Bir esedî kuruş 120-130 akçedir. (Kunt, s.26)

c. İlmiye Tariki (İlmiye Görevlileri)

Medreselerde öğrenim ve eğitiminin yaptırılması, dinî hizmetler ve yargı mekanizmasının işletilmesi İlmiyye teşkilatı tarafından sağlandığından İlmiye Tariki de kendi içinde “Tarik-i Tedris (öğretim)” ve “Tarik-i Kaza (yargı)” olarak ikiye ayrılmıştı. Tedris ile Kaza arasında tarik değiştirmek her aşamada mümkündü. Terfih sırası gelen müderrisler mevleviyete geçebilirler, kaza tarikindeki en az bir yıl sürecek hizmet süreleri sonunda yeniden müderrisliğe dönebilirlerdi.

İlmiye tarikinin başında “şeyhülislam” bulunur. Şer’î hukuk sistemi içinde ve onun bir parçası olmakla beraber ondan bağımsız bir de “İftâ” (fetvâ) kurumu bulunmaktadır.

İftâ müessesesinin görevi, şer’î sorunların hukuken çözümlenmesini için İslam Hukuku kriterlerine dayanan yorumlar yapılarak geçerli yolları belirlemektir. “Kazâ” ise şer’î kurallara (ve örfî yasalara) dayanan hükümlerin oluşturulması demek olan yargılama’yı ifade eder.

Bu yargı sistemi içinde şeyhülislam iftâ müessesesinin de başıdır.

Böylece İlmiye tariki içinde ortaya çıkan bu üç silk içinde yer alanların terfihleri belirli bir bürokratik hiyerarşiye göre yapılmaktadır.

Padişah’a imamlık eden önceleri iki, daha sonra üç hünkar imamı[236] ile “Huzur dersleri”ni veren ve “mukarrir” denilen müderrisler İlmiye sınıfından[237] seçilirdi.

İlmiyye sınıfı şeyhülislam, Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, İstanbul ve diğer büyük vilayet kadılıkları ile devletin en yüksek ricaline sahipti. Eyâlet ve sancak kadılıkları, nâib’ler ve müftilerle memleketin her köşesine yayılmış teşkilatı vardı. Ayrıca tarikat şeyhleri ve Hz. Muhammed’in soyundan geldiği kabul edilen ve İlmiyeden bir molla’nın “nakib ül-eşraf”[238] pâyesiyle reis’lik yaptığı seyyid ve şerifler de İlmiye zümresine dahildi.

Şeyhülislâmların yevmiyesi önceleri 100 akçe iken Sultan II. Bayezid devrinde 150 akçe’ye, Kanûnî Sultan Süleyman zamanında 600’ akçeye çıkanlmıştır.

İlmiye zümresinin alt tabakalarında ücretlerini çeşitli vakıflardan alan binlerce kişi (günümüzde din görevlisi hizmetini gören) “hademe-i vakf” sınıfını oluşturuyordu. On altıncı yüzyılın ikinci yarısında imamlar 2-15 akçe, müezzinler 2-7 akçe, hatipler 2-30 akçe arasında yevmiye almaktaydı. Diğer İlmiye sınıfı üyeleri günlük 1-5 akçelik ücretle türbe ve mezarlıklara bakarlar, ölüler için dua okurlardı.

Tekke, zâviye veya hânikahlarında, Nakşîlik, Bektaşîlik, Kadirîlik, Mevlevîlik gibi çeşitli tarikatların tasavvufî dünya görüşünü uygulamalı olarak öğreten şeyhlere ise genellikle 8-30 akçe arasında yevmiye verilirdi.

(1) Silk-i Tedris (Öğretim Görevlileri)

Medrese’den yeni icâzet alanlar medreselerde müderrislik veya kadılık yolunu seçerek mesleklerine başlayabilirlerdi. Aslında boş’ta olup da yeni bir göreve atanmak için “mülâzemet” denilen bir bekleme devresi geçirenlerle birlikte isimlerini “matlab defterleri”ne yazdırıp ve haftada bir kez “ictima”lara katılarak bu defteri mühürlemeleri gerekiyordu. Bir süre hizmetten sonra müderrislik’ten kadılığa geçmek, ya da aksini yapmak isteyenler için de aynı sürec uygulanmakta ve yeni görevlerine atanmak için beklemeleri gerekmektedir.

(a) Müderrislik

Müderrislik, “Kibâr-ı müderrisîn” ve “müderrislik” olmak üzere iki sınıfa ayrılabilir. Ancak uygulamada Tarik-i Tedris’te on iki derece yer almaktadır:

1- İbtidâ-yi Hâric, 2- Hareket-i Hâric, 3- İbtidâ-yi Dâhil, 4- Hareket-i Dâhil, 5- Musile-i Sahn, 6- Sahn-ı Seman, 7- İbtidâ-yi Altmışlı, 8- Hareket-i Altmışlı, 9- Musile-i Süleymaniyye, 10-Havâmis-i Süleymaniyye, 11- Süleymaniyye, 12- Dar ül-Hadis.

