İKİNCİ BÖLÜM

(

HIRİSTİYANLIK’TA MELEK İNANCI

I. MELEK KAVRAMI

Hıristiyanlıktaki melek inancını anlatmadan önce, onu kavram olarak ele almakta fayda vardır. Yahûdilik’teki melek inancını işlerken verilen kutsal metin örnekleri Eski Ahid’le sınırlıdır. Fakat Hıristiyanlık’ta melek inancı incelerken, sadece Yeni Ahid’le kayıtlı kalmayacak, bazen, Eski Ahid metinlerinden de örnekler vereceğiz. Çünkü Hıristiyanlar, Eski Ahid’i de kutsal kitap olarak kabûl etmekte ve teolojilerinde bazen kaynak olarak kullanmaktadırlar.

A. Melek Bilim (Anjeloloji)’i Bilmenin Önemi

Hıristiyan anlıkta Melek Bilim’e, Teoloji içinde çok önemli bir yer verilmektedir. Daha açık bir ifadeyle, meleklere iman konusu, Teoloji içinde Tanrı’ya imandan sonra gelmektedir. Hıristiyan itikadına göre, Tanrı inancı, beraberinde melek inancını da gerektirmektedir. Bu sebeple Kutsal Kitap, Tanrı’yı daha iyi anlamak için, melekler mevzuunu oldukça geniş tutmaktadır. Hıristiyan kutsal kitabının bütün bölümlerinde, meleklerden az çok söz edilmekte ve Yuhanna’nın Vahyi kitabı incelendiğinde insan bunun özellikle melekleri tanıtmaya hasredildiği fikrine kapılmaktadır. Bu sebeple, Hıristiyan Anjelolojisi’nin daha iyi anlaşılması için, Yeni Ahid metinlerinden faydalanmakla birlikte, Kilise Babalarının görüşlerine de başvuracağız.

Kilise tarihine bakıldığında, ilk altı yüzyıl esnasında, melekler konusunu işleyen iki çalışmanın bulunduğu görülmektedir. Bunlardan ilki İskenderiyeli Clement’in (150-220), II. yüzyılın sonunda yaptığı Peri Angelon “Melekler Hakkında” isimli eseridir. İkincisi ise, V.yüzyılın sonunda veya VI. yüzyılın başında Pseudo-Denys’in yaptığı Peri tes uranias hierargias “Göklerin Hâkimiyeti” isimli eseridir. İskenderiye’li Clement’in eseri, “Melek Bilim” konusunda çalışma yapmanın bazı güçlüklerinden bahsetmekte ve bunun yanında, Origene’in (184-254) görüşlerine de yer vermektedir. Origene’e[629] göre, dünyanın meleklere ihtiyacı bulunduğu ve onların, hayvanlar, bitkiler vs. üzerinde murâkıplık vazifesi yapan varlıklar olduğu hususu, Anjeloloji içerisinde ele alınmalıdır.

Pseudo-Denys’in (Sahte Denys) eseri ise, “Melek Bilim” konusundaki çalışmaların eksikliğinden ve bu konunun, görünmeyen varlıklar ve kader gibi konular arasına sokularak ele alınmış olmasından söz eder. Pseudo-Denys’e kadar, “Melek Bilim”in, Kilise Babaları tarafından bütünü ile ele alınmadığını ve Kilise Babalarının, ilk etapta, meleklerden bir “ara konu” olarak bahsetmiş oldukları dile getirilmektedir. Bu eksik bilgilerin, kesin bir düşünce ortaya koymaktan ziyade, Kilise Babalarının, meleklerle ilgili bilgileri belli bir düzene koymaya çalışmalarından ibaret olduğu ifade edilmektedir.[630]

Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Hıristiyan Anjelolojisi, esas itibariyle, Yahudi Anjelolojisi’ne dayanmaktadır. Yeni Ahid’de geçen Cebrâil, Mikâil ve Rabbin Meleği isimlerinin, Eski Ahid’de de geçmesi ve Yeni Ahid’de çizilen melek kompozisyonunun Eski Ahid’dekine benzemesi, bu görüşü desteklemektedir. Kilise Babaları, Yeni Ahid metinlerinde ele alınan melek kavramı etrafında, bazen bu metinlere bağlı kalarak, Bazen de kendi yorumlarına ağırlık vermek sûretiyle, Anjeloloji içerisindeki yerlerini almaktadırlar. Bunların, bazen, kendi görüşlerine ağırlık vermelerinin sebebi de, Kitab-ı Mukaddes metinlerinin, melekleri, her yönüyle anlaşılır bir tarzda incelemeye tabi tutmayıp, zihinlerde bazı soru işretlerinin belirmesine sebep olmalarıdır. Bunun için herkes, kendi düşüncesine göre hareket etmiş ve birçok kere, yanlışlara düşenler de olmuştur. Hattâ bazı kimseler, Kitab-ı Mukaddes’in kapalı bıraktığı konuları tefsir etmeye kalkışmış, eksik ve şüpheli yorumlarıyla, meseleyi daha da karıştırmışlardır. Tabii bunda, Yeni Eflatuncu filozofların ve Apokrif kitapların da etkisi olmuştur.

B. “Melek” Kavramının Tarifi ve Kullanılış Şekilleri

Melekler, emirlerini yerine getirmek ve kendisini övmek için, Tanrı tarafından yaratılmış saf ruhlardır. “Melek”, “Mesajcı” (Messager) ve “gönderilmiş” (envoye) gibi manalara gelir ve kök olarak, Grekçe “haberci” manasına gelen “angelos” ve yine Lâtinceye de buradan geçmiş olan “angelus” kelimelerine dayanmaktadır. Bu manalar, meleklerin tabiatlarıyle değil, görevleriyle alakalıdır. Onlar, tamamen rûhi cevherlerdir.[631] Bu kelime, umûmiyetle, iki manada kullanılır: Birincisi, “Tanrı’dan mesaj getiren”; ikincisi ise, “rûhi yaratık” ifadeleridir. İncil’in baş kısımlarında, bu iki mana da ayrı ayrı belirtilmiştir. Her ilâhi mesajcı bir rûhi yaratık olurken, her rûhi yaratık bir ilâhi mesajcı değildir. Bu husus Eski Ahid’in Postexilic (Babil esâreti sırasında yazılmış) kitaplarında ve Yeni Ahid kitaplarında farklı şekillerde ifade edilmiştir.[632]

Metinlerin birçoğunda melek kelimesinin yorumu üzerinde Kitab-ı Mukaddes tefsircileri farklı görüşler belirtmektedir. Bazıları meleği “semavi elçi”, bazıları bir “insan”, bazıları da “Tanrı’nın Oğlu” olarak yorumlamaktadırlar.[633] Fakat Rasûllerin İşleri kitabında, meleğin, sanki Tanrı’nın bizzât kendisiymiş gibi düşünülmesine sebep olan bir ifade yer almaktadır:

“Ve kırk yıl dolunca Sina Dağı çölünde, çalı ateşi alevinde, kendisine bir melek göründü. Ve Mûsâ, gördüğü zaman, bu görünüşe şaştı ve bakmak için yaklaşınca Rabb’in sesi geldi. ‘Ben, senin atalarının Allah’ı, İbrâhim’in, İshâk’ın ve Yâkûb’un Allah’ıyım’ dedi.”[634]

Kilise Babaları da, Tanrı’nın mesajlarını taşımaları sebebiyle bu varlıklar için genel olarak “melek” (ange) ismini kullanmışlardır. Diğer meleklere komutanlık ettikleri gerekçesiyle bazılarına “baş melek” (l’archange); bilgi ve akıl sahibi oldukları sebebiyle bazılarına da “Faziletler” (Vertus) ismini vermişlerdir.[635] Bunların dışında, meleklere, bazı sıfatlar da verilmektedir. Bazen onlara “arabulucu”[636] denir. Bazen “iyi melekler” denilir. Bunlar, iyi irâdede direnen semavi ruhlardır. Tanrı’ya itâat ederler.[637] Tanrı tarafından yaratılmış olmalarına rağmen, O’na itâat etmeyip âsi gelenler, “kötü melekler” diye isimlendirilir.[638]

İmtihâna çekildikten sonra, iyi melekler, göğün mutluluğuna erişmişlerdir. Kutsal Kitap bunları “Tanrı’nın oğulları”[639] ve “mukaddesler”[640] diye isimlendirmektedir.

Onlara bazen “seçkin melekler”,[641] bazen “göğün melekleri”[642] Bazen de “göğün sakinleri”[643] ve “semavi Kudüs’ün yerleşikleri”[644] denilmektedir. Onlar, elde etmiş oldukları mutluluğu asla kaybetmezler ve orada devamlı olarak Tanrı’nın yüzünü seyrederler.[645]

“Melek” kelimesi yerine kullanılan başka tâbirler olduğu gibi, bu kelime bazen başka şahıslar için de kullanılmıştır. Bunlar şöyle sıralanabilir:

1. Melek kelimesi bazen, iradesini açıklamak, tebliğ etmek ve kurtuluşu gerçekleştirmek gayesiyle, Babası tarafından dünyaya gönderilmiş olan “Rab İsa” için kullanılmıştır.[646]

2. Kilisenin görevlileri ve önderleri için kullanılmıştır.[647]

3. Vaftizci Yahya, İsa Mesih’in haberci meleği olarak telâkki edilir.[648]

4. Peygamberler ya da daha ziyâde havariler, Kudüs’ün (Jerusalem) kapısında bulunan oniki meleği temsil etmektedirler.[649]

5. Sağlam, gürbüz ve kuvvetli varlıklar da bazen, meleklik sıfatlarıyla işaret edilmiştir.[650]

C. Meleklerin Varlığına İman

Meleklerin varlığına inancın kaynağını, Yeni Ahid metinleri, gelenek ve akıl teşkil etmektedir. 1870 Vatikan konsilinde, Tanrı’nın, zamanın başlangıcında maddi ve manevi varlıkları yarattığı kabûl edilmiştir. Maddi varlıktan maksat dünya, manevî varlıklardan maksat da meleklerdir.[651] Hıristiyan teologları meleklerin varlığının sadece akıl ile ispatlanamayacağını ifade etmektedirler. Ancak bununla birlikte sadece akılla meleklerin varlığının ispatlanamamasının, onların olmadığı anlamına gelmeyeceğini de belirtmektedirler.[652]

Bu sebeple her Hıristiyanın, onların gözle görünmez varlıklarının ve yardımsever faaliyetlerinin gerçekliği duygusunu mutlaka muhafaza etmesi icabettiğini[653]vurgulamaktadırlar. Bunlara göre akıl, meleklerin varlığını reddetmekten ziyâde, bunu, mâkul görmeye ve kabûl etmeye meyyaldir[654] ve iyiliği Tanrı yaratmıştır. Fakat insan aklın ancak küçük bir kısmını anlayıp tanıyabilmekte ve kullanabilmektedir. İnsana gizli kalan diğer büyük bir kısım ise, boşuna yaratılmamıştır. Buna göre, Tanrı’nın, insana gizli kalan işlerinde, Kendisi’nin şanını ve güzelliğini tanıyan, bu tanıma yoluyle zamanın O’na ibadetle geçiren ve O’nu yücelten insanüstü, kâbiliyetli ruhlar yaratması gerekirdi. Çünkü kâinâtın uçsuz-bucaksız boşluklarını ne insana ait gözün, ne de yine insana ait hâfızanın anlayabilmesi ve bunları tanıyabilmesi mümkündür.[655]

Bazı Hıristiyan ilâhiyatçıları ise, meleklerin varlığını, deneylerin sonuçlarına dayanan (a posteriori) delil yoluyle ispatlamaya çalışmaktadırlar. Onlar, meleklerin, yaratıklar üzerinde, özellikle insanın yaşadığı dünya üzerinde meydana getirdikleri etkilerden ve sonuçlarından hareket etmektedirler. Ancak, bu iddiayı açık bir şekilde ispatlamanın ne kadar zor olduğunu da itiraf etmektedirler. Onlara göre iyi olay ve sonuçlarını, mutlaka iyi meleklere maletmemek gerekir. Çünkü bunlar, doğrudan doğruya rûhâni sebepler olarak Tanrıya ait kılınabilir. Bu sebeple, rasyonel delillerle meleklerin varlığını ne ispatlamak, ne de reddetmek mümkündür; o halde bu mevcudiyetin kabulünü, vahyin verilerine dayandırmaktan başka yol yoktur.[656]

Athenagore (öl. 180 yılları), kilise dogmasından hareketle, meleklere iman doktrinini şu şekilde açıklamaktadır. “Biz ateist değiliz, Tanrı’ya (Baba-Oğul-Ruhu’l-Kudüs), bununla birlikte meleklere ve Tanrı’nın hizmetçisi olan diğer ruhlara inanırız.”[657]

Grek Babalarından Jean Chrysistome (347-407), Kudüslü Cyrille (315-386) ve Epiphane (315-403) meleklerden çok az bahsetmektedirler. Onlar, bütün rûhi varlıkları, genellikle “Teslis” tasavvuru içerisinde eritmişlerdir.[658]

Lâtin Babaları olan Hilaire (295-368), Ambroise (340-397), Jerome (340-420) ve Augustin (354-430) arasından, meleklerin varlığı, hayatı ve görevleri konusuyla en çok ilgilenen Augustin olmuştur. O, bu konuda şöyle der: “Biz, meleklerin varlığını bütünüyle ve açık bir tarzda anlayamayız. Öyle ki, biz, ezeli ve ebedi âhiret mutluluğunun müşterek elde edilmesinde, onlarla her zaman için beraber olacağız.”[659]

“Meleklerin varlığı nasıl bilinebilir”? Sorusuna, şu şekilde cevap verilmiştir:

“Kutsal Kitap metinleri yoluyla bilinebilir. Çünkü Kutsal kitap metinlerinde meleklerden çok sık söz edilmektedir.”[660]

Pavlus, kendi mektuplarında birçok melekten söz etmektedir. Petrus’un Mektubu’nda ve Yuhanna’da meleklere çok az yer verilmektedir,[661] ancak Yuhannanın Vahyi kitabının hemen hemen her sayfasında söz edilmektedir.

IV. Lateran (1215) ve I. Vatikan (1870) konsillerinde bu inançla ilgili tespit edilmiş olan kilise tâlimâtı yardımıyla bilinebilir. Bu tâlimât şu şekilde ifade edilebilir:

“Tanrı, zamanın başlangıcından itibaren iki çeşit varlık yaratmıştır. Bunlar rûhi ve maddi varlıklardır; yani, melekler ve dünyadır.”[662]Geçmiş toplumların kültürlerinden istifade edilerek de bu varlıkların mevcudiyeti ile ilgili deliller elde edilebilir.[663]

Ancak, bütün bu akli ve nakli delillere rağmen, meleklerin varlığını kabûl etmeyenler de vardır ki, bunlar, her devrin materyalistleridir. Onlara göre, sadece madde vardır. Sonra rasyonalistler gelir ki, bunlar da, melekleri, bir hayal ürünü olarak düşünürler.[664]

Hıristiyanlıkta meleklerin varlığını daha iyi anlamak için, bu konuya yardımcı olacak bir kaç hususu da belirtmekte fayda vardır.

