Bu bağlamda son olarak Seyfiye tariki ile (İlmiye tariki dışındaki) yönetici sınıflar erbabının önemli bölümünü kapsayan “kapıkulları” ve “kölelik” deyimlerinin farklı kavramlar olduklarını vurgulayalım.

Gerçekten de “müsadere” ve “siyaseten katl” gibi alelumûm geçerli kavramlara dayanılarak bu iki kavram arasında bazı benzetmeler yapılmış[820] ve özdeşlik yolları aranmıştır. Ancak köleler şahsî hukuka mâlik değillerdir. İslam hukukuna göre de onlar eşya makûlesinden ve sahiplerinin mutasarrıf oldukları meta cinsindendir. Mahkeme huzurunda şahadet dahi edemezler.

Oysa kapıkulları’nın, kölelere verilmeyen hukukî statülere, örneğin “şahitlik, tekaüt’lük, ve veraset hakları” gibi şahsî, “sorumluluk alma, görev üslenme, görev verme” gibi yönetsel haklara sahip olmaları, üstelik toplum düzenini sağlamak ve şahsî hakları korumakla bizzat görevlendirilmiş olmaları bile böyle bir tartışmayı anlamsız olduğu kadar luzûmsuz da kılmaktadır.

Aslında “kapıkulu” deyiminde yer alan “kapı” ve “kul” kavramlarını ayrı ayrı incelemek gerekir. Kapı, bütün doğu’da olduğu gibi, Osmanlı halkı için de önemli bir kavramdır.[821]Kapılar kervan yollarının adalet’in dağıtıldığı, ticarî değiş-tokuşun yapıldığı şehir medeniyetine ulaştıkları varış noktalarıdır.

Diğer taraftan sadrazam ve vezirlerle eyâletlerde beylerbeyleri’nin resmî görevlerini yürüttükleri mahallere de “Paşa Kapısı” ve bu mahallerde bulunan hizmetlilerin tümüne “kapı halkı“ denirdi.

Şimdi buradaki nüans farkına dikkat etmek gerekir. Padişah Kapısı’nda hizmetli olanlar “kapıkulu”, sadrazam, vezir ve beylerbeyi’lerin “Paşa Kapısı”nda hizmetli olanlar ise “kapı halkı”dır. Oysa bütün bu kapılar hep birlikte devlet kapısını, yani “Bâb-ı Devlet”i temsil ederler.[822]

Osmanlı kültüründe “Cennet Kapısı, hâcet kapısı, gönül kapısı” gibi çok önemli mistik kavramlar belirtmesi yanında, “kapı” mecâzî olarak da “bir kimseye bazı imkânlar yaratan, sıkıntılı bir durumda başvurulan yer ya da şey” anlamında da birçok deyimlerde yer alır. Bunlar arasında konumuzla ilgili olarak örneğin “kapı tutmak” bir işe girmek ya da bir görevi üstlenmek, “kapı yoldaşı olmak” aynı iş yerinde çalışıp, aynı işi görmek, “birinin kapısında büyümek” bir kimsenin evinde hizmet görerek, ondan öğrenerek yetişmiş olmak, “birinin kapısında kul, köle olmak” da bir kimseye istediği her şeyi yapacak ölçüde bağlı olmak anlamlarına gelir.

Şimdi eğer bütün kültürel temeller dikkate alınırsa “kapıkulu” tâbirinin gerçek anlamıyla “Padişah kölesi” kavramının karşılığı olamayacağı açıktır.

Kapıkulu ve köle kavramları arasında yapılan benzetmelere, aranan özdeşliklere gösterilen bir başka dayanak “devşirmelik yöntemi”dir. “Devşirmelik yöntemi” “Fatih Kanunnâmesi”yle yasalaştırılmıştı. Oysa doğrudan askere alınamayan gayrimüslim reâyâ’nın Kapıkulu Ocakları’na ve devlet yönetimine katılabilmesinin yegâne yolu ancak bu devşirmelik yöntemi ile mümkündür.[823]

Devşirmeler memleketlerinde ve Acemi Ocağı’nda iki farklı “Eşkal defteri”ne karşılaştırmalı kayıtları yapılarak devlet adına teslim alınırlardı. Aralarında bir kısmı Hazırlık Saraylarında ve Enderun mekteplerinde eğitilerek kendilerine sadrazamlığa kadar en yüksek idarî ve siyasî makamların, komutanlıklara kadar yolu açılırdı. Diğerleri de Kapıkulu Ocaklarında terfih ederek Yeniçeri ağası ve vezirliğe kadar yükselebilirlerdi. Bu devşirme çocukların ailelerine maddî bir bedel ödenmediği gibi, tam tersine kendilerinden “kul akçesi” adıyla bir tür “masraflara katılma payı” alınırdı.

b. Köle Statüsü

Kölelilik ile Hukuk birbirine zıt kavramlar gibi görünse de İslam kültüründe kölelerin sosyal statüsü vardır. İslam Hukuku’na göre “Kölelik, köle aleyhine kanunun kabul etmiş olduğu bir alt aşama durumudur”. Bu durum dolayisiyle köle, hür kimselerin sahip bulunduğu hakların bir kısmından mahrum bırakılmakta ve bu haklar ancak sahibinin sahip olduğu haklarla beraber dikkate alınmaktadır.