Bunların birinci ve ikinci sıradakileri ilk öğretim, üçüncü ve dördüncü sıradakiler orta tahsil, beşi ile onuncu arasındakiler yüksek tahsil derecesindedir. Ancak on ikincisi en yüksek mertebe olan Dar ül-hadis’tir. Dar ül-hadis müderrisi diğer müderrislerin üstünde ve hepsini reisleri sayılırdı.

Medreseler, müderrislerin günlük ücretlerine göre de derecelere ayrılmıştı. Bu derecelenme, okutulan derslere ve müderrislerinin yevmiye gelirlerine göre belirlenirdi. Örneğin muallimler 3-10 akçe, kalfa (veya halife) denilen yardımcısı ise 2-3 akçe yevmiye alırdı.

Sırası gelen stajyer seviyesindeki dânişmend, önce 20 akçelik yevmiye ile müderrisliğe başlamaktadır. Müderrisler için 20-25 akçe gündelikli haric medreseleri müderrisliklerinden[239] başlayıp 100 akçe gündelikli Darülhadis müderrisliğine kadar yükselen medrese aşamaları rütbe kabul edilmişti.

Meslek hayatı boyunca her aşama için bekleme sürelerini tamamlayarak yevmiye gelirleri 30, 40 veya 50 akçe olan “Otuzlu, Kırklı, Ellili” denilen medreselere ve nihayet “Sahn-ı Semân”[240] ve “Sahn-ı Süleymâniye” gibi 60 akçe yevmiyeli “Altmışlı medrese”lere hatta 100 akçe gündelikli Süleymâniye “Darülhadis” müderrisliğine atanması [241] mümkündür.

Müderrislerin yıllık gelirleri “Yirmili Medrese”de[242] 7.000 akçe, “Altmışlı Medrese”de 21.000 akçe’dir. Dolayısıyla yeni başlayan müderrislerin timar beyleri kadar, “altmışlı müderrisleri”nin ise gelirleri en alt seviyedeki zeâmet sahipleri kadar yıllık gelirleri vardır.

Müderrislerin toplum içindeki itibarları büyüktür. Dolayısıyla daha büyük gelirleri olan makamlara, örneğin eyâletlerde kadı, nişancı, defterdar gibi görevlere tayin ediliyorlardı. Altmışlı Medrese müderrisleri yevmiye 500 akçe geliri olan Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Halep, Kahire, Edirne ve Bursa kadılıklarına geçebiliyorlardı.[243] Bu şehirlerin kadıları rütbe itibariyle sancakbeyinin üstündedir. Hele Süleymaniye medreselerinin altmışlı müderrisleri İstanbul Kadısı yahut Anadolu veya Rumeli Kazaskeri olabilirlerdi.[244]

Müderrislerin teşrifatça olan mevkileri kanunla belirlenmiştir. Fatih Kanunnâmesi Sahn mollalarını Mevleviyyet makamında saymakta ve Sancakbeylerinin üstünde tutmaktadır.[245]

Elli akçeli müderris’in, «reis-ül-küttab» ve «defter emini»’nin üstünde oturmak yetkisi vardı.[246] Sahn müderrislerinin beş yüz akçe ile kadı olacakları da Fatih Kanunnâmesi’nde yazılıdır.

Tevkiî Kanunnâmesi’nde “müderrislerin biribirlerinin üstünde oturmaları meslekteki kıdemlerine bağlı olduğu” yazılıdır.[247] Müderrislerin teşrifatça olan mertebeleri hakkında ise daha fazla ayrıntı vardır. Buna göre «Süleymaniyye müderrisleri Musila-i Süleymaniyye müderrislerine, Musila-i Süleymaniyye müderrisleri Altmışlı müderrislere, Altmışlı müderrisler Sahn müderrislerine, Musila-i Sahn müderrisleri Dahil müderrislerine, Dahil müderrisleri Hariç müderrislerine takaddüm eder»di.

Diğer taraftan Haric medreselerinin müderrisleri kasaba kadılarının önündedir. Bununla beraber öncelik tamamen bağımsız değildir. Karşılaştırılırken ilim ve irfan, kişilik ve kıdeme bakılır. Tanınmış bir kasaba kadısı sıradan Hariç müderrislerinin önüne geçirilirdi.[248]

(b) Hekimbaşılık

İlmiye sınıfından olan[249] Hekimbaşı ülkenin en tanınmış, en bilgili hekimi olarak seçilirdi. Aslî görevi Padişah’ın özel hekimi olarak sağlığını korumaktı. Bu sebeple örneğin yemekler sırasında olduğu gibi sık, sık Padişah’la beraber bulunurdu. Padişah Saray’dan ayrıldığında alaya hekimbaşı da katılırdı. Padişah’la birlikte sefere de çıkar ve kendisine “menzil tayinatı” adıyla yüksek bir tahsisat verilirdi.

Padişahlar hekimbaşılarla özel görüşme yapmak istediklerinde, onlara gönderdikleri davet yazıları samimî , hatta saygılı denecek “Hazık hekimlerin simgesi; bilgin hekimlerin en hazıki; Zaman’ın Kalinus’u; Devrin Hippokrates’i; ruhların ve bedenlerin tarihini yazan; hastalıkları ve dertleri yok eden; Yüce Allah’ın yardımı bağışlanmış olan; Kapımızda Hekimbaşı olan ...... becerileri sürekli olsun..”[250] biçimindeki ifadeler kapsayan “elkab”la başlardı. Diğer erkân ve ricâl de hekimbaşılara karşı çok saygılıdırlar.