1. Hıristiyanlıktaki Melek Düşüncesinin Kaynağı ve Gelişmesi

Hıristiyanlıktaki melek düşüncesinin, Yahûdilikteki melek düşüncesinden etkilendiği kabûl edilmektedir. Ancak bu etkilenme, Eski Ahid’in kanonik kitaplarından ziyade, apokrif kitaplarına dayanmaktadır. Yeni Ahid’ Eski Ahideki “Rabb’in Meleği” tâbirinin, Eski Ahid’teki “Yahve’nin Meleği” veya “Tanrının Meleği” tâbirine denk düştüğü de bir vâkıâdır.[665] Pavlus, ruhlar âlemi içinde, en çok meleklerden bahsetmektedir.[666] Yuhannanın Vahyi, Yeni Ahid’in, meleklerden en çok bahseden kitabıdır. Çeşitli zamanlarda melekler hakkında söylenen bazı kuşkulu sözlere karşı da, adeta onların varlığını ispatlamaya çalışır.[667] Kilise’nin de gayretleriyle Hıristiyanlık’ta zengin bin anjeloloji anlayışı ortaya çıkmaktadır.[668]

Hıristiyan mezhepleri arasında melekler konusunda çok az farklılıklar vardır. Bazı mezheplere göre melekler, sadece kurtuluş sahnesi üzerinde figüranlık vazifesi yapan varlıklardır.[669]

Meselâ, meleklerin varlığı ve tabiatı üzerindeki Katolik doktrini: IV. Lateran (1215) ve Vatikan (1870) konsilleri vasıtasiyle formüle edilmiştir. Bu konsillerde meleklerin mevcudiyeti, rûh ve bedenden meydana gelmiş insandan farklı bir özellikte, tamamen mânevi varlıklar oldukları onaylanmıştır. Katolik ilâhiyâtçılar, melekler bilgisinin, Musa’dan itibaren, İsa-Mesih’e kadar sürekli bir vahiy ile gelişme gösterdiğini kabûl etmekte, ancak, meleklere imanın, ilkel politeizmin basit bir değişikliğe uğraması şeklinde düşünülmesini de reddetmektedirler.[670]

Bütün bunlardan sonra sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Hıristiyan yazarlar, meleklerle ilgili düşüncelerini, Yeni Ahid’i meydana getiren kitaplarla birlikte, kendi çağlarında çok rağbet ve itibar gören Yahûdi apok rif metinlerine dayandırmaktadırlar.[671]

2. İkonografi ve Güzel Sanatlar Alanında Melek Düşüncesi

Hıristiyan sanatı, ilk yayılışından itibaren, kompozisyonlarda melekleri de konu edinmiş ve kutsal metinler vasıtasıyla onların mevcudiyetini belirtmiştir. Roma’da bulunan Hıristiyanlık tarihine ait bazı yeraltı gömütleri (mezarlar) üzerindeki resimler arasında, pek seyrek de olsa, kanatlı melek figürlerine rastlanmaktadır. Bu gömütler üzerinde bulunan kanatlı, melek şekillerinin benzer misalleri daha sonraki ilk üç asırda çoğalmaktadır. IV. yüzyıl’da da, Hıristiyan sanatındaki kanatlı melek tipi bozulmamıştır.[672]

Hıristiyan sanatı, çok tanrılı sanattân ilhâm alınarak meydana gelmiş değildir. Onlar, kanatlı melek resimlerini antik sanattân saymışlardır. V. ve VI. asırlara ait, özellikle büyük anıtlar üzerinde, bir çeşit melek tipi ortaya çıkmaktadır. İngiltere’deki Biritish Museum’da muhâfaza edilmekte olan fildişi tablo üzerindeki bir melek figürü, en güzel örnekler arasında sayılmaktadır.[673]

Ravenne’nin (Bizanslılardan alınma bir italyan bölgesi)[674] mozaik-lerinden yapılmış melek figürleri de bunlardandır. Sanatçılar bu tipi kompoze etmek için antik iktibaslar yapmak suretiyle onlara gerçek orijinalliğini vermeye çalışmışlardır. Bu çağda melek, düzgün çizgilerle ifade edilmiş yüzü, örülmüş uzun saçları, beyaz elbiseleri, heybetli ve güçlü bir sıfatı vb. vasıflarıyla temsil edilmiştir. Bu tarz, zamanımıza kadar da ulaşmıştır. Doğu’da olduğu gibi, Batı’da da aynı tarz hâkimdir.

Meleklerin hiyerarşik tasnifi de sanatçıların dikkatini çekmiş ve onları hiyerarşik açıdan sanatları içerisinde ele almışlardır. Meselâ, Tahtlar sınıfını, ateşten çarklar ve çevrede kanat halini almış, serpilmiş gözler şeklinde; Kerubileri,[675] sadece bir başlı ve iki kanatlı; Serafileri ise, altı kanatlı olarak figüre etmişlerdir. Hiyerarşik tasnifin ikinci grubunu meydana getiren “Hâkimiyetler, Faziletler ve Güçler” ise, baştan ayağa kadar, altından kuşaklar ve yeşil yaldızlar taşır bir şekilde temsil etmişlerdir. Bunlar, aynı zamanda, sağ ellerinde altından bir çubuk, sol ellerinde ise, bir mühür tutmaktadırlar. Hiyerarşik tasnifin üçüncü grubunu teşkil eden “prenslikler, başmelekler ve diğer melekler” i de, asker elbiseleriyle, altın kemerlerle ve ellerinde mızrak ve balta tutar bir şekilde tasvir etmişlerdir.[676]

Bütün bu tasvirlere, Bizans kiliseleri dekorasyonunda çok rastlanmaktadır. Bu tasvirler, sadece Doğu kiliselerinde değil, Batı kiliselerinde de mevcuttur. Büyük kiliselerin monografilerinde, meleklerin ikonografileri için sayısız dokümanlara rastlanır. Kimileri başmelek Mikâil’e sanat ve inançlar tarihinde özel bir yer vermişler ve kısa bir tanıtma yazısı ayırmışlardır.[677]

VIII. yüzyıl gotik sanatında melekler, genellikle, hayat dolu güzel gençler olarak tasvir edilmişlerdir. Fra Angelico ise, XV. yüzyıl’da, melekler konusunda sade bir açıklamada bulunarak, onların fizyonomilerinde, erkekliklerinden çok, dişiliklerine yer vermektedir. Ancak, her hâl ü kârda meleklerin genç olarak gösterilmeleri âdet haline gelmiştir. XVI. yüzyıl’da en büyük sanatçılar, bu çizgiler altında, örnek olarak Eski Ahid meleği olan Rafael’i sık sık tasvir etmişlerdir.[678]

Meleklerle ilgili Hıristiyan sanatının Doğu versiyonu, kanatlı Grek Zafer Tanrıçasının etkisi altında kalmıştır. İtalyan Rönesans’ından sonra, değişik tipte figürler ortaya çıkmıştır. Ancak, daha sonraki dönemde sanatçılar, melekleri, ideal bir güzellikte tasvir etmeye başlamışlardır. Bu gelişme, Rönesans döneminde meleklerin, dişil olma özelliğini düşünmeye yol açmıştır. Yine gotik dönemde ortaya çıkan “Çocuk Melek” kavramı da, İtalyan Rönesans’ı müddetince geniş olarak incelenmiştir. Meleklerin erkek çocuk başı ile tasvir edilişi de, onların suçsuzluğuna ve devamlı olarak genç olduklarına işaret eder.[679]

Bizans döneminden itibaren imparatorluk seramonisinin etkisi yoğunlaşmış ve melekler, sık sık, imparatorluk sarayı muhafızlarının kıyafetleriyle temsil edilmeye başlanmıştır.[680]

Batı’da, figürler üzerinde melekler, Tanrı’dan, insana haber getirir ve şehitlerin kanlarını Tanrıya ulaştırır şekilde tasvir edilmişlerdir.[681]

Meleklere, Hıristiyan mimarisi tarihinde de yer verilmiş olup, V. yüzyıl’dan itibaren İstanbul’da ve Roma’da, meleklerle kutsanmış kiliseler çok sık görülmektedir. Muayyen zamanlarda bu tasvirlerin yoğunluk kazanması yanında, bu konuda Saint-Michel Kilisesi, en önemli yeri tutmaktadır.[682]

Netice olarak diyebiliriz ki, Hıristiyanlar tarafından meleklerin tasviri, her zaman vâki olmuş olan bir hadisedir. İznik II. Konsilinden itibaren kilise, Hıristiyanlara, kesin olarak, melekleri tasvir etme izni vermiştir. Bu vesileyle meleklerin, sık sık, insan şekli altında tasvir edildiği görülür; ancak, onlara, bir cinsiyet atfedilmez. Çünkü onlar, sâf ruhlardır. Tabiatları cinsiyetsizdir. Fakat erkeğe has (virile) kuvvetlerini açıklamak için, onlar, mutluluk ve lütuf dolu genç adamlar olarak tasvir edilirler; çeviklik ve neşe dolu bir hayatı hatırlatmak için sağlıklı ve kuvvetli bir delikanlıya benzetilirler. Olağanüstü hızlılıkları kanatlarıyla, hafif elbiseleriyle, çıplak ayakla kumsal alanda koşan atletler şeklinde figüre edilmişlerdir. Aşağıdaki resimde de görüldüğü gibi, çeşitli müzik aletleriyle, ara vermeksizin, Tanrıyı övgülerle yâdeder şekilde tasvir edilmişlerdir.[683]

Tanrı’ya, insanların iyi işlerini ve duâlarını bildirmek için ellerinde buhurdanlıkla resmedilmişlerdir. Mânevi tabiatlarının sâf ve bütün günahlardan uzak oluşuna işaret etmek için, beyaz bir elbise ve bu elbise üzerinde altın’dan bir kuşakla, Tanrı’ya sundukları saygılı ve kutsal ibadeti açıklamak için başörtülü, gözler inmiş, eller göğe doğru, kanatlar katlanmış, dizler bükülmüş olarak da temsil edilmişlerdir.[684]

D. Meleklerin Yaratılışı

Meleklerin yaratılış zamanı kesin olarak belirlenememektedir. Bunu, altı gün meselesi içinde değerlendirmek de kolay bir şey değildir. Kilise Babalarından bazıları birinci günde göğün, bazıları da dördüncü günde “ışığın” yaratıldığını ileri sürmüşlerdir. Kimisi, meleklerin yaratılışının dünyanınkinden önce, kimileri aynı anda, kimileri ise dünyanın yaratılışından sonra olduğunu beyan etmişlerdir.[685] Şimdi bu hususu bazı Kilise Babalarının görüşlerinden örnekler vererek açıklayalım.

Origene (184-254), Nazianzuslu Basile(329-379), Nazianzuslu Gregoire (330-390), Şam’lı Yuhanna (Jan) (Öİ.754), Chrysosteme (347-407), Ambroisse (340-397), Hilaire (295-368) ve Jerome (340-420) gibi Kilise Babaları, meleklerin dünyadan önce yaratılmış olabileceğini savunmaktadırlar.[686] Cassien (360-435) mübalağa yaparak, yer ve gök yaratılmadan önce hiçbir varlığın yaratılmış olmadığını kesin ve mutlak bir prensip olarak görmekte ve genellikle Eski Ahid’in Eyüp kitabına dayanarak, meleklerin yer ve gökten önce değil, yıldızlardan önce yaratılmış olduğunu iddia etmektedir.[687]

Kilise Babalarından Mopsuestiyalı Teodor (öl.428) meleklerin ilk önce yaratılmış olabileceğini kabûl etmemektedir. V.yüzyıl’ın sonlarında ve Vl. yüzyıl’ın başlarında yaşamış olan Philoponus (490-566) ise, Basile’in görüşünü kabul edip, özelikle Mopsuestiyalı Theodor’un görüşünü çürütme yoluna gitmektedir. Srli Theodor (öl.458) da, Mopsuestiyalı Theodore gibi düşünmekte ve görüşünü pekiştirmek için şöyle bir delil getirmekte “Her şeyin bir başlangıcı ve sınırlı bir cevheri (maddesi) vardır. Maddi vücutları olmamasına rağmen, melekler de böyledir. Böyle bir özelliğe sahip olmaları sebebiyle onların, ancak belirli bir yer içinde olmaları gerekir. Oysa yer ve gök yaratılmadan önce herhangi bir ikamet yeri yoktu. O halde orada melekler de olamazdı.”[688]

Batı’da Augustin, “Meleklerin Yaratılış Dogması” düşüncesini akılla izah etmeye çalışmakta ve varlıkların yaratılışı konusunda, meleklerin ilk sırada yer aldığını ileri sürmektedir. Bununla birlikte, yıldızların yaratılışı anında, daha önce yaratılmış olan meleklerin Tanrıyı övdüğünü de söylemekten geri kalmamaktadır.[689]Augustin’den sonra Gennade (öl.1472), koyu karanlıkların suları, suların da yeryüzünü kaplar olduğu esnada, meleklerin gökten, yerden ve sudan daha önce yaratıldığını, bunun da, ışığın yaratılışından birkaç yüzyıl önce olduğunu belirtmiştir. Bu fikri ortaya atan Gennade, görüşünü savunmak için de şöyle bir delil getirmektedir: “Tanrı yeri, göğü ve suyu yaratırken onların yardımını kullanmıştır.”[690]

Thomas (1117-1170), Tanrının işlerinin eksiksiz olduğunu, O’nun, yer ve göğün sakinlerini aynı zaman diliminde yarattığını söylemektedir.[691] Meleklerin hepsinin aynı anda mı, değişik zamanlarda mı veya ard arda mı yaratılmış olduğu konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.

Kilise Babalarından bir kısmı meleklerin bazılarının, diğer bazıları vasıtasıyla çoğaltıldığına inanmaktadırlar. Diğer bir kısım Babalar ise, meselâ Nissa’lı Gregoir (332-394) “Şâyet insan, günah işlememiş olsaydı, meleklerde olduğu gibi, cinsel ilişki olmadan çoğalacaktı.” sözüyle yukarıdaki fikre karşı çıkmakta fakat bunların üreme ve çoğalma usûlünün nasıl olduğunu bilmediğini itiraf etmektedir. Meleklerin birbirleri vasıtasıyla çoğaldığını savunanların görüşü taraftar bulmadığı için, ilmi olarak kabûl edilmemiştir. Çünkü umûmun kabûl ettiği görüş, bütün meleklerin, üreme hadisesi söz konusu olmadan, aynı anda yaratılmış olduğu husûsudur.[692] Meleklerin yaratılış gayesi ise, şöyle belirtilmiştir:

“Melekler, hizmete âmâde kılınmış, kalıcı barışı sağlamak sûretiyle hayır ve iyilik meydana getirmek için yaratılmış ruhlardır.”[693] Yeni Ahid’de ifade edilen, “Hepsi, kurtuluşu miras alacak olanlara hizmet için gönderilen hizmetçi ruhlar değil midir?”[694] sözünden bu kastedilmektedir.

Melekler suçsuz, kusursuz bir durumda ve tabiatlarına uygun bir mutluluk içinde yaratılmışlardır. Onlar, kutsal ruhun ezeli ve ebedi görüntüsünde ve ifadesi mümkün olmayan sevinçler içinde tabiatüstü bir mutluluğa yöneltilmişlerdir. Onlar, tabiatüstü nimetlere sahiptirler. Bu mutluluk, onlara, bir ödül olarak verilmiştir.[695]

Meleklerin yaratılış maddesinin ise duman ve ateş olduğu ve onların vücutlarının bu iki maddenin birisinden meydana geldiği ileri sürülmüştür.[696]

Meleklerin yaratılışı konusunda elde edilen bu bilgilere rağmen, Hıristiyan ilâhiyatçıları ve Kilise Babaları, onların ne zaman yaratıldığı ve Tanrı’nın tek bir emriyle hepsinin aynı anda mı yaratıldıkları yoksa birbirleri vasıtasıyla mı çoğaldıkları konusunda görüş birliğine varamamışlardır. Çünkü Yeni Ahid’de bu konuyla ilgili net ve kesin bilgiler bulunmamaktadır.

II. MELEKLERİN ÖZELLİKLERİ

Hıristiyan teologlar meleklerin özeliklerini net olarak bilemeyeceklerini ve bunu ifade etmekten aciz olduklarını itiraf etmektedirler. Ancak yine de kutsal metinlerden faydalanmak ve felsefi manada fikir yürütmek suretiyle bu varlıkların özellikleri ile ilgili birtakım değerlendirmelerde bulunmaktadırlar.[697] Bu konu aşağıda çeşitli başlıklar altında izah edilecektir.

A. Meleklerin Varlıklarıyla Alâkalı Özellikleri

Meleklerin, varlıklarıyla alakalı birçok özelliği vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:

1. Rûhi ve Maddi Varlık Olma Durumları

Kutsal metinlerde anlatılan melek tipleri bazen insan şeklinde tasvir edilmektedir. Ancak kilise babalarından bazıları insanın ruh ve bedenden müteşekkil, meleklerin ise sadece ruhtan ibaret olması münasebetiyle, böyle bir tasvirin uygun olamayacağını ifade etmişlerdir.[698]

Latin Babaları arasında Hilaire (315-367) meleklerin rûhi oluşlarının kendi tabiatlarından kaynaklandığını; bununla birlikte onların bedeni bir cevhere de sahip bulunduklarını belirtmiştir. Jerome (342-419) ise, meleklere ait düşük nitelikli ve şehvâni bir vücut fikrini reddetmiştir. Ancak onların temiz ve hafif bir dış görünüşe sahip olduğunu benimsemiştir. “Bizim vücûdumuz, dirilişten sonra, meleklerinki gibi parlamalıdır.” sözüyle de bunu kastetmiştir. Augistin de meleklerin şehvâni bir vücuda değil, kendi sâflıklarına uygun bir vücûda sahip olduklarını ileri sürmüştür. Bu vücudun da, Tanrı tarafından beslendiğini belirtmiştir. Origene’den sonra, o da, meleklerin ruh ve bedenin birleşimiyle meydana geldiğini kabûl etmiştir. Bazen de, “Acaba bu melekler görünmek için başka bir yaratığın vücut şekline mi giriyor veya görevlerini yerine getirmek için vücutlarını basitçe bir şekil değişikliğine mi uğratıyorlar?” diye kendi kendine sormuştur. Bu denli tereddütlere rağmen Augustin, meleklere bir vücut atfetmekten geri kalmamaktadır. Meleklerin bu vücudu ona göre, öldükten sonra dirilecek olan insanın, temiz, hafif, semavi, rûhi ve meleki olacak olan vücûdunu andırmaktadır.[699]

Augustinin (341-430) en iyi öğrencilerinden biri olan Rüspe’li Fulgence (467-532) ise, meleklerin, cevheri topraktan değil, ateşten ibaret olan bir vücuda sahip olduklarını ileri sürmektedir.[700]

IV. yüzyıldan itibaren Grek Babalarının bu konudaki ifadeleri ise çok farklıdır. Onlar, Meleklerin vücutsuz, maddesiz ve salt ruhtan meydana geldiklerini ifade etmişlerdir. Eusebe de Cesaree (265-340) “ateşten vücut” konusunu gözden geçiriyor ve “melekler ne maddi ve topraksal bir ateştir, ne de ‘hava’ gibi bir cevherdir. Bu ateş’ ve ‘hava’ ile istiâre yapılmıştır. Zira onlar rûhi ve akıllı tabiatlardandır.”[701] Sözü ile bu konudaki fikrini beyan etmektedir.[702]

Basil le Grand (330-379), melekleri yaratıklar arasında ilk sıraya koymakta ve onların bedenliliğini makul bir ölçüde tutmaya itinâ göstermektedir. Chrysostome’a göre ise, melek de, şeytan gibi insâni ve şehvâni bir özellik taşımaktadır. Fakat bedensizliklerine rağmen Chrysostome’un meleklere şehvâni bir yaratılış durumu atfetmesi ve insâni bir görünümle tasvir etmesi, dinin dışında bir hareket olarak değerlendirilmektedir.[703]

Besaine, melekleri, kadınlarla birleşebilen, sık sık görünebilen ve kendi taibatlarına uygun çok ince (subtil) bir vücuda sahip olan varlıklar olarak tarif etmektedir.[704]

Kartaca piskoposu Licinianus (250-325) meleklerin bedensizliğini savunmuştur. Nissalı Gregoire ise “mutlak rûhiliği” dile getirmiştir. Onun gözünde meleğin rûhiliği bir “ruh beden” birleşiminden meydana gelmiş değildir.[705]

Bütün bu görüşlerden, genel olarak, şöyle bir sonuca varılabilir:

Melekler, aslında, salt ruhtan meydana gelmiş varlıklardır. Fakat onların Kutsal Kitap’ta sık sık belirli şekiller altında görünmeleri, kendilerine bir beden atfedilmesine sebep olmuştur. Bu hususta Hıristiyan ilâhiyatçıları ve Kilise Babaları çok farklı görüşler ileri sürerek, kimileri onlara hafif ve ince bir beden maletmiş, kimileri de tamamıyle bedensiz olduklarını belirtmişlerdir.

