“Töre” toplumda yerleşmiş örf, âdet, ahlâk ve davranış biçimlerinin tümüdür. Bu nedenle günümüzde bile hukukun tamamlayıcı kaynaklarındandır. Uygulanmalarının vazgeçilmez ve zorunlu olduğu inancından doğan töreler toplum düzeninin manevî unsurları olmuşlardır.
“Tören”ler ise toplum hayatında önemi olan olayları ve günleri anmak, kutlamak, bayram tebrikatı, cülûslar, kabuller için yapılan toplantılardır. Katılanların ve görevlilerin yerlerini ve yapacakları işleri belirleyen kesin tören kuralları vardır. Nitekim Türkmen beylerinin Osman Bey’e biat etmeleri sırasında hem töreler, hem de tören kurallarının gerektiği gibi uygulandığı anlaşılıyor.
Osmanlı Devlet’inde gerek Divân-ı Hümâyûn’da ve gerekse Bâb-ı âsafî’de (Paşakapısı’nda) yapılan törenlerin kesin kuralları vardı. Nitekim Kanûnî Sultan Süleyman zamanında Saray merasimini, bütün törenlerin kurallarını bilen, yöneten ve uygulayan “teşrîfatçılık” mesleği kurulmuş ve bu makam Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar önemini korumuştur.
Şenlikler ise toplum’un bir takım tüzel kişiliklerin hayatına katılması anlamındadır. Örneğin devleti kişiliğinde simgeleyen Padişah fâni, oysa Padişahlık bir tüzel kişiliktir. Padişah’ın kişisel hayatıyla ilgili doğum, sünnet, derse başlama, evlenme şenliklerine katılır. Ve hatta ölümünü takip eden yeni Padişah’ın cülûs şenlikleri ile bir “devr-i dâim” (cycle) devam eder.
Şenliklerde alışılmış günlük hayatın dışına çıkılması, dinsel ve sosyal yasaklarla baskıların belirli oranda “görmezlik”ten gelinerek azalması halk içinde çoşku yaratmaktadır. Ancak böyle bir olgunun bedeli olarak çok belirgin savurganlıklar yapılmakta ve büyük harcamalar gerekmektedir.[915]Bugün de Anadolu’da en yoksul bir köylü bile, bir evlenme düğünü ya da sünnet düğününün parlak olması için varını yoğunu ortaya döker.
Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde bu şenliklerin çoğu kez yenilgilerden ve felaketlerden sonra yapılması kamuoyundaki çöküntüyü unutturmak, bireylerin ve toplumun yeniden canlanışı için düzenlendiğini gösteriyor. Kısacası “şenlik”lerin toplumsal hayatta önemli işlevleri var.[916]
Eğlence veya “seyirlik oyun” olmadıkları hâlde Osmanlı halkının toplandığı ve seyretmekten hoşlandığı merâsimler vardır. Bunlar toplumsal bir olguyu kutsallaştırmak, yüceltmek ya da kutlamak amacıyla yapılır.
Gösterişli şekilde yapılan alaylar bir yandan saltanat makamının itibarını “alkış”larıyla tasdik ettirirken, diğer taraftan da payitaht ahâlisinin seyre koştuğu bir eğlence oluşturuyordu.
Padişah cüluslarında “kılıç alayı”, Padişahın saraydan camiye giderken yapılan “Cuma Selâmlığı” ya da “Kadir alayı”, Sadrazam tayinlerinde “Sadrazam alayı”, sefere çıkılmadan önce çeşitli birlikleri ve ordu esnafını temsil eden birimlerin bir geçit resmi olarak yapılan 2-3 gün süren “ordu alayı”, her yıl Hac mevsiminde Haremeyn ahalisine gönderilen parayı götüren “Surre Alayı” bunlardandır.
n Alkış
Törenlerin hemen hemen vazgeçilmez bir parçası olan “alkış” eski bir Türk geleneğidir.[917] Dinsel inançların da etkisiyle bazı hâllerde dua niteliği taşırlar. Örneğin Bektaşi âyinlerinde ve yeniçerilerin hep bir ağızdan çektiği “Gülbank-i Muhammedî”ler, çayır güreşlerinde cazgırların okuduğu salavat-ı şerife’ler, düğünlerde, harman yerinde, nikâh merâsimlerinde, doğumlarda, yemek yerken, yola çıkarken birlikte okunan dualarla iyilik, esenlik, bolluk, selâmet dileyen ya da kutsayan, öven, yücelten alkış geleneği arasında bazı benzerlikler görülür.[918]
Osmanlı Padişahları, Sadrazam ve vezirleri kılıç alayında, Padişahın Saray’dan çıkışında, cuma selâmlıklarında, törenlerde tahta oturma ve kalkması sırasında, elçi kabul törenlerinde, bayram kutlamalarında ve ordu ile sefere çıkarlarken alkış tutulurdu. Bu törenleri “alkış çavuşu” denilen Divan-ı Hümayun çavuşları düzenlerdi.
Alkış, Divan-ı Hümayun çavuşlarının belirli bir duayı yüksek sesle okumaları biçiminde yapılırdı. “Aleyke Avnullah! Uğurun açık olsun, ikbâlin efzûn! Padişahım devletinle bin yaşa! Maşallah, mağrur olma Padişahım senden büyük Allah var! Yardımcın Allah ola, yaşın uzun ola. Hak Teala efendimize ömürler vere, devletinle çok yaşa!” başlıca alkış dualarıydı.
Oysa Sadrazamlar alkışlanırken: “Maşallah, ömr-i devletinle bin yaşa” denirdi.
a. Kılıç Alayı
Osmanlı Padişahlarının “Kılıç Kuşanma Töreni” için Topkapı Sarayı’ndan Eyüp’e törenle gidilip, dönülmesine “Kılıç Alayı” denirdi.
Alayın yapılacağı gün, Top Arabacıları, Topçular, Cebeciler ve Yeniçeriler iki taraflı saf halinde Saray’ın birinci avlusunda beklerlerdi. Bu alay başta asesbaşı, subaşı, Dîvân-ı Hümâyun çavuşları, müteferrikaları, çaşnigirler, altı bölük ağaları, şikâr ağaları, kapıcıbaşılar, rikab ağaları, miriâlem, birinci imrahor, ulema, şeyhler, defterdarlar, reisülküttap, çavuşbaşı, kapıcılar kethüdası, Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, vezirler ve sadrazam ile hep birlikte Eyüp’e doğru yola çıkılırdı. Alay Eyüb’e vardıktan sonra, Eyüpsultan Türbesi’ne deniz yolu ile gelecek olan Padişahı beklemeye başlardı.
Padişahlar, sabah namazından sonra Sinan Paşa köşkünden üç fenerli saltanat kayığına binerek maiyetlerinde silahtar, çuhadar, rikâbdar ve diğer Saray ağaları olduğu halde Eyüp’e hareket ederlerdi. Saltanat kayığının dümenini bostancıbaşı tutardı. Padişahlar Eyüp’te Bostan İskelesi’nde saltanat kayığından inerken sadrazam Padişahın sağ, Darüssaade ağası ise sol koltuğuna girerlerdi. Karaya çıkıldıktan sonra, önceden hazırlanmış bir konağa gidilerek dinlenilir, öğle namazı kılınır ve öğle yemeği yenilirdi. Daha sonra Padişah at üstünde olmak üzere, sadrazam, vezirler ve öteki devlet ileri gelenleri Eyüpsultan Türbesi’ne hareket ederlerdi. Bu sırada çubukçu denilen görevliler çevreye toplanan halka para saçarlardı. Padişah türbeye girdikten sonra sadrazamı, şeyhülislamı ve Yeniçeri ağasını yanına çağırır; şeyhülislam dua eder, ardından Padişah iki rekât namaz kılardı. Namazdan sonra da şeyhülislam Padişaha kılıcını kuşatırdı. Türbe içinde bu tören yapılırken, Eyüp camisi’nin dışında 40-50 koyun kurban edilerek etleri halka dağıtılırdı.
Bazı Padişahlar Eyüp’e karayolu ile gitmişler ve Fatih’in türbesini gidiş sırasında ziyaret etmişlerdir. Eyüp’ten dönüş karayoluyla olur. On yedinci yüzyılın yarısına kadar dönüş sırasında bütün geçmiş Padişahların, yarısından sonra ise yalnızca Fatih’in türbesi ziyaret edilmiştir. Ayrıca, gidişte ya da dönüşte Şehzade Camisi’nin önünden geçilirken mutlaka Yeniçeri Ocağı’nın Birinci Cemaati’nin odası ziyaret edilir, Padişah yeniçerilerin sunduğu şerbeti içer ve şerbet kabını altınla doldurarak geri gönderirdi. Kılıç alayının gidiş ve dönüşünde kapıcılar kethüdası ile imrahor ağa halkın arzıhâllerini (dilekçelerini) toplarlar ve yeni Hünkâra arz ederlerdi. Kılıç alayı Padişahın saraya dönüşü ile son bulurdu.
Ölen Padişahın yerine gelen yenisinin kılıç kuşanma törenlerinde insanların fâni ama toplumun hayatının ebedî olduğu kavramı vurgulanıyor.
b. Selâmlık Alayı
Selâmlık Alayı, “Cuma Selâmlığı” olarak da bilinir. Cuma namazı, kazası mümkün olmayan farz bir ibadet olmakla beraber Memâlik-i Osmâniye’de cum’a hutbeleri Osmanlı Padişahı adına okunduğu için ve üstelik Padişah’ın hâlifelik sıfatı da bulunması sebebiyle Cum’a Selâmlığı Saray teşrifâtında, “Kılıç Alayı”ndan ve “Muayede Resmi” (Bayramlaşma Töreni)’nden sonra üçüncü sırada gelir.
Dolayısıyla hem terkedilemez bir ibadet olması ve hem de Allah’ın huzurunda herkesin eşit olduğunu simgeleyen bir Padişah- Halife’lik geleneği olarak her cuma günü “gösteri-tören” biçiminde Selâmlık Alayı yapılmıştır. Dolayısıyla sadrazam şeyhülislam, bütün erkân ve ricâl de Padişahla beraber “Selâmlık Alayı”na katılmak zorundaydılar. Padişahın mâiyetini oluşturan çavuşlar, peykler (önde baltacılar, sonra hademe-i hassa, hademe-i rikâb-ı hümâyun) olmak üzere Saray’da yerlerini alarak Selâmlık Alayı’nda sıraya girerler, Saray avlusunda Padişahın bindiği atın etrafını sararak yürürlerdi. Bu merasim belirli bir bir teşrifat kuralına göre düzenlendiğinden kimse bulunduğu yerden ayrılamazdı.
Saray ile selâtin camilerinden[919]birine giden yolun iki tarafına yeniçeriler, sokak başlarına sipahiler dizilirdi. Halkın toplanması sağlamak için önceden bir “Sarık Alayı” yapılır ve Padişahın sarığı camiye götürülürdü. Camide buhurdanlar yakılır, hazinedar ağa Padişahın namaz kılacağı seccadeyi hûnkâr mahfeline (mahfel-i hümâyun) serer, Padişaha sunulmak üzere tepsiler içinde meyveler hazırlanırdı.
Padişah, merâsimle at biner, yanında sadrazam, vezirler, ulemâ, diğer erkân ve ricâl olduğu halde camiye doğru geçerken alkış ağaları kendisine çavuşlar ve hademeler, alkışa başlarlar ve camiye kadar yer yer “Uğurun hayır ola, yaşın uzun ola, yolun açık ola, saltanatına mağrur olma Padişahım, senden büyük Allah var” sözlerini yüksek seslerle yinelerler, halk da “Padişahım çok yaşa” diyerek alkış tutarlardı.
Cami’ye varıldığında da at inerken “seralkışçı” denilen alkışçıbaşının işâretiyle Saray hademeleri (hademe-i hassa) tiz sesle, “Aleyke avnullah, maşallah, uğurun hayrola, yaşın uzun ola, yolun açık ola, ikbâlin efzûn ola, saltanatına mağrur olma Padişahım senden büyük Allah var,” diye Padişahı alkışlardı.