Diğer taraftan Hekimbaşılar “seretıbbâ-i Hassa” olarak “Etibbâ-i Hassa” denilen Saray hekimleri’nin, “reis ül-etibbâ” unvanı ile de tüm sağlık işlerinin başındadır. Cerrahbaşı’na bağlı “Saray cerrahları”nın görevi şehzadelerin sünnetleri ve Saray’a alınacak hadım ağalarının muayeneleri idi. Ancak Saray’da cerrahbaşı ve cerrahlar, kehhalbaşı ve diğer göz hekimleri ile Saray dışındaki bütün hekimler ve diğer sağlık personeli ve müneccimler hekimbaşı’ya bağlıdır. Onların seçimleri, atanma ve görevden alınmaları hekimbaşı tarafından yapılır.[251] Tüm ülkenin Dar üş-şifa’larında, bimarhane’lerinde, tıp öğretimi yapılan dârü’t-tıb’larında görevli tabib ve cerrahların azil ve nasıpları hekimbaşı’nın doğrudan doğruya sadrazam’a teklifiyle yapılırdı.

Bir hekim dükkân açma izni almak için önce “hekimbaşı”ya başvururdu. Hekimbaşı hekimin yetkili olup olmadığını inceledikten sonra bunlara bir senetle resmî ruhsat verilirdi.

Yeni hekimbaşı’ya önce sadrazam hil’at giydirerek göreve başlatır, sonra Darü’s-Saade ağası da Enderun’a girebileceğini belli eden bir hil’at giydirirdi. Bütün bu ayrıcalıklarına rağmen hekimbaşı, teşrifatta en son sırada yer alır, merasimlere hil’atla değil (sancaklı) aba ve örfî sarık ile katılırdı. Hekimbaşı Padişah ölünce sadrazam ile birlikte görevinden uzaklaştırılırdı.

Hekimbaşı’ların makamı Topkapı Sarayı’nda Fatih zamanında yaptırılmış olan “Başlala Kulesi”dir. Burada bir de eczahane bulunmaktadır. Hekimbaşılar Nefs-i Hümayun (Padişah’ın şahsı) ve Hanedan için gereken ilaçları eczacının başında durarak yaptırırlar, kutu ve şişelere koydurup başlala[252] ile birlikte mühürlerdi. Yine her yıl Nevruz’da anber, afyon özü ve kokulu otlardan “nevrûziye macunu” hazırlatırdı.

Tıp öğretim ve eğitimi hastahanelerde sağlık hizmetleriyle birlikte yapılmakta ve tabib namzetleri buralarda usta-çırak eğitimiyle yetiştirilmektedir. Dârü’t-Tıb’larda haftada dört gün tıb öğrenimi yapılmakta ve müderrislere 50, muid’lere 5 ve talebeye 2 akçe yevmiye verilmektedir.

Dârüşşifâlarda görev yapan tabiblerin ücreti ise günlük 15-30 akçe arasında idi. Hekimbaşıların 500 akçelik yevmiyeleri yanında Gelibolu, Aydın ve Tekirdağ arpalıklarının gelirleri de vardı.

(c) Müneccimbaşılık

Osmanlı bürokrasisinde müneccimbaşı seçilmek için “fen’ninde mâhir, emsâli nâdir” olmanın dışında ön şart “İlmiye sınıfı mensubu” olmaktır. Müneccimbaşı tayin edilecek kişiyi ilk olarak Hekimbaşı seçer ve Şeyhülislam’a arz eder, sonra Sadrazam’ın bir telhisi ile durum Padişah’ın tasvibine arz edilirdi. Bu tasvib alındıktan sonra, ruûs defterine tayinin “Sadrazam buyruldusu ile” yapıldığı yazılırdı.

Müneccim-i sâni’lerin (yardımcılarının) tayinleri de müneccimbaşılar gibi yapılmaktadır.[253] Resmi tayin işi tamamlandıktan sonra hilat giyme merasimi gerçekleşirdi. Bu merasim Sadrazam konağında, yine Sadrazam huzurunda yapılırdı.

Katip Çelebi, Keşf üz-Zunûn’da müneccimbaşı olabilmenin dört mertebesi olduğundan bahsetmektedir. Birincisi, takvim hesabı yapmak ve usturlab aletini kullanabilmek; ikincisi, nücûm ilmini, yıldızların ve burçların tabiatlarını ve mizaçlarını bilmek; üçüncüsü, yıldızların hareketlerini hesaplamayı, ziç ve takvim yapmayı bilmek; dördüncüsü, yıldızların hareketlerine dair hendesî delilleri doğru olarak bilmektir. Ancak müneccimlerin pek azının Nücûm ilminde üçüncü merhaleye ulaştığını ifade eder.

(2) Silk-i Kazâ (Yargıçlık Yolu)

Kadıların genel hiyerarşik merâtib düzeni, biri “Mevleviyyet”[254] (yüksek hâkimler) ve diğeri “Kuzat” (hâkimler) adıyla iki ayrı dizi oluşturur.

