(
I. II. ve III. bölümlerde Yahûdi, Hıristiyan ve İslam dinlerinde melek inancı ayrı ayrı ele alınıp detaylı bir şekilde incelenmiştir. İnceleme sırasında, her üç dinin de melek inancını, aynı ehemmiyette olmamakla birlikte, inanç esasları arasında bir yere koydukları tespit edilmiştir. Ancak, Tanrı, peygamber, vahiy vb. ortak bazı kavramları da içinde bulunduran bu üç dinin, mâhiyet itibariyle ortak ve farklı noktaları olduğu gibi, melek inancı konusunda da ortak ve farklı noktaları bulunmaktadır.
Örneğin, Yahûdilik’te Tanrı kavramı, bir ırkilik prensibine bağlanarak, sadece Yahûdi milletine hâs kılınmıştır. Hıristiyanlık’ta “Teslis” içeresinde, tevhid aranmaya kalkışılmış ancak Baba-Oğul-Ruhu’l-Kudüs gibi birbirinin aynı ve birbirinden ayrı üç Tanrı ortaya çıkmıştır. İslâm’da ise “Tek, hiç kimseye muhtaç olmayan, fakat herkesin kendisine muhtaç olduğu, doğurmayan ve doğurulmayan, kendisine hiçbir varlık denk olmayan” (bkz. İhlâs sûresi) bir Allah anlayışı, öteki iki dinin Tanrı anlayışına bir nevi reddiye teşkil eder tarzda ortaya çıkmıştır.
Peygamber inancında, Yahuûdilik ve İslâm’da mâhiyet açısından bir yakınlık gözlenmesine rağmen, Hıristiyanlık’ta, tanrılaştırılan bir peygamber ile karşılaşılmaktadır. Vahiy konusunda yine Hıristiyanlık, Tanrılaştırmış olduğu peygamberin etrafında bulunan havârilerin vahye mazhar olduklarını ve indileri, kendilerine gelen vahiyler sonucu kaleme aldıklarını kabûl etmek sûretiyle, diğer iki dinden ayrılmaktadır. Vermiş olduğumuz misallerden de anlaşılacağı gibi, melek inancı noktasında da, her üç dinde, dış görünüş itibariyle bir ortaklık olmasına rağmen, mâhiyet açısından birçok farklılıklar bulunmaktadır. Bununla birlikte, az da olsa bazı benzerlikler de vardır. Bu dinlerin melek inançları, kendi bölümleri içeresinde yeteri kadar incelendiği için, bu bölümde, yukarıda değindiğimiz ölçüler doğrultusunda, her üç dinin, birbirleriyle kısaca karşılaştırması yapılacaktır.
I. KAVRAM AÇISINDAN
A. “Melek” Kelimesinin Mânâsı
Melek kelimesi, Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta, “Tanrı ile insanlar arasında aracılık vazifesi yapan rûhi bir varlık” olarak tarif edilmektedir. İslâm’da ise, bu aracılığın Allah ile kendisine peygamberlik verilmiş insanlar ve Hz. Meryem, Hz. Musa’nın annesi gibi istisnâi bazı kimseler arasında olduğundan söz edilmektedir. Bu kavram, kök itibariyle, her üçü de “elçi, haberci, mesajcı” anlamlarına gelen, Yahûdiliğin kaynak dili olan İbrânice’deki “mal’akh”, Hıristiyanlığın kaynak dili olan Grekçe’deki “angelos” veya Latince’deki “angelus” ve İslâm’ın kaynak dili olan Arapça’daki “melek” kelimeleriyle ifade edilmektedir.
B. Meleklerin Varlığına İmân
Saduki mezhepi hariç diğer bütün Yahûdi mezhepleri, meleklerin varlığını kabûl etmektedir. Ancak, Yahûdilik’teki melek inancı, Bâbil sürgünü döneminde, Bâbil ve İran inançlarından etkilenmiş ve bazı gelişmeler göstermiştir. Hıristiyanlık’ta, meleklerin varlığı kesin olarak kabûl edilmekle birlikte, iman esasları arasında çok önemli bir yere sahip değildir. İslâm’da ise meleklerin varlığına inanmak, imanın şartlarından biridir.