Cami girişinde Yeniçeri ağası Padişahın çizmelerini çıkartarak terliklerini giydirirdi. Daha sonra, sadrazam ve Yeniçeri ağası Padişah’ın koltuğuna girip onu hünkâr mahfelindeki seccadesine kadar götürürlerdi.
Padişah, Cuma namazını hünkâr mahfilinde, şehzadeleri ve güvendiği kişilerle birlikte kılar, namazdan sonra burada bazı kabullerde de bulunurdu. Çıkışında yoksullara sadaka dağıtılır, gelişteki tören yinelenerek Padişah cami dışında bekleyen atına biner ve geldiği yoldan törenle Saray’a dönerdi.
Ancak On yedinci yüzyılda, İstanbul’da çeşitli ayaklanmalar baş gösterince, Padişahların güvenliği açısından, Cuma Alayları basitce yapılır oldu. Padişahlar, yalnızca divan çavuşları ve peykler ile çıktılar.
c. Vâlide Alayı
Culûs eden Padişah, annesini Bayezid’deki Eski Saray’dan Topkapı Sarayı’na getirtirdi. Ağalara, kethüdalara, valide sultan kethüdası’na tezkire yazılarak gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra valide sultan tahtırevan ya da arabaya binerdi. Topkapı Sarayı’na kadar yol boyunca yeniçeriler dizilerek kendisine selam dururlardı. Valide Sultan’ın arkasında cariyeler ve sultanlar, önünde ise divan çavuşları,valide sultan kethüdası, baltacılar, darüssaade ağası yürürlerdi. Yeniçeri ağası Eski Saray’dan çıkışta alayı karşılar etek öperdi. Yol buyunca dizilip alkış tutarlara hediyeler verilir, paralar saçılırdı. Saray’a Bab-ı Hümayun’dan giren Alay’ı Has Fırın önünde Padişah karşılardı. Valide Sultan ve maiyeti Orta Kapı’dan girdikten sonra alay bitmiş olurdu.
d. Şehzâde Alayı
Şehzade seher vakti Padişah’la vedalaştıktan sonra önünde yeşil valilik sancağı, başında üzerinde sorguç takılı mücevveze kavuğu ile gönderildiği sancağa gitmek üzere Saray’ın Bâb-ı Hümâyun denilen birinci kapısından çıkar. Sadrazam, vezirler ve ricâl şehzadeyi teşyi için beklemektedirler. Divan-ı Hümayun çavuşları alkış tutarlar. Sadrazam ve devlet erkanı derecelerine göre şehzadenin önünde olarak yürüyüş başlar. Önce hocası kendisiyle özel olarak görüştükten sonra sadrazam, vezirler reayaya dair, Rumeli ve Anadolu kazaskerleri de dinî ve dünyevî işler hakkında Eminönü iskelesine kadar ayrı ayrı nasihat ederler.
Şehzâde alayında, maiyyetine verilen yaniçeriler, sipahi, silahtar, sekban, solak ve peykler ile kendisinin Has Ahır hademeleri, matbah, kiler hizmetkarları olmak üzere kapı halkı ortalama iki bin kişi bulunmaktadır.
Şehzadeyi, Eminönü iskelesinde kaptan-ı derya karşılar. Şehzade baştarde denilen kaptan paşa kadırgasına binerken toplar atılır. Vezirler ve erkan ile şehzadenin maiyyeti kadırgalara bindirilerek Üsküdar’a geçilir. Burada yine alayla otağına kadar götürülür.[920]
e. Baklava Alayı
Ramazan evasıtında (ortasında) Padişah’ın mukaddes emanetleri ziyaret etmesi münasebetiyle Hırka-i Şerif ziyareti dönüşü Kapıkulu ocaklarının her on neferine bir tepsi hesabıyla Matbah-ı Âmire’de hazırlanan baklava sinileri futalarına sarılmış olarak Orta Avlu’ya dizilirdi. Padişah “bir numaralı yeniçeri” olarak ocağa kayıtlı olduğundan olan sinilerin ilkini; silahdar ağa onun adına teslim alırdı. Ondan sonra her bölüğün usta, saka, mütevelli, odabaşı gibi amirleri’nin beraberlerinde getirdikleri ikişer nefer ocaklı futalarına sarılmış sinileri yüklenir; silsile-i merâtip[921]içinde Bâbü’s-Selam’ı ve dış avluyu geçer, Bâb-ı Hümâyun’dan dışarı çıkarlar, Ayasofya’nın arkasından Divanyolu’ndan karşılıklı sıralanmış halkın alkışları arasında kışlalarına giderlerdi.
Baklava alayı On yedinci yüzyıl sonlarında ortaya çıkmıştır. Daha önceleri örneğin On altıncı yüzyılda Kanûnî Sultan Süleyman devrinde savaştan önce yahni ve yanında pilav ile zerde çıkarılırdı.
Fütûhat devri sonrasında askerin sefere çıkmaları azalınca, Baklava Alayı’nın bu âdetin yerini aldığı düşünülebilir.[922]
f. Kadir Alayı
Padişahlar Kadir gecesi Saray’dan çıkıp civardaki camilerden birine alay’la giderek namaz kılarlardı. Padişah iftar ettikten sonra Kadir gecesinde büyük bir alayla Ayasofya Cami-i Şerifi’ne gidilmesi kural biçimine gelmişti. Dolayısıyla Saray kapısından başlayarak Ayasofya Cami-i Şerifi’nin selâmlık kapısına kadar yollar meşâlelerle aydınlatılırdı. Bununla beraber yirmi kadar hizmetkâr meşâleleri, muşambaları kırmızı ve yeşil boyalı kırk tane büyük feneri de has ağalar da ellerinde taşıyarak camiye gidilir ve nöbetçi olan i “İmâm-ı Sultanî”ye uyularak Kadir namazı cemaatle kılınır ve sonra aynı usûlle Saray’a geri dönülürdü.[923]
g. Bayram Alayı
Padişah’la Saray’da bayramlaşmaya “Muayede Alayı” veya Resm-i Muayede (Muayede merâsimi) denilirdi. Bu merasim tamamlandıktan sonra, “Bayram Alayı” ile Sultanahmed Camii’ne gidilirdi. Bu alay ve cami içindeki teşrifat, cami dönüşü, Ayasofya’da namaz kılıp Padişah’tan önce Saray’a dönecekleri ve Saray’da yapılacak karşılama töreni teşrifat defterlerinde belirtilmiştir.
Padişah, Babüssaade önünde muayede merasiminden sonra Babüssâade ağası’nın refakatinde Harem’e giderek elbiselerini değiştirip çıkar ve büyük imrahorun çektiği murassa eyerli at’a binerdi. Ortakapı’dan yalnızca Padişah atlı olarak geçebileceğinden, çevresinde yer alan üzengi ağaları yaya yürürlerdi. Ortakapının dışında bekleyen sadrazam Padişahı selamladıktan sonra yedekte götürülen atlarının en önündekine binerek yerini alırdı. Sultanahmed ya da Ayasofya camisine gidilirdi. Hazinedarbaşı daha önce hünkar mahfiline giderek Padişahın namaz kılacağı yeri hazırlardı. Çavuşlar alkış tutarken sadrazam Padişahın seccadesine kadar onunla birlikte giderdi. Dönüşte sadrazam Ortakapı’ya kadar Padişahla birlikte olur, orada ayrılıp Kubbealtına gider Divan-ı Hümayun’da bayram yemeği verirdi.
h. Surre-i Hümâyûn Alayı
Mekke’ye her yıl “Surre Alayı”[924]gönderilmesi Yavuz Sultan Selim’in Hilâfet’i İstanbul’a getirmesinden sonra başladı. Surre-i Hümâyûn’u Surre emini olan Darüssaade ağası tarafından düzenlenmektedir. Belirlenen günde Surre Alayı’nı Üsküdar’a geçirecek olan çektirinin seher vakti Kireç Kapısı iskelesinde hazır bulundurulması bir Kaptan Paşaya Saray’dan bir emir yazılırdı.
Hareket günü Mekke şerifine gönderilen Nâme-i Hümâyûn ve Surre-i Hümâyûn defterleri incelenip sadrazam huzurunda mühürlendikten sonra, meşin keseler, Surre-i Hümâyûn defterleri ve Mekke emirine yazılan nâme-i hümâyûn Padişah’ın önünde kızlarağası tarafından Surre emini’ne teslim edilirdi.
Diğer taraftan Surre Alayı görevlilerine giydirilmesi âdet olan hil’atler cins ve adet olarak teşrifat defterinde belirtilmişti. Bu uğurlama töreni sırasında da Surre emini’ne sadrazam önünde hil’at giydirilirdi.
Daha sonra Mahmel-i Şerif develeri sırayla Bâb-ı Hümâyûn’dan çıkar, yol boyunca toplanan halkın duaları arasında Kireç İskelesi’nde yeniden tekbîr ve dualar edilerek Üsküdar’a geçilir, oradan Selâmi Çeşme’de (Ayrılık Çeşmesi’nde) yine tekbîr ve dualarla Hicaz’a selâmetlenirdi.
i. Asker ve Esnaf Alayları
Sultan IV. Murad 1638 yılında Bağdad Seferi’ne çıkmadan önce bir “Asker ve Esnaf Alayı” düzenletmiştir. Veziriâzam Bayram Paşa’ya, İstanbul Mollası, Eyüb, Galata, Üsküdar Mollalarına hatt-ı şerifler gönderilerek İstanbul’da bulunan asker ve tüm esnâfı lonca sistemi üzerine ayrılmış ve nakibleri, pîrleri, şeyhleri, kethüdaları, ağaları, yiğitbaşıları, çavuşları ile atlı, yaya, başlarında olarak ve Teşrifat-ı Kadîme usûlünce sekiz kat mehterhanelerini çalarak Alay Köşkü önünden geçit resmi yaptırılmıştır.[925]
Evliya Çelebi 600 civarında esnaf gurubunun ve pîrlerinin isimlerini, yaptıkları iş gibi özelliklerini ve kayıtlı nefer sayısını tek tek vermiştir. Bu guruplar incelendiğinde o dönemin toplumsal yaşayışı ve kültürü hakkında pek çok bilgiler edilmektedir.
Toplumsal statü içinde yer alan bazı guruplar şöyle anlatılır:
n İlmiye Mensupları ve “Tâlibin”
“Esnâf-ı vüzera, mîr-i mîran vesaîr âyan imamları: Bunlar 300 neferdir.
Esnâf-ı huteba: 400 aded’dirler.
Esnâf-ı kadı mâzulleri: 500 neferdir. Bunlar mevkilerinin yükselmesi için mazûl oldukları halde sefere giderler.
Esnâf-ı meşâyih-i izam: 300 adeddir. Bunlar “mücahid-i fîsebil’illâh” gaza ederler.
Esnâf-ı vâiz-i zahîr: 40 neferdir. Bunlar da kadıasker alayında geçerler.
Esnâf-ı nâsıh ve müfessîrin: 400 neferdir. Bunlar da kadıasker ile hasbetenlillâh sefere giderler.
Esnâf-ı muhaddisîn: 60 neferdir. Bunlar da kadıasker ile sefere giderler.
Esnâf-ı müezzînan: 700 adeddir. Cümlesi sefere memur vüzera ve emîr ül- ümera’ların müezzinleri olup kadıasker ordusu ile alaya giderler.
Esnâf-ı sofîyun: 300 adeddir. Bunlar da kadıasker alemi dibinde tevhid edip Hak için cihada giderler.
Esnâf-ı mahkeme-i şerî’yye mukayyîdleri: 2000 adeddir.
Cami muarrifleri esnâfı: 3000 adeddir. Bu tayfa hoşâvaz ile dualar ederek kadıasker alayı içinde geçerler.
Neat okuyucuları esnâfı: 4000 adeddir.
Esnâf-ı hâfızan: 6000 adeddir. 3000 aded’de hâfize vardır. İşbu hâfız ve hâfizeler küheylan atlar üzerinde Feth-i şerif tilâvet ederek geçerler.
Esnâf-ı sâdat-ı kîram: 17,000 adeddir. Bu tayfanın alay-ı azîm’i Destâr-ı Evlâd-ı Resûl ile (Hz. Muhammed ahfadının sarıklarıyla) göründükde gûya bir nur-i ilâhi berk vurur. Cümle esbabı ihtişamile atlara binmiş çifter çifter geçerler.