“Kaza” silkinde alt mertebelere doğru sırasıyla: “Ulemâ-i Devlet” denilen Rumeli Kazaskeri (Sadr-ı Rûm) ve Anadolu Kazaskeri (Sadr-ı Anadolu) ile İstanbul Kadısı (Efendisi),

“Haremeyn-i Muhteremeyn Mevleviyyeti” denilen Mekke ve Medine kadılıkları ile “Bilâd-ı Erbâ’a Mevleviyyeti” denilen Devletin ilk iki payitahtı Bursa ve Edirne ile Hilâfet’in evvelce bulunduğu Şam ve Kahire (Mısır) kadılıkları.(Bunlara daha sonra Filibe de eklenerek “Bilâd-ı Hamse Mevleviyyeti olmuştur),

“Mahrec Mevleviyyeti” denilen İstanbul’un Eyüp, Fener, Üsküdar, Galata kadılıklarıyla, Trabzon, Sofya, Selânik, Yenişehir (Larissa), Hanya, Kudüs, İzmir kadılıkları,

Mevleviyyet merâtibinin ilk sırasında “Hareket-i hâric” pâyesindeki müderrislerin bir yıl görev yaptıkları “Devriyye mevleviyetleri” denilen Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Antep, Adana, Çankırı, Maraş, Rusçuk, Belgrad, Beyrut, Trablusgarb kadılıklarıdır.

(a) Kuzât (Yargıçlar)

İlmiye’nin en alt sınıfını asil kadıların vekili olarak görev yapan ve “bab nâibi” ya da kadı nâibi denilen mollalardır.

Kuzat[255] ise diğer İlmiyye ricâlinin mutassarıf oldukları mansıb’ların dışında kalan belde kadılarıdır. Kadılık aslında devletin en yüksek makamlarından biridir. Ancak bir kadı’nın yetkisi tayin olunduğu kaza sınırları içinde geçerlidir. Kadılar doğrudan kazaskerlere bağlıdırlar ve memuriyetleri süresince kaza’lar arasında dolaşırlar.

Kazaskerler 150 akçelik kadılıklara kadar bizzat kendileri tayin eder, daha yukarısı olan 300, 500 akçelik mevleviyyetler için sadrazam’a arz ederlerdi. Kadıların memuriyetleri “menâsıb-ı sitte” olarak anılan altı yüksek makam (nışancı, şıkk-ı evvel, sâni ve sâlis Defterdarlıkları, Reisülküttâblık, Defter Eminliği) seviyesine yükselince “eşrâf-ı kuzat” ünvanını alırlardı. Bunlara artık önemli ve büyük kazaların kadılıkları tevcih olunurdu.

n Görevleri

Kadıların hukukla ilgili aslî görevleri tayin oldukları kazalarda (çağdaş terminolojiyle) hukuk, asliye ve cezâ davalarına bakmak, idare hukukunu uygulamak ve kamu hukukunu korumaktır. Bu bağlamda:

Halk arasındaki hukuk ve cezâ husûmetleri (davaları) hakkında karar verir,

Nikâh kıyar veyâ imama “izinnâme” verir,

Boşanma sırasında mihir, iddet, nafaka, şahsî mal gibi hususlarda tedbirler alır, miras konusunda vârisler arasında Ferâiz ilmine göre tereke taksimi yapar, vâsi tâyin eder,

Vakfiyeleri tanzim ve tescil eder, vakıf mütevelli ve nâzırlarının ve diğer görevlilerin tayin ve azilleri için Divân-ı Hümâyûn’a gerekli arz’ları yazar,

Herhangi bir vakfa ait han, hamam, dükkân ve sâir akarları arttırma yoluyla kiraya verir ve bu husustaki resmî işlemler sicile geçirir.

Merkezden beylerbeylerine, sancakbeylerine, bizzat kadıya ve her derecedeki makamlara yazılan emir ve fermanların “ma’mûlün bih” (yasal geçerlilik) olabilmesi için bir suretlerini tasdik ederek mahkemenin (halk arasında “kadı defteri, mahkeme defteri” denilen) “şer’iyye sicili”ne aynen kayıtlarını yapar,

Yeni tayin olan beylerbeyi ve sancak beylerinin beratlarını sicil defterine geçirir,

Arazi ve emlâk alış-verişleri, temlikleri (bir tutanak biçiminde) sicile kayıt eder,

(Günümüzdeki noterlik anlamında) kefâlet, vekâlet, mukavele, borçlanma, vasiyet, senet gibi her tür akitleri kadı (veya nâibler) yapar ve (tutanak biçiminde) “sicil defterleri”ne yazar,

Şer’iyye sicillerine geçirilen bütün hükümler, karar, hüccetler ve diğer belgelerin tasdikli suretlerini harç karşılığında ilgililerine verir,

“Mukata’a” işlerini denetler,

Merkez’in temsilcisi olarak hile yapan esnafa muhtesip ve diğer görevlilerle birlikte narh uygulaması (fiyat tespiti) denetim ve müeyyide (yaptırım) uygular,

Halka ve esnafa Divan’ın emirlerini ve ek vergi isteklerini (avârız) bildirir,

Meslek loncalarının şeyh, kethüda, ve yiğitbaşıları ve muhtesiple bir araya gelerek esnafın sorunlarını çözer.