C. Meleklerin Yaratılışı
Yahûdiler, meleklerin, yaratılış hadisesinin ikinci gününde, ateşten yaratıldığını kabûl ederler. Hıristiyanlar da varlıkların yaratılışı konusunda meleklerin ilk sırada yer aldığına, onların yaratılış maddesinin ise, duman ve ateş olduğuna inanmaktadırlar. İslâm’da ise, meleklerin ne zaman yaratıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, Hz. Âdem’e secde ile emrolunmalarından hareketle Hz. Âdem’den önce yaratıldıkları hususu ortaya çıkmaktadır. Yaratılış maddesi, nûrdur.
II. ÖZELLİKLERİ AÇISINDAN
A. Tanrı ve İnsan İle İlgili Özellikleri
Yahûdiliğin kutsal kitabı olan Eski Ahid’in bazı yerlerinde meleklere, Tanrı’nın ismi verilmiştir. Tanrı hakkında kullandığı bazı sıfatlarla, melekler hakkında kullandığı sıfatların arasını ayırmak, oldukça güçtür. Bazen de onlardan, “Tanrı’nın oğulları” diye söz edilmektedir. Hıristiyanlık ve İslâmiyet ise, bu konuda, Tanrı ile melek arasında net bir çizgi bulundurmakta, özellikle İslam’da, meleklerin hiçbir zaman Allah’a isyân etmedikleri ve emrolunduklarını yerine getirmekle meşgûl olduklarını; onları, “Allah’ın kızları” olarak nitelendirmenin son derece yersiz olduğu vurgulanmaktadır.
İnsan-melek mukayesesine gelince: Yahûdi ve Hıristiyan dinlerinde meleğin, insana üstünlüğü; İslâm’da ise, bütün peygamberlerin ve imanlı, sâlih amel sâhibi kulların, meleklerden üstün oldukları kabûl edilmektedir. Ancak, Hıristiyan dininde, insanlık özelliği de taşımasına rağmen, Hz. İsa’nın, “tanrılık” vasfı öne çıkarılarak, meleklerden üstün olduğuna ve meleklerin, ona hizmet ettiklerine inanılmaktadır.
B. Sâf Ruhlar Olmaları ve Vücutlarının Bulunup Bulunmaması
Her üç dinde de, meleklerin sâf ruhlar oldukları ve insanlar gibi bir vücûda sahip bulunmadıkları kabûl edilmiştir. Ancak bundan farklı olarak birçok Yahûdi bilginleri, meleklere bir vücut atfederek, onların cinsiyet farklılıklarının olduğunu ve üreme yoluyla çoğaldıklarını söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir.
C. Görünümleri
Yahûdilik’te meleklerin, genellikle insan sûretinde ve din adamlarının beyaz elbiseleri ile parlak yüzlü bir genç şeklinde göründüğü kabûl edilmektedir. Hıristiyan İlâhiyatçıları, meleklerin görünümlerini üç ayrı tarzda yorumlamaktadır: Bazıları, melek olarak görünen varlığın, gerçekte melek değil, Tanrının bizzât kendisi olduğunu; bazıları bunun, Tanrı’nın oğlu İsa olduğunu; bazıları da Tanrı’nın, insana, melek sûretinde konuşması olduğunu ileri sürmektedirler. Hıristiyanlara göre melekler Bazen bir bulut, Bazen bir yolcu şeklinde de görünebilirler. İslâm’da ise, meleğin, Bazen tanınmayan bir insan sûretinde görüldüğü, Bazen de Hz. Peygamber’in ashâbından Dıhyetü’l-Kelbi isminde bir kimse sûretinde geldiği kabûl edilmektedir. İslâm dini, diğer iki dinde olmayan, “meleğin asli sûretinde görünmesi hadisesi”ni benimsemekte ve Hz. Peygamber’in, Cebrâil’i iki defa asli sûretinde gördüğünü belirtmektedir.