Şerifler geçtikten sonra nakibüleşraf başında yeşil ammamesi, sağ tarafında ordu kadıaskeri, yeniçeri çuhadarı, ve muhzirleri vesair hademeleri ile bunun sağında müneccimbaşı, yeniçeri çuhadarı, muhzırbaşısı ile geçerek arkasından içoğlanları, onların arkalarından sekiz kat mehterhane davulları çalarak Alayköşkü dibinden geçerler.
Sıbyan mektebleri hocaları: Ebced[926]okuyan sıbyanın ‘hesabı imkânsızdır. Allah adedlerini arttırsın! Hocaların adedi 1993, Mekteb 1993 adeddir. Bu muallimhanelerin binlerce cin askeri gibi sagir ve kebîr ebced okuyan çocukları hesapsız, kâğıddan külâhlar giyip ellerinde dümbelekler çalıp her bir mektebin çocukları bir türlü libas ile envai şakalar ederek kimi dualar edip “âmin” derler. Üstadları da dua ederek mevç mevç, fevç fevç, güruh güruh olup geçerler. Daha binlerce çocuklar dahi başlarında şeb külâhları üzre gûnagûn sorguçlarla kendilerini süsleyip ellerinde def ve kudüm ve Eyüb dümbeleklerile geçerler.
Esnâf-ı talîb-i ilm: 12.000 adeddir. Bunlar da yanmış ve kanmış insanlardır. Keçe külâhları üzme renk çiçekleri sokup başlarını müzeyyen kılarak ellerinde Kuddûrî ve Mülteka ve Keşşaf, Kadı tefsirleri ve bellerinde kılıçları ve sapanları ve kirişli yayları ve sehâm-ı kazaları ile bazı güzel şiirler ve beyitler okuyarak hepsi yaya ve kemerbaşıları atlı olarak ders ve müzâkere eder gibi geçerlerken Alayköşkü dibinde “Ve câhidû fî sebilillah...” nass-ı şerifini tefsir ettiklerinden Murad Han hazzedib üç kese altın dağıttı.”[927]
n Hekimler, Cerrahlar, Sağlık Görevlileri,
Esnâf-ı hekimbaşı: Bir adeddir. Hekimbaşı beş yüz akçe mevleviyetle hâkimdir. Muhzirleri, Hünkâr kapıcısı, yeniçeri çuhadarı, 100 aded iç oğlanları vardır. Tekirdağı şehri hekimbaşılarının arpalığıdır.
Hekimler esnafı: Dükkânları 700. Neferat 1000. Bunlar alay vakti tahtırevan üstünde dükkânlarına âlet ve şurup hokkalarını, gûnagûn hab şişelerini dizerler. Ve bazı hâstalıklı adamların nabızlarını tutup deva ederek geçerler.
Göz hekimleri esnafı: Dükkân 40, Neferat 80. Tahtırevanlar üzre gûnagûn güzel esvaplarla süslenip sürme kutuları ve nice çeşit miller ve nice göz hekimine ait döşemelerle dükkânlarını tezyin edip alil adamlara ilâç ederek geçerler.
Esnâf-ı cerrâhan: Dükkân 400, neferat 700. Bu tayfa pürsilâh olup tahtırevanlar üzre dükkânlarına diş çıkaracak kelbetân., mengene, küskü, destere, eğe ve daha birçok alâtı cerrâhiye’yi dizip bazı adamların kollarını, başlarını, ayaklarını timar eder şekilde geçerler.
Esnâf-ı bîmarhanecîyan: İstanbul’da bulunan beş aded Timarhane’de ne kadar divane varsa iki yüz aded bîmarhaneciler üç yüzü mütecâviz yeri gökü bilmez zırzop divâneleri altın ve gümüş yaldızlı demir zincirlerle çeküp geçerler. Hekimbaşı kalfaları ellerindeki şişeler içre mecnunlara deva olacak şuruplar verip gülsuları saçar. Ve herbir divâne ejder misal zincir kırarak ve kimi üryan, kimi giryan, kimi nâlân, kimi handan halt-ı kelâm ederek seyirciler üzre hücum edip halkı güruh güruh kaçırarak nâralarla ejderha gibi geçerler.
Hastahane hademeleri esnafı: Beş hastahanede 700 hademe vardır. Bu tayfa tahtırevanlar üzre nice hasta halleri timar edip yemek ve deva vererek tahtırevan üzre geçerler. Ve masarifatı saireleri cümleten evkaf tarafından tesviye olunup gaza yolunda hastalananlara ilâç ederler. Bir takım pâk ve pâkize kimselerdir.
Esnafı meşrubat-ı devâ: Dükkân 500, neferat 600. İşleri hindiba, köknar, nâne, zâter gibi devaların suyunu çıkarıp gûnagûn şişelere koyarak dükkânlarını tezyin ederler. Bu devalar gazilere gazada gayet lüzumlu olduğundan bu tayfa dahi marifetlerini arzile pürsilâh geçerler.
Şîfalı yağlar esnafı: Dükkân 8, neferat 14.Bu esnafın işleri bademden., servi kozalağından., cevizden, fındıktan ve daha gûnagûn eşyadan vücude sürülecek yağlar çıkarıp küçücük şişeler içre koyup tahtırevanlar üzre dükkânlarını süslerler. Halka yasemin yağı, sünbül, gül ve reyhan, kulemisk yağları dağıtarak geçerler.
Esnâf-ı macunciyan: Dükkân 300, neferat 500. Bu macuncu tayfası tahtırevanlar üzme dükkânlarının macun hokkalarını dizip kalfaları tunç havanlar içinde Hindistan cevizi kabuğu, darcın, darifülfül, kakule, havlican, ödülkahir, zencefil gibi devaları döğüp hazırlarlar
Dükkânsız sürmeciler esnafı: Neferat 100. Bunlar kutular içinde koruk sürmesi, çiçek sürmesi, Peygamber sürmesi gezdirip kâr ederek alaya giderler.
Gülsuyu esnafı: Dükkân 41, Neferat 70. Bunlardan bazıları kocaman. bir ester üzerinde küp kadar bakır kazanlar içre gülsuyu satar Edirneli hatunlardır. Alayda geçerlerken iki tarafta olan seyircilere gülsuyu dökerler.
n Canbaz Pehlivanlar Esnafı
Canbaz pehlivanlar 13 neferdir ki her biri ipleri kemend atarak eflâke doğru çıktıklarında felek-i âlâda Hazret-i İsa ile mükâlemeye çıkıyorlar zannedilir! Üsküdarlı Mehmed Çelebî, Mağribli Hacı Nâsır, İskenderiyeli Hacı Ali, Harputlu Şaşı Hüsam, Bursalı Kubadi, Arabkirli Kara Şücâ, Kanberoğlu, Kız Pehlivan, bunlar Padişah huzurunda terazili, terazisiz, kubadî pabuç ile kimisi ellerinde birer desti, arkalarında birer eşek ile, kimisi ellerinde yalın kılıç ile arzı marifet eder. Galata Kulesi’nin tâ tepesindeki topa ayak basmış pehlivanlardır. Sur-i Hümayun’da At meydanında resenbazlık eden Üsküdarlı Mehmed Çelebi Hatt-ı şerif ile pehlivanların serçeşmesidir.
Pehlivanların envaı: Ateşbazlar, hayalciler, kuklacılar, zorbazlar, gûzebazlar, çanakbazlar, sinibazlar, kâsebazlar, perendebazlar, şişebazlar, kadehbazlar, hokkabazlar, beyzabazlar, kâğıtbazlar, kumarbazlar, aynabazlar, şimşirbazlar, köpekbazlar, yılanbazlar ve ilâh... Bu esnaf öyle geçerler ki dil ve kalem ile anlatılamaz. Cümlesi 40 esnaftır. Kârhaneleri Katır hanıdır. Cümlesi silâhsız adamlardır.
n İnşaatçılar
Dülgerler ve mîmarlar esnafı: Kârhaneleri Vefa yanında doğramacıbaşı kârhanesidir. Büyük ağalık olduğundan cümle ihtiyarlarile ustaları evinde otururlar.Dülgerler 4000 ve mimarlar da 4000 kişidir.[928]
n Mehterhane ve Sazendeler
Mehterler: 1 kârhane ve 300 kişidir. Kârhaneleri Demirkapu yanındadır. Ortasında dört köşe büyük bir kulesi vardır. Her gece yatsudan sonra üç fasıl çalıp dua ederler. Seher vakitlerinde sabaha üç saat kadar kaldığında, erbab-ı Divan’a ve cümleyi namaza uyandırmak için yine üç kere faslı lâtif ederler ki uyananlara hayat verir. Ulûfeleri ağırdır. Biri bir âli mansıba nail olsa bu mehterler tebrik için hanesine varıp üç nöbet fasıl ederler. Eğer ev sahibi hazır değilse ev halkına bir fasıl çalıp giderler. Eyüb’de, Kasımpaşa’da, Galata’da, Rumeli Yenihisarı’nda, Kavak Yenihisarı’nda, Beykoz’da, Anadoluhisarı’nda, Üsküdar’da, Kızkulesi’nde dahi yine yatsı ve seher vakitlerinde mehterhaneler çalınması Fatih’in kanunudur
Köscü mehterler esnafı: 1 kârhanedir. Odunkapusu’nun iç yüzünde Bıçkıcılar’dadır. İçinde yüz elli çift deve kösleri İkinci Osman’ın Hotin Seferine götürdüğü fil kösleri vardır. Her biri bir hamam kubbesi kadar gelir. Bayram gecelerinde, bayram günlerinde, Padişah düğünlerinde, on sekiz devletin elçileri birleştiklerinde bu kösler çalınır.
Gâvur zurnacıları esnafı: 7 dükkân, 40 kişidir.
Daireciler esnafı: 10 dükkân ve 55 kişidir.
Erganuncular esnafı: 300 adettir.
Neyzenler esnafı: 4 dükkân, 14 kişidir. Mevlevihanelerde çalınır. Adamın ruhuna sefa verir.
Kâr-ı musîkar esnafı: 6 dükkân 15 kişidir. Kadîm bir sazdır.
Cönkcüler esnafı: 2 dükkân, 10 kişidir. Kırk telli, fil hortumu gibi bir sazdır ki sedası adama hayat verir.
Tanburcular, santurcular, utcular, kanuncular, şeştarcılar, kopuzcular. çökürcüler, kara zurnacılar, tanburacılar, kemençeciler, kaba zurnacılar, cura zurnacılar, asafî zurnacılar, nefirciler, düdükcüler, borucular ve ilâh... kimi arabalar üzerinde kimi yaya zikrolunan sazları yaparak geçerler. Hünkâr mehterbaşısı, bu usta sazcıların arkasından sekiz kat mehterhane çalınarak ve cümle ustalar yaptıkları sazları çalarak o kadar büyük bir hayhuy ile geçerler ki görenler deccal zuhur etmiş zannederler. Buna yamak olan 77 esnaftır.
