Ca’fer b. Ebi Muhammed’in de; “Meleklerin kokusu, gül kokusudur, peygamberlerin kokusu ise ‘sefercel’ kokusudur.” dediği rivayet edilmektir.[1246]
Bu rivâyetlerden de anlaşıldığı gibi, meleklerin güzelliği konusu o kadar yaygın olarak bilinmektedir ki, sadece İslâm’da değil, diğer iki dinin halk kültüründe de melekler âdetâ “güzellik” mefhûmunu ifade eder bir özelliğe sahiptir. Buradaki güzelliğin sadece maddi değil, rûh güzelliğine işaret ettiği de düşünülebilir. Çünkü “günahsızlık” da bir güzelliktir.
O. Meleklerin İradeleri
Meleklerin ve hayvanların, bir emre taalluk eden irâdeleri yoktur. Onlar âdeta, Allah’ın emirlerini yerine getirme, O’na ibadet ve tâat konusunda, kurulmuş saat gibidirler. O’nun emrinin dışında hareket edemezler, fakat insan böyle değildir. O, Allah’ın emriyle meşgûl olduğu gibi, bazen kendisine gaflet ve nisyân da hâkim olabilir. Yani insan, kendi irâdesine yakılmış; melekler ise, tamamen Allah Teâlâ’nın irâdesi altında bulunçtadırlar.[1247]
P. Meleklerin Şefaatleri, Sevgi ve Lanetleri
Meleklerin, şefâat edip edemeyeceği konusuna da Kur’ân-ı Kerim’de temas edilmekte ve şöyle denilmektedir:
“Göklerde nice melek var ki, onların şefâatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için, Allah’ın izin vermesi dışında bir işe yaramaz.”[1248]
Yani, izinsiz şefâat etmeleri mümkün değildir. Hattâ şefâat etseler bile yine fayda vermez. Bundan gaye, rızâsı aranacak olan tek mabudun, melekler değil, Allah olduğu inancını pekiştirmektir.[1249]
Ancak, meleklerin, müminleri sevmesi mümkündür. Zira Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadisi şerif de, Hz. Peygamber; “Allah bir kulu sevdiği zaman Cibril’e; “Allah falancayı seviyor, onu sen de sev’ diye nida eder. Sonra Cibril de onu sever ve semada ‘Allah falancayı seviyor onu siz de sevin’ diye nida eder. Böylece o kişiyi sema ehli de sever ve o kişi yeryüzünde de makbul birisi sayılır.”[1250] demektedir.
Bununla birlikte, meleklerin, bazı kimselere lânet etmeleri hususu da söz konusudur.[1251] Hatta sadece kâfirlere değil, muayyen günahları işleyenlere de lânet ederler. Hadislerde, bir adamın, yatağına davet etmesine rağmen bu daveti reddeden karısına sabaha kadar lânet etmeleri[1252] kardeşine silahı doğrultup onu tehdit eden kimseye lânet etmeleri[1253] Rasûlüllah’ın ashabına sebbeden kimseye lânet etmeleri[1254] Allah’ın şeriati’nin uygulanmasına mâni olanlara lânet etmeleri[1255] gibi hususlar da yer almaktadır.
Melekler âdemoğlunun incindiği şeylerden de rahatsız olurlar. Hz. Peygamber’in; “Soğan ve sarımsak yiyen, mescidimize yaklaşmasın, çünkü melekler, Ademoğulunun rahatsız olduğu şeylerden rahatsız olurlar.”[1256] Sözü bunu ifade etmektedir.
III. MELEKLERİN SINIFLANDIRILIŞI
Melekleri, önem ve büyüklük sıralarına göre tanıtmaya geçmeden önce, onların sayısı hakkındaki rivayetleri vermeye çalışalım.
A. Meleklerin Sayıları
İslam âlimlerinin hemen hepsi, Kur’ân ve hadis ışığında, meleklerin, adet olarak sayılamayacak kadar çok olduklarını belirtmekle birlikte, onların kesin bir sayı ile tehdit edilemeyeceğini vurgulamışlardır. Bu konuya genel olarak, Müddessir Süresindeki şu âyet delil gösterilmektedir:
“Biz, cehennemin işlerine bakmakla, ancak melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını ise, inkârcılar için sadece bir imtihân (vesilesi) yaptık ki, böylelikle, kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye inansın, iman edenlerin imanını artırsın; hem kendilerine kitap verilenler, hem de müminler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler de ‘Allah bu misalle ne demek istemiştir ki?’ desinler. İşte Allah böylece, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola eriştirir. Rabb’inin ordularını kendisinden başkası bilemez. Bu ise, insanlık için, bir öğütten ibârettir.”[1257]
Meleklerin sayılamayacak kadar çok olduğunu anlatmak için, Hz. Peygamber’in şöyle dediği bildirilmektedir: “Sema gıcırdamaktadır. Ve gıcırdamak hakkıdır. Onda bir ayak izi kadar yer yoktur ki, bir yerde rükû ve secde eden bir melek bulunmasın.”[1258]
Müfessirler bu gibi ayet ve hadislerden hareketle meleklerin çokluğunu bazı orantılarla ifade etme yoluna gitmişlerdir. Bu orantılardan birine göre âdemoğulları, cinlerin onda biri; cinler, kara hayvanlarının onda biri; bunların hepsi kuşların, uçan hayvanların onda biri; bu sayılanların hepsi deniz hayvanlarının üçte biri ve bütün bunlar da yeryüzüne müvekkel olan meleklerin onda biri mesâbesindedir. Sonra dünya seması melekleri, bütün bunlardan, o nisbette çok fazla ve ikinci sema melekleri de hepsinden, o nisbette fazladır. Yedinci semaya kadar, aynı oranda artarak devam eder. Sonra buraya kadar sayılanların toplamı, ‘Kürsi melekleri’ne nazaran az bir şeydir. Sonra hepsinin toplamı, Arş etrafında dönen meleklere nispeten, denizden bir damla kadar kalır.[1259]
Suyûti, “El-Habaik fi Ahbâri’l-Melâik” isimli eserinde, meleklerin çokluğu ile ilgili yirmi bir rivayet toplamıştır.[1260] Bunlardan bazılarına göre, göklerde, üzerinde bir meleğin cephesinin ve ayaklarının bulunmadığı hiçbir yer yoktur.”[1261] Aişe’den gelen bir rivayete göre yedi semada da ne bir ayak yeri, ne de bir karış yer, ne de bir avuç içi kadar yer yoktur ki, orada kıyâmda ve secdede olan bir melek bulunmasın. Kıyamet vakti gelince onlar hep beraber, “Allah’ım! Seni tenzih ederiz. Sana hakkıyle ibadet edemedik. Ancak Sana hiçbir şeyi şirk koşmadık’ derler.[1262] Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem: “Allah’ın, meleklerden daha çok olan yaratığı yoktur.”[1263] demiştir. Vehb’den gelen bir rivayette, “Arş’ın çevresinde, birbiri ardında sâf sâf, yetmiş bin sıra melek vardır. Bunlar, gece gündüz Arş’ın etrafında dönerler. Kimi tehlil, kimi de tekbir getirir. Bunların arkasında da yetmiş bin saf vardır ki, onlar da, elleri boyunlarında olarak kıyamda dururlar. Onların da arkasında yüz bin saf vardır ki, onlar da, sağ ellerini sol elleri üzerine koyup kıyama durmuşlardır”[1264] denilmektedir. Ebû Said elHudri’den rivâyetle Hz. Peygamber, “Göklerde bir melek vardır ki, adı İsmâil’dir. Emrinde yetmiş bin melek vardır. Onların her birinin emrinde de, yetmişer bin melek bulunmaktadır.[1265] demiştir. Tirmizi’nin rivayetinde, “Cehenneme her gün yetmiş bin yular atılır, her yuların beraberinde de yetmiş bin melek vardır. Buna göre kıyâmet günü cehennemde, sadece bir gün atılmış olan dört milyar dokuz yüz milyon melek hazır bulunacaktır.”[1266] denilmektedir. Hz. Peygamber Mi’râc’a çıktığında, yedinci semada Beytü’l-Ma’mûr’u görmüş ve Cebrâil’e ondan sorduğunda, o: “Bu, Beytu1-Ma’mûr’dur; orada her gün yetmiş bin melek namaz kılar.” demiştir.[1267]
İbn Teymiyye’ye göre, kitap ve sünnette, meleklerin çokluğu ile ilgili bir bilgi yoktur, belirli bir sayı ile de sınırlandı olmamaktadır. Meleklerin on ya da ondokuz tane olduğunu söyleyenler olmuştur. Bu kimseler, Allah ve Rasûlünden gelen nakillerden habersiz, akıllarına ve nefislerine göre hareket etmektedirler. Böyle düşünen kimseler, bu konuda yanlış düşünmüş olurlar. Çünkü meleklerin isimleri ve miktarları konusunda ittifak sağlanmamıştır.[1268]
Zemahşeri, “Rabb’inin ordularını ancak kendisi bilir.”[1269] âyetinin tefsirinde şu bilgileri vermektedir: “Allah’ın, meleklerin sayısını kendisinden başkasına bildirmemesinde bir hikmet vardır. Bunu, ancak kendisi bilir. Kendisinden başka hiçbir kimsenin, bunu bilmesi mümkün değildir. Tıpkı göklerin ve yerlerin adetlerindeki, senenin ve ayların günlerindeki, burçların, yıldızların adetlerindeki ve şeriatte belirtilmiş olunan namazların, keffâretlerin ve hadlerin miktarlarındaki hikmetin ne olduğunu, kendisinden başka hiç bir kimsenin bilemediği gibi. Ayete ‘Rabb’inin ordusunu, aşırı derecede çok olduğu için ancak O bilir şeklinde de mana verilebilir. Aslında bu âyet, Ebû Cehil’in: ‘Muhammed’in Rabb’inin, ancak ondokuz yardımcısı mı var?’ sözüne bir cevap da teşkil etmektedir.[1270] Kesir de bu âyetin tefsirinde: “Vehim sâhibi bir kimse, meleklerin sayısını sadece ondokuz sanmasın diye, bu bilgiyi Allah Teâlâ kendine has kılmıştır.” şeklinde bir açıklamada bulunmuştur.[1271]
Bu konuda birçok rivâyet nakledilmesine rağmen, meleklerin belirli bir sayı ile tehdit edilmediği ve bunun ancak Allah tarafından bilinebileceği anlaşılmaktadır.
B. Meleklerin Tasnifi
Melekler üç kısma ayrılmaktadır:
1. Kısım: Hz. Muhammed’in, kendilerine emir ve nehiyle, yani iyiliği emredip, kötülükten sakındırmaları için gönderildiği meleklerdir ki, bunlar, yeryüzü melekleri ve yeryüzü ile birinci sema arasında bulunan meleklerdir.
2. Kısım: Hz. Muhammed’in kendilerine nehiyle değil, sadece emirle gönderilmiş olan melekler. Nitekim Allah Teâlâ, bu melek sınıfı için, “Allah’a âsi gelmezler ve emrolunduklarını yaparlar.”[1272] ifadesini kullanmaktadır.
3. Kısım: Kendilerine ne emirle, ne de nehiyle, hiçbir rasûl gönderilmeyen meleklerdir ki bunlara “el-Melâiketü’l-Âlûn” denir. Nitekim Sâd sûresinde, “Allah, ‘Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden mi (âlûn) oldun?” dedi.”[1273] denilerek buna işaret edilmektedir. Bu melekler, Allah’a ibadet etmektedirler. Bir peygambere ihtiyaç duymadan, bizzât kendileri ibadete muktedir kılınmışlardır. Onlar, Allah’ın, Âdem’i ve onun dışında bir varlık yarattığını bilmezler.[1274]
C. Meleklerin Çeşitleri
1. Büyük Melekler
Allah Cebrâil, Mikâil ve İsrâfil ismindeki melekleri, diğerleri arasından seçmiştir. Bunlardan Cebrâil ve Mikâil’den, Kur’an’da, özel isimleriyle bahsederek şöyle demiştir: “Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil ve Mikâil’e düşman olursa, bilsin ki, Allah da kâfirlerin düşmanıdır.”[1275] Peygamber de “Ey Cebrail, Mikail ve İsrafil’in Rabbi Allah’ım! Cehennem ateşinden ve kabir azâbından sana sığınırım!”[1276]Diye yaptığı bir duâsında, bu üç meleğin isimlerini anarak, onların, diğer melekler arasında seçkin bir yerlerinin bulunduğunu vurgulamıştır. Hz. Aişe, Rasûlüllah’ın, başka bir duâsında yine şöyle dediğini rivâyet etmektedir: “Cibril’in, Mikâil’in, İsrâfil’in ve Muhammed’in Rabbi olan Allah’ım! Cehennemden sana sığınırım.”[1277]
Hadislerdeki ifadelere göre, Kur’an’da ismi geçmeyen İsrâfil ve Azrail de meleklerin büyükleri arasında telakki edilmiştir. Azrail’e Kur’ân’da “Melekü’l-Mevt” (Ölüm Meleği) ismi verilmiştir. Ebu’l-İzz el-Ezreği bu meleklerden, “Meleklerin Reisleri” ismiyle söz eder ve onların, emri ve yaratıkları konusunda, Allah’ın elçileri, kendisi ve kulları arasında aracıları olduklarını, Rab’lerinden aldıkları emirleri, âlemin bütün bölgelerine tebliğ ettiklerini, O’nun emriyle yanma çıktıklarını ve semaların onlarla beraber gürlediğini ifade etmektedir.[1278]
Meleklerin büyükleri arasında, en faziletlisinin hangisi olduğu konusunda da bazı görüşler ileri sürülmüştür. Muhammed Kanbûr, bu dört meleğin en faziletlisinin Cebrâil ve İsrâfil olduğunu, fakat bu ikisi arasında, hangisinin daha üstün olduğu hususundaki rivâyetlerin farklılığı sebebiyle, bu meselenin ihtilaflı bulunduğunu belirtmektedir.[1279] ibn Abbâs’tan gelen bir rivâyette Hz. Peygamber, “Size, meleklerin en faziletlisini haber vereyim mi? O, Cibril’dir.”[1280] demiştir. Vehb’den rivâyet edilen bir haberde, “Meleklerin Allah’a en yakını Cibril’dir, sonra Mikâil’dir. Bu durum, Cibril’in üstünlüğüne delil teşkil eder.” denilmektedir.[1281] İbn Mes’ud merfû olarak, “Yaratıkların Allah’a en yakını, İsrâfil’dir.” rivâyetini nakletmektedir. İkrime b. Halid’in rivayetinde ise, “İsrafil, Allah ile Cibril, Mikâil ve Melekü’l-mevt arasında, Allah’ın emînidir.” denilmektedir.[1282]
Eş Şa’râni’ye göre meleklerin, birbiri arasındaki üstünlükleri ile ilgili, kesin bir nass yoktur. Hiç kimse de, kendi aklına dayanarak, melekler arasında bir tefâdul ortaya koyamaz. Meselâ, ‘Cibril, İsrâfil ve Mikâil’den; Azrail, es-semau’d-Dünya meleği olan İsmeîl’den daha üstündür’ denemez. Bu husus akılla değil, ancak sahih nasslar yardımıyle bilinebilinir.[1283]
Bakara süresindeki: “Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil ve Mikâil’e düşman olursa, bilsin ki, Allah da kâfirlerin düşmanıdır.”[1284] âyetinde, iki büyük melek, âdeta başka bir cinsten imişler gibi, özel isimleriyle yeniden zikredilmektedirler. Bu zikir, onların şeref ve üstünlüklerini belirtmektedir.[1285] Bazı kimseler bu âyette, Cebrail’in önce gelmiş bulunmasını, Mikâil’den efdal olmasına delil göstermişlerdir ki, Âlûsi’ye göre de meşhur olan budur. Bazı kimseler de, Cebrâil’in vahiy ile vazifeli oluşunu diğerlerinden üstün olduğuna delil göstererek şöyle derler: “Vahiy, ruhların gıdasıdır. Mikâil ise, yağmur ve rızık meleğidir. Yağmur ve rızık, bedenlerin ihtiyacıdır. Ruhların gıdası, bedenlerin gıdasından hayırlıdır. Bunun için, vazifesi daha faziletli olan, daha faziletlidir ve dolayısıyla Cebrail, Mikail’den daha üstündür.” Âlûsi bu bilgileri verdikten sonra kendisinin de Cebrail’in üstünlüğüne kani olduğunu belirtir ve “Bence, Cebrail’in üstünlüğü için sayılanlardan daha kuvvetlisi, Rasûlüllah ile Mikail’den daha fazla olan dostluğu, yardımı, ona ve ümmetine olan sevgisidir.”[1286] der.
Bütün bu bilgilerden anlaşıldığına göre, İslâm âlimlerinden çoğu, Cebrâil’in, diğer meleklerden üstün olduğunu kabûl etmektedirler.
