"Şaka mı yapıyorsunuz, muhteşem!" Corky yaklaşık bir dakika yeşil parıltıya neden olan yüksek magnezyıim silikatından bahsettikten sonra heyecanla üçüncü ve son örneği alarak, Rachel'a uzattı.
Rachel son göktaşını avucunun içinde tuttu. Bu, grimsi kahve rengiuyle granite benziyordu.
Dünyadaki taştan daha ağır geliyordu ama çok da değil. Normal bir taş olmadığının tek göstergesi, füzyon kabuk, yanık yüzeyiydi.
Corky bitiriş cümlelerini kurarak, "Buna taşsı göktaşı denir. En sık rastlanan göktaşı bu sınıftandır.
Yeryüzünde rastlanan göktaşlarının yüzde doksanından fazlası bu kategoriye girer," dedi.
Rachel şaşırmıştı. Göktaşlarını hep ilk örnek gibi hayal etmişti; metalik tuhaf görünüşlü topaklar.
Elindeki göktaşı hiç de dünya dışındanmış gibi görünmüyordu. Kavrulmuş dış yüzeyi hesaba katılmazsa, kumsalda pekala üstüne basıp geçebileceği bir şey gibiydi.
Şimdi Corky'nin gözleri heyecanla açılmıştı. "Burda, Milne'de buzun altına gömülü olan göktaşı, taşsı bir göktaşı; elinizde tuttuğunuza çok benziyor. Taşlı göktaşları, nerdeyse yeryüzündeki volkanik taşlarla aynıdır. Bu yüzdenden fark edilmeleri zordur. Genel ikle hafif silikatların karışımıdır. Feldispat, magnezyum silikatı, piroksen. Fazla ilgi çekici değil."
Örneği ona geri uzatan Rachel, bence de, diye düşündü. "Bu, birinin şömineye bırakıp yaktığı bir taşa benziyor."
Corky gülmekten katıldı. "Hem de ne şömine! Şimdiye dek yapılmış en güçlü fırın bile, göktaşı
atmosferimize çarptığında oluşan ısının yanından geçemez. Harap olurlar!"
Tol and, Rachel'a duyarlı bir şekilde tebessüm etti. "Bu daha iyi kısmı. Göktaşı örneğini Rachel'dan alan Corky, "Şunu düşünün," dedi. "Bu küçük şeyin bir ev büyüklüğünde olduğunu hayal edin." Örneği başının üstüne kaldırdı. "Pekâlâ... Bu şimdi uzayda... güneş sistemimizde süzülüyor. Uzayın eksi yüz santigrat derecelik soğuğunda buz tutmuş."
Göktaşının El esmere Adası'na geliş canlandırmasını daha önce de görmüş olduğu anlaşılan Tol and, kendi kendine gülüyordu.
Corky örneği aşağı indirmeye başladı. "Göktaşımız dünyaya hareket ediyor... iyice yaklaşıyor.
Yerçekimi alanına giriyor, hızlanıyor hızlanıyor."
Rachel Corky'nin yerçekimi gücünü taklit ederek örneği hızlandırmasını seyretti.
99
Corky ansızın, "Artık çok hızlı hareket ediyor," dedi: "Saniyede altı kilometreden daha hızlı; saatte el i yedi bin altı yüz kilometre. Yer kabuğunun 135 kilometre üstündeyken göktaşı atmosferde sürtünme etkisine maruz kalır." Corky örneği buza dogru indirirken, şiddetlice sal ıyordu. "Yüz kilometrenin altına düştüğünde kor haline gelmiştir. Artık atmosfer yoğunluğu artmıştır ve sürtünme etkisi muazzamdır! Yüzeyind maddeler ısıdan erirken, göktaşının etrafındaki hava parlamaya başlar." Corky yanma ve cızırdama sesleri çıkarıyordu. "Artık sekseninci kilometredeki sınırı geçmiştir ve dış yüzey bin sekiz yüz santigrat derecenin üstünde ısınmıştır!"
Rachel, başkanlığın ödül ü astrofizikçisini göktaşını daha da şiddetle sal arken ve çocukça, tükürüklü ses efektleri çıkarırken seyrettiğine inanamıyordu.
"Altmış kilometre!" Corky artık bağırıyordu. "Göktaşımız atmosfer duvarıyla karşılaşır. Hava çok yoğundur! Hızını yerçekimi gücünden yüz kat fazla oranda keser!" Corky gıcırtılı bir fren sesi çıkarıp düşüş hizını aniden yavaşlattı. "Göktaşı bir anda soğur ve parlama sona erer. Karanlık uçuş başlar. Göktaşının yüzeyi sertleşerek ergimişten, kavrulmuş füzyon kabuk haline geçer."
Rachel, Corky öldürücü darbeyi -yeryüzüyle çarpışma anını- sahnelemek üzere çömelirken, Tol and'ın esnediğini duydu.
Corky, "Artık dev göktaşımız atmosferin aşağı kısımlarında sıçrayarak ilerlemektedir..." Dizleri üstünde dururken, hafifçe yan yatırdığı göktaşıyla yere dogru kavis çizdi. "Kuzey Buz Denizi'ne yönelir... geniş açıyla... düşerken... sanki okyanusun üstünden kayıp geçecek gibidir, düşmeye devam eder... ve..." Örneği buza değdirdi. "BAM!"
Rachel yerinde sıçradı.
"Çarpışma etkisi kıyamet gibidir! Göktaşı patlar. Parçacıkları okyanus üstünde sıçrayıp dönerek etrafa uçuşurlar." Corky şimdi örneği ağır çekimde, hayali bir okyanus üzerinde Rachel'ın ayaklarına doğru yuvarlayıp döndürüyordu. "Içlerinden biri, bir yandan dönerken El esmere Adasına doğru kaymaya devam eder..." Örneği ayağının dibine kadar getirdi. "Okyanus üstünde zıplayarak, karaya konar." Göktaşını yukarı kaldırdı ve ayakkabısının burnu üstünde ilerleterek, bileğinin başladığı yere kadar yuvarlayıp durdu. "Ve sonunda, karla buzun onu atmosferik erozyondan koruyarak çarçabuk kaplayacağı Milne Buzul Katmanı'nın üstünde durdu."
Corky gülümseyerek ayağa kalktı.
Rachel'ın ağzı âçık kalmıştı. Etkilendiğini gösterir biçimde güldü.
"Şey Dr. Marlinson, bu açıklama son derece..."
Corky, "Anlaşılır mıydı?" diye sordu.
Rachel gülümsedi. "Tek kelimeyle."
Corky örneği ona geri uzattı. "Kesite bakın."
Rachel bir süre, hiçbir şey görmeden taşın içini inceledi.
Tol and sıcak ve kibar bir sesle, "Işığa tutun," dedi. "Ve yakından bakın."
Rachel taşı gözlerine iyice yaklaştırarak, başının üstündeki göz kamaştıran halojen lambalarına doğru tuttu. Artık görüyordu; taşın içinde parıldayan minik metalik yuvarlaklar. Her biri en fazla bir milim çapındaki yuvarlaklardan düzinelercesi, miniskül cıva damlaları gibi kesite yayılmışlardı.
Corky "Bu küçük baloncuklara gökkumu'' denir," dedi. "Ve onlara sadece göktaşlarında rastlanır."
Rachel gözlerini kısıp yuvarlaklara baktı. "Doğrudur, ben dünyadaki taşlarda hiç böyle bir şey görmedim."
Corky, "Görmeyeceksiniz de!" diye üsteledi. "Gökkumları, yeryüzünde bulunmayan jeolojik bir yapıdır. Bazı gökkumları son derece eskidir; belki de evrende ilk meydana gelen materyal er onlardı. Bazı gökkumlarıysa daha gençtir, mesela elinizdeki gibiler. Bu göktaşındaki gökkumları
sadece 190 milyon yıl öncesine ait."
"Yüzdoksan milyon yıla genç mi diyorsunuz?"
101
"Yaa öyle işte! Kozmolojik dilde bu daha dün demek. Ama burdaki asıl önemli nokta, bu örnekte gökkumlarının bulunması, göktaşı olduğunun kesin kanıtı."
Rachel, "Tamam," dedi. "Gökkumları kesin kanıt. Anladım."
Göğsünü şişirip içini çeken Corky, "Ve son olarak," dedi. "Eğer füzyon kabuk ve gökkumları sizi ikna etmezse, biz astronomların bunun göktaşı olduğunu ispatlamasının kusursuz bir yöntemi var."
"Varlığı mı?"
Corky ilgisiz bir edayla omuzlarrnı silkti. "Sadece bir petrografik polarlayıcı mikroskobu, bir X-ışını
flüorişi spektrometre, bir nötron etkinleştirme çözümleyici ya da mıknatıs kuweti oranları
hesaplamak için indüksiyon gücü iki katına çıkarılmış plazma spektrometre kul anıyoruz."
Tol and inler gibi bir ses çıkardı. "Artık hava atmaya başladı. Corky aslında, bir taşın göktaşı
olduğunu kimyasal içeriğini ölçerek kanıtlayabiliriz demeye çalışıyor."
Corky, "Bana bak okyanus adamı!" diye çıkıştı. "Bilimi bilim adamlarına bırakalım, olmaz mı?"
Ardından hemen Rachel'a döndü. "Dünyadaki taşlarda nikel mineraline, ya son derece yüksek ya da son derece düşük oranlarda rastlanır; orta karar diye bir şey yoktur. Göktaşlarındaysa, nikel içeriği orta seviyelerdedir. İşte bu yüzden bir örneği tahlil ettiğimizde, nikel içeriği ortalama miktarlardaysa, biz şüphe duymadan bu örneğin bir döktaşı olduğunu söyleyebiliriz."
Rachel çileden çıkmaya başladığını hissetti. "Pekâlâ beyler, füzyon kabuk, gökkumları, ortalama miktarda nikel, tüm bunlar taşın uzaydan geldiğini kanıtlıyor. Anlayabiliyorum." Örneği Corky'nin masasına bıraktı. "Ama ben neden burdayım?"
Corky hatırı sayılır bir şekilde soluk aldı. "NASA'nın aşağıda buzun altında bulduğu göktaşının bir örneğini görmek ister misiniz?"
"Ömrüm tükenmeden mümkünse."
Corky bu sefer göğsündeki cepten küçük, disk şeklinde bir taş çıkardı. Yaklaşık bir santim kalınlığındaki taşın şekli müzik CD'leri gibiydi. Ayrıca Rachel'ın az önce gördüğü taşsı göktaşıyla aynı yapıda görünüyordu.
"Bu, dün kestiğimiz nüve örneğinden bir parça." Corky diski Rachel'e uzattı.
Yeri yerinden oynatacak bir görüntüsü yoktu. Daha önce gördüğü örnek gibi, turuncumsu beyaz renkte ağır bir taştı. Kenarın bir bölümü siyah ve yanıktı, göktaşının dış yüzeyine ait bir bölüm olduğu anlaşılıyordu.
"Füzyon kabuğu görüyorum," dedi.
Corky başını sal adı. "Evet, bu örnek göktaşının dış yüzeyine yakın bir yerden alındı, bu yüzden kabuğa ait bazı kısımlar var."
Diski ışığa tutan Rachel, minik metalik taneleri fark etti. "Ayrıca gökkumlarını da görüyorum."
Corky heyecanlı bir sesle
"Güzel," dedi. "Size bu şeyi petrografik polarlayıcı mikroskobundan geçirdiğim için orta miktarlarda nikel içerdiğini de söyleyebilirim; dünyaya ait bir taş değil. Tebrikler, elinizde tuttuğunuz taşın ıızaydan geldiğini doğrulamış bulunuyorsunuz."
Rachel şaşkın bir halde başını kaldırdı.
"Dr. Marlinson, bu bir göktaşı zaten uzaydan gelmesi gerekiyor. Burda benim anlamadığım bir şey mi var?"
Corky ile Tol and birbirlerine bilmiş bilmiş baktılar. Elini Rachel'ın omuzuna koyan Tol and,
"Arkasını çevir," diye fısıldadı.
Rachel diğer tarafı görebileceği şekilde diskin arkasını çevirdi. Neye baktığını anlaması bir saniyesini almıştı.
Ardından gerçek Rachel'a kamyon gibi çarptı.
İmkânsız, diye yutkunurken taşa baktı ve kendi bildiği imkansız kelimesinin manasının sonsuza dek değiştiğini fark etti. Dünyadaki denginde sıradan sayllabilecek ama göktaşında bulunması
akla hayale gelmeyecek bir şey taşın içinde gömülüydü.
"Bu..." Rachel kelimeyi telaffuz etmekte güçlük çekerek kekeliyordu. Bu... bir böcek! Bu göktaşında bir böcek fosili var!"
103
Hem Tol and'ın, hem de Corky'nin yüzüne neşe gelmişti. Corky, "Bravo," dedi.
Rachel'ı kaplayan duygu fırtınası bir süre nutkunun tutulmasına neden oldu. Ama şaşkınlığı
yaşarken bile bu fosilin, sorulara hiç mahal bırakmaksızın bir zamanlar yaşayan biyolojik bir organizma olduğunu anlayabiliyordu. Taşa dönüşmüş iz yaklaşık sekiz santim uzunluğundaydı v bir çeşit büyük kanatlı ya da sürüngen böceğin alt kısmına benziyordu: Korııyucu bir dış
tabakanın altında, armadil o zırhlarındaki gibi parçalara ayrılmışa benzeyen, yedi çift eklembacak toplanmıştı.
Rachel sersemlediğini hissetti. "Uzaydan gelen bir böcek..."
Corky, "O bir eşbacaklı," dedi. "Böceklerin üç çift bacağı olur, yedi değil."
Rachel, onu duymamıştı bile. Önündeki fosili incelerken başı dönüyordu.
Corky, "Sırt kabuğunun, dünyadaki tespih böceklerinin zırh kabukları gibi parçalı olduğunu açıkça görebilirsiniz, ama kuyruk benzeri iki uzantısı yüzünden daha çok bite benziyor."
Rachel'ın zihni Corky'nin söylediklerini dikkate almıyordu. Türlerin sınıflandırılmasının konuyla ilgisi yoktu. Şimdi bulmacanın parçaları yerine oturmaya başlamıştı... Başkan'ın gizlilik telaşı, NASA'nın heyecanı... Göktaşının içinde bir fosil var! Bir bakteri ya da mikrop değil, gelişmiş bir hayat biçimi! Evrende başka bir yerde yaşam olduğunun kanıtı!
23
CNN'deki tartışma başlayalı on dakika olmuştu ve senatör Sexton neden hiç endişelenmediğini daha iyi anlıyordu. Marjorie Tench rakip olarak gereğinden fazla büyütülmüştü. Başdanışman amansız bir zekâya sahip olduğu yönündeki ününe ragmen, zorlu bir rakip olmaktan çıkıp kurbanlık koyun konumuna düşmeye başlamıştı.
Sohbetin başlarında Tench, senatörün geçmiş hayatında kadınlara karşı davranışlarını ön plana çıkararak üstünlük sağlamıştı ama senatör tam pençesine düşmek üzereyken Tench düşüncesiz bir hata yapmıştı. Vergileri arttırmadan senatörün eğitim hayatındaki gelişmelere nasıl fon sağlayacağını sorgularken, Sexton'ın NASA'yı sürekli günah keçisi ilan ettiğini küçümseyici bir tavırla ima etmişti. NASA Sexton'ın daima konuşmanın sonlarına doğru değinmek istediği bir konu olmasına rağmen, Marjorie Tench kapıyı erken açmıştı. Salak!
Sexton hiç ara vermeden, "NASA'dan bahsetmişken," dedi sıradan bir ifadeyle: "NASA'nın kısa süre önce yaşadığı başka bir başarısızlık yüzünden zor zamanlar geçirdiğiyle ilgili duyduğum dedikodular için bir yorum yapabilir misiniz?"
Marjorie Tench kılını bile kıpırdatmadı. "Üzgünüm ama ben böyle Nir dedikodu duymadım."
"Yani, yorum yok mu?"
"Korkarım yok."
Sexton, onu gözüyle adeta yedi. Medya dünyasında "yorum yok" demek "sanık suçludur"
manasına geliyordu.