İlginç Bir Olay:
n Mehterbaşı-Mimarbaşı Çekişmesi
“Mehterbaşı taifesi ile mimarbaşı taifesi arasında Padişahın huzurunda azîm bir mücadele ve mübahase oldu. Mimarbaşı «Zurnacılar bir alay deccal kavmidir. Biz Padişahıma saraylar bina ederiz. Salâtin camileri, türbeleri bina ederiz. Biz önce alay etmeliyiz» dedi. Mehterbaşı: «Bizim hizmetimiz Padişahımıza her ân lâzımdır. Bir yere gitse mehabet, şevket, şöhret için dosta düşmana karşı tabıl, kudüm, nefîr döğdürerek gideriz. Cenk yerinde gazileri teşvik ederiz, askeri cenge kaldırmağa sebep oluruz. Saz ve söz adamın ruhuna sefa verir. Mimarbaşının esnafı Rum ve Ermeni ve Çingenelerdir, löküncü, su yolculardır. Hele lâğımcı ve necisli adamlar da vardır. Irz-ı Padişahî yok mudur ki bir alay haşarat alayımıza takaddüm ideler» dedi. Mehterlerin alayı evvel gitmek ferman olundu.”
n Ziraatçiler
Osmanlı Devleti zirâî ekonomi esas olduğundan Ziraatçiler’e de Alay’a iştirak ettirilmişlerdir:
“Esnâf-ı çiftçiyan: Dükkânları yoktur. Amma dört kadılık yerde 26.000 tarla yazılıp 57,000 çiftçi sayılmıştır. Ağaları bostancıbaşı tarafından terekecibaşıdır. Bu çiftçi tayfası yani ekinciler ayaklarında çarıklar, omuzlarında aba, kaba, dolma, gûnagûn yünlü hırkalar, başlarında taçlar üzre envaı teller ile süsleyip nice bin sığırları ve camusları boynuzlarını altın varak ile cilâlayıp her öküzün beline kemer kuşak ve kara renkli atlas çullar ve nice bin kınalı sığır camuslara boyunduruk geçirip çifte çifte sapana, pulluğa koşup ellerinde nodul, üğendire, diğren misillû âletler ile camusları sapana sürer gibi sürüp «Ekmek benden bereket senden ver Allah’ım ver!» diye feryad ederek boğazlarında torba torba atmaca (yani buğday tohumunu) halk üzre serperek «Benim elim değil Âdem Baba elidir! Yarabbi berekât-ı Halil ver!» diye güruh güruh geçerler.
Esnâf-ı bağiban: Dört kadılık yerde bağ bahçe ve bostanların mecmu’u 43.950’ ye baliğ olur ki herbiri gûya Cennet bahçesidir. Her bağda birer adamdan 43950 adam eder amma bazı bağda beşer onar adam vardır. Bu suretle aded-i neferat’ı pek çoğa varır. Bunlardan kırk bin kişi terekeci marifeti ile ayrılıp pürsilâh ellerinde gûnagûn kazmalar, çapalar, yabalar, beller ve bağlarında teller, çapa taraklar, destereler, keserler türlü, türlü bahçivan âletleri ve nice bin kınalı bostan dolaplarına mahsus sığırları tezyin edip “0ha! Diha babam! Allah Allah rahmet ver! Yâ Mevlâ bereket ver! Yâ Mevlâ kuvvet ver!» diye feryad ve figanlar edip her bahçivanın ellerinde ve bağlarında acayip taçları üzerinde çeşid çeşid çiçekler bulunup iki tarafta olan seyircilere çiçek vererek geçerler.
n İnzibat Görevlileri
Bu arada Evliya Çelebi seyrine bizzat katılmış olduğu “Asker ve Esnaf Alayı”ndan görünümleri bazı kişisel açıklamalar ve yorumlarla betimleyip aktarmaktadır. Örneğin “subaşı”ların, “ases”lerin insafsızlığını beğenmez, onları “merhametsiz, hatta “birbirinden beter mel’un” tâbirleri kullanır. Hele devletin resmî cellâdını ve yaptığı hizmeti çok objektif ve dehşetli bir üslupla aktarır:
Esnâf-ı şehir sübaşısı: Neferatı 200 olup elleri sopalı merhametsiz adamlardır.
Esnâf-ı ases-i sanî-i bî-aman: Pîrleri Ömer Ayyâr’dır. Bunlar 202 neferdir. Tutma, kapma, vurma, boğma, asma, basma, yakalayıp bağlama adamlarıdır. Birbirinden eş’ed mel’un kavimlerdir.
Esnâf-ı cellâdan-ı bî-aman: Pîrleri Eyyub Basrî’dir. Bu kavmin üstadı kâmili Kara Ali’dir ki bazularını sıvayıp kılıcını beline bağlayıp sair işkence, karabend, nakişbend, kemerbend, zinarbend edecek ucu aşıklı yağlı kemendleri kemerine asıp, işkence âletlerinden kelbetân, burgu, çivi, bohur fitili, simin sünger, tilseman, deri yüzecek tentraş, pulad tas, türlü türlü zehirli âletleri el ve ayak kırmağa mahsus baltaları iki yanına takıştırıp sair yamakları dahi yedişer pâre âletler ile kemerlerine ziynet verip ve yalın kılıç ile cünbüş ederek geçerler. Amma neuzibillâh hiçbirinin çehresinde nur kalmamış adamlardır.”
n Mücrimler
Evliyâ Çelebi’nin sıralamasında yan kesiciler, hırsızlar diğer bazı suç gruplarının da “esnâf” kapsamı içine alındığını görüyoruz. Döneminin kültüründen kaynaklanan bu olgu günümüzde pek kolay anlaşılamaz:
“Esnâf-ı yankesici: Nefer 300. Pîrimiz Amr’u Ayyar’dır derler amma haşa sümme hâşâ!
Kara hırsız esnâfı: Nefer 200. Bunlar pîr’imiz Amr Ayyaroğlu Asuş’dur derler amma hâşâ ve kellâ!
Esnâf-ı kidiyan müflisân: Nefer 500. Bu gibiler hesapsızdır amma herkes evli evinde olduğundan malûm değildir. Bu yazdıklarımız yankesiciler, hırsızlar, uğursuzlar, nursuzlar cümle defterle Asesbaşı ve Sübaşıya vergi verenlerdir ki İstanbul’un kalabalık çarşı ve pazarlarında, kalabalık toplantılar da taşradan gelmiş yabancıların gözlerindeki sürmeye kadar çalarlar.”
n Meyhaneciler
Evliyâ Çelebi, kendisinin haram olan içkilerden içmediğini söyledikten sonra Alay’ın en sonunda geçmeğe mecbur olan alkollü içki satan esnâfı da şöyle takdim eder:
“Mel’un ve menhûs esnâf, yâni meyhaneciler: Dört kadılık yerde 1060 kadardır. Cümlesi kefere ve fecere olmak üzere 6000 kişidir. Şarabın katresi haramdır. Lâkin devletin gelirlerinden olduğundan şarabı menetmemişlerdir. Senevî hasılat alırlar. Başkaca bir emânettir. Otuz eminin biri de budur. Galata’da Domuzkapısı’nda oturur. Üç yüz kadar tevabi’i olan büyük emânettir. İstanbul’un dört çevresinde meyhane çoktur. Amma pek fazla olarak Samatya kapısı’nda, Kumkapı’da, Yeni Balıkpazarı’nda, Unkapanı’nda, Cibalikapısı’nda, Ayakapısı’nda, Fenerkapısı’nda, Balatkapısı’nda, karşıda Hasköy’de bulunur. Hele Galata demek meyhane demektir. Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavudköy, Yeniköy, Tarabya, Büyükdere ve Anadolu tarafında Kuzguncuk, Çengelköy, Üsküdar, Kadıköyü nam mahallerde tabaka tabaka meyhaneler vardır. Meyhaneciler mezmûm bir halk, mel’un bir kavimlerdir ki Galata meyhaneleri içre bu kadar hanende, sazende, mıtrablar, kaşerlenmiş adamlar toplanıp gece gündüz sefa ile sürûr ederler. Amma bunlar ordu alayında mallarını çıkarmayıp cümlesi tebdil-i kıyafet pür silâh geçerler. Meyhaneci civanlarının üftadeleri şarab-ı tâbın esiri derd-i serleri mahmûr bir çok bî-asl ü esas efsâneler, murabbalar ırlayarak geçerler. Her bâdehanenin birer çeşit isimleri vardır ki erbâbı bilir.
Esnâf-ı hizan dilberan: 500 neferdir. Bunlar bir alay hâneberduş eclâftır.
Rakıcılar esnâfı: 100 dükkân, 300 kişidir. Her bir nebattan gülsuyu gibi rakı çıkar. Sarhoşluk verir, derecesi haramdır. Yoksa şarap gibi katresi haram değildir
Esnâf-ı meyhaneciyan-ı piyâde: Dükkânları yokdur, nefer 800,
Esnâf-ı meyhâne-i koltuk : Dükkân 300, nefer 800,
n Muhabbet tellâlları
Padişah’ın önünde 600’e yakın sayıda grupla geçit yapan İstanbul esnafının içinde yer alan “muhabbet tellâlları” diyebileceğimiz kişileri Evliyâ bize şöyle tanıtıyor:
Esnâf-ı deyyusan: Nefer 212, haşa pîrleri ola!,
Esnâf-ı bazeveng-i eblehan-ı sazengân: Nefer 300, haşa mine’s-sami’in pîrleri ola;”
n Dilenciler
Evliyâ Çelebi’nin “Dilenci”leri anlatışı fevkalade nefistir:
“Dilenci şeyhler esnafı 7000 adeddir. Bir alay cerrar, kerrar garîblerdir. Her birinin birer yünden hırkaları ellerinde gûna’gûn alemleri, başlarında lif sırmadan destarları olduğu halde «Yâ Fettah» ismi şerifi ile cümle körleri birbirlerinin omuzuna yapışıp kimi topal, kimi meflûç, kimi sar’alı, kimi elsiz, kimi ayaksız, kimi çıplak, kimi kavrulmuş, kimi eşeğe binmiş, nice bin bayrakların arasında cerrar şeyhini ortaya alıp, şeyh dahi dua edip yedi bin fıkara bir ağızdan “Allah Allah ile âmin!” dediklerinde sadalar gökyüzüne ulaşır. Bu tertib üzre dilencilerin şeyhi Alayköşkü dibinden geçerken durup Padişaha hayır dualar eder. İhsanına mazhar oldukda durmayıp giderler.”
Evliya Çelebi bu uzun “Ordu Alayı”nın nasıl son bulduğunu da şöyle aktarıyor:
“Her esnafın Yenibahçe’de Hüsrev Paşa Türbesinde İstanbul Kadısı Efendinin hanesi önüne varmaları kanundur. Zira cümle esnafın narh ve terazilerine nezâret eden İstanbul Mollasıdır. Esnaflar onun hükmündedir. Esnaflar, alayda arzettikleri eşyanın bir kısmını mollaya hediye verip geri kalanını fukaraya ulaştırırlar. Sonra alaylarla şeyhlerini; nakil ve kethüdalarını, duacı, çavuş ağalarını hanelerine koyup herkes dua ederek yerli yerine çekilirler. Bu alay için İstanbul’da üç gün üç gece alışveriş olmayıp bir alay tertibi gulgulesi oldu ki dillerle tabir ve kalemle tahriri mümkün değildir. Amma bu abd-i hakîr Evliyâ-yi pür taksîr âcizâne imkân yettiği kadar şu yolda yazmağa muvaffak oldum. Bu alay hiç bir devirde ne olmuş, ne de olacaktır.”
a. Mevlid-i Şerif Okunması
Rebiü’levvel ayının 12. günü Sultanahmed Camii’nde okunacak mevlide[929]vezirler sadrazam tarafından “kethüdâ bey”, ilmiyye ricâli şeyhülislam tarafından reisülküttab vasıtasıyla çağrılırdı. Yeniçeri ve Ocak ağalarına, rikâb-ı hümâyûn ağalarına, başkapıcıbaşı ağa’ya, mîr-i âlem ağa’ya, defterdar’a, nişancı’ya, defter emini’ne, şıkkeyn efendilerine çavuş başı ağa gönderilirdi. İstanbul Kadısı çağrılacak müderrislerin davetiyelerini yazar, davetiyelerde saat belirtilirdi. Divanî merâsim kıyafeti giyilir, atlarına “Divan bisatlı” ya da “Divan rahtı” denilen gümüşlü, kıymetli eğer takımları koyarlardı. Herkes belirlenen saatte mevlide gelirdi.
Anadolu ve Rumeli kazaskerleri ile ilmiyye’nin diğer ricâli derecelerine göre mihrâbın sağ tarafından minberin sonuna, oradan da sofa kenarıyla Mahfel-i Hümâyûn’a doğru otururlardı. Onların alt yanına Yeniçeri ağası, Ocak ağaları, rikâb-ı hümâyûn ağaları, kapıcıbaşı ağalar, mîr-i âlem ağa, defterdar, nışancı, defter emini, şıkkeyn efendileri, cebecibaşı ve topçubaşı otururlardı. Bunlardan itibaren yeniçeri neferlerine kadar herkesin yeri teşrifat defterine göre belli idi. Şeyhülislam ve sadrazama mihrabın önüne seccadeler konulmuştu. Sadrazam gelince orada bulunanlar ayağa kalkardı.