En önemli görevlerinden biri olarak bulunduğu şehir veya kasabanın belediye işlerine bakar,[256]

Yine çok sorumluluk gerektiren yükümlülüklerinden biri de seferler sırasında ordunun iâşe, barut ve diğer mühimmatının hazırlatılması, bunlara ait bedellerin, sonradan hesap görülmek üzere mültezimlere ödettirilmesi, ordunun menzil işlerinin düzenlenmesi, seferden kaçanların cezalandırılmasını sağlar. Sefer sırasında beylerbeyleri ve diğer ümerâ yerlerinde olmadıklarından bu hususların yerine getirilmeleri çok kere doğrudan kadılara yazılırdı.

Bütün bu hizmetlerin aksatılmadan yürütülmesi için merkezde oturan kadılar kendilerine bağlı kasabalara nâibler tayin etmeğe yetkili idiler.

n Maaşları

Kadılar devletten maaş almazlar. Görülen miras, hukuk, davalar ve yapılan diğer hukukî işlemler üzerinden yüzde hesabıyla ya da maktû olarak harç alırlar.

Vefat edenin terekesini mirasçılar arasında taksim eden kadı’nın yardımcısı olan şer’iye memurlarına kassam denilir. Ancak şer’iye sicillerinde kadının aynı zamanda kassamlık görevini de üstlendiği görülmektedir. Kassamların belli bir maaşı yoktur. Taksim ettikleri terekenin belli bir payını “resm-i kısmet” adı altında tahsil ederlerdi. Her kadılıkta bir kassam defteri bulunurdu.

Tayinlerin hiyerarşik düzen içinde yapılabilmesi için kadılıklar gelir durumları 100 hâne başına günde 10 akçe olarak hesaplanmaktadır. Başlangıç tayinleri günlük gelir 40-150 akçe arasında olan kazalardır. Eyâlet ve sancak merkezlerindeki kadılıkların günlük gelirleri 300-500 akçe arasındadır. Bursa, Edirne ve İstanbul kadıları en yüksek gelirli olanlardır. İstanbul kadısı terfih edince kazasker olurdu.

(b) Devriye Mevleviyetleri

Kendilerine birer yıl müddetle “mevleviyyet” tevcih edilmiş olan ilmiyye ricâline “mevâlî” denirdi.[257] Mevleviyyet merâtibinin ilk sırasında İzmir ve Edirne pâyeleri bulunmaktadır. Bu iki pâyenin devamı olarak “Hareket-i haric” pâyesindeki müderrislerin bir yıl görev yaptıkları “devriye mevleviyeti” gelmekteydi. Daha önce sancaklarda görev ve devamında da bir süre müderrislik yapmış kadılar “devriye mevleviyeti” pâyesine ulaşırlardı. Devriye kadıları “Kütahya, Çankırı, Sıvas, Konya, Erzurum, Van, Maraş, Diyarbakır, Anteb, Adana, Bağdad, Beyrut, Trablus Garb, Filibe, Rusçuk, Bosna” gibi 10-15 kent’e atanırlardı.[258] Devriye mevleviyeti pâyesi alanlar görev süresini tamamlayanlar yine bir süre akademik kariyere geçip “Musıla-i Sahn” müderrisliği yaptıktan sonra ”mahrec mevleviyeti” pâyesine yükseltilirlerdi. Kendilerinden boşalan devriye mansıblarına da İzmir ve Edirne pâyesindekilerden atama yapılırdı.

(c) Mahrec Mevleviyetleri

“Mahrec mevâlisi” veyâ “ “Bilâd-ı aşere mevleviyyetleri” mansıb ve pâyesi alan kadılar “İstanbul’un Eyüp, Üsküdar, Galata kadılıklarıyla, Trabzon, Sofya, Selânik, Yenişehir-i Fener (Larissa), Hanya, Kudüs, İzmir kadılıkları”na[259] atanırlardı. Yevmiye 500 akçe alırlardı. Burada bir yıl bulunanlar “mahrec mazûlü” olarak açığa alınır ve “Bilâd-ı Hamse” sırasına girerlerdi. On yedinci yüzyılda sıra bekleyen kadıların sayısı artmış olduğundan, sırası gelenler bir yıl pâyede kalıp, ikinci yıl mansıb’a geçerlerdi. Süleymaniye Sahn ve Darülhadis medreselerinin müderrislerine de “mahrec mevâlisi” (“mahreç mollaları” da denir) pâyesi verilebilirdi.

(d) Bilâd-ı Hamse Mevleviyyetleri

Sıra “Bilâd-ı Hamse Mevleviyyetleri” denilen Mısır, Şam, Bursa, Edirne, Filibe kadılıkları tevcihine gelirdi. Bu beş kadılığın dereceleri birbirine eşitti. Bilâd-ı Hamse kadılıklarından birini yapanlar, bir üst aşama olan Haremeyn kadılığına yükselirlerdi. Bununla beraber her yıl yenilenen İlmiye silsile-i merâtibi düzenlemelerinde Musila-i Süleymaniye, Havâmis-i Süleymaniye, Süleymaniye ve Darü’l-hadis müderrislerine Mısır, Şam, Edirne ve Bursa kadılıkları pâye olarak da verilebilirdi. Bilâd-ı Hamse pâyesini alan İlmiye mensupları için “Faziletlû” elkabı kullanılırdı.