D. Akıl ve Bilgi Durumları
Yahûdi dinine göre, meleklerde, ilâhi bir bilgi vardır. Zorunlu sebeplere bağlı geleceği bilirler; ancak, insan irâdesine bırakılmış geleceği ve kıyâmet sâatini bilemezler. Hıristiyanlık’ta melekler, ilâhi sırları, ancak vahiy ile bilebilirler. Akıl ve bilgi durumları sınırlıdır. İnsanların veya diğer ruhların, asıl düşüncelerini bilemezler. İslâm’da da, Allah’ın kendilerine öğrettiği kadarıyla, ilimlerinin sınırlı olduğu, yine, Allah’ın, kendilerine öğretmesi sûretiyle, insanların bilmedikleri bazı ilimleri bildikleri ve bu bilgileri öğrenmek için hiçbir gayret sarfetmedikleri kabûl edilmektedir.
E. İrâdelerinin Olup Olmadığı
Yahûdilik’te, melekler, işlerini bilerek ve farkında olarak yapan, kendilerinden istenilen görevlerde irâde ve ihtiyarlarını kullanabilen varlıklar olarak değerlendirilmektedir. Ancak bu irâde, Tanrı’nın takdiri ölçüsünde sınırlı olan, cüz’i bir irâde olarak yorumlanmaktadır. Hıristiyanlık’taki melek irâdesi konusu da, Yahûdiliğe benzemektedir. İslâm’da ise, meleklerin, bir emre taallûk eden irâdeleri yoktur. Onlar, adetâ, Allah’ın emirlerini yerine getirme, ona ibadet ve tâat konusunda, kurulmuş saat gibidirler.
F. İmtihana Tâbi Tutulmaları ve Ma’sûmiyetleri
Her üç dine göre melekler, Tanrı tarafından imtihâna tâbi tutulmuşlardır. Yahûdi ve Hıristiyan dinlerine göre, bu imtihân neticesinde, Tanrı’nın emrine uygun hareket eden meleklere “iyi melekler”, âsi olan meleklere de “kötü melekler” denilmektedir. Bu dinlerde aynı zamanda, meleklerin yanılmaları ve günaha düşmeleri de mümkündür İslam’da ise melekler, Hz. Âdem’in yaratılışı ânında Allah’ın, kendilerinden Âdem’e secde etmelerini istemesi, onlar için bir imtihân olarak değerlendirilmektedir. Melek olup olmadığı şüpheli olan (İblis, âlûn gibi) bazı varlıklar hariç, diğer bütün melekler, secde etmek sûretiyle bu imtihânı kazanmışlardır. Meleklerin ma’sûmiyeti konusunda ise, bazı önemsiz görüşler dışında, “Onlar, Allah’a âsi gelmezler ve emrolundukları şeyleri yapmakla meşguldürler.” (Tahrim,4) âyeti doğrultusunda, bütün âlimler arasında ittifak sağlanmıştır.
G. Tasvir Edilmeleri
Eski Ahid ve Yeni Ahid’de anlatılan melek tasvirleri Yahûdi ve Hıristiyan resim sanatına da etki etmiş, ressamlar tarafından, beyaz elbise giymiş insan şeklinde, kanatlarıyla uçan parlak gençler olarak tasvîr edilmişlerdir. Hıristiyanlıkta bu düşünce, Kilise ikonlarına kadar yansımıştır. İslâm’da ise, diğer mânevi varlıklarda olduğu gibi, meleklerin de tasvirleri ve resim sanatında kullanılması, aslâ câiz görülmemiştir. Hele onların, kanatlı güzel kadınlar olarak resmedilmeleri, gerçeği yansıtmayan ve sadece güzellik kavramını işlemek için kullanılan bir vâsıta olarak değerlendirilmiştir.