Şimdi bu melekleri tek tek ele alıp tanıtmaya çalışalım:
A. Cebrâil (as)
Bu kelimenin önce iştikâkını ve ifade ettiği manaları görelim:
Tefsirlere ve lügat kitaplarına bakıldığında, bu kelimenin, değişik kıraatlerle ifade edildiği görülmektedir. Aslı İbranice olan bu kelime, Rasûlüllah’a vahiy getiren meleğe isim olarak kullanılmaktadır. Alemiyet ve ucme özellikleri taşıdığından, bu kelime, gayrı munsarıftır. Arablar bunu sekiz lügat üzerine söylemişlerdir. Bunlardan meşhur olanları dörttür ve kırâet-i aşerede vârid olmuştur:
1. Selsebil vezninde: “Cebreil”, Hamze ve Kisai kırâetleri,
2. “Cebreil”: Ebûbekir rivâyetiyle Asım kırâeti,
3. “Cebril”: İbn Kesir kırâeti,
4. “Cibril”: Diğer altı imam ve Hafs rivâyeti üzere Âsim kırâeti.
Diğer dört lügat ise Cebrâil, Cebrâil, Cebral ve Cebrindir.[1287]
İbn Abbas’a göre “Cebrail”, “Cebr” ve “Iyyl” gibi iki kelimeden meydana gelmiştir. “Cebr”, kul (abd) manasına, “Iyyl” ise, Allah manasına gelmektedir. İkisi beraber “Allah’ın kulu” manasına “Abdullah” karşılığıdır. İbn Abbâs (r.a.) da böyle demiştir.[1288] Kur an-ı Kerim’de üç yerde, asıl ismi olan “Cibril” kelimesiyle ifade edilmiştir.[1289] Kur’an’da “Cebrâil” şeklinde yazılı olmamasına rağmen, konuşma dilimizde bu melek için en çok kullanılan isimdir.
Kur’ân-ı Kerim’de, Cebrâil için kullanılan bazı isimler yer almaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Er-Rûhu’l-Kudüs: Bakara Suresinde, “Meryemoğlu İsa’ya mûcizeler verdik ve onu Rûhü’l-Kudüs ile destekledik.”[1290] buyuran Allah, hakkında bu ismi kullanarak, onun, taharetin özü, aslı ve sırrı olduğunu beyan etmiş ve şerefli kılmıştır.[1291] Katâde, Süddi, Dahhâk ve Rebi’in beyanına ve İbn Abbâs’tan bir rivâyete göre, Rûhu’l-Kudüs, Cebrâil’dir. Başka görüşler de olmakla birlikte, en sahih görüşün bu olduğu ifade edilmiştir. Çünkü Rasûlüllah, Hassan b. Sâbit’e bir defasında, “Kureyş’i hicvet, Rûhul-Kudüs seninledir.”[1292] buyurduğu gibi, diğer bir defasında da, “Kureyş’i hicvet, Cebrail seninledir.”[1293] demiştir. Demek ki Rûhu’l-Kudüs Cebrâil’in “Rûhu’l-Emin” gibi bir ismidir. Nitekim Hassan b. Sabit: “Allah’ın rasûlü olan Cibril bizdedir; o, Ruhu’l-Kudüs un, bir başka dengi yoktur.” diyerek Ruhu’l-Kudüs’ün, Cibril olduğuna işaret etmiştir.[1294]
Er-Rûhu’l-Emin: Cebrâil, Rabb’inin kavli ve ameli risaleteni tebliğde emin olduğu için bu isimle anılmıştır.[1295] “(Rasûlüm!) Onu (Kuran), Ruhu’l-Emin (Cebrail), uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle senin kalbine indirmiştir.”[1296] ayetinden bu anlaşılmaktadır.
Rûh: Cebrâil’in bir vasfı da Rûh’tur. Yalnız, İsrâ sûresinde geçen “Sana rûhu sorarlar. De ki, “Rûh, Rabb’imin bir emridir; (zaten) size az bir ilimden başkası verilmemiştir.”[1297] ayetinden rûhun kesin olarak Cebrâil olduğu kanaatine varılmaz.
Buradaki rûhtan maksat, kendisiyle bedenin hayat bulduğu rûhtur. Fakat onun, Cibril olduğu da söylenmiştir. Hattâ kan ve nefs olduğunu söyleyenler de olmuştur.[1298] Onun, yetmiş bin yüzü olan bir başka melek olduğu da belirtilmiştir. Her yüzünde yetmiş bin dili vardır. Her bir diliyle, Allah’ı yetmiş bin ayrı dilde tesbih eder. Allah Teâlâ, onun her tesbihine bir melek yaratır. Yine, bunun, âdemoğlu sûretinde, elleri ve ayakları olduğu halde, ne melekler, ne de insanlar olmayan, yemek yiyen, Allah’ın ordularından bir ordu olduğu ifade edilmiştir.[1299]
İbn Kesir’e göre, buradaki rûh, insan rûhudur.[1300] Nahl süresindeki, “O, kendi emriyle, kullarından kimi dilerse, ona (peygamberlerine) vahiyle melekleri (Cebrail’i) indirir.”[1301] Ayetinde geçen “ruh” kelimesi, ekseriyete göre, “vahiy” manasına kullanılmıştır.[1302] Meryem Süresindeki, “Meryem, onlara karşı bir perde çekmişti. Derken Biz ona Rûhu’muzu gönderdik de, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü.”[1303] âyetindeki “rûh”, ekseriyete göre Cebrâil’dir. Buradaki “rûh’ un Hz. İsa’nın rûhu olduğunu söyleyenler olmuşsa da, bu görüş, âyetin zahirine ters düşmektedir.[1304] “Onda (Kadir Gecesinde) melekler ve Rûh, Rab’lerinin izniyle, her bir iş için iner de iner.”[1305] âyetindeki “Rûh”un, kim ve ne olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir.
İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye’ye göre, “Rûh”, meleklerden bir tâifedir, melekler bu tâifeyi, ancak Kadir Gecesi, güneşin batışından, fecrin doğuşuna kadar görebilirler.[1306] Nesefı ve İbn Abbâs da, bu âyette geçen “rûh”un, Cibril olduğunu ifade etmektedirler.[1307] Âlûsi ise: “Cumhûra göre Rûh, Cebrâil’dir, onun, meleklerle beraber ve ayrıca zikredilmesi, Cebrâil’in Allah indindeki fevkalade şerefindendir.”[1308] demektedir.
En-Namûsu’l-Ekber: Hz. Aişe’den gelen bir rivayetten anlaşıldığına göre en-Nâmûsu’l-ekber ismin Cebrâil için kullanılmaktadır. Hz. Peygamber’e ilk vahiy geldiğinde, kendisine bu vahyi getiren varlığı Hz. Hatice’ye anlatmış, Hatice de bunu, amcası Varakaya bildirmiştir. Bunun üzerine Varaka, “O, Musa’ya gelen ‘en-Nâmûsu’1-Ekber’dir.” demiştir.[1309] Nâmûsu’l-ekber Kur’ân’ın metnini Rasûlüllah’a tebliğ etmesi münasebetiyle, “Kuran, değerli bir elçinin (Cebrâil’in) getirip okuduğu sözdür. İşte o elçi, Arş’ın sâhibi olan Allah’ın katında güçlü ve itibarlıdır. Kendisine uyulan, emin bir elçidir.”[1310] ayetinde altı sıfatla methedilmiştir:
Bu sıfatlar şöyle sıralanabilir:
Elçi (Rasûl): Bu isim ona, diğer melekler arasında bir seçkinlik vermektedir.
Kerim: Bu sıfatta, onun için bir şeref olduğu belirtilmektedir.
Kuvvet Sâhibi: Necm sûresinde de: “Çünkü onu, kuvvetlinin kuvvetlisi (Cebrâil) öğretti ki, o, aklında ve davranışında kâmil bir melektir.”[1311] buyrularak, buna işaret edilmektedir.
Mekin: Allah katında yüce bir itibarının olduğunu anlatmaktadır.
Muta: Yani, “diğer melekler arasında, kendisine itâat edilen” manasına gelmektedir. Bu da onun meleklerin önderi olduğuna delildir.
Emîn: Rabb’inin kavli ve ameli risaletini tebliğde emindir.[1312]
Cibril ile ilgili rivâyetleri Suyûti, “el-Habâik” isimli eserinde toplamıştır.[1313]
Yahudilerin Cebrâil’e niçin düşman olduklarına gelince, bu konuda şunlar söylenmektedir.
İbn Abbas’ın rivayetine göre, Yahudiler, Rasûlüllah’ı, çeşitli sorularla imtihandan geçirmek istiyorlardı. Her sordukları soruya doğru cevap aldıklarında: “Doğru söyledin.” diyorlar, son olarak da ona, “Senin dostun kim?” dediklerinde, Rasûlüllah, “Cibril” diye cevap veriyordu. Rasûlüllah’ın bu cevabına onlar itiraz ederek, “O, harb ve azâb indirir; o, bizim düşmanımızdır, eğer rahmet ve yağmur indiren Mikail deseydin, sana inanırdık.” demişler ve bu ayet nazil olmuştur.[1314] Başka bir rivayete göre Hz. Ömer bir gün, Yahudilerin Tevrat okudukları okullarına girdi ve aralarında şöyle konuşmalar oldu: Hz. Ömer onlara, Cebrail hakkındaki fikirlerini sordu. “O, bizim düşmanımızdır. Çünkü Muhammed’e bizim sırlarımızı veriyor. Hem o, şiddet, zorluk ve azâb meleğidir. Hâlbuki dostumuz olan Mikail kurtuluş, hayır, rahmet ve re’fet meleğidir.” dediler. Hz. Ömer bunun üzerine şunu sordu: “Bu iki meleğin Allah yanındaki yerleri nasıldır? Onlar da: “Cebrail Allah’ın sağındadır, Mikail solundadır, aralarında da düşmanlık vardır.” dediler. Hz. Ömer: “Eğer dediğiniz gibi ise, onlar iki düşman olamazlar. Kim onlardan birine düşman olursa, o, Allah Teâlâ’nın da düşmanıdır.” dedi ve yanlarından ayrıldı. Rasûlüllah’ın yanına geldiğinde, bu âyetin nâzil olduğunu öğrendi. Rasûlüllah, onun Yahudilerle yaptığı konuşmalardan vahyen haberdar olmuştu. “Ey Ömer! Rabb’in, senin sözüne muvâfık âyet gönderdi’ diyerek Hz. Ömer’e iltifat ettiler.[1315]
Bu açıklamalardan anlaşılmaktadır ki, vahiy meleği olması ve Hz. Peygamberle sık görüşmesi sebebiyle Cebrâil, diğer meleklere nazaran daha üstün ve şereflidir. Kuranda onun sadece üç defa ismi geçmekte olup, bunun dışında yukarıda bahsedilen isimlerle de kendisine işaret edilmektedir.
B. Mikâil (as)
Müfessirler “Mikâil” kelimesinin çeşitli kırâatlerde okunduğunu belirtmektedirler:
Bu kelimeyi Nâfi, “Mikâil”; Ebû Amr, Ya’kûb ve Hafs rivâyetiyle Âsim “Mikâl”; diğer kıraat imamları ise “Mikâil” şeklinde okumuşlardır. Mikeil, Mikeil ve Mikâil şeklinde okuyanlar da olmuştur.[1316] Bu isim Cebrâil gibi, “Mik” ve “iyi” gibi iki kelimeden meydana gelmiştir. “Mik, ubeyd, yani kulcağız; “iyi” de, Allah manasına gelmektedir. İkisi beraber, “Ubeydullah (Allah’ın kulcağızı)” karşılığındadır.[1317]
Bu kelime Kur’an’da sadece bir defa zikredildiği Bakara süresindeki, “Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman olursa bilsin ki, Allah da inkârcı kâfirlerin diüşmanıdır.”[1318] ayetinde, Allah Teâlanın, bu meleği, Cebrail’den hemen sonra zikretmiş olması ve Cebrail’e düşman olanın kâfir olduğu gibi mikâil düşman olanın da kâfir olduğuna işaret etmesi bu meleğin de büyük bir değere sahip bulunduğunu göstermektedir. O da Cibril gibi, Bazen, nebilerden bazılarına inmiştir. Nitekim peygamberliğinin ilk sıralarında Rasûlüllah’a da yakınlaşmış, fakat Cebrâil’in vazifesi olduğu için, Rasûlüllah’la daha sık olarak o muhatap olmuştur. Çünkü Cebrâil, vahiy meleğidir, Mikâil ise rızık meleğidir.[1319]Mikâil, yağmur ve nebâtların müvekkelidir. Bu dünyadaki rızıklar, bu iki maddeden yaratılmaktadır. Mikâil’in bazı yardımcıları vardır ki, onlara, Rabb’inin emrini yapmalarını emreder. Rabb’in dilediği şekilde, rüzgâr ve bulut üzerinde tasarrufta bulunurlar. Semadan yeryüzüne inen her yağmur damlasının beraberinde, bir melek de iner ve o yağmur damlalarını düşmesi gereken yere yerleştirir.[1320]
Bazı rivâyetlerde de Mikâil ile ilgili birtakım bilgiler verilmektedir. Enes’den rivayetle Hz. Peygamber Cibril’e; “Bana ne oldu da Mikail’i hiç gülerken görmedim.” diye sorunca Cebrail, “Cehennem yaratılandan beri Mikail hiç gülmemiştir.”[1321] demiştir. Hz. Peygamber’in, “gök ehlinden iki vezirim Cibril ve Mikâil’dir. Yeryüzü ehlinden iki vezirim de Ebûbekir ve Ömer’dir.”[1322] sözü de bu iki meleğin ne derece üstün melekler olduğunu gösterir.
Hz. Ali’den gelen bir rivayette ise; “Gökler ehlinin müezzini Cibril, imamı ise Mikail’dir. Mikâil, el-Beytü’l-Ma’mûr’da toplanan meleklere imamlık yapar. Onlar orada tavaf ederler, namaz kılar ve istiğfar ederler. Allah, onların sevablarını, istiğfarlarını ve tesbihlerini Hz. Muhammed’in ümmetine yazar.”[1323] denilmektedir.
C. İsrâfil (as)
Bu melek Kur’ân’da, “Sûr sâhibi” olarak belirtilmiş olmasına rağmen, “İsrâfıl” ismiyle anılmamaktadır. Ancak “Sûr üfleme” hadisesinin anlatıldığı her yerde, zımnen İsrâfil’den de bahsedilmektedir. Meselâ, Yasin süresindeki; “Nihayet Surun üfürülmesi yaklaştı. Bir de ne göresin! Onlar, kabirlerinden kalkıp, koşarak Rab’lerine giderler.”[1324] ayetinde olduğu gibi, Sur’dan bahseden âyetler, hep mechûl fiillerle gelmekte ve bu fiillerin esas fâilinin, İsrâfil olduğu kabûl edilmektedir.
Kaf Sûresi’ndeki, “Çağıranın, yakın bir yerden nidâ edeceği güne kulak ver.”[1325] âyetinde, çağırandan maksat, İsrafil’dir. Bunun gibi, İsrafil’in imâ edildiği daha birçok âyet vardır.[1326]
Bu melek, Allah’ın emriyle, kıyâmet günü, birinci üfürmeyi yaptığı zaman, yer ve göklerde olan herkes ölür. Ancak, Allah’ın, bu ölümden müstesnâ kıldıkları hariç. Çünkü Allah, istisnâ tuttuğu bu varlıkların ruhlarını, “Sûr” üfürme vasıtası olmadan kabzeder. İsrâfil, ölümden sonra tekrar hayata dönüş için, ikinci nefhayı üfürür.[1327] İsrafil’in kullandığı bu “Sûr”, lügatte, “berk” (şimşek) demektir. O, “Kıyamet saatinde, yer ve göklerde diri olanların helâk edilmesini gerçekleştirme gayesiyle, İsrafil’in üfürmesi için Allah’ın hazırladığı bir âlettir.” diye târif edilmiştir.[1328]
“Cibril’in ismi Abdullah, Mikâil’in ki Ubeydullah, İsrâfil’in ki ise, Abdurrahmân’dır.”[1329] Hz Peygamber, Allah’a en yakın olan meleğin İsrâfil, sonra Cebrâil, sonra Mikâil, sonra da Ölüm Meleği olduğunu söylemiştir.[1330] Ayrıca “İsrafil’in, sûr sâhibi, Cibril’in onun sağında, Mikâil’in ise solunda olduğunu belirtmiştir!”[1331] Başka bir rivayete göre Yaratıklar arasında, Allah’a, İsrafil’den daha yakını yoktur. Onunla Allah arasında yedi perde vardır. Onun bir kanadı maşrikde, bir kanadı mağribde, bir kanadı yedinci kat yerde, bir kanadı da başı yanındadır. O, başını iki kanadı arasına koymuş olarak durur. Allah, bir iş emrettiği zaman, içinde emrettiği şeyler yazılı olan levhalar, İsrafil’e gösterilir. İsrâfil oraya bakar ve Cibril’e nidâ eder. Onun nidasını duyan meleklerden her biri, korkudan bayılırlar. Kendilerine geldikleri zaman “Rabb’imiz ne dedi?” derler. Bu sesi işitenler, “O, Yüce ve büyük olan Allah’ın, Sûr Meleğini müvekkel kıldığı gerçektir. O sûr meleğinin ayaklarından biri yedinci kat yerdedir. Dizleri üzerine çökmüş, bakışlarını Sûr’a dikmiş, Allah’ın, kendisini yarattığından beri, bu bakışları hiç çevirmeden, Sûr’a üfürmek için, kendisine işaret edeceği zamanı bekler.” Abdullah b. el-Hâris, şâhid olduğu bir olayı şöyle anlatmaktadır: “Hz. Aişe’nin yanındaydım. Ka’b da oradaydı. Aişe, ‘ey Ka’b! İsraâfil’den bahseder misin ?’ dedi. Ka’b şöyle anlattı: ‘O, Allah’ın bir meleğidir ki, bir kanadı maşrikde, bir kanadı mağribde, biri de kürek kemiklerinin üst kısmı arasındadır. Arş da, onun sırtındadır’. Hz. Aişe ‘Rasûlüllah’dan da aynısını duymuştum” dedi. Ka’b sonra şöyle dedi: “Levha (levh-i mahfuz) onun alnındadır, Allah bir işi murâd ettiği zaman, o, bu işi, o levhada tesbit eder.” Başka bir rivayette Leys şöyle der: Bana Hâlid, Said’den tahdis ettiği şöyle bir rivayette bulundu: ‘Bize ulaştığına göre, İsrâfil gök ehlinin müezzinidir. Oniki saat gündüz, oniki saat gece, yani, her saat ezân okur. Onun ezânını insanlar ve cinler hariç, yedi kat gök ve yedi kat yerde olanlar işitir. Sonra İsrâfil onların önüne geçerek hepsine namaz kıldırır. İbnü’l-Mübârek de bu konuda şöyle demiştir: “Kıyâmet Günü ilk defa İsrâfil çağrılır ve Allah Teâlâ ona, ‘Ahdimi tebliğ ettin mi?’ der. O da, ‘evet Ya Rab! Cebrâil’e tebliğ ettim’ diye cevap verir. Sonra Cebrâil çağrılır, ona da ‘İsrâfil sana ahdimi tebliğ etti mi?’ denir. O da ‘evet’ der ve İsrâfil serbest bırakılır. Sonra Allah (c.c.) Cibril’e: ‘Ahdim konusunda sen ne yaptın?’ diye sorar. O da, ‘ya Rab, peygamberlere tebliğ ettim’ der. Sonra peygamberler çağrılır. Onlara, ‘Cibril size ahdimi tebliğ etti mi?’ denir. Onlar da, ‘evet’ derler ve Cibril de serbest bırakılır.”[1332]
Kur’an’da “İsrâfil” ismiyle anılmayan bu melek, birçok rivâyette azametli özellikleriyle tanıtılmaktadır. Onun, Kıyâmetin kopmasını sağlayacak “Sûr” isimli âleti üflemek için görevlendirildiği belirtilmektedir.