2. Cinsiyet, Çoğalma ve Ölümsüzlük Durumları

İncillerde İsa Mesih, Sadukiler’e cevap vererek dirilişten sonra kutsalların kocasız ve kansız olacağını; onların, Tanrı’nın meleklerine ait olan bu özelliği temsil edeceklerini söylemektedir. Yeni Ahid’de geçen “Zira kıyâmette onlar ne evlenirler, ne de kocaya verilirler; ancak gökte olan melekler gibidirler.[706] sözü bu anlamda yorumlanmaktadır. Hıristiyan teologlarından bazıları bu ifadeyi delil göstererek meleklerin bir cinsiyyetinin olamayacağı kanaatine varmışlardır.[707]

Fakat bu bilgiye rağmen Yahudi apokrif kitaplarından Enok’un kitabının etkisi altında kalan bazı Kilise Babaları meleklerin cinsel hayatı olduğuna inanmaktadırlar. İrenee (130-200) meleklerin, kadınlarla birleşmeye yetenekli olduklarını bildirmektedir. İskenderiyeli Clement meleklerin, geçici güzellik için Tanrı’nın bahşettiği güzelliği bırakarak, kendilerine hâkim olamama yoluyla günah işlediklerini ileri sürmektedir. Bunları “Kendilerini şehvete veren ve geleceğin sırlarını kadınlara bildirenler” diye tasvir etmektedir. Ambroise, onların düşüşünü kibirlenmelerine ve bedeni arzularına maletmektedir.[708] Gnostik Hıristiyanlara göre ise Rûhu’lkudüs, dişil prensiptir. Yaşayanların anası, ilk kadındır.[709]

Meleklerin hangi yolla çoğaldığını anlamak ve bu konuda bir şey söylemek, gerçekten zordur. Çünkü Kutsal Kitap metinlerinde bu konuyla ilgili bir bilgi yoktur. Ancak Kilise Babalarından bazıları kendi kanâatlerine dayanarak bazı görüşler ileri sürmüşlerdir. Thomas d’Aquin (1226-1274), her meleğin kendine özgü bir yaratılış sonucu meydana gelmiş olduğunu ve her birinin bağlı olduğu bir soyunun bulunduğunu ileri sürmektedir. Diğer bazı Hıristiyan ilâhiyâtcıları ise, bütün meleklerin, tek bir soya ait olduğunu düşünmektedir. Meleklerin birçok soyunun olduğu ve her soy içinde birçok meleğin bulunduğunu ileri sürenler de vardır.[710] Burada, “Meleklerin bu şekilde çoğalmaları, insanların çoğalmalarını andırmakta mıdır? Acaba ölüm konusunda da bir benzerlikleri var mıdır?” gibi sorular akla gelmektedir. Bu soruyu cevaplandırmaya çalışan Hıristiyan ilâhiyatçılarına göre melekler ölümsüzdürler ve onların ölümsüzlükleri kendi rûhiliklerinden ileri gelmektedir.[711] Luka İncilinde geçen “Çünkü bir daha ölemezler, çünkü onlar meleklerle birdirler.”[712] sözünü de onların ölümsüz olduğuna delil göstermektedirler.

3. İmtihana Tabi Tutulmaları ve Günah İşleme Durumları

Hıristiyan ilâhiyatçıları, meleklerin imtihana tâbi tutulmaları ve bu imtihan neticesinde günaha düşüp düşmedikleri konusunda, önce Kutsal Kitap metinlerine mürâcaat etmekte ve bu metinler üzerinde de kendi yorumlarını belirtmektedirler. Nitekim İndilerde bu konuyla ilgili şu cümleler yer almaktadır: “Çünkü eğer Allah, günah işlediklerinde melekleri esirgemeyip, fakat hüküm için hıfzolunmak üzere onları cehenneme atıp karanlık zincirlere teslim etti ise...”[713]Bu ve benzeri cümleler, Hıristiyan ilâhiyatçıları tarafından çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Bu yorumlardan bazılarına göre melekler yaratılır yaratılmaz, Tanrı tarafından, olağanüstü kurallara göre yetiştirilmiştir. Tanrı, onları, gök mutluluğunu kendilerine bağışlamadan önce, bu lûtfa lâyık olmaları için bir imtihâna tabi tutmuştur. Bu imtihânı onların bazıları başarırken, diğer bazıları kaybetmişlerdir.[714]

Meleklerin imtihâna tabi tutulmasının hikmeti, onların akıllarını, Tanrı’nınki karşısında küçük düşürmek ve irâdelerini, Tanrı’nın irâdesine boyun eğdirmektir.[715] Onlardan bazıları kibir hastalığına tutulduğundan, iki gruba ayrılmışlardır. Bir tarafta, parolası “Ben Yüce Tanrı’ya benzeyeceğim.” olan Lucifer’in peşinden gidenler, diğer tarafta da baş melek Mikâil’in peşindekiler. Bunların parolası ise, “Tanrı’ya kim benzeyebilir?” sözüdür. Bu imtihândan sonra iyi melekler, Tanrının kendilerine lûtfu ile tezkiye edilmiş; şeytanlar ve onlara tâbi olan kötü melekler ise ebedi cehenneme atılmış oldular.[716]

Hikmetlerden birisi de, onların, Tanrı karşısındaki teslimiyetlerini anlamaktır. Bu teslimiyet vasıtasıyle onlar, alınlarını, Yüce Rabb’in önünde secdeye koyarak, İslam’da, meleklerin Âdem’in şahsında Allah’ın kudretine secde etmeleri gibi[717] O’na şöyle bir nidada bulunmuşlardır: “Bizler yaratılmışlardanız, bütün varlıkların yaratıcısı yalnız Sensin, Senin ilmin sonsuzdur.”[718]

Hıristiyan kilise öğretisine göre bütün melekler, başlangıçta bir lütuf ve mutluluk içinde yaratılmışlardır. Fakat sonradan, bazıları kibire kapılarak yüksek derecelerini kaybetmişler, sonra da cehenneme atılmışlar ve ebedi bir ateşte kalmaya maruz bırakılmışlardır. Bu esnada diğer bir kısmı ise, mutluluk ve lütuf ihtiva eden mevkiilerini muhâfaza etmişlerdir, işte bunlara, iyi melekler yahut basitçe “melekler”; diğerlerine ise, kötü melekler, şeytanlar ya da cinler (demons) denir.[719]

Tanrı’nın, melekleri yaratmasıyla ilgili doktrin, İsa öncesi döneme dayanmaktaydı. Buna göre onların bütün yaratıklardan önce varolduğu ve kâbiliyetli varlıklar olduğu görüşü hâkimdi. Onlara, özel ve ahlâki kararlar verme özgürlüğü verilmişti. Ancak, melekler, günah da işleyebilirlerdi. Origene, cennetteki bütün ruhların günah işlemiş olduğunu ve suçlarının ağırlığına göre şeytan-melek veya insan rûhu olduğunu ileri sürer. Meleklerin sadece bir kısmının günah işlediğini savunan görüşler de vardır. Başlangıçta, Bunların günahı, “insan kızlarıyla meleklerin, cinsi birleşmesi” konu edinen bir Tevrât metnine[720] dayanmaktaydı. Tanrı’nın, kendilerine verdiği görevi kötüye kullananlar, bu günahı işlemiş oldular Bu cinsi günaha inananlardan bazılarına göre meleklerin günahı, tûfandan önce, diğer bazılarına göre ise, dünyanın yaratılışı anında olmuştur. Ve bu görüş, genel bir kabûl görmüştür.[721]

Şeytanın günahı ile kötü meleklerin günahı, birbirinden ayrı olarak düşünülmüştü. Çünkü şeytan, meleklerin düşüşünden çok önceleri, cennette, aldatıcı olarak bulunmaktaydı.[722]

Bununla birlikte II. yüzyıl’dan itibaren bu iki suç, aynı kategoride değerlendirilmiştir. Buna göre, şeytanın günahını kabûl eden diğer melekler de, o günahı yapmış gibi düşünülmüşlerdir. Daha önce günah işlememiş olan melekler, cennetin tüm güzelliklerini tecrübe etmemişlerdi. Yeryüzündeki insanlar gibi, onlar da ilk kez yargılanıyorlardı. Suç işlemiş olanlar, Tanrı’dan, kendilerini bağışlamasını istemişlerdi.[723]Kilise Babalarına göre melekler kutsal, âdil, tabiatüstü bir duruma yükseltilmiş ve sonunda bir imtihândan geçirilmiştir. Ancak meleklerin imtihânından sonraki durumları hakkında bir görüş birliğine varamamışlardır. Günah konusunda, sadece Tanrı’nın istisna teşkil edeceğini savunmuşlardır (Anamartetos). Yuhanna’nın Vahyinde[724] dikkatsizlikleri ve ihmalleri yüzünden kendilerine ihtarda bulunulan meleklerden bahsedilmektedir. Hattâ Kilise Babalarından bir kısmı, İsa’nın günahtan kurtarma olayını (Redemption) sadece insanlara değil, bütün yaratıklara teşmil etmektedir. Bu olayın, genel olarak, bütün yaratıklara teşmil edilmesi, meleklerin de aynı sınıfa dâhil edilmesini gerektirir. Böyle bir çözüm yoluyla, ilk dört asır esnasında cereyan eden bir görüş olan “Meleklerin yanılabilirliği” meselesi de anlaşılmış olur.[725]

Origene de meleklerin, yanılabileceği düşüncesine sahiptir. Günah işlememeleri için Mesih’e ihtiyaçları bulunduğunu belirtmektedir.[726] Kilise Babaları arasından Basile ve Ambroise gibi düşünen bazı kimseler de, meleklerin, başıboş dolaşmamaları ve kötülüğe düşmemeleri için Tanrı’nın yardımına ihtiyaçları olduğunu ve yanılabilme özelliğine sahip bulunduğunu ileri sürmektedir. Origene’in, günah işleyen melekleri şeytan olarak vasfetmesine karşı çıkan Jerome ise, bir meleğin şeytan olarak vasfedilmesine karşı çıkarak, onun, ancak sadâkatsiz olabileceğini, bu sadâkatsizliği neticesinde de yargılanacağını ve gerekirse cezalandırılacağını kabûl etmektedir. Cyrille de meleklerin, birtakım hatâlar işleyebileceklerini; ancak, bu hatâların, Tanrının affına uğrayabileceğini, bu hafif hatâların onların mutluluk veren görüntülerini kaybettirmeyeceğini ve bağışlanabilme ihtimallerini yok etmeyeceğini söylemektedir.[727]

Kilise Babalarından Nazianzuslu Gregoire, meleklere bir imtiyaz tanıyarak, onların da Tanrı gibi, günah işlememe özelliğine sahip olduklarını ileri sürmektedir. Meleklerin erkek çocuk başı ile tasvir edilişinin, onların günahsızlığını belirtmek için olduğunu da vurgulamaktadır.[728]

Roma’da, Papa II. Jean Paul tarafından hazırlatılan 392 sayfalık bir fetvâ kitabında da meleklerin hatâ etmesi, insanın ölümüne benzetilerek “Onlar için, hatâ ettikten sonra tevbe yoktur; tıpkı insanlar için, ölümden sora tevbe etmenin geçersiz olduğu gibi” denmektedir.[729]

Meleklerin, ilk yaratılışları anında imtihana tâbi tutulmaları ve bu imtihan neticesinde, Tanrının emrine itaat edenlerin iyi melekler, itaat etmeyenlerin ise kötü melekler olarak değerlendirilmesi, bu kötü melek sınıfının mevcudiyetinden hareketle, meleklerin de hatâ edebileceği düşüncesi, Hıristiyan ilâhiyatçıları arasında genellikle kabul edilen bir görüş olmuştur.

4. Akıl ve Bilgi Durumları

İlâhi sırları, ancak vahiy ile bilebilen melekler, insanların veya diğer ruhların, asıl düşüncelerini bilemezler. Bu konulardaki bilgileri tahminden ileri geçemez. Geleceğe ait olayları da, vahiy olmaksızın idrâk edemezler. Melekler, yaratılmış olan varlıklardan oldukları için, akıl ve bilgi yetkileri sınırlıdır. Her şeyi bilme ve her şeye güç yetirebilme özellikleri, ancak Tanrı’ya mâledilebilir.[730]

Thomas’a göre meleklerde iki tür anlama kabiliyeti bulunmaktadır. Onlar bu özelikleriyle, ancak, kendi cevherleri vasıtasıyla olan şeyleri bilebilirler. Bu, tabiidir. Ancak, Tanrının lûtfunun sırlarına yetişemeyeceklerdir. Zira bu sırlar, Tanrı’nın sâf irâdesine bağlıdır. Diğer bir kabiliyetleri ise, kendilerini mutlu kılıcı tabiatüstü bir durumdur ki, bu tabiatüstü halin gerçekliği içinde Oğul Tanrıyı görürler. Bu görüntü ile onlar, nimetin sırlarını, Tanrının, kendilerine vahyettiği ölçüde bilebilirler. Bununla birlikte melekler, kendi toplulukları içinde, tabii düzenin bütün gerçeklerini eksiksiz ve kusursuz bir şekilde bilirler. Anlama ve bilme özellikleri, onların, insanlardan daha üstün olduklarını ortaya koymaktadır.[731]

Meleklerin nisbi olarak bir bedene sahip olduğunu kabûl edenler, onlar için hassas bir bilme özelliği olduğunu da ileri sürmektedirler. Onların (bedensiz) ruhi varlıklar olduğunu savunanlar ise, zihni faaliyet gösteren bir bilme özelliklerinin bulunduğundan söz etmektedirler. Bazı Hıristiyan ilâhiyatçılar tarafından da meleklere, iki bilme özelliği mâledilmektedir. Bu özelliklerden biri vasıtasıyla onlar bizzât kendilerini, diğeriyle de kendilerinden üstün olanı tanırlar. Bunlar ayrıca bir meleğin, diğer meleği görüntü vasıtasıyla değil, hassas bir algı ile tanıdığını da belirtmektedirler.[732] Kilise Babaları, meleklerin, geleceği ve insan kalbini bilip bilmemeleri konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Çoğunluğun görüşü, meleklerin, geleceği bilemeyeceği ve olağanüstü ve esrarlı gerçeklere vahiy yoluyla da sahip olamayacakları doğrultusundadır. Fakat bunlardan bazıları, Efeslilere Mektubun bir metnine dayanarak[733] meleklerin bir kilise eğitim ve öğretimine tabi tutulduklarını ileri sürmektedirler.[734]

Chrysostome, bu varlıkların bilmediği ve insan yardımıyla öğrendiği daha bir yığın bilginin olduğunu, İsa Mesih’i bile başlangıçta tanımadıklarını ileri sürmektedir.[735]

Augustin, meleklerin, tabiatüstü düzenin gereklerini bildiklerini kabûl eder. Ona göre melekler “Baba-Oğul-Kutsal Ruh”tan meydana gelmiş olan teslis inancının mahiyetini, onların birbirinden ayrılmaz birliğini, insanlardan daha iyi bilmektedirler. Hattâ O, Chrysostome’un aksine, meleklerin, meselâ, “Incarnation” gibi bazı sırları insan vasıtasıyla öğrenmediklerini, teslis ve redemption (İsa’nın insanlığı kurtarmak için kendini fedâ etmesi olayı) gibi meseleleri daha önceden bildiklerini iddia etmektedir.