Bu sırada teşrifâtî efendi buhurdanlar getirir, birini sadrazam, diğerini şeyhülislam ve üçüncüsünü de vezirlerin önüne koyardı. Padişahın gelmesine yakın buhurdanlar kaldırılır, müezzinler “Feth-i şerif” sûresini okumaya başlarlar, sûre bittiğinde mahfel-i hümâyûn’un küçük pencere kafesi açılır, Padişahın geldiği anlaşılırdı. Orada bulunanlar ayağa kalkarlardı.
Merâsim Fetih Suresi’nin okunmasıyla başlar, devamında Ayasofya ve Sultan Ahmed camilerinin kürsü şeyhleri kısa birer vaaz verirlerdi. Vaazlardan sonra cemaate de şerbet dağıtılırdı. Sonra üç mevlidhan tarafindan halk arasında Mevlid olarak tanınmış Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necat isimli eseri okunurdu. Sıra Hz. Muhammed’in doğumunu anlatan bölüme gelindiğinde ayağa kalkılırdı.
Darüssaade ağası va’zını bitiren şeyhlere ve mevlidhanlara samur kürk veya ferâce giydirirdi. Ancak bu sırada Mekke Şerifi’nin mektubu sadrazam’a verilir, o da Darüssaade ağası ve reisülküttab’a teslim ederek Padişah önünde okuturdu. Yine Medine’den gönderilen hurmadan bir miktarını gümüş tabak içinde sadrazama gönderir, oradan da ricale dağıtılırdı. Mevlid duası tamamlandıktan sonra sadrazam, şeyhülislam, vezirler, kazaskerler, defterdar, reisülküttab, çavuşbaşı, nişancı, defter emini, defterdarlar, topçubaşı ve arabacıbaşı ağalar toplu olarak at üstünde Padişahı selâmlamak için beklerlerdi. Yeniçeri ağası Padişahı gelişinde ve dönüşünde atına bindirirdi. Padişah at üstünde selâm vererek geçer, yol boyunca alkışlanırdı. Sadrazam, şeyhülislam ve diğerleri alkış tutarlardı. Buna benzer bir tören de sadrazam için yapılır, sonra herkes evlerine dönerdi.
b. Hırkâ-i Şerif Ziyareti
Her yıl Ramazan’ın 15’inde Hırkâ-i Şerif ziyaret edilirdi. Bir gün öncesinden vezirlere, şeyhülislam’ın gönderdiği defter gereğince İstanbul kadısı’na, ulemâya, nakibüleşrafa, selâtin meşâyihine mektûbî kaleminden, Yeniçeri ağası, defterdar, cebeci, topçu ve arabacı ağalara çavuşbaşı ağa tarafından tezkireler yazılır ve Divan-ı Hümâyûn çavuşlarıyla gönderilirdi. Ziyaret günü bu devlet adamları öğle namazı kılındıktan sonra oturup sadrazam’ın gelmesini beklerdi. Sadrazam, maiyeti ve şeyhülislam Ayasofya Camii’nde öğle namazını kıldıktan sonra Topkapı Sarayı’na gelirler, Orta Kapı’nın dışında rikâb ağaları tarafından karşılanırlardı. Sadrazam ve şeyhülislam burada Bostancıbaşı, kapıcılar kethüdası ve mirahurlar ve sonra diğer ağalar tarafından koltuklanırlar ve Babüssaade önüne gelinirdi. Burada onları silâhdar ağa karşılar ve Hırka-i Şerif odasına gelinirdi. Birinci ve ikinci imam efendiler Hırka-i Şerif’in konduğu sandığın önünde oturur ve Kur’an okurlardı. Şeyhülislam hasta ise, Padişahın izni ile oturabileceği yer teşrifat defterlerinde yazılıdır. Kur’an okunduktan sonra Padişah sandığı açar ve Hırka-i şerif’e yüz sürülmesine izin verir. İlk kez sadrazam yüzünü sürer, sonra şeyhülislam, vezirler, kazaskerler, ulemâ, Yeniçeri ağası, kaptan paşa, defterdar, reisülküttab, çavuşbaşı, tezkireciler ve diğer devlet erkânı rütbelerine göre birbirlerini izleyerek yüz sürdükten sonra dönüp yerlerinde dururlar. Sonra şeyhlerin her biri sandığın önüne gelir, önce dua eder, yüz sürer, yerlerine döner. En sonda vâlide sultan’ın kethüdası ve rikâb ağaları da yüz sürerler. Hırka-i şerif’e yüz sürüldükçe sadrazam ve silahdar tülbent ile silip, tülbendi yüz sürene verirler. Padişah dönüş için izin verir. Enderun’a girildiği sıra ve usûl içinde Padişahın huzurundan ve Saray’dan ayrılınırdı. Yalnız Ortakapı’da sadrazam şeyhülislam’ın için bir tören düzenler ve sonra konağına dönerdi.
c. Hacıların Dönüş Haberi
Hacıların Mekke’den sağ ve sâlim dönmekte olduklarını bildiren Mekke şerifi’nin ve Şam vâlisi’ ile mîrü’l-Hac paşa’nın mektuplarını ve Şam kadısı’nın hüccetlerini sadrazam’a müjdecibaşı ağalar ulaştırırlardı. Haberi getirenlere kendileri hakkında teşrifat defterinde cinsleri kayıtlı hil’atler giydirilirdi. Haber ve belgeler daha sonra sadrazam tarafından Padişah’a arz edilirdi.
Mîrü’l-Hac paşa’nın çuhadan “kılavuz bohçası”yla geldiği zaman sadrazam önünde hil’at giyer ve telhisci ağayla Saray’a gönderilirdi. Mekke şerifinin hediye bohçası ile gelen adamı Bâbıali’ye teşrifat odasına alınır, reisülküttab efendiye tahriratını arz ve bohçayı teslim eder, sonra sadrazam’a çıkarılırdı.
Sadrazam’ın yanında iken şerbet, kahve ve buhur töreni yapıldıktan sonra kendisine ve maiyetine hil’at giydirilir ve telhisci ağayla birlikte Saray’a gönderilirdi.
Bu tür törenler geleneksel kültürün korunması, toplum düzeninin sağlanması açısından yapılmaları gerekli ya da yararlı olan ritüellerdir. Çoğunlukla dinî motiflerle güçlendirilmişlerdir.
a. Çeyiz Alayı
Cehiz yazılınca ve nikah kıyılınca sıra çeyiz eşyasının kız evinden oğlan evine nakline gelir. Çeyizi kız evinden, erkek evine evliliğin çevreye duyurulmasını sağlayan gösterişli, şenlikli bir çeyiz alayı ile götürülür. Alayda gelin de bulunuyorsa, “gelin alayı” veya “düğün alayı” tabir edilir. Çeyiz oğlan evine develerle taşınır. Cehizin miktarına bağlı olarak havutları mavi boncuklarla süslenmiş, büyük havan çanları takılmış gösterişli develer seçilir. Gelin alayının çok uzaklardan sesleri işitilince develerin üstünde herkese teşhir edilen cehizleri seyretmek için sokaklara çıkan mahalle halkının dedikodusu, konuşmaları günlerce, haftalarca sürer.
Kız evinde cehiz develerinin boyunlarına toplarla kumaşlar asılır. Ve deveciye de ayrıca sırma işlemeli mendil veyahut oymalı yazma verilir.[930]
b. Nikâh
Nikâh günü tarafların ana, babaları, yakın akrabaları ve davetliler genellikle evlenecek kızın evinde toplanırlardı. Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı mekânlarda bulunurlardı. Evlenecek kız kapı veya perde gibi bir sütre arkasında imamın ve şahitlerin sesini duyacak şekilde oturtulurdu. İmam, evlenecek çifte evlenme konusundaki dinî vecibeleri, fıkıh hükümlerini anlattıktan sonra her ikisine de evlenmeye râzı olup olmadıklarını, boşanma durumunda tarafların birbirlerine neler borçlanmayı kabul ettiklerini sorar ve kabul etmişlerse, “Ben de akd-i nikâh eyledim” diyerek durumu bir kağıda yazıp, şahitlere imza ettirerek nikâhı kıyar. Kur’an okuyup, mutluluk ve süreklilik dilerdi. Nikâhı kıyan imama havlu, şeker, sabun, seccâde hediye edilirdi. Sonra bütün davetlilere şerbet dağıtılır, imam efendi nikâh duası yapardı. imamın evden ayrılmasından sonra sazlı, çalgılı düğün yapıldığı da olurdu.
c. “Âmin” Alayı
Okula başlama törenine İstanbul’da halk “âmin alayı” adını verirdi. Çocuk törene, aşağı yukarı sünnet düğününde olduğu gibi, süslü elbiseler giydirilmiş, boynuna işlemeli hamayil ve cüz kesesi asılmış, varlıklı ailelerin çocukları başlarına elmaslı, incili fes giydirilmiş olarak katılırdı.
Üç aylar, kandil gibi kutsal bir zaman ve pazar ya da perşembe günlerinden birinde talebeler mektebte toplanır. Elinde bir rahle, çocuğun oturacağı minderi başının üzerinde tutan “kalfa”en önde olmak üzere alayla çocuğun evine gidilir. Alay, belirli yerlerinde çocukların hep bir ağızdan bağırarak «âmin» dediği ilâhilerle okuyarak mahalleyi dolaşır. Evin kapısının önünde hoca dua okur. Bazı geleneklere göre çocuğu tören süresince hiç yere bastırmamak gerekir. Nitekim döneminde yapılmış gravürlerde de mektebe başlayacak çocuğunun alaya arabada, veya ata binmiş olarak katıldığı görülmektedir. Bu maksatla kadınlar onu kucaktan kucağa vererek arabaya bindirirler. Bazan alaya kadınlar da katılır ve sevap kazanmak için çocuğu sırtlarında taşırlar. Yolda rastlanan ilk insanın bilgili, okumuş bir kimse olması çocuğun da iyi okuyacağı anlamında yorumlanır. Mekteb’e varılınca çocuk hocasının elini öper ve önünde diz çöküp oturur. Hoca ona önce «Rabbi yessir» duasını öğretir; sonra elifbadan ilk dersi verir. Hocaya hediyeler sunulur. Sonra hep birlikte yemek yenir.
İstanbul’da, kolay ve güzel okumayı sağlamak için çocuğun Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdâ’î türbesine götürülerek ve ona arzuhal verilmesi, birlikte götürülen üzüm ve kalemin türbede okutturulması âdetti. Okunmuş üzümü yiyen çocuğun zihni açılacağına inanılırdı.
Kuran’ı başından sonuna okumayı öğrenmiş olan öğrenci için camide «hatim duası» denilen tören düzenlenirdi.
d. “Şed” (Peştamal) Kuşanma
Esnaf ve sanatkâr loncalarının düzenini sağlayan yarı mistik, yarı meslekî törenlerden biri de “Peştamal kuşatma” ya da bir diğer adıyla “şed kuşatma merasimi”dir. Fütüvvetnâme’lerde diğer merasimler ve geleneklerle birlikte bu törenin de ayrıntıları anlatılmıştır.
Çırak çıkarma töreninde, lonca uluları bellerine birer peştemal kuşanmış olarak hazır bulunurlar. Önce loncanın dua nakibi çırağın sağ elini kendi sol eline alıp, hazır olan ustaların huzurundan geçirerek seccade’de oturan Pîr-i Aziz’in önüne getirir.
Çırağın sağ tarafında nakib, sol tarafında çavuş veyâ bevvab olduğu halde bütün becerileri anlatılır. Uygun görülürse hazır olanlar hep birlikte : Allah mübârek eyliye. Revâdır!” derler. Fâtiha okunur, Peygamberin dört Yârini, Kerbelâ Şehidlerini, yüz yetmiş sanatın pîrlerini teker teker zikrederler. Sonra çırağı ustasına teslim ederler.