D. Azrail (as)
Kur’ân-ı Kerim’de bu meleğin ismi, “De ki, size vekil kılınan Ölüm Meleği canınızı alacak, sonra Rabb’inize döndürüleceksiniz.”[1333] ayetinde de görüldüğü gibi Azrail değil, Melekü’l-Mevt (Ölüm Meleği) olarak geçer:
Müfessirler Ölüm Meleği ile ilgili görüşlerini genellikle bu ayeti açıklarken ortaya koymaktadırlar. Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre Ölüm Meleği, muayyen bir şahıstır. Bazı rivayetlerde o, “Azrail” diye isimlendirilmektedir Dolayısıyla o bu isimle meşhûr olmuştur. Onun yardımcıları da vardır ve ruhları cesetlerden çıkardıkları anlatılır. Can boğaza gelince Ölüm Meleği onu alır. Nitekim Ka’bu’l-Ahbâr bu konuda şöyle demiştir: “Ölüm Meleği, içinde dünya ehlinden birisi bulunan her evin kapısını, her gün yedi defa yoklar, orada, canını almakla emrolunduğu birisi var mı diye bakar.”[1334]
“Öldürme işi”, ölüm meleğine mâledilmektedir. Bu iş, En’âm sûresinde elçilere,[1335] Zümer sûresinde ise, Allah’a[1336] atfedilmektedir. Esasında bu âyetler arasında bir zıtlık yoktur. Bu âyette, can’ın boğaza ulaşması hâsıl olmuş bir halde iken, doğrudan doğruya, onu, Ölüm Meleğinin aldığından bahsedilmektedir. En’âm süresindeki elçiden maksat, Azrail’in yardımcılarından biridir, bu yardımcı, ruhu kabzedilmesi emrolunan kişinin ruhunun, tırnağından boğazına kadar gelmesini sağlar. Zümer sûresinde ise, bu can alma işi, gerçeğe hamledilmektedir ki, o gerçek can alıcı ise Allah Teâlâ’dır .[1337]
“Ölüm Meleği için dünya, el içi gibi kılınmıştır. O, dilediği kimsenin canını meşakkatsizce alır. O, yeryüzünün doğusundan batısına kadar, bütün yaratıkların ruhlarını kabzeder. Onun, rahmet meleklerinden de, azâb meleklerinden de yardımcıları vardır.” “Ölüm Meleği’nin görev yapma sınırı, meşrik ile mağrib arasıdır.” “Denildi ki, ölüm meleğinin elinde bir harbe vardır. İki doğunun (maşrikayn) önüne ulaşır ve insanların yüzüne derin derin bakar. Çünkü günde iki sefer, her evin halkını yoklar ve eceli gelmiş olan bir insan gördüğü zaman, elindeki harbe ile onun başına vurur.”[1338]
Nahl suresinde; “Kendilerine haksızlık ederlerken, meleklerin, canlarını aldıkları kimseler (azabı görünce), ‘bilseydik biz hiç bir kötülük yapmazdık’ diyerek teslim olurlar.”[1339] buyurulmaktadır. Burada, “can alma” görevini meleklerin yaptığı belirtilerek, çoğul sigası kullanılmıştır. Bazı müfessirler, buradaki meleklerden maksadın, Ölüm Meleği olduğunu, çoğul sigasının, müfred mana ifade ettiğini ve bu çoğul sigasının, meleğin şânını yücelttiğini ve büyüklüğünü ifade etmek için kullanıldığını vurgulamışlardır.[1340]
Ölüm Meleğinin bazı insanların canını almakla görevli olmadığını ileri sürenler de olmuştur. Onların canını, vâsıtasız bir şekilde, bizzât Allah’ın kendisinin aldığı beyân edilmiştir. Nitekim İbn Mâce’nin, Ebû Ümame’den rivâyet ettiği şu hadis-i şerif de, bu görüşe delil gösterilmektedir: “Allah, insanların ruhlarını almakla Ölüm Meleğini vazifelendirmiştir. Fakat denizde şehid olanların ruhlarını Allah kendisi alır.”[1341] Bazı kimseler “İnsanlar için olan ölüm meleği ayrı; cinler, şeytanlar ve akılsız varlıklar için olan ayrıdır.” demişlerdir. Fakat ekseriyete göre, Ölüm Meleği, bütün canlılar için birdir.[1342] Bunun da ismi “Allah’ın kulu” manasına gelen Azrail’dir.[1343]
Nâziât suresinde; “Andolsun, (kâfirlerin cesetlerine) boğulmuş olan ruhlarını taa derinliklerinden söküp koparan, (mu’minlerin canını ise) rıfk ile çıkaran (ölüm melek)lerine.”[1344] Ve Nahl suresinde; “İşte Allah, takvaya erenleri böyle mükâfâtlandırır ki, bunlar, meleklerin pâk ve âsûde olarak canlarını alacakları kimselerdir, selâm ve selâmet size. İşlemekte olduğunuz iyi (amellerin) karşılığı olmak üzere, girin cennete derler.”[1345] buyurulmaktadır.
Bunlar, hayatlarında olduğu gibi, ölürken de, Allah’ın, kendilerine nasip etmiş olduğu iman ve İslâm temizliği üzere kolayca can verirler. Allah’tan bir müjde olarak cennete gireceklerini, ölüm meleklerinden öğrenirler. Muhammed Kurazi, “Mü’min kulun ömrü tamam olunca ona melek gelir ve: ‘Ey Allah’ın dostu! Rabb’inin sana selâmı var.’ de.” diye rivâyet etmektedir.[1346] Ancak burada, kişinin girmek için müjdelendiği yer, cennetin bizzât kendisi değil, cennet bahçelerinden bir bahçe olan kabridir.[1347]
Cafer b. Muhammed’in, babasından rivâyet ettiği hadiste, Hz. Peygamber, ensardan bir adamın başına gelen Ölüm Meleği’ne baktı ve “Ey Ölüm Meleği! Arkadaşımın rûhunu rıfk ile al, çünkü o bir mümindir.” buyurdu. Ölüm Meleği, Rasûlüllah’ı, “Ey Muhammed! Gönlünü hoş tut, gözün aydın olsun. Çünkü ben, her müminin ruhunu rıfk ile alırım. Mü’minlere karşı rıfk içinde davranırım. Bilmiş ol ki, yeryüzünde bulunan her evi, günde beş defa mutlaka kontrol ederim. Onun için, insanların küçüğünü büyüğünü, onlardan iyi bilirim. Allah’a yemin ederim ki, Allah, almamı emretmedikçe, hiçbir ruhun bir parçasını almayı istesem de gücüm yetmez. İnsanları namaz vakitlerinde yoklarım.”[1348] sözleriyle onu müjdelemiştir.
Hz. Peygamber, “Ölüm Meleği insanı yokladığı zaman şeytan kaçar!” buyurmuştur.[1349] Bazı ayetlerde, meleklerin, kâfirlerin canını zorla, kopararak ve eziyet ederek aldıkları ifade edilmektedir: “Melekler, o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura ve: ‘Tadın cehennem azabını’ diye diye canlarını alırken görmeliydin.[1350] “Artık melekler, onların (kâfirlerin) yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırlarken, halleri nice olacak.”[1351] Nihâyet elçi meleklerimiz, canlarını almak üzere onlara geldiklerinde diyecekler ki: “Allah’ı bırakıp da tapageldiğiniz (tanrılarınız) nerede?” (Onlar da cevaben şöyle) diyecekler: “Onlar bizi bırakıp kayboldular.” Kendileri kendi aleyhlerine, muhakkak küfredenler olduklarına şâhidlik edeceklerdir.[1352] “Ölümün şiddetleri içinde meleklerin de pençelerini uzatarak kendilerine: ‘Haydi bakalım canlarınızı kurtarın!’dedikleri zaman, sen o zalimleri bir görmelisin.”[1353] cümlelerinde bu konu yer almaktadır.
Azrail, ölüm meleklerinin reisidir. Azrail’in, reisliğini yaptığı ölüm melekleri iki gruptan meydana gelmektedir.
En-Nâziât: Şiddet ve azâb vererek, kâfirlerin canlarını çıkaran gruptur.
En-Nâşitât: İncelik ve yumuşaklık içinde, müminlerin ruhlarını alan meleklere verilen addır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de: “Söküp çıkaranlar, yavaş yavaş çekenler.”[1354] âyetleriyle bunlara işaret edilmiştir.[1355]
Azrail’in sıfatları konusunda da çeşitli bilgiler verilmektedir. Buna göre İsrâfil gibi o da, dünyayı kaplayacak, bütün denizlerin ve bütün nehirlerin suyu başının üstüne akıtılmış olsa, bir damlası bile yere düşmeyecek kadar bir büyüklüktedir. Onun, dördüncü veya yedinci gökte, nûrdan bir makamı (şerir) vardır. Ayaklarından biri orada, diğeri ise cennetle cehennem arasındaki köprü üzerindedir. Onun yetmişbin ayağı olduğu da söylenir. Bazı rivayetlerden anlaşıldığına göre, başlangıçta Azrail de diğer melekler gibi idi. Allah, insanı yaratmak istedi ve bunun için Cebrâil’e toprağın unsurlarından bir avuç almasını emretti. Fakat İblis tarafından karıştırılan toprak öyle mukavemet etti ki, ne Cebrâil, ne Mikâil, ne de İsrâfil, aldıkları emri yerine getirebildi. Fakat Azrail, buna muvaffak oldu. O zaman Allah onu, yüreğinin sertliğinden dolayı ‘Ölüm Meleği’ olarak tayin etti. Aynı zamanda o, kuvveti sebebiyle de ölüm meleğidir. Allah ölümü yarattığı zaman, temaşa etmeleri için, melekleri çağırdı. Melekler, ölümün hayrete şâyân kuvvetini görerek, kendilerinden geçtiler, düştüler ve böylece bin yıl baygın kaldılar. Sonra uyanarak, “Ölüm, mahlûkların en kuvvetlisidir.” dediler. Fakat Allah, “Azrail’i ben ona hâkim kıldım.” buyurdu.[1356]
Görülüyor ki, Kur’an’da ismi “Melekü’l-Mevt” olarak geçen Azrail isimli melek, can almakla görevlendirilmiştir. Can alma konusunda Allah ona cesâret vermiştir. Zirâ diğer büyük melekler kendilerine yapılan teklifi kabul etmemişlerdir. Azrail’in yanında, can alma konusunda ona yardımcı olan başka melekler de vardır. Aynı anda sayısız canlıyı nasıl öldürdüğü konusunda bazı yorumlar yapılmaktadır. Günümüz düşünürlerinden Ahmet Hulûsi bunu bir misal ile şöyle izâh etmektedir: “Uranüs’e gitmekte olan gök aracı, NASA merkezinden gönderilen radyo dalgaları ile yönlendirilmekte veya çeşitli faaliyetlerle hazırlanmaktadır. Bunun gibi yörüngemizdeki sayısız uydular hep NASA merkezi tarafından gönderilen radyo dalgaları ile yönetilmektedir. İşte Azrail isimli melek de yaydığı dalgalar ile beyinlerde bir tür kontağı etkilemekte ve “ölüm” denilen beyin durmasını oluşturmaktadır. NASA’nın bir merkezden yaptığı yayın nasıl aynı anda binlerce uyduya ulaşıp hükmünü icra ediyorsa, Azrail’in yaptığı yayın da aynı anda binlerce alıcı tarafından algılanarak gereği oluşmaktadır.”[1357]
2. Diğer Melekler
Yukarıda anlatılan “Büyük Melekler”in dışında insanlara yardımcı olmaları gayesiyle yaratılmış olan başka melekler de vardır. Bu melekler genellikle vazifelendirilmiş oldukları işin manasına uygun bir isimle tesmiye edilmişlerdir. Şimdi bu melekleri tanıtmaya çalışalım:
A. Kiramen Kâtibin Melekleri
Kur’an’da, “Şunu iyi bilin ki, üzerinizde muhafızlık eden değerli kâtipler vardır. Onlar, yapmakta olduklarınızı bilir ve yazarlar.”[1358] denilmektedir.
Bu âyetten anlaşıldığına göre, Allah Teâlâ her insan için, kendisinden ayrılmadan, amellerini yazmakla görevli, her an hazır olan melekler yaratmıştır. Nitekim Kaf sûresinde de “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız: Çünkü onun sağında ve solunda oturan, her davranışı yakalayıp tespit eden iki melek vardır. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, dediklerini zabteden (bir) melek hazır bulunmasın.”[1359] buyurularak bu hususa işaret edilmektedir.
İnsanın amellerini yazmakla görevli olan bu melekler, söz ve fiil itibariyle, insandan sâdır olan her şeyi yazarlar. Kur’an’ın, “İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, dediklerini zabteden melek bulunmasın.”[1360] ifadesi de buna işaret etmektedir. Bunun için insan, kendisinden sâdır olan her şeyi kendi kitabında (amel defterinde) bulacaktır. Amel defteri suçluların önüne konulunca nasıl bir davranış içine girdikleri Kur’an’da şöyle dile getirilmektedir:
“Kitap ortaya konmuştur. Suçluların onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. ‘Vay halimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın yaptıklarımızın hepsini sayıp dökmüş.’ derler. Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabb’in, hiç kimseye zulmetmez.”[1361]
İbn Kesir, “Çünkü onun sağında ve solunda oturan iki melek vardır.”[1362] âyetinin tefsirinde, Hasan-ı Basri’nin, bu âyeti okuyup, sonra şöyle dediğini zikretmektedir: “Ey Âdemoğlu! Senin için genişçe bir sahife vardır. Ve yanında iki kerim melek bulunmaktadı. Biri sağında diğeri ise solunda idi. Sağındaki melek iyilikleri, solundaki kötülükleri kaydeder. Dilediğin gibi hareket et. İster az yap, ister çok. Öldüğün zaman sahifen dürülür ve seninle beraber boynuna bağlanarak kabre gider, kıyâmet günü sen kabrinden çıkıncaya kadar, seninle orada kalır”[1363] Hasan-ı Basri’nin bu yorumu, “her insanın amel defterini boynuna astık. İnsan için, Kıyâmet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. Ona, ‘kitabını oku! Bu gün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter’ denilir.”[1364] ayeti de desteklemektedir.