(e) “Haremeyn-i Muhteremeyn” Pâyesi

Bu mevleviyetlerde, (“nâiblik” göndererek de olsa) bir yıl bekleme süresi geçirenler bir üst mevleviyet için “mülâzimlik” almaya (sıraya girmeye) hak kazanırarak “Haremeyn-i Muhteremeyn pâyesi”ne ulaşırdı.

“Haremeyn-i Muhteremeyn” (Mekke ve Medine kadılıkları) pâyesini alanlar artık “ricâl-i devlet”ten sayılırlardı. Haremeyn ile İstanbul kadılıkları arasında Galata Kadılığı bulunurdu. Galata kadılığı, mansıb veya pâye olarak da verilebilirdi.

(f) İstanbul Kadılığı

Bundan sonra İstanbul Kadılığı gelirdi. Bilâd-ı Selâse kadıları olarak bilinen Eyüp, Galata ve Üsküdar kadıları, Dersaadet ve çevresinin asayiş, iaşe, ulaşım vb konularından İstanbul kadısına karşı sorumluydular. Dersaadet olarak bilinen İstanbul ise şehrin suriçi kesimi olmaktadır. Dolayısıyla Eyüp, Galata ve Üsküdar ayrı birer vilayet kadılığı durumunda olduğundan eski metinlerde raslanan “Dersaadet ve Bilâd-ı Selâse” deyimi ile Çatalca’dan Kavaklar’a ve Gebze sınırına kadar uzanan yerleşim alanı ifade edilirdi.

Halkla fazla yakınlık kurmamaları için genellikle “mevleviyet” pâyeli kadılar bır yıl, kaza kadıları ise yirmi ay sonunda İstanbul’a dönerek yeniden sıraya yazılırlar. Yaşlılık veya hastalık sebebiyle “tekaüd” (emekli) olanlara ve tekrar sıraya giren kadılar da “işsizlik tazminatı” anlamında “arpalık” denilen para verilirdi.

Mevleviyet aşamasından sonra Anadolu ve Rumeli Kazaskerlikleri gelirdi.[260]

(g) Kazaskerler

Önce tek Anadolu kazaskeri varken 1481 yılında Rumeli kazaskerliği de oluşturuldu.[261] Divân-ı Hümâyûn’da İlmiyye teşkilatını Rumeli ve Anadolu kazaskerleri temsil etmişlerdir.

Onaltıncı yüzyılın ikinci yarışına kadar, genellikle Anadolu pâyeli İstanbul kadıları Anadolu kazaskeri tayin edilirlerdi. Anadolu kazaskerleri terfi ederlerse Rumeli kazaskeri olurlardı. Kazaskerlik süresi genellikle bir yıldı. Kazaskerlerin kendi bölgelerinde 150 akçelik kadılıklara ve 40 akçelik müderrisliklere atama yetkisi vardı. Boş olan kadılıklara yapılacak tayinler için sırası gelenlerin isimleri “matlabçı” denilen görevli tarafından tutulan “matlab” denilen deftere yazılır ve kazaskere arz edilirdi. Bu deftere yapılmış müracaatlarda kadılardan gelen evraktaki mühürle “tatbik defteri” denilen mühür suretleri defterini karşılaştırarak doğruluğunu “Tatbikçi” denilen görevli irdelerdi. Kazaskere ait bütün yazışmaları Mektupçu idare ederdi. Diğer işlerini Kethüda görürdü.

Padişahla beraber sefere giderler ve ordudaki davalara bakarlardı. Sefer sırasında Padişah’ın huzururuna davetsiz girme yetkileri vardır. Ancak Padişahlar seferlere katılmayı bırakınca kazaskerler de seferlere katılmayı bıraktılar ve yerlerine “Ordu Kadısı” denilen bir kadı göndermeye başladılar.

Kazaskerler Hazineden Fatih Kanunnâmesi’nde belirtilen yevmiye 500 akçe ulûfe ve yaptıkları işlemlerden de yüzde alırlardı. Örneğin harçlardan Rumeli kazaskerinin günde 8.000, Anadolu kazaskerinin günde 15.000 akçe geliri vardır. Kazaskerlerin oğulları da 45 akçe ulûfe alırlar. Görevleri bittiğinde (mazuliyet’lerinde) kendilerine bazan arpalık, bazan da 150 akça (On altıncı yüzyıl sonları) yevmiye bağlanırdı.

(h) Şeyhülislâm

Şeyhülislâmlık, İlmiye kadrosunun Mekke, Medine, İstanbul kadılıkları, Anadolu ve Rumeli kazaskerlikleri gibi bütün yüksek iftâ makamlarından geçtikten sonra gelinen en yüksek makamıdır.[262] Gerçi bu bağlamda Şeyhülislamlık makamına ilke olarak Rumeli Kazaskeri’nin getirilmekde ise de, bazan Padişah sadrazam’la görüşerek ulema’dan bir başkasını da getirebilirdi.