Ustası da mânevi evlâdı saydığı çırağını yine meydana getirip belindeki peştemalı onun beline ve elindeki âsayı da eline verip, sağ el sağ ele, iki baş parmaklar dışarda kalmak üzere bîat ve yemin ederler. Sonra Pîr çırağına hazır olanların önünde şu nasihati verir: «Ey oğul, evvelâ harama bakma.. Yalan söyleme. Haram yeme. Haram içme. Haram giyme. Ekmek ve tuza ihanet etme. Sende hakları olan ihtiyarlara hakaretle nazar etme, uluların önünde gitme, sabırlı ol tahammüllü ol, komadığın yere el uzatma, emanete hiyanet etme, kanaatli ol.» Bu tesirli sözler çırağın kulağına küpe olması için kulağını çekerek ensesine bir sille vurur. «Ey oğul gâfil olma, gözünü aç, gün akşamlıdır!» sözleriyle konuşmasını bitirip «Fatiha!...» der.
Ustasının çırağın beline bağladığı peştemaldan ayrı, ipek, kutnu veya sof bir peştemalı daha vardır. Usta oğulluğunun sağ koltuğu altına yahut hamail bağı tarzında sarar. Bu tarzların sembolik mânaları vardır. Hazır bulunanlar bir ağızdan: «Yürü Allah destek ola! Postun mübarek olup kâr ve kazancın helal-ı zülâl ola!» diye hayır dua ederler. Çırak da besmele-i şerife ile esnaf pîrleri ile şeyh, nakib duacı ve diğer kethüdâların ellerini öpüp, geri, geri kapıdan çıkar. Sonra vedâ Fâtihası okunur. Çırak mutbağa giderek hazırladığı lokmayı getirir.[931]
e. Hacı Uğurlaması
Uğurlamaya gelenlerle birlikte yemek yenildikten sonra erkekler topluca camiye giderler. Dualar edilir. Çıkışta, uğurlama yerinde toplanılır. Hacı adayı yaşlılardan başlayarak tüm gelenlerle vedalaşır, helâlleşir ve mezarlığa gidilir, Kur’an okunur.
Sonra dualar ve ilâhilerle Hac kervanına katılmak, ya da gemiye binmek üzere at veya araba gibi bir vasıtayla çıkarılır. Mümkün olursa bir süre kendisine refakat edilir.
f. Hacıların Karşılanması (Tehniyesi)
Gelenek hâline getirilmiş sosyal kökenli bir törendir. Tören hazırlıklarına hacı dönmeden başlanır. Ev ya da hacının odası yeşile boyanır; her tarafa yeşil sergiler, örtüler serilir. Hacı gelince eli ve genellikle avucunun içi öpülür. “Haccın mebrur olsun” diyerek kutlanır. Gelenlere Kâbe’den getirilen zemzem suyu, hurma, hacı yüzüğü gibi hediyeler dağıtılır, hacı yağı olarak isimlendirilen “gül yağı” sürülür. Zemzem, sünneti şerife uygun olarak üç yudumda içilir. Kuran ve mevlid okunur, yemek yenir.
Önemli bir olayı kutlamak maksadıyla yapılan “şenlik” türü gösteriler aslında halkı eğlendirmek için düzenlenirlerdi. “Şehzâdelerin ve sultanların doğumu, düğünleri (sûr-i hümâyûn), şehzadenin sünneti, önemli bir barış antlaşması” ya da “Sultanın sefere çıkışı, önemli bir elçinin gelişi” gibi resmî anlamlı şenlikler Saray tarafından; “bayram eğlenceleri, çırak çıkarma, peştemal kuşanma, esnaf teferrüçleri” (seyirler), esnaf düğünleri, sünnetleri” gibi olaylar vesilesiyle olanlar da halk tarafından yapılırdı. Dolayısıyla şenlikler hangi taraftan bakırılırsa bakılsın halk ile kaynaşmışlardır.
Şenlikler sabah, gösteriler ikindi, donanma ve havaî fişekler de akşam namazından sonra başlayıp gece yarısına kadar sürerlerdi. Padişah şenliklerinin ortalama 15 gün, esnaf teferrüçlerinin ve düğünlerinin de günlerce sürdüğü olurdu.
Şenliklerde alışılmış günlük hayatın dışında, dinî ve sosyal yasaklar ve baskılar belirli oranda “görmezlik”ten gelinerek azalmakta olması halk içinde çoşku yaratmakta, ancak beraberinde belirgin savurganlıklar ve büyük harcamalar yapılmaktadır.
Yenilgilerden ve felaketlerden sonra yapılan şenlikler, kamuoyunda meydana gelmiş bir çöküntüyü unutturmak, bireyleri ve toplumu yeniden canlandırmak için düzenlendiklerini gösteriyor.[932]
Kabaca yorumlanırsa “Şenlik”lerin işlevi insanları çoşku ile bir araya getirmektir. Şenlik ortamı içinde fertler aynı toplumun üyesi olmanın mutlululuğunu birlikte yaşarlar.
Şenlikler yalnız İstanbul’da değil, ülkenin her yerinde kutlanmaktadır. Örneğin Şehzade Mustafa’nın doğumu üzerine (2 Haziran 1664) Memâlik-i Osmâniye’nin tamamında yedi gün şenlikler yapılmıştır. Yabancı gezginlerin seyahatnâmelerinde bütün eyâletlerde Fetih şenlikleri yapılmış olduğunu görüyoruz.[933]
a. Saltanat Şenlikleri
Padişah’ın çok sayıda kız ve erkek çocukları olduğundan bunların her birinin doğumu, sünneti ve evlenmesi için de pek fazla şenlik yapılmıştır.[934]Ayrıca sancağa çıkan şehzadelerin çocuklarının sünnet şenlikleri de bulundukları yerlerde yapılmıştır.
Siyasî sebepler dolayısıyla önem verilen bir elçinin gelişi de şenlik vesilesi olarak görülmüştür. Diğer taraftan yabancı devletlerin elçileri de kendi ülkelerindeki âdetlere uygun olarak bale gösterileri, tiyatro temsilleri, fişek gösterimi gibi eğlenceler düzenlemektedirler.
Bu arada yeni bir saray , cami ya da köşk yapılması, bir savaş gemisinin denize indirilmesi gibi olaylar bunların birer şenlikle kutlanmasını gerektiriyordu.
Padişah şenlikleri sabah başlayıp gece yarısına kadar sürer. Sabahla beraber törenler yapılır, pişkeşler verilir öğle üzeri ziyafet sofraları hazırlanırdı. Yemekten sonra kahve, şerbet ve buhur dağıtılır, ikindi ezanına kadar herkes dinlenirdi. Gösterilere de ikindi namazından sonra başlanırdı. Hava kararınca donanma şenlikleri ve diğer eğlenceler devam ederdi. Bu şenlik süresince genel hatlarıyla hergün tekrarlanarak devam eden genel program şöyledir:
1. Sadrazam ve vezirlerin Divanhâne Otağı’na gelmeleri,
2. Hergün belirli bir ocağa mahsus olmak üzere sırayla ziyafet verilmesi,
3. Baltacıların şerbet, kahve ve buhur dağıtmaları,
4. Padişah ve misafirlerinin dinlenmeleri,
5. Hediyelerin dağıtılması ve pişkeşlerin verilmesi,
6. Seyirlik oyunların (canbaz, zorbaz, hünerbaz ve diğer dramatik oyunların) başlaması,
7. Donanma ve havaî fişek seyirlerinin başlaması, dansçı ve oyuncuların gösterileri.
Ziyafet eğer halka (veya bir Ocağa verilecekse) 10 ya da 15 bin adet sini olarak hazırlanan yemeklerin “yağma” edilmesi için fermanı çıkar, yemekler yağmalanırdı. Eğer sadrazam ve vezirler, ulema ya da Saray ve Ocak ağaları gibi erkân çağırılmışsa yeteri kadar sofra kurulurdu.
Birkaç gün devam eden ziyafetlerden sonra, davetliler de armağan ve pişkeşlerini takdim ederler.
Eğer şenlik bir sünnet düğünü ve iki hafta sürecekse ise, 12 inci gün şehzade ve onunla beraber yüzlerce çocuk sünnet ettirilirdi.[935]
(1) Velâdet-i Âliyye (Doğum)
“Veladet-i Hümâyun” da denirdi. Şehzade veya sultanın dünyaya gelişi Silâhdar ağa tarafından ilan olunurdu. Üç gün erkek ise yedi, kız ise beşer nöbet toplar atılırdı.
Üçüncü Sultan Mustafa’nın 1758 senesinde dünyaya gelen kızı Hibetullah Sultan’ın doğumundan otuz, kırk gün evvel bedestan kethüdalarına haber verilmiş, ışıklandırmada kullanılacak ne kadar avize ve tertibat var ise dükkanlardan toplanmış, vükela, rical, ulema ve ümeranın evleriyle sokak, çarşı ve pazarın tezyinatı sağlanmıştı.
Sadrazam Ragıb Paşa’nın pek çok süslemelerden başka donanma süresince beş bin okka zeytin yağı yaktığı, orta halli buIunanların bile bu uğurda, bin, bin beş yüz kuruştan az harcamada bulunmadığı gibi Padişah’ın bin beş yüz elli kese akçesi gitmiştir.
Kısacası zengin fakir herkes kapılarını pencerelerini kandillerle donatmaya hazırlanmışlar, mahyalar çekilmiştir.
(2) Sûr-i Hitan (Sünnet)
En parlak şenlikler şehzadelerin bir hafta ile iki ay arasında uzayabilen sünnet düğünleri olmuştur.[936]Sünnet düğünleri ilk günden başlayarak her gün sırasıyla sadrazam, şeyhülislam, vezirler, kadılar, imam ve hatipler, seyyidler ve şeyhlerin teşrifat-ı kadîme’ye uygun düşen belirli topluluklar hâlinde Padişah tarafından huzura kabul edilip hediyelerini sunmalarıyla başlar. ve her biri için ayrı ayrı şölenler eğlenceler düzenlenirdi.
Bir taraftan “sükker nakkaşları” denilen şekerci esnafı ancak araba üzerinde taşınabilen şekerden dev heykeller yaparlardı. Diğer taraftan gündüzleri model kaleler, kayıklar ve kuklalarla savaş oyunları oynanır, geceleri ise binlerce havaî fişek atılırdı. Saz heyetleri çalar, çengiler rakseder, meddahlar kıssa’lar söyler, orta oyunları düzenlenirdi.
Diğer taraftan gösterişli giyimleri, kıymetli koşumlar vurulmuş cins atlar üzerinde devlet erkanının ve her türlü sanat ve sembolü olan bayrağı taşıyarak maharetlerini gösteren esnafın katıldığı “esnaf alayları” düzenlenirdi.[937]
Padişahlar On beşinci yüzyıldan sonra genel olarak halka resmen açıklanmış nikah yapmadıkları için çocuklarının sünneti bir anlamda annelerinin de eksik kalmış düğün töreni yerine geçiyordu.[938]Bu şenliklerde geleneğe göre binlerce yoksul çocuklar da birlikte sünnet ettiriliyordu.[939]
Sünnetlerin bir başka özelliği de, pek çok sünnet düğününün, ayrıca bir ya da birkaç sultan hanımın evlenmesi ile Sûr-i Cihaz (Sultan hanımların nişan ve evlenmeleri) birleştirilmiş olmasıdır.[940]
Üçüncü Ahmed’in oğullarının on beş gün on beş gece sürmüş büyük sünnet düğünü için düğün yeri olarak Okmeydanı seçilmişti. Bu on beş gün içinde şehzadelerle beraber 5.000 fakir çocuk sünnet edildi.