İbn Kesir yine, “İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, dediklerini zabteden melek bulunmasın.”[1365] âyetini tefsir ederken, İbn Abbâs’tan şöyle bir rivâyet nakletmektedir: “O melekler, insanın, hayır ve şer bütün konuştuklarını yazar. Hattâ ‘yedim, içtim, gittim, geldim, gördüm vs.’ demesini bile. Perşembe günü olunca da bu yazdıklarını arz eder.”[1366]
İnfıtar Süresindeki, “Onlar, yaptıklarınızı bilirler.”[1367] âyetinden hareketle, meleklerin, kalbi fiilleri de yazdıklarına hükmedilmiştir. Sıhhatinde ittifak edilmiş olan şu hadis de, bu delili kuvvetlendirir. Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: “Allah (c.c.): ‘Kulum bir iyiliğe niyet edip de yapmasa, ona yine bir iyilik sevâbı yazılır. Eğer o iyiliği yaparsa on katı sevap yazılır.” Başka bir hadisde ise şöyle buyurulmaktadır: “Melek: ‘Allah’ın bu kulu kötülük işlemek istiyor, hem de bile bile’ dedi. Buna karşı Allah (c.c.), ‘Onu kontrol edin, eğer yaparsa mislini yazın, fakat terk ederse terk ettiğinden dolayı yine bir iyilik yazın. Çünkü o, o kötülüğü benim azabımdan korktuğu için terk etmiştir.’ buyurdu.”[1368]
Buhâri’de bulunan bir rivayette Rifâa b. Râfı ez-Zerki şöyle bir hatırasını anlatmaktadır: “Bir gün, Rasûlüllah’ın arkasında namaz kılıyorduk. Rasûlüllah başını rüküdan kaldırdığı zaman, ‘semiallahû limen hamideh’ dedi. Onun arkasında bir adam, ‘Rabbenâ leke’l-hamd hamden kesiran tayyiben mübâreken fıhi’ dedi. Selâmdan sonra Rasûlüllah, ‘Konuşan kimdi?’ dedi. O adam, ‘bendim’ dedi. Sonra Rasûlüllah ‘bu sözü yazmakta yarış eden otuz melek gördüm’ dedi.”[1369] Başka bir münasebetle de, “Soldaki melek, hatalı Müslüman kul belki tevbe ve istiğfâr eder diye, kalemi altı saat kaldırıp, yazmadan tutar. Eğer hatasından vazgeçmeyip tevbe etmezse o zaman yazar”[1370] demiştir.
Ahmed b.Hanbel hastalığından dolayı inliyordu. Onun iniltisini Ta’vûs duydu ve ona, “Melek, inlemeye varıncaya kadar her şeyi yazar.” dedi. Sonra Ahmed, vefât edinceye kadar hiç inlemedi.[1371] Bu rivayetten de anlaşıldığına göre, her insan için, amellerini murâkabe ve tescil eden iki tane müvekkel melek vardır. İnsana tâbi olan bu melekler, hep insanla beraberdirler. Fakat insan onları hissedemez. Ancak nasslarda ve Şeriat’in tesbit ettiği şekilde onlara inanır. İnsan, kendi hayâl dünyasından da bir şey ilâve edemez. Meleklerle ilgili şer’i bir nassın keyfiyetini araştırmaya da giremez. Çünkü bunlar ğayb mes’elelerindendir.[1372]
Kirâmen Kâtibin meleklerinin, tâbi oldukları kimseyle beraber tuvalete girip girmeyeceği de söz konusu edilmiştir. El-Hâlimi’ye göre bu iki melek, o insanla beraber, oraya girmekle görevlendirilmişlerdir. Ya da Allah onları bu durumdan uzak tutar ve bu melekleri, o kişinin yaptığı şeyden muttali kılar. Bu şekilde onun fiillerini yazarlar. Böylece emrolundukları işi yapmış olurlar.[1373] Suyûti’ye göre ise, bu meleklerin, tuvalete de girmeleri emrolunmuştur. Ancak Allah, onlara ikrâm olsun diye tuvalete girmeden, daha onun yolunda, içeride olan şeylerden, bu melekleri muttali kılmaktadır. Ve onların emrolundukları şeyi yazmalarını sağlamaktadır.[1374]
Hz Peygamber, “İçinde köpek, sûret ve çan bulunan eve melek girmez.”[1375] dediğine göre “Kirâmen Kâtibin ve Ölüm Meleği, görevlerini nasıl yaparlar?” sorusuna, “Bundan maksat, meleklerin, amelleri yazmak ya da ruhları almak için girmemesi değil, o evdeki kula ikram etmek, dua etmek ve onu tebrik etmek için girmemesi hususudur.”[1376] şeklinde cevap verilmiştir.
Bu iki meleğin oturdukları yer konusuna İnfitâr sûresinin yukarıda temas edilmiş olan 11-12. âyetleri ve Kaf sûresinin 17-18. âyetleri açıklık getirmektedir. Ne ile ve ne üzerine yazdıkları konusuna gelince, el-Hâlimi’ye göre bu konuda nasslarda bir açıklığa rastlanılmamaktadır. Ancak, dürüp açmaya müsâit olan bir madde üzerine yazdıkları söylenebilir. Belki, İsrâ süresindeki “Her insanın amel defterini boynuna astık. İnsan için kıyâmet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.”[1377] âyeti buna delil gösterilebilir. Allah Teâlâ bu melekler için, insanların, üzerine yazıp çizdiği kâğıt ve deri cinsinden şeylerin daha parlak ve aydınlatılmışını ve yine insanların, kendisiyle yazdığı mürekkepli ya da mürekkepsiz kalemin daha iyisini melekler için yaratmaktan âciz değildir.[1378]
B. Koruyucu (Hafaza) Melekler
Koruyucu meleklerin mevcûdiyetine dair bilgi Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir:
“Sizden, sözü gizleyenle açığa vuran, geceleyin gizlenenle gündüzün yürüyen (O’nun ilminde) eşittir. Onun önünde ve arkasında, Allah’ın emriyle onu koruyan takibciler (melekler) vardır.”[1379]
İbn Abbâs bu âyeti açıklarken, Allah’ın, bu melekleri, önünden ve arkasından insanı koruması için görevlendirdiğini ifade etmektedir. Mücâhid’in beyanına göre hiçbir kul yoktur ki, onun için, kendini uykuda veya uyanıkken, cinlerden, insanlardan ve hayvanlardan korumakla görevli bir melek olmasın. Bunlardan birisi kula gelirken melek ona ‘geri dön!’ der. Ancak Allah müsade ederse, o kişiye bunlardan bir kötülük İsabet edebilir. Nitekim bir adam Hz. Ali’ye, “Bir grup insan senin öldürülmeni istiyor.” dedi. Hz. Ali de, “Her insan için iki melek vardır ki, muktedir olamadığı şeylerden onu korurlar. Mukadderat geldiği zaman, o insan ve melek arasında hiçbir bağ kalmaz. Ecel ise, sağlam bir kalkandır.” dedi.[1380]
Allah melekleri, kullarını korumak için göndermiştir. Tâ ki, kendisi için takdir edilmiş olan ecel gelinceye kadar, âit oldukları kişiyi korumaya devam ederler.[1381] Ra’d sûresinin 11. âyetindeki “el-Muaggibât” sözü, En’âm sûresinin 61. âyetinde “Hafaza Melekleri” olarak ifade edilmektedir. “O, kullarının üstünde, yegâne kudret ve tasarruf sâhibidir. Size koruyucu melekler gönderir.”[1382] ayetini Zemahşeri şöyle tefsir eder: “Gecenizde ve gündüzünüzde, sizin amellerinizi muhâfaza eden, kontrol altında tutan Hefeza Melekleri vardır ki, aslında bunlarla da Kirâmen Kâtibin meleklerine işaret edilmektedir. Esmei, kendisinden teleffuz ettiği faydalı ilmlerin hepsini yazan Ebû Hâtim es-Sicistâni’ye bir gün:”Sen, Hafaza Meleklerine benziyorsun. Zira küçük bir sözü bile yazıyorsun” diyerek, Hafaza Meleklerinin, büyük küçük her şeyi kaydettiklerine işaret etmiştir.”[1383]
Zemahşeri, bu konuyla ilgili olarak da şu bilgileri vermektedir: “Eğer insanın aklına, ‘Allah Teâlâ’nın sonsuz ilmi vardır, meleklerin yazmasına ihtiyacı yoktur; peki meleklerin yazmasının faydası nedir?’ diye bir soru gelirse, bu soruya şöyle cevap verilebilir: Burada, Allah’ın, kulları için bir lûtfu vardır. Çünkü onlar biliyorlar ki Allah kendilerinin murâkıbıdır. Melekler ise, O’nun yaratıklarının en şereflileridirler. Kendilerinin müvekkelleri ve koruyucularıdırlar. Amellerini sahifelere yazarlar ve kıyâmet günü şahidlerin reislerine arzederler. İşte bu durum, kullarını kötülüklerden uzaklaştırır ve meneder.”[1384]
Târik Süresindeki “Hiçbir nefis (insan) yoktur ki mutlaka onun üzerinde bir koruyucu, bir denetleyici bulunmasın.”[1385] ayetinde belirtilen koruyucu ve denetleyicilerden murad kulun amellerini, yaptığı iyi ve kötü işlerini tesbit eden Hafaza Melekleridir. Bunlar, insanın rızkını ve ecelini de muhâfaza ederler.[1386] Allah’ın vazifelendirdiği bu melekler, kulu aynı zamanda, afetlerden de korurlar.[1387]
Hz. Peygamber’in, “İnsanın, bal tasından sinekleri kovaladığı gibi, her mümini belâlardan koruyan, belâları kovalayan yüz altmış melek vardır. Eğer kul, şeytandan kendi kendini korumaya bırakılsaydı, şeytan göz açıp kapamaya kalmadan onu kapıverirdi.”[1388] sözü de Hafaza Meleklerinin insanı belalardan koruduğunu belirtmektedir.
Batı’da yapılan çalışmalarda da, bu konunun İslâm’daki yeri şöyle dile getirilmektedir: İslâm’a göre, her ölümlü, daha doğar doğmaz, iki melek tarafından karşılanır. Bunlardan biri sağma, diğeri de soluna yerleşir. Sürekli olarak ona göz kulak olma, bütün hal ve hareketlerini not etme göreviyle yükümlüdürler. Kişi bir iyilik işlediğinde, iyi yolda sebat etsin diye Yüce Allah’a o kul için duâ ederler. Eğer bir kötülük işlerse, Yüce Allah’ın, suçlu üzerinde merhametini geniş tutması için duâ ederler. Hatasından dolayı pişmanlık duyduğunda, onu affetmesi için yalvarırlar. Hesap Gününde koruyucu meleklerin kitabı okunacak, kaydedilmiş bütün ameller özenle tartılacak ve verilecek olan hüküm, sonuca göre açıklanacaktır.[1389]
Hafaza meleklerinin, kendisine müvekkel oldukları kimse öldükten sonra gökteki ibadet yerlerine gidecekleri ve o kişi mü’min ise, onun kabrinin başında duracakları, dirileceği güne kadar ona istiğfar edecekleri ifade edilmektedir.[1390]
C. Münker ve Nekîr
Bu meleklere münker ve Nekîr ismini Hz. Peygamber vermiştir. Hadislerde, bunların, kabir sualini soran melekler olduğu anlatılmaktadır.[1391] Kul öldükten sonra Münker ve Nekîr denen iki melek gelir. Bu iki melek, kulları kabirlerinde sorguya çekerler. Mü’minlere, cevaplarda yardımcı olurlar, kâfirlere ise azâb ederler. Kıyâmet gününde İsrâfil, Sûr’a üfürünce, bunlar, insanları hesap için toplarlar. Kâfirleri cehenneme, mü’minleri de cennete sevkederler. Kâfirlerin cehennemde azâb olunmalarını; mü’minlerin ise, cennette selâmet bulmalarını temin etmeye çalışırlar.[1392]
Ehl-i Sünnet âlimlerine göre münker ve nekîrin sualleri, ölen herkes için eşittir. Öyle ki, o ölü ister kabrinde, ister vahşi hayvanların veya kuşların karnında, isterse rüzgârların esintilerinde helâk olduktan sonra, onun tozları arasında olsun.[1393] Ölen insan eğer mü’min değilse, Münker ve Nekîr’in sualinden sonra mezarı, bir cehennem başlangıcı; mümin ise, a’râf başlangıcı olur ve kıyâmetten sonra buradan cennete geçebilir. Ölü, evliyadan biri ise, onun mezarı, cennet başlangıcı da olabilir. Bu suallere, ıstılah olarak, “Münker ve Nekîr’in suâli” veya “kabir azâbı” denilir. Hıristiyan dinindeki küçük kıyâmet telakkisine benzeyen bu akide, sem’iyât (yalnız Kur an ve hadislerin şehâdeti ile inanılacak hususlar)ın birini teşkil eder. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’deki bazı âyetlerin[1394] Münker ve nekîre zımni olarak işaret ettiği dikkati çekmektedir.[1395]
Münker ve Nekîr meleklerinin, bütün ölülerle, birbirinden uzak mekânlarda, aynı anda nasıl muhatab olabildiği tartışılmış ve cüsselerinin büyüklüğü ile bu işi gerçekleştirdikleri ifade edilmiştir. Genel kanaate göre bu iki melek birçok yaratıkla tek bir cihette, sadece bir defa muhatap olur. Bu muhataplardan her biri, kendisinden başka muhatapın olmadığını zanneder. Allah Teâlâ da, onun haricindekilerin cevabını duymasına mâni olur. Bu şekilde, meleklerle sadece kendisinin muhatap olduğunu zannedip, ona göre cevabını verir.[1396] Allah Teâlâ suâl meleklerini büyük bir cemâate benzetir. Onların bir kısmını “münker”, bir kısmını ise, “Nekîr” diye isimlendirir. Tıpkı, kişinin amellerini yazmakla görevli iki melek olduğu gibi, her ölüye de bunlardan ikisini gönderir.[1397]
Hz. Peygamber’in, “Ölü, kabre konulunca, iki melek gelir. Bunların birisine münker, diğerine de Nekîr denir. Bu iki melek: “Bu adam hakkında ne demiştin?’ derler. O da, ‘o, Allah’ın kulu ve rasûlüdür” der. Bu melekler: ‘senin bunu söylediğini biz biliyorduk’ derler. Sonra onun kabrini yetmiş zira genişletirler. Ve ışıklandırırlar. Ve bu kişiye ‘uyu’ denir.”[1398] sözü de Münker-Nekîr’in mahiyetini ortaya koyar.
Ebû Hureyre münker ve Nekîrle ilgili şöyle bir hâtırasını anlatmaktadır: “Hz. Peygamber ile bir cenâzeye gitmiştik. Cenâzeyi defnedenler kabrin başından ayrılınca, Rasûlüllah şöyle dedi: ‘Şu anda o, kabirde, sizin ayak seslerinizi duyar. Ona, gözleri bakırcının kazanı gibi, azı dişleri sığır boynuzu gibi, sesleri gök gürlemesi gibi münker ve Nekîr denilen iki melek gelir. Oturur ve onu sorguya çekerler. Eğer istedikleri gibi cevaplar verirse, kabrinden cennete bir kapı açılır ve kabri genişler. Fakat o insan şer ehlinden ise, ‘ben, insanlar bazı şeyler söylüyorlardı, onları işittim ve onları söyledim’ der. Bunun üzerine onun kabrinden cehenneme bir kapı açılır.”[1399]
Halk arasında “Sual Melekleri” diye de adlandırılan münker ve Nekîr meleklerinin vazifesi, diğer meleklerde olduğu gibi, insanın hayatını devam ettirdiği anlarda değil, eceli gelip ölümü tattıktan sonra başlamaktadır. Daha ana rahminde, bir damla suyun insan şekline dönüşmesinde görev alan meleklerin, öldükten sonra da yine insanla muhatap olması dikkat çekmekte ve Allah’ın insan için takdir etmiş olduğu üç boyutlu zamanda, meleklerden hiç ayrı olmadığı anlaşılmaktadır.
D. Mukarreb Melekler
Meleklerin, “Allah’a yakın olanlar” manasına gelen “mukarrabûn” diye ifade edilen bir zümresi daha vardır. Nisa sûresinde, bu meleklerle ilgili olarak, “Ne Mesih ve ne de melâiketü’l-mukarrabûn (Allah’a yakın melekler) Allah’ın kulu olmaktan çekinmezler. O’na kulluktan çekinip büyüklenen kimselerin hepsini, (Allah) yakında huzuruna toplayacaktır.”[1400] denilmektedir. Bu melekler hiç bıkıp usanmaksızın, gecegündüz Rab’lerini tesbih ederler.[1401]
Kâdî Beydâvi bu meleklerin “mukarrabûn” olduklarını söylemekte ve onlara “illiyyûn” ismini vermektedir.[1402] Nisâ sûresinin 172. âyetinin tefsirinde de, mukarreb meleklerin, diğerlerine nazaran çok faziletli olduklarını, onların, Arşın etrafında ya da onların da üstünde bir rütbeye sahip olup “el-Kerûbiyyûn” diye isimlendirildiğini belirtmektedir.[1403]
Mukarreb meleklerden maksat, Hameletu’1-arş, Kerûbiler ve Cibril, Mikâil, İsrâfil ve Azrail gibi, meleklerin en faziletlileridir. Bu âyetin nüzûl sebebi olarak şu hâdise anlatılır: Hıristiyanlar, ölüleri diriltmesi, körleri, alacalıları iyileştirmesi v.s. mucizelere sahip olduğundan dolayı Hz. İsa’ya, “Allah’ın Oğlu” demişlerdi. Onların bu iddialarını reddetmek için Allah Teâlâ, ne kadar şeref ve kıymete sahip olsa bile İsa’nın da ve hattâ çok kıymetli ve menzillerinin çok üstün olmasına rağmen, el-Melâiketü’l Mukarrabûn’un bile Allah’ın kulları olmaktan mustagni olamayacaklarını ifade etmiştir.[1404]
Âlûsi de “mukarreb melekler” isminin, bütün melekleri ifade etmek için kullanılan bir cemi siğası olduğunu belirtmektedir.[1405]
E. Hameletu’l-Arş (Arşı Yüklenen) ve Arşın Etrafını Kuşatan Melekler
Kur’an’ın bildirdiğine göre, melek çeşitleri içinde “Hameletu’l-Arş” diye bir grup daha vardır ki, bunlar, Allah’ın arşını taşımak için yaratılmışlardır. “Arşı yüklenen, bir de onun etrafında bulunan melekler, Rab’lerini hamd ile tesbih ederler, O’na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını (şöyle) isterler: ‘Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azâbından koru.’”[1406] ayet bunu ifade etmektedir.