Pseudo-Denys de (V-VI. yüzyıl), bu meseleler üzerinde, Augustin gibi düşünmektedir. Ancak o, muhtemelen, Plâtoncu görüşün etkisi altında kalmıştır. Ona göre ruhların akıllılığı, hiyerarşideki üstünlükleri, Tanrı’ya yakınlıkları, bilgi ışığının kaynağı oluşları ve Tanrı’nın faaliyetlerine iştirak edişleri sebebiyledir. Melekler, hassas şeyleri bilirler. Tanrı, insanlara kanunlarını, emirlerini, geleceğin sırlarını ve özellikle incarnation’un mahiyeini melekler vasıtasıyla bildirmiştir. Dolayısıyle melekler bütün bu gerçekleri, insandan önce biliyordu. Büyük Gregoire da aynı düşünceyi benimsemektedir.[736]

Kilise Babalarından bazıları da, meleklerin, sâf bir zekâlarının olduğunu belirtmektedirler. Onlara göre meleklerin zekâsı ve anlama kâbiliyeti, bütün zamanlara aittir. Bilmek için ne araştırmaya, ne de düşünce yürütmeye ihtiyaçları vardır. Onlar, tabii olarak, bilebildikleri her gerçeği görürler. Onların anlama kâbiliyeti, kusursuz ve sâf bir ayna gibidir.[737]

İncil’deki bir ifadeye göre melekler için bazı sırlar da vardır.[738] Ancak “Gök ve yer geçecek, fakat benim sözlerim geçmeyecektir. O gün yahut o saat (kıyâmet) hakkında ne gökteki melekler, ne de Oğul, Baba’dan başka kimse bir şey bilmez.”[739] ifadesinden anlaşıldığına göre gelecek de, kıyametin ne zaman kopacağı da onlara bildirilmemiştir. “İnsanoğlunun, göğün bulutlan üzerinde kudretle ve büyük izzetle geldiğini görecekler. Fakat o gün ve o saat hakkında ne göklerin melekleri, ne de Oğul, yalnız Baba’dan başka kimse bir şey bilmez.[740] cümlesinde belirtildiği gibi, melekler Mesih’in geleceği zamanı da bilemezler. Kilise Babalarının bu konuda da değişik görüşler belirtmelerine rağmen, Kitâb-ı Mukaddes metinlerinden anlaşıldığına göre, meleklere sınırsız bir ilim verilmemiştir. Ancak, Tanrı’nın kendilerine takdir ettiği ölçüde bir bilgiye, akıl ve zekâya sahiptirler.

5. İrâdelerinin Sınırlılığı

Akıl ve zekâları olduğu gibi, meleklerin, çeşitli aksiyonları ve irâdeleri de vardır. Fakat bu, hür bir irâde değildir.[741] Onların, cüz’i irâdeleri vardır. Başlangıçta, sahip oldukları irâdeleri, bir imtihâna tâbi tutulmuştur. Bu imtihân neticesinde bazıları başarısızlığa uğramış, bazıları da bu irâdelerini iyiye kullanmışlardır. Böylece sadık melekler hürriyetlerini ve tabiatlarını muhafaza etmişlerdir.[742]

Sahip oldukları irâde hürriyeti vasıtasıyla bütün dünyaya etkileri altında tutarlar[743]. Bir konuda, anında seçebilme özelliğine sahiptirler. Tartışma, kararsızlık, dünya isteklerine bağlı bir hareket ve sinirlenme gibi huylardan uzaktırlar.[744]

Hıristiyan ilâhiyatçıları bu konuda da farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Thomas, meleklerin ezeli ve ebedi gayelerine ulaşabilmeleri için Tanrı’nın lûtfuna ve yardımına ihtiyaçları olduğunu söyler ve bu düşüncesini şöyle ifade eder:

“Tanrıyı görmek, yaratılmışların tümünün güç yetiremeyeceği bir şeydir. Hiçbir akıllı yaratık, sadece kendi irâdesiyle âhiret mutluluğunu elde edemez. Bu hareketi sağlayan tabiatüstü bir prensip vardır ki, bu yardımcı prensibe “Tanrı’nın lûtfu” denir. Hiçbir melek de, Tanrı’nın lütuf ve yardımı olmaksızın bu sonsuz mutluluğa ulaşamaz.”[745]

Augustin, sadık meleklerin, iyi irâdeden asla mahrum olmadığına, yani Tanrı için aşk ve sevgiden asla uzak kalmadıklarına inanmak gerektiğini ifade etmektedir. Ona göre kötü melekler, hür irâdelerinden kaynaklanan olay vasıtasıyla düşmüş melekler olarak değerlendirilmiştir. Belki Tanrı’nın lûtfundan daha az istifade ettikleri ya da bu lûtfu kötüye kullandıkları için böyle bir duruma düşmüşlerdir.[746]

Skolâstik düşünceye göre ise, meleklerde hassas bir algı yoktur. Onlar dünyayı, bizzât kendi kendilerine tanıyamazlar. Tanrı, onlar için, anlama kabiliyeti ve bilgi imajları gibi yardımcı özellikler yaratmıştır. Bu durum, meleklerin anlama kabiliyetinin ve bilgilerinin genişliğini belirtmesi, hemen hemen imkânsız olduğunu gösterir. Onların, bir dili veya anlatma kâbiliyetinin olup olmadığını ve iradelerinin bulunup bulunmadığını bilmek güçtür.[747]

Bu konudaki genel görüşe göre, meleklerin akıl ve zekâları olduğu gibi, çeşitli etkileri ve irâdeleri de vardır. Fakat bu, hür bir irâde değildir.[748] Onların cüz’i irâdeleri bulunmaktadır. Başlangıçta sahip oldukları irâdeleri, bir imtihana tâbi tutulmuştur. Bu imtihan neticesinde bazıları başarısızlığa uğramış, bazıları da bu irâdelerini iyiye kullanmışlardır. Böylece sâdık melekler hürriyetlerini ve tabiatlarını muhafaza etmişlerdir. Bu özelliklerini muhâfaza etmeleri dolayısıyla, Tanrı onlara, bütün dünyaya etki etme hakkı vermiş[749] ve herhangi bir konuda, anında seçebilme özelliği lütfetmiştir. Tartışma, kararsızlık, dünya isteklerine bağlı bir hareket ve sinirlenme gibi huylardan onları uzak tutmuştur.[750]

6. Meleklere İbadet ve Meleklerin İbadeti

Yeni Ahid metinlerinde, meleklere ibadet edenlerin de mevcut olduğu, ancak bunun doğru olmayıp, ibadetin sadece Yüce Varlığa has kılınması gerektiği ifade edilmektedir. Bu düşünce, Koloselilere Mektup’ta şöyle getirilmektedir:

“İsteyerek alçak gönüllülük edip meleklere ibadet eden, görmüş olduğu şeylerde kalan, kendi cismâni aklı ile boş yere kabaran ve başı sıkı tutmayan bir kimse, sizi mükâfâtınızdan mahrum etmesin.”[751]

Pavlus, “Meleklerin Dini” diye isimlendirilen bu düşünceye karşı çıkmakta ve Koloselileri, meleklerin dinine veya onlara ibadet etmeye dâvet eden kimselerin etkilerinden korumaya çalışmaktadır.[752]

Bu dinin (meleklerin dini) ya meleklerin, Mesih’e eşit olduğunu zanneden kimselerin yanlış itikâdlarından kaynaklanmasından ya da Tanrıya mahsus olması gereken ibadetin meleklere hâs kılınmasından ibâret olabileceği söylenmektedir. Bu arada, kendisine vahiy getiren meleğin ayakları önünde ona secde etmek isteyen Yuhanna’nın bu hareketini de bizzat meleğin reddetliği ve ibadetin sadece Tanrıya yapılacağını hatırlattığı[753] ifade edilmektedir.

Katolik Kilisesinin de meleklere bir ibadet atfettiği, fakat ileri sürdüğü bu ibadetin onlara tapmak şeklinde değil, tapma olayının, sadece Tanrı’ya has olduğu ve bunun ancak, melekleri ta’zim sayılabileceği ifade edilmektedir.[754]

Doğu Kilissi, meleklere ibadet derecesinde saygı göstermek isteyenlere karşı sınırlar getirmek zorunda kalmıştır. Laodicee’de yapılan bir Sinod’da meleklere, Tanrı’nın unutulmasına sebep olabilecek kadar aşın derecede saygı göstermek yasaklanmıştır.[755]

Eusebe, Theodoret, Augustin ve Nissalı Gregoire gibi bazı azizler meleklerden yardım istemeyi reddetmişlerdir. Ambroise (öl.397) ise, insanları korumak için görevlendirilen meleklerden insanların yardım istemesinin makul olduğunu ileri sürmüştür. Meleklere, ibadet etmenin imkânsız olduğu, ancak inananların, onların yardımını dilemelerinin kötü bir şey olmadığı genel olarak kabul edilmektedir.[756]

Hıristiyan teolojisinde melekler kendilerine ibadet edilen değil, Tanrıya ibadet etmesi gereken varlıklardır. Bu konu Yeni Ahid’de şöyle yer almaktadır: “Ve dört mahlûktan her birinin altı kanadı olup etrafı ve içi gözlerle doludur ve: ‘Kuddûs, kuddûs, kuddûs, vârolmuş, var olan ve gelecek olan her şeye kâdir Rab Allah!’ diyerek gündüz ve gece rahat etmezler. Ve canlı mahlûklar, taht üzerinde oturana, ebedler ebedince hay olana izzet, hürmet ve şükran verdikçe yirmidört ihtiyar, taht üzerinde oturanın önünde yere kapanırlar ve ebedler ebedince hay olana secde ederler.”[757]

7. Tanrı, İsa Mesih ve İnsan Karşısındaki Dereceleri

Meleklerin Tanrı, İsa Mesih ve insan karşısında farklı derecelere sahip oldukları belirtilmektedir.

a. Tanrı Karşısındaki Dereceleri

Pseudo Denys, Tanrının melekler dâhil bütün varlıklardan, üstün olduğunu belirtmektedir[758]. Augustin, Tanrı ile yaratıkları arasında çok net bir ayrım yapmakta ve bu konuda, özellikle meleklerle Tanrı arasındaki ayırım üzerinde ısrarla durmaktadır. Onların, Tanrı’yı sevdiğini ve O’na sürekli ibadet ettiklerini; insanların, meleklere olan saygısının tapınma manası taşımayıp, ancak bir sevgiden ibaret olduğunu vurgulamaktadır.

Ayrıca melekleri, “kutsallar topluluğu” içinde sıralamakta ve onları “Muzaffer Kilise’nin (L’Eglise Triomphante) mensubu olan azizler” ile aynı kategoride değerlendirmektedir.[759]

Bu bilgiler, meleklerin, Tanrı’dan düşük, insanlardan ise üstün rûhi varlıklar olduğunu ortaya koymaktadır.[760]

b. İsa Mesih Karşısındaki Dereceleri

Tanrının oğlu olması hasebiyle İsa Mesih’in, bütün meleklerden üstün olduğu,[761] bu sebeple onların, kendisine ibadet etmeleri gerektiği belirtilmektedir. Bu husus, Yeni Ahid’de şöyle ifade edilmektedir:

“O, meleklerden ne kadar a’lâ bir isme vâris oldu ise, onlardan o derece daha iyi oldu. Çünkü meleklerin hangisine ne zaman:

“Sen benim Oğlumsun, Ben seni bugün tevlid ettim’. Ve yine ‘Ben ona, Baba olacağım ve o Bana, Oğul olacak’ demiştir. Ve ilk oğulu dünyaya getirince, yine diyor: ‘Ve Allah’ın bütün melekleri O’na secde kılsınlar.’”[762]

Efeslilere Mektup’da, İsa’nın, meleklerden üstünlüğü açık olarak anlatılmaktadır:

“Ve yalnız bu dünyada değil, fakat gelecek dünyada da anılan her ismin fevkinde, semaviyattâ kendi sağında oturtarak Mesih’te işledi ve herşeyi o’nun ayakları altında tâbi kıldı ve onu bütün şeylerin üzerinde baş olmak üzere kiliseye verdi.”[763]

Melekler, aynı zamanda, İsa’nın Rablığını tanımakta[764] ve son gün için o’nun muhafız takımını oluşturmaktadırlar.[765]

Yahûdi Melekbilimi’nin etkisinde kalmış olan Yeni Ahid Melekbilimi’nde, kristolojik özellikler de vardır. Dirilmiş İsa, Allah’ın sağında ve bütün güçlerin üzerindedir.[766] Yeni Ahid’de bulunan bazı bilgiler İsa’nın meleklerden üstün oluşuna delil olarak gösterilmektedir. Aşağıdaki cümleler bunlardan bir kaçıdır:

“Kendisi göğe gitmiş, melekler ve hükümetler ve kudretler o’na tâbi kılınmış olarak Allah’ın sağındadır.”[767]

“Meleklere hükmedeceğimizi bilmez misiniz?”[768]

“O zaman İsa o’na dedi: Çekil şeytan! Çünkü ‘Rab Allah’ına tapınacak ve yalnız O’na ibadet edeceksin’ diye yazılmıştır. O zaman İblis onu bıraktı ve işte melekler gelip ona hizmet ediyorlardı.”[769]

c. İnsan Karşısındaki Dereceleri

Meleklerin, belli bir bedene bağlı olmamalarına rağmen insandan üstün oldukları, Tanrı’nın Bunları, kusursuz bir zekâ ile yarattığı ve onların, her şeyi, insandaki gibi duyu organları, hür irâde, Tanrı’ya yönelme ve ondan uzaklaşma hususlarına sahip olmaksızın tanıyıp bildikleri beyan edilmektedir.[770]

İster zekâ ve anlayışı açısından olsun, ister irâdesi bakımından ve isterse madde üzerindeki gücü bakımından olsun, meleklerin, insanlara nazaran daha eksiksiz ve kusursuz oldukları söylenir. Bu üstünlük, meselâ, anlama gücü konusundadır. Çünkü melekler, yaratılışları ânında, Tanrı’nın kendilerine vermiş olduğu fikirleri kullanma yoluyla, hiç düşünmeksizin gerçekleri bilirler. İrade konusunda da, melekler üstündür.

Çünkü melekler, herhangi bir konuda, anında seçebilme özelliğine sahiptirler. Tartışma, kararsızlık, dünya isteklerine âit bir hareket ve sinirlenme gibi hususlardan uzaktırlar.

Onların madde üzerindeki gücü konusunda da bu üstünlük hâkimdir.[771]

Meleklerin insandan üstün olduğunu gösteren birçok Yeni Ahid metni vardır. Bunlardan da bir kaç örnek verelim:“Onu (insanı) meleklerden biraz aşağı kıldın. İzzet ve hürmet tacını ona giydirdin, ellerinin işleri üzere onu koydun.”[772]

“Cür’etkârlar ve mağrurlar izzetlere küfretmekte titremezler, hâlbuki melekler kuvvet ve kudrette daha büyük oldukları halde, Rabb’in huzurunda bunlara karşı küfreder hüküm getiremezler.”[773]

Meleklerin tarifinde de bu üstünlük ifade edilmektedir. Onlar “Bedensiz, tabiatüstü, akıllılık ile donatılmış, irâde ve ilim bakımından insandan üstün varlıklardır.”[774] diye tarif edilmektedir.