H. Cinsiyet ve Ölüp Ölmeme Durumları
Yahûdilik’te, “Allah oğulları (melekler), insan kızlarının güzel olduklarını gördüler ve bütün seçtiklerinden kendilerine karılar aldılar.” (Tekvin, 6,2) sözüne dayanılarak, meleklere bir cinsiyet atfedilmektedir. Ancak, onların ölümleri konusunda bir belirti bulunmamaktadır. Hıristiyanlık’ta, meleklerin, cinsiyetsiz ve ölümsüz olduğu kabûl edilmektedir. İslâm’da ise, meleklere, bir cinsiyet atfedilmemekte ancak, ölümlü oldukları belirtilmektedir.
I. Kanatları ve Uçmaları Hususu
Yahûdi ve Hıristiyan dinlerinde, meleklerin kanatlarından ve uçmalarından bahsedilmesinin, onların sür’atlerine işaret ettiği belirtilmiştir. İslâm’da ise, Kur’ân’ın ve hadislerin beyanlarıyla, meleklerin, gerçekten kanatlarının olduğu, Bunların basit bir “mecâzilik” kavramı içiresine sıkıştırılamayacağı vurgulanmıştır. Meleklerin, uçmakdan ziyâde, yeryüzüne inmeleri ve semaya urûc etmeleri meselesi söz konusu edilmiştir.
J. İkâmetgâhları
Meleklerin ikametgâhları konusunda, her üç din de aynı görüşte birleşmekte ve gökler âlemini, onların ikametgâhı olarak kabûl etmektedirler. Ancak, Hıristiyanlık’ta, bazı Kilise Babaları tarafından yorumlar yapılarak, kimisi meleklerin göğün yedinci katında, kimisi üçüncü katında, kimisi de her bir melek grubunun bir katta olmak sûretiyle göğün katlarına dağılarak ikamet ettiklerini belirtmektedirler. İslâm’da da, meleklerin her biri için, bilinen bir makâmın olduğu ve onların her birinin, bu makamlarda sıra sıra durarak Allah’ı tesbih ettikleri kabûl edilmektedir (Bkz. Sâffât, 164-166).
K. Meleklere İbâdet Etme Hususu
Her üç dinde de, meleklere ibadet etme hareketi hoş görülmemiş ve ibadetin, sadece Tanrı’ya yapılması gerektiği vurgulanmıştır.
L. Yemek Yememeleri
Her üç dine göre de melekler yemezler ve içmezler. Ancak, Yahûdilik’te bu varlıkların “menn” (kudret helvası) isminde yiyeceklerinin olduğu da belirtilmektedir.
Meleklerin özellikleri konusunda Yahûdilik ve Hıristiyanlık’ta pek temâs edilmeyip, İslâm’da yer verilen bazı hususlar daha vardır ki, bunları şöyle sıralayabiliriz: Melekler uyumazlar. Utanma, ancak Allah’ın izniyle ve dilediği kimseler için şefâat etme, lânet etme, sevme ve ümitle korku arasında bulunma ve son derece güzel olma gibi özelliklere sahiptirler.
III. SINIFLANDIRILIŞ AÇISINDAN
A. Meleklerin Sayıları
Her üç dinde de meleklerin, kesin bir sayı ile ifadesi mevcud değildir. Ancak, bu varlıkların, sayılamayacak kadar çok olduğu belirtilmektedir. Bu çokluk, Yahudi ve Hıristiyan dinlerinde “Binlerce binler ve onbinlerce onbinler” cümlelerinde ifadesini bulmaktadır. İslâm’da ise “Rabb’inin ordularının sayısını kendisinden başkası bilemez.” (Müddessir, 31) âyetiyle bu husus gizli tutulmuştur; ancak, Hz. Peygamberden ve ashâbının bazılarından gelen birçok rivâyetten anlaşıldığına göre, meleklerin, sayılamayacak derecede çok olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
B. Meleklerin Hiyerarşik Tasnifi
Yahûdi ve Hıristiyan dinlerinde melekler, aynı tasnif prensibine tâbi tutulmaktadır. Bunlar melekleri, her biri üçer sıradan meydana gelen üç gruba ayırmışlardır:
1. Grubu kerubiler, serafiler, tahtlar;
2. Grubu, egemenlikler, gerçekler, güçler;
3. Grubu ise prenslikler, baş melekler ve diğer melekler meydana getirmiştir.
İslâm’daki melek tasnifı ise, Hz. Peygamberin, emir ve nehyine muhâtab olan; Hz. Peygamberin sadece emrine muhatap olan; hiçbir peygamberin emrine ve nehyine muhatap olmayan melekler şeklinde düzenlenmiştir.