Hameletü’l-Arş’ın dört melek olduğu rivayet edilmektedir. Bunlardan birincisinin yüzü akbaba, ikincisininki arslan, üçüncüsünün ki öküz, dördüncüsünün ki ise, adam sûretindedir. Kıyâmet günü geldiği zaman, bu dört meleğe dört daha ilâve edilir. Bu da Allah’ın şu sözünden anlaşılmaktadır: “Gök de yarılır ve artık o gün o, çökmeye yüz tutar. Melekler onun (göğün) etrafındadırlar. O gün Rabb’inin arşını bunların da üstünde sekiz melek yüklenir.”[1407] Hameletü’l-Arş’ın ayakları, yerin en aşağısında (el-Ardu’s-Suflâ); başları ise, Ar’ş’ı yararak aşmış şekilde, huşû içerisinde oldukları bildirilmiştir. Rasûlüllah’ın da, bunlar hakkında şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Allah’ın büyüklüğü hakkında düşünmeyin. O’nun, meleklerden yaratmış olduğu bir varlık hakkında düşünün ki, ona İsrâfil denir. Arş’ın zâviye (köşe) lerinden bir zâviye, onun omuzu üzerindedir ve ayakları, yerin derinliklerindedir. Başı, yedi gökleri delip öbür tarafa geçmiştir. O, Allah’ın azameti karşısında o kadar küçülür ki, sanki serçe kadar kalır.”[1408] Allah Teâlâ bütün meleklere, saygı göstererek ve üstünlüklerini kabûl ederek, Hameletü’l-Arş’a selâmla gelmelerini emretmiştir.[1409]
Ancak Hameletü’l-Arş’ın, sekiz olduğunu söyleyenler de vardır. Bunlardan dördü, ‘Sübhânekellâhümme ve bihamdik. Leke’l-hamdü âlâ hilmike ba’de ilmik’ der. Dördü ise ‘Sübhânekellâhümme ve bihamdik. Leke’l-hamdü ala afvike ba’de kudretik’ der. İşte bundan dolayı, iman edenler için istiğfâr ettikleri zaman: ‘Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır.”[1410] derler.[1411]
Kur’an’daki “Melekleri görürsün ki, Rab’lerine hamd ile tesbih ederek, Arş’ın etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve ‘âlemlerin Rabb’i olan Allah’a hamd olsun’ denilmiştir.”[1412] ifadesiyle Arş’ın etrafını kuşatan meleklere işaret edilmiştir. Bu meleklerin sayısı oldukça çok olup, sayılarını, ancak Allah bilir. Bunlar için, “Onlar, arşın etrafında tavâf edip, tehlil ve tekbir getiren yetmiş bin sâfla, bu yetmiş binin gerisinde ayakta duran diğer yetmişbin sâf melek daha vardır ki, bunlar da ellerini boyunlarına koymuşlar, tehlil ve tekbirle seslerini yükseltmektedirler. Bunların da arkasında yüzbin sâf vardır ki, bunlar da sağ ellerini sol elleri üzerine koymuşlar, hepsi de Allah’ı ayrı ayrı tesbihlerle tesbih ederler. Öyle ki, içlerinden her biri, bir başkasının söylemediğini söyler.”[1413]
Taberi’de geçen bir rivayete göre Allah, Hameletü’l-Arş’ı yarattığı zaman onlara, “Sizi niçin yarattım biliyor musunuz?” dedi. Onlar, “dilediğin şey için” cevabını verdiler. Allah, “Arş’ımı taşımanız için yarattım.” buyurdu. Sonra, “Benden dilediğiniz kuvveti isteyin vereyim.” dedi. Onlardan birisi, “(Sen) Rabb’imizin Arş’ı su üzerinde olduğuna göre, bana su kuvveti ver.” dedi. Allah, “Sana su kuvveti verdim.” dedi. İkincisi, göklerin kuvvetini istedi. Allah ona, “Sana göklerin kuvvetini verdim.” buyurdu. Üçüncüsü, yerlerin kuvvetini istedi. Allah, ona da yerlerin kuvvetini verdi. Bir diğeri de, “Bana rüzgârların kuvvetini ver.” dedi. Allah, “Sana rüzgârların kuvvetini verdim.” buyurdu ve sonra hepsine “Arş’ı yüklenin” diye emretti. Arş’ı omuzlarına aldılar ama kaldıramadılar. O zaman onlara bir ilim nasip edildi. “Güç-kuvvet, ancak Allah Teâlâ’ya mahsustur deyin” diye emrolundular. Onlar bunu deyince Allah, onlara Arş’ı kaldıracak güç verdi.[1414]
F. Cennetin Bekçisi Olan Melekler
İbn Kesir, Cennet’in bekçisi olan meleklere “Rıdvan” isminin verildiğini belirtmektedir.[1415] Cennetin kapısında müminleri selâm ve müjdelerle karşılayan, cennetin bekçisi meleklerin olduğunu Kur’ân-ı Kerim, “Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir ve tâyin edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar. Bunlar onun uğultusunu duymazlar, gönüllerinin dilediği nimetler içinde ebedi kalırlar. En büyük dehşet dahi onları tasalandırmaz. Melekler, kendilerini şöyle karşılar: İşte bu, size vadedilmiş olan (mutlu) gününüzdür.”[1416] ifadesiyle, haber vermektedir. Ayrıca (o sonuç) Adn cennetleridir, oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla beraber girecekler; melekler de her kapıdan onların yanına varacaklar. (Melekler), “Sabrettiğinize karşılık size selâm olsun! Dünya yurdunun sonu cennet ne güzeldir.” derler[1417] ifadesi de melek-Cennet ilişkisini ortaya koymaktadır.
İbn Abbâs’a göre, meleklerin, ehl-i cennetin yanlarına girmelerinden murâd, Allah’tan armağan ve hediyelerle girecek olmalarıdır. Mü’minlerin yanlarına girecekler de:
“Sabrettiğiniz şeyle selâm üzerinizedir.” diyecekler. Mukâtil, “Melekler, ehl-i cennetin yanlarından dünya günlerinden bir gün miktarında Allah’tan hediyelerle üç defa girecekler de, ‘Sabrettiğiniz şeyle selâm üzerinizedir.’ diyecekler!” demiştir. Meleklerin nasıl girecekleri hakkında da İmam Bağavi senedi ile Ebû Ümâme’den şöyle bir rivâyet zikredilmektedir:
“Mü’min cennete girip de köşküne oturduğu zaman, onun iki tarafında hizmetçiler bulunacaktır. Bunlar kapıya kadar dizilmişlerdir. Kapının yanında bulunan hizmetçi melek kalkar, kapıdan bir meleğin izin istediğini görür, onu yanındakine söyler. O da kendi yanındakine söyler. Böylece dışarıdaki meleğin izin talepi mü’mine ulaştırılır. Bunun üzerine mü’min, ‘ona izin verin’ diye emreder. Onların mü’mine en yakın olanı ‘izin verin’ der. O da yanındakine söyler. Böylece izin emri kapının yanındaki hizmetçiye ulaşır. O kapıyı açar. Melek içeri girer, mü’minin yanına gelir, selâm verir ve geri döner.”[1418] Enes’den gelen bir haberde de: “Mü’min, cennette, geniş ve inciden bir çadır içindedir. Bu çadırın hiçbir deliği ve yırtığı yoktur. Göğe doğru ucu bucağı görünmeyecek kadar yüksektir. Her köşesinde müminin âileleri, malları ve altından dörtbin kapısı vardır. Her kapıdan o mümini tebrik için yetmiş bin melek gelir. Her melek, Allah’dan, diğer meleklerdekinden ayrı bir hediye getirir. Müminin izniyle yanına girerler. Mü’minle aralarında bir perde vardır.”[1419] denilmektedir.
G. Cehennemin Bekçisi Olan Melekler
Kur’ân-ı Kerim’de cehennem kapılarında da kâfirleri karşılayan meleklerin olduğu çeşitli âyetlerde bildirilmektedir. Zûmer suresinde, “O küfredenler, bölükler halinde cehenneme sürülür. Oraya geldikleri zaman kapıları açılır. Bekçi (melekler) onlara, ‘size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bu güne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi?’ derler. Onlar da ‘evet geldi’ derler, ama azâb sözü, kâfirlerin üzerine hâkk olmuştur.”[1420] denilmektedir. Mülk Suresi’nde, “Öfkesinden, hemen hemen çatlayacak gibi olur o cehennem. Onlardan her gürûh, içine atıldıkça, kendilerine bekçileri sorarlar. ‘Size, bu azâb ile korkutan bir peygamber gelmedi mi?”[1421] buyrulmaktadır. Zuhruf Sûresi’nde, “Ey Mâlik! Rabb’in, bizim işimizi bitirsin’ diye seslenirler. Mâlik de ‘Siz böyle kalacaksınız’ der.”[1422] ifadesiyle, cehennemde azâb çekenlerin, cehennem muhafızını, “Ey Mâlik!” diye çağırdıkları belirtilmektedir. Buradan anlaşıldığına göre cehennem meleklerinin reisine “Mâlik” ismi verilmektedir. Azâb içinde olan cehennem ehlinin söylediği şeylerin hikâye edilmesi buna delil teşkil etmektedir.[1423] Kâfirler cehennemin bekçisi olan Mâlik’e âyette belirtildiği şekilde seslenerek ölümlerini isterler. Çünkü ölümleri, azâb içinde yaşamalarından daha iyidir. Ama Mâlik, buradan hiçbir sûrette kurtuluş olmadığını bildirir.[1424] Alâk Sûresi’nde ise, cehennem muhafızlarına “ez-Zebâniye” denilmektedir.[1425] Başka yerlerde kullanılmayan bu kelime “şiddetli darbeler” manasına gelmektedir.[1426] “Zâbıta kuvveti” manasına gelmektedir ve lâfız cemi’dir. Bazı lügatçiler bu kelimenin, “abadid” gibi, lâfzından müfredinin olmadığını belirtmişlerdir.[1427] “Zebâni” denmesinin sebebi “zebûn edici” olmalarıdır. Yani, öylesine güç sahibi, hükmedici ve dilediklerini yaptırıcı varlıklardır ki, onların güçleri karşısında herkes aşağılanır, ezilir, azâb ve ızdırap duyar. Çok iri bedenleri ve dışarıdan o ortama gireceklere göre de çok seri hareket kabiliyetleri mevcuttur. Balığın su yutup, su çıkarması gibi, onlar da ateş yerler ve ateş çıkartırlar. Oraya gidecek olan gerek insanlardan gerek cinlerden tüm canlılarla top gibi oynarlar. “Aklınız olsaydı buraya düşmezdiniz, sizi uyaranlar gelmedi mi?” derler.[1428]
Zebânilerin sayısına gelince Kur’an-ı Kerim bunun, ondokuz olduğunu belirtilmektedir: “Ben onu sekar’a (cehenneme) sokacağım. Sen biliyor musun sekar nedir? Hem (bütün bedeni helâk eder, hiç bir şey) bırakmaz, hem (eski haline getirip tekrar azâb etmekten) vazgeçmez. O, insanın derisini kavurur. Üzerinde ondokuz (muhafız melek) vardır.”[1429] Bu varlıkların şeytan zannedilmemeleri için, burada melek oldukları tasrih edilmiştir. Bunlar için “kaba, şiddetli” manasına gelen “ğilâz, şidâd” terimleri kullanılmıştır.[1430] Bundan sonra gelen, “Biz cehennemin işlerine bakmakla, ancak melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da insanlar için sadece bir imtihân (vesilesi) yaptık ki, böylelikle, kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye inansın...”[1431] âyetinden kastedilenin, cehennemin koruyucuları olan melekler, yani zebâniler olduğu anlaşılmaktadır. Bunların adetlerinden murat da, zikrolunan “ondokuz” adedi olduğu açıktır. Yani bunların sayılarının ondokuz yapılması veya şahısları mı, nevileri mi, ne olduğu tayin edilmeyerek, sadece ondokuz adediyle muammâ halinde ifade edilmesi, kâfirlere bir mihnet ve imtihân içindir.[1432]
“Onun üzerinde 19 vardır.”[1433] ayet nazil olduğu zaman, Ebû Cehil, Kureyş’e: “Analarınız ağlasın, ibn Ebi Kebşe’nin oğlunu işitiyorum, size cehennem bekçilerinin ondokuz olduğunu haber veriyor. Sizler ise, demir pehlivanlarsınız. Sizin her onunuz, onlardan bir adamı yakalamaktan âciz misiniz?” demişti.[1434] Yahudilerden bazı kimseler peygamberin ashabından bazılarına: “Sizin peygamberiniz cehennem bekçilerinin adedini biliyor mu ?” diye sormuşlar, onlar da Rasûlüllah’a haber vermişlerdi. Rasûlüllah da cevap olarak elleriyle bir kere on, bir kere de dokuz sayılarını işaret etmişti.[1435]
Kurtubi, cehennem muhafızları hakkında, âyette geçen ondokuz rakamının, onların reislerinin sayısı olduğunu, bunların hepsinin sayısını, ancak Allah Teâlâ’nın bildiğini ileri sürmektedir.[1436] Ondokuzdan murâdın, onların reisleri olan melekler oldukları ve cehennem işiyle vazifeli bulundukları hususu, cumhûr tarafından da kabûl edilen bir görüştür. Onlar, Zebânilerin komutanlarıdırlar. Nitekim hadisde, “O gün her ipte yetmişbin melek, cehennem yetmişbin iple çekilerek getirilir.”[1437] denilmektedir. Bu da, cehennemle vazifeli daha çok meleğin bulunduğunu gösterir. O zaman, ondokuzdan murâdın, bunların reisleri olan meleklerin olduğu anlaşılmış olmaktadır.[1438]
Hz. Peygamber, cehennem meleklerinin, cehennemin yaratılışından bin sene önce yaratılmış olduğunu[1439] belirtmiş; Abdullah b. Ahmed, “Bize, cehennem bekçilerinin ondokuz olduğu ve onlardan her birinin iki omuz başı arasının, yüz sonbahar mevsimi uzunluğunda olduğu bilgisi ulaştı. Onların kalplerinde merhamet yoktur ve azâb etmek için yaratılmışlardır. Onların içinden bir melek, cehennem ehlinden bir adama öyle bir vurur ki, adam öğütülmüş un haline gelir.”[1440] demiştir.
H. Hârût ve Mârût
Bu iki melek hakkında “Meleklerin Özellikleri Bölümü”nde “Meleklerin Günahsızlığı” başlığı altında detaylı bilgi verilmiştir.
I. El-Âlûn ve Muheyyemûn
Kur’ân-ı Kerim’de İblis’e, Âdem’e niçin secde etmediğinin sebebi sorulurken bu varlıklar da söz konusu edilmektedir. “Allah, ‘Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi yoksa yücelerden mi oldun ?” dedi.”[1441]
Şa’râni’ye göre, “âlûn” denilen bu ruhlar, ne Âdem’in ve ne de onun dışında bir varlığın yaratıldığını bilmemektedirler. Âdem’in yaratıldığını henüz öğrenmedikleri için bazı âlimler ona secde ile emrolunmadıklarını iddia etmişlerdir. Bunlar melekeler değil, ruhlardır. Bunların dışındakiler ise, ancak secde eden meleklerdir. Çünkü Allah onlara, “Âdem’e secde edin” dediğinde, secde ile emrolunanlar arasına, ruhları dâhil etmemiştir. Bundan dolayı, “meleklerin hepsi secde ettiler.”[1442] buyurmuştur.[1443]
Muhyiddin İbn. Arabî (638/1240), “Kibirlendin mi, yoksa âlilerden mi bulunuyorsun?”[1444] âyetinden, Âdem’e secde ile emrolunmayan ve “Âlûn” diye isimlendirilmiş olan meleklerin de bulunduğu anlamını çıkarmaktadır.[1445]
Mûheyyemûn denilen meleklere gelince, bunlar Allah’ın cemâl ve celâlini mülâhaza ile meşgûldürler. Hiçbiri, Allah’ın, kendilerinin dışında bir varlık yaratmış olduğunu bilmezler ve Âdem’e secde ile emrolunmamışlardır. El-Âlûn bunlardır ya da sema meleklerinin hepsidir. Onlar da Âdem’e secde ile emrolunmamışlardır. Âdem’e secde ile sadece Arz (yeryüzü) melekleri emrolunmuşlardır.[1446]
J. Seyyah Melekler
Bu melekler isimlerini Hz. Peygamber’in, “Allah’ın bazı seyyah melekleri vardır, yeryüzünde dolaşırlar. Ümmetimden bana salât ve selâm getirenin selâmını bana ulaştırırlar.”[1447] ifadesinden almaktadır.
