B. DONANMÂ-Yİ HÜMÂYÛN

Osmanlı askerî ıstılahatında Tersane, devletin bahriye işlerinin yönetildiği resmî daire, çağdaş bir benzetmeyle “Osmanlı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karargâhı” gibidir. Kaptan Paşa’nın (aynı zamanda evi olarak kullandığı) resmî makamı «Divanhane» de buradadır. Donanma da buraya bağlıdır. Bahar seferlerine çıkarken yapılan törene kaptan paşa buradan katılır. Kısacası Tersane-i Âmire ve Donanmâ-i Hümâyun birbirinden ayrılamaz.

Dolayısıyla Donanma-yı Hümayun’un ve Tersane-i Âmire’nin en büyük amiri kapudan paşa(“kaptanpaşa, kaptan-ı derya” da denir)’dır. Bahriye ile ilgili bütün tayinleri yapma, hüküm yazma ve tuğra çekme yetkisi vardı. Kaptanpaşa Eyâleti’ne bağlı zeamet ve tımarların dağıtımını kendi yapar ve Derya Kalemi’nde kayıt edilirdi.

Başlangıçta “deryabeyi” denilen ilk Osmanlı derya kaptanlarının rütbesi sancakbeyi derecesinde idi. Derya kaptanlarına Gelibolu Sancak Beyliği verilirdi. Osmanlı mirî tersanesi İzmit’ten Gelibolu’ya taşındıktan sonra deryabeylerine “kaptan-ı derya” denmeye başlandı.

Barbaros Hayreddin Paşa’nın döneminde (1533/34) derya kaptanlığı “beylerbeyi” rütbesine yükseltildi ve “Cezâir-i Bahr-i Sefid” (Akdeniz Adaları) ile Cezaîr-i Garb birleştirilerek yönetimi Kaptanpaşa Eyâleti adıyla kaptanpaşa’lara bırakıldı. On altıncı yüzyılın sonlarında vezirlik[472] pâyesiyle atanan kaptan-paşalar, İstanbul’da iseler; Divan-ı Hümayun toplantılarına katılırlar ve her cuma günü sadrazam’la görüşürlerdi.[473]

Kaptan Paşa’nın yanında ilkbahar seferleri sırasında bir Donanmâ-yı Hümâyûn kadısı ve bir tercüman bulunur, gittiği yerlerde davalara bakar, bahriye ve yönetim ile ilgili konularda Padişah adına ferman çıkartıp, tuğra çektirirdi. Bu fermanlar dönüşte nışancı tarafından tetkik ve kayıt edilirdi.

Eğer gemilere piyade askeri de bindirilmişse, seferin sorumluluğu verilen bir vezir Donanmaya “serdar” tayin edilirdi.

Kaptanpaşalar, denetimlerinde kaptanpaşalık alameti olan sedef kakmalı âsâyı yanlarında bulundurur, fakat sadrazamların tersâneyi teftişlerinde saygı ifadesi olarak âsâ’yı kendisine verirlerdi.

On yedinci yüzyılda kaptanpaşa’nın haslarından 888.500 akçe, adalardan 5.600.000 akçelik geliri vardı. Ayrıca atadığı memurlardan “câize” alırdı. Fakat bu gelirlerine karşılık seferden dönüşlerinde İç Hazine için 1.600.000 akçe “döşemebaha”; Padişah’a, valide sultanlara, kadın efendilere hediyeler getirirlerdi. Ve her sefere çıkışta iyi yetişmiş, 1.000 cebelû götürmeleri, başka bir deyişle hazır bekletmeleri gerekliydi.

Tayin olan kapudan-ı derya sadrazamın huzurunda hil’at kürk giydikten sonra törenle Tersâne-i Âmire’ye gidip göreve başlardı.

Kaptan-ı derya esas görevi, Donanma’yı her yıl ilk baharda Akdeniz seferine çıkarıp Kasım ayında İstanbul’a dönerek kıyılar, adalar ve açık denizlerde devletin egemenliğini sağlamaktır. Ayrıca Tersâne-i Âmire’de gemi yapım ve tamir, bakım çalışmalarını da yönetir.

1. TERSÂNE-İ ÂMİRE

Tersane-i Âmire, yalnızca donanmaya ait gemilerin inşa edildikleri tezgahlar, fabrikalar, kızaklar anlamına gelmez. Osmanlı devletinin tüm denizcilik işlerinin yönetildiği yerdir. Ayrı bir hazinesi, muhasebesi ve teşkilatı vardır.