C. Kutsal Kitaplarda İsimleri Geçen Melekler
Her üç dinin kutsal kitabı da, ihtivâ ettikleri melek isimleri açısından birbiriyle tevâfuk içerisindedirler. Çünkü Eski Ahid, Yeni Ahid ve Kur’ân-ı Kerim’de sadece Cebrâil ve Mikâil’in isimleri geçmektedir. Bu iki meleğin yaygı olan telaffuzları Cebrâil ve Mikâil olmasına rağmen, Kur’an’da Cibril ve Mikâl olarak yazılıdır. Bunların dışında, Eski Ahid’in detörokanonik (sahih kabûl edilmeyen) kitaplarından Tobit’in Kitabında “Rafael” isimli bir melekten söz edilmektedir. Eski ve Yeni Ahid’lerde telmihte bulunulan, fakat herhangi bir isimle tesmiye edilmeyen daha birçok melekten bahsolunmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de ise Cebrâil ve Mikâil’in dışında Hârût ve Mârût isimli iki melekten söz edilmektedir. Ancak Hz. Peygamberin hadislerinden, İsrâfil ve Azrail isimli iki büyük meleğin daha olduğu öğrenilmektedir. Yine hadislerde ve İslâm kaynaklarında, görevlerinden kaynaklanan isimlerle anılan birçok melek sözkonusu edilmektedir.
IV. GÖREVLERİ AÇISINDAN
“Melek” yerine kullanılan kelimeler, yapı itibariyle farklı olmalarına rağmen, mana itibariyle, “mesajcı, haberci, aracı” anlamlarına gelmektedirler. Böyle bir mana birliğine sahip bu kelimeler, her üç dinde de, meleklerin, görevlerine işaret etmektedirler. Kullanmış olduğu isimlerde böyle bir mana birliği mevcud olan bu üç dinde, meleklerin görevleri konusunda da önemli bir benzerlik bulunmaktadır. Ancak, Eski Ahid ve Yeni Ahid metinlerinde, meleklerin aracılık yaptığı şahıslar, sadece peygamberler olarak sınırlandırılmamakta, aynı zamanda, Tanrı ile peygamber olmayan insanlar arasında da bu aracılığı ifâ etmektedirler. İslâm’da ise, bu aracılık hususunun, sadece Allah ile Peygamberler arasında olduğu kabûl edilmektedir.
Her üç dinde de meleklerin görevleri daha önce geniş bir şekilde belirtildiği gibi, vahiy getirme, düşmanlara ve kötülüklere karşı mü’minleri koruma ve onlara yardımcı olma, yapmış oldukları iyi ve kötü amelleri Tanrı’ya bildirme, Tanrıyı övme ve yüceliği karşısında O’na secde etme vb. hususlar etrafında şekillenmektedir. Kısacası melekler, dünyayı ve içindekileri idâre etmede Tanrı’nın yardımcı kuvvetleri olarak telâkki edilmektedir. Ancak buradaki hizmet, dolaylı olarak, yine de insanadır. Çünkü Tanrı’nın zâtının, hiçbir varlığın hizmetine ihtiyacı yoktur. Nitekim insanların ibadetlerindeki gaye de budur. Çünkü şükredenin şükrü, kendisine fayda verir; küfredenin küfrü de, yine kendisine zarar verir. Tanrının yüceliği ne şükredenin şükrüyle artar, ne de küfredenin küfrüyle azalır. Tanrı, her ikisinden de müstağnidir.