Bunlar Kuran okunan zikir meclislerini dolaşırlar. Kur’ân okuyarak Allah’ı zikreden kimseleri, Kur’ân okumadan zikredenlere nazaran üstün tutarlar. Bu zikir, onların rızkıdır, hayatları hep zikir içindedir. Gece ve gündüz Allah’ın kitabını tilâvet ederler.[1448]
K. El-Meleü’l-A’lâ
Kur’an’da doğrudan doğruya melek olduğu anlaşılamayan bazı terimler de geçmektedir. “Onlar artık Meleü’l-A’la da olup bitenleri dinleyemezler. Dinlemeye kalkışsalar her taraftan taşlanırlar.”[1449] âyetinde zikredilen “el-Meleu l-’âlâ” sözü bunlardan biridir. Buradaki el-Melu’l-A’lâ’dan maksat, yüce âlemdeki (el-âlemü’l-Ulvi) meleklerdir.[1450] denilmiştir. İbn Abbâs, el-Meleü’l-A’lâ’yı, “Meleklerin şereflileri” veya “Yazıcı Melekler” olarak izâh etmiştir.[1451] Zemahşeri, bu âyette zikredilen el-Meleü’l-A’lâ ifadesinin bu isimle anılışının sebebini şöyle izah etmektedir: “Göklerde meskûn olduklarından dolayı melekler için “el-Meleü’l-A’lâ”, yeryüzünde yaşadıklarından dolayı insanlar ve cinler için “el-Meleu 1-Esfel” ifadesi kullanılmıştır.[1452]
Şa’râni, bazı kimselerin el-Meleü’l-A’lâ’yı, nebiler veya veliler olarak vasıflamaya kalkıştıklarını; ancak, bunun yanlış bir düşünce olduğunu belirtmektedir.[1453] Muhammed Hamdi Yazır da tefsirinde, “el-Meleü’l- A’lâ”yı, “Melekler” şeklinde tefsir etmektedir.[1454]
L. Dağların Meleği
Hz. Peygamber Mekke ehlinin davetini kabûl etmediği zaman, Allah’ın ona, Dağların Meleğini gönderdiğini ve onlar hakkında istediği şeyi emretmesine müsade ettiğini şu ifadelerle dile getirmektedir. “Dağların Meleği, bana nidâ edip selâm verdi. Sonra da ‘Ya Muhammed! Onlar hakkında dilediğin şeyi söyle. Eğer istersen, Mekke’deki Ebû Kubeys ve’l- Ahmâr dağını ve Mina dağını onların başına yıkayım’ dedi. Ben de, ‘hayır, bil’akis ben, Allah’tan, onların sulblerinden, O’na ibadet edecek ve kendisine hiç birşeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını diliyorum’ diye cevap verdim.”[1455]
İbn Ebi Hatim’in, İkrime’den rivayetine göre ise, Hz. Peygamber şöyle bir olay anlatmaktadır: “Cibril bana geldi ve şöyle dedi: “Ya Muhammed! Rabb’inin sana selâmı var. Bu dağların meleği. Onu senin yanına gönderdi ve senin emrinin dışında birşey yapmamasını emretti. O zaman Dağların Meleği: ‘Eğer istersen, dağları onların başına yıkayım. Eğer istersen, onları taşlarla helâk edeyim, yok eğer istersen, onları yerin dibine geçireyim’ dedi. Bunun üzerine ben, ‘Ey Melek! Ben onlara bunu istemem. Belki Allah onlardan, ‘Lâ ilâhe illallâh’ diyen bir zürriyyet çıkarır’ dedim.” Hz. Peygamber’in bu cevabından sonra Dağların Meleği ona, “Rabb’inin seni isimlendirdiği gibi, gerçekten çok merhametli ve acıyıcısın” demiştir.[1456]
M. Müvekkel Melekler
Allah Teâlâ, kullarına yardımcı olmaları gayesiyle, bazı olayların gerçekleşmesini sağlamak için, müvekkel melekler yaratmıştır. Bu melekleri, takdir etmiş olduğu kader doğrultusunda görevlendirmiştir. Bu meleklerin insana devamlı olarak vekillik edip etmeyeceği yahut müvekkel meleklerin dışında, insana her gün ayrıca iki meleğin (Hafaza Melekleri) daha indirilip indirilmeyeceği, insana gece ayrı, gündüz ayrı meleklerin mi müvekkel olacağı konularıyla ilgili akla takılan bazı sorular vardır. Bu tür sorulara karşı bazı cevaplar verilmeye çalışılmıştır. Buna göre meleklerden bir kısmı, devamlı olarak kulun müvekkelidirler. Bir kısmı ise, gece ve gündüz birbirini takib ederek gelirler, sabah ve ikindi namazlarında toplanırlar. Onlara Allah (c.c.), “Kullarımı nasıl bıraktınız?” diye sorar. Melekler de Allah’a, “Kullarını namaz kılar halde bulduk ve yine namaz kılar halde onların yanlarından ayrıldık.” diye cevap verirler.[1457]
Müvekkel meleklerin bazıları zikir meclislerine iştirâk ederler. Bazıları ise, kulların amellerini tafsili olarak yazarlar, yazdıkları bu amelleri her pazartesi ve perşembe günleri Allah Teâlâ’ya arzederler. Bu konuyu destekleyen sahih hadisler mevcuttur.[1458] Müvekkel melekler kendi aralarında şöyle gruplandırılabilir:
a.a. Yer ve Göklerin Müvekkeli Olan Melekler
Âlemdeki her hareket, meleklerin elleriyle yapılır. Allah Teâlâ da, “İşi çevirip düzene koyanlara andolsun.”[1459] Ve “İşi ayıranlara andolsun”[1460] ayetleriyle bu hususu belirtmekte ve ehemmiyetine binaen, üzerlerine yemin etmektedir. Fakat peygamberleri yalanlayıp, yaratıcıyı inkâr edenler, bütün bu işleri yıldızların yerine getirdiklerini iddiâ ediyorlardı. “Sâf sâf dizilmişlere, toplayıp sürenlere ve zikir okuyanlara yemin ederim ki, ilâhınız birdir.”[1461] “Yemin olsun, iyilik için birbiri peşinden gönderilenlere, şiddetle eserek (zararlıları) savurup atanlara, (hakikat) tohumlarını yaydıkça yayanlara, (Hak ile bâtılı) birbirinden iyice ayıranlara”[1462] “Söküp çıkaranlar, yavaşça çekenler, kolayca yüzenler, yarış edenler, derken bir iş çevirenler hakkı için, birinci üflemenin kâinatı sarstığı, onu ikinci üflemenin tâkib ettiği günde, yürekler kaygıdan oynar...”[1463] âyetler de, bütün bu işleri, Allah’ın emriyle meleklerin yaptığını ve kâfirlerin yalan söylediklerini isbât etmektedir.[1464]
a.b. Rahimlerdeki Ceninlerin Müvekkeli
Bu melekler, Ceninlere ruhları üflemekle, onların gelecekteki amellerini, ecellerini, rızıklarını, saadetlerini ya da şekâvetlerini yazmakla görevlidirler. Hz. Peygamber “Her birinizin yaratılışı, annesinin karnında kırk gün nutfe olarak kalır. Sonra bunun kadar bir zaman ‘alaka’ (kan pıhtısı-cenin) olarak, sonra bu kadar bir zaman ‘mudğa’ (bir çiğnem et) olarak kalır. Sonra Allah ona bir melek gönderir. Bu melek onun amelini, ecelini, rızkını, şaki ya da said olma durumunu yazar. Sonra da ruh üfürür.”[1465] diyerek bu konuya dikkat çekmektedir.
a. c. Hz. Peygamber’e Getirilen Salavâtı Ona Ulaştırmakla Müvekkel Melek
Hz. Peygamber bu hususu şöyle izah etmektedir:
“Allah’ın bir meleği vardır ki, ona, bütün yaratılmışları işitme özelliği verilmiştir. Benim vefatımdan kıyâmet gününe kadar o, benim kabrim üzerinde durur ve benim ümmetimden bana salavât getiren herkesi kendi ismi ve babasının ismini zikrederek ‘Yâ Muhammed! Falanoğlu falan sana salevât getirdi’ der.” [1466]
Bu melek Hz. Peygamber’e salevât getirenin salevâtını ona ulaştırmakla birlikte, bizzat kendisi o salevât getiren için salevât getirir. Hz. Peygamberin şu hatırası bu konuyu dile getirmektedir: “Cibril bana geldi ve ‘yâ Muhammed! Ümmetinden sana kim salât ü selâm getirirse, Allah Teâlâ, bu salât ü selâm ile ona, on hasene yazar ve on günahını siler. Onu on derece yükseltir. Melek sana dediği şeyi, ona da der’ dedi. Ben de ‘Yâ Cibril, bu melek nedir?’ dedim. O da! ‘Allah Teâlâ, sana, yaratılışından beri bir meleği müvekkel kıldı. Senin ümmetinden bir kişi sana salât ü selâm getirdiği zaman bu melek, o kula: ‘Allah da sana salât etsin’ der.” diye cevap verdi.[1467]
a.d Kur’ân’a Müvekkel Melek
Enes’den rivâyetle Hz. Peygamberin, “Arab olan veya olmayan bir kişi Kur’ân okuyup da yanlışlık yaptığı zaman, Kur’ân’a müvekkel melek onu düzeltir.”[1468] demiştir. Başka bir defasında da, “Kur’ân okuyan kişi, Kur’ân okurken hata yaptığı zaman, Kur’ân’ın müvekkeli melek, onu indiği gibi yazar.”[1469] diyerek aynı konuyu benzer bir ifadeyle dile getirmiştir.
a.e Rızıklara Müvekkel Melekler
Allah Teâlâ kullarının rızıklarını dağıtmak için de melekleri görevlendirmiştir. Hz. Peygamber bu konuyla ilgili şunları söylemiştir:
“Güneş her doğduğunda, iki tarafına iki melek gönderilir. Onlar şöyle seslenirler: ‘Ey insanlar! Rabb’inize geliniz. Çünkü az ve yeterli olan, çok olup da Allah’a ibadetten alıkoyan şeyden daha hayırlıdır.’ Melekler bu seslenişlerini, insan ve cinler hariç, yeryüzünde bulunan her canlıya işittirirler. Ve güneş her batarken, iki yanına, iki melek gönderilir. Onlar: ‘Allah’ım! Malını hayır yolda harcayanın, malının yerine bedelini ver ve cimrilik yapanın malını telef et.’ diye seslenirler ki, seslerini insanlar ve cinler hariç, yeryüzünde yaşayan her canlı işitir.”[1470]
“Allah’ın, âdemoğlunun rızıkları için görevlendirdiği melekleri vardır.”[1471] hadisi de aynı konuyu belirtmektedir.
a.f. Namaza Müvekkel Melek
Enes’den rivâyet edilen bir hadiste, “Allah’ın, her namazda ‘Ey âdemoğlu! Nefsiniz üzerinde yakmış olduğunuz âteşi, namazla söndürün’ diye nidâ eden bir meleği vardır.”[1472] denilmektedir. Başka bir hadisde de; “Câmilerde, sütunlar gibi, yerlerinden ayrılmayan kişiler vardır. Melekler, onların arkadaşlarıdırlar. Bu kişiler bir yere giderlerse araştırırlar, hastalanırlarsa onları ziyaret ederler. Bir ihtiyaçları varsa, yardımcı olurlar.”[1473]
a.g. Cenazeye ve Kabirlere Müvekkel Melekler
Hz. Peygamber’in, “Allah’ın bazı melekleri vardır ki, onlar, ‘Kullarını kudretle azîz kılan ve ölümle kahreden Allah’ı tesbîh ederim’ diyerek cenâze ile beraber yürürler.”[1474] sözünden cenazeye iştirak etmekle görevli bir meleğin olduğu anlaşılmaktadır. “Cenâzenin defin işleri ile uğraşanlara Allah bir meleği müvekkel kılar, bu cenâze sahipleri üzgün ve mahzûn olarak gelir, cenâzeyi kabre koyarlar. Sonra onlar dönerlerken melek bir avuç toprak alıp arkalarından atarak, ‘dönün dünyanıza. Allah size nice ölümlerinizi unutturdu.” der. Bunun üzerine onlar orada defnettikleri ölüyü de unutup alışveriş yapmaya başlarlar.”[1475] sözüyle de, kabilere müvekkel meleklerin bulunduğunu ifade etmektedir.
Müvekkel meleklerle ilgili, buraya kadar nakledilen bu hadislere göre, Allah Teâlâ’nın, yeryüzündeki bazı işleri, melekler eliyle yerine getirdiği görülmektedir. Bunların dışında bitkilere müvekkel melekler, denize müvekkel melek, “yâ erhamerrâhimîn” diyen kimseye müvekkel melek[1476] gâib için duâya müvekkel melek, îmân ve hayâya müvekkel melek, Rüknü’1-yemânî’ye müvekkel melek[1477] gibi isimler de zikredilmektedir. Suyûtî ayrıca Meleku 1-Kat, Ra’d ve Berk, Îsmâîl,[1478] Riyâfıl, Zi’l- Karneyn, ed-Dîk, Sekîne, Rimyâil (Müminlerin ruhlarının bekçisi) Dûmet (Kâfirlerin ruhlarının bekçisi) Şerâhîl ve Herâhîl, Hazenetü’r-Rîh, Güneş meleği ve güneşe müvekkel melekler, Gölge meleği, Rahimler meleği, Kerubîler, Rûhânîler, A’râf melekleri[1479] melek olup olmadığı şüpheli olan bazı isimler daha vermektedir.
IV. MELEKLERİN GÖREVLERİ
“Meleklerin Çeşitleri” konusu işlenirken, sözü edilen melekler tanıtılıp, her birinin görevlerinden de bahsedildi. Bu bölümde de, meleklerin genel olarak görevleri, âyet ve hadîslerin ışığı altında anlatılacaktır. Şimdi bu görevleri, maddeler halinde îzâh etmeye çalışalım.
A. Hz. Adem’e Secde Etmeleri
Allah Teâlâ, Hz. Âdem’i yaratıp, ona rûhundan üflediği ve melekleri ona secde ettirdiği zaman, acaba hem göklerin hem de yeryüzünün melekleri mi secde ettiler, yoksa sadece yeryüzü melekleri mi? Cebrâîl ve Mîkâîl de secde eden meleklere dâhil miydi? Soruları akla gelebilir. Bu konuyu, Kur’ân-ı Kerîm’deki şu âyetten elde edilen bilgi ışığında îzâh etmek mümkündür:
Hani Rabbin meleklere: “Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş cıvık bir balçıktan, bir insan yaratacağım. Onu düzenlediğim (insan şekline koyduğum) ve ona rûhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın’demişti. Meleklerin hepsi, toptan secde ettiler. Fakat İblîs, secde edenlerle beraber secde etmekten kaçındı.”[1480]
Bu âyetten anlaşıldığına göre, melek olup olmadıkları şüpheli olan “el-Âlûn” ve “Müheyyemûn” hâriç, diğer meleklerin hepsi Allah’a secde etmişlerdir. Bu âyette, istiğrâk ve umum ifade eden üç özellik vardır.
1. Allah Teâlâ “melekler” manasına gelen “el-melâike” kelimesini “elif lâm” takısı ile getirmiştir ki, bu takı ile muarref olan cemi’ isimler umum ifade eder. Bunun için “el-melâike” sözüyle bütün melekler kastedilmiştir.
2. Allah Teâlâ, “el-melâike” sözünden sonra “küllühüm” (hepsi) sözünü de getirmiştir ki, bu da, umûmun mübâlağa ifade eden siğasıdır.
3. Üçüncü siğâ ise, “ecmeûn” (bütünüyle hepsi) sözüdür ki, bu da umûmun te’kidli halidir.[1481]
Kâdi Beydâvi de, bu âyetin tefsirinde aynı düşünceyi savunmakta ve şu izâhı getirmektedir:
Buradaki “küllühüm” ve “ecmeûn” sözleri, umum ifade etmedeki mübâlağanın iki ayrı te’kididir. Bununla birlikte husus ifadesinin anlaşılmasına da mâni olur. Denildi ki, buradaki “küllühüm” sözü ihâtâ için te’kid, “ecmeûn” sözü ise, bütün meleklerin Hz. Âdem’e bir defada toplu olarak, secde ettiklerine delâlet eder. Eğer umum ifade etmemiş olsaydı, ikinci kelimenin “te’kid” olarak değil, “hâl” olarak gelmesi gerekirdi.[1482]
Nesefi ise, “el-melâike” kelimesinin tahsis ihtimalinin “küllühüm”ile; “küllühüm” kelimesinin tefrik ihtimalinin de “ecmeûn” kelimesi ile kaldırılmış olduğunu belirtmektedir.[1483]
Bu yorumlardan anlaşıldığına göre, meleklerin tümü, Hz. Âdem’e secde etmişlerdir. Ancak yukarıda, “el-Âlûn” ismiyle anlatmış olduğumuz sema Melekleri ya da ruhlar oldukları ileri sürülen varlıkların, secde hâdisesinde, Âdem’in yaratıldığını bilmediklerinden dolayı, ona secde ile emrolunduklarının şüpheli olduğu belirtilmektedir.