Sexton, "Anlıyorum," dedi. "Peki ya Başkan'la NASA müdürü arasında gizli ve acil bir toplantı
yapıldığı söylentileri?"
Tench bu sefer şaşırmış görünüyordu. "Hangi toplantıdan bahsettiğinizi anlayamadım. Başkan'ın pek çok toplantısı olur."
"Elbette olur." Sexton, ona doğrudan saldırmaya karar vermişti. "Bayan Tench, siz uzay dairesini destekliyorsunuz, öyle değil mi?"
Sexton'ın anlamsız tartışmalarından usanmış gibi bir ses çıkaran Tench içini çekti.
"Amerika'nın teknolojik üstünlüğünü korumanın önemine inanıyorum; bu ister askeri, ister istihbarat, isterse telekomünikasyon alanında olsun. NASA kesinlikle bu viryonun bir parçasıdır.
Evet."
Sexton yapım odasında Gabriel e'ın ona geri çekilmesini söyleyen gözlerini görebiliyordu ama kan kokusu almaya başlamıştı.
"Merak ediyorum efendim, Başkan bu hasta kurumu sizin tesirinizle mi hiç durmadan destekliyor acaba'?"
107
Tench başını iki yana sal adı. "Hayır. Başkan'ın kendisi de NASA'ya kesin bir biçimde inanır.
Kendi kararlarını kendisi verir."
Sexton kulaklarına inanamıyordu. Az önce Marjorie Tench'e, NASA'ya sağlanan fon konusundaki suçlamaların bir kısmını üstlenerek, Başkan'ı temize çıkarması için şans tanımıştı. Bunu yapmak yerine Tench topu doğrudan Başkan'a atmıştı. Başkan kendi kararlarını kendisi verir. Sanki Tench kendini zor durumdaki bir kampanyadan soyutluyor gibiydi. Şaşırmamak gerekirdi. Ama ortalık yatıştıktan sonra Marjorie Tench kendine iş aramak zorunda kalacaktı.
Sonraki birkaç dakika süresince Sexton ile Tench soruları sorularla sıvıştırdılar. Tench konuyu değiştirmek için birkaç başarısız girişimde bulunurken, Sexton, onu NASA bütçesi konusunda sıkıştırmaya devam etti.
Tench, "Senatör," diye çıkıştı. "NASA bütçesini kısmak istiyorsunuz ama ileri teknolojide çalışan kaç kişinin işini kaybedeceğini biliyor musunuz?"
Sexton neredeyse kadına kahkahalarla gülecekti. Washington'da kabul edilen en zeki beyin hu kadına mı ait? Tench'in ülke nüfusbilimi hakkında mutlaka bir şeyler öğrenmesi gerekiyordu. İleri teknolojide çalışanlar, çalışkan işçilerin sayısıyla mukayese edildiğinde önemsiz kalırdı.
Sexton saldırıya geçti. "Biz burda milyarlar kurtarmaktan bahsediyoruz Marjorie, eğer bunun sonucunda bir avuç NASA bilim adamı BMW'lerine atlayıp başka bir yerde iş bulmak zorunda kalacaklarsa kalsınlar. Ben harcama konusunda sıkı davranmaya ant içtim."
Marjorie Tench, sanki bu son yumruktan sersemlemiş gibi sustu.
CNN sunucusu araya girdi. "Bayan Tench? Bir tepki verecek misiniz?"
Kadın sonunda boğazını temizleyip konuştu. "Sanırım Bay Sexton'un kendisini NASA karşıtı ilan etmeye bu kadar hevesli olduğunu gördüğüme şaşırdım."
Sexton gözlerini kıstı. İyi denemeydi bayan. "Ben NASA karşıtı değlim ve suçlamaya içerledim.
Ben sadece NASA bütçesinin, Başkan'ınızın aşırıya kaçmış harcamaları onayladığını bel i ettiğini söylüyorum. NASA uzay mekiğini beş milyara yapabileceğini söylemişti; on iki milyara mal oldu.
Uzay istasyonunu sekiz milyara inşa edebileceklerini söylediler; şimdmi yüz milyar oldu."
Tench, "Amerikalılar liderdir," diye karşılık verdi. "Çünkü bizler yüksek hedefler bel er, zor zamanlarda bu hedeflere bağlı kalırız."
"Bu mil i gurur nutku bana işlemiyor Marge. NASA geçen iki yıl içinde kendisine ayrılan miktarı üç
kez aştı ve kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırarak, hatalarını düzeltmek için Başkan'dan para dilendi. mil i gurur bu mu? Mil i gururdan bahsetmek istiyorsan; okul ardan bahsedelim. Genel sağlık koşul arından bahsedelim. Fırsatlar ülkesinde büyüyen akıl ı çocuklardan bahsedelim. Mil i gurur budur!"
Tench sinirle parladı. "Size açık bir soru sorabilir nıiyim senatör?"
Sexton cevap vermedi. Sadece bekledi.
Kadının bilerek seçilmiş kelimeleri beklenmedik bir yiğitlikle ağzından dökülüverdi. "Senatör eğer size, NASA mevcut harcamaları yapmadan uzayı keşfedemeyeceğimizi söylersem, uzay dairesini toptan kaldırmaya mı çalışırsınız?"
Soru, Sexton'ın kucağına düşen bir kaya etkisi yaratmıştı. Belki de Tench o kadar aptal değildi.
Sexton'ı "kaçamak cevaplarla" zayıf noktasından yakalamıştı. Kaçamak cevaplar veren rakibi hangi tarafta olduğunu açıklamaya ve bir daha değiştirmemek üzere tek bir tarafı tutmaya zorlayan, ustalıkla hazırlanmış bir evet/hayır sorusuydu.
Sexton içgüdüsel olarak yan çizmeye çalıştı. "Ben eminim ki, uygun bir yönetimle NASA, uzayı
bugünkünden çok daha az maliyetle..."
"Senator Sexton, soruya cevap verin. Uzayı keşfetmek tehlikeli ve maliyetli bir iştir. Yolcu uçağı
yapmaya benzer. Bu işi ya doğru düzgün yaparız ya da hiç yapmayız. Çok fazla riski vardır.
Sorum hâlâ geçerli: Eğer siz Başkan olursanız ve NASA harcamalarını mevcut seviyede tutmakla ABD uzay programını tamamıyla kaldırmak arasında karar verme aşamasına gelirseniz, hangisini tercih edersiniz?"
108
Kahretsin. Sexton başını kaldırıp camın ardındaki Gabriel e'a baktı. Yüzündeki ifade Sexton'ın zaten bildiği bir şeyi haykırıyordu. Sen ant içtin. Açık ol. Boş laf konuşma. Sexton çenesini yukarı
kaldırdı. "Evet. Eğer bu kararla karşı karşıya kalırsam, NASA'nın mevcut bütçesini doğrudan eğitim sistemimize aktarırdım. Çocuklarımız benim için uzaydan önce gelir."
Marjorie Tench'in yüzünde tam bir şok ifadesi vardı. "Afal adım biraz. Doğru mu duydum? Başkan olarak, bu ülkenin uzay programını kaldırmaya mı teşebbüs edeceksiniz?"
Sexton öfkeden patlamak üzereydi. Artık Tench kelimeleri onun ağzına tıkmaya başlamıştı. Karşı
çıkmaya çalıştı ama Tench zaten konuşuyordu.
"Yani diyorsunuz ki senatör, insanı aya götüren kurumla işinizi bitireceksiniz."
"Ben uzay yarışının sona erdiğini söylüyorum! Zaman değişti. Artık Amerikalıların günlük yaşamlarında NASA'nın kritik bir rolü yok, ama buna rağmen varmış gibi fon sağlamaya devam ediyoruz."
"Demek ki geleceğimizin uzayda olduğuna inanmıyorsunuz?"
"Elbette gelecek uzayda, ama NASA bir dinazor! Bırakın uzayı özel sektör keşfetsin.
Washington'lı bir mühendisin Jüpiter'in milyar dolarlık resmini çekmek istediği her sefer, Amerikalı
vergi mükel efleri cüzdanlarını çıkarmak zorunda kalmamalı. Amerikalılar artık dev maliyetler karşılığında çok az şey geri veren, modası geçmiş bir kuruma fon sağlamak için çocuklarının geleceğini feda etmekten bıkıp usandı!"
Tench dramatik bir şekilde içini çekti. "Karşılığında çok az şey mi? SETI Programı Dünya Dışı
Zekâ Araştırması(The Search for Extraterrestrial Intel igence) dışında, NASA dev karşılıklar verdi."
Sexton, SETI bahsinin Tench'in ağzından kaçtığına inanamıyordu. Büyük gaf. Hatırlattığın için teşekkürler. NASA'nın girdiği en derin para çukuruydu. NASA bazı hedeflerini değiştirmiş ve projeyi "Kökler(origins) ile yeniden isimlendirip estetik ameliyat yapmaya çalışmış olsa da, bu kumarda hâlâ kaybediyordu.
Açılışı yapan Sexton, "Marjorie," dedi. "Sadece lafı sen açtığın için SETİ'den bahsedeceğim."
Tench'in bunu duymaya neredeyse hevesli olduğunu görmek tuhaftı.
Sexton boğazını temizledi. "Pek çok kişinin, NASA'nın otuz beş yıldırET'yi aradığından haberi yok. Bu pahalı bir hazine avı; uydu çanağı orduları, dev telsizler, karanlıkta oturup boş kasetleri dinleyen bilim adamlarına ödenen milyonluk maaşlar. Utandırıcı bir kaynak sarfiyatı."
"Siz yukarda bir şey olmadığını mı söylüyorsunuz?"
"Eğer başka bir hükümetin bir kurumu otuz beş yılda kırk beş milyon dolar harcayıp da, tek bir sonuç elde edemezse onu çoktan sepetlerlerdi diyorum." Sexton ifadesinin iyice anlaşılması için biraz durdu. "Otuz beş yılın ardından sanırım artık dünya dışı bir yaşam bulmayacağımız aşikâr."
"Peki ya yanılıyorsak?"
Sexton gözlerini devirdi. "Ah, Tanrı aşkına, Bayan Tench, eğer yanılıyorsam kel emi keserim."
Marjorie Tench kuşkucu gözlerini Senatör Sexton'a dikti. "Bu söylediğinizi unutmayacağım senatör." Ilk defa gülüyordu. "Sanırım hepimiz öyle:"
On kilometre mesafedeki Oval Ofis'te Başkan Zach Herney televizyonu kapatıp kendine bir içki doldurdu. Senatör Sexton, tıpkı Marjorie Tench'in vaat ettiği gibi yemi yutmuştu... hem de hepsini.
109
24
Rachel Sexton elindeki fosil eşmiş göktaşına ağzı hayretten açık biçimde sessizce bakarken, Michael Tol and bir tür sevince kapıldığını hissetti. Kadının yüzündeki duru güzel ik yerini masum bir şaşkınlık ifadesine bırakmıştı. Hayatında ilk kez Noel Baba'yı gören küçük bir kızın ifadesi.
Neler hissettiğini çok iyi anlıyorum, diye düşündü. Tol and kırk sekiz saat önce aynı şekilde dumura uğramıştı. Hayretten küçük dilini yutmuştu. Göktaşının bilimsel ve felsefi anlamları şimdi bile onu şaşırtıyor, doğa hakkında şimdiye dek inandığı her şeyi yeniden düşünmeye zorluyordu.
Tol and'ın oşinografik keşifleri pek çok bilinmeyen derin deniz türlerini kapsıyordu ama bu "uzay böceği" bambaşka bir çığır açmıştı. Hol ywood'un dünya dışı yaratıkları küçük yeşil adamlar gibi gösterme eğilimine rağmen, astrobiyologlar ve bilim tutkunlarının tümü, yeryüzünde böceklerin sayısı ve intibak kabiliyetleri göz önüne alınırsa, dünya dışında sadece böcek benzeri yaşam türleri bulunabileceği konusunda hemfikirdiler. Böcekler eklembacaklılar filum(zoolojide grup) üyesiydiler; sert dış gövdeye ve eklemli bacaklara sahip yaratıklar. Bilinen 1.25 milyon ve sınıflandırılması gereken beş yüz bin türü olduğu tahmin edilen dünya "böcekleri", diğer tüm hayvan türlerinin bileşiminden daha fazlaydı. Gezegende yaşayan türlerin yüzde 95'ini ve biyokütlenin yüzde 40'ını oluşturuyorlardı. Fakat büceklerin bol uğu, elastikiyetleri kadar etkileyici değildi. Antarktika'daki kar piresinden Ölüm Vadisi'ndeki akrebe kadar böcekler ölümcül ısı
farklılıklarında, çorak şartlarda ve hatta basınç altında bile rahat bir yaşanı sürdürüyorlardı. Ayrıca evrende bilinen en ülümcül etkiye maruz kalmışlardı... radyasyon. 1945'tekı bir nükleer denemenin ardından, hava kuwetleri yetkilileri radyasyondan koruyan tulumlarını kuşanarak bölgeyi incelemişler ve sanki hiçbir şey olmamış gibi etrafta gezinen karafatmalarla karıncalar görmüşlerdi. Astronomlar bir eklembacaklının, koruyucu dış kabuğu sayesinde, başka hiçbir şeyin yaşayamayacağı miktarda radyasyon bulunan gezegenlere mükemmel uyum sağlayabileceklerini fark etmişlerdi. Tol and, galiba astrobiyologlar haklıydı, diye düşündü. ET bir böcek.
Rachel'ın bacakları tutmamaya başlamıştı. "Ben, buna... inanamıyorum." derken elindeki fosili döndürüp duruyordu. "Hiç düşünmezdim ki."
Tol and sırıtarak, "Sindirmek için kendine biraz zaman tanı," dedi. Bacaklarımı yeniden hissetmek yirmi dört saatimi aldı."
Onların yanına doğru yürüyen alışılmamış derecede uzun boylu Asyalı adam, "Bakıyorum da aranıza yeni biri katılmış," dedi.
Corky ile Tol and, adamın gelişiyle adeta ezilmişlerdi. O büyülü an bozulmuştu.
Adam kendini tanıtarak, "Dr. Wailee Ming," dedi. "UCLA paleontoloji başkanı."
Diz hizasındaki devetüyü paltosunun altına giydiği ortamla uyumsuz papyonunu sürekli çekiştiren adam, Rönesans aristokrasisinin kendini beğenmiş tavrını taşıyordu. Bel i ki Wailee Ming, resmi görünüşünü bozacak en ufak bir kusura taviz vermeyen biriydi.
"Ben Rachel Sexton." Ming'in pürüzsüz avucunu sıkarken, Rachel'ın eli titriyordu. Ming bel i ki, Başkan'ın işe aldığı sivil erden biriydi.
Paleontolog, "Bayan Sexton," dedi. "Bu fosil hakkında bilmek istediklerinizi size anlatmaktan mutluluk duyacağım."
Corky, "Ve bilmek istemediğiniz pek çoklarını," diye sızlandı.
Ming parmağını papyonuna götürdü. "Paleontolojik uzmanlığım nesli tükenmiş eklembacaklılar ve ilkel örümcek türleri üzerine. Bu organizmanın en etkileyici özel iği hiç şüphesiz..."
Corky, "Başka bir gezegenden olması," diyerek sözünü kesti.
Ming kaşlarını çatıp boğazını temizledi. "Bu organizmanın en etkileyici özel iği, Darwin Kuramı
yeryüzü taksonomi ve sınıflandırma sistemine mükemmel uyması."
111
Rachel başını kaldırıp baktı. Bu şeyi sınıflandırabiliyorlar mı? "Yani familya, filum, türler gibi şeylerden bahsediyorsunuz değil mi?"
Ming, "Kesinlikle," dedi. "Bu tür eğer yeryüzünde bulunmuş olsaydı Isopoda grubuna göre sınıflandırılır ve yaklaşık iki bin bit türüyle aynı sınıfa girerdi."
"Bit mi?" dedi. "Ama bu çok büyük."
"Taksonomi boyutlarla ölçülmez. Evcil kedilerle kaplanlar birbiriyle akrabadır. Sınıflandırma fizyolojiyle ilgilidir. Bu açıkça bir bit türü Yassı vücuduyla yedi çift bacağı var, ayrıca üreme kesesi tespih böcekleri, top böcekleri ve deniz zararlılarıyla aynı. Diğer fosil erde daha fazla özel ik görmek..."
