezara değil, Fransa tahtına giderken bindiği yer değil mi bindiğin? Yol arkadaşın olan ben, şimdi benim oturduğum yerde oturan yiğit Pierre'le yanşamaz mıyım? Bağla gözlerini sefil yaratık, göğsündeki korku sakın ağzına çıkmasın; en azından benim huzurumda."

"Bağlayın gözlerimi," dedi Sancho; "madem Tanrı'ya dua etmem istenmiyor, benim için dua edilmesi de istenmiyor, karşımıza bir şeytan ordusu çıkar, onlarla birlikte kendimizi Peralvillo'da{33} buluruz diye korkmamda şaşılacak ne var?"

Gözlerini bağladılar; Don Quijote artık hazır olduklarına kanaat getirip takozu çevirdi; parmakları takoza dokunduğu anda, bütün nedimeler ve diğer hazır bulunanlar, haykırmaya başladılar:

"Tanrı yolunu açık etsin, yiğit şövalye!"

"Tanrı'ya emanet ol, gözüpek silâhtar!"

"İşte havalandınız, ok gibi süratle ilerliyorsunuz!"

"Yerden size bakan herkesin ağzını açık bıraktınız!"

"Sıkı tutun yiğit Sancho, sallanıyorsun! Aman düşme; düşersen, babası Güneş'in arabasını sürmeye kalkan cüretkâr delikanlıdan beter olursun!"

Sancho bu haykırışları duydu; efendisine iyice yanaşıp sımsıkı kucaklayarak dedi ki:

"Efendim, bunlar havada uçtuğumuzu söylüyorlar, ama sesleri buraya geliyor, sanki yanıbaşımızda konuşuyorlar, nasıl olur?"

"Sen ona bakma Sancho; bu uçuş ve buna benzer şeyler, olağanın çok dışında olduklarından, bin fersahtan da her istediğini görüp duyabilirsin. O kadar sıkma, düşüreceksin beni. Gerçekten, niye telâşlandığını, neden korktuğunu hiç anlamıyorum; rahatlıkla yemin edebilirim ki, hayatım boyunca bu kadar sarsmadan giden bir ata hiç binmedim; yerimizden kıpırdamıyoruz âdeta. Şu korkuyu at üstünden, arkadaşım; her şey mükemmel; pupa yelken gidiyoruz."

"Gerçekten öyle," dedi Sancho; "şu yan taraftan öyle sert bir rüzgâr esiyor ki, sanki bin körükten hava çıkıyor."

Sahiden de öyleydi; iri körüklerle rüzgâr estiriliyordu. Dük, düşes ve kâhya, bu serüveni o kadar güzel tasarlamışlardı ki, mükemmel olsun diye ne gerekiyorsa yapılmıştı.

Don Quijote rüzgârı hissedince dedi ki:

"Dolunun, karın oluştuğu havanın ikinci kuşağına gelmiş olmalıyız muhakkak Sancho; gökgürültüsü, şimşek ve yıldırım ise, üçüncü kuşakta oluşur. Bu hızla yükselmeye devam edersek, çok geçmeden ateş kuşağına varacağız; fazla yükselip yanmayalım diye bu takozu ne tarafa çevirmem gerektiğini bilemiyorum."

Bu arada, uzaktan, bir sopanın ucuna bağlı, kolayca yakılıp söndürülen üstüpülerle, ikisinin yüzlerini ısıtıyorlardı. Isıyı hisseden Sancho, dedi ki:

"İki gözüm çıksın, ateş kısmına geldik bile - ya da çok yaklaştık. Sakalımın yarısı kavruldu; ben gözümü açıp nerede olduğumuza bakayım diyorum efendim."

"Sakın açma," dedi Don Quijote. "Doktor Torralba'nın gerçek öyküsünü hatırla: Şeytanlar kendisini bir sopaya bindirip gözleri bağlı, havada uçurmuşlardı; on iki saatte Roma'ya varmış, Torre di Nona'da, şehrin bir sokağında yere inmiş, bütün yıkımı, Bourbon Dükü'nün ölümünü seyretmişti. Sabahına, Madrid'e dönmüş, bütün gördüklerini anlatmıştı. Yine kendi söylediğine göre, havada uçarken şeytan gözlerini açmasını emretmiş; o da açmış, ayı o kadar yakınında görmüş ki, elini uzatsa dokunabilirmiş; başı döner diye yere bakmaktan korkmuş. Dolayısıyla Sancho, gözlerimizi açmamıza gerek yok; sorumluluğu altında olduğumuz kişi, bizimle ilgilenir. Belki de, yükselip yükselip balıkçılın tepesine inen doğan veya çakır misali, Candaya Krallığı'nın üzerine hızla inmek üzere yükseliyoruzdur. Bize, bahçeden ayrılalı daha yarım saat bile olmadı gibi geliyorsa da, inan bana çok fazla yol almış olmalıyız."