B. Vahiy Getirmeleri
Allah Teâlâ, Cebrail’in, “Vahiy Getirme” gibi mühim bir vazife ile görevlendirilmiş bir melek olduğunu bildirmektedir. Aşağıdaki ayetlerde bu husus net olarak görülmektedir: “De ki; Cebrâil’e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki, Allah’ın izniyle Kur’ân-ı senin kalbine bir hidâyet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir.”[1484] “(Rasûlüm) onu, Ruhu’l-Emin (Cebrâil), uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle senin kalbine indirmiştir.”[1485]
Bazen Cebrâil’in dışındaki meleklerin de vahiy getirmiş olduğu, ancak bunun, çok az rastlanan bir durum arzettiği ifade edilmektedir. Ancak, rasûllerin vahyinin Cebrâil tarafından, nebilerin vahyinin ise başka bir melek veya uykuda rü’yâ gösterilmek ya da ilhâm gönderilmek sûretiyle gerçekleştiği belirtilmektedir.[1486] İbn Abbâs’dan bu konu ile ilgili şöyle bir rivâyet gelmektedir:
“Cibril, Rasûlüllah’ın yanında oturuyorken, yukarı taraftan bir ses işitti ve başını kaldırdı. Bunun üzerine o şöyle dedi: ‘Bu, semadan bir kapıdır ki, bu kapı açıldı.’ Sonra oradan bir melek indi. Daha sonra bu melek selâm verdi ve Rasûlüllah’a şöyle dedi: ‘Sana, senden önce hiçbir nebiye verilmemiş olan iki nûru getirdiğimi müjdeliyorum. Bunlardan biri Fâti hatü’l-Kitâb, diğeri de Bakara sûresinin sonudur. Onlardan okuduğun her harfi sana verdim.”[1487]
Huzeyfe’den gelen bir rivâyette ise, Hz. Peygamber şöyle demektedir. “Bana bir melek geldi ve beni selâmladı. Bana, Hasan ve Hüseyn’in, cennet ehli gençlerinin efendileri olduklarını; Fâtıma’nın da, cennet ehli kadınlarının seyyidesi olduğunu müjdeledi.”[1488]
Bununla birlikte, kendisine melek gelen herkes, “rasûl” veya “nebi” olarak değerlendirilemez. Allah (c.c.), Cibril’i, Hz. Meryem’e göndermiştir. Su ve yiyecek temini için, yine aynı meleği Hz. İsmâil’in annesine göndermiştir; ancak, bunlara ne peygamber ne de nebi denilmemiştir. Sahâbe de Cibril’i bir a’râbi sûretinde görmüştür. Yine “Allah (c.c.), kardeşini Allah için ziyâret eden bir adama, kardeşini sevmesine karşılık, Allah’ın da kendisini sevdiğini müjdeleyen bir melek gönderdiği” şeklinde haberlere rastlanmaktadır. Demek oluyor ki, bu şekilde cereyân eden melekinsan ilişkisi, sadece bir ikâz ve tenbih ifade etmektedir.[1489]
Ayrıca bazı eserlerde, yağmur taneleri adedince meleğin, Rasûlüllah’a ve ümmetine müjdeler indirdiği belirtilmektedir. Allah’ın bir fazlı olarak, Hz. Muhammed’in, diğer nebilerde olmayan üstünlüklere sahip oluşunu ve onun ümmetinin, diğer ümmetlerde olmayan faziletlerle yaratılmış olmasını, işte bu yağmur taneleri adedince çok olan melekler müjdelemektedirler.[1490]
Hz. İbrâhim’e, sâlih bir zürriyetle rızıklanacağı müjdesini, yine melekler getirmişlerdir.[1491] Hz. Zekeriyyâ’ya da Hz. Yahya’yı onlar müjdelemişlerdir.[1492]
C. Mü’minlere Yardım Etmeleri
Meleklerin mü’minlere yardımı, hem Kur’an’da, hem de hadislerde anlatılmaktadır. Ali İmrân sûresinde şöyle denilmektedir: “Andolsun sizler güçsüz olduğunuz halde, Allah Bedir’de size yardım etmişti. Öyle ise Allah’tan sakının ki, O’na şükretmiş olasınız. O zaman sen, mü’minlere şöyle diyordun: ‘İndirilen üçbin melekle Rabb’inizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir?’. Evet siz sabır gösterir ve Allah’tan sakınırsanız ve eğer onlar (düşmanlarınız) şu anda üzerlerinize gelirlerse, Rabb’iniz, alâmetli beş bin melekle sizi takviye eder.”[1493]
Meleklerin bu yardımının zamanı, yeri ve şekli konusunda ihtilâf edilmiştir. Âlimlerden bazıları bu yardımın bilfiil olmadığını söylemekte, bazıları ise bu yardımın, Bedir savaşında gerçekleştiğini ifade etmektedir. Bir kısım kimseler ise şöyle bir fikir ileri sürmektedir: “Bu âyetle, meleklerin yardımı va’dedilmiştir. Bu yardım, Bedir savaşında gerçekleşmiş olsa bile bütün harblere şâmil bir va’ddir. Melekler Kureyza, Beni Nâdir ve Ahzâb savaşlarında da mü’minleri desteklemişlerdir. Ancak, Uhud’da bu yardım olmamıştır. Çünkü mü’minler orada sabretmemişler ve verilen emre ters hareket etmişlerdir.”[1494]
İbn Zeyd’den gelen bir rivâyete göre, Müslümanlar Hz Peygamber’e, “Allah Teâlâ Bedir’de bize yardım ettiği gibi yardım etmez mi?” diye sordular. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Al-i İmran sûresinin 124. âyetini okudu. Arkasından da 125. ayetin indiğini söyledi. Meleklerin bu yardımının manası, onların, mü’minleri askeri yönden desteklemesi, sayılarını, araç gereçlerini ve kuvvetlerini artırmaları şeklindedir. Allah Teâlâ bu yardımın gayesini, müteâkib âyette şöyle dile getirmektedir: “Allah, bunu size, sırf bir müjde olsun ve kalbleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sâhibi Allah’ındır.”[1495]
İbn Cerir bu âyette, Allah’ın, meleklerle, insanlara yardımını va’d ettiğini, düşmanlara karşı sayılarının fazla görünmesi sûretiyle, onlara zaferin müjdelendiğini ifade ettiğini belirtmektedir. Burada asıl yardımcının Allah, kendilerine gelen meleklerin ise, ancak bir vasıta olduğunu vurgulamaktadır.[1496]
Enfâl sûresinde, meleklerin, müminlere yardımı açık bir şekilde beyan edilmektedir: “Hatırlayın ki, siz, Rabb’inizden yardım istiyordunuz.
Buna karşılık olarak; “O; ‘Ben size meleklerden peş peşe gelen bin tanesi ile yardım edeceğim.’ diyerek duânızı kabûl etti. Allah bunu (meleklerle yardımı), sadece müjde olsun ve onunla kalbiniz yatışsın (güven ve huzura kavuşsun) diye yapmıştı.”[1497]
Ahzâb sûresinde de, “Ey iman edenler! Allah’ın, size olan nimetini hatırlayın. Hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah da ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi.”[1498] Bu âyette geçen, görünmeyen ordulardan maksat, meleklerdir. Nitekim Rasûlüllah Ahzâb’dan döndükten sonra Cibril, ön dişleri üzerinde toz olduğu halde ona, “Siz silâhlarınızı bıraktınız ama biz silâhlarımızı bırakmadık.” dedi. Rasûlüllah ona, “Şimdi nereye gidiyorsun?” dedi. Cibril’de Beni Kureyza’ya gittiğini söyledi.[1499]
İbnu’l-Haris b.Abdi’l-Muttalib meleklerin yardımı konusunda şöyle bir hatırasını anlatmaktadır:
“Uhud günü, Rasûlüllah sancağı, Mus’ab b. Umeyr’e verdi. Mus’ab, şehid edildi. Sancağı Mus’ab suretinde bir melek aldı. Rasûlüllah, ‘ey Mus’ab!’ diyerek Mus’ab’la konuşmak istedi. Fakat melek kendisine dönüp, ‘ben Mus’ab değilim’ deyince, Rasûllüllah, onun Mus’ab’a yardım için gelen melek olduğunu gördü.[1500] Vakkâs, “Uhud günü okumu attım, ama onu hiç tanımadığım güzel yüzlü birisi geri getirdi. Bunun üzerine onun melek olduğunu düşündüm.”[1501] Sözüyle ve ayrıca, “Uhud günü Rasûlüllah’ın sağında iki adam gördüm. Harb şiddetlendi. Ben o iki kişiyi, o günden önce hiç görmemiştim. O günden sonra da görmedim. Bunlar Cebrâil ve Mikâil idi.”[1502] diyerek benzer bir yardımdan bahsetmiştir. İbn Abbâs, “Hamza cünüb olarak şehid edildi, Rasûlüllah, bunun için, meleklerin Hz. Hamza’yı yıkadıklarını söyledi.” demiştir.[1503]
Câbir, “Uhud günü babam şehid edildi. Halam onun için ağlıyordu. Rasûlüllah: onun için ağlama, siz onu kaldırana kadar melekler kanatlarıyla onu gölgelemeye devam eder’ buyurdu.” demiştir.[1504]
Hz. Ali’nin anlattığı bir olay da meleklerin yardımı hususunu çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır: “Bedir savaşının tam ortasındayken, benzerini asla görmediğim şiddetli bir rüzgâr geldi, sonra gitti. Sonra aynı şekilde ikinci bir rüzgâr geldi. Bundan sonra üçüncü kere şiddetli bir rüzgâr daha geldi. Bu rüzgârlardan birincisi Cibril idi. O, Rasûlüllah ile beraber olan bin kadar melek içine indi. İkinci rüzgâr Mikâil idi. O da Rasûlüllah’ın sağında bulunan bir melek içine indi. Üçüncü rüzgâr ise, İsrâfil idi ve O da Rasûlüllah’ın solunda bulunan bin melek içine indi. Ben de onun solundaydım.”[1505]
Kur’ân-ı Kerim’den, Hz. Peygamber’in hadislerinden ve sahabenin anlattığı bazı olaylardan anlaşıldığına göre, meleklerin yardımı, sadece savaşarak değil, aynı zamanda müminlere sebat ilhâm etmek, azimlerini artırmak ve moral desteğinde bulunmak şeklinde olmaktadır. Rasûlüllah’ın ashâbından biri şöyle diyordu: “Bu müşrik kavmin, ‘eğer Müslümanlar hücûma geçseler, darmadağın oluruz’ dediklerini iştim.” Bu sözler Müslümanlar arasında yayılıyor, azimleri artıyordu. Bu aslında, Allah’ın melekler vasıtasıyle Müslümanlara ilhâmı idi.[1506]
En-Nebhâni, “Huccetullah a’le’l-âlemin fi Mi cizâti Seyyidi’l-Mürselin” isimli kitabında bu konuyla ilgili yaklaşık 80 kadar rivâyet toplamıştır.[1507]
D. Kulları Hayra Teşvik Etmeleri
Allah Teâlâ, her insana, meleklerden birini yakın bir dost olarak vekil kılmıştır. Bunlar aracılığıyla kulların kalbine ilim, kuvvet, azim, cesaret gibi dilediği şeyleri yerleştirir. Bundan dolayı Rasûlüllah, Hassan b.Sâbit için, “Allah’ım! Onu Rûhu’l-Kudüs ile te’yid et.” diye duâ etmiştir. Allah Teâlâ’da: “İşte onların kalbine Allah iman yazmış ve katından bir ruh (melek) ile onları desteklemiştir.”[1508] buyurmuştur. İbn Mes’ûd ise, “Melek için bir tâife, şeytan için de bir tâife vardır. Meleğin tâifesi kulları hayra ve hakkı tasdike teşvik eder. Şeytanın tâifesi ise şerre ve hakkı yalanlamaya teşvik eder.” demiştir.[1509]
Hz. Peygamber çeşitli vesilelerle konuyu gündeme getirerek şu açıklamalarda bulunmuştur: “Kulların sabahladığı her gün, Allah Teâlâ iki melek indirir, bunlardan birisi, ‘Ey Allah’ım, infâk eden kimseye daha çok ver.’ der. Diğeri ise, ‘Ey Allah’ım, cimrilik yapıp infâk etmeyenin malını telef et.’ der.”[1510] “Kadere boyun eğen kimsenin nefsine vekil olunur. Kaderi zorlayan kimseye ise, Allah bir melek gönderir, o melek, o kimseyi söz veya fiille doğruluğa yöneltir.”[1511] “İçinde güneşin doğduğu her gün, güneşin iki yanında iki melek nidâ eder ve ins ve cin hâriç Allah’ın bütün mahlûkatı bunu duyar. Onlar şöyle derler: ‘Ey insanlar! Rabb’inize gelin. Az olup da kanaat edilen şey, çok olup da gafil olunan şeyden daha hayırlıdır’. Güneş batıncaya kadar iki melek böylece nidâ ederler.”[1512] “Sizden hiçbir kimse yoktur ki, cinlerden bir dostu ve meleklerden bir dostu ona vekil olmasın.” Sonra Ashâb, ‘Sana da mı yâ Rasûlüllah?’ dediler. O da, ‘Evet, bana da, lâkin Allah, o cinne karşı beni korur, bana cin, ancak hayır emreder.’ dedi.”[1513]
Meleklerden olan bu yakın dost, o kişinin amellerini korumak için görevlendirilmiş olanların dışında bir melektir. Allah o meleği, o kişinin hidâyete ermesi ve onu irşâd etmesi için görevlendirmiştir. İnsanın yanında, meleklerden ve cinlerden birer tane devamlı olarak bulunur ve bunlar, insana her yönden etki etmeye çalışırlar. Cin ona şerri emreder ve buna teşvik eder. Melek ise onu, hayra teşvik eder.[1514] Nitekim Hz. Peygamber, “Âdemoğluyla bir şeytanın, bir de meleğin yol arkadaşlığı vardır. Şeytan, bu arkadaşlık süresince onu şer işlemeye ve hakkı yalanlamaya teşvik eder, melek ise hayır işlemeye ve Hakkı tasdike yönlendirir. Kim ki bu melek sayesinde bir iyiliğe ulaşırsa, onun Allah tarafından olduğunu bilsin ve Allah’a hamdetsin. Kötülüklerle karşılaşırsa, kovulmuş şeytandan Allah’a sığınsın.”[1515] demiş, arkasından da şu âyeti okumuştur: “Şeytan, sizi fakirlikle tehdid eder ve sizin cimri olmanızı emreder. Allah ise, size katından bir lutuf ve mağfiret va’deder. Allah her şeyi ihâtâ eden ve her şeyi bilendir.”[1516] Hz. Peygamber başka bir vesileyle de yine benzer bir tavsiyede bulunmaktadır:
“İnsan yatağına girdiğinde, melek ve şeytan yarısına koyulurlar. Melek, ‘Hayırla uykunu bitir!’ der. Şeytan ise, ‘Uykunu şerle bitir.’ der. Allah Teâlâ uykunun o insana galip geldiğini haber verdiği zaman, melek, şeytânı kovar ve onu koruyarak geceyi geçirir. İnsan uyanınca melekle şeytan yine yarışa koyulur. Melek, ‘Hayırla uykudan kalk.’ der. Şeytan ise, ‘Şerle kalk.’ der. Sonra kul eğer, ‘Nefsimi öldürdükten sonra dirilten Allah’a hamdolsun. Nefsime hükmetmiş olduğu ölümü tutup, daha sonraki başka bir zamana erteleyen Allah’a hamdolsun. Gökleri ve yeri yok olmaktan muhâfaza eden Allah’a hamdolsun; semanın, ancak kendi izniyle yer üzerinde vâki olmasını sağlayan Allah’a hamdolsun’ derse, melek, şeytanı kovar ve o insanı korumaya devam eder.”[1517]
E. Kur’ân, İlim ve Zikir Meclislerine Şâhitlik Etmeleri
Meleklerin Allah’ın adının anıldığı meclislere şahitlik etmeleri konusu çeşitli rivayetlerde söz konusu edilmektedir. Ebû Sâid el-Hudri’den rivâyet edildiğine göre Esi’d b. Hudayr bir gece evinde Kur’ân okurken başının üstünde gölge gibi bir şey hissediyor. O, her ne zaman Kur’ân okusa, bu durum tekrar meydana gelir. Bu durumu Rasûlüllah’a anlattığında, O şöyle der: “Bunlar meleklerdir ve seni dinlemektedirler. Eğer sen bu şekilde Kur’ân okuyarak sabahlasaydın, senin, kendilerinden gizlediğin bu melekleri insanlar görürlerdi.”[1518]
Hz. Peygamber başka vesilelerle de konuyla ilgili şu bilgileri vermiştir: “Allah’ın, yollarda dolaşan melekleri vardır ki, onlar zikir ehlini ararlar, Allah’ı zikreden bir topluluk bulduklarında, onları yerden en yakın semaya kadar kanatlarıyla kuşatırlar.”[1519] Bir topluluk Allah’ın evlerinden birinde toplanıp, Allah’ın kitabını okusa ve aralarında tedris etseler, onlar üzerine sekinet iner, rahmete kavuşurlar ve melekler onları kuşatır.[1520] “Melekler, ilim tâliblerinin üzerlerine kanatlarını yayarlar ve yaptıklarından razı olurlar.” denilmektedir.[1521] “Eğer sizler benim yanımdan çıktığınız zamanki halinizi her zaman devam ettirebilseydiniz, melekler Medine yollarında sizlerle musâfaha ederlerdi.”[1522] demiştir.