"Diğer fosil er mi?"
Ming, Corky ile Tol and'a bir göz attı. "Bilmiyor mu?"
Tol and başını iki yana sal adı.
Birden Ming'in yüzü neşeyle parladı. "Bayan Sexton, iyi kısmı henüz duymadınız."
Ming'in estireceği rüzgârı ondan çalmaya çalışan Corky, "Başka fosil er de var," diye araya girdi.
"Bir sürü." Hızla geniş kahverengi bir zarfı karıştıran Corky, katlanmış büyük bir kâğıt çıkardı.
Rachel'ın önünd masanın üstüne açtı. "Birkaç nüve çıkardıktan sonra, aşağıya X-ışını kamera sarkıttık. Bu, kesitin grafiksel açılımı."
Rachel masanın üstündeki X-ışını çıktısına baktı ve o anda oturma ihtiyacı hissetti. Göktaşının üç
boyutlu kesiti, bu böceklerden düzinelercesiyle doluydu.
Ming, "Paleolitik kanıtlar genel ikle yoğun konsantrasyonlarda bulunur," dedi. "Çoğunlukla çamur kayarak organizmaları toplu halde yakalar ve tüm yuvayı ya da topluluğu örter."
Corky sırıttı. "Göktaşındaki koleksiyonun bir yüvayı temsil ettiğini düşünüyoruz." Çıktıdaki böceklerden birini işaret etti. We bir de anne var." Bahsedilen örneğe bakan Rachel'ın ağzı bir karış açık kaldı. Böcek yaklaşık altmış santim uzunluğundaydı.
Corky, "İri bir kız değil mi?" dedi.
Rachel afal amış bir halde başını sal arken, uzak bir gezegende dolaşan ekmek somunu büyüklüğündeki bitleri hayal etti.
Ming, "Yeryüzündeki böcekler yerçekimine maruz kaldıkları için nispeten küçük kalıyorlar. Dış
kabuklarının katlanabileceğinden daha fazla hüyüyemiyorlar. Ama yerçekiminin daha az olduğu bir gezegendedekiler daha büyük boyutlara ulaşabilirler," dedi.
Örneği Rachel'ın elinden alıp cebine atan Corky, "Akbaba büyüklüğünde sivrisinekleri ezdiğinizi hayal edin," dedi.
Ming kaşlarını çattı. "Umarım onu çalmıyorsundur!"
Corky, "Sakin ol!" dedi. "Bunun geldiği yerde sekiz ton daha var."
Rachel'ın analitik zekâsı önünde duran veriler arasında mekik dokuyordu. "Ama uzaydaki hayat nasıl bu kadar dünyadakinin benzeri olur? Yani bu böceğin Darwin Kuramı sınıflandırmaya uyduğunu söylemiştiniz değil mi?"
Corky, "Mükemmel biçimde," dedi. "Ayrıca, ister inanın, ister inanmayın pek çok astronom dünya dışındaki hayatın yeryüzündekine çok benzer olacağını ileri sürmüştü."
Rachel, "Ama neden?" diye sordu. "Bu türler bambaşka bir çevreden geliyor."
"Panspermia."(Kozmik hipotez) Corky'nin yüzünde geniş bir tebessüm vardı.
"Anlayamadım?"
"Panspermia, yaşamın buraya başka bir gezegenden gelerek yeşerdiği teorisidir."
Rachel ayağa kalktı. "Fazlası beni aşar."
Corky, Tol and'a döndü. "Mike, ilksel denizlerden sen iyi anlarsın."
Tol and konuşma sırasının kendine geçmesine memnun olmuşa benziyordu. "Bir zamanlar dünyada yaşam yoktu Rachel. Sonra birden hatta adeta bir gecede yaşam patlak verdi. Pek çok biyolog yaşamın ilksel denizlerdeki elementlerin ideal bir karışımının sonucunda başladığını
düşünür.
113
Ama bunu laboratuvar ortamında asla canlandıramadık, bu yüzden din âlimleri bu başarısızlığı
Tanrı'nın varlığının ispatı olarak kabul ettiler Yani Tanrı ilksel denizlere dokunmadan ve onlara yaşam aşılamadan, hayat var olamazdı."
Corky, "Ama biz astronomlar," dedi. "Dünyada birdenbire patlak veren hayat için başka bir açıklama bulduk."
Artık neden bahsettiklerini anlayan Rachel, "Panspermia," dedi. Panspermia teorisini daha önce duymuştu ama ismini bilmiyordu. "Bir göktaşının ilksel çorbaya düşüp dünyaya mikrobik hayatın ilk tohumlarını getirdiği teorisi."
Corky, "Tam isabet," dedi. "Ve burdan süzülerek, hayata geçtiler."
Rachel, "O zaman bu doğruysa, yeryüzünün altındaki eski hayat formlarıyla dünya dışı hayat formları birbiriyle benzer olacaktır," dedi.
"Çifte tam isabet."
İçeriğini tam manasıyla kavramakta hâlâ güçlük çeken Rachel, panspermia, diye düşündü. "Yani bu fosil evrenin başka bir yerinde hayat olduğunu kanıtlamakla kalmıyor, panspermia'yı da kanıtlamış oluyor, dünyadaki yaşamın tohumlarının evrenin başka bir yerinden geldiğini."
"Üçüncü tam isabet." Corky coşkulu bir edayla başını sal adı. "Teknik açıdan hepimiz dünya dışı
yaratıklar olabiliriz." Parmaklarını başının üstüne götürerek anten gibi tuttu, gözlerini şaşı yaptı ve dilini bir tür böcek gibi sal adı.
Tol and acıklı bir tebessümle Rachel'a baktı. We bu adam da bizin: evrimimizin tepe noktası."
25
Rachel Sexton bir yanında Michael Tol and'la habikürede yürürken, etrafında hayal gibi bir sis bulutunun döndüğünü hissediyordu. Corky ve Ming tam arkalarından takip ediyorlardı.
Dikkatle ona bakan Tol and, "Sen iyi misin?" diye sordu.
Rachel, ona şöyle bir bakıp bel i belirsiz tebessüm etti. "Teşekkürler. sadece.. bu kadarı çok fazla."
NASA'nın 1997'deki utanç verici keşfini hatırladı: ALH84001. NASA bunun, bakteriyel hayata ait fosil izleri içeren Mars'tan gelen bir göktaşı olduğunu iddia etmişti. Ne yazık ki NASA'nın zaferini ilan ettiği basın toplantısından sadece birkaç hafta sonra sivil bilim adamları, taştaki "hayat işaretlerinin" yeryüzüyle temastan kaynaklanan kerojenden başka birşey olmadığının kanıtlarıyla ortaya çıktı. Bu gafın ardından NASA'nın güvenilirliği büyük bir sekteye uğradı. New York Times kurumun kısaltmasıyla alay ederek yeni bir açılım getirmişti: NASA-NADİREN ASIL SONUÇLAR
ALINIR.
Aynı baskıda paleobiyolog Stephen Jay Gould ALH84001 ile ilgili sorunları kısaca toparlayarak, kesin bir kemik ya da kabuk gibi "katı" olmak yerine kimyasal ve dolaylı olduğuna dikkati çekmişti.
Ama şimdi Rachel, NASA'nın çürütülemez bir kanıt bulduğunu fark etmişti. Hiçbir şüpheci bilim adamı ileri çıkıp da, bu fosil eri sorgulayamazdı. NASA artık sözde mikroskobik bakterilerin bulanık, büyütülmüş fotoğraflarının pazarlamasını yapmıyordu; çıplak gözle görülebilen biyoorganizmaların bulunduğu göktaşı örneklerini ortaya koyuyordu. Otuz santimlik bitler!
Rachel çocukluğunda, David Bowie'nin "Mars'tan gelen örümceklerle ilgili bir şarkısının hayranı
olduğunu hatırlayınca kendini gülmekten alamadı. Erdişi İngiliz pop starın, astrobiyolojinin en önemli anlarından birini önceden tahmin ettiği, herhalde çok az kimsenin aklına gelirdi. Şarkının dizeleri Rachel'ın aklından geçerken, Corky arkadan aceleyle koşturup yanına geldi.
"Mike belgeseliyle havasını daha atmadı mı?"
Rachel, "Hayır ama duymak isterim," diye cevap verdi.
Corky, Tol and'ın sırtına bir şaplak indirdi.
"Hadi bakalım oğlum. tarihindeki en önemli anı Başkan'ın neden şnorkel i bir TV yıldızına emanet ettiğini anlat ona."
115
Tol and homurdandı. "Corky biraz müsaade eder misin?"
İkisinin arasına giren Corky, "İyi, o zaman ben anlatırım," dedi. "Bayan Sexton, Başkan'ın bu akşam göktaşıyla ilgili bir basin konferansı vereceğini herhalde biliyorsunuzdur. Dünyanın yarısı
kıt zekâlılardan oluştuğundan, Başkan, Mike'ın sahneye çıkıp her şeyi anlayacakları şekilde açıklamasını istedi."
Tol and, "Teşekkürler Corky," dedi. "Çok güzeldi." Rachel'a baktı "Corky aslında şunu söylemeye çalışıyor. Bahsi geçen birçok bilimsel veri olduğundan Başkan, göktaşı hakkında kısa bir görsel belgeselin, çoğu astrofizik dalında derece sahibi olmayan Amerikalıya bilgiyi daha iyi anlamaları
için yardımcı olacağını düşündü."
Corky, Rachel'a, "Başkan'ımızın sıkı bir Amazing Seas hayranı olduğunu öğrendiğimi söylemiş
miydim?" dedi. Alaycı bir nefretle başını iki yana sal adı. "Zach Herney -özgür dünyanın lideri- zor bir günün ardından deşarj olabilmek için sekreterine Mike'ın programını kaydettiriyor."
Tol and omuzlarını silkti. "Ne diyebilirim, adam zevk sahibi."
Rachel şimdi Başkan'ın ne kadar ustaca bir plan yaptığını daha iyi anlıyordu. Siyaset bir medya oyunuydu ve Rachel, ekranda görünecek Michael Tol and'ın basin konferansına getireceği coşkuyla, bilimsel güvenirliği şimdiden hayal edebiliyordu. Zach Herney, küçük NASA başarısını
onaylattırmak için en mükemmel adamı işe almıştı. Ülkenin en tepedeki televizyoncu bilim şahsiyetiyle, pek çok saygıdeğer sivil bilim adamı açıklama yapınca, şüpheciler Başkan'ın verilerine meydan okumakta zorlanacaklardı.
Corky, "Mike belgeseli için biz sivil erden ve NASA'daki en iyi uzmanlardan kanıt topladığı video çekimlerini yaptı bile. Listesinde bir sonraki kişi olduğunuza dair Ulusal Madalyam üstüne bahse girerim," dedi.
Rachel dönüp ona baktı. "Ben mi? Siz neden bahsediyorsunuz? Benim bir ehliyetim yok. Ben bilgi irtibatı sağlıyorum o kadar."
"O halde Başkan, sizi neden buraya gönderdi?"
"Henüz banâ söylemedi."
Corky'nin dudaklarında neşeli bir tebessüm belirdi.
"Siz verilerin ayıklanıp derlenmesiyle ilgilenen bir Beyaz Saray bilgi irtibatısınız, değil mi?"
"Evet, ama bilimsel alanda değil."
"Ayrıca NASA'yı uzayda paraları boşuna harcamakla suçlayan kampanyayı başlatan adamın kızısınız, doğru mu?"
Rachel ardından ne geleceğini kestirebiliyordu.
Ming, "İtiraf etmeniz gerekir ki Bayan Sexton," diye söze karıştı. "Sizin vereceğiniz onay, bu belgesele farklı bir güvenirlik boyutu kazandıracaktır. Başkan, sizi buraya gönderdiyse, bir şekilde rol almanızı istiyor demektir".
Rachel bir kez daha Wil iam Pickering'in, onu kul anacakları konusundaki endişelerini hatırladı.
Tol and saatine baktı. Habikürenin orta yerini işaret ederek; "Yerimizi alsak iyi olacak," dedi.
"Yakındır."
Rachel, "Ne yakındır?" diye sordu.
"Çıkarma zamanı. NASA göktaşını yüzeye çıkaracak. Her an yukarı çıkarabilirler."
Rachel iyice sersemlemişti. "Siz gerçekten sekiz tonluk taşı katı buzun altmış metre altından mı
çıkaracaksınız?"
Corky oldukça neşeli görünüyordu. "Böyle bir keşfi NASA'nın buzun altında bırakacağını
düşünmüyordunuz, öyle değil mi?"
"Hayır, ama..." Rachel habikürenin içinde herhangi bir büyük ölçekli kazı aletinin izine rastlamamıştı.
"NASA göktaşını nasıl çıkarmayı planlıyor ki?"
Corky'nin göğsü kabardı. "Sorun değil. Füze uzmanlarıyla dolu bir odadasınız."
Rachel'a bakan Ming, "Saçmalama," diyerek Corky'yi küçümsedi. "Dr. Marlinson başkasının yaptığı işle böbürleniyor. Işin gerçeği, göktaşını olduğu yerden çıkarmak konusunda burdaki herkes çuval adı. Tutarlı bir çözüm öneren Dr. Mangor oldu."
117
"Ben Dr. Mangor'la tanışmadım."
Tol and, "New Hampshire Üniversitesi'nden bir buzul uzmanı," dedi.
"Başkan'ın işe aldığı dördüncü ve son sivil bilim adamı. Ve Ming bu koonuda haklıydı, işi çözen Mangor oldu."
Rachel, "Tamam," dedi. "Peki bu adam ne önerdi?"
Ming rahatsız olmuş gibi bir ses tonuyla, "Kadın," diye düzeltti. "Dr ' Mangor bir kadın."
Corky, "Tartışılır," diye sızlandı. Rachel'a baktı. Ve bu arada, Dr. Mangor sizden nefret edecek."
Tol and, Corky'ye öfkeli bir bakış fırlattı.
"Ama öyle!" diye kendini savundu Corky. "Rekabetten nefret edecek."
Rachel hiçbir şey anlamıyordu. "Affedersiniz? Rekabet mi?"
Tol and, "Sen ona bakma," dedi. "Ne yazık ki Corky'nin tam bir ahmak olduğu gerçeği Ulusal Bilim Komitesi'nin gözünden kaçmış. Dr. Mangor ile iyi anlaşırsınız. Kendisi bir profesyoneldir.
Dünyadaki en önemli buzul uzmanlarından biri sayılıyor. Buzul hareketlerini incelemek için birkaç
yıl Antarktika'da yaşadı."
Corky, "Tuhaf," dedi. "Ben UNH kampusunda biraz huzur ve sükunet için bağış toplayıp onu oraya gönderdiklerini duymuştum."
Söylenenleri üstüne alındığı anlaşılan Ming, "Dr. Mangor orda nerdeyse ölüyordu, bunun farkında mısınız acaba?" diye çıkıştı. "Bir fırtınada kayboldu ve bulunana kadar beş hafta boyunca ayıbalığı yağıyla yaşadı."
Corky, Rachel'a, "Benim duyduğum kadarıyla kimse aramamış," diye fısıldadı.
26
Limuzinle CNN stüdyosundan Sexton'ın ofîsine kadar olan yol Gabriel e Ashe'e çok uzun geldi.
Camdan dışarı bakarken tartışmayı düşündüğü anlaşılan senatör, karşısında oturuyordu.
Gülümseyerek ona dönen Sexton, "Tench'i akşamüstü yayınlanan bir televizyon programına gönderdiler," dedi. "Beyaz Saray panikte."
Gabriel e tarafsız bir edayla başını sal adı. Marjorie Tench arabasına binip giderken, kadının yüzünde halinden hoşnut bir tatmin ifadesi sezmişti. Bu onu endişelendiriyordu.
Sexton'ın cep telefonu çalınca, almak için elini cebine daldırdı. Siyasilerin çoğu gibi senatörün de, arayan kişilerin önemine göre kendisine ulaşabilecekleri telefon numaraları arasında bir hiyerarşi vardı. Şimdi arayan kişi listenin en başında yer alıyordu; arama Sexton'ın özel hattına yapılmış, Gabriel e'ın bile aramaya cesaret edemediği bir hatta.