Tersane-i Hümâyun’u teknik ve malî olarak yönetmek ve Donanmâ-yi Hümâyûn’u zinde tutmak Kapudan Paşa’nın görevidir. Nitekim hem “makam”ı (görev yeri) ve hem de mekânı (evi) Tersane içindedir.

Tersânenin para işlerini “Tersâne-i Âmire Hazinesi” düzenlerdi. Bu bağlamda Tersâne-i Âmire emini yapımı tamamlanan geminin her türlü donanımı ve cephanesiyle birlikte sefere çıkacak biçimde gemi kaptanına teslim eder, liman defterlerine kayıt ettirerek tesbitlerini yapar ve bu defterin bir suretini kaptanpaşa’ya,[474] aslını da defterdara verirlerdi.

İlk tersâne Yıldırım Bayezid tarafından Gelibolu’da yaptırıldı.[475] Fatih İstanbul’u aldıktan sonra Haliç kıyısında Aynalıkavak’ta birkaç gözlü küçük bir tersâne yaptırdı. Sultan II. Bâyezid ve Yavuz Sultan Selim[476] devrinde Tersane Galata’dan Kâğıdhane’ye kadar genişletilmişti. Ancak asıl büyük tersaneyi kızak sayısını 200’e çıkartan Kanuni Sultan Süleyman yaptırdı. Böylece “Tersâne-i Âmire” Haliç’te Aynalıkavak’ta Fatih Sultan Mehmed’in yaptırdığı ve daha sonra Gelibolu, Sinop, İznik, İzmid, Süveyş, Basra, Samsun ve Kefken deniz tersâneleri ile Birecik ve Rusçuk gibi nehir tersânelerinin tümünün bağlı oldukları teknik ve idâri olarak bağlı olduğu kurumun adı oldu. Başka bir deyişle bütün bu tersâne ve tezgâhlarda denize indirilen gemilerin donanımları ya Tersâne-i Âmire’de yapılmakta veya onun tarafından sağlanmaktadır.

Tersâne-i Âmire’nin On altı ve On yedinci asırlarda yegâne rakibi Venedik Tersânesi’dir. Bununla beraber Kanunî Sultan Süleyman döneminde Portekizlilerin Mısır ve Kızıldeniz kıyılarına saldırılarına karşı Süveyş’te bir tersane ile Süveyş ve Mısır kaptanlığı oluşturuldu. On altıncı yüzyılın ikinci yarısında da Fırat ve Dicle için Birecik’te nehir gemileri inşa edecek bir tersane kuruldu. Osmanlı Donanmasının kürekli gemileri ve kadırgaları yüksek bordalı Venedik kalyonları karşısında zayıf kaldıklarından On yedinci yüzyıl ortalarından itibaren yüksek bordalı gemi inşa faaliyetine girişildi. On yedinci yüzyıl sonlarında üç ambarlı kalyonlara kadar her boy gemi yapılıyordu.

On sekizinci yüzyıl ortalarına doğru Birecik tersanesinde Fırat nehri için de bir “ince filo” oluşturuldu. Macaristan bölgesini kontrol etmek için Tuna Kaptanlığı kurularak Tuna üzerinde görevlendirilen bir “İnce Donanma” oluşturuldu.

Tersanede On yedinci yüzyıl sonlarından itibaren gerektiğinde dış ülkelerden gemi inşa mühendisleri getirilerek üç ambarlı kalyonlara kadar her boy gemi yapıldı.

a. Tersâne Ricâli

Kapudanpaşadan sonra gelen Tersâne kethüdası, Tersâne ağası, Tersâne reisi, Tersâne emini, Liman reisi, Tersâne katibi ve Tersâne Defter emini, “Tersâne ricali”ni oluştururlardı.

Tersâne kethüdası, yapım, bakım ve onarım işlerinde kaptanpaşa’dan sonra en büyük âmirdir. Mesleğe azab askeri olarak başlayıp sırasıyla “Azab reisi ,vardiyanbaşı, kapudan, baştarde kaptanı ve sonra Tersâne kethüdalığına yükselmiştir.[477] Altı çifte kayığa biner, Padişahın Boğaz teftişlerinde baştardenin dümenini tutardı. Tersâne ağası kapudanpaşa’nın baş yardımcısıdır.