"Bilemeyeceğim," diye cevap verdi Sancho Panza; "bildiğim bir tek şey var; o da, Senora Magallanes mi, Magalona mı, neyse, bu terkiden memnun kalmışsa, etleri pek yumuşak değilmiş demek ki."

İki yiğidin bütün bu konuşmalarını dük, düşes ve bahçedeki herkes duymakta ve müthiş zevk almaktaydı. Bu akla sığmaz, mükemmel serüveni sonuçlandırmak üzere, Clavileno'yu kuyruğundan üstüpülerle tutuşturdular; atın içi maytaplarla dolu olduğundan, tuhaf bir gürültüyle havaya uçtu ve Don Quijote'yle Sancho Panza, yarı kavrulmuş halde yere düştüler.

Bu sırada bahçede bulunanlardan Kontes Trifaldi'yle sakallı nedimeler alayı gözden kaybolmuş, geri kalanlar ise bayılmış gibi yerlere uzanmışlardı. Don Quijote'yle Sancho her tarafları ağrıyarak güç belâ ayağa kalktılar ve etraflarına bakıp yola çıktıkları bahçede olduklarını, yerlere serili onca insanı görünce afallayıp kaldılar. Bahçenin bir köşesinde yere saplanmış iri bir mızrak görünce, şaşkınlıkları daha da arttı; mızrağa yeşil ipek kordonlarla bağlı dümdüz, bembeyaz parşömende, iri altın harflerle şunlar yazılıydı:

Ünlü Şövalye La Mancha'lı Don Quijote, Kontes Trifaldi, nam-ı diğer Elemli Nedime ve arkadaşları serüvenine sadece girişmek suretiyle serüveni tamamlamış ve sonuçlandırmıştır,

Malambruno tamamen tatmin olmuştur; nedimelerin çeneleri pürüzsüz haldedir; Kral Don Clavijo ve Kraliçe Antonomasia da eski hallerine dönşlerdir. Silâhtar kamçıları tamamlandığında, beyaz güvercin, peşini bırakmayan belâlı aksungurlardan kurtulacak, sevgili sahibinin kollarına kavuşacaktır; bütün büyücülerin atası Bilge Merlin böyle emretmektedir.

Don Quijote, parşömenin üzerindeki yazıyı okuyunca, Dulcinea'nın büyüsünün çözülmesinden sözedildiğini hemen anladı. Bu kadar tehlikesiz bir şekilde böyle büyük bir işi tamamladığı, bu arada gözden kaybolmuş olan muhterem nedimeleri de eski pürüzsüz ciltlerine kavuşturduğu için Tanrı’ya şükretti ve sonra, hâlâ ayılmamış olan dükle düşesin yanına gitti; dükü elinden tutup çekerek dedi ki:

"Haydi, sevgili efendim, canlanın, canlanın, yok bir şey! Serüven kimseye zarar vermeden tamamlandı; şu kitabede açık seçik belirtiliyor."

Dük ağır bir uykudan uyanırcasına, yavaş yavaş kendine geldi. Düşes ve bahçede yerlere serili diğer herkes de aynı şekilde ayıldı; öyle şaşkınlık, sersemlik belirtileri gösteriyorlardı ki, bu kadar başarıyla taklit ettikleri olaylar gerçekten başlarından geçmiş zannedilebilirdi. Dük, yazıyı yarı kapalı gözlerle okudu ve sonra kollarını iki yana açıp Don Quijote'nin yanına gitti, kucakladı, çağlar boyunca görülmüş en büyük şövalye olduğunu söyledi kendisine.

Sancho etrafta dolaşıp Elemli Nedime'yi arıyor, yüzünün sakalsız nasıl olduğunu, alımlı boyuna bosuna yakışır güzellikte olup olmadığını merak ediyordu. Ne var ki, Clavileno yanarak düşüp yere çarptığı anda, Kontes Trifaldi'yle birlikte bütün nedimeler alayının gözden kaybolduğunu söylediler kendisine; hepsi sakalsız, tüysüzmüşler. Düşes, Sancho'ya uzun yolculuğunun nasıl geçtiğini sordu. Sancho buna şöyle cevap verdi:

"Hanımefendi, ben efendimin de söylediği gibi, ateş kuşağına girdiğimizi hissettim, gözlerimi azıcık açmak istedim. Efendimden izin istedim, vermedi. Ben yine de, biraz meraklı olduğum, yasaklanan şeyi ille öğrenmek istediğimden, usulca, kimse görmeden, gözlerimi örten mendili burnumun üzerinden hafifçe araladım; yeryüzüne baktım, bana bir hardal tohumu kadar göründü; yeryüzündeki insanlar da birer fındık kadardılar; düşünün ne kadar yüksekten uçuyormuşuz demek ki."