Arayan kişi, isminin melodik yapısını vurgulayarak, "Senatör Sedgewick Sexton," diye ahenkli bir ses çıkardı.
Gabriel e limuzinin sesi yüzünden arayanı duyamıyordu, ama Sexton dikkatle dinliyor, heyecanla cevap veriyordu. "Harika. Aramanıza çok sevindim. Benim için saat on sekiz uygun olabilir. Süper.
Burda D.C.'de bir dairem var. Özel. Rahattır. Sizde adres var değil mi? Tamam. Sabırsızlıkla sizle görüşmeyi bekliyorum. O halde, akşam görüşmek üzere."
Halinden memnun görünen Sexton, telefonu kapattı.
Gabriel e, "Yeni bir Sexton hayranı mı?" diye sordu.
"Hızla çoğalıyorlar," dedi. "Bu adam ağır toplardan."
"Öyle olmalı. Onunla dairenizde mi buluşacaksınız?" Sexton genel ikle dairesinin kutsal mahremiyetini, saklanacak tek bölgesini koruyan bir aslan gibi savunurdu.
Sexton omuzlarını silkti. "Evet. Onunla şahsi münasebete girmem gerektiğini düşündüm. Bu adam yarışın son evresinde çıkar sağlayabilir. bu kişisel bağlantıları kurmaya devam etmem gerekiyor, bilirsin. Her şey itimat meselesi."
Sexton'ın günlük program defterini çıkaran Gabriel e başını sal adı.
"Takviminize işlememi ister misiniz?"
"Gerek yok. Zaten bu akşam evde vakit geçirmek istiyordum."
119
Akşama ait sayfayı bulan Gabriel e, Sexton'ın kendi elyazısıyla zaten kapatılmış olduğunu gördü.
Büyük harflerle "K.G." yazıyordu. Sexton bunu kişisel mesele, kritik gece veya kimseyle görüşme manasında yazmış olabilirdi; hangisi olduğunu kimse bilemezdi. Senatör zaman zaman kendine bir "K.G." akşamı düzenleyip dairesinde geçirir, telefonları fişten çeker ve yapmaktan en çok keyif aldığı şeyin tadını çıkarırdı; eski dostlarıyla konyağını yudumlayıp o gece için siyaseti unutmuş
gibi davranmak.
Gabriel e şaşkın bir ifadeyle ona baktı. "Demek işin daha önceden planlanmış K.G. zamanını
engel emesine izin vereceksiniz? Çok etkilendim."
"Bu adam beni vaktim olan bir akşam yakaladı. Onunla bir süre konuşacağım. Bakalım ne diyecek."
Gabriel e bu gizemli arayanın kim olduğunu sormak istedi ama Sexton'ın bilhassa açık davranmadığı bel i oluyordu. Gabriel e burnunu ne zaman işin içine sokmaması gerektiğini öğrenmişti.
Çevre yolundan çıkıp Sexton'ın ofis binasına yöneldikleri sırada Gabriel e bir kez daha Sexton'ın defterinde K.G. harflerinin yazıldığı saate baktı ve tuhaf biçimde Sexton'ın bu kişinin arayacağını
bildiği hissine kapıldı.
27
NASA habiküresinin ortasındaki buzu, sondaj platformuyla Eyfel Kulesi'nin tuhaf bir maketinin karışımına benzeyen, on metre yüksekliğindeki üç ayaklı bir yapı iskelesi kaplamıştı. Devasa göktaşını çıkarmakta nasıl kul anılacağını kestiremeyen Rachel, cihazı inceliyordu. Kulenin altında pek çok vinç, kalın cıvatalarla buza sabitlenmiş çelik levhalara tutturulmuştu. Vinçlere takılmış çelik kablolar, kulenin tepesindeki bir dizi makaradan geçiyordu. Buradan dimdik aşağı
inen kablolar, buza açılmış dar deliklere sarkıyordu. İri cüsseli NASA adamları sırayla vinçleri sıkıştırıyorlardı. Her sıkışın ardından kablolar, adamlar denir alıyormuş gibi birkaç santim yukarı
çekiliyordu. Diğerleriyle birlikte kazı bölgesine yaklaşırken, bir şeyleri iyice anlamadığım kesin, diye düşündü. Adamlar göktaşını sanki buzun içinden öylece kaldırıyorlardı.
Yakınlardan gelen bir kadın sesi, "GERİLİMİ EŞİTLEYİN! LANET OLSUN!" diye bağırdı.
Rachel dönüp baktığında, yağa bulanmış parlak sari kar kıyafetleri içinde ufak tefek bir kadın gördü. Arkası dönüktü ama Rachel buna rağmen operasyondan onun sorumlu olduğuna hiç
şüphe duymadı. Klipsli defterine notlar alan kadın, nefret edilen bir eğitim subayı gibi ileri geri yürüyordu.
"Bana yorulduk demeyin bayanlar!"
Corky, "Hey Norah, zaval ı NASA oğlanlarına patronluk yapmaktan vazgeç de gel biraz benimle flört et," diye seslendi.
Kadın arkasını bile dönmedi. "Sen misin Marlinson? O cılız sesini her yerde tanırım. Ergenlik çağına erişince bir daha gel."
Corky, Rachel'a döndü. "Norah cazibesiyle bizi ısıtıyor."
Hâlâ notlar alan Dr. Manger, "Seni duydum, uzay çocuğu," dîye çıkıştı.
"Ve eğer popoma bakıyorsan şunu bil ki, bu kar pantolonları üstüne on beş kilo ekliyor."
Corky, "Merak etme," diye seslendi. "Beni çılgına çeviren senin o yünlü mamut popon değil, sevimli kişiliğin."
"Yeme beni."
Corky yeniden güldü. "Harika haberlerim var Norah. Galiba Başkan'ın işe aldığı tek kadın sen değilsin."
"Yapma be. Seni işe aldı ya."
Tol and lafı devraldı. "Norah? Biriyle tanışmak için biraz vaktin var mı?"
121
Tol and'ın sesini duyan Norah hemen yaptığı işi bırakıp arkasına döndü. O katı tavrı anında yok olmuştu. "Mike!" Neşeli bir ifadeyle yanına koşturdu. "Birkaç saattir seni görmüyorum."
"Belgeseli düzenliyordum."
"Benim bölümüm nasıl?"
"Göz alıcı ve çok güzel görünüyorsun."
Corky, "Özel efektler kul andı," dedi.
Yorumu duymazdan gelen Norah, kibar fakat mesafeli bir tebessümle Rachel'a döndü. Tekrar dönüp Tol and'a baktı.
"Umarım beni aldatmıyorsundur Mike."
Tol and'ın sert yüzü onları tanıştırırken hafifçe kızardı. "Norah, seni Rachel Sexton'la tanıştırmak istiyorum. Bayan Sexton haber alma teşkilatında çalışıyor ve Başkan'ın isteği üzerine burda bulunuyor. Babası senatör Sedgewick Sexton."
Tanışmanın ardından Norah'nın yüzüne şaşkın bir ifade gelmişti.
"Bunu anlamış gibi bile yapmayacağım." Rachel'a tokalaşması için gevşek bir el uzatırken, eldivenini bile çıkarmadı.
"Dünyanın tepesine hoş geldiniz."
Rachel gülümsedi. "Teşekkürler." Sesinin sertliğine rağmen Norah Mangor'ın şirin ve yaramaz bir siması oluşuna şaşırmıştı. Kısa kesilmiş kahverengi saçlarının arasında griler vardı. Gözleriyse derin ve keskindi.. iki buz kristali. Kendinden emin duruşu Rachel'ın hoşuna gitmişti.
Tol and, "Norah," dedi. "Ne yaptığını Rachel'a anlatacak birkaç dakikan var mı?"
Norah kaşlarını yay gibi yukarı kaldırdı. "Siz ikiniz birbirinizi ilk adlarınızla çağırmaya başladınız demek? Vay vay vay."
Corky homurdandı. "Sana söylemiştim Mike."
Tol and ile diğerleri kendi aralarında konuşup arkadan gelirlerken, Norah Mangor,,Rachel'a kulenin çevresini gösteriyordu.
Norah bir yandan eliyle gösterirken, "Ayakların altındaki buzda açılmış delikleri görüyor musun?"
diye sordu. Mesafeli ses tonu şimdi işine duyduğu şevkleyumuşamıştı.
buzdaki deliklere göz gezdiren Rachel başını sal adı. Her biri yaklaşık otuz santim çapındaydı ve içine birer çelik kablo sokulmuştu.
"Bu delikleri, göktaşından örnekler çıkartıp röntgenini çektiğimiz zaman açmıştık. Şimdiyse aynı
delikleri, boşluklara ağır iş dişlilerini yerleştirmek ve göktaşına vidalamak için kul anıyoruz. Ayrıca her bir delikten otuz metrelik şerit kablolar sarkıtıp vida başlarını sanayi kancalarına taktık.
Şimdide göktaşını vinçle yukarı kaldırıyoruz. Yüzeye çıkarmaları bu bayanların saatlerini alacak ama çıkıyor işte."
Rachel, "Ben tam anladığıma emin değilim," dedi. "Göktaşı binlerce ton buzun altında. Onu nasıl kaldırıyorsunuz?"
Norah, yapı iskelesinin tepesinden aşağı üçlü ayakların altındaki buza düşen kırmızı ışık huzmesinin çıktığı yeri işaret etti. Rachel bunu daha önce görmüştü ama bir çeşit optik gösterge olduğunu düşünmüştü; nesnenin gömülü olduğu yeri işaret eden bir ibre.
Norah, "Bu bir galyum arsenid yarı iletken lazer," dedi.
İşık huzmesine daha yakından bakan Rachel, minik bir delik açtığını ve buzun derinliklerinde parladığını gördü.
Norah, "Çok sıcak bir ışın," dedi. "Göktaşını kaldırırken ısıtıyoruz."
Rachel, kadının planının basitliğini kavradığında oldukça etkilenmişti. Norah lazer ışınını aşağı
vererek, göktaşına çarpıncaya dek buzu eritmişti. Lazer ışınıyla erimeyecek kadar yoğun olan göktaşı, lazerin ısısını emip ısınıyor ve etrafındaki buzu eritiyordu. NASA çalışanları göktaşını
yukarı çektiklerinde ısınmış taş, yukarı doğru yapılan basınçla birleştiğinde etrafındaki buzları
eritiyor ve yüzeye çıkmak için kendine yol açıyordu. Göktaşının üstünde biriken erimiş su ise taşın kenarlarından süzülerek aşağıdaki boşluğu dolduruyordu. Donmuş tereyağını kesen sıcak bir bıçak gibi.
123
Norah vinçlerin üstündeki NASA çalışanlarını gösterdi. "Jeneratörler bu yükü kaldıramaz, o yüzden insan gücü kul anıyorum."
Işçilerden biri, "Yalan!" diye lafa karıştı. "İnsan gücü kul anıyor, çünkü terlediğimizi görmek hoşuna gidiyor!"
Norah, "Sakin ol" diye çıkıştı. "İki gündür soğuk aldık diye işten kaytarıyorsunuz kızlar. Şimdi çekin bakalım."
Işçiler güldü.
"Peki bu işaretler ne işe yarıyor?" Rachel, kulenin etrafına gelişi güzel yerleştirilmiş gibi duran, otoyol ardakilere benzeyen turuncu konileri gösterdi. Rachel benzer konileri kubbenin farklı
köşelerinde de görmüştü.
Norah, "Çok önemli bir buzul bilimi aleti," dedi. "Onlara BBBK diyoruz. `Buraya basarsan bileğini kırarsın'ın kısaltılmışı." Işaretlerden birini kaldırınca, buzulun derinliklerindeki dipsiz bir kuyuya inen daire şeklindeki delik meydana çıktı. "Basmamak lazım." Işareti yerine koydu. "Yapısal sürekliliği incelemek için buzulun her yerinde delikler açtık. arkeolojide olduğu gibi, bir nesnenin kaç yıldır gömülü olduğu, yüzeyin ne kadar altında yattığından anlaşılır. Ne kadar aşağıdaysa, o kadar uzun zamandır orda demektir. Bu yüzden buzun altında bir nesne bulunduğunda, üstünde ne kadar buz biriktiğine bakarak, nesnenin oraya geliş tarihini belirleyebiliriz. Yaptığımız tarihlendirmenin doğruluğundan emin olmak için, buz katmanının farklı yerlerini inceleyerek, bölgenin depremle yarılmayla, heyelanla ve diğer etkenlerle bozulmamış tek bir tabaka halinde bulunduğunu teyit ederiz."
"Peki bu buzul nasıl görünüyor?"
Norah, "Pürüzsüz," dedi. "Tek parça halinde, mükemmel bir taş Hiçbir kusurlu çizgi ya da buzul kaybı yok. Bu göktaşı 'sabit düşüş' dediğimiz türden. 1716'da yeryüzüne indiğinden beri hiç el değmemiş ve bozulmamış."
Rachel duyduklarını biraz geç anlamıştı. "Tam olarak hangi yıl düştüğünü biliyor musunuz?"
Norah soruya şaşırmış gibiydi. "Elbette. Beni bu yüzden çağırdılar. Buzu okurum." Yakınlarda duran silindir şeklindeki buz tüplerini gösterdi. Saydam telefon direklerine benziyorlardı ve parlak turuncu renkte etiketle işaretlenmişlerdi. "Bu buz nüveleri donmuş jeolojik kayıtlar." Rachel'i tüplerin yanına götürdü. "Yakından bakarsan buzdaki katmanları görebilirsin."
Rachel eğildi. Gerçekten de tüpün parlaklık ve berraklık açısından ince farklılıklar gösteren sayısız buz katmanlarından oluştuğunu görebiliyordu. Katmanlar kâğıt inceliğinden yarım santim kalınlığa kadar çeşitlilik gösteriyordu.
Norah, "Her kış buzul ara aşırı miktarda kar yağar;" dedi. "Ve her bahar bir çözülme olur. Bu yüzden her mevsim yeni bir sıkışık katman görürüz. En üstten -yani en son kıştan- başlayarak aşağı doğru sayarız."
"Ağaçtaki halkaları saymak gibi."
"O kadar basit değil Bayan Sexton. Unutmayın ki biz, onlarca metre uzunluğundaki katmanları
ölçüyoruz. Değerlendirme yapmak için iklim bilimsel işaretleri okumamız gerekir: yağış miktarı, havadaki kirlilik ve benzer şeyler."
Tol and ile diğerleri şimdi onlara katılmışlardı. Tol and, Rachel'a gülümsedi. "Buz hakkında çok şey biliyor, öyle değil mi?"
Rachel tuhaf bir biçimde onu gördüğüne sevinmişti. "Evet, harika biri."
Tol and, "Ve son olarak, Dr. Mangor'ın verdiği 1716 tarihi kesinlikle doğru," dedi. "Biz buraya gelmeden önce NASA çarpışma için aynı yılı tespit etti. Dr. Mangor kendi nüvelerini çıkarttı, kendi incelemelerini yaptı ve NASA'nın yaptığı işi onayladı."
Rachel etkilenmişti.
Norah, We ne tesadüftür ki," dedi. "Eski kâşifler 1716 yılında Kuzey Kanada semalarında parlak bir ateş topu gördüklerini iddia etmişlerdi. göktaşına keşif liderinin anısına Jungersol Meteoru adı
verildi."
125
Corky, "Yani, nüve tarihiyle tarihi kayıtların birbiriyle örtüşmesi, Jungersol'ın 1716'da gördüğünü
belirttiği aynı göktaşının bir parçasına baktığımızı kanıtlamış oluyor," diye ekledi.
NASA işçilerinden biri, "Dr. Mangor!" diye seslendi. "Ön kanca görünmeye başladı."
Norah, "Tur sona erdi mil et," dedi. "Şimdi gerçeklik zamanı." Katlanan bir sandalye alıp üstüne çıktı ve var gücüyle bağırdı. "Herkesin dikkatine, beş dakika içinde yüzeye çıkıyor!"