Şeyhülislâmlar’ın fetvâlarında en önemli özellik şer’î delil göstermekle yükümlü olmamalarıdır. Şeyhülislâm, dinî hükümleri yorumlayarak devlet adamlarının karar ve davranışlarının şer’e uygunluğu hakkında da görüş (fetva) verecek tek kişidir. Padişahların tahtan indirilmeleri için şeyhülislamın fetvası gerekli ve zorunludur. Fetva vermek hususunda en üst merci olmakla beraber, şeyhülislam kadı değildir, yargılama yetkisi yoktur ve bundan dolayı da fetvaları yargı kararı sayılmazlar. Dolayısıyla uyulmaması özgün bir cezalandırılma sebebi değildir. Fetva’da belirtilen konularda ancak kadı ceza takdir edebilir.

Şeyhülislâm’ın bazan Padişah’a bile doğrudan doğruya muhatap olarak belirttiği şer’î görüşleri olan fetvâları, bir uygulama emri, ya da kanun değildir. Buna karşılık Padişah’ın kendi adına yürütme erkinin başına getirdiği sadrazam gerekli durumlarda (yetkileri içinde kalarak) “buyruldu” çıkarabilir. Yasama ve yürütme ile yargı organları arasında bir hiyerarşi sorunu meydana getirilmemesi için şeyhülislâm, sadrazamın Padişah’a vekaleten başkanlık ettiği Divân-ı Hümâyûn toplantılarına katılmaz. Ancak görüşüne müracaat edilmesi gerektiği zaman “izzet ü ikbâl” ile dâvet edilir.

Bununla beraber şeyhülislamlar İslam hukukuna uymayan örfî hukuk uygulamalarına karşı çıkmışlardır. Örneğin “müste’minler”in yâni Dâr ül- İslâm’da geçici olarak bulunan gayr-ı müslimlerin şahitlikleri dolayısıyla vermiş olduğu bir fetvâda Ebussuud Efendi “Nâ meşrû olan nesneye emr-i sultanî olmaz”[263] diyerek Padişahın irâdesine karşı görüş belirtmiştir. Herşeye rağmen bu uyarılar Osmanlı yöneticilerini Şer’î hukuk kurallarına karşı daha dikkatli davranmaya yöneltmektedir.[264]

Şer’î hukuk temsilcilerinin bu yöndeki gayret ve etkinliklerinin On beşinci yüzyıldan itibaren giderek arttığı, bu asırdan itibaren örfî hukuk’un Şer’î hukuk’a daha çok yaklaştırıldığı söylenebilir.[265] Bazı kanunnâmelere On altı ve On yedinci yüzyıllarda düşülen notlar bazı kanun hükümlerinin yanlış ve İslam hukukuna aykırı olduğu, bu yüzden de yürürlükten kaldırıldığını belirtmektedir. Bu notların çoğu nişancılar tarafından düşülmüştür.[266] Bütün bunlardan sonra bile ferman ve hükümlerde davanın «Şer’ ve kanun»’a uygun olarak görülmesi emredilmektedir.

Askerî kesimin hukuku Yeniçeri kanunnâmelerinde belirtilmiştir. Bu sınıfa ait dava, verâset ve sâir şer’î ve hukûkî işlemler, yine Şeyhülislâm’a bağlı kazaskerler vasıtasıyla görülür.

Şeyhülislam’ların idârî ve siyâsî görevleri yoktur. Bununla beraber İlmiyye’nin başı olarak büyük manevi itibarları vardır. Selâtin-i i’zâm (sultanlar) ayağa kalkarlar ve onu ayakta tutmazlar. İlmiye ve Seyfiye ricâli onu ziyaret ederler; o kimsenin ziyaretine gitmez. Bazı mühim meseleler ve büyük işler hususunda kendisiyle müşâvere etmek lâzım olunca vezir-i âzam kendisini reis ül-küttab’ı göndererek davet eder. Gelişinde kendisini Vezir-i âzam karşılar ve giderken de bizzat geçirir.[267] Şeyhülislamlar tayinlerle bazı devlet ve hususi işler için Padişah’a doğrudan “Arz” da bulunabilirlerdi[268] Buna “Şeyhülislam Arz’ı” veya “Telhisi” denilirdi.

Osmanlı devletinde sadrazam Padişahın cismânî kuvvet ve selâhiyetlerini, şeyhülislam da dinî sıfat ve selâhiyetlerini temsil eder. Dolayısıyla şeyhülislamlık pâyesinin hemen hemen sadrazam karşılığı olduğu anlaşılıyor. Nitekim şeyh ül-İslamlık bir pâye olduğundan fiilen şeyhülislâm olmadıkları hâlde iki kişiye de “Şeyhülislâm pâyesi” verilmiştir.[269] Kezâ şeyhülislamlık’tan emekli olanlara da “Rumeli Kazaskerliği” pâyesi verilirdi. Diğer taraftan şeyhülislâm mazulleri de (görevden alınanları) her zaman teşrifat’da diğer ulema’nın önünde bulunurlardı.