Düşes bunun üzerine dedi ki:

"Arkadaşım Sancho, söylediğiniz şeyi bir düşünün; siz herhalde yeryüzünü değil, üzerindeki insanları görmüşsünüz; yeryüzü size hardal tohumu, insanlar da birer fındık kadar görünmüş olsa, tek bir insanın bütün dünyayı kaplaması gerekirdi."

"Doğru," dedi Sancho; "ama yine de bir köşesinden bakıp tamamını görebildim."

"Dikkat edin Sancho," dedi düşes; "insan baktığı şeyin tamamını bir köşesinden göremez."

"Ben anlamam bu bakmalardan," dedi Sancho. "Tek bildiğim şu ki, biz büyüyle uçtuğumuz için, ben de büyüyle istediğim yerden baktığımda bütün yeryüzünü, bütün insanları görebiliyordum; zat-ı âliniz bunu anlasanız iyi olur. Eğer buna inanmıyorsanız, şimdi söyleyeceğime de inanmazsınız: Mendili kaşlarımın altından araladığımda, gökyüzünü o kadar yakınımda gördüm ki, aramızda bir buçuk karış bile yoktu. Yemin ederim sevgili hanımefendi, çok, ama çok büyük. Biz o sırada yedi oğlakların{34} oradan geçiyorduk; ben küçükken köyde keçi çobanı olduğum için, inanın onları gördüğüm an, canım durup biraz onlarla oynamayı öyle istedi ki! Sanki oynamasam çatlayacağım. Ben de bunun üzerine ne yapsam beğenirsiniz? Hiç kimseye, efendime bile bir şey söylemeden, usulca, yavaşça Clavileno'dan indim; aşağı yukarı üç çeyrek saat, birer şebboy, birer çiçek olan oğlaklarla oynadım; bu sırada Clavileno olduğu yerden bir adım bile kıpırdamadı."

"Sevgili Sancho oğlaklarla meşgulken, Senor Don Quijote neyle meşguldü?" diye sordu dük.

Don Quijote buna şöyle cevap verdi:

"Bütün bu olaylar, olağan akışın o kadar dışında ki, Sancho'nun söylediklerine şaşmamak gerekir. Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Ben ne alttan, ne üstten gözlerimi açmadım; ne gökyüzünü gördüm, ne yeryüzünü, ne denizleri, ne de kumları. Evet, hava kuşağından geçtiğimizi, hatta ateş kuşağına değdiğimizi hissettim; ama orayı geçtiğimize inanmam mümkün değil. Ateş kuşağı, ayın semasıyla havanın son kuşağı arasında bulunduğuna göre, Sancho'nun söylediği yedi oğlakların olduğu göğe, yanmadan varmış olmamız imkânsız. Yanmadığımıza göre de, Sancho ya yalan söylüyor ya da rüya görüyor."

"Ne yalan söylüyorum, ne de rüya görüyorum," diye cevap verdi Sancho, "isterseniz tek tek oğlakları anlatayım size, doğru mu, yalan mı söylediğimi anlarsınız."

"Anlatın bakalım Sancho," dedi düşes.

"İkisi yeşil, ikisi kırmızı, ikisi mavi, biri de alacalı," dedi Sancho.

"Değişik bir oğlak türüymüş bu," dedi dük; "bizim yeryüzü kuşağında bu renkler yoktur; yani bu renkte oğlak yoktur."

"Böyle olması çok doğal," dedi Sancho; "gökyüzünün oğlaklarıyla yeryüzünün oğlakları arasında bir fark olması gerekir."

"Bir şey soracağım Sancho," dedi dük; "o oğlakların arasında hiç tekeye rastladınız mı?"

"Hayır efendim," diye cevap verdi Sancho; "ama duyduğuma göre ayın boynuzlarını geçen olmamış."

Yolculuğu hakkında daha fazla soru sormak istemediler; çünkü Sancho bahçeden kıpırdamadığı halde bütün gökyüzünü dolaşmaya, oralarda olan biten her şeyi anlatmaya niyetli görünüyordu.

İşte Elemli Nedime serüveni bu şekilde sona erdi; dük ve düşes yalnız o sırada değil, hayatları boyunca bu serüveni hatırlayıp güldüler; Sancho asırlarca yaşasa, asırlarca anlatacak malzeme buldu. Don Quijote Sancho'nun yanına gelip kulağına eğilerek dedi ki:

"Sancho, nasıl siz gökyüzünde gördüklerinize inanılmasını istiyorsanız, ben de Montesinos Mağarası'nda gördüklerime inanmanızı istiyorum. Daha fazla bir şey söylemeyeceğim."