İslamiyette kölelik, ancak savaş hukuku olarak mevcuttur. Savaşta zimmî ve müşriklerden sağ olarak Müslümanlar eline düşenler, İslamiyeti kabul etmedikleri takdirde, köle vasfını almış olurlar. Esir eden kimse tarafından başkasına satılmadan önce İslamiyeti kabul ederlerse, kölelik vasıfları yok olarak özgür insan hakkını kazanmış olurlar.

Her şeyden önce şurasını söylemek gerekir ki, köle, İslamiyette bir (mal) olarak kabul edilmemektedir. Kölelik, İslamiyette, savaşta esir düşen bir gayrimüslimin İslamiyeti kabul etmemesi dolayisiyle meydana gelmiş özel bir sosyal durumdan ibarettir. Bu durumda bir kölenin maruz kalabileceği, üç durum vardır:

1 — Sahibine hizmete devam etmek,

2 — Belirli bir para karşılığında (fidye), kendi dindaşları tarafından özgürlüğünün satın alınması,

3 — Sahibinin kendisini azad etmiş olması.

Köle kendi dininde olan bir cariye ile evlendiği takdirde, bu evlilikten olan çocuklar rüşt yaşına kadar köle ve cariye olarak kalırlar. Bu yaşa geldiklerinde İslamiyeti kabul ederlerse özgür olur; etmedikleri takdirde kölelik ve cariyelik vasıflarını korurlar. Gayrimüslim bir cariye hür bir müslim ile evlenirse, azad olmuş addedilir. Bu kadından doğacak çocuklar özgür ve Müslüman olarak doğmuş olurlar. Cariye, emri altında bulunduğu sahibi ile nikahsız olarak beraber olabilir. Böyle bir cariyeyi yatağına almış olan kimse günah işlemiş sayılmaz.

İlke olarak Müslümanlar köle olamaz iseler de, savaş sırasında gayri müslimlere esir düşen bir Müslüman esiri satın alan Müslim, onu köle olarak satın almış olur. Bu durumda onu azad etmesi sevap olmakla beraber bedelini ödediği (Müslim) köle üzerinde satın alan kimsenin mülkiyet hakkı tanınmaktadır. Dolayısıyla bu hakkını, kölesini kendi arzusu ile azad edinciye kadar muhafaza eder.

Örfe göre, sahibinin köleyi azad etmesi için yedi sene süreyle kölenin sahibine hizmet etmesi ve bu sürenin sonunda sahibi tarafından azad edilmesi gerekmektedir.

Kölelik kurumunun lehine olan örneğin “kölenin azad edilmesinin şartları, akrabadan kimsenin köle alınamayacağı” gibi hükümler de kölenin ailenin bireyi gibi sayıldığı görülmektedir. Nitekim Osmanlı toplumunda yaşanan köle dadılar ve lalaların durumu da bunu kanıtlamaktadır.

c. İslam Hukuku’nda Köle

İslam dini, köleliği kendinden önceki inanç, felsefe ve uygarlıklar tarafından savaş esirlerinin toplu olarak öldürülmelerini engelleyen, ancak onları sıradan “üretim aracı” olarak kullanılan kökleşmiş bir kurum olarak buldu. Ancak o zamana kadar hukuk karşısında sıradan bir eşya gibi tanımlanan kölelerin çok kötü olan durumlarının iyileştirilmesi, onların toplum içinde bir statü kazanmaları hususunda dinsel ve hukuksal açıdan bazı haklar tanıyan kesin hükümler getirdi. Örneğin Kur’an’da “köle bir müslüman’ın hür bir müşrikten daha değerli olduğunu[824], insanlar arasında takva dışında fark bulunmadığını[825], bütün müslümanların kardeş olduklarını[826], köle azad etmenin en değerli ibadetlerden biri olduğunu[827], bazı suç ve günahların kefareti için köle azad edilmesini[828], zekât yoluyla da (dolayısıyla devlet tarafından da) kölelelere hürriyet verilebileceğini[829], köle kendi bedelini ödeyerek hür olmak için anlaşma (mükâtebe) yapmak isterse, efendisinin kabul etmek zorunda olduğunu[830]belirten âyetler vardır. Diğer taraftan efendisi kendi bedelini kazanması için köle’ye süre tanımak zorundadır.

Osmanlı örfî hukuku şer’i hukukun egemenliği altında olduğundan kölelerin hürriyetlerini elde etmeleri mümkündür. Örneğin İslam’da “Kul” kavramı yalnızca Allah karşısında “insan”ın durumunu belirtir. Nitekim halk arasında kullanılan “Allah yapısı-kul yapısı” ayırımı da bu durumu belirler.