Kubbenin her bir yanındaki bilim adamları, yemek ziline tepki veren Pavlov köpekleri gibi yaptıkları işi bıraktılar ve kazı alanına koşturdular. Norah Mangor el erini kalçalarına koyup hâkimiyet alanına göz geezdirdi. "Pekâlâ, Titanik'i çıkartalım bakalım."
28
Çoğalan kalabalığın içinde ilerleyen Norah, "Kenara çekilin!" diye haykırdı. İşçiler dağıldılar.
Kontrolü ele alan Norah, kabloların hizalarıyla gerginliklerini inceleyerek havasını attı.
NASA çalışanlarından biri, "Kaldırın!" diye bağırdı. Adamlar vinçleri sıkılaştırınca, kablolar delikten bir metre daha yükseldi.
Kablolar yukarı doğru hareket ederken Rachel, kalabalığın bekleyiş içinde yavaş yavaş öne doğru ilerlediğini hissediyordu. Yanında duran Corky ile Tol and Noel çocuklarına benziyorlardı. Buzdaki deliğin arka tarafında beliren NASA müdürünün iri cüssesi, çıkarılış anını seyretmek için yerini aldı.
NASA çalışanlarından biri, "Makaralar!" diye bağırdı. "Öndekiler görünmeye başladı."
Deliklerden yükselen gri çelik kablolar yerini sarı zincirlere bırakmıştı.
"Ikı metre daha kaldı! Sal amayın!"
Yapı iskelesinin etrafındaki grup seansta ilahi bir hayalini görünmesini bekleyen izleyiciler gibi sessizliğe gömülmüşlerdi. Herkes ilk gören olmak için kıvranıyordu. Ardından Rachel onu gördü.
Incelen buz katmanının altından göktaşının dumanlı formu belirmeye başlamıştı. Dikdörtgen ve karanlık şekil, ilk başta bulanıktı ama buzları iterek yukarı çıktıkça belirginleşiyordu.
Bir teknisyen, "Daha sıkı!" diye bağırdı. Adamlar vinçleri sıkınca, yapı iskelesi gıcırdadı.
"Bir buçuk metre kaldı! Gerilimi eşit tutun!"
Rachel artık taşın üstündeki buzun, doğum yapmak üzere olan gebe bir hayvan gibi yukarı doğru esnediğini görebiliyordu. Tümseğin tepesinde lazerin girdiği noktanın etrafında, buzda ufak bir daire eriyerek açılmaya ve delik giderek büyümeye başlamıştı.
Birisi, "Rahim genişledi!" diye bağırdı. "Dokuz yüz santimetre!"
Huzursuz bir kahkaha sessizliği bozdu.
"Tamam, lazeri kapatın!"
Birisi bir düğmeye bastı ve ışın kayboldu. Ve sonra olay vuku buldu.
Dev kaya parçası, paleolitik bir tanrının öfkeli gelişi gibi yüzeyi dumanlar içinde kırdı. İri bir şekil buharların arasında buzdan çıktı. Vinçleri idare eden adamlar, taş tamamen buzdan kurtulup kaynayan su kuyusunun üstünde, kızgın bir halde sular damlatana dek asılmaya devam ettiler.
Rachel büyülendiğini hissediyordu.
Kablolarda sal anırken sular damlatan göktaşının floresan ışığında parlayan girintili yüzeyi, taşlanmış kuru erik gibi buruşuk ve kararmıştı. Taşınn bir ucu yuvarlak ve düzdü. Bu kısmın atmosferde yol alırken parçalanıp koptuğu anlaşılıyordu.
127
Kavrulmuş füzyon kabuğa bakan Rachel, göktaşının dünyaya doğru alev topu halinde hızla düştüğünü hayal edebiliyordu. Ama bu yüzyıl ar önce olmuştu. Şimdi ise yakalanan yaratık kablolardan sarkıyor ve vücudundan sular damlıyordu.
Av sona ermişti.
Bu olayın asıl dramatik yanı Rachel'a o anda dank etti. Önünde sal anan nesne başka bir dünyadan geliyordu, milyonlarca kilometre uzaktan. Ve içinde de insanın evrende yalnız olmadığının kanıtı vardı.
Bu anın coşkusu sanki herkesi aynı anda yakalamışçasına, kalabalık bir anda ıslık çalıp alkışlamaya başladı. Müdür bile kendini kaptırmış gibiydi. Çalışan erkek ve kadınların sırtına vurarak onları kutluyordu. Rachel onlara bakarken, birden NASA için sevindi. Geçmişte şansları
iyi gitmemişti. Sonunda bir şeyler değişmeye başlamıştı. Bu anı hak ediyorlardı.
Buzdaki derin delik artık habikürenin içindeki küçük bir yüzme havuzunu andırıyordu. Altmış
metre derinliğindeki havuzun erimiş suda oluşan yüzeyi, kuyunun buzlu duvarlarına bir süre çarptıktan sonra duruldu. Kuyunun su çizgisi buzul yüzeyinin yaklaşık bir metre altındaydı. Bu aykırılığa göktaşının eksilen kütlesiyle, buzun erirken azalma niteliği sebep oluyordu.
Norah Mangor derhal deliğin etrafına BBBK işaretlerini dizdi. Delik açıkça görülebildiği halde, fazla yakına giden meraklı biri kaza eseri içine düştüğünde sonuçları ölümcül olabilirdi. Kuyunun duvarları katı buzdan otuşuyordu, basacak yer yoktu ve yardım almaksızın dışarı tırmanmak imkânsızdı.
Lawrence Ekstrom buzun üstünde onlara doğru yürüdü. Hemen Norah Mangor'ın yanına gidip sıkıca tokalaştı.
"İyi iş başardınız Dr. Mangor."
Norah, "Yazılı övgü bekliyorum," diye cevap verdi.
"Alacaksınız." Müdür şimdi Rachel'a dönmüştü. Daha neşeli, daha rahatlamış görünüyordu.
"Söyler misiniz Bayan Sexton, profesyonel şüpheci ikna oldu mu?"
Rachel gülümsemekten kendini alamadı. "Afailadı demek daha doğru olur"
"Güzel. O halde beni takip edin."
Rachel, müdürü habikürenin karşı tarafında, sanayi tipi konteyneri andıran büyük metal bir karavanın yanına kadar izledi. Karavanın üstüne askeri kamuflaj desenleri boyanmış ve GTH
harfleri basılmıştı.
Ekstrom, "Başkan'ı burdan arayacaksınız," dedi.
Rachel, Güvenli Taşınabilir Haberleşme, diye düşündü. Rachel barış zamanında NASA'nın kul anabileceğini hiç tahmin etmemiş olsa da, bu taşınabilir haberleşme araçları standart savaş
alanı tertibatıydı. Ama Müdür Ekstrom'un geçmişi Pentagon'a dayanıyordu, bu yüzden bu türden oyuncaklar edinmesi olasıydı. GTH'nin başında dikilen iki silahlı nöbetçinin sert yüzü Rachel'da, dış dünyayla temas kurmanın sadece Müdür Ekstrom'un izniyle mümkün olabileceği hissini uyandırıyordu.
Görünüşe bakılırsa kapsama alanı dışındaki sadece ben değilim.
Ekstrom karavanın dışındaki nöbetçilerden biriyle konuştuktan sonra Rachel'a döndü. "İyi şanslar," dedi. Ve sonra gitti.
Nöbetçilerden biri karavan kapısına vurunca, kapı içeriden açıldı.
Içeriden çıkan bir teknisyen, Rachel'a girmesini işaret etti. Rachel, onu takip etti.
GTH'nin içi karanlık ve havasızdı. Rachel tek bir bilgisayar ekranının mavimtırak ışığında telefon tertibatının, telsizin ve uydu haberleşme cihazlarının yerini görebildi. Kapalı yer korkusuna kapılmış gibiydi. İçeride kış aylarında bodrumlarda hissedilen cinsten rutubetli bir hava hâkimdi.
"Lütfen buraya oturun Bayan Sexton." Teknisyen tekerlikli bir sandalye getirerek, Rachel'ı düz ekranlı monitörün karşısına oturttu. Önüne bir mikrofon yerleştirerek, başına büyük AKG
kulaklıklarından taktı.
Günlük şifre defterine baktıktan sonra teknisyen, yanında duran bir cihazın tuşlarına basarak uzun bir şifre girdi.
130
Rachel'ın önündeki ekrandı zaman ölçer belirdi.
00.60 SANİYE
Zaman ölçer geri sayıma başlayınca teknisyen hoşnut bir edayla başını sal adı. "Bağlantıya bir dakika:"
Arkasını dönüp çikarken, kapıyı arkasından çarparak kapattı. Rachel sürgünün dışarıdan kilitlendiğini duydu.
Harika.
Altmış saniyelik saatin geri sayımını seyredip karanlıkta beklerken sabahtan beri ilk kez kendi başına kalabildiğini fark etti. Güne başlarken uyandığında kendisini nelerin beklediğine dair en ufak fikri yoktu.
Dünya dışı yaşam. Bugün artık, tüm zamanların en popüler efsanesi, efsane olmaktan çıkmıştı.
Rachel bu göktaşının, babasının kampanyası için ne kadar yıkıcı olacağını henüz fark etmeye başlıyordu. NASA'ya ayrılan fonun kürtaj haklarıyla, refahla ve toplum sağlığıyla hiç alakası
olmamasına rağmen babası bir alaka kurmuştu. Şimdi ise elinde patlayacaktı. Birkaç saat içinde Amerikalılar bir kez daha NASA zaferinin coşkusuna kapılacaklardı. Gözü yaşlı hayalperestler belirecekti. Bilim adamlarının ağzı açık kalacaktı. Çocukların hayal dünyası özgürlüğe kavuşacaktı. Bu olağanüstü an, dolar sarfiyatı mevzusunu gölgeleyecek ve önemsiz kılacaktı.
Başkan emsalsiz bir kahramana dönüşüp yükselirken, bu kutlamaların arasında ticarete yatkın senatör, maceraperest Amerikan ruhuna aykırı, dar görüşlü bir pinti gibi görünecekti.
Bilgisayardan uyarı sesi gelince Rachel başını kaldırdı.
00.05 SANİYE
Önündeki ekran birden titreşti ve bulanık bir Beyaz Saray amblemi belirdi. Kısa süre sonra bu resim yerini Başkan Herney'nin simasına bıraktı. Gözlerinde muzip bir ışıltıyla "Merhaba Rachel,"
dedi. "Ilginç bir akşamüstü geçirdiğine eminim."
29
Senatör Sedgewick Sexton'ın ofisi, Kongre Binası'nın kuzeydoğusundaki C Caddesi'nde yer alan Philip A. Hart Senato Ofis Binası'ndaydı. Bina eleştirmenlerin ofis binasından çok hapishaneye benzettiği, beyaz dörtgenlerden oluşan neomodern bir kafes görünümündeydi. Gabriel e Ashe üçüncü katta, bilgisayarının önünde uzun bacaklarıyla ileri geri volta atıyordu. Ekranda yeni bir e-posta mesajı vardı. Bundan ne mana çıkartması gerektiğini kestiremiyordu.
Ilk iki satırda şöyle yazıyordu:
SEDGEWICK CNN'DE ÇOK ETKILEYICİYDI.
SANA BAŞKA HABERLERIM VAR.
Gabriel e son birkaç haftadır benzer mesajlar alıyordu. Gönderici adresi "" bölgesinden geliyormuş gibi görünse de sahteydi. Gizemli muhbirin Beyaz Saray'dan olduğu anlaşılıyordu ve bu kişi her kimse son zamanlarda NASA müdürüyle Başkan arasındaki gizli saklı toplantının haberi de dahil olmak üzere, Gabriel e'a siyasetle ilgili her türlü bilgiyi sağlayan bir kaynak haline gelmişti.
Gabriel e ilk başlarda e-postalara karşı kuşkucu yaklaşmıştı ama daha sonradan verilen ipuçlarını
kontrol ettiğinde, bilginin sürekli doğru çıkması onu şaşırtmıştı. NASA'nın aşırı harcamaları
hakkındaki bilgiler, planlanan ağır maliyetli görevler, NASA'nın dünya dışı yaşam arayışının sonuç
getirmediğine ve fazla bütçe ayrıldığına dair veriler, hatta NASA'nın oy verenleri Başkan'dan uzaklaştırdığına dikkat çeken dahili fikir anketleri.
Senatörün gözündeki değerini kaybetmemek için Gabriel e, ona Beyaz Saray'dan e-posta yoluyla yardım aldığını söylememişti. Bilgiyi ona "kaynaklarından birinden" geliyormuş gibi aktarmıştı.
131
Sexton ise her zaman takdir etmiş ve kaynağının kim olduğunu sormamıştı. Gabriel e senatörün, cinsel tavizler verdiğini düşündüğüne emindi. Ve ne yazık ki senatörü zırnık kadar rahatsız etmiyordu.
Adım atmayı bırakan Gabriel e bir kere daha gelen mesaja baktı. E-postaların içerdiği mana açıktı: Beyaz Saray'dan birisi, bu seçimleri senatör Sexton'ın kazanmasını istiyor ve NASA'ya saldırması için ona yardim ediyordu.
Ama kim? Ve neden?
Gabriel e, batan gemiden kaçan bir fare, diye düşündü. Bir Beyaz Saray çalışanının, Başkan'ın makamını kaybetmek üzere olduğunu görerek işini sağlama bağlamak ya da görev değişiminin ardından başka bir pozisyonda çalışmak için galip geleceğini gördüğü adaya iyilik yapması
Washington'da alışılmadık bir şey değildi. Görünüşe bakılırsa Sexton'ın zaferinin kokusunu alan biri, önceden yatırım yapmaya başlamıştı.
Gabriel e'ın ekranındaki mesaj sinirini bozuyordu Bugüne dek aldıklarına benzemiyordu. ilk iki satır onu fazla rahatsız etmemişti. Ama son iki satırda yazanlar rahatsız ediyordu: DOĞU RANDEVU KAPISI, 16.30
YALNIZ GEL.
Bilgi kaynağı daha önce hiç buluşmayı teklif etmemişti. Bununla birlikte Gabriel e yüz yüze görüşmek için gözlerden uzak bir yeri daha uygun buluyordu. Doğu Randevu Kapısı? Bildiği kadarıyla Washington'd sadece bir tane Doğu Randevu Kapısı vardı.
Beyaz Saray'ın önünde mi? Bir tür şaka mı bu?
Gabriel e e-posta yoluyla cevap veremeyeceğini biliyordu; yazdıkları hep iletilemedi mesajıyla geri dönüyordu.
Göndericinin isimsiz bir adresi vardı. Bu da şaşılacak bir şey değildi.
Sexton'a mı danışsam Ama hemen bu fikirden vazgeçti. Ayrıca bu e-postadan bâhsederse, ona diğer şeyleri de anlatması gerekecekti. Muhbirinin Gabriel e'a kendini güvende hissettirmek için gün ışığında ve kamuya açık bir yerde buluşmak istediğine karar verdi. Ayrıca bu kişi son iki haftadır ona yardım etmekten başka bir şey yapmamıştı. Bu kişi her kimse bir dost olduğu ortadaydı.
E-postayı son kez okuyan Gabriel e saate baktı. Bir saati kalmıştı.
30
Göktaşı buzun içinden başarıyla çıkartıldığından beri NASA müdürünün huzursuzluğu azalmıştı.
Michael Tol and'ın çalıştığı bölüme doğru yürürken kendi kendine, şimdi her şey yerli yerine oturmaya başladı, diye düşündü. Artık bizi hiçbirşey durduramaz.
Televizyoncu bilim adamının arkasına kadar gelen Ekstrom, "Nasıl gidiyor?" diye sordu.
Başını bilgisayarından kaldıran Tol and, yorgun fakat heyecanlı görünüyordu. "Montaj kısmı
nerdeyse bitti. Sizinkilerin çektiği filmlerden bazılarını yüklüyorum. Bitmesi yakındır."
"Güzel." Başkan, Ekstrom'dan, Tol and'ın belgeselini mümkün olan en kısa sürede Beyaz Saray'a göndermesini istemişti.