B. Sıfatlarıyla Alâkalı Özellikleri

Meleklerin, varlıklarıyla alâkalı özellikleri olduğu gibi, sıfatlarıyla alâkalı özellikleri de bulunmaktadır. Bu özellikler de şu şekilde anlatılabilir:

1. Meleklerin Görünmeleri

Hıristiyan ilâhiyatçıları, meleklerin görünümlerini üç ayrı şekilde yorumlamaktadırlar. Birinci olarak, bazı Kilise Babaları, bu görünümlerin bir melek değil, bizzât Tanrının kendisi olduğunu iddia etmektedirler. Melek diye bilinen varlığın, bazen Tanrı diye çağrılışını ise, bu görüşlerine delil göstermektedirler. İkinci olarak, Tanrının oğlunun da, melek şekli altında belirtilmekte olduğunu ve bu şekilde, onun Tanrı ile tek vücut olma düşüncesinin (incarnation) oluşturulmaya çalışıldığını söylemektedirler. Bu görüş, Irenee, Justin, Ongene, Tertullien, İskenderiyeli Cyrille, Jerome, Augustin vb. Kilise Babaları tarafından formüle edilmiştir. Bunlara göre, melekler insanlara, kimi kez Tanrı olarak, kimi kez de kendi sûretlerinde görünürler. Üçüncü bir yorum ise, Tanrı’nın insanlara, melek sûretinde konuşmasıdır. Bu yorum, Franciscain Frassen’e (1182-1226) aittir.[775]

Skolâstiklere göre, melekler, Tanrı’nın görevini yerine getirmekte ve O’nun adına konuşmaktadırlar. Bazen çölde bulut şekli altında, bazen yolcu şeklinde, bazen bir savaşçı, bazen keten elbiseli bir din adamı, bazen kanatlı, çoğu kez de kanatsız şekiller altında görünmektedirler.[776] Saf ruhlar olmalarına rağmen, Tanrı izin verdiğinde, insan kılığına girebilmekte, bir insan onları görebilmekte,[777] hem rüyada hem de uyanıkken görünmekte ve görüntüleri bazen çok korkutucu bulunmaktadır.[778] Ayrıca kendi suretleriyle görünmemekte, ancak insan kılığında ve bir izzet parıltısı şeklinde görünebilmektedirler.[779]

Yeni Ahid metinlerinde, birçok melek görüntüleri ele alınmakta ve bunlarla ilgili tasvirler yapılmaktadır. Bu görüntülerle ilgili aşağıdaki örneklere bakılabilir:

“Ve kendilerinde yedi belâ olan yedi melek temiz ve parlak ketenler giyinmiş ve göğüslerine altın kuşaklar kuşanmış olarak mâbedden çıktılar.”[780]

“Fakat Meryem ağlayarak, dışarıda, kabrin yanında duruyordu. Ağlarken, eğilip kabrin içine baktı. Ve biri, İsa’nın cesedinin yattığı yerin başında ve öbürü ayağında oturan beyazlar giymiş iki melek gördü”.[781]

Yeni Ahid metinlerinde, çobanlara ve Zekeriyya’ya[782] görünen bazı meleklerden,[783] ayrıca güneşte duran bir melek[784] gibi daha birçok melek görünümünden bahsedilmektedir.

2. Meleklerin Kanatları ve Uçmaları

Meleklerin, sâf ruhtan yaratılmış olduğundan dolayı, insanlar gibi bir vücut yapılarının olmadığı, Yeni Ahid’deki “meleklerin kanatları” meselesinin, mecâzi anlamda olduğu[785] buradaki kanat kelimesinin ise, Tanrı’nın emirlerini ne kadar çabuk yaptıklarını göstermek için kullanıldığı[786] ifade edilmektedir.

Meleklerin kanatları meselesiyle bağlantılı olarak, onların uçması ve rüzgâr olması hususu da vardır ki, aşağıdaki metinlerde bununla ilgili işaretler bulunmaktadır:

“Ve yeryüzünde oturanları ve her milleti ve şıptı ve dili ve kavmi müjdelemek için, kendisinde ebedi İncil olup, göğün ortasında uçan başka bir melek gördüm.”[787] “Ve melekler hakkında diyor: “Kendi meleklerini rüzgârlar ve kendi hademelerini ateş alevi yapar.”[788]

3. Meleklerin İkametgâhı

Meleklerin ikametgâhının neresi olduğu hakkında çeşitli sorular sorulmakta ve cevap aranmaktadır. Ignace (1491-1556), II. asrın başlangıcından itibaren meleklerin ikamet ettikleri yere bir telmihde bulunmaktadır. Ayrıca göğün sâkinleri arasında meleklerin en aşağı kısmı işgâl ettiklerini belirtmektedir. Bu bilgiden hareketle gökyüzünün meleki ruhların ikametgâhı olduğu ve oradaki özel bir yerin en son sırasının meleklere ayrılmış bulunduğu kaydedilmektedir.[789]

Hilaire ise birçok göklerden bahsetmekte ve “meleklerin gök kubbesi” (firmament) ismiyle belirtilmiş birinci ve en yüksek semada bulunduklarını ve onların en üst tabakadaki suları tutup desteklemeye çalıştıklarını söylemektedir. Origene, Nissalı Gregoire ve Augustinin de açıkladıkları gibi, gök kubbedeki bu suların meleklerin bizzât kendileri ifade edilmektedir. Bununla birlikte birçok göğün varlığına inananların bulunduğu da söylenmektedir.[790]

Hilaire bu konuda belirli bir sayı belirtmekte ve “Mademki, havarîlerin, ancak üçüncü göğe kadar çıktığı iddia edilmektedir, o zaman, üç gök vardır ve her bir melek sınıfı bir gökte ikamet etmektedir.” şeklinde bir ifade kullanmaktadır. Ambroise da, en az üç göğün olduğu fikrini desteklemekte, hatta yedi göğün bile olabileceğini beyan etmektedir. Gök kubbenin, yeryüzünün bir örtüsü, kabuğu olabileceği fikri de ileri sürülmüş ve bu gök kubbenin en üst dünyadan ayrıldığı yerde, meleklerin ikametgâhının düzenlenmiş olabileceği ihtimali de dile getirilmiştir. Melek sınıflarının her birine ait ayrı ikametgâhların olduğu düşüncesinden hareketle, göklerin sayısının, melek sınıfları sayısıyla orantılı olmasının mümkün olabileceği, fakat bu melek sınıflarının sayısı konusunda kesin bir anlaşmaya varılamadığı için, göklerin sayısı huşusunda da kesin bir şey söylemenin mümkün olamadığı ileri sürülmüştür.[791]

Jerome, birçok göklerin olduğundan bahsetmekte, Phitastre ise iki, üç ve yedi göğün olabileceğine ihtimal vermektedir. Kudüs’lü Cyrille’e göre, her bir melek sınıfı için özel bir gök hazırlanmış ve melekler birinci göğe, daha yüksek ruhlar ise, ikinci ve üçüncü göklere yerleştirilmiştir. Ayrıca o, “Gücünüz yetiyorsa, tahtlara, egemenliklere, prensliklere ve güçlere çıkınız.” cümlesinden, bu dört sınıf meleğin her bir grubu için bir gök tahsis edilmiş olduğu sonucunu çıkarmaktadır. Kilise Babalarının bir kısmı ise, göğün ve göklerin, meleklerin tekeline verilmiş bir ikametgâh olmadığını kabûl etmektedirler.

Hıristiyanlık’ta meleklerin, göğün hangi katında ikamet ettikleri huşusunda bir görüş birliğine varılamamakla birlikte, ikamet yerlerinin gökler olduğu tereddütsüz kabul edilmektedir.[792]

III. MELEKLERİN SINIFLANDIRILIŞI

Bu bölümde, meleklerin hiyerarşik ve kıymetleri açısından sınıflandırılmasına geçmeden önce bu konuyla bağlantılı olan “Meleklerin Sayısı” husûsu belirtilecektir.

A. Meleklerin Sayısı

Hıristiyan kaynaklarında meleklerin sayısı ile ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Bu konuda hiçbir Kilise Babası da kesin bir sayı belirtmemiştir. Yeni Ahid’de melekler için kullanılan “binlerce binler ve onbinlerce onbinler”[793] sözü de, belirli bir sayı ortaya koymamaktadır. Bazen yeryüzü sakinleri ile göğün sakinlerinin sayı olarak mukayesesi yapılmaktadır. İnsanın ikametgâhı olan yeryüzünün, göğün merkezinde bir nokta kadar ancak olduğu, ayrıca göklerin de gökleri ve semavi ruhların da ikametgâhı bulunduğu için, meleklerin sayısının insanlarınkinden daha fazla olabileceği hususu ifade edilmektedir.[794]

Kilise Babalarından Hilaire ve Augustin’e göre, âsilik yaptıkları için gökten düşürülmüş olan meleklerden boşalmış olan yeri, seçkin melekler doldurmuşlardır. Onlara göre seçkin meleklerin sayısı insanların sayısının üçte birine bile eşit olmaktan uzaktır.

Pseudo-Denys, meleklerin sayısının, sadece Tanrı tarafından bilindiğini belirtmekle yetinmektedir. Ayrıca, meleklerin sayısının, insanlarınkine eşit olduğunu söyleyenler de olmuştur.[795]

Thomas’a göre meleklerin sayısı, maddi varlıkların sayısıyla karşılaştırıldığı zaman, onları geride bırakacak kadar çoktur.[796]

Yuhanna’nın Vahyinde geçen “Ve gördüm, tahtın ve canlı mahlûkların ve ihtiyarların etrafında çok meleklerin sesini işittim ve onların sayısı onbinlerce onbinler ve binlerce binler idi.”[797] sözü onların çokluğuna işaret etmektedir. Yine Yuhanna’nın Vahyi’nde, Yuhanna’nın, Tanrının önünde ayakta duran yedi melek gördüğü ifade edilmektedir.[798]

Kılıcını çekip kendisini öldürmek isteyen birisine karşı İsa’nın, “Yoksa Babam’dan yardım isteyemez miyim sanıyorsun? O bana, 12 tümenden (72 binden) fazla melek gönderir.”[799] demesi de meleklerle ilgili kesin bir sayı vermemektedir.

Yukarıda da belirtildiği gibi, “Kilise Babalarından birçoğu, meleklerin sayısının çok olduğu intibaını vermek için insanlarınki ile mukayese etmektedirler. Onlara, bir âile reisinin 99 koyunu dağlarda bırakması ve yolunu şaşıran 100. sürü de aramaya gitmesi” hikâyesini[800] uygularlar. Şöyle ki, 99 koyun, gökte yerleşmiş 99 sâdık meleğe işaret etmektedir. Yolunu şaşırmış olan koyun ise, doğruluktan uzaklaşmış ve asli mutluluğunu kaybetmiş bir adamı işaret etmektedir. Sonuç olarak, meleklerin sayısının insanınkinden 99 kere daha fazla, yeryüzünün de, sema âleminden son derece küçük olduğu fikrini kabul etmişlerdir. Onlar, göklerin, yeryüzünden son derece büyük olmasıyle orantılı olarak, göğün sakinlerinin de yeryüzünün sakinlerinden daha çok olduğunu ifade etmişlerdir. Bunlar arasından Pseudo Areophagite (Denys), meleklerin sayısına, tabiattâ hiçbir şeyin eşit olamayacağını belirtmektedir.[801]

B. Meleklerin Hiyerarşik Tasnifi

Yahudilik ve Hıristiyanlık’taki, “Meleklerin Sınıflandırılışı ve Sayıları” konusu genellikle Hellenistik ve İran menşe’li astrolojinin gezegen küreleri kavramına ya da Doğunun monarşik yönetim yapısından türetilmiş bir hiyerarşiye dayanmaktadır. Hıristiyanlıkta, Yahûdi geleneğine dayalı bir melekler hiyerarşisi geliştirilmiştir. Melekler, Başmelekler, Serafiler ve Kerubilerin yanı sıra, Pavlus’un mektuplarında anılan beş tür mânevi varlık da, IV. yüzyılda kilise tarafından hiyerarşiye dâhil edilmiştir. Böylece bir melekler hiyerarşisi oluşturulmuştur. Yahûdi, Yunan ve Hıristiyan geleneklerinden etkilenen Gnostisizm ile duâlist Maniheizm de, semavi ya da mânevi varlıklarla ilgili hiyerarşiler geliştirmişlerdir. Bu dinlerin melek hiyararşilerinde genellikle türeyiş kavramlarıyla ilgili unsurlar, meselâ “arkhanlar” ya da “burçlar” gibi astroloji unsurları da yer almaktadır.[802]

Hıristiyanlıkta, melek gruplarının hiyerarşisi ve sırası, fonksiyonlarının ve kabiliyetlerinin farklılığına göre düzenlenmiştir. Pseudo Areopagite’e (Denys) mâledilen bir doktrine göre, meleklerin üç hiyerarşisi vardır. Bu üç hiyerarşi, meleklerin şöhret derecelerine göre kendi aralarında da farklılıklar arzeder. Bunlar şöyle sıralanabilir.

1. En üstün hiyerarşi: Bu grupta Serafiler, Kerubiler ve Tahtlar bulunmaktadır.

2. Orta hiyerarşi: Bu grubu Egemenlikler, Faziletler ve Güçler meydana getirmektedir.

3. En aşağı hiyerarşi: Bu grubu ise Prenslikler, Başmelekler ve Normal melekler teşkil eder.[803]

Bu üç hiyerarşi içinde dokuz ayrı isim verilerek meydana getirilmiş olan bu gruplardan her birinin ayrı bir gökte ikamet etmekte oldukları, en yüksek gökte ikamet edenlerin, Tanrıya en yakın olanlar oldukları bildirilmiştir. Bunun yanında birinci grup meleklerin Tanrıyla her türlü komşuluk içerisinde bulundukları, onların Tanrı tarafından aydınlandıkları, kutsallaştıkları, birinciler vasıtasıyla ikincilerin, ikinciler vasıtasıyla da üçüncülerin aydınlandıkları ifade edilmiştir.[804]

Dionysins de, 400’lü yıllarda, 9 melek grubundan söz etmiş, bu meleklerden bazılarının en alt tabakada, bazılarının da en üst tabakada olduğunu, hattâ şeytanın da, Tanrı’ya karşı gelmiş bir melek olarak bu alt tabakalarda yer aldığını belirtmiştir.[805]

Nissalı Gregoire, Yunan kültüründeki 9 drahminin (Yunan Parası) 9 sınıfa ayrılmış melekleri temsil ettiğini, bunların, sırasıyla: 1. Normal melekler, 2. Baş melekler, 3. Faziletler, 4. Güçler, 5. Prenslikler, 6. Egemenlikler, 7. Tahtlar, 8. Kerubiler, 9. Serafiler olduğunu ifade etmektedir. Ona göre normal melekler (anges) ve baş meleklerden (archanges) Yeni Ahid’de çok sık bahsedilmektedir. Kerubiler ve Serafılerin isimleri peygamberler tarafından verilmiştir. Diğer beş tanesi yani Faziletler, Güçler, Prenslikler, Egemenlikler ve Tahtlar ise Pavlus’un Efeslilere ve Kolosielilere yazdığı mektuplarda bulunmaktadır.[806]

İrenee, melekler ve hiyerarşisi üzerinde kesin bazı bilgiler vermenin, gnostik bir yanlışlık olacağını düşünmektedir. Ancak en aşağı derecedeki meleklerin sayı itibariyle en kalabalık olan sınıfı meydana getirdiğini, en üst derecedeki meleklerin ise, sayılan en az olan melek sınıfını oluşturduğunu söylemenin muhtemel olacağını beyan etmektedir.[807]

İrenee’nin listesi, Eski Ahid’de sıralanan isimlerle benzerlik arzetmektedir. Fakat kısa bir zaman sonra bu liste, kanatlı varlıklar olan serafiler ve Yüce Tanrı’nın tahtının taşıyıcıları olan kerubilerin de ilâve edilmesiyle tamamlanmıştır. Bununla birlikte, Origene tarafından, kerubiler ve serafiler hesaptan çıkarılmış, böylece, listedeki sınıf isimleri dokuz grup olarak tespit edilmiştir. Kilise Babalarının çoğu, Pavlus’un listesinin tamamlanmamış olduğuna inanmaktadırlar. Origene ve Basile bu görüştedirler. Chrysostome ise, bu listeyi benimsemektedir. Thedoret da aynı listeyi tekrar etmektedir.[808]

İşte bunun için değişik listeler vardır ki, bir kısmı, meleklere ait yedi, bir kısmı sekiz, bir kısmı dokuz, bir kısmı on ve bir kısmı da onbir grup ismi ihtiva etmektedir. Nissalı Gregoire ve Basile de Seleucie sekiz sınıf, saymaktadır. Ancak Basile başmelekleri (anchanges) bu sekiz sınıfın dışında tutar. Theodoret baş melekleri alır, fakat “Gerçekler”i liste dışı bırakır. Buna karşılık Naziansuzlu Gregoire önceki verilmiş olan dokuz sınıf ismine, İhtişamlar (les splendures) ve Yücelikler (elevations) diye iki isim daha ekleyerek bu listeyi onbir’e tamamlar. Jerome, Efeslilere Mektup’da geçen metin üzerinde yapmış olduğu yorumunda Prenslikler ve Gerçekler’den de bahseder, fakat bunları listesine almaz.[809]

Meleklere ait bu sınıfların sayısı konusunda olduğu gibi, her sınıfa bir sıra tahsis etme konusunda da aynı ihtilâf sözkonusudur. Pavlus, bu sınıfları bazen Tahtlar, Hâkimiyetler, Riyâsetler ve Hükümetler diye sıraladığı gibi,[810] Bazen de Hükümetler, Salâhiyetler, Kudretler ve Hâkimiyetler[811] diye sıralamaktadır. Hangi sınıfı, hangi sayıyı ve hangi sırayı kabûl etmek gerektiği hususunda bir ittifak sağlanmış değildir.[812] Ancak bu sınıf isimlerinin bazılarında çift kullanımlar göze çarpmaktadır. Yani aynı semavi ruhlar, farklı isimler altında belirtilmektedir. Burada Tahtlar ile Kerubiler’in, Gerçekler ile de Serafilerin eş anlamlı isimler olduğu vurgulanmaktadır. Pavlus ve Theodoret, bu görüştedirler. Augustin ise, Başmelekler ile Gerçekler arasında muhtemel bir benzerliğin olduğunu belirtir.[813]

C. Meleklerin Grup İsimlerinin Görevleriyle İlişkisi

Melek gruplarına verilmiş olan her isim, onların Tanrı karşısındaki görevleriyle bağlantılıdır. Bu hususu daha iyi anlamak için melek gruplarına verilen isimleri tek tek ele almak yerinde olur:

1. Serafiler: Bunlar, kendisi için yanıptutuştukları yardımseverlik duygularını diğer meleklere ilham ettikleri için, bu tabirle isimlendirilmişlerdir.