Bununla beraber ulema’ya idam cezâsı verilmesi usûlden olmadığı hâlde üç şeyhülislâm idam edilmişlerdir. [270]

Şeyhülislamlar’a geliri çok yüksek arpalıklar tahsis olunur, çocuklarına da yaşları dikkate alınmaksızın “müderrislik pâyesi” verilerek ödenek bağlanırdı.

On sekizinci yüzyıl ikinci yarısına kadar kadar şeyhülislamın ayrı bir dâiresi yoktu, kendi konağında fetva verirdi. Sayıları iyice artmış müderris ve kadıların atama işlemleri, fetva isteklerinin çoğalması, yüzyılın ikinci yansında Şeyhülislâm Kapısı olarak bilinen Bâb-ı Fetva ya da Bâb-ı Meşihat (Meşihat Dâiresi) kuruldu. Burada Kethüda, Şeyhülislâm’a yardımcı olarak fetva verme yetkisini hâizdir. Telhisçi, Divan-ı Hümâyûn’la ilişkileri sağlar. Fetva Emini de halktan gelen sorunları inceleyerek fetvaların metinlerini hazırlar. Mektupçu, çuhadar, mühürdar, müsevvid, mübeyyiz, mukabeleci de diğer görevleri yürütürler.[271]

d. Kalemiye Tariki (Bürokratlar)

Kalemiye tariki, özellikle Divan-ı Hümâyûn’un her türlü yazışmalarını hazırlamak, giriş ve çıkış kayıtlarını tutmak, suretlerini almak, muhafaza etmek görevlerini yapar. Bu hizmetlerin yürütülmesi sırasında fermanlar, nizamnâmeler, dış ülkelerle yapılan antlaşmalar (muahedeler) ve anlaşmalar (mukaveleler) Beylik Kalemi tarafından yazılı belge haline getirilir. Tahvil ve Ruûs kalemleri de bütün devlet teşkilatında yer alan görevlilerin tayin ve nakillerine ait belgeleri düzenler ve kayıtlarını tutar. Ancak bütün bu hizmetlerin yürütülmesi için beylikçi, tahvil kesedarı, ruûs kesedarı denilen âmirlere bağlı olarak çok sayıda memur çalıştırılır. Kalemiye tarikinin başında Reisülküttâb bulunur.

“Kalem” terimi günümüzdeki “devlet dairesi”, “kalemiye” ise bürokrasi anlamına gelir. Kalem görevlileri Farsça ve Arapça dillerini bilen, edebî eserler verebilecek düzeyde kültürlü, hatta matematik bilimlerde bilgisi olan kişilerdir. Bu kalem erbabının oluşturduğu zümreye “Kalemiye Tariki” denilmektedir.[272]

Osmanlı Devleti’nde bürokrasiyi temsil eden “Aklâm”ın ya da “Kalemler”in en önemlileri Divan-ı Hümâyûn, Defterhane-i Hakâni ve Hazine-i Âmire’de bulunmaktaydı.

Divan-ı Hümâyûn’un yazı işleri, kayıtları Reis ül-Küttab’ın yönetimindeki Beylik Kalemi, Tahvil Kalemi, Ruus Kalemi, Amedi Kalemi denilen dairelerde çalışan hâcegân ve maiyetlerindeki halife, kâtib’ler ve şakird’ler marifetiyle yürütülürdü.[273]

Defterhane’nin[274] üç, Mâliye’nin[275] de beş büyük kalem gurubu vardı.

Osmanlı Devleti’nin mâli işlerini yürüten Bâb-ı Defterî[276] , Başdefterdarlık, Hazine-i Âmire ve Başmuhasebecilik’e bağlı 700 kadar görevliden oluşuyordu.

Bunlar dışında Yaya, Müsellem, Yörük, Akıncı, Evlâd-ı Fâtihan, Tımar Yoklaması, Voynuk, Taycı, Cebelü defterlerinin tutulduğu, ya da Vezir ve Ağa Divânları, Tersâne, Tophâne, Barudhâne, Darbhâne gibi büyük devlet dâirelerinin nisbeten daha küçük kalemleri de vardı.

Taşra teşkilâtında Haleb’de Acem ve Arap Defterdarlığı, Tuna, Erzurum, Diyarbakır, Şam, Trablusşam Defterdarlıkları, öbür eyâletlerde ise yerel örgüte ve sancak sayısına göre Hazine defterdarı, mal defterdarı, tımar defterdarı denen mâliye görevlileri vardı. Anadolu Defterdarlığı içinde de “Kenar Defterdarlığı” adı altında Sivas ve Karaman Defterdarlıkları oluşturuldu.

Bütün bu örgütün hâcegân, hulefâ ve şâkirdânı “Kalemiye” mensubudurlar.

Kalemiye tarikinde en yüksek altı mansıb “Menasıb-ı Sitte” adıyla anılan “Nişancılık, Şıkk-ı Evvel, Şıkk-ı Sani, Şıkk-ı Sâlis defterdarlıkları, Reisülküttab’lık ve Defter Eminliği”dir. Nişancılık, sancakbeyi pâyesinde addolunur ve Divan’da defterdar’la eşit mertebede sayılırlardı.

- Ek Tablo: 2
İlmiye Tarikinde Rütbe ve Gelirler