Okmeydanı’nda üzerinde yemek yemek için 10.000 tahta sini, 1000 ördek, 8.000 tavuk, 2.000 hindi, 3.000 horoz, 2.000 güvercin, şeker dağıtımı için 100 tepsi, şerbet için 10.000 kap, aydınlatma için 15.000 lamba fanusu, mahyalar için 10.000 kandil camı[941], Bayezid’de şehzadelere gelen hediyeler halka için sergilemek için “Eski Saray”ın avlusunda[942]kurulan çadırlardaki düğün sofraları için de 10.000 şerbet kavanozu, 10.000 ağaç sepet, 1.000 ördek, 2.000 hindi, 2.000 güvercin, 3 bin tavuk, 8.000 kaz, mahyaları kurmak için 15.000 kandil camı sağlandı. Bu bu ziyafetlerin özelliği Orta Asya’dan Osmanlılara kadar gelmiş olan ve “toy”[943]biçiminde yapılmış olmasıdır. davetlilere ve halk mevkilerine göre kendilerine ayrılmış yerlere otururlardı. Yemeğin bitiminde sofra üzerindeki eşyalar yağmalanırdı. Bununla beraber devlet erkânı ve ricâl’in oluşturdukları heyetler teşrifat-ı kadîme’ye göre belirlenmiş düzen içinde her gün hediyeleriyle tebrik için Padişah’a arza çıkarlar. Yemeklerini beraber yerler. Ancak, halkın ziyafet sofraları civarına geldiği ve Padişah’ın uygun gördüğü bir zamanda “yağma” başlatılırdı.
Aylarca öncesinden İstanbul’un bütün çengi ve köçekleri, sazende ve hanendeleri, oyuncu kolları peylendi. Taşradan binlerle oyuncu ve sazende getirildi. Nedim gibi en namlı şairlerin bu düğün için yazdıkları şarkılar bestelenerek seksen kişilik muhteşem bir saz ve hanende heyeti tarafından aylarca evvelinden meşke başlandı. 5000 fakir çocuğa esvab ve hediyeler hazırlandı. Düğün başladıktan sonra eğlence ve oyun sahneleri on beş gün ve onbeş gece kesintisiz olarak devam etti. Tophane ustalarının yaptığı mekanik düzenekli bir arabanın üstüne altın yaldızlı bir köşk kurulmuştu. Araba hareket ettirilince köşkün içinden altı tane büyük kukla çıkıyor, üç sazende kukla def çalıyor, üç rakkas kukla da döne döne oynuyordu. Mısır valisi de düğün için hünerli hokkabaz – cambazlar göndermişti. Geceleri havaî fişekleri atılmış, şehrâyinler yapılmıştı. Yine Tophâne-i Âmire tarafından Halic’e büyük sallar konulmuş, kandiller ve meş’alelerle donatılan bu sallara saz takımları, köçek ve çengiler bindirilmiş, ortasına renkli kandillerden rengârenk ışıklar içinde sular savrulan üç katlı bir fıskiye kurulmuştu. Bunların arasından bir gecede 700 havaî fişek atılmıştı.
Tersâne-i Âmire’nin imal ettiği bir atlı karınca ve bir dönme dolab yapılmıştı; Cebeci Ocağı’nın salı üzerinde dalları rengârenk kandillerden meyvalarla donanmış 10 tane ağaç ve su üzerinde yanarak dolaşan fişekleri vardı. Diğer kurumların sallarında da kandillerden kale, arslan, tavus kuşu, horoz gibi türlü şekil ve resimler vardı.
Sultan III. Murad’ın Şehzadesi Mehmed’in Atmeydanı’nda yapılan sünnet düğünün hazırlıkları aylarca öncesinden hazırlanmış, İstanbul’un Fethi’nin 129. yıldönümü olan 29 Mayıs 1582’de başlatılarak 56 gün devam ettirilmişti.
Şekercilere gerçek boyutlarında 9 fil, 17 aslan, 19 pars, 22 at, 21 deve, 4 zürafa, 9 deniz kızı, 8 ördek, 11 leylek, 25 şahin ve 8 turna yaptırılmıştı. Şenliklerde cirit karşılaşmaları, at ve atıcılık yarışları, çengi , çemberbaz, şişebaz, cambaz. ateşbaz, tasbaz, gözbağcıların gösterileri; gölge oyunları yapılmış, mehterler çalınmış, esnaf alayı düzenlemiş, Tersâneliler ip üstünde kalyonları savaştırmışlar, gece havaî fişekler atılmıştı.[944]
(3) Sûr-i Cihaz
Düğünün en gösterişli safhası, çeyizin de içinde yer aldığı düğün alaylarıdır. Düğün alayının adeta tacı yahut baş süslemesi ise nahıllardır. Kız evi tarafından hazırlatılan nahıllar, düğünü yapanın mali gücünü ve toplumdaki yerini gösteren bir simge idi. Ağaç biçimindeki nahılların üzerlerindeki süsler halk arasında balmumu meyvalar, çiçekler, hayvan figürleri, renkli kağıtlar ve parlak şeylerle Padişah şenliklerinde ise, kıymetli taşlar, altın kaplama süsler, gümüş yapraklar, ve yaldızlarla donanırdı.
En büyük nahıllar düğün alayının en önünde gider, alayın başını işaret ederdi. Düğün alaylarında sadrazam, vezirler ve devlet ileri gelenleri nahılların arkasından yürürlerdi. Alayın iki yanında küçük nahıllar yer alır, bunları yapma bahçeler, şeker işleri, güğümlerle şerbetler ve nihayet gelinin çeyizi, çeşitli renkte para keseleri ve mücevher kutuları izlerdi.
Hatice Sultan’ın 1674 yılındaki düğününde 150 nahılcı tarafından iki büyük, kırk küçük, iki gümüş ve sekiz şekerden nahıl yapılmış ve düğün alayı ile gezdirilmiştir. Bir İngiliz seyyahının “inanılmayacak büyüklükte ve en mükemmel biçimde süslenmiş şeylerdi” dediği
Nahıllar tel, renkli kağıt, çiçekler ve mumdan yapılmış meyvalarla süslenmişti. Büyük nahıllar, yaklaşık 25 metre boyunda, alt kısımları 4.5 ila 5.5 metre çapında büyük bir gemi sereni üzerine asılmıştı. Evliya Çelebi büyük nahılların, renk renk “kâfûrilerden ve tellerden” Süleymaniye minaresi biçiminde göklere uzanan, ışıklı, parlak olduklarını söyler.
Böylesine büyük nahılların geçebilmesi için, bazan evlerin saçakları, cumbaları ve tavanları yıktırılarak, sokak genişletilir, yeniden yapılabilmesi için sahiplerine para ödenirdi.
n Fatma Sultan’ın Çeyiz Alayı
Sultan III. Ahmed’in Kızı “Fatma Sultan’ın Birinci Avlu’ya çıkarılan çeyizinden sepet sandıklar 55 katıra arta kalanlar da kapaklı arabalara yüklendi. Alayın geçeceği yolları açık tutmak ve düzeni sağlamak için daha evvel muhzırlar ileri gönderilmişti. Çeyiz alayı, yürüyüş sırasını aldıktan sonra, önünde asesbaşı, arkasında Mehterhane yürüyüşe geçti.
Çeyiz alayına iştirak eden asesbaşı, subaşı, Dergâh-ı Âli çavuşları, gedikli zâimler, Divân-ı Hümâyun kalemi hâcegânı, topçubaşı, cebecibaşı, kul kethüdası, Yeniçeri efendisi ve Sekbanbaşı, aşağı bölük ağaları, sipah ve silahdar ağaları, Dergâh-ı Âli kapıcıbaşıları, defterdar, nişancı ve Yeniçeri ağası, sağdıç İbrahim Paşa, 60 harem ağası merasim elbiselerinin ve başlarındaki selimî, kallavi, mücevveze kavuklarının heybetli görünüşü, ve yanlarında Dergâh-ı Âli kapıcıları, ellerinde iki adet şeker bahçeleri taşıyan Tersâneli’ler, başının üzerinde “yüz yastığı”nı taşıyan Saray-ı Atik teberdarlar kethüdası, başında mücevher tacı taşıyan teberdar, kafesler içinde mücevheratı taşıyan Saray-ı Atik teberdarları, tepsiler içinde açıkta ve elde götürülen kıymetli eşyaların, mücevherlerin göz alıcılığı, altın, gümüş kaplar, fenerler, cibinlik ve zarları götürenler ve bunların iki yanında kıymetli eşyayı korumak için yürüyen teberdarların güneşte parlayan madenî üsküfleri ve nihayet çeyizi taşıyan katırların ve araba atlarının boyunlarına sarılı atlaslar ve dibalar seyre çıkmış şehir halkının heyecan ve neşesini artırıyordu.
Safiye Sultan’ın Çeyiz Alayı
Sultan III. Ahmed’in Kızı Safiye Sultan’ın çeyiz alayı[945]uçları sırma işlemeli bir yüz yastığı, kıymetli bir bohçaya sarılarak çeyiz alayının hareketinden evvel Saray teberdarlarından birisinin başı üzerine konarak teberdarlar kethüdası vekili vekilharç ile Damat Paşa’ya gönderilmişti.
Çeyiz alayının hareketinden önce yolların boşaltılması ve düzen sağlanması için ases başı ve subaşının adamları, gönderilmişti. Çeyiz Alayı, Topkapı Sarayı’ndan Sipah ve Silahdar Ocağı, topçubaşı ve cebecibaşı, kul kethüdası, yeniçeri efendisi, sekbanbaşı, sipah ve silahdar ağaları, kapıcıbaşılar, başbaki kulu, defterdar, Yeniçeri ağası, sağdıç Süleyman Paşa, kapıcılar kethüdası ve Safiye Sultan kethüdası, sağda solda Eski Saray teberdarları, 40 harem ağası, çadır mehterleri, tabıl, nakkare ve nefirciler tertip ve sırası ile hareket etmişti. Çeyiz Alayı Bab-ı Hümayun’dan çıkıp Soğukçeşme ve Alay Köşkü önündengeçerken Padişah yanında bulunan nedimleri ve musahipleri ile Alay Köşkü’nden seyir etti.
Ali Paşa, gelenlere buhur ve şerbetler ikram etti. Harem ağalarına, Kur’an-ı Kerim’i getiren Safiye Sultan kethüdasına, teberdar kethüdası vekilharca kaftan giydirdikten sonra “Çeyiz Alayı” sona ermiş oldu.”[946]
(4) Bed’i Besmele (İlk Ders)
Şehzadelerin ilk dersleri şenlik havası içinde yapılıyordu. Örneğin daha sonra Sultan I. Mahmud olarak tahta çıkacak olan Sultan II. Mustafa’nın şehzadesi beş yaşına bastığında “Bed’i Besmele Töreni” yapıldı.[947]Sadrazam, şeyhülislam, kızlarağası için İncili Köşk’ün önüne kurulan çadırlarda akağaları yiyecek sundular. Şeyhülislam ve sadrazam çok süslü bir atın üzerinde gelen şehzade’yi karşılamak için Otağ-ı Hümayun’a gittiler. Teşrifat-ı kadîme icabı şehzadenin sağında sadrazam, solunda şeyhülislam durdu. Ulema ve kazaskerler sedirde oturuyorlardı, defterdar ile reis efendi ayaktaydılar. Padişahın hocası Müfti Feyzullah Efendi bu kez şehzadeye Kuran’ın ilk sözlerini belletti
Şehzade Mehmed, Mustafa ve Bayezid’in 8 Ekim 1721’de ilk derse başlamalarını İncili Köşk’ün önüne sadrazam, kaptan paşa, şeyhülislam, defterdar, Rumeli kadıaskeri, reis efendi için çadırlar kurulmuştu. Saray’ın birinci ve ikinci imamı şehzadelere hoca olarak seçilmişlerdi. Damat İbrahim Paşa gösterişli bir alayla gelerek İncili Köşk’ün önüne dizilmiş olan erkânı selamladı. Padişah İncili Köşk’e daha sonra atla geldi. Kızlarağası ile Damad İbrahim Paşa, Padişahın attan inmesine yardım ederek çadırına götürdüler. Yemekten sonra alay Birinci Avlu’dan İkinci Avlu’ya geçti. Önce en büyük Şehzade Mehmed geldi, haznedar ve kızlarağası kollarına girmişti. Sonra diğer şehzadeler geldiler. Alayla İncili Köşk’e gidildi. Teşrifât-ı kadîme’ye göre Sultan Tahtı’na oturdu. İki tarafındaki halılara da şehzadeler, Sadrazam, Şeyhülislam, Kaptan Paşa, kadıaskerler, Ayasofya Camii şeyhi oturdu, diğerleri ayakta durdular. Şeyh dua okudu, Damat İbrahim Paşa büyük şehzadeyi Şeyhülislam’ın karşısına oturttu, silahtar bir rahle koydu, Şeyhülislam elifbâ’nın ilk beş harfini Şehzade’ye tekrarlattı. Diğer iki şehzade’ye de aynı yöntem uygulandı. Görevlilere kaftanlar giydirildi. Şehzadelere tezhibli bir Kur’an verildi.