Tersâne tımarlı sipahileri, Kaptanpaşa Eyaleti’ndeki tımarlarının gelırlerine karşılık Donanmada hizmet verirlerdı. Tersâne reisi, Tersâne’nin tımar ve zeametleri ile ilgili iş ve işlemleri izleyip denetler, Tersâne defter kethüdası ile Tersâne defter emini onun emrinde çalışırlardı. Defter emini Kaptanpaşa Eyaletindeki sancakların tımarlı sipahilerinin defterlerini tutar, maiyetindeki defter kethüdası ve katipleri de, Kaptanpaşa’nın (kendisine tanınan özel yetkiyle yaptığı) tımar ve zeamet tevcihlerini Divan-ı Hümayun Rüus Kalemine bildirirlerdi.

Tersâne ambarına giren çıkan malzemeyi Tersâne Ambar Nazırı deftere işler. Tersâne ambarlar emini, tersane malzemelerinin bulunduğu ambarların hesaplarını tutar ve denetler. Tersânedeki kereste mahzenindeki kerestelerin ve öteki araç gereçlerin hesabını ise Tersâne katipleri tutarlardı. Tersâne ruznamçecisi de Tersâne’nin günlük gelir ve giderlerini tutmakla yükümlüdür. Tersâne-i Âmire emini, tersanenin parasal işlerini yönetmekle yükümlüdür. Yapımı biten gemileri mühimmatlarıyla birlikte kaptanına teslim eder, liman defterine kayıt işlerini yaptıktan sonra bir suretini kaptanpaşaya, bir suretini de defterdara verirdi.

Tersâne’nin güvenliğini ve disiplinini emrindeki Divânhâne çavuşları denilen çavuşlar ile Tersâne başçavuşu sağlar. Kızağa çekilmiş, onarım için yatan gemileri de sabaha kadar Tersâne rıhtımında kol gezen mandacı da denilen Tersâne muhafızları korurlardı.

b. Tersâne Halkı

Tersâne hizmetinde bulunan diğer personele “Tersâne halkı” denilirdi. Mimarlar, marangozlar, kalafatçılar, yelkenciler, halatçılar gibi sanatkarlar ve kaptanlar, reisler, kumbaracılar ve cenkçi askerlerden oluşan “gedikli” sınıfıydı. Gemilerin kürekçileri vergi mukabilinde halktan toplandığı gibi mahkûmlardan ve esir alınan hıristiyanlardan oluşurdu.

Yavuz Sultan Selim zamanında Tersâne geliştirilerek, kıyıda gemi yapım tezgâhları, gerilerindeki yamaçlara da ambarlar, atölyeler, çalışanlar için binalar, cami, okul, hamam, imaret gibi kamu yapıları inşa edildi. On yedinci yüzyılın ilk çeyreğinde 130 gemiyi bir seferde tezgâha koyacak güce ulaşmıştı. Tersâne Başmimarı’nın emrinde dört yüz marangoz, on mimar bulunur, tersanede inşa edilen gemilerin planlarını hazırlar ve yapımlarını denetlerdi. On sekizinci yüzyılın ikinci yarısında “Tersâne halkı” denilen görevliler, askerler, zabitler, uzmanlar ve işcilerin sayısı 50 bin sayısına varmıştı.[478]

2. DONANMA

Tersâne-i Âmire’ye bağlı Osmanlı Donanması’nın gövdesini teşkil eden temel kuvvetlere Kaptanpaşa eyaleti’nin sancakbeyleri de savaş zamanlarında kendi donattıkları gemilerle katılmak zorundaydılar. Ayrıca deniz cengi ile görevlendirilmiş sancak beyleri doğrudan Kaptan Paşa’ya bağlı idiler. Ve kara eyaletlerinin sahil sancakları da deniz seferi ile vazifelendirilmişlerdi.

Osmanlı Donanması Osmanlı kıyılarını korumak için her yıl ilkbaharda Çanakkale Boğazı’ndan çıkarak önce Çeşme, daha sonra da Navarin’e giderek Anadolu ve Rumeli bey gemilerini ele alır, Akdeniz’e açılırdı.

İnebahtı (Lepanto) deniz savaşı’na kadar (1571) Akdeniz’in en güçlu deniz kuvveti olan Osmanlı Donanması’nın bu savaşta kaybettiği gemileri Osmanlı tersaneleri bir kış mevsiminde yeniledi.[479]

Ne var ki seksen yıl sonra, yüksek bordalı gemilerden oluşan Venedik Donanması Osmanlı Donanmasının Çanakkale boğazından çıkarak Girit’te bulunan Osmanlı Ordusuna yardımını engelledi. Bu tarihten sonra Osmanlı Donanmasında hem yelken ve hem de kürekle hareket eden çektiri sınıf gemi yapımı terk edilerek, kalyon cinsi gemiler kullanıldı.