Başkan'ın bu projede Michael Tol and'ı kul anma isteğine şüpheyle bakmış olsa da, belgeselin bir kısmını görmek Ekstrom'un fıkrini değiştirmişti. Televizyon yıldızının güçlü konuşma becerisi, sivil bilim adamlarıyla yapılan röportajlarla birleşince on beş dakikalık heyecan verici ve anlaşılır bir belgesele dönüşmüştü. Tol and NASA'nın başaramadığını kolayca elde etmişti; bilimsel bir keşfi, ukalalık taslamadan ortalama bir Amerikalının anlayacağı seviyede açıklamayı
Ekstrom, "Montajı bitirince basına ayrılan bölüme getir. Dijital kopyayı birisi Beyaz Saray'a aktarır," dedi.
"Peki efendim." Tol and işine geri döndü.
133
Ekstrom yürümeye devam etti. Kuzey duvarına geldiğinde habikürenin "basına ayrılan bölümü"nün düzgün biçimde kurulmuş olduğunu görmek onu yüreklendirdi. Buzun üstüne büyük mavi bir halı serilmişti. Halının ortasına, üstünde mikrofonların yer aldığı, önünde NASA amblemli örtü sarkan uzun bir sempozyum masası yerleştirilmişti ve arka fonda dev bir Amerikan bayrağı
asılıydı. Tiyatro sahnesini tamamlamak üzere göktaşı sempozyum masasının hemen önündeki bir kızağın üstüne taşınmıştı. Ekstrom bu bölümde bir kutlama havası estiğini gördüğüne memnundu. Çalışanların çoğu göktaşının çevresine toplanmışlar, ateşin etrafındaki kampçılar gibi el erini sıcak nesneye uzatıyorlardı.
Ekstrom vaktin geldiğine karar verdi: Basına ayrılan bölgenin arkasındaki mukawa kutuların yanına gitti.
Kutuları o sabah Grönland'dan getirtmişti.
Hoplayıp zıplayan çalışanlara kutu bira dağıtırken, "İçkiler benden!" diye bağırdı.
Birisi, "Hey patron!" diye seslendi. "Teşekkürler! Hem de soğukmuş bunlar!"
Ekstrom gülümsedi. "Buzda beklettim."
Herkes güldü.
Yüzünü buruşturarak elindeki biraya bakan bir başkası,
"Durun birdakika!" diye bağırdı. "Bunlar Kanada malı! Vatanseverliğiniz nerde kaldı sizin?"
"Arkadaşlar burda bütçemiz kısıtlı. En ucuz bunları bulabildim."
Daha büyük bir kahkaha koptu.
NASA televizyon ekibinden biri megafona, "Sayın müşterilerin dikkatine" diye anons yaptı.
"Medya ışıklandırmasına geçmek üzereyiz. Geçici körlük yaşayabilirsiniz."
Birisi, "Ve karanlıkta öpüşmek yok," diye bağırdı. "Bu bir aile programı!"
Ekstrom, ekibi projektör ışıkları ve aydınlatmadaki son ayarlamaları yaparken, duyduğu esprilere keyifle gülüyordu.
"Medya ışıklandırmasına geçmeye beş, dört, üç, iki..."
Halojen ışıkları sönünce kubbenin içi aniden karardı. Birkaç saniye içinde tüm ışıklar sönmüştü.
Kubbeye kör bir karanlık hâkimdi.
Birisi şakayla çığlık attı.
Bir başkası gülerek, "Kim kıçıma çimdik attı?" diye bağırdı.
Sadece kısa bir an süren karanlığı, medya ışıklarının güçlü parlaklığı deldi. herkes gözlerini kısmıştı. Dönüşüm artık tamamlanmıştı; NASA habiküresinin kuzey çeyrek dairesi bir televizyon stüdyosu haline gelmişti. Kubbenin geri kalan kısmı, geni4 bir samanlığı andırıyordu. Geri kalan kısımlardaki tek ışık, kavisli tavandan yansıyarak boş çalışma alanlarında uzun gölgeler meydana getiren medya ışıklarının zayıf uzantılarıydı.
Takımının göktaşı etrafında toplandığını görmekten mutluluk duyan Ekstrom karanlığa geçti.
Kendini, yılbaşında ağacın etrafında eğlenen çocuklarını seyreden bir baba gibi hissediyordu.
Önünde nasıl bir felaketin uzandığını hiç bilmeyen Ekstrom, bunu ne kadar çok hak ettiklerini bir tek Tanrı bilir, diye düşünüyordu.
31
Hava değişiyordu.
Yaklaşan mücadelenin acıklı habercisi katabatik rüzgâr, uğuldayarak esti ve Delta Gücü'nün sığınağına şiddetle çarptı. Fırtına kaplamalarını germeyi bitiren Delta-Bir, içerideki iki ortağının yanına gitti. Bunu daha önce yaşamışlardı. Yakında geçecekti.
Delta-İki mikrobottan gelen canlı video görüntülerini seyrediyordu.
"Şuna baksan iyi olur," dedi.
135
Delta-Bir yanına geldi. Kubbe, kuzey tarafındaki parlak aydınlık hariç karanlığa gömülmüştü.
Habikürenin geri kalanının sadece ana hatları görünüyordu. "Bir şey değil," dedi. "Bu akşam için televizyon ışıklandırmalarını test ediyorlar."
"Sorun ışıklandırma değil." Delta-İki buzun ortasındaki karanlık lekeyi işaret etti; göktaşının çıkartıldığı su dolu deliği. "Sorun bu."
Delta-Bir deliğe baktı. Etrafında hâlâ işaretler vardı ve suyun yüzeyi sakin görünüyordu. "Ben bir şey göremiyorum."
"Bir daha bak." Kumanda kolunu hareket ettirerek, mikrobotu deliğin üstüne doğru yönlendirdi.
Delta-Bir erimiş su havuzuna yakından bakınca, şaşkınlıkla geri çekilmesine neden olan bir şey gördü. "Bu da ne..."
Delta-Üç yanlarına gelip baktı. O da şaşırmıştı. "Tanrım. Bu göktaşının çıkartıldığı çukur mu? Su böyle mi yapar?"
Dielta-Bir, "Hayır," dedi. "Kesinlikle yapmaz."
32
Rachel Sexton Washington D.C.'den dört bin beş yüz kilometre uzakta büyük metal bir konteyner içinde oturduğu halde, kendini Beyaz Saray'a çağrılmış gibi baskı altında hissediyordu. Onündeki video telefonun ekranında Beyaz Saray'daki iletişim odasında başkanlık ambleminin önünde oturan Başkan Zach Herney'nin berrak görüntüsü vardı: Dijital ses bağlantısı kusursuzdu ve o saniyelik gecikmeler de olmasa, adamın yan odada oturduğu düşünülebilirdi.
Neşeli ve samimi bir görüşme yapıyorlardı. Başkan, NASA keşfi ve sözcü olarak büyüleyici Michael Tol and'ı kul anma tercihi hakkında Rachel'ın olumlu düşüncelerine memnun olmuş
gibiydi. Başkan iyimser ve espritüel bir havadaydı.
Sesi biraz daha ciddileşen Herney, "Mükemmel bir dünyada bu keşfin tam anlamıyla bilimsel kabul edileceği konusunda hemfikir olduğuna eminim" dedi. Durup öne eğildi ve yüzü tüm ekranı
doldurdu. "Ne yazık ki mükemmel bir dünyada yaşamıyoruz ve ilan ettiğim anda NASA'nın zaferi bir siyaset maçına dönüşecek."
"Inandırıcı kanıtı ve açıklamasını yapmak için seçtiğiniz kişiyi düşününce halkın ya da muhalefetin bu keşfi, doğruluğu ispatlanmış bir gerçek olarak kabul etmekten başka bir şey yapabileceğini sanmıyorum."
Herney neredeyse üzgün bir ifadeyle güldü. "Siyasetteki muhaliflerim gördüklerine inanacaklardır Rachel. Ama beni asıl kaygılandıran, gördüklerinden hoşlanmayacak olmaları."
Rachel, babasının adını zikretmemek için Başkan'ın büyük bir özen gösterdiğini fark etmişti.
Sadece "muhalefetten" ve "siyasi muhaliflerden" bahsediyordu.
"Peki siz muhaliflerinizin siyasi sebeplerden ötürü bunun bir aldatmaca olduğunu haykıracaklarını
mı düşünüyorsunuz?"
"Oyunun kuralı bu. Tek yapmaları gereken, bu buluşun NASA ile Beyaz Saray arasında uydurulmuş siyasi bir aldatmaca olduğunu söyleyerek kuşku uyandırmak. Bunun ardından kendimi sorgulamaların ortasında bulacağım. Gazeteler NASA'nın dünya dışında yaşam kanıtları
bulduğunu unutacak ve medya kendini aldatmacanın delil erini toplamaya adayacak Ama bu buluşa atılan iftira hem bilim, hem Beyaz Saray ve samimi olmak gerekirse hem de ülke için kötü
olacak."
"Siz de bu yüzden elinizde tam bir kanıt ve sivil bilim adamlarınıntasdiki olmadan duyuru yapmayı
ertelediniz."
"Bu bilgiyi şüpheye hiç yorum bırakmayacak şekilde sunmayı amaçlıyorum. Bu buluşun layık olduğu lekesiz itibarı kazanmasını istiyorum. NASA bunu hak ediyor."
Rachel'ın içgüdüleri kıpırdanmaya başlamıştı. Benden ne istiyor?
"Siz bana yardım etmek için eşsiz bir konumdasınız," diye devam etti. "Analiz uzmanlığındaki tecrübeleriniz ve rakibimle olan bağlarınız, bu buluş konusunda size muazzam bir güvenirlik sağlıyor."
137
Rachel'ın gözü açılıyordu. Beni kul anmak istiyor... Tıpkı Pickering'in söylediği gibi.
Herney, "Bu keşfı, Beyaz Saray istihbarat irtibatım... ve rakibimin kızı olarak bizzat desteklemenizi rica ediyorum," dedi.
Işte söylemişti. Apaçık ifade etmişti. Herney destek vermemi istiyor.
Rachel gerçekten de Zach Herney'nin bu türden siyasi nispetler yapmayacak biri olduğunu düşünmüştü. Rachel'ın kamu önünde destek vermesi, bu göktaşını babası için kişisel bir mesele haline getirecek ve senatör, kızının güvenirliğini sarsmadan buluşun güvenirliğine karşı saldırıya geçemeyecekti. Bu, "önce aileler" diyen bir adayın ölüm fermanı olurdu. Ekrana bakan Rachel,
"Samimi olmak gerekirse efendim," dedi. "Benden böyle bir şey istemenize çok şaşırdım."
Başkan bozulmuş gibiydi. "Yardım etmek sizi heyecanlandırır diye düşünmüştüm."
"Heyecanlanmak mı? Efendim, babamla yaşadığım sürtüşmeleri bir kenara bırakalım, bu isteğiniz beni çok müşkül bir duruma sokuyor. Kamunun gözleri önünde babamla başa baş bir mücadeleye girmeden de yeterince sorun yaşıyorum. Bu adamdan hoşlanmadığımı her ne kadar itiraf etsem de, o benim babam ve açıkçası kamu önünde beni ona karşı kul anmak size yakışmaz."
"Durun biraz!" Herney el erini havaya kaldırıp sal adı. "Kamu önünde olacağını kim söyledi?"
Rachel duraksadı. "Saat yirmideki basin konferansında NASA müdürüne eşlik etmemi istediğinizi sandım."
Herney'nin kahkahası hoparlörlerde yankılandı. "Rachel, benim nasıl biri olduğumu sanıyorsun?
Gerçekten de birisinin ulusal televizyonda babasını arkadan bıçaklamasını isteyeceğimi mi düşündün?"
"Ama dediniz ki..."
"NASA müdürünün bütün o ilgiyi baş düşmanının kızıyla paylaşmasını isteyeceğimi mi sandın?
Seni küçümsemek istemem ama bu basın konferansı bilimsel bir sunum olacak.
Göktaşları, fosil er ya da buzul yapılarıyla ilgili bilgin bu olaya daha fazla güvenirlik katar mı
bilmiyorum."
Rachel kızardığını hissetti. "Ama o zaman... nasıl bir destek vermemi istiyorsunuz?"
"Konumuna daha uygun bir şey."
"Dinliyorum efendim."
"Sen benim Beyaz Saray istihbarat bağlantımsın. Mil i önem taşıyan meselelerde çalışanlarımı
bilgilendirirsin."
"Çalışanların önünde mi destek vermemi istediniz?"
Yanlış anlaşma Herney'i hâlâ eğlendiriyor gibiydi. "Evet bunu istiyorum Fteyaz, Saray'ın dışında karşılaşacağım şüphecilik, kendi çalışanlarımla kıyaslandığında hiç kalır. Burda büyük bir isyanın ortasındayız. Beyaz Saray'ın içindeki güvenirliğim çok sarsıldı. Çalışanlarım NASA'ya ayrılan fonu kesmem için bana yalvardılar. Onlara aldırış etmemem siyasi intihardı."
"Şu ana dek."
"Kesinlikle: Sabah da konuştuğumuz gibi bu buluşun zamanlaması siyasetin içindeki şüphecilerde kuşku uyandıracak ve hiç kimse benim çalışanlarımın şu an olduğu kadar şüpheci olamaz. Bu yüzden bu bilgiyi ilk duyduklarında..."
"Çalışanlarınıza henüz göktaşından bahsetmediniz mi?"
"Sadece en kıdemli birkaç danışmanım biliyor. Bu keşfi sir olarak saklamak çok önemliydi."
Rachel hayrete düşmüştü. İsyan çıkmasına şaşmamak lazım. "Ama ben bu sahada çalışmıyorum. Göktaşı pek de istihbaratla ilintili bir rapor
"Geleneksel anlamda değil ama her zaman yaptığın işin tüm unsurları mevcut; ayıklanması
gereken karmaşık veriler, siyasi yönleri..."
"Ben göktaşı uzmanı değilim efendim. Çalışanlarınıza NASA müdürü açıklama yapsa daha iyi olmaz mıydı?"
139
"Şaka mı yapıyorsun? Burdaki herkes ondan nefret ediyor. Çalışanlarımın gözünde o, beni başarısız yatırımlara yönelten bir satıcıdan başkası değil."
Rachel ne demek istediğini anlıyordu.
"Peki Corky Marlinson? Astrofızik dalında Ulusal Bilim Madalyası var. Ona benden daha çok inanırlar."
"Benim çalışanlarım siyasetçi Rachel, bilim adamı değil. Sen Dr. Marlinson'la tanıştın. Bence müthiş biri ama beyninin sözel tarafını kul anmaya alışkın entelektüel erden oluşan takımıma bir astrofızikçi açıklama yaparsa, sudan çıkmış balığa dönerler. Benim kolay anlaşılır birine ihtiyacım var. O kişi sensin Rachel. Çalışanlarım senin yaptığın işi biliyorlar, ayrıca soyadın dikkate alındığında, çalışanlarımın dinleyebileceği tarafsız bir konuşmacı sayılırsın."
Rachel, Başkan'ın nazik tavrı karşısında yelkenlerinin suya indiğini hissediyordu.
"En azından isteğinizle, rakibinizin kızı olmamın bir bağlantısı olduğunu kabul ediyorsunuz."
Başkan mahcup bir edayla güldü. "Elbette var. Ama tahmin edebil ceğin gibi, kararın ne olursa olsun çalışanlarıma bir şekilde bu açıklama yapılacak. Sen bu iş için biçilmiş kaftansın Rachel. Bu açıklamayı yapmaya en yakışan kişi sensin ve ayrıca gelecek dönem çalışanlarımı Beyaz Saray'dan kovmak isteyen adamın çok yakın bir akrabasısın. Her iki yönden de güvenilirliğin var."
"Satış işinde olmalıymışsınız."
"Işin doğrusu öyleyim. Baban da öyle. Ve dürüst olmak gerekirse karşılıklı bir anlaşma yapmak istiyorum."
Başkan gözlüklerini çıkarıp Rachel'a baktı. Rachel, babasındaki güçten bir miktar bu adamda da olduğunu hissetti.
"Senden bunu bir iyilik olarak rica ediyorum Rachel, üstelik yaptığın işin bir parçası olduğuna inanıyorum. Yanıtın nedir? Evet mi hayır mı? Çalışanlarıma bu konuyu açıklayacak mısın?"