Sultan III. Mustafa’nın Sultan III. Selim adıyla tahta çıkacak olan şehzadesi beş yaşına basınca 24 Ekim 1766’da bed’i besmelesi için yine İncili Köşk’ün önüne büyük otağ kurularak, vezirler, Rumeli ve Anadolu kazaskerleriyle diğer ulema ve görevlilerle birlikte tamamen benzer bir “Bed’i Besmele” şenliği yapıldı.[948]
(5) Fetih Şâdmânlığı
Bir kalenin ele geçirilmesi, savaş alanlarında bir zafer elde edilmesi gibi olayları kutlamak amacıyla şenlikler yapılıyordu. Örneğin Fatih Sultan Mehmed Bosna’nın 1463’te ele geçirilmesini kutlanması sırasında Beyoğlu’ndaki gayrimüslim devlet tebaası tacirlerin de şenliğe katılmalarını istemiş, hatta bu şenliklerde kendisinin de bulunacağını söylemiştir. Bu maksatla sokaklar halılarla, ev ve kiliseler değerli kumaşlarla süslenmiş, her taraftan donanma fişekleri atılmıştır. Ve bu şenliklerde ve şölenlerde Fatih Mehmed zenginlerden Cario Martelli ve Giovane Cappori’ye konuk olarak bulunmuştu.
İkinci Bayezid, 1482’de Karaman seferinden dönüşünde Istanbul’da büyük bir şenlik düzenlenmişti. 1635’te Erivan’ın ele geçirilmesi üzerine yedi gün yedi gece, 1645’te Hanya’nın ele geçirilmesi münasebetiyle İstanbul’da üç gün üç gece şenlik yapıldı. 1646’da Resmo’nun kırk gün kuşatıldıkdan sonra düşmesi üzerine bu zafer üç gün üç gece boyunca şenliklerle, fişek gösterimleriyle, 1669’da Kandiye’nin alınışı bütün ülkede yine üç gün üç gece süren şenliklerle kutlandı.
1672’de Kameniçe kalesi ele geçirilmesi üzerine üç gün üç gece süren şenlikler önce top atışlarıyla başlamıştı. Sarayburnu’ndan Bahçekapı’ya dek Sarayın kıyı boyu her yirmi adımda bir yağa batırılmış bezlerle yapılan meşalelerle donatılmıştı. Tüfek ve top atışlarının yanı sıra çanak bombaları atılıyordu. Galatasaray’da kandil donanması düzenlenmişti. Deniz ortasında birçok fişek atılıyordu. Tüm evler süslenmişti, buna uymayanlar falakaya yatırılıyordu. Kimi hanların içi de fenerlerle aydınlatılmıştı. Ertesi günki donanma çok daha parlak oldu. Galatasaray’da tüm pencereler aydınlatılmış, 2000 kandil yakılmıştı. Denizde ışıklarla donatılmış bir gemi maketi yapılmış, gemi çektirilerek Kızkulesi’ne getirilmiş, buradan pek çok fişek atılmıştı. Her dükkan değerli kumaşlar ve halılarla süslendiği gibi ayrıca her birine güzel fenerler asılmıştı. Valde Han’ında ağaç dallarıyla kemerler yapılmış, çok sayıda lambalarla süslenmişti.[949]
b. Halk Şenlikleri
Osmanlı kültüründe eğlence ancak İslâm’ın koyduğu toplum düzeni ve ahlâk kuralları içinde vardır. “İçki, kumar ve fuhuş” bu kuralların kesin yasaklarını oluşturur. Dolayısıyla Osmanlı eğlence kültürü ancak bu mantık içinde detaylandırılabilir. Bunun dışında kalanlar geleneklere karşı ve kültürün kendisinden gelmeyen eğlencelerdir.
“İstanbul’da bir “sûr-i hümâyûn” yahut “Fetih şâd-mânî”liği, ya âyan ve eşraftan birinin evlenme veya sünnet düğünü olduğu zamanlar hanendeler, mutribler, rakkaslar, pişekârlar, dâireciler, mudhik ve mukallid’ler, feleğinden çenberinden geçmiş şehir oğlanları bir araya gelüb bu düğünlerde bir gün bir gece, iki gün, beş gün, beş gün oynayıp her gecesinde ev sahibinden bir kese kuruş bahşiş alırlardı.[950]Diğer taraftan “rakkaslar, hokkabazlık, sürahibazlık, gözebazlık, kadeh, ateş, sepet, perende, mühür, sini, naklebazlık” yapan sanatçı kolları da halk şenliklerinde yer alırlar.
(1) Ramazan Şenlikleri
Karşılıklı minarelerin şerefeleri arasına gerilen halata şimşirden yapılma halkalar ve kancalarla gevşek yedek ipleri, bunlara da sayıları yüzleri aşan kandiller sarkıtarak yuvarlak biçimleri de kapsayan karmaşık ve zahmetli yöntemlerle yapılırdı. Mahya kurarak yazılan yazılarda Ramazan’la ilgili sevinç ifâdeleri, şükür duaları yazılırdı. Ancak teravih sonrası cami çıkışına kadar mahyaların hazır olması gerektiğinden, ve üstelik her akşam ayrı bir mahya kurulması gerektiğinden mahyacılar gün boyu çalışırlardı. Kış ramazanlarında mahyaları hazırlamak çalışma zamanı azaldığından daha zor olurdu. Tek minareli camilerde (ve Kadir gecelerinde) minarelere,“ışıklı kaftan” denilen ve külah kesiminden şerefeye kadar çepe çevre düşey kandil dizileri giydirilirdi. Karşılıklı iki şeref arasında makara düzenekleri kurarak bazı görüntü parçalarını kaydırabilen usta mahyacılar da vardı. Mahya geleneği ancak çok minareli ve çok şerefeli camilerin bulunduğu kentlerde yapılabilmekteydi. Diğer kentlerde minarelere “kaftan” giydirilir, “uçurtma mahya” denilen ve şerefelerden salınan fenerler belirli eğimli ipler üzerinden kaydırılırdı.
(2) Yeniçeri Düğünü
Düşmana esir düşen yeniçerileri kurtarmak için gereken kurtulmalık akçesi olan “fidye-i necât”ı sağlamak amacıyla Ocakça bir tür paralı eğlence düzenlerdi. Her ne kadar bu bu fidye , ocağın orta sancağından ödenirse de tutsak sayısı çok olur ve sandığın parası da bunu ödemeye yetmezse, yeniçeri düğünü denilen paralı bir eğlence düzenlenirdi. “Kurtulmalık akçesi verilecek olan esirlerin bağlı olduğu ortanın kışlasına köçekler getirilir, kahve ve şerbetler dağıtılıp, saz ve söz sohbetlerinden sonra ortaya çengiler çıkarılır. Nihayet ocaklılar gönüllerinden kopan parayı üstü çuhayla kaplı para koymaya mahsus bir tasa atarlar ve toplanan bu parayla da tutsaklar kurtarılırdı.[951]
(3) Esnaf Şenlikleri
Kırk senede bir kuyumcular esnafı Kâğıdhane çimenzârında toplanıp yirmi gün sohbet ederlerdi. Memleketin kuyumcuları bu kır eğlencesine katılırlar, üç yüz kese kadar masraf olurdu. Bu yirmi gün için Kâğıdhane vâdisinde beş altı bin çadır kurulurdu. Bizzat Padişah tarafından kuyumcubaşı’ya on iki keselik hediye verilmesi Kanunî Sultan Süleyman zamanından kalma bir gelenekti.[952]Diğer taraftan kuyumcu kalfalarından önce on iki yetenekli kalfa şeyhülislam’ın sonra sair vezirlerin ellerini öperler, sonra kuyumcubaşı ve şeyhinin ile nakibinin ve sırasile daha bazı pîrlerin ellerini öperlerdi. Sonra kuyumcubaşı kıymetli taşlar çakılarak süslenmiş pîş tahta, divit, rıhtdan, kılıç, gaddâre gibi özel hediyeleri takdim ederdi.[953]
Sarraçlar esnafı dahi bunlar gibi yirmi senede bir teferrüç ederler.
Şenliklerde esnaf gösterileri, çeşitli canbazlık hünerleri, kukla ve karagöz oyunları, cirit, güreş, okçuluk, binicilik yarışmaları yapılır, geceleri etrafa ışık saçan binlerce fişek atılır, minarelere mahyalar asılır, renkli kandiller ve meşalelerle donatılmış sallar üstüne saz takımları, köçekler bindirilir, deniz üzerinde fişekler yanarak dolaşır, meydanlardan fener alayları geçerdi.
Bütün bu eğlencelerdeki seyirlik oyunlar doğaçlama olarak yapılırdı. Bunların bir kısmı güncel olayların, yönetimin eleştirisi olan taşlamalardı.[954]
(4) Mekteb Seyirlikleri
Sibyan mektebleri’nin çoğu bir vakfa bağlı olduklarından vakfiyelerinde senede bir kere bahar’ın yaza yakın günlerinde “hoca ve kalfaların öğrencileri seyre götürmeleri ve yemek pişirip birlikte yemeleri” için masraf ayrılmıştı. Diğer taraftan avârız vakıfları bünyesinde olmak üzere “mekteb çocuklarının teferrücü (kır gezisi)” için yapılmış vakfiyeler vardır. Dolayısıyla sibyan mekteblerinin talebelerini yılda bir kez hocaların sıbyanı bahar günlerinde mesireye götürüp yemek yedirmeleri bir gelenek hâline gelmiştir. Özellikle İstanbul halkı için bu çocukların gidiş, gelişlerini ve mesirede eğlenmelerini seyretmek de baharın gelişini müjdeleyen bir zevk olmuştu.
Seyre gidileceği bir, iki gün önceden çocuklara haber verilir; ailelerine söylemeleri ve o gün cüz kesesi getirmemeleri istenirdi. Seyir yeri çoğu kez yürüyerek gidilebilecek kadar yakın çayırlık yerler olurdu. Bununla beraber, özellikle vakfiyesinde belirtilen örneğin Beykoz çayırı, Kağıthâne, Çayırbaşı gibi bilinen mesire yerlerine de gidilirdi.
Sabahın erken saatlerinde en önde hayrına su dağıtan “sebilciler”le mahalle sakası , başlarında hoca, kalfa, bevvap olmak üzere kafalarında renkli külahlar, ellerinde uçurtmaları, kaynana zırıltıları, taka-tuka’larla talebeler ve en arkada yemekle meşgul olacak aşçılar hep birlikte dua’lar ve ilahilerle tabur halinde yola çıkılırdı. Belli yerlere gelindiğinde başka mekteblerin hocaları, kalfaları, bevvap ve diğer görevlileri su dağıtanlarıyla birlikte katılmasıyla iyice büyük bir alay oluşurdu.
Bu arada kuşlokumu, kağıthelva, macun, şeker satanlar da, sayıları artarak alayı belirli bir mesafeden takip ederlerdi. Seyir yerine varılınca kısa bir dinlemeden sonra çocuklar oyunlara, seyyar satıcılar satışlara, aşcılar da yemeği hazırlamağa başlardı. Hocalar, kalfalar ve bevvab’lar çocuklara gözetip çevreye uyumlarını ve gerekli düzeni sağlarlardı. Yemekler hazırlanıp çayır üstünde sıralanmış sinilere yerleştirilince, kalfalar çocukları yemeğe çağırırdı. Yemek iştahla yenilir ve şükür duası edildikten sonra oyunlar yeniden başlardı. Hocalar çocukları kalfa, hafız, bevvab gibi yardımcılara teslim eder uzakça bir yerde sohbet ederlerdi. Dönüşe ikindi sonrasında başlanır ve akşam ezanından önce varış gerçekleştirilirdi.[955]