Osmanlı köyü, sosyo-ekonomik yapısı bakımından, raiyyet çiftlikleri üzerinde bağımsız üretim yapan çift-hanelerden oluşmuştur. Köy, maddi çıkarlar ve tasarruflar bakımından cemaat karakteri göstermekle beraber, sipahilerin veya (örneğin vakıflar gibi) diğer idari kurumlar karşısında, tarlaları, otlağı ve çayırı sınırlandırılmış, defterlerde ve kadı hüccetlerinde meskûn varlığı tesbit edilmiş hakları belirlenmiş bir birimdir. Bu cemaat içinde, çiftlerin ve ailelerin bağımsızlığı esastır. Başka deyimle, Osmanlı mirî toprak rejimi ve “çift-hane” sistemi, Osmanlı köyünde belli bir sosyo-ekonomik yapıyı devam ettirmiştir.

Bununla beraber yalnız tarla arazisini değil, emeği de esas alan derbentçi, küreci (madenci) ve çeltükci (pirinç ekimi yapanlar) gibi bir takım özel karakterli köyler de vardır. Dağ geçitlerinde koruma hizmetine ayrılmış veya maden işçiliği ve pirinç tarımı yapmağa mecbur edilmiş köyler, böylece ekonomik ve sosyal bakımdan tamamile farklılaşmışlardır.

Sipahinin köy üzerindeki sorumlulukları, başlıca, çift-hane sistemini korumaya yönelik kanunları uygulamak ve devamlı denetim sağlamaktır. Hububat tarımı yapılan tarlalar miras bölüşmesine konu olamaz. Varisler arasında paylaşılan toprak yalnız bahçe ve bağlardır. Osmanlı arazi hukuku bir raiyyete, tarlasını veya çiftliğini sipahinin izni ile ferağ (tranfer) hakkını tanır. İhtiyar bir köylü kendi hayatında yetişkin oğullarına veya bir yabancıya tapulu toprağını ferağ (devir) edebilir.[637]

Köylünün toprağın maliki olmaması, toprağa bağlılık ilkesine rağmen, kolaylıkla yer değiştirebilmesi, hukuken “çift-bozan” statüsüne geçmesine sebep olmuştur. Osmanlı kanunları bunu önlemek için, sipahiye kaçak köylüyü 10 veya 15 yıl bir süre içinde tımarında yazılı olduğu köye geri getirme yetkisini verir. Tabii sebeplerle, yani çölleşme, verimliliğini yitirme gibi sebeplerle, yahut yol üzeri olması, devletin avarız sistemi içinde fazla hizmetler yüklemesi ve özellikle ağır vergiler koyması yüzünden köylü, toptan köyünü terkedip başka taraflara göçer. Yahut, başka önemli bir amil olarak, vakıfların köylüyü daha iyi koruma imkanları dolayısıyla köylü, vakıf köylerine gider. Mezra’alar yalnız terkedilmiş eski köylerden ibaret olmamakla beraber Tahrir defterlerinde köylünün bırakıp gittiği köyler mezraa adı altında kayıtlıdır.[638] Bir köy, nüfus çoğalması dolayısıyla yakınındaki ormanı veya boz araziyi tarıma açar ve yeni bir tahrirle bunu mukataalı arazi biçiminde devletten kiralar. Böylece ortaya çıkan bu gibi topraklar da defterlerde “mezraa” adıyla kaydolunur. Bu mezraalar üzerinde geçici yerleşmeler de, birkaç haneden ibaret devamlı yerleşimler haline gelebilir.

Köylünün toprağın sadece bir kiracısı olması, ektiği toprağı terketmekle kaybının ağır olmaması Osmanlı köylüsünün yer değiştirmede aşırı hareketliliğine köylerde hâlî çiftlikler ortaya sebep olmuştur. Kaçmalar bireysel kaldığı takdirde, çıkar. Hâlî çiftliklerin artışı köyün ekonomik bakımdan kötüye gidişinin bir göstergesidir. Bir bölgede yeni tahrirlerde hâlî çiftliklerin artması orada köylüyü etkileyen olumsuzlukların varlığını belirler.[639]

Bilindiği gibi, şer’an içki memnû ve kadınlar için de tesettür mecburîdir. Nitekim Osmanlı klasik döneminde bir kaç kere içki yasağı da uygulanmıştır.[640] Ancak Türk töresi, Selçuklu egemenliğinde Müslümanlık’la birlikte uzun süre birlikte yaşadığı Anadolu insanını etkilemiştir. Diğer taraftan yörük ve çiftçi hayatının zaruri gerekleri de kırsal kesimlerde yaşayan ahalinin günlük hayatta kadın ve erkek zümrelerine ayrılmasını engellemektedir. Dolayısıyla Osmanlı devletinde İslâm öncesi örf ve âdetlerin bid’at oluşturmasına engellemek açısından Şer’î hukukunun uygulanmasına rağmen, «Şîa» mezheblerinde daha müsait ahkâm bulunması kırsal kesimde İslâm öncesinden gelen birçok örf , âdet ve an’anenin yaşamasını kolaylaştırmıştır.

b. Mücâvir Alanlar

Şehirlerin yakınlarındaki “mücâvir alan” tabir olunan bölgeler büyük şehirlerin idarî ve medenî imkânlarından belirli ölçülerde yararlanmaktadır.

İstanbul fethedildikten hemen sonra, Sur içinde İstanbul Kadılığı, Sur dışında “Havass-ı refia” ya da kısaca “Haslar Kadılığı” olmak üzere iki kadılık kuruldu. On yedinci yüzyılda merkezi Eyüp’te olan Haslar kadılığına bağlı 700 köy vardı ve Hadımköy, Terkos, Büyükçekmece ve Küçükçekmece gibi çevredeki 26 nahiyede Eyüp kadısının birer naibi görev yapardı. On sekizinci yüzyılda Haslar kadılığı Çatalca, Büyük ve Küçük Çekmeceler, Silivri, Midye, Burgaz ve Terkos bucaklarının bağlı oldukları 500 akçe maaşlı bir mollalıktı. lstanbul kadısı gibi görev yapan Haslar kadılığının başındaki kişi, kol gezer, davalara bakar, sağlık işleriyle ilgilenir, halkın şikâyetlerini dinlerdi. Gerektiğinde bir kararı uygulamaya geçirmek için Yeniçeri Ocağı’nın ya da bölge mülkî amirinin yardımlarından yararlanabilirdi.

c. Şehirler

Şehirler büyüklükleri ve barındırdıkları nüfus oranında toplumların dinsel, sosyal, ekonomik, kültürel, yönetsel ve hukuksal ihtiyaçlarının, sorunlarının çözümleyecek kurumların toplu halde bulunduğu örgütlenmiş büyük yerleşim yerleridir.[641]

Şehir sözcüğü Farsça’da “büyük belde, büyük kasaba” anlamına gelir. Osmanlılar köy’den büyük, çarşısı, pazarı bulunan bütün yerleşim merkezlerine “şehir” demişlerdir. Nitekim Anadolu’da Eskişehir, Yenişehir, Akşehir, Kırşehir, Viranşehir, Nevşehir gibi çok yerleşim merkezleri başlangıçtan beri “şehir” olarak anılmıştır. Oysa İslâm ülkelerinde başkent düzeyindeki büyük şehirlere de, küçük şehirlere de kasaba denilmektedir.[642] Halbuki Osmanlı ülkesinde “kasaba” ne pek büyük, ne de pek küçük olan şehirlerdir. Bu bağlamda değerlendirilirse “Bursa” şehir, “Mudanya” ise kasaba olmaktadır.