Rachel GTH konteynerinde kapana kısıldığını hissetti. Emrivaki yapmakta üstüne yok. Video ekranındaki kararlılığı, dört bin beş yüz kilometre uzaktan bile kendini hissettiriyordu. Ayrıca hoşuna gitsin ya da gitmesin, bunun son derece mantıklı bir istek olduğunun da farkındaydı.
Rachel, "Ama şartlarım var," dedi.
Herney kaşlarını yukarı kaldırdı. "Ne gibi?"
"Çalışanlarınızla özel olarak görüşeceğim. Gazeteci olmayacak. Özel bir toplantı olmalı, tüm kamuoyu önünde destek vermeyeceğim."
"Söz veriyorum. Toplantı zaten çok özel bir yerde ayarlandı."
Rachel içini çekti. "Peki o halde."
Başkan'ın keyfı yerine gelmişti. "Çok güzel."
Rachel saatine baktığında, on altıyı geçtiğini görünce şaşırdı. Sersemlemiş bir halde, "Bir saniye,"
dedi. "Saat yirmide canlı yayına çıkacaksınız. Hiç vaktimiz yok. Beni buraya gönderdiğiniz o garip aygıtın içinde bile Beyaz Saray'a ulaşmam en az birkaç saat alır. Ayrıca konuşacaklarımı
hazırlamam gerek ve..."
Başkan başını iki yana sal adı: "Sanırım yeterince iyi açıklayamadım. Bu açıklamayı, şu an bulunduğun yerden video konferans aracılığıyla yapacaksın."
Rachel, "Ya," derken tereddüt içindeydi. "Saat kaç gibi düşünüyordunuz acaba?"
Herney sırıtarak, "Sahi," dedi. "Şimdiye ne dersin? Burda herkes toplanmış, büyük ve boş bir televizyon ekranına bakıyor. Seni bekliyorlar."
Rachel'ın tüm vücudu gerildi. "Efendim, hiç hazırlıklı değilim. Mümkün olsaydı..."
"Onlara gerçeği söyle yeter. Bu ne kadar zor olabilir?"
"Ama..,"
Başkan ekrana doğru eğilerek, "Rachel," dedi. "Sen veri toplayıp ileterek para kazanıyorsun. Bu senin işin. Orda neler olduğunu anlat yeter."
Video ileti cihazındaki bir düğmeye uzandı ama sonra durdu. "Ayrıca, sana iktidar mevkiini ayarladığım için sanırım memnun olacaksın."
Rachel, onun ne demek istediğini anlamadı ama sormak için çok geç kalmıştı. Başkan düğmeyi 141
kaldırdı. Rachel'ın önündeki ekran bir süreliğine karardı. Görüntü yeniden geldiğinde, Rachel hayatında gördüğü en cesaret kırıcı manzaraya bakıyordu. Beyaz Saray Oval Ofisi tam önünde duruyordu. Tıklım tıkıştı. Herkes ayaktaydı. Tüm Beyaz Saray çalışanları orada gibiydi. Ve hepsi de ona bakıyordu. Rachel kendi görüntüsünün Başkan'ın masasının üstünde göründüğünü fark etti. Iktidar mevkiinden konuşacağım. Rachel şimdiden terlemeye başlamıştı. Beyaz Saray çalışanlarının yüzünden, Rachel'ı görmekten en az onun kadar şaşırdıkları anlaşılıyordu.
Çatlak bir ses, "Bayan Sexton?" diye seslendi.
Odadaki yüzleri tarayan Rachel, sonunda kimin konuştuğunu buldu Ön sırada oturmaya hazırlanan sırık gibi bir kadındı.
Marjorie Tench
Kadının kalabalığın içinde bile fark edilir bir görüntüsü vardı.
Halinden memnun bir sesle, "Bize katıldığınız için teşekkür ederim Bayan Sexton," dedi. "Başkan bize verecek haberleriniz olduğunu söyledi."
33
Paleontolog Wailee Ming özel çalışma bölümünde tek başına oturmuş, karanlığın keyfini çıkartıyordu. İçi, akşam yaşanacak olayın beklentisiyle doluydu. Yakında dünyanın en ünlü
paleontoloğu olacağım. Michael Tol and'ın belgeselde cömert davranarak, Ming'in yorumlarına bolca yer verm'ış olmasını umuyordu.
Ming yaklaşan şöhretin hayalini kurarken, ayaklarının altındaki buzun hafifçe sarsılması, yerinden sıçramasına sebep oldu. Los Angeles'ta yaşadığı için gelişen deprem sezgileri, yerdeki en ufak sarsıntılara karşı bile hassasiyetini arttırmıştı. Ama Ming o an için bu titreşimlerin son derece normal olduğunu hatırlayarak saçmalâdığını düşündü. Derin bir nefes verirken, içinden sadece buzul ar parcalanıyor, diye geçirdi. Bu duruma hâlâ alışamamıştı. Birkaç saatte bir, buzul arın bir köşesinden dev bir buz kütlesi kopup denize düşerken, geceleri uzaklardan gümbürtü sesleri geliyordu. Norah Mangor buna güzel bir isim bulmuştu:
Yeni buzdağlarının doğumu..
Artık ayağa kalkmış olan Ming, kol arını esnetti. Habikürenin diğer tarafına bakınca, uzaklardaki televizyon ışıklarının altında bir kutlama hazırlığı yapıldığını gördü. Ming partilerden pek hoşlanan bir tip değildi, bu yüzden habikürenin diğer tarafina yöneldi.
Boş çalışma bölümlerinden oluşan labirent şimdi bir hayalet şehri andırıyordu. Kubbede kasvetli bir hava hâkimdi. Içeri giren serin esintiyi hisseden Ming, uzun devetüyü paltosunun düğmelerini ilikledi.
Ileride göktaşının çıkarıldığı deliği görebiliyordu; tüm insanlık tarihin en muhteşem fosil erinin alındığı noktayı. Dev metal tripod toplanmıştı ve etrafı işaretlerle çevrili kuyu, geniş bir buz garajında dikkat edilmesi gereken derin çukur gibi, ortada tek başına duruyordu. Ming arada güvenli bir mesafe bırakarak, deliğin etrafında yürüdü ve soğuk su dolu altmış metrelik çukura baktı. Yakında sular yeniden donarak, orada herhangi birinin bulunduğuna dair tüm izleri silecekti.
Ming, su havuzunun güzel bir manzara oluşturduğunu düşündü. Karanlıkta bile. Özel ikle karanlıkta.
Ming bu düşüncenin hemen ardından duraksadı. Sonra anladı. Ters giden bir şeyler var.
Ming suya biraz daha yakından bakarken, az önceki hoşnutluğunun yerini aniden akıl karışıklığına bıraktığını hissetti. Gözlerini kırpıştırıp bir kez daha baktı ve bakışlarını hemen kubbenin karşı tarafına yöneltti... el i metre ötede, basına ayrılan bölgede kutlama yapan insanlara. Bulundukları yerden onu karanlıkta göremeyeceklerini biliyordu.
143
Bunu birine söylemeliyim, öyle değil mi?
Ming, onlara ne söyleyeceğini düşünürken suya bir daha baktı. Acaba gördüğü görsel bir yanılsama mıydı? Tuhaf bir yansıma olabilir miydi? Emin olamayan Ming, işaretlerin önüne geçerek, deliğin kenarında çömeldi. Su seviyesi buz seviyesinin bir metre altındaydı. Daha iyi görmek için biraz daha yaklaştı. Evet, kesinlikle tuhaf bir şey vardı. Bunu anlamamak imkânsızdı
ama kubbedeki ışıklar kararana kadar kendini bel i etmemişti. Ming ayağa kalktı. Birisi mutlaka bunu duymalıydı. Basına ayrılan bölüme doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Sâdece birkaç
adım atmıştı ki, Ming olduğu yerde donakaldı. Aman Tanrım! Deliğin yanına dönerken gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Tam olarak şimdi anlamıştı.
Yüksek sesle, "İmkânsız," diye haykırdı.
Ama Ming tek açıklamanın bu olduğunu biliyordu. Kendi kendine, iyi düşün, dedi. Mantıklı bir açıklaması olmalı. Ama Ming düşündükçe, gördüğünün ne olduğu hakkında daha fazla ikna oluyordu. BaŞka açıklaması yok! NASA ile Corky Marlinson'ın böylesi şaşırtıcı bir şeyi gözden kaçırmış olmalarına inanmıyordu ama şikâyeti de yoktu. Bu artık Wailee Ming'in keşfi!
Heyecandan titreyerek yakındaki çalışma bölmesine koştu ve bir deney tüpü buldu. Tek ihtiyacı
olan az miktarda bir su örneğiydi. Kimse buna inanmayacaktı!
34
Önündeki ekranda gördüğü kalabalığa hitap ederken, sesini titretmemeye uğraşan Rachel,
"Beyaz Saray'ın istihbarat muhatabı olarak görevim, dünyada siyasi açıdan hareketli bölgelere seyahat etmek, çalkantılı durumları analiz etmek, Başkan'a ve Beyaz Saray çalışanlarına rapor yazmak," dedi.
Saç diplerinde oluşan teri silen Rachel, hiç haber vermeden bu açıklamayı başına sardığı için, içinden Başkan'a küfretti.
"Daha önceki seyahatlerimde hiç bu kadar egzotik bir yere gelmemiştim " Rachel içinde bulunduğu konteyneri eliyle gösterdi. "İster inanın isterr inanmayın, şu anda size Kuzey Kutup Dairesi'nde doksan metre kalınlığındaki bir buz kütlesinin üstünden sesleniyorum."
Rachel önündeki ekranda gördüğü yüzlerde şaşkın bir bekleyiş ifadesi sezinledi. Oval Ofis'e doluşmalarının bir sebebi olduğunu elbette biliyorlardı ama herhalde hiçbiri bunun Kuzey Kutbu'ndaki gelişmelerle ilgisi olacağını tahmin etmemişti.
Yeniden terler birikmeye başlamıştı. Söyleyeceklerini toparla Rachel. bu senin işin.
"Bu akşam büyük bir onur, gurur ve... hepsinden öte büyük heyecanla karşınızdayım."
Boş bakışlar.
Öfkeyle terini silerken, hay içine edeyim, diye düşündü. Bunu yapacağıma dair imza atmadım. .
Rachel, eğer orada olsaydı annesinin ne diyeceğini çok iyi biliyordu: Şüphen varsa, söyle gitsin!
Eski Yankee atasözü annesinin hayat felsefesi haline gelmişti, yani nasıl olursa olsun, gerçeği söyle! Tüm güçlükleri ortadan kaldırır.
Derin bir nefes alan Rachel, dik oturarak değruca kameranın içine baktı.
"Affedersiniz arkadaşlar, Kuzey Kutbu'nda nasıl olııp da kıçımdan ter aktığını merak edebilirsiniz... biraz gerginim."
Karşısındaki yüzler sanki bir an için sersemlemişti. Bazıları tutuk kahkahalar attılar.
Rachel, "Buna ek olarak, patronunuz tüm çalışanlarının karşısına çıkacağımı bana on saniye önce söyledi. Oval Ofis'e yapacağım ziyaret için böyle çetin bir sınav vereceğim aklıma gelmemişti," dedi.
Bu kez biraz daha fazla güldüler.
Gözlerini ekranın alt köşesine indirerek, "Ve," dedi. Başkan in masasına oturacağımı hiç tahmin etmemiştim... Daha doğrusu tam üstüne.
145
Bunun ardından kahkahalar patladı. Rachel gevşemeye başladığını hissediyordu. Onlara doğrudan söyle.
"Durum Şu." Rachel'ın sesi şimdi artık kendi sesi gibi çıkıyordu. Sakin ve anlaşılır. "Başkan Herney'nin geçen hafta medyadan uzak durmasının sebebi kampanyasına olan ilgisini kaybetmesi değildi, başka bir konuyla meşguldü. Çok daha önemli olduğunu düşündüğü bir meseleyle."
Rachel biraz duraksadı. Dinleyicilerle göz teması kuruyordu.
"Kuzey Kutbu'nda Milne Buzul Katmanı denilen bir yerde bilimsel bir keşif gerçekleşti. Başkan bu akşam saat yirmide yapacağı basin konferansıyla bunu dünyaya duyuracak. Bu buluşu, son zamanlarda şanstan yana yüzü gülmeyen ve artık mola vermeyi hak eden bir grup çalışan Amerikalı gerçekleştirdi. NASA'dan bahsediyorum. Başkanı'nızın her türlü şartta NASA'nın yanında durmasıyla gurur duyabilirsiniz. Gösterdiği sadakat, görünüşe bakılırsa şimdi bir ödül getirmek üzere."
Rachel bunun tarihi açıdan ne kadar önemli olduğunu o an anladı.
Boğazındaki düğümü çözmek için uğraş verdi ve devam etti.
"Veri analizi ve kanıtlama alanında uzmanlaşmış bir istihbarat memuru olarak, NASA keşfini incelemek için Başkan'ın çağırdığı pek çok kişiden biriyim. Keşfi şahsen inceledim ve siyasi etkilerden uzak, son derece güvenilir, gerek devlet memuru, gerekse sivil pek çok bilim adamıyla görüştüm. Az sonra sizlere vereceğim bilginin gerçek ve tarafsız olduğu benim profesyonel görüşümdür. Bunun dışında Başkan'ın, aslında geçen hafta severek yapabileceği duyuruyu, makamına ve Amerikalılara beslediği iyi niyetle erteleyerek, takdire değer bir özen ve ihtimam gösterdiğini düşünüyorum."
Rachel karşısındaki kalabalığın birbirlerine şaşkın bakışlar fırlattıklarını gördü. Bakışlarını yeniden ona çevirdiklerinde, tüm dikkatlerini kendisine verdiklerini biliyordu.
"Bayanlar baylar, bu ofıste şimdiye dek açıklanmış en heyecan verici bilgi olduğu konusunda hemfikir olacağınız bir şeyi duymak üzeresiniz."
35
Habikürenin içinde dolaşan mikrobottan Delta Gücü'ne iletilen kuşbakışı görüntü, yenilikçi film yarışması ödülü kazanabilecek cinstendi: loş ışıklar, göktaşının çıkartıldığı deliğin pırıltıları ve devetüyü paltosu dev kanatlar gibi açılmış, yerde yatan iyi giyimli Asyalı Adamın su örneği almaya çalıştığı bel i oluyordu.
Oelta-Üç, "Onu durdurmalıyız," dedi.
Delta-Bir, ona hak veriyordu. Milne Buzul Katmanı, takımının güç kul anarak koruma yetkisine sahip olduğu sırlar barındırıyordu.
Kumanda kolunu hala elinden bırakmamış olan Delta-İki, "Onu nasıl durduracağız?" diye sordu.
"Bu mikrobotların öyle bir donanımı yok."
Delta-Bir kaşlarını çattı. Habikürede uçan mikrobot, uzun uçuşlar için tasarlanmış bir keşif modeliydi. En fazla bir karasinek kadar tehlikeli olabilirdi.
Delta-Üç, "İdareciyi aramalıyız," dedi.
Delta-Bir, Wailee Ming'in kenarda tek başına dikkatlice eğilmiş görüntüsüne baktı. Yakınında kimse yoktu ve buzlu suyun, insanın atacağı çığlıkları bastırma gibi bir özel iği vardı.
"Kumandayı bana ver."
Kumanda kolunu tutan asker, "Ne yapıyorsun?" diye sordu.
Delta-Bir kumandayı alarak, "Eğitimini aldığımız şeyi," diye cevabını verdi.
"Doğaçlama."
36
Wailee Ming göktaşının çıkartıldığı deliğin yanında yüıükoyun yatmış kenardan sarkıttığı sag koluyla su örneği almaya çalışıyordu. Gözleri
147
onu kesinlikle yanıltmıyordu; şimdi yüzüyle su arasında sadece bir metı' kadar mesafe kaldığından, her şeyi him ayrıntılarıyla görebiliyordu.
Bu inanılmaz!
Kendini biraz daha zorlayan Ming, su yüzeyine erişmeye çalışarak elindeki deney tüpünü uzattı.
