[1220] Tekâlîf-i şer’iye’nin beytülmal’da toplanarak “zekât-ı sevâim, öşür ve sadakat-i ticariye (âşir)”nin yoksullara, hastalara, âmillere (Mâliye memurlarına); “haraç” ve “gümrük gelirleri”nin kadılara, askerlere gâzilere, gariplere; “humus” (ganimet payları) ile “rikaz”ın müftülere, müderrislere, derbentçilere verilmesi, hayrat ve bayındırlık işlerine, ebnây-ı sebîl’e harcanması; “hukuk-i beytülmal” denen tereke, yâve, lükata gelirlerinin de hastaların tedâvilerine, kimsesizlerin cenazelerinin kaldırılmasına kullanılması gerekliydi. Ne var ki devletin coğrafî sınırlarının genişlemesi, mâliyenin toprak gelirlerine dayanmasını ve tekâlîf-i şer’iyenin büyük bölümünün devlette değil, hizmet karşılığı verilen dirlikler yoluyla yönetici ve askeri sınıf elinde kalmasına sebep oldu.