2. Kerubiler: Seçkin ilimlerini başkalarına ilettikleri için bu şekilde tesmiye edilmişlerdir.

3. Tahtlar: Üzerlerinde kutsal yüceliğin hükmünü taşıdıkları ve ilâhi hükümleri diğer meleklere bildirdikleri için bu ismi almışlardır.

4. Egemenlikler: Yaratılmış şeyler üzerinde Tanrı’nın en yüce malikhânesini oluştururlar ve bunlar, aşağı seviyedeki diğer melekler üzerinde bir egemenlik meydana getirirler. Her türlü kölelikle ilgili korkudan uzak bir şekilde, Tanrı’ya karşı büyük bir saygı ve sevgi gösterirler.

5. Gerçekler: Evrensel sebepleri hareket ettirirler ve mucizeler bunlar aracılığıyla gerçekleşir. Onlar, yenilmez bir iktidâra ve kuvvete kâdir olduklarını bütün işlerinde belirtirler.

6. Güçler: Tanrı’nın gücüne iştirâk ederek, kötülüğe teşvik eden güçleri durdururlar ve insanlara zarar vermelerine engel olurlar.

7. Prenslikler: Aşağı derecedeki melekler üzerinde emir icra ederler ve bu şekilde yöneterek ve koruyarak krallıklar üzerinde de faâliyet gösterirler.

8. Baş melekler: (archenges) (Cebrâil ve Mikâil gibi) İnsanlarla ilgili çok önemli mesajları yüklenmişlerdir ve aynı zamanda papazların, kralların ve prenslerin korunması da bunlara verilmiştir.

9. Normal melekler: (les anges fr.) Olağan mesajları yüklenmişlerdir ve özel koruyucular vasfını taşırlar.[814]

Melek grupları hakkında farklı isimlerin kullanılışının, onların tabiatlarından değil, fonksiyonlarının farklılığından kaynaklandığı ifade edilmektedir.

Melek gruplarına ve fonksiyonlarına ait aşağıdaki gibi değişik bir sıralandırma daha vardır:

1. Normal melekler (les anges fr.) bazı küçük bilgileri bildirirler.

2. Baş melekler (les archanges fr.) daha önemli hususları tebliğ ederler.

3. Gerçekler, mucizeleri meydana getirirler.

4. Güçler, kötülüğe eğilimli melekleri korkutarak zorla kontrolleri altına alırlar ve arzularına sevkederek insanı baştan çıkarmalarına mâni olurlar.

5. Prenslikler, iyi meleklere başkanlık ederler, onların yapmaları gereken şeyleri tanzim eder ve yerine getirmeleri icâb eden kutsal görevleri denetleyip yönetirler.

6. Egemenlikler, Prensliklerin gücünden daha üstün bir güce sahiptirler.

7. Tahtlar (Kürsi melekleri de denebilir), kutsal yargılamalara yardım ederler. Tanrının kürsüsüne hizmet ederek Onun buyruklarını uygulayan melekler grubudur.

8. Kerubiler, Tanrı’nın ilmini, çok yakından hayran hayran seyrederler, ilmin bütününe sahiptirler.

9. Serafiler ise, Yaratıcılarına en yakın olan melekler grubudur. Bunlar son derece yakıcı ve ateşten akkor haline gelmiş bir ocaktırlar.

En aşağı tabakadan en yukarısına kadar, bütün bu melek gruplarının yapmış oldukları görevlerden gaye, insana hizmet etmektir.[815]

D. Meleklerin İsimleri

Eski Ahid’de olduğu gibi, Yeni Ahid’de de, ismi geçen melekler çok azdır. Eski Ahid’de bunlar Cebrâil, Mikâil ve Rafael idi. Yeni Ahid’de ise, sadece Cebrâil ve Mikâildir. Ancak, isimlerinden bahsedilmeden, kendilerine telmihte bulunulan birçok melek vardır. Bunlar, önem sırasına göre şöyle incelenebilir:

1. Yeni Ahid’de İsmi Geçen Melekler

a. Michel (Mikâil)

Mikâil, İbrânice’de, “Tanrıya kim benzer” manasını ifade etmektedir.[816] Yeni Ahid’de, Mikâil ismine, ilk olarak “Yahûda’nın Mektubunda” (mihael arhangelos) tabiriyle rastlanmaktadır:

“Fakat baş melek Mikâil, İblis’e muhalefet ederek Mûsâ’nın cesedi hakkında mücâdele ederken, ona karşı söverek bir hüküm getirmeğe cesaret etmedi.”[817]

Daha sonra Yuhanna’nın Vahyinde de bu melek’ten şöyle söz edilmektedir:

Ve göklerde cenk oldu. Mikâil ve kendi melekleri ejderle cenk etmek için çıktılar.”[818]

Bu metne dayanılarak Mikâil’in, Hıristiyan kilisesinin koruyucusu olan baş melek olduğuna inanılmıştır. Nicephore’da (Nişapur) Mikâil’in İmparator Constantin’e göründüğü ve o’na, “Ben Hıristiyanların iman ordusunun koruyucusu ve Tanrı’nın ordularının gözcüsüyüm.” dediği rivayet edilmektedir.[819]

Kilise’deki kutsal hiyerarşide Mikail’e her zaman aynı sıra verilmez. Naziansuzlu Basile göre o, bütün melek gruplarının en başında yer alır. Lamrant, Juistiniani, Salmeron, Bellarmin vb. gibi bazı yazarlar ise, son grubun ilk sırasına koymuşlardır.[820]

29 Eylül’de Kilisede kutlanan Aziz Michel bayramı vardır. Bu bayramın kaynağı Gorgano Dağı (İtalya’da, Adriya Denizine doğru uzanan dağlık burun) üzerinde baş melek Mikâil’in görünmüş olmasının anısına kutlanmaktadır.[821]

Mikail, genellikle, şeytana karşı galip gelen, mızrağını kıran, onu çiğneyip geçen, onu zincire vuran ve uçuruma yuvarlayan bir melek olarak tasvir edilmektedir. Bu melekten, elinde adaletin terazisini taşıyan, orada, bir kefede, bir ruhu tartan bir varlık olarak da söz edilmektedir.[822]

b. Gabriel (Cebrail)

Cebrâil, baş meleklerin ikinci sırasında yer alan[823] ve “Tanrı’nın adamı”, “Tanrı’nın kuvveti” manalarına gelen bir melektir. O iyi haberlerin mesajcısı, kutsal vahiylerin yorumlayıcısıdır.[824] (Bu melek, Eski Ahid’de de geçmektedir. Yahudilik bölümünde, bu meleğin, Daniel peygamber ile münasebetlerini görmüştük). Luka İncilinin I. bölümünde Cebrâil’in, Zekeriyyâ’ya görünüp o’na, Yahya’nın doğumunu bildirmesi ve Meryem’e görünüp, o’na da, kurtarıcı İsa Mesih’i müjdelemesi anlatılmaktadır. Bu karşılıklı konuşmalardan sonra Cebrail ona şöyle demektedir:“Ben, Allah önünde duran Cebrail’im, seninle konuşmağa ve bu şeyleri sana müjdelemeğe gönderildim.”[825]

Görüldüğü gibi Cebrail, vahiy meleği diye isimlendirilmekte ve baş melekler arasında ikinci sırada yer almaktadır. Ancak her ne kadar Yeni Ahid’de kendi ismiyle bu melekten sadece birkaç yerde söz edilse de, özel ismi anılmadan çeşitli bölümlerde defalarca kendisine işaret edilmektedir.

2. Kendisine Bir Sıfatla İşaret Edilen Melekler

Yukarıda bahsedilen iki meleğin dışındaki diğer melek isimleri fikri, 745 Roma Konsili’nde, Papa Zacharia tarafından ortaya atılmış ve 789 İxla Chapelle Konsili’nde de, bu görüş te’yid edilmiştir.[826] Bu isimleri şu şekilde sıralamak ve bazı özelliklerini anlatmak mümkündür.

a. Rabb’in (Yahve’nin) Meleği

Hıristiyanlık’taki melek inancının temelde Yahûdiliğe dayandığını gösteren en dikkat çekici örnek, “Yahve’nin Meleği” teriminin, “Rabb’in Meleği” ismiyle aynen İndilerde de kullanılmış olmasıdır. Çünkü “Yahve’nin Meleği” nin “Rabb’in Meleği” diye adlandırılışı, “Kilise Babalarının hayat hikâyelerini anlatan kitaplar”a da yansımıştır. Bu esnada, vahiy geliştikçe, bu meleğin rolünü Tanrı’nın tabii mesajcıları olan melekler paylaşmışlardır.[827]

Yeni Ahidd’de bu meleklerle ilgili ifadeler şöyle geçmektedir:

“Fakat bunları düşünürken, işte Rabb’in Meleği rüyâda ona görünüp dedi.”[828]

“Yûsuf uykusundan uyandı, “Rabb’in Meleğinin kendisine buyurduğu gibi yaptı.”[829]

“Fakat Rabb’in Meleği, geceleyin zindan kapılarını açtı ve onları dışarı çıkarıp dedi.”[830]

“Ve işte Rabb’in Meleği, yanında durdu ve hücrede bir nûr parladı. Ve melek, Petrus’un böğrüne vurup, çabuk kalk diyerek onu yuvarladı. Ve ellerinden zincirleri düştü.”[831]

“Fakat bunları düşünürken, işte Rabb’in Meleği, rüyâda ona görünüp dedi. Sen Dâvûd oğlu Yûsuf, Meryem’i kendine karı olarak almaktan korkma.”[832]

“Rabb’in Meleği, Zekeriyyâ’ya göründü ve Buhur Mezbahı’nın sağında durdu.”[833]

Görüldüğü gibi bu, Tanrı’nın yanından hiç ayrılmayan, her an O’nun emrine âmâde, göreve hazır olarak bekleyen ve bu özelliğinden dolayı “Tanrı’nın özel meleği” manasına gelen “Rabb’in Meleği” ismiyle tesmiye edilen bir melektir.

b. Ölüm Meleği

Ölüm meleği konusunda da, Yahudilik ve Hristiyanlık arasında önemli bir benzerlik bulunmamaktadır.[834] Eski Ahid’de olduğu gibi, Yeni Ahid’de de ölüm meleği, özel bir isimle anılmamaktadır; ancak, böyle bir meleğin varlığına inanılmaktadır.

Yahûdilik’teki “yokedici melek (I’ange eterminateur)” anlamına gelen “Ölüm Meleği” düşüncesi Hıristiyanlık’ta da vardır. Bunun için, “Şeytan Meleği” ve “Belâ Meleği” isimleri de kullanılır. Bu ifadelerin, aslında, Tanrı’nın intikamının görevlileri olan bazı melekler için de kullanılmış olabileceği söz konusudur. Yeni Ahid’te bu husus şöyle dile getirilmektedir:

Ve vahiylerin çok büyük olmasından kibirlenmiyeyim diye bana bedende bir diken, beni yumruklamak için bir şeytan meleği verildi; tâki, kibirlenmeyeyim.”[835]

“Belâ Meleği”[836] için “İblislerin Prensi”, “Yokedici Melek” isimleri de kullanılmaktadır.[837]

Hıristiyanlık’ta, insanların ölümü ile ilgili görev, sadece ölüm meleğine değil, aynı zamanda diğer meleklere de teşmil edilmektedir. Melekler, yeryüzüne ait hayatları süresince insanlara yardım ettikten sonra, ölümleri ânında da önemli bir rol oynamaktadır. Kitab-ı Mukaddes geleneği ile Eski Yunan geleneği burada ortak bir tutum sergilemektedir. Nitekim Yeni Ahid’de anlatılan, “Fakir Lazar’ın öldüğü zaman, melekler tarafından İbrahim’in kucağına götürülmesi”[838] hikâyesi bunu belirtmektedir.[839] Bu gelenekte, ölümünden sonra semavi mekânına doğru giden rûha refâkat eden meleklerin varlığına inanılmaktadır.[840]

Mikail’i “ölümlerin ileticisi” olarak gören Yahudi geleneğinin aksine, Yeni Ahid kitaplarından Yahûda’nın Mektubu bize onu, “Musa’nın vücudu konusunda şeytanla savaşan bir melek” olarak tanıtmaktadır:

“Fakat başmelek Mikâil, İblis’e muhâlefet ederek, Mûsâ’nın cesedi hakkında mücâdele ederken, ona karşı söverek bir hüküm getirmeye cesaret etmedi.[841]

Ölüm liturjisine (yani, ölünün arkasından yapılan tüm dini faaliyetler ve öbür dünyadaki durumu ile ilgili düşünceler) ait başka bir metinden de “meleklerin, bu ölüleri cennete götürdükleri hususu” anlaşılmaktadır. Duâlar ölüler için, meleklerin yardımına bir başvurudur. Bu duâlar, iki ayrı görünüm arzetmektedir. Bir yandan, rûhun bekçi meleğinden, semavi yolculuğu boyunca ona refâkat etmesi istenmektedir; diğer yandan, cennet bekçileri olan göğün meleklerinden, rûhu cennete girdirmeleri talep edilmektedir.[842] Melekler, ölüm ıstırabı çekilmemesi için rûha yardım ederler. Ruha ulaşmak isteyen şeytanlara mani olurlar. Göğün kapısında görevlendirilmiş melekler de, ölünün rûhunu karşılarlar.[843]

Bu doktrin, başka bir şekilde de sunulabilir. Melekler, göğün kapısında hazır bulunan ruhların değerlilik ve değersizliklerini ölçmek için onları imtihân ederler. Onlar orada, adeta şehir kapılarındaki gümrük memurları gibidirler. Melekler, şehitlerin göğe yükselişlerinde de onların etrafını çevirirler, yeryüzü melekleri, çıkışları ânında onlara refâkat ederler ve onların muhafız takımı olurlar. Göğün melekleri de onları karşılamak için önlerinde gelirler. Onları Kerubilerin ve Serafılerin ortasında, azizlerin azizine kadar götürürler.[844]

c. Koruyucu Melekler

Hıristiyan anjeloloji geleneğinde koruyucu melek düşüncesi çok önemlidir. Sadece insanlara değil, aynı zamanda her ülkeye, her şehre ve her topluma tahsis edilmiş bir bekçi melek bulunmaktadır. Koruyucu melekler adına 2 Ekim’de törenler dahi düzenlenmektedir.[845]

Kilise Babaları, başlangıçtan beri, koruyucu meleklerden söz etmişlerdir. Onlara göre bu meleklerin amacı, insanlara hizmet etmektir. Hermas (II. yüzyıl), Tertullien (155-220), Clement (150-220), Origene (185-253) ve İznik Konsili öncesi Kilise Babaları böyle düşünmektedirler. Fakat Gregoire le Grand (540-604) ve Pseudo-Denys “koruyucu melek” den bahsetmemektedirler. Onlar bu konuda, ünlü, anjeloloji âlimleri Augustin ve Jean Damascene’in (650-750) yanında yer almaktadırlar. Skolâstikler ise koruyucu melek doktrini hakkında tam bir görüş birliği içerisindedirler. Skolâstiklere göre sadece Hıristiyanların değil, bütün insanların birer koruyucu meleği bulunmaktadır.[846]

Her insana ait bir koruyucu meleğin olduğu düşüncesi aşağıdaki delillere dayandırılmaktadır:

1. Kitab-ı Mukaddes metinleri: “Bu koruyucu (bekçi) meleklerden birini hor görmekten sakının; zira size derim ki, göklerde, onların melekleri daima göklerde olan Babanın yüzünü görürler.”[847] Kitab-ı Mukaddes bunun dışında Hâcer’in, Yâkûb’un, Daniel’in, Petrus’un ve benzerlerinin koruyucu meleklerinden de bahsetmektedir.

2. Kilise eğitimi: Kilise eğitimi, koruyucu meleklere bağlılığı muhâfaza etmiş ve onların adına bir bayram günü bile tahsis etmiştir.