Aslında Kur’an sûreleri[831]bütün canlı ve cansız bütün “mahlûkat”ın (yaratılmışlar’ın) Allah karşısında “kul” olduklarını açıkça belirtiyor. Nitekim İslam hukukunda insanların toplumsal ilişkileri dolayısıyla birbirleri üzerinde geçmiş emekleri, birbirine doğmuş hakları “kul hakkı” olarak belirtilmiştir. Başka bir deyişle “köle”ler de “Allah’ın kulu” olarak Kur’an’da belirtilen bu “kutsal haklar”ın dokunulmazlığı kapsamı içindedirler. Dolayısıyla örneğin “yaşama hakkı”[832]; “namus ve onurun korunması hakkı”[833]; mesken masûniyeti[834]; adalet[835]; inanç özgürlüğü[836]; evrensel eşitlik[837]; evlenme ve aile kurma hakkı[838]; özel hayatın gizliliği[839] gibi temel hak ve özgürlükler bizzat Allah’ın teminatı altına alınmışlardır.

n Köle’nin Hakları

1 -Manevî kişilik haklarına sahiptir. Örneğin ceza davalarında kadı karşısında davacı olabilir, ya da haklarını savunabilir. Başka bir deyişle davacı veya sanık olarak haklarını savunabilir. Ancak özgür olmadıklarından mahkeme huzurunda şahitlik edemezler.

Hukuk davalarında ise davacı veya davalı olarak kendi hakkında hüküm verilecek kazanç veya zarardan sahibi yükümlü olacaktır.

2 – Sahibinin mülkiyet hakkı dahil, her türlü saldırıdan korunma altındadır. Sahibi kölesini tasarlayarak öldürdüğünü kabul ederse, kısas cezasiyle cezalandırılır. Katil eyleminde sahibinin kasdı bulunmadığı takdirde, kan bedeli olarak diyetini ölenin özgür olan akrabalarına vermek zorundadır. Eğer ölenin özgür olan akrabası yoksa, diyet, köle olan akrabalarının sahiplerine verilir. Kölenin sahibi, kölesini kasıtlı olarak öldürdüğünü kabul etmedikçe, ölüm cezasına mahkûm edilemez. Zira kanun köleyi taammüden öldürmekte sahibinin zararı olduğunu nazara almış ve bir kimsenin kendi zararına hareket edeceğini mümkün saymamıştır.[840]

3- Köle, ister özgür ister cariye olsun; ancak iki kadınla evlenebilir. Boşanma hakkı vardır.

4 - Allaha ait haklardan cuma namazı, bayram namazı, Hac gibi vazifeleri ifa etmediği takdirde zorlanamaz. Bu vazifelerden dolayı ancak Allahına karşı sorumludur.

5- Ukubat’ın (cezaların) özgür kimseler için belirlenmiş (hudud), (tâzirat) miktarının yarısiyle cezalandırılır.

6- Sorumluluk üslenemez.

Diğer taraftan

1 - Köle mal sahibi olamaz, mülkiyet hakkı yoktur. Dolayısıyla varis olamaz.

2- Üçüncü kişilere görev veremez. Dolayısıyla siyasal ve yönetsel haklardan da mahrumdur[841]

3- Kefil, vekil olamaz Taahhüt gibi “borçlandırıcı” eylemlerde de bulunamaz.

4- Özgürlük vasfı eksik olan köle’den “kâmil” insan davranışları beklenemez. Örneğin hakim tarafından vâsi olarak atanamaz. Aynı şekilde (örneğin yetimlerin) genel gözetimi görevi verilemez.

d. Köle Ticareti

Osmanlı Devleti’nde bulunan köleler, Sudan, Kuzey Afrika, Basra Körfezi, Çerkezistan ve Gürcistan’dan satın alma hatta kaçırma gibi yöntemler kullanarak evrensel köle ticareti yapan “esir tüccarları” tarafından getirilirler ya da savaşlar ve korsanlık olayları sırasında tutsak olarak ele geçirilirler.

Savaş esirleri olan köleler ya forsa olarak gemiler ve tersânelerde çalıştırılırlar, ya da fidye karşılığı serbest bırakılırlar, bazan da gayrimüslimlerin elindeki müslüman savaş esirleri ile değiştirilirlerdi.

Köle ticaretinin Afrika kanadı Bağdat, Medine, Halep yoluyla: Kafkasya’dan Çerkes ve Gürcü menşeli olanlar Erzurum üzerinden; Boşnak ve Slav kökenliler Kahire, Sofya, Belgrad alım satım merkezleri yoluyla İstanbul’a ulaşırdı. Gemilerle getirilenler için iskele ve limanlarda kişi başına 10-150 akçe vergi alınırdı. Esir tüccarları esirciler kethüdası ve esirciler şeyhi’nin yönetim ve denetiminde örgütlenmişlerdi. Esir pazarı’nda satışlar açık artırmayla yapılırdı. Bu satışlarda, esirci emini kırk’ta bir oranında da resim alırdı. Müslümanların gayrimüslimlerin eline esir bırakılmaları şer’an uygun olmadığından, Osmanlı ülkesinde gayrimüslimlerin esir ticareti yapması yasaktı. Osmanlı ülkesinde köle ticareti Sultan Abdülmecid döneminde yasaklandı.[842]