F. Mü’minlere Salât (Duâ) Etmeleri
Kur’an-ı Kerim’de; “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, üzerinize melekleriyle beraber salât eden (rahmetini gönderen) O’dur. Allah, mü’minlere karşı çok merhametlidir.”[1523] “Allah ve Melekleri, Peygambere çok salât ederler. Ey müminler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”[1524] denilerek meleklerin, mü’minlere ve Hz Peygamber’e salât ettikleri bildirilmektedir.
Bu âyetlerde geçen Allah’ın salâtından maksat, rahmet etmek ve kulunun şânını yüceltmektir. Meleklerin salâtı, peygamberin şânını yüceltmek, müminlere bağış dilemek anlamındadır. Mü’minlerin salâtı ise duâ anlamına gelmektedir.
Meleklerin, dostları için yapmış olduğu salât çeşitleriyle ilgili Hz. Peygamber’in hadislerinden bazı örnekler verelim: “Allah ve melekler, hattâ yuvasındaki karınca, denizdeki balık bile insanlara hayrı öğreten kimselere salât ederler.”[1525] Melekler, namaz için mescide gelen kimseye salât ederek şöyle derler: “Allah’ım! Salât onun üzerine olsun. O, mescide eza etmediği ve orada gereksiz konuşmalarda bulunmadıkça ona merhamet et”[1526] “Allah ve melekleri namazda ilk sâf üzerine salât ederler.”[1527] Melekler, namaz kıldığı yerde konuşmayarak beklediği müddetçe o kimseye salât ederler. Veya o kişi için “Allah’ım! Onu bağışla ve ona rahmet et.” derler[1528] “Allah ve melekleri, sâflarda namaz kılanlara ve sâflardaki boşlukları dolduranlara salât ederler. Ve Allah bu hareketleriyle onların derecelerini yükseltir.”[1529] “Allah Teâlâ ve melekler sahur yapanlara salât ederler.”[1530] “Bana salât eden her kula, buna devam ettiği sûrece melekler salât ederler.”[1531] “Bir Müslüman, hasta bir Müslümanı ziyarete gittiğinde, Allah, yetmişbin melek gönderir, gündüzün hangi sâati olursa olsun, akşama kadar melekler ona salât ederler. Ya da gecenin hangi sâati olursa olsun, sabaha kadar melekler ona salât ederler.”[1532] “Bir kimse bir hastayı dolaşır veya Allah için sevdiği bir zâtı ziyâret ederse, bir münâdi melek ona: ‘Sen artık günahlardan temizlendin, attığın adımların sevâbı da büyüktür. Cennet’te barınacak bir yer de hazırlamış oldun.’ diye nida eder.”[1533]
G. Mü’minler İçin İstiğfar Etmeleri
Kur’an’da meleklerin yeryüzündekiler için istiğfâr ettikleri bildirilmektedir: “Neredeyse gökler tepelerinden çatlayacaklar. Melekler de, Rab’lerini hamd ile tesbih ediyorlar ve yerdekiler için mağfiret diliyorlar. İyi bilin ki, Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”[1534] Mü’min Sûresinde de aynı husus şöyle beyân edilmektedir: “Arş’ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunan (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O’na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını şöyle isterler: ‘Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve Senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azâbından koru. Rabbimiz, onları da, onların atalarından, çevrelerinden, nesillerinden iyi olanları da, kendilerine va’dettiğin Adı cennetlerine koy. Şüphesiz aziz ve hâkim olan Sensin. Bir de onları her türlü kötülükten koru. Sen kimi kötülüklerden korursan, o gün muhakkak ki, onu rahmetine mazhar etmiş olursun. Bu, en büyük kurtuluştur.”[1535]
Hz. Peygamber de, “Cuma günü mescidin kapılarından her birine melekler gelir ve ilk gelenlerden itibaren sırasıyla yazarlar. İmam oturduğu zaman sayfaları dürerler ve hutbeyi dinlerler.”[1536] demiştir. Melekler bu şekilde hutbeyi dinledikleri gibi aynı zamanda mü’minlerin duâlarına da âmin derler. Bu vesileyle duânın kabûl olunma derecesi daha da yüksek olur. Bu gerçeği Rasûlüllah’ın şu sözü te’yid etmektedir: “Kişinin, kardeşi için arkasından yaptığı duâ kabûl olunur. Onun başı yanında bir melek vardır. Kulun duâsına ‘âmin’ der. Her ne zaman o kimse hayırla duâ etse, melek ‘Amin, aynısı sana da olsun.’ der.”[1537] Ayrıca “Birbirinize, ancak hayırla dua edin. Çünkü melekler sizin söylediklerinize ‘âmin’ derler.”, “imam âmin dediği zaman, siz de âmin deyin. İmamın demesine muvâfakat edene, melekler de âmin derler. Ve onun geçmiş günahları için mağfiret dilerler.”[1538] sözüyle meleklerin mü’minler için mağfiret dilediklerini tekrarlamıştır.
H. Kâfirlere Azâp İndirmeleri
Peygamberlerden birisi yalanlandığı ve kavmi onu yalanlamada ısrâr ettiği zaman, Allah, o kavimlerin birçoğuna melekler eliyle azap indirmiştir. Hz. Lût’un kavminin helâkinde, bu işle görevli olan melekler, yüzü güzel gençler sûretinde gelmişlerdir. Lût’un kavmi, bunların melekler olduğunu anlayamadılar ve bu güzel gençlere kötülük (fuhuş) yapmak istediler. Lût, kavmini bu kötü fiilden uzaklaştırmak için mücadele etti. Nihâyet Cibril kanatlarıyla onlara vurdu. Bunun üzerine gözleri kör oldu ve göremez hale geldiler. Kur’ân-ı Kerim bu hâdiseyi şöyle dile getirmektedir:
“Elçilerimiz Lût’a gelince, onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı göğsü daraldı da ‘bu çetin bir gündür’ dedi. (Çünkü melekler delikanlılar şeklinde gelmişlerdi. Onları insan sanmış ve kavminin onlara tecavüz edeceğinden korkmuştu. Delikanlı şeklindeki melekleri gören (Lût’un) kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötü işleri yapmaktaydılar. Lût, ‘Keşke benim size karşı savaşacak bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim’ dedi. (Melekler), ‘Ey Lût! Biz Rabb’inin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında, âilenle (yola çıkıp) yürü. Karından başka, sizden hiçbiri geri kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan (azâb), şüphesiz ona da İsabet edecektir. Onlara va’dolunan (helâk) zamanı, sabahtır. Sabah yakın değil mi’ dediler.”[1539]
İbn Kesîr konuyla ilgili görüşlerini belirtirken, “Cibril’in, kanatlarının keskin tarafıyla onların yüzlerine vurduğu ve onların gözlerinin kör olduğu zikredilmiştir. Hattâ onların tamamıyla battığı, hiçbir eserlerinin kalmadığı ifade edilmiştir.”[1540] demiştir. Suddi’den gelen bir rivayette de, “Lût’un kavmi, bu kötü işi yapma niyetiyle sabahladıkları zaman Cibril indi. Yedi kat yerden bir yer açıldı. Sonra onları alıp semaya ulaştırdı. Dünya seması ehli, köpeklerinin havlamasını ve horozlarının seslerini işittiler. Sonra Cibril onları helâk etti.”[1541] ifadesi yer almaktadır.
I. Tâbût’u (Ahit Sandığı) Taşımaları
Kur’ân-ı Kerim’de “tabut”[1542] denilen ve Eski Ahid’de “ahit sandığa[1543] “şehâdet sandığı”[1544] ve ‘Tanrının sandığı”[1545] gibi muhtelif isimlerle anılan bu âlet, Allah ile İsrailoğulları arasındaki ahdin sembolü olan, “On Emir”in yazılı bulunduğu levhaların muhâfaza edildiği sandıktır.”[1546]
Kur’ân-ı Kerim’de, Tâlût isminde bir zâtın İsrâil oğullarına hükümdâr olarak ta’yin edilişi ve onu seçtiğine delil olsun diye meleklerin taşıdığı Tâbût’u gönderişi kıssası şöyle anlatılmaktadır: “Peygamberleri onlara, ‘onun hükümdarlığının alâmeti, Tâbût’un size gelmesidir. Onun içinde, Rabb’inizden size bir ferahlık ve sükûnet, meleklerin taşıdığı Mûsa âilesi ve Hârun âilesi’nin bıraktıklarından bir miktar bakiyye vardır...”[1547]
İbn Abbâs, tâbûtu getiren meleklerin, onu yer ve gök arasında taşıdıklarını ve sonra Tâlût’un yanına koyduklarını belirtmektedir. Hasan-ı Basri de “Bu tâbût, gökte meleklerin beraberinde idi. Tâlût mülkü ele geçirince, melekler onu taşıdılar ve önüne koydular.” diyor. Katâde ise, “Bu tâbût ‘Tih’ de idi. Onun arkasında bulunan Mûsa da, Yûşâ b. Nûn’un yanında idi. O, orada kaldı. Melekler geldiler, tâbûtu taşıdılar ve Tâlût’un evine koydular. Onun evinde sabahladılar ve mülkünü ikrâr ettiler.” demiştir.[1548]
Meleklerin taşıdığı tâbût, daha önce İsrail oğullarında idi. İçinde peygamberlerin kalplerinin yıkandığı ve Hz. Musa’ya verilen altın tas ve yine ona gönderilen Tevrât levhaları; bir berrak rûh; iki başı, iki kuyruğu ile iki kanadı olan bir rüzgâr; İsrâiloğullarının ihtilâflarını, doğruyu konuşarak halleden Allah’dan bir rûh vardı. Mûsa hânedânı ile Hârûn âilesinin geride bırakmış olduğu şeylerden Mûsâ’nın asâsı, Tevrât levhaları veya Tevrat’tan iki levha, men helvası, Mûsa ve Hârûn’un elbiseleri ve iki nalın bulunmaktaydı.[1549]
Ayrıca İbn Kesir, Sûfyan-ı Sevri’den nakille meleklerin, öküzler üzerindeki tâbûtu, öküzleri sürerek getirmiş olduklarını belirtmektedir.[1550]
Bugün Yahûdiler, Tevrât tomarlarının muhâfaza edildiği dolaba “Ahit Sandığı” demekte ve Tevrât’a gösterdikleri saygıyı buna da göstermektedirler. Hıristiyanlık’ta ise, “Ahit Sandığı”, Kilise Babaları tarafından, Hz. İsa’nın sembolü olarak yorumlanmaktadır.[1551]
J. Kanatlarıyla Şehidi Gölgelendirmeleri ve Hz. Peygamber’i Himaye Etmeleri
Câbir b. Abdillah başından geçen bir olayı şöyle anlatmaktadır: “Babam şehid edildiği zaman, yüzünden örtüyü açtım ve ağlamaya başladım. Beni bundan nehyettiler. Ancak Rasûlüllah mani olmadı. Sonra halam da ağlamaya başladı. Ve Rasûlüllah, ‘Ağlasanız da, ağlamasanız da, siz onu kaldırana kadar melekler onu kanatlarıyla gölgelendirmeye devam ederler.’ dedi.”[1552]
Ebû Hureyre’den gelen bir rivayette de, Ebû Cehil’in, Rasûlüllah’a zarar vermek istediği anlatılmakta ve bunun üzerine Rasûlüllah’ın, “Eğer Ebû Cehil bana yaklaşsaydı, melekler onu süratle kapıp, parça parça yaparlardı.” dediği ifade edilmektedir.[1553]
K Mekke ve Medine’yi Deccâl’den Korumaları
Deccâl çıktığı zaman, bütün beldelere girecek, ancak, melekler korudukları için Mekke ve Medine’ye giremeyeceklerdir. Müslim’in bir rivayetine göre Deccâl şöyle dedi: Ben Deccâlim. Bana, çıkmam için izin verildiği zaman çıktım ve yeryüzünde yürümeye başladım. Mekke ve Medine dışında bütün karyelere kırk gecede uğradım. Sadece ikisi benden yasaklandı. Ne zamanki, o iki şehre veya ikisinden birisine girmeye niyet ettimse, elinde kılıç olan bir melek beni geri çevirdi. Bu iki belde üzerinde onları korumak için melekler vardır.” Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Medine’ye, Deccâl’in korkusu giremez. Bugün Medine’nin yedi kapısı vardır. Bu kapılardan her birinde iki tane melek bulunmaktadır.”[1554] demiştir.
Hz. Peygamber’in, “Medine’nin kapıları üzerinde melekler vardır. Oraya tâûn ve Deccâl giremez.”[1555] Ve “Deccâl’in girmediği hiçbir belde yoktur, ancak Mekke ve Medine’ye giremezler. Bu şehirlerin kapıları üzerinde bunları koruyan melekler vardır.”[1556] ifadelerinden de meleklerin bu iki şehri Deccâl’den korudukları anlaşılmaktadır.
L. Kâ’be’yi Tavaf Etmeleri
Meleklerin sürekli olarak Allah’ı tespit eden varlıklar olduğu yukarıda belirtilmişti. Ancak onların kendilerine özgü ibadet şekilleri de vardır. Ka’be’yi tavaf etmesi de bu çerçevede değerlendirilmektedir. Hz.Peygamber’den bu konuyla ilgili çeşitli rivayetler nakledilmektedir. Bunlardan birkaçını belirtmekte fayda vardır: “Bu Beyt’in her sene, en az altıyüzbin kişi tarafından tavaf edilmesi va’dedilmiştir. Tavaf edenler bu sayıdan az olduğu zaman, Allah Teâlâ bu sayıyı meleklerle tamamlar.”[1557] “Ka be’yi tavaf eden kimseler ‘Allah’ım, Senden dünyada ve âhirette af ve âfiyet isteriz. Bize dünyada ve âhirette iyilik ver ve bizi cehennem azâbından koru’ diye duâ ederlerse, yaptıkları bu duâya yetmiş bin melek âmin.” der”[1558]
İbnü’s-Salâh da, yaratıldığı zamandan beri Kâ’benin, insanlar, cinler ve melekler tarafından her an tavâf edilmekte olup, hiçbir an tavâftan hâli olmadığını ifade etmiştir.[1559]
M. Kıyamet Günündeki Görevleri
Kur’an-ı Kerim’de Kıyâmet sahneleri anlatırken, meleklerin yerine getireceği görevlerden de bahsedilmektedir. “O gün semaha, bulutlar çıkıp parçalanarak, melekler, ellerinde amel defterleri bulunduğu halde, hesâp için indirilecek, indirilecek”[1560] ayetinde görevlendirilen bu meleklerin indirileceği vurgulanmaktadır. “(İnanmak için) hâlâ, kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabb’inin gelmesini yahut Rabb’inin bazı ayetlerinin (delml, alâmet) gelmesini mi bekliyorlar?”[1561] Ayetiyle de Kıyâmet günü meleklerin ineceği hususu belirtilirken, aynı zamanda müşrikler de tehdit edilmektedir.
İbn Kesir bu âyetteki “iniş”in, Kıyâmet’de olduğunu ifade etmiştir.[1562] Ayrıca Nebe’ Suresi’ndeki, “O gün Ruh ve melekler saf halinde ayakta duracakdır.”[1563] ayeti ve Fecr Suresi’ndeki, “Rabb’inin emri geldiği, melekler de saf saf indiği zaman”[1564] ayeti de, kıyâmet günü meleklerin ineceğini bildirmektedir. Yani Kıyâmet günü Allah, kullar arasındaki hükümleri vermek için gelir, melekler de peşpeşe sâflar halinde gelirler. Hâkka sûresinde, “Gök de yarılır ve artık o gün o, çökmeye yüz tutar. Melekler ise, onun etrafındadır. O gün, Rabb’inin Arş’ını, bunların da üstüde, sekiz melek yüklenir”[1565] buyurulmak sûretiyle meleklerin, gök yarıldığı günkü yerleri belirtilmektedir. İbn Kesir’e göre, “İnsanlar Rabb’leri için kabirlerinden kalkarlar. Allah, onların arasında hüküm vermek için gelir. Melekler de Rab’lerinin huzurunda saflar halinde gelirler.”[1566] denilmektedir. Alûsi’ye göre Kıyâmet günü, her semanın meleklerinin inip sâf tutacakları, saflarının da iç içe olacağı, insanları ve cinleri içine alacak şekilde, halka halinde bulunacakları söylenmiştir.[1567] Dahhâk’tan gelen bir rivâyete göre ise, Kıyâmet günü, Allah’ın emri ile göklerin melekleri inerek, iç içe halkalar halinde ve yer ahâlisini ihâtâ edecek şekilde sâf tutarlar. Sonra sol tarafına cehennemi almış olarak, bir yüce melek daha iner. Yer ehli, cehennemi görünce, kaçacak bir yer arar; ama karşılarında sâf hâlinde melekleri bulurlar ve yerlerine dönerler.[1568]