3. Hıristiyan geleneği: Hıristiyan geleneğindeki koruyucu melek anlayışı Anselme’in (1099-1159) “Her rûh bir vücûda gönderildiği anda, bir meleğe emanet edilmiştir.” sözüyle te’yid edilmiştir.[848] Mikâil’in de, evrensel kilisenin özel koruyucu meleği olduğu ve kilise için savaştığı bildirilmektedir.[849]

Özel kiliselerin, kendilerine ait koruyucu meleklerinin olduğu hususu da, Hıristiyanlar arasında tabii bir düşünce şeklini almıştır. İncil tefsircileri Yuhanna’nın Vahyinin başında, Asya’nın yedi kilisesinin meleklerinden bahsedildiğini,[850] bunlara melek ismini verenlerin, bu kiliselerin metropolitleri olduğunu belirtmektedirler.[851]

Origene, insanın doğumundan mı, yoksa vaftizden itibaren mi bir koruyucu meleğe sahip olduğu hususunu ele almakta ve bu iki ihtimalin de mümkün olabileceğini ileri sürmektedir. Fakat birinci ihtimale öncelik tanıyarak, meleğin, insanın koruyuculuğunu, doğumundan itibaren yapmaya başlamasının akla daha uygun geldiğini söylemektedir.[852] Origene, bu koruyucu meleğin, vazifelerine sâdık kalan veya bu sadâkatten uzak kalarak değerini kaybeden küçük melekleri korumaya çalıştığını da belirtmektedir. İnsanı ihmal ettiği zaman, insanın, günaha düşebileceğini ifade etmektedir. Böylece insanın kurtuluşa erebilmesi için, Tanrının, bu meleğe bir mükellefiyet yüklediğini de vurgulamaktadır.[853]

Hesiode, “en eski Grek yazarlarına göre yeryüzünde insanları korumak ve yaptıkları iyi ve kötü şeylerde kendilerine danışmak için Jüpiter tarafından gönderilmiş iyi melekler olduğunu” söylemiştir. Platon, “Her insanın iki şeytanı, iki de meleği vardır; şeytanlar insanı kötülüğe; melekler ise, iyiliğe götürür.” demiştir. Apulee de, “Her insana tahsis edilmiş bir şeytanın bulunduğunu” bildirmiştir.[854] Koruyucu melek düşüncesi İran ve başka toplumlarda da mevcuttur.[855]

c.a. Koruyucu Meleklerin Görevleri

1. İnsanı korkutan tehlikeleri ondan uzaklaştırırlar ve birçok kazâdan muhafaza edip vücudunu korurlar.

2. Şeytanların ve cinlerin, insana zarar vermesine engel olurlar.

3. İyilik yapmak ve kötülüğe engel olmak için dindar ve saygılı düşünceleri telkin ederler.

4. Duâları Tanrıya takdim ederler ve kendi duâlarını insanınki ile birleştirirler.[856]

5. Kendilerine emanet edilmiş ruhları, acı çektikleri anda (a’rafta) teselli ederler, bu ruhları, günahlarının cezasını tamamen çektikleri zaman göğe götürürler.[857]

6. Kilise Babalarından Eusebe de Cesaree’e göre koruyucu melek bir vasi, bir velidir. Hilaire’e (315-367) göre koruyucu melek, mü’minlerin duâlarına yön veren, kurtarıcı isâ vasıtasıyla bu duâları Tanrıya sunan bir aracıdır. Basil le Grand (329-379)’e göre, barışçıya yardım eden bir yol arkadaşıdır. Naziansuzlu Gregoire’a(329-389) göre o, gündüzün ve gecenin tehlikelerinden güvenlikte olmak, sağsalim geri dönebilmek ve mutlu bir son takdim etmek için İsa’ya istekte ve dilekte bulunan bir rehber, bir kılavuzdur. Nissa’lı Gregoire (335-395) göre, çevreyi dolaşan ve koruyan kimseye benzeyen bir kalkandır. Simeon Metapraste’e göre, düşmanın saldırısına her taraftan karşı koyan bir kale duvarıdır. Cesaier’e göre, yaralan dağlayan bir doktor, kötü otları söküp çıkaran bir çiftçi, bağa itinâ gösteren bir bağcıdır. İskenderiyeli Cyrille’e göre, Tanrı’ya karşı yapmaları gereken tapınma ve ibadetleri konusunda insanları eğiten bir eğitimcidir.[858]

c.b. Koruyucu Meleğe Karşı İnsanın Görevleri

Bernard (1050-1153), koruyucu meleklere karşı insanın görevlerini şöyle sıralamaktadır:

1. Varlığını kabul ederek saygı göstermeli, sâf ve kutsal olan bir rûhu üzmekten kaçınmalı.

2. İnsan için yaptıkları hizmetlerine, hayranlıkla bağlılık göstermeli.

3. Kendisini kuşatan koruyuculuğuna güvenmeli.

4. İyiliklerini tanımalı ve sevmeli. Onu bir kardeş ve bir dost gibi iyilikçi olarak sevmeli insan ona saygısını, Tanrı’ya isyan etmekten kaçınmakla gösterir. İnsan, kötülüğe meyletme anlarında, tehlikeler ve büyük acılar karşısında ondan yardım istemek sûretiyle kendisine güvendiğini belirtmelidir.[859]

d. Yedi Kilise’nin Melekleri

Hıristiyanlıktaki “Yedi Kilisenin Melekleri” konusu, Yuhanna’nın Vahyi kitabındaki metinlerde açık olarak ifade edilmektedir. Bu metinlerde Yedi Kilise’nin melekleri hiçbir yoruma lüzum bırakmadan anlatılmaktadır:

“Benim sağ elimde gördüğün yedi yıldızın sırrını ve yedi altın şamdanı yaz. Yedi yıldız, yedi kilisenin melekleridir. Ve yedi şamdan, yedi kilisedir.”[860]

Bu yedi kilise melekleri, Y.Vahyi metinlerinde şöyle anlatılır:

1. “Efesos’ta olan kilisenin meleğine yaz.”[861]

2. “İzmir’de olan kilisenin meleğine yaz.”[862]

3. “Bergama’da olan kilisenin meleğine yaz.”[863]

4. “Tiyatiro’da olan kilisenin meleğine yaz.”[864]

5. “Sardis’te olan kilisenin meleğine yaz.”[865]

6, “Filadelfya’da olan kilisenin meleğine yaz.”[866]

7. “Laodikya’da olan kilisenin meleğine yaz.”[867]

Bazı Yeni Ahit tefsircileri bu melekler hakkında şu yorumlarda bulunmuşlardır:

a. Bu melekler, Asya kilisesi tarafından Yuhanna’ya gönderilen mesajcılardır.

b. Bunlar, kilisenin rûhânileridir.

c. Veya bu rûhânilerin koruyucu melekleridir.

d. Veya bu rûhânilerin cennetlik kopyalarıdır (Zerdüştlük’teki benzeri, Fravaşi-koruyucu rûh, ata rûhu- dir).

e. Olgun ruhlar veya kilisenin ahlâki olgunluğa ermiş kişileridirler (Pavlus, Petrus vs.) Bunlar, Tanrı’nın sağında ve emniyet içindedirler; yerleri ise, İsa’nın gerçek kilisesidir.[868]

e. Kendilerinde Yedi Son Belâ Olan Yedi Melek

Yeni Ahid’de belâ ile dolu yedi melekten de söz edilmektedir. Yuhanna’nın Vahyi’nde bu konu şöyle dile getirilmektedir:

“Ve gökte başka büyük ve acib bir alâmet, kendilerinde yedi son belâ olan yedi melek gördüm. Çünkü Allah’ın gazâbı, onlarla itmâm olunur.”[869]

Aziz Yuhanna bu yedi meleği, meydana getirmiş oldukları görevleriyle birlikte şöyle tanıtmaktadır:

“Ve mâbedden yedi meleğe: “Gidin, Allah’ın gazâbının yedi tasını yeryüzüne boşaltın” diyen bir ses işittim.”[870]

Birinci Melek: “Ve birincisi gitti ve tasını kara üzerine boşalttı. Canavarın damgası kendi üzerinde olan ve onun suretine secde kılan adamlar üzerinde kötü ve iğrenç yara hâsıl oldu.”[871]

İkinci Melek: “İkinci melek tasını denize boşalttı ve ölü kanı gibi kan oldu. Ve denizde olanlar, her yaşayan can öldü.”[872]

Üçüncü Melek: “Ve üçüncüsü tasını ırmaklara ve suların pınarlarına boşalttı ve kan oldular.”[873]

Dördüncü Melek: “Ve dördüncüsü tasını güneşin üzerine boşalttı. Ve insanları ateşle kavurmak kuvveti ona verildi. Ve insanlar büyük hararetle kavruldular. Ve belâlar üzerine hâkimiyeti olan Allah’ın ismine küfrettiler ve ona izzet vermek üzere tevbe etmediler.”[874]

Beşinci Melek: “Ve beşincisi tasını canavarın tahtı üzerine boşalttı. Ve onun krallığı karanlık oldu. Ve acıdan dillerini ısırdılar. Ve acılardan ve yaralarından göğün Allah’ına küfrettiler. Ve işlerinden, tevbe etmediler.”[875]

Altıncı Melek: “Ve altıncısı tasını, büyük fırat ırmağı üzerine boşalttı. Şarktan gelen kralların yolu hazırlansın diye onun suları kurudu.”[876]

Yedinci Melek: “Ve yedinci melek, tasını, kovanın üzerine boşalttı. Ve mâbedden, tahttan: oldu! Diyerek büyük ses çıktı. Ve şimşekler, seser, gök gürültüleri oldu. Ve büyük zelzele oldu. Şöyle ki, insanın yeryüünde olduğu vakitten beri, onun gibi büyük bir zelzele olmadı. Büyük şehir üç parça oldu, milletlerin şehirleri yıkıldı. Ve gökten insanlar üzerine sanki bir talant (37320 krş.) ağırlığında büyük dolu yağdı. İnsanlar da dolu belâsından, Allah’a küfrettiler. Çünkü onun belâsı gayet büyüktü.”[877]

f. Kendilerine Yedi Boru Verilen Yedi Melek

Yuhanna’nın Vahyi’nde, bir de bu meleklerden bahsedilmektedir. Yuhanna “Tahtın üzerinde oturanın sağ elinde içerden ve arkadan yazılmış, yedi mühürle mühürlenmiş bir kitap gördüğünü”[878] söylemekte, “Kuzu (İsa) nun bu mühürleri sırasıyla açtığını[879] ve yedinci mührü açtığı zaman yarım saat kadar gökte sükût olduğunu ve Allah’ın önünde duran yedi meleğe yedi boru verildiğini gördüğünü” ifade etmektedir.[880]

Yaptıkları görevlerle birlikte bu melekler, Yuhanna’nın Vahyi’nin şu cümlelerinde anlatılmaktadır:

Birinci Melek: Y.Vahyi, 8:7.

İkinci Melek: Y.Vahyi, 8:8.

Üçüncü Melek: Y.Vahyi, 8:10.

Dördüncü Melek: Y.Vahyi, 8:12.

Beşinci Melek: Y.Vahyi, 9:1.

Altıncı Melek: Y.Vahyi, 9:13.

Yedinci Melek: Y.Vahyi, 11:15.

g. İyi ve Kötü Melekler

Sayıları yukarıda belirtilen bu melek tiplerinden başka, Hıristiyanlık’ta iyi ve kötü meleklere de işaret edilmektedir.

İyi melekler, imtihânı kazanıp, Tanrıya sadık kalanlardır. Tanrı’ya karşı ayaklanmış ruhlar üzerindeki galibiyetlerinden itibaren, semavi güzellikle sevindikleri için, onlar, “çok mutlu ruhlar”[881] diye isimlendirilmişlerdir. Bu güzelliğe, hiç ara vermeksizin gökteki Babanın yüzünü seyretmeleri vasıtasıyla sahip olurlar.[882]

Bu melekler eksiksiz, kusursuz bir cemâat teşkil etmekte ve orada en sâf aşk, en kusursuz hiyerarşi olarak bulunmaktadırlar. Bunlar Kutsal Kitapta, bir “ordu” veya bir “kalabalık grup” diye isimlendirilmektedir.[883]

Kötü meleklere gelince, bunlar, “günahkâr melekler, ölüm meleği, karanlıklar meleği, âsi melek” vb. isimlerle anılırlar. Tanrı bu melekleri isyanlarından dolayı cezalandırmak için gökten, büyük bir uçuruma indirmiştir. Kötü ruhlar göğü, iyi meleklerin elinden almaya çalışmışlardır. Günahkâr melekler kabiliyetlerini, becerilerini, gerçekliklerini ve prestijlerini kaybetmişlerdir. Kötü melekler başkalarına zararlı telkinlerde bulunarak günah işledikleri için, sonu olmayan bir cezaya çarptırılmışlardır. Böylece iyilikte sebat eden meleklere “iyi melekler”, günahkâr ve isyankâr olmuş meleklere ve şeytanlara da, “kötü melekler” denmektedir.[884]

Kötü meleklerin cezası, Kutsal Kitap’ta, cehennemde ebedi olarak kalma şeklinde belirtilmiştir.[885]

Kötü melekler bazen, “düşmüş melekler” diye de isimlendirilmektedirler. Bunlara, şeytanlar-cinler de denir. Kötülük hakkındaki duyarsızlıkları sebebiyle “kötü ruhlar” diye de anılmaktadırlar. Korku ve karanlıkların bulunduğu bir yere düştükleri için “karanlıkların melekleri” olarak da bilinmektedirler.[886]

Âsi meleklerin sayısı, Yuhanna’nın Vahyine göre, diğer meleklerin üçtebirine eşittir. Lucifer, meleklerin üçte birini, kendi isyânı içine sürüklemiştir:

“Ve onun kuyruğu, göğün yıldızlarının üçte birini sürüklüyordu ve onları yeryüzüne attı.”[887]

Başka bir metinden İblis’e bağlı meleklerin de olduğu bilinmektedir:

“O zaman solundakilere de diyecek: Ey lânetliler, benim yanımdan İblis ile onun meleklerine hazırlanmış olan ebedi ateşe gidin.”[888]

IV. MELEKLERİN GÖREVLERİ

Yeni Ahid metinlerinden anlaşıldığına göre, meleklerin görevlerini sınırlandırmak ve belirli bir çerçeve içerisine sıkıştırmak mümkün değildir. Onların, Tanrı’yla, insanla ve kâinâtla olan münâsebetleri ve bu münâsebetlerle bağlantılı olan görevleri bulunmaktadır. Bunlardan en önemlilerine temas etmekte fayda vardır.

A. Tanrı’ya Karşı Görevleri

Meleklerin, özel bir toplum halinde, Tanrı ile birlikte yaşadıkları söylenmektedir. Sonsuz bir sadâkat, eksiksiz bir teslimiyet, özel bir sevgi, sarsılmaz bir bağlılık, sürekli bir itâat, derin bir saygı, daimi bir övme ve yüceltme ile Tanrı’ya karşı görevlerini yaptıkları ifade edilmektedir. Tan rı’nın hizmetine adanmış büyük, değerli ve mukaddes bir görevde, dünyanın mutluluğu, insanın da Tanrı’ya karşı itaati sağlanılmaya çalışılmaktadır. Bu görevleri şöyle sıralayabiliriz:

1. Şeriatı Tertip Etmeleri

Yeni Ahid metinlerinde, şeriatin yaratıcısının Tanrı, tertip edicilerinin ise melekler olduğu anlatılmaktadır. “Ey boyunları sert, yürekleri ve kulakları sünnetsiz adamlar. Siz daima Ruhu’l-Kudüs’e karşı duruyorsunuz. Atalarınızın ettiği gibi, siz de ediyorsunuz. Atalarınız, peygamberlerin hangisine eza etmediler? Adil Olan’ın geleceğini önceden bildirenleri öldürdüler. Melekler aracılığıyla buyrulan Şeriat’ı alıp da buna uymayan sizler, şimdi de Adil Olan’a ihanet edip katlettiniz.”[889] cümleleriyle bu husus dile getirilmektedir.

Bu cümlelerin yorumunu yapan Saint Etienne (1066-1134), Musa şeriatinin resmen ilân edilişini meleklere maletmektedir. İbrânilere Mektup ise, İsa-Mesih vasıtasıyla dünyaya indirilmiş olan yeni şeriatın üstünlüğünü yerleştirmek için bu noktadan hareket etmekte ve aynı zamanda Tanrı’nın oğlu İsa’nın, Tanrının basit hizmetçileri olan meleklerden daha üstün olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır.[890]

Meleklerin, şeriatı tebliğ etme düşüncesinin Hıristiyanlığa, Yahûdilik’ten geçmiş olduğu belirtilmektedir. Kilise Babalarına göre de Yahûdi toplumunda, melekler tarafından bildirilmiş şeriatin idaresi ve korunması temin edilmişti. Burada, şeriatin esas gayelerinden biri de, “meleklerin, İsrâil üzerindeki koruyuculuğu”nu te’min etmekti. Hilaire de melekler ordusunun, şeriatin ilânını Sina da gerçekleştirdiklerini belirtmektedir. Augustin de aynı şeyi ifade etmektedir. Pseudo-Denys bütün bu geleneği semavi hiyerarşi içinde özetlemektedir. O: “Teoloji eğitimi olarak, şeriat bize, melekler tarafından getirilmiştir.” demektedir. Origene, meleklerin şeriat ve diğer gizli sırlar içinde İsrâil toplumuna hizmet ettiklerini vurgulamaktadır.[891]

Meleklerin, vahiy’deki rolleri de Kutsal Kitap’da şöyle dile getirilmektedir.