Birkaç santim daha uzanması yetecekti. Kolunu daha fazla uzatamayan Ming, kenara biraz daha yaklaştı. Botlarının burnunu buza iyice saplayarak, sol eliyle kenara sımsıkı tutundu. Bir kez daha sağ kolunu gittiği yere kadar uzattı. Az kaldı. Biraz daha yaklaştı. Evet! Deney tüpünün kenarı
suya değiyordu. Sıvı tüpün içine dolarken, Ming hayret içinde seyrediyordu.
Ardından, hiç beklenmedik bir anda anlaşılmaz bir şey oldu. Karanlığın içinde, silahtan çıkan mermi gibi bir metal parçası fırladı. Sag gözü' ne çarpmadan önce Ming bu nesneyi bir an için görebildi.
Insanın gözünü korumak için verdiği tepki öylesine güçlüydü ki, beyni Ming'e herhangi bir ani harekette bulunduğu takdirde dengesini bozacağını söylediği halde, kendini geri çekti. Acıdan çok şaşkınlıkla verilm bir tepkiydi. Ming'in yüzüne daha yakın olan sol eli, saldırıya uğrayan gözünü
korumak için ani bir refleksle yukarı kalktı. Elini yüzüne götürürken, hata yaptığını biliyordu. Tüm ağırlığını öne vermiş bir haldeyken, to desteğini de kaybettiği için Wailee Ming sendeledi. Kendini toparlamakta çok geç kalmıştı. Elinden deney tüpünü düşürdü. Düşüşünü engel emek için kaygan buza tutunmaya çalışırken, aşağıdaki karanlık deliğ doğru kaydı.
Sadece bir metre düştüğü halde, buzlu suya baş aşağı çarpan Min saatte seksen kilometre hızla yüzü asfalta çarpmış gibi hissetti. Yüzün içine alan sıvı öylesine soğuktu ki, yakıcı asit gibi bir etkisi vardı. Bir anda paniğe kapılmasına sebep oldu.
Î Baş
aşağı ve karanlıkta kalan Ming yön duygusunu kaybetti ve yüzeye çıkmak için ne tarafa döneceğini şaşırdı. Ağır devetüyü paltosu onu buzlu sudan korudu ama sadece bir iki saniyeliğine. Sonunda kendini doğrultan Ming nefes almaya çalışarak ağzından baloncuklar çıkartırken, sular sırtına ve göğsüne doluyor, vücudunu kaplayan soğuk neredeyse ciğerini parçalıyordu.
Soluk soluğa, "İm... daaat," diyebildi ama sadece bir inilti çıkartabilecek kadar nefes alabilmişti.
Nefesinin tükendiğini hissediyordu.
"Imm... daat!" Haykırışlarını kendi bile zor duyuyordu. Ming güçlükle çukurun kenarına yaklaşarak kendini yukarı çekmeye çalıştı. Önünde dümdüz bir buz duvarı vardı. Tutunacak hiçbir yer yoktu.
Suyun altında botlarıyla basacak bir yer arayarak duvarı tekmeledi. Hiçbir şey yoktu. Kenara uzanarak yukarı çıkmak için debelendi. Sadece bir metre uzaktaydı.
Ming'in kasları tepki vermekte zorlanmaya başlamıştı. Kenara ulaşmak için duvara tutunup kendini yukarı çekmeye çalışırken, bacaklarını daha büyük bir gayretle çırptı. Vücudu kurşun gibi ağırlaşmış, ciğerleriyse sanki bir piton sıkıyormuş gibi nefessiz kalmıştı. Suyu iyice çeken paltosu her geçen saniye ağırlaşıyor, onu aşağı çekiyordu. Ming paltosunu çıkarmaya çalıştı ama ağır kumaş vücuduna yapışmıştı.
"Yardım... edin!"
Artık korkuya kapılmıştı.
Ming bir zamanlar akla gelebilecek en korkunç ölüm şeklinin boğulma olduğunu okumuştu. Bu tecrübeyi yaşayacağı hiç aklına gelmemişti. Kasları beyninin komutlarına itaat etmeyi reddediyor, ama yine de başını suyun üstünde tutmaya çalışıyordu. Hissizleşmiş parmaklarıyla çukurun duvalarını tırmalarken, ıslak kıyafetleri onu aşağı çekiyordu.
artık sadece zihninin içinde çığlıklar atabiliyordu.
Ve sonra gerçekleşti.
Ming suyun altına battı. Kendi ölümünün yaklaştığının farkına varma korkusunu yaşayacağını hiç
tahmin etmemişti. Ama işte oradaydı... Buzdaki altmış metrelik deliğin içinde yavaşça batıyordu.
Gözlerinin önünden onlarca sahne geçti. Çocukluğuna ait sahneler. Kariyeri. Birinin 149
onu orada bulup bulmayacağını düşündü. Yoksa dibi boylayıp donacak...
sonsuza dek buzul arda saklı mı kalacaktı?
Ming'in ciğerlerindeki oksijen tükenmişti. Yüzeye çıkmaya çalışarak nefesini tuttu. Nefes al!
Hissizleşen dudaklarını birbirine kenetleyip bu içgüdüyü bastırmaya çalıştı. Nefes al! Çaresizce yukarı doğru yüzmeye çalıştı. Nefes al! Ölümcül bir mantığa karşı refleks savaşı sırasında, Ming'ie nefes alma içgüdüsü bir anda ağzını kapalı tutma çabalarına galip geldi.
Wailee Ming nefes aldı.
Ciğerlerine dolan suyun, akciğer dokularını yakan sıcak yağ gibi bif etkisi vardı. İçten dışa doğru yandığını hissetti. Ne yazık ki, su hemen öldürmüyordu. Ming buzlu suyu ciğerlerine çekerek yedi korkunç saniye geçirdi. Her nefes bir öncekinden daha acı vericiydi. İçine çektiği su, vücudunun ümitsizce ihtiyaç duyduklarının hiçbirini sağlamıyordu.
En sonunda buzlu karanlığa doğru batan Ming, bilincini kaybettiğini hissetti. Etrafını çevreleyen suda minik pırıltılar gördü. Hayatında gördüğü en güzel şeydi.
37
Beyaz Saray'ın Doğu Randevu Kapısı, East Executive Caddesi'ndqı Doğu Parkı'yla Hazine Bakanlığı arasındaydı. Beyrut'taki deniz piyadeleri kışlasına yapılan saldırının ardından döşenen parmaklıklar ve betoo' dubalar, bu girişe misafirperverlikten çok uzak bir hava kazandırmıştı.
Kapının dışında duran Gabriel e Ashe saatine bakarken, gerginliğinin arttığını hissediyordu. Saat 16.45 olmuştu ve henüz hiç kimse aramamıştı.
DOĞU RANDEVU KAPISI, 16.30 YALNIZ GEL.
Işte geldim, diye düşündü. Sen neredesîn?
Kalabalık turistlerin yüzlerini inceleyen Gabriel e birisinin dikkatini çekmesini bekliyordu. Birkaç
adam ona şöyle bir göz atıp yoluna devam etti. Gabriel e bunun iyi bir fıkir olup olmadığını
sorgulamaya başlamıştı. Nöbetçi kulübesindeki Gizli Servis memurunun artık gözünü ona diktiğini fark etmişti. Muhbirinin korkaklık yaptığına karar verdi. Ağır parmaklıkların ardından son bir kez Beyaz Saray'a göz gezdiren Gabriel e içini çekti ve gitmek üzere arkasını döndü.
Gizli Servis memuru arkasından, "Gabriel e Ashe?" diye seslendi.
Yureği ağzına gelen Gabriel e topukları üstünde döndü. Evet?
Nöbetçi kulübesindeki adam, ona el sal adı. Asık suratlı ve zayıf biriydi.
"Görüşeceğiniz kişi sizi bekliyor." Ana kapının kilidini açarak, ona içeri girmesini işaret etti.
Gabriel e'ın ayakları yerinden kımıldamıyordu. "Içeri mi gireceğim?"
Adam başını sal adı. "Sizi beklettiğim için özür dilememi istediler."
Açık kapı girişine bakan Gabriel e, hâlâ kıpırdayamıyordu.
Neler oluyor! Bunu hiç mi hiç beklememişti.
Şimdi sabırsız görünen adam: "Siz Gabriel e Ashe'siniz, öyle değil mi?" diye sordu.
"Evet, ama..."
"O halde beni izlemenizi şiddetle tavsiye ederim."
Gabriel e'ın ayakları harekete geçmişti. Eşikten adımını atar atmaz, kapı arkasından çarparak kapandı.
38
Gün ışığından mahrum geçirdiği iki gün, Michael Tol and'ın biyolojik saatini bozmuştu. Saati akşamüstü olduğunu gösterdiği halde, vücudu gece yarısı olduğu konusunda ısrar ediyordu. Artık belgeselindeki son değişiklikleri yapmış olan Tol and, tüm video dosyasını dijital bir video diskine kaydetti ve karanlık kubbede yola koyuldu. Basına ayrılmış ışıklı bölgeye vardığında diski, sunumu denetlemekle görevli bir NASA medya teknisyenine verdi.
151
Video diskini tutarken göz kırpan teknisyen, "Teşekkürler Mike," dedi.
"İzlenmesi gereken televizyon programlarına yeni bir anlam getirecek, öyle değil mi'?"
Tol and yorgun bir edayla güldü. "Umarım Başkan'ın hoşuna gider."
"Hiç şühhcm yok. Her neyse, sen işini bitirdin. Artık oturup gösterinin tadını çıkart."
"Teşekkürler." Parlak ışıklarla aydınlatılmış basına ayrılan bölgede duran Tul and, göktaşını
Kanada birasıyla kutlayan neşeli NASA çalışanlarına göz gezdirdi. Tol and kutlamaya katılmak istediği halde, kendini bitap, duygusal açıdansa tükenmiş hissediyordu. Etrafta Rachel Sexton'a bakındı ama herhalde hâlâ Başkan'la konuşuyordu.
Tol and, Başkan, onu yayına çıkarmak istiyor, diye düşündü. Onu suçlamıyordu; göktaşı hakkında konuşanlara ek olarak Rachel mükemmel görünürdü. İyi görünüşünün yanı sıra Rachel'da, Tol and'ın tanıştığı kadınlarda nadiren rastladığı etkileyici bir tavır ve kendine güven vardı. Ama Tol and'ın tanıdığı kadınların çoğu televizyondandı, ya güç sahibi acımasız kadınlar ya da kendilerine aslında kesinlikle sahip olmadıkları muhteşem hir "karakter" havası verenler.
Kalabılıklaşan NASA çalışanlarının yanından sessizce uzaklaşan Tol and, diğer sivil bilim adamlarının nereye kaybolduklarını düşünürken, kubbedeki ara yol arda yürüyordu. Eğer onlar da kendisinin yarısı kadar yorgun hissediyorlarsa, büyük an gelmeden önce şekerleme yapıyor olmalıydılar. Tol and biraz ötede, terk edilmiş deliğin etrafındaki BBK işaretlerinin oluŞturduğu çemberi görebiliyordu. Başının üstündeki boş kubbe, uzak hatıraların boğuk sesleriyle yankılanıyor gibiydi. Tol and onları umursamamaya çalıştı.
Kendi kendine, hayaletleri düşünme, dedi. Bu gibi zamanlarda genel ikle yakasını bırakmazlardı, yorgun ya da yalnız olduğu zamanlarda; kişisel bir zafer kazandığında veya bir kutlama yaptığında Bir ses, o simdi seninle olmalıydı, diye fısıldadı. Karanlıkta tek başına dururken, geçmişin atıraları arasında kayboldu.
Celia Birch yüksek lisans yaptığı sırada sevgilisiydi. Bir Sevgililer gününde onu en sevdiği restorana götürmüştü. Garson Celia'nın tatlısını getirdiğinde, beraberinde tek bir gül ve pırlanta yüzük gelmişti. Celia hemen anlamıştı. Gözlerinde yaşlarla, Tol and'ı hayatında olmadığı kadar mutlu eden tek kelimeyi söylemişti.
"Evet,"
Heyecanla dolup taşan çift, Celia'nın fen öğretmeni olarak iş bulduğu Pasadena yakınlarında küçük bir eve taşınmıştı. Maaşı fazla yüksek olmasa da bir başlangıçtı. Ayrıca Tol and'ın rüyalarını
süsleyen jeolojik araştırma gemisindeki işi bulduğu San Dicgo'daki Scripps Oşinografi Enstitüsü'ne yakındı. Tol and'ın işi üç ya da dört gün evden uzaklaşmasını gerektiriyordu ama Celia ile bir araya gelmeleri her defasında tutkulu ve heyecanlı oluyordu.
Tol and denizdeyken maceralarından bazılarını Celia için videoya kaydetmeye başlamış, gemide yaptığı işin mini belgesel erini çekmişti. Bir seferin ardından, denizaltı penceresinden çektiği bulanık bir kayıtla eve dönmüştü; kimsenin varlığından bile haberdar olmadığı tuhaf bir kemotropik mürekkepbalığının ilk görüntüleriyle. Tol and bu kayıtta sunum yaparken coşkuyla adeta denizaltıdan haykırıyordu.
Bu derinliklerde, demişti heyecanla, gerçekten de binlerce keşfedilmemiş tür yaşıyor! Biz sadece yüzeydekilerin bir kısmını biliyoruz! Derinlerde hiçbirimizin hayal edemeyeceği gizemler var!
Celia, kocasının şevkine ve yaptığı kısa bilimsel açıklamalara hayran kalmıştı. Bir hevesle bu kaydı sınıftakilere göstermiş ve bir anda aranan bir video olmuştu. Diğer öğretmenler ödünç
almak istiyorlardı. Aileler kopyasını almak istemişlerdi. Herkes sabırsızlıkla Michael'ın bir sonraki kaydını bekliyor gibiydi. Birden Celia'nın aklına bir fikir gelmişti. NBC'de çalışan bir okul arkadaşını arayıp ona video bandının kopyasını gönderdi.
153
İki ay sonra Michael Tol and, Celia'nın yanına gelip;-Kingman Plajı'nda birlikte yürümeye teklif etti.
Umutlarını ve hayal erini paylaşmak için gittikleri, onlar için özel bir yerdi.
Tol and, "Sana söylemek istediğim bır şey var," dedi.
Sular ayaklarını yalarken Celia durup kocasının elini tuttu. "Ne o?"
Tol and coşkuyla konuşuyordu. "Geçen hafta NBC televizyonund aradılar. Bir deniz belgeseli dizisi sunmam gerektiğini düşünüyorlar. harika. Gelecek yıl deneme yayını yapmak istiyorlar.
İnanabiliyor musun!"
Celia parıldayan gözlerle onu öptü. "Inanıyorum. Harika olacak."
Altı ay sonra Celia ağrılardan şikâyet etmeye başladığında, Toland'la birlikte Catalina açıklarında seyrediyorlardı. Birkaç hafta umursamadılar ama sonunda ağrılar arttı. Celia muayene olmaya gitti.
Bir anda Tol and'in hayal dünyası kâbusa dönüşmüştü. Celia hastaydı. Çok hastaydı.
Doktorlar, "İlerlemiş lenfoma," diye açıklıyorlardı. "Onun yaşındakilerde ender rastlanır ama duyulmamış değil."
Celia ile Tol and sayısız klinikle hastaneye gidip uzmanlara danışmışlardı. Cevap hep aynıydı.
Tedavi edilemez.
Bunu kabul edemem! Tol and derhal Scripps Enstitüsü'ndeki işin istifa edip NBC belgeselini bir kenara attı ve tüm enerjisiyle sevgisini Celia'nın iyileşmesine yoğunlaştırdı. Celia da acıya zarafetini bozmadan katlanarak büyük bir mücadele veriyor, bu sadece Tol and'in onu daha çok sevmesine neden oluyordu. Onu Kingman Plajı'nda uzun yürüyüşlere çıkardı, diyet yemeklerini hazırladı ve iyileştiği zaman yapacaklarına dair hikâyeler anlattı.
Ama bunlar gerçekleşmeyecekti.
Michael Tol and sadece altı ay sonra kendini, soğuk bir hastane odasında ölmekte olan karısının yanında otururken buldu. Artık karısının yüzünü tanıyamıyordu. Kanserin amansızlığıyla sadece kemoterapinin acımasızlığı baş edebiliyordu. Celia artık iskelet gibi kalmıştı. En zor olanı son saatlerdi.