BÖLÜM I
DEVLET

Bütün monarşik idâreler gibi, Osmanlı Devleti’nde de yasama, yürütme ve yargı erklerinin mutlak sahibi teorik olarak padişah’tır. Ancak uygulamada Osmanlı Padişahı’nın sahip olduğu güçlerin sanıldığı kadar sınırsız olmadığı görülüyor. Yavuz Sultan Selim’den sonra “Halife-i Müslimîn” makamına da sahip olan Osmanlı Padişahları eylemlerinde ve kararlarında herşeyden önce Kur’an hukuku ile sınırlandırılmışlardır. Önemli konularda önce “müfti ül- en’am”dan fetva alırlar. Yine aynı sebepten ötürü Yargı’ya müdahale etmezler. Ya da başka bir deyişle Yargı bağımsızdır.

Diğer taraftan Şer’î hukuk dışında kalan örfî hukuk alanında da padişahların Fatih Sultan Mehmed ve Kanunî Sultan Süleyman kanunnâmeleri gibi cedlerinin temel yasalarına da, âdeta vasiyet hükmünde saygılı ve riayetkâr oldukları görüyoruz. Bu bağlamda Padişah’ın kişisel istekleri dışında kanun metinleri Divan-ı Hümâyun tarafından görüşülerek hazırlanmaktadır. Çıkarılacak fermanların aynı konuda önce yayımlanmışlara ters düşmediği hususu da “Müfti ül- Kanun” olarak bilinen Nışancı tarafından incelenir.

İstanbul dışındaki “taşra” örgütleri kendi sancak ya da eyâlet kanunnâmelerindeki hükümleri ve Merkez’den gönderilen emirleri uygulamakla yükümlüdürler. İlke olarak merkezî hükümet’ten gelen “evâmir-i devlet”e uymaları zorunlu olmakla beraber, eyâletlerin yönetimi günümüzdeki terminoloji ile “vesâyet” biçiminde yürütülmemektedir. Beylerbeyleri ve vâliler kendi eyâlet divan’larında kararlar alıp daha sonra bunları Divân-ı Hümâyun’a onaylatıp mahkeme siciline işleterek yürütülen hemen hemen yarı bağımsız anlamda bir yönetim erkine sahiptirler.