Diğer taraftan On yedinci yüzyılın ilk çeyreğine kadar kıyıların tümü Osmanlı hâkimiyetinde olduğundan Karadeniz’e Donanma gönderilmiyordu. Ancak daha sonra Karadeniz’de Anadolu ve hatta Boğaziçi kıyılarına zarar veren korsanlar görüldüğünden küçük bir Karadeniz Donanması kuruldu.[480]

a. Gemiler

Kürekle hareket eden teknelerin genel adı “çektiri”dir. 10-17 oturaklı olana “firkate”, 18-19 oturaklısına “perkende”, 20-24 oturaklısına “kahte”, 24-26 oturaklısına “kadırga”, 26-36 oturaklısına “baştarde” denilirdi. Baştarde’den geniş ve yüksek bordalı olana “mavna” ve daha fazla top taşıyabilmesi için ikinci güvertesi olana da “göke” denilirdi. On sekizinci yüzyılda Tuna’daki “İnce Filo” 19 kalite, 33 firkate, 3 gayka ve 100 tane taşıma kayığından oluşmaktaydı.

1701 tarihinde çıkan “Bahriye Kanunnâmesi”yle Osmanlı Bahriyesi tekrar düzenlenmiş, Avrupa’da harp gemiciliği bakımından kaydedilen gelişmeler takip edilmeye çalışılmış, çekdiri dönemi kapatılarak yelkenli gemilerden oluşan Donanmalar teşkil edilmiş ve kalyon devri denilen yeni bir dönem başlamıştır. Kalyonlar döneminde de üç direkli iki ambarlı, 30-70 top taşıyanlar “firkateyn”, üç direkli, üç ambarlı 80-110 top taşıyanlar “kalyon” olarak isimlendirilmiştir.

Bir kadırgada ortalama 330 kişi, kalyonlarda ise 400-1000 kişi bulunmaktaydı.

Osmanlı Donanması’nın ikinci kategorisini oluşturan “Bey gemileri”nin Donanmâ-yı Hümâyûn’a iltihak edecekleri deniz üsleri, Anadolu sahil beyleri için “Çeşme Limanı”, Rumeli Sahili beyleri için Mora’da “Navarin”di.

Üçüncü kategori ise Akdeniz Müslüman korsanlarının oluşturduğu filo idi.

b. Gemi Erkânı

Devletin diğer müesseseleri gibi esas itibariyle merkezde teşkilâtlanmış olan Osmanlı Bahriyesi’nin başında “Kapudan Paşa” bulunur.

Kaptan paşa’nın bindiği bir ay-yıldızlı al, diğeri zülfikâr resimli iki sancağı bulunan gemiye “paşa gemisi” veya “kapudâne-i hümâyun”, Donanmanın diğer gemilerine “mirî gemiler”, bunların kaptanlarına “mirî gemi reisleri” veya “mirî reisleri” denilirdi.

Osmanlı Donanmasında kaptan-ı derya’dan sonra kapudane, patrona, riyâle, kalyon kaptanı ve reis gelirdi.

Kalyon devrinden evvel Donanma gemilerine komuta edenlere “hassa reisi” ya da “kapudan”, On altıncı yüzyıldan sonra da filo komutanlarına “kapudâne” denildi. Kapudane yeşil renkte; patrona ile riyâle mavi renkte âsa taşırlardı. Süveyş Kaptanlığı’ndan başka bir de Tuna Kapudanlığı vardı.

Kalyon kaptanları, “üç ambarlı kalyon kaptanı, kapak kalyon kaptanı, firkateyn kaptanı, korvet kaptanı, birik ve şalope kaptanı olarak derecelendirilmişlerdi.

Korsan gemisi kaptanlarına ise “reis” denilmekteydi. Reisler ise birinci reis, ikinci reis, üçüncü reis ve dördüncü reis olarak derecelere ayrılmışlardı.[481]

3. BAHRİYE ASKERİ

Donanma sefere çıkacağı zamanlarda, tımarlı sipahilerde uygulanan yöntemin benzeri olarak, bu sancakların sancakbeyi ve alaybeyilerine hükümler gönderilmekte, idâreleri altındaki zâim ve timarlı sipahileri ile birlikte denize açılmak üzere olan sancağındaki “zuamâ, erbâb-ı timar, çeribaşı, çeri sürücüleri ve tüfenkçi cebelüleri”yle kendilerine tayin olunan iskelelerde hazır olmaları istenmekteydi.

Savaş zamanında gemilere cenkçi olarak yeniçerilerden ve cebecilerden asker alınırdı. Sahil veya sahile yakın sancaklardan toplanan asker Donanma’da görevlendirilirdi.

a. Timarlılar ve Zâimler

Yönetimi Derya Kaptanına bağlı olan Vilâyet ve Sancaklara «Kaptan Paşa Eyâleti» denilirdi. Kapudân-ı Derya Eyâleti’ne bağlı[482] Gelibolu ile Eğriboz, İnebahtı, Midilli, Sığla, Kocaeli, Karlıili, Rodos, Biga ve Mezistre sancakları haslı; Sakız, Nakşe ve Mehdiye sancakları sâlyâneli idiler. İzmir, Mora’nın Güneyindeki Mezistre, Naksos, Cezâyir, Tunus, Trablusgarp da Kaptan Paşa Eyâleti’ne tâbiydi.

Yine, On yedinci yüzyılda Kıbrıs Eyâletine tâbi Lefkoşe, Baf, Girne ve Magosa da bu eyâlete bağlı olarak Donanma seferlerine katılıyorlardı. Teke ve Menteşe sancakları bazen kara, bazen deniz seferlerine gitmekte; Değirmenlik, Selânik, İskenderiye, Dimyat, Ayamavra ve Limni sancakbeyleri de birer gemi ile seferlere iştirak etmekteydiler. Mensûhât’a tâbi [483] zâim[484] ve timarlı sipahiler, sancakbeyleri ile birlikte Donanma hizmetinde savaşcı olarak sefere katılmağa mecbur idiler.

Kapudân-ı Deryâ Eyâleti’ne bağlı sancakbeylerine “deryâbeyi” denilirdi. Kendi sancaklarındaki kendi has ve sâlyâne’lerine göre bir, iki veya üçer kadırga ile sefere giderlerdi..

On yedinci yüzyıl başlarında Kapudân-ı Deryâ Eyâletine bağlı 10 sancakta, 125 zeâmet ve 1500 timar’dan has sahipleri ve zâimlerin cebelüleriyle beraber, Donanma’ya katılan asker mikdarı 4500’dür. Ayrıca mensûhât’a ait 600 kadar zeâmet ve 450 civarında timar bulunuyordu.

b. Kalyoncu Ocağı

Sefer zamanları Donanmada çıkarmalar için deniz piyadesi ya da gemilerde savaşçı olarak kullanılan Türk gençlerine “levend-i Türkî” ve adalardaki Rumlara da “levend-i Rûmî”[485] denirdi. Bunlar, önceleri ganimetten pay alırken, daha sonra kendilerine yevmiye verilmeye başlandı.

On sekizinci yüzyıl başlarında kışları Tersâne’de çalıştırılan leventler şehirlerde asayişsizlik unsuru olurlardı. Bunlar için İstanbul’da Galata, Beşiktaş, Hasköy, Üsküdar, Eyüp’te bekâr odaları yapıldı. Levend kışlası (Levend Çiftliği) da bu maksatla yapılmıştır.

On sekizinci yüzyıl ortalarında tersânede Rum leventlere yaptırılan işler Müslüman leventlere verildi. Böylece “Kalyoncu Ocağı” kurulmuş oldu. Müslüman leventlerin başlarında “barata” denilen bir başlık bulunur, üstlerine kollu beyaz gömlek, siyah harçlı kırmızı yelek giyip bellerine sarı kuşak sarar, altına mavi kısa bir şalvar giyerlerdi.

c. Bahriye Azabları

Ücretli olan bahriye azabları “azâban-ı Donanma” adıyla gemilerde görev alırlar, ya da “azaban-ı tersane” olarak tersanelerde muhafızlık yaparlardı. Donanma azaplarının 7-8 tanesi bir bölük sayılır ve bölükbaşılarına “reis” denirdi. Bunlar kalafatçı, topçu, kumbaracı, dülger, marangoz, dümenci, yelkenci ve vardiyan olurlardı. Badbanî denilen yelkenciler genellikle reisliğe getirilirdi. Gemi süvarisi olan reis’e vardiyabaşı denilirdi. Reis eğer savaşta bir düşman gemisi ele geçirirse “hassa kaptanı” olurdu.Yelken dönemi süresince bahriye azapları tek deniz gücü olarak kaldı.

Tersâne-i Âmire’de ve gemilerde hizmet eden azablar ve san’atkârlar kendi içlerinde sınıflara ayrılıyorlar, herbiri ayrı bir cemâat teşkil ederek “Tersâne-i Âmire Halkı”nı meydana getiriyorlardı.

d. Korsanlar

Bir devletin desteği ve hatta bayrağı ile çalışan “korsan”lar (corsaire) ile kendi için soygun yapan “deniz haydutu” (pyrate) arasındaki hukuksal farkı gözden kaçırmamak gerekir. 1856 Paris Kongresi’ne gelinceye kadar savaşan devletler tarafından silahlandırılarak düşman devlete ya da onun uyruğuna ait malları “korsanlık” eylemleri kullanarak ele geçirmek uluslararası hukukta savaş kurallarına uygun bir yöntem sayılmıştır. Dolayısıyla bu tür korsanlık eylemlerini bir ölçüde günümüzdeki gerilla ve milis hareketlerine benzetebiliriz. Ele geçirilen korsan gemisine savaş ganimeti, kaptan ve tayfasına ise savaş esiri olarak davranılırdı.

On bir ve On beşinci yüzyıllar arasında Akdeniz’de faaliyetlerini artıran hıristiyan ve müslüman korsanların arasına Anadolu’daki Aydın, Karesi, Menteşe, Saruhan vb. gibi bazı Türk beyliklerinin de katıldıkları görülüyor. Cezayir’de üslenen Mağribli korsanlar da, kendilerini sindirmek isteyen İspanyollar ve Venedikliler’e karşı Türk korsanlarıyla işbirliği yapmaya başladılar. On altıncı yüzyıl başlarında Osmanlı hükümeti, İber yarımadasını tehdit ve tâciz eden Kemal Reis’i destekledi.

Kendini Cezayir Sultanı ilan eden ve ayrıca Yavuz Sultan Selim’e elçi göndererek bağlılığını bildiren Hızır Reis 1533’de Kanunî Sultan Süleyman tarafından İstanbul’a çağrılıp kendisine “Kapudân-ı Deryâ”lık verilerek bir anlamda Magribli korsan filoları Osmanlı Donanması içine alındı. Barbaros’un yetiştirmesi olan Kılıç Ali Paşa’nın 1587’de ölümüne değin, Akdeniz’de tam bir egemenlik kurulduğu için Cezayir ve Akdeniz’in başka yerlerinden gelen korsanlar, kendi başlarına buyruk korsanlık yapmak yerine, Osmanlı Donanmasında hizmet almayı yeğlediler.

e. Kürekçiler

Osmanlı Donanmasını teşkil eden gemilerin On sekizinci yüzyıla kadar kürekle hareket ettiği düşünülecek olursa külliyetli sayıda kürekçiye ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Nitekim, On altıncı yüzyılın ikinci çeyreğinde yapılan seferlerin önemine göre 25-50 bin kadar kürekçi toplanmıştı. On yedinci yüzyılda bu mikdar giderek azalmış ve büyük yelkenli gemilerin, kalyonların çoğalmasıyla azalmıştır.

Osmanlı Donanması’na gereken kürekçiler beş kaynaktan sağlanmaktadır:

1. Ocaklık kürekçi (avârız kürekçi’ de denir) avârız vergisi[486] karşılığında reâya’dan ve esnaf arasından toplanır.

2. Hod-girifte kürekçiler (kendi istekleriyle gelenler)’dir. Gücü, kuvveti ve kabiliyetine göre maaş verilir.

3. Savaş esirleri olan forsalar(gebrân-ı mirî )’dır. Savaş sırasında isyan etmeleri mümkün olduğundan en Kâtip Çelebi fazla 50 adet bulundurulması ve diğer kürekçilerle karışık oturtulmalarını önerir. Bunlara “nafaka” adıyla çok düşük bir maaş ödenmekte, mavi gömlek, kırmızı salta[487] ve pabuç verilmektedir.

4. Hür kürekçilere ödenecek maaşlar oranında esir satın alınır.

5. Kürek mahkûmu suçlular’dır. Kürek mahkûmlarının yiyecek ve giyecekleri, “mirî gebrân” (forsa’lar) ile birlikte kaydedilmektedir.

Evliyâ Çelebi, Donanmaya “kürekçi” toplayarak para kazanan açıkgözleri şöyle anlatıyor: “Esnâf-ı Kasımpaşa mukdîmleri, Tersâne kethüdalarının eli altında dinsiz bir alay kavimdirler. Tersâne’de Donanma yerinde bu zâlimler kemerlerine yüz, yüz ellişer kuruş koyup İstanbula yeni gelmiş gözü bağlıları bozahane, meyhane, nigârhanelere götürüp «bu kadar mirî mal yedin!» diyerek küreğe gönderirler. Altı ay sonra eline bin akçe verip bırakırlar. «Eğer hoşuna gittiyse evvel baharda gel de iki bin akçe al» derler. Garib ve acîb âyyarı cihan bir kavimdir ki kürek erbâbını bularak, işsiz güçsüz adamları bu vechile kürek çekmeğe koşarak kâr ederler”.

Garb Ocakları’nın (Cezâyir, Tunus ve Trablusgarb) her yıl bir “Esir Seferi” düzenler, bunların bir bölüğünü tersaneye gönderirlerdi. [488]

f. Aylakçılar

Yelken devrine geçildikten sonra, ilkbahar ve yaz aylıklarından Donanma sefere çıkarken kıyı illerinden altı ay için toplanan ve sefer sonu dağıtılan aylıklı askerlerdi. Gelecek yılın sefer mevsimine kadar işsiz kaldıklarından kendilerine “sürekli bir işi olmayan aylak”ların mesleğinde oldukları anlamında “aylakçı” denilmiştir. Bunların sayıları müslüman ya da hristiyan olmalarından ziyade kalyonların büyüklük ve sayılarına göre değişir. Aylakçıların ücretleri Tersâne’de yapılan bir törenle hizmete başlarken ve dönem sonu olan Ağustos ayı evâsıtında (ortasında) ödenirdi. Bunların başlarına “ser aylak” denilirdi.

4. DONANMÂ-Yİ HÜMÂYÛN’UN  SEFER’E ÇIKMASI

Kaptan Paşa’lar Doğu Akdeniz’de ticaret gemilerinin emniyetini sağlamakla görevli olduklarından her yıl Donanma ile Akdeniz’e çıkar, Fas’a kadar uzanan kıyılar ve adalarda bulunan Kaptan Paşa Eyâleti’ne bağlı sancakları denetler, korsanları takip ederdi. Bu nedenle, her sene Mayıs-Haziran ayları arasında deniz seferi mevsiminde, Donanma’yı sefere çıkacak duruma getirmekle de yükümlü idiler.

Bahriyye’nin bütün işlerinden sadrazama karşı sorumlu olan Kaptan Paşa’nın makamı Tersâne idi. Donanmâ-yı Hümâyûn Tersâne’den geleneksel bir törenle hareket ederdi. Padişah Donanma’nın Yalı Köşkü önünden hareket etmesini buyurduğu zaman, bir gün öncesinden şeyhülislam davet edilir, Saray erkânı ve sadrazam maiyetleri ile hazır bulunurlardı.

Önce kaptan paşa merâsimle Tersâne’ye gelir, Tersâne emini tarafından karşılanırdı, bu sırada Mehterhâne Divanhane önünde hazır olurdu. Tersâne emini önde, kaptan paşaya mahsus sedefkârî âsâ elinde olduğu halde teşrifatçı ve Tersâne reisi kollarına girerek paşa yerine otururdu. Divanhâne imamı ve hatibi dua edip, müezzinler “âmin” deyip, dua tamam olunca Mehter çalmaya başlar ve Tersâne ricâli etek öperlerdi. Sonra tatlı yenir, kahve içilir ve buhur ikram edilirdi. Arkasından Kaptan Paşa Hazinesi’nden verilen hil’atler giydirilirdi.

Kaptan Paşa sadrazam ve ilgili devlet ricâli Tersâne’ye gelerek kaptan paşa ve gemi kaptanlarından Donanma hakkında gerekli bilgileri alır, noksanlık kalmadığını anlamak için genel bir denetim yapılır, “derya beyleri, patrona, kaptan, liman reisi, başmimar ve mimarlar, başağa ve ağalar, başçavuş ve çavuşlar, kâtipler, yiğitbaşıları ve kethüdalar, topçubaşıları” gibi Tersâne ricâline hil’atler giydirilirdi. Bundan sonra sadrazam Yalı Köşkü’ne giderek durumu Padişaha arz eder, Padişahın izniyle Donanma Tersâne’den hareket ederdi.

Donanma Bahçekapısı hizasına gelince bekler, haseki ağa, bostancıbaşı’nın sandalıyla kaptan paşa’yı alıp getirir, bu sırada bostancıbaşı ve ağalar “divanî” kıyafetleriyle sahilde onu selâmlayıp karşılarlardı. Kaptan Paşa kallavî kavuk ve soft ferâce giyinmiş olarak doğru sadrazam’ın yanına gelir, burada kahveler içildikten sonra sadrazam ve şeyhülislam’la birlikte Padişahın huzuruna “arz”a davet edilirlerdi. “Arz”da önce sadrazama serasere kürk giydirildiğinde Divan çavuşları alkış tutar, sonra şeyhülislam “beyaz kürk” giyer ama alkışlanmaz, arkasından kaptan paşa’ya “serasere kürk” giydirilir, alkışlanır, Donanma’nın muvaffakiyeti için şeyhülislam ile birlikte dua edilirdi. Bu sırada kaptan paşa’nın verdiği defter üzerine deryâ ümerâsı’na, kaptanlara, liman reisine teşrifat halifesi eliyle hil’atler giydirilirdi.

Hazır oldukları zaman mücevveze kavuklarını giymiş bostancıbaşı, çavuşbaşı ve diğer görevli ağaların mihmandarlığında Padişah huzurunda yer öptürülür ve sadrazam elindeki deftere göre kendilerini takdim ederdi. Bittiğinde önce kaptan paşa, sonra şeyhülislam ve en son da sadrazam huzurdan ayrılır, Darüssaade ağasının yerinde şerbet ve buhur verilirdi.

Kaptanpaşa kallâvî kavuk ve serâsere kürk giymiş olduğu halde 24 kürekli kayığına binerek gemisine dönerdi. Daha sonra önde “Paşa gemisi” olmak üzere pruva hattında muazzam ve görkemli bir alay nizamı ile yola çıkılırdı. Topkapı Sarayı’nın liman ağzında bulunan Yalı Kasrı önünde amiral gemisinden top ve tüfenk atılarak Padişah selâmlanır, Paşa gemisini izleyen bütün gemiler Yalı Köşkü’ndeki Padişahı yine top ve tüfenk atışlarıyla selâmlar, Sarayburnu‘nda bulunan toplar da Donanma’nın selâmına cevap verirlerdi. Sonra Donanma Beşiktaş’a doğru yönelir, Barbaros Hayreddin Paşa’nın türbesini ziyaret etmek üzere Beşiktaş önünde “lenger” atılır, Donanma’nın son denetlemeleri yapılırdı.

n Donanma’nın Sefer Dönüşü

Kaptan Paşa Donanma ile gelip Kurşunlu Mahzen önüne demir attığı sırada Sadrazam tarafından bir baş “bisatlı”[489] eğerlenmiş at, 20 Çuhadar ve 10 mehter Bahçekapısı’nda hazır bekletilir, kapıcılar kethüdası kaptan paşayı davet için Donanmaya gönderilir. Kaptan Paşa 24 kürekli kayığı ile kıyıya gelip, kendisi için hazırlatılmış ata biner. Kapıcılar kethüdası önünde olmak üzere Bâbıalî’ye sadrazam’ın Sarayına gelirler. Kethüdâ bey, reisülküttab, çavuşbaşı, tezkireciler, mektubî ve teşrifâtî efendiler Divanhâne merdivenlerinde karşılarlar. Kapıcılar kethüdası ve selâm ağası binek taşında karşılayıp kaptan paşa’nın koltuğuna girip, diğerleri önlerinde olarak Arz Odası’nda sadrazamın huzuruna götürürler. Sadrazam minderinden birkaç adım yürüyerek karşılar. Vezirler etek öptükten sonra tekrar minderine geçer. Kapı halkı da kaptan paşa’nın eteğini öperler. Bundan sonra tatlı yenir, kahve ve şerbet içilir, buhur ikram edilir. Kaptan paşa gitmek üzere ayrılır. Gelirken yapılan karşılama merasimin benzeri tekrarlanır. Gelirken bindiği atla iskeleye gider, at geri gönderilir. Ancak Sefer’den dönen kaptan paşa’ya kürk ve at verilmesi âdet değildir.