(
“Melek inancı” konusunun bütün yönleriyle ele alınıp incelenmesi neticesinde, kâinâtın yaratıldığı andan itibaren, meleklerin veya benzeri rûhi varlıkların, çeşitli vasıflar altında, dünya sahnesinde rol aldıkları müşâhede edilmiştir. İnsanlık tarihi boyunca, ilâhi olsun, gayri ilâhi olsun, bir inanca sahip olan her toplumda, bu rûhi varlıkların mevcûdiyetine inanıldığı kanâatine varılmıştır. İlâhi dinler olarak kabûl edilen Yahûdilik, Hıristiyanlık ve İslâm dinlerinde meleklerin varlığı, Hz. Âdem’in yaratılışından önceye uzanmakta, ilk rolleri de, ona secde ile emrolunmaları şeklinde belirmektedir. Secde ile emrolunmaları hâdisesi, onlar için bir imtihân özelliği taşımakta, bu imtihân sonucunda ise, Allah tarafından kendilerine çeşitli görevler tevcih edilmektedir. Dünya nizâmının düzenli bir şekilde yürümesi için, melekler emrolundukları işleri yerine getirme faâliyetine koyulmuşlar, kıyâmete kadar da bu mükellefiyetin idrâki içerisinde olacak şekilde programlanmışlardır.
Materyalist düşüncenin ötesinde, mânevi bir âlemin mevcûdiyyetini kabûl edip, bir disiplin muvâcehesinde takdim edilen inanç sistemlerinde, meleklerin mevcudiyetini inkâr etmek, o sistemi, olduğu gibi inkâr etmek demektir. Hele bu gerçek, ilâhi dinler açısından düşünülecek olursa, daha da önem arzetmektedir. Çünkü tanrısız, vahiysiz ve peygambersiz bir din düşünülemez. Vahyi Tanrı’dan alıp, peygambere ulaştırmada aracılık vazifesi yaparak, dinin bel kemiğini oluşturan meleğin mevcût olmadığı ilâhi bir din, hiç düşünülemez.
Bu husus, üç ilâhi dinin kutsal kitapları tarafından da açık bir şekilde isbât edilmektedir. Çünkü hem Eski ve Yeni Ahid, hem de Kur’ân-ı Kerim, meleklerin kabûl edilmediği ve gerek dolaylı olarak gerekse doğrudan doğruya meleklerin söz konusu edildiği cümle ve âyetlerin çıkarıldığı bir atmosfer içerisinde düşünüldüğü takdirde, bu kitapların ilâhilik özelliğini nasıl kaybedeceği, dolayısıyla insanların yazmış olduğu kitaplarla bir farkının kalmayacağı hususu hemen göze çarpar. Nitekim Allah’tan geldiği şekliyle muhâfaza edilemeyen Eski ve Yeni Ahid’in, meleklerden soyutlanmış olan bazı bölümlerinde bu gerçek müşâhede edilmektedir. Hattâ öyle ki, bu durumun ne kadar önemli olduğunun farkında olan Kutsal Kitap yazarları, kendi hayâl dünyalarında, bir melek âlemi oluşturmak sûretiyle, yazmış oldukları metinlere bir ilâhilik kazandırma çabası içine girmişlerdir. Kur’ân-ı Kerim’de ise, bir dinin ilâhilik vasfı taşıması için, meleklerin varlığının kabûl edilmesi gerektiği, çeşitli sebeplerle vurgulanmakta ve meleklerin varlığını inkâr edenlerin, dinin dışına çıkacağı hususu belirtilmektedir.
Melek kavramı, “Meleklerin Özellikleri, Sayısı, Sınıflandırılması ve Görevleri” alt başlıklarıyla, her üç dinin kendi krıterlerine göre düşünüldüğünde, bu dinlerin, bu konularda birbirlerine benzeyen ve birbirlerinden farklı olan yönleri bulunduğu görülmektedir. Yahûdilik’teki melek inancının, Babil Esâreti döneminde İran ve Bâbil inançlarının etkisi altında kaldığı ve bir değişime uğradığı müşâhede edilmektedir. Hattâ o dönemde, Yahûdilik’te, sadece melek inancı açısından değil, âhiret inancı ve diğer rûhi varlıklar inancı konusunda da çeşitli gelişmeler olmuştur. Hıristiyanlık’taki melek inancı ise, Yahûdiliğin etkisi altında kalmış ve “Rabbin Meleği”, “Kerubiler”, “Serâfıler” gibi melek isimleriyle, meleklerin tasnifı listesinde tam bir ortak tutum içerisine girmişlerdir. İslam’da ise, diğer dinlerle çok nâdir bazı benzerliklerin bulunduğu farkedilmiş olsa da âyet ve hadislerin net çizgileri, bu dinin melek inancı konusundaki önemli farkını gözler önüne sermektedir. Bu hususlar, “Karşılaştırma” bölümünde detaylı olarak belirtilmiştir.
Son olarak şunu ifade etmeliyiz ki, bütün toplumlarda “Görünmeyen Varlıklar Düşüncesi” mevcuttur. Ancak bunlar, “Melek, Cin, Şeytan, Ruh” gibi varlıklar olarak birbirine karıştırılmıştır. İlâhi dinlerde her ne kadar bunların özellikleri netleşiyorsa da, bu, İslâm’da daha da net bir çizgiye oturtulmuştur. Yani, melek melektir, cin cindir, şeytan da şeytandır. Bu varlıklar özellik itibariyle net çizgilerle birbirinden ayrılmaktadır. Bununla birlikte her üç dinde de, aynı ehemmiyette olmamakla birlikte, melek inancı, iman esasları arasında sayılmış, bu varlıkları inkâr eden kimseler, İslâm’da dinin dışında kabûl edilmiş, diğer iki din tarafından da “boş inançlılar” olarak vasfedilmişlerdir. Melek inancı, sadece mânevi düşüncede kalmayıp, insanın edebi ve sanat hayatına da yansıyarak, resim ve edebiyat sahalarında bile çeşitli tasvirleri yapılmıştır. Bu varlıklar her toplumun inanç ve yaşayış tarzına göre şekillenmiş ve genellikle saflık, güzellik temizlik, günahsızlık gibi kavramların sembolü olmuştur. Sonuçta, bu varlıkların, doğumundan ölümüne kadar her merhalede insanla beraber olduğu, Allah’a ibadet ve insana hizmet için yaratıldığı kanaatine varılmıştır.