“İsa Mesih’in vahyidir. Allah, yakında vâki olması lâzım gelen şeyleri kullarına göstermek için kendisine o vahyi verdi. Ve o, meleği vasıtasıyla gönderip kulu Yuhanna’ya onu işaret etti.”[892]

2. Tanrı’nın Mesajcıları ve Hizmetçileri Olmaları

Tanrının mesajcıları ve hizmetçileri olma durumu, meleklerin, başta gelen görevlerindendir.[893] Tanrının emirlerini, diğer yaratıklara ve insanlara iletmektedirler. Onlar, Tanrının sonsuz karakterini görme mutluluğu ile Onu övmekte ve Ona minnettarlıklarını bildirmektedir.[894] Tanrı’nın elçileri ve varlığının alametleri olan melekler, O’nun emrettiği işleri yapmaktadır.[895] Kutsal Kitab’ın bir metninde bu konu şöyle dile getirilmektedir: “Hepsi, kurtuluşu miras alacak olanlara hizmet için gönderilen hizmetçi ruhlar değil midirler?”[896]

Ayrıca Kutsal Kitap metinlerinde, milyonlarca meleğin, Tanrı’nın çevresinde O’na hizmet ettikleri belirtilmektedir.[897] Onların, Tanrı’ya karşı övgüler düzdükleri[898] ve O’na ibadet etmek için toprağa karşı yüz sürüp secde ettikleri,[899] O’nun tahtı önünde kurban takdim etmeye yarayan masa üzerinde kokulu tütsüler yaktırdıkları[900] vurgulanmaktadır.

3. Tanrı’nın Yardımcıları Olmaları

Yeni Ahid metinlerinde melekler, “Tanrı’nın yardımcıları” olarak da anılmaktadır:

“Ve size diyorum: ‘Kim beni insanların önünde ikrâr ederse, insanoğlu da onu, Allah’ın melekleri önünde ikrâr edecektir. Fakat beni, insanların önünde kim inkâr ederse, Allah’ın melekleri önünde inkâr olunacaktır.”[901] “Zira insanoğlu, Babasının izzetinde melekleri ile gelecek ve o zaman herkese kendi işine göre karşılık verecektir.”[902]

“Ve meleklerini, büyük sesli boru ile gönderecek ve melekler, göklerin bir ucundan öteki ucuna kadar, o’nun seçtiklerini, dört yelden toplayacaklar.”[903]

Lâtin Babaları da, meleklerin, Tanrı ile insanlar arasında aracılık yaptıklarını ifade etmektedirler.[904] Onların, kurtuluşu miras alacak olanlara hizmet etmeyi de üstlendikleri ve Tanrı’nın düzene koyduğu bu kurtuluş ve barışın müjdesini yaydıkları dile getirilmektedir. Bu husus, kutsal metinde şöyle anlatılmaktadır:

“Rabb’in bir meleği, onların yanında durdu ve Rabb’in izzeti, onların çevresini aydınlattı. Çok korktular. Melek de onlara dedi: Korkmayın, İşte ben size, bütün kavme olacak büyük sevinci müjdeliyorum. Çünkü Dâvûd’un şehrinde, size kurtarıcı doğdu. O da, Rab Mesihtir.”[905]

Melekler, günlük yardımları yoluyla, kurtuluşa iştirâklerini devam ettirmektedirler. Bu kutsal mesajcılar, her zaman için Tanrı’nın ihtişamının sözcüleri ve kurtarıcının faaliyetinin vasıtalarıdır. Buna örnek olarak Kutsal Kitap’ta, konuşma gücü ile olayların devamını sağlayan güçlü bir melekten bahsedilmektedir.[906] Onlar, Allah’ın, düşmanlara karşı vereceği hükmün duyurulmasına yardım etmektedirler.[907]

Tanrı, meleklere aracılık vazifesi vererek onların gökler, yeryüzü ve içindekilerle meşgûl olmalarını emretmiştir. Origene ve Augustin meleklerin, yıldızlar, meteorlar, bitkiler ve hayvanlar gibi kâinatın farklı sahalarında görevli olduklarını söylemektedirler. Augustin ayrıca, bütün maddi şeylerin, melekler vasıtasıyla idare edildiğini ileri sürmektedir.[908]

B. İnsanlara Karşı Görevleri

Basilides ve diğer gnostikler, insanın kurtuluşunu, meleklere mâletmektedirler. Fakat Pavlus’a göre insan, bir melek tarafından değil, bizzât Tanrının Oğlu tarafından kurtarılmıştır. Bazı Teologlar meleklerin, insan bedeni üzerinde de birtakım fonksiyonlar icra ettiklerini ileri sürmüşlerdir.[909]

Athanase (920-1000), Chrysostome, Jerome, Ambroise, Bernard, Scotz (1266-1308), Knoll (1550-1610) gibi birçok Kilise Babası ve diğer bazı yazarlar, bütün meleklerin, insanların yanında görev yaptıklarını ifade etmektedirler.[910]

İbranilere Mektup’da[911], Tanrı’nın, bütün melekleri, seçkinlerin kurtuluşunda görevlendirdiği vurgulanmaktadır.

Meleklerin, insanlara karşı görevleri, çeşitli şekillerde ele alınmaktadır. Bunlar maddeler halinde şöyle sıralanabilir:

1. Milletlere Karşı Görevleri

Eski Ahid’de olduğu gibi, Yeni Ahid’de de meleklerin, milletlere karşı görevleri konusunda bir işaret bulunmaktadır.[912]

Kilise Babaları da aynı meseleye temas etmektedirler. İskenderiyeli Clement, “Meleklerin başkanlıkları, milletlere ve şehirlere göre ayrılmıştır.” der. Ayrıca “meleklerin, antik ve kutsal bir düzenlemeye göre, milletler arasında bölüştürülmüş olduğunu” ifade eder. Hippolite (170-235) de aynı şeyi söyler.[913]

IV. yüzyıl Babaları da milletlerin melekleri konusunu benimserler. Basile, bütün milletlere görevlendirilmiş meleklerin bulunduğunu, bunun en büyük gayesinin ise, peygamberlerin eğitimi olduğunu vurgular. Pseudo-Denys, teolojinin, melekleri derecelere ayırdığını; Mikâil’e, İsrail’in meleği dediği gibi, diğer milletlerin meleklerine de, başka isimler verdiğini ifade etmiştir. Özet olarak, Tanrı’nın, milletlerin sayısını, meleklerinin sayısına göre tespit ve tanzim ettiğini ileri sürmüştür.[914]

Meleklerin, milletlere ait görevlerinden gaye, onların, melekler tarafından korunmaları ve işlerinde kendilerine yardımcı olmalarıdır. Melekler, milletleri, Tanrı’ya doğru götürmekle yükümlüdürler. Eusebe’e göre Tanrı, gerçek dinini, milletlere öğretsinler diye bu milletleri iyi meleklere emânet etmiştir. Fakat kötü melekler, milletleri tabii dinden uzaklaştırıp putculuk sapıklığına sürüklemekle meşgûl olmuşlardır.[915]

Yeni Ahid’de Yuhanna’nın, Küçük Asya’nın yedi Hıristiyan kilisesinin meleklerine yazması[916] sözünden, meleklerin sadece bu kiliselerin piskoposlarını değil, fakat aynı zamanda oradaki halkı da korumak için görevlendirilmiş olduğunu anlamak gerektiği ifade edilmektedir.[917]

C. İsâ ile İlgili Görevleri

Melekler âleminin, hizmet etmek için sürekli İsa’nın etrafında bulunduğu ileri sürülmektedir. Onlar bir yandan yeryüzündeki her şeyin idaresini O’na bırakmakta, O’nu sevinçle ve kendisine hizmet ederek karşılamakta; diğer yandan da kendi görevlileri ve işinin şâhitleri olmak için, onunla birlikte inmektedirler. İsa’nın gelişiyle onlar, kutsal vahiylerin mesajcıları olma özelliklerini devam ettirmişlerdir. İsa’nın sininin mesajcıları olan bu varlıkların, doğumundan, hayatının sonuna kadar ona hizmet etmeyi sürdürmüşlerdir.[918]

Melekler, ilk olarak, İsa’nın sırdaşları; ikinci olarak da, hayranları olmuşlardır. Melekler tarafından yardıma uğrayan İsa, onları, kötülük eğiliminden uzaklaştırmıştır. Chrysostome ve Cyrille de, İsa’nın yükselişinde meleklerin hazır bulunduklarını[919] ve göğe çıkışına yardım ettiklerini vurgulamaktadırlar. Hıristiyan geleneği ise, meleklerin, göğe çıkışında İsa’ya eşlik ettiklerini, sonra da, omuzları üstünde taşıdıklarını belirtmektedir. Bu meseleye, daha çok, “İsa’nın göğe yükselişi” konulu eski popüler yazılarda rastlanmaktadır. Bu “göğe yükselme” sırrının, melekleri, şaşkınlık içinde bıraktığı ifade edilmektedir.[920]

Yeni Ahid metinlerinde meleklerin, Mesih’in gelişini haber verdikleri ve o’na hizmet ettikleri anlatılmaktadır.[921] Meleğin, İsa’ya kuvvet vermesi;[922] Cebrâil’in, İsa’yı, Meryem’e müjdelemesi[923] vs. hususlardan söz edilmektedir.

İsa’nın bizzât kendisi, meleklerden bahsederken onların, insanların, çocukluklarından itibaren kendileriyle beraber olduklarını ve bununla da kalmayarak her yaştaki insana sempati ile yaklaşıp onların düşünce ve kabiliyetlerine yardımcı olduklarını vurgulamaktadır.[924]

C. Diğer Görevleri

1. Dünyanın Yaratılışı ve İdaresindeki Görevleri

Meleklerin, dünya ile hiç kesintiye uğramayan ilişkileri vardır. Tabiatın idaresinde onlar da söz sahibi ve kutsal inâyetin bakanlarıdırlar.[925]

Augustin, tereddütsüz bir şekilde ve Platon’a da bağlı kalmadan, dünyanın idaresi üzerinde meleklere bir nüfuz, bir itibar ve bir faâliyet atfetmektedir. Skolâstik düşünce de, aynı görüş tarzını benimsemektedir. Platon, melekler idesini “yıldızlar âlemindeki ruhlar ve gökteki vücutlu varlıkları yöneten aşağı derecedeki tanrılar” olarak açıklamaktadır. Fakat bu faâliyetin, yine de, Yüce Tanrı’nın kontrolü altında yapıldığını ifade etmektedir. Thomas, vücutlu varlıkların, melekler tarafından idare edildiğini belirtmek için şöyle bir ifade kullanmaktadır: “Daha az evrensel bir şekle sahip olan aşağı derecedeki melekler, daha evrensel olan üst derecedeki melekler tarafından yönetilmektedir.”[926]

Bir bedene sahip olan her şeyin, melekler tarafından idare edildiği hususu, sadece Hıristiyan azizleri tarafından değil, aynı zamanda vücutsuz cevherler fikrini kabûl eden filozoflar tarafından da benimsenmektedir. Bu filozoflar, vücutların, mânevi cevherler vasıtasıyla, sınırlı olarak hareket ettirilmiş olduğunu da söylemişlerdir.[927]

Büyücü Simon (öl. 1584), Menandre, Saturnin ve genel olarak Gnostikler dünyanın yaratılışını, meleklere mâletmektedirler. Marcion(öl.l70) ise, vücutlu varlıkların yaratılışını, şeytana mâletmektedir. Fakat bütün bu görüşler Kilise tarafından reddedilerek, her şeyin yaratıcısının Tanrı olduğu ifade edilmiştir.[928] Augustin’e göre de melekler, yaratma gücüne sahip değildir.[929]

Justin’e (öl. 163-167 arası) göre melekler, göğün altındaki her şeyin düzeni ile ilgili görevi yüklenmişlerdir. Atenagore’a (II. yy) göre onlar, güçlerini, madde etrafında icra ederler. Hermas, (II. yüzyıl ortası) dünyada, hayvanlar dâhil, her yaratığın yanında bir meleğin bulunduğunu ve aynı zamanda herkesin “adelet meleği” ve “kötülük meleği” ne sahip olduğunu bildirmektedir. Origene, meleklerin elementler, hava, ateş ve diğer taraftan hayvanların doğumu ve bitkilerin büyümesi vb. gibi hususlarda rol oynadıklarını ileri sürmektedir. Epiphane, bulutların, yağmurun, karın, dolunun, buzun, sıcağın, soğuğun, şimşeğin, gök gürlemesinin, mevsimlerin vb. bir meleğin idaresi altında gerçekleştiklerini söylemektedir. Chyrysostome (350-407), meleklerin, kâinâtı, milletleri, cansız yaratıkları, güneşi, ayı, denizi ve yeryüzünü korumakta olduklarını ifade etmektedir. Augustin’e göre bütün dünya, bütün hayat ve görünen herşey, meleklerin idâresi altındadır. Basile le Grand ve Naziansuzlu Gregoire, meleklerin, bu evrensel görevini sınırlandırmak istemişlerdi. Fakat Jerome, Enok’a ait bu uydurma teoriye karşı çıkmaktadır.[930]

2. Melekler ve Sakramentler

Meleklerin ilk sakramentel görevi, vaftizle başlar. Vaftiz, Hıristiyanlık’ta bir diriliştir. Melekler, hayran olunacak işlerini tamamlamada Teslis’e yardım ederler. Onlar, orada, gayretli hizmetçiler olarak ve şaşkınlıkla dolu şâhitler olarak yardım ederler. Çok eski bir gelenek, meleklerin, özellikle idâre etmek ve aydınlatmak için kiliseye memur edildiğini ileri sürmektedir.[931]

Kilise meleklerinin rolü, doğrudan doğruya, vaftize hazırlıkla ve dine girmekle başlamaktadır. Tertullien’in de yaymaya çalıştığı bu fikir, sakramentte meleklere çeşitli roller maletmektedir. Kilise Babalarının öğretileri de, meleklerin, vaftiz olayının yardımcısı olduğunu belirtmektedir.[932]

Kutsal Evharistiya sakramentinde de meleklerin, önemli bir rol üstlendikleri ifade edilmektedir. Âyin, semavi liturjide, sakramenter bir iştirâktir. Meleklerin, Evharistiya’da bulunuşu, kurban bağışı içinde görünmektedir. Meleklerin sakramentlere bu şekilde iştirâki, liturjik hayatın tümüne ve özellikle Hıristiyan bayramlarının kutlanmasına kadar yayılmıştır.[933]

3. Kıyametin Kopuşundaki Fonksiyonları

Yeni Ahid metinleri, kıyâmetin kopuşu esnasında da yine melekleri sahneye koymaktadır. Hattâ dünyanın sonu olan kıyâmetin, melekler tarafından gerçekleştirileceğini beyân etmektedir.[934] Bu hususu, aşağıdaki metinler, daha açık bir tarzda ifade etmektedir:

“Onları ekmiş olan, düşman iblistir; hasat dahi, dünyanın sonudur ve orada orakçılar, meleklerdir.”[935]

“Dünyanın sonunda böyle olacaktır. Melekler gelip, kötüleri, sâlihlerin arasından ayıracaktır. Onları, fırın ateşine atacaklar; orada ağlayış ve diş gıcırtısı olacaktır.”[936]

“İmdi, delicelerin toplanıp, ateşle yakıldığı gibi, dünyanın sonunda da böyle olacaktır. İnsanoğlu, meleklerini gönderecektir. Onlar sürçmeğe sebep olan bütün şeyleri ve fesat işleyenleri onun melekûtundan toplayacaklar ve fırın ateşine atacaklar.”[937]

“Fakat o günlerin sıkıntısından hemen sonra güneş kararacak; ay, ışığını vermeyecek, yıldızlar gökten düşecekler ve göklerin kudretleri sarsılacak. O zaman insanoğlunun alâmeti gökte görünecek. O zaman yeryüzünün bütün sıbtları dövünecekler. Ve insanoğlunun, göğün bulutları üzerinde kudretle ve büyük izzetle geldiğini görecekler. Ve meleklerini büyük sesli boruyla gönderecek ve melekler, göklerin bir ucundan öteki ucuna kadar onun seçtiklerini dört yelden toplayacaklar.”[938]

Hıristiyanlıkta, meleklerin görevleri, maddeler halinde anlatılmaya çalışıldı. Bunlar dışında Yeni Ahid metinlerinde şu görevlere de yer verilmektedir:

Melekler, doğruluğa dâvet edip, günahtan nehyederler.[939] İnsanlar arasında barışı sağlarlar.[940] Rasulleri zindandan kurtarmışlardır.[941] İsa’nın kilisesini kaybetmek isteyen şeytanla mücâdele ederler.[942] Öbür hayattâki ruhlara arkadaşlık ederler.[943] Yargılama gününde iyileri, kötülerden ayırmak için Tanrının bakanları olacaklardır.[944]

Bunların hâricinde, meleklerin hiyerarşik tasnifinde, her sınıfa verilen ayrı ayrı görevler de vardır ki, bu konu, “Meleklerin Sınıflandırılışı” kısmında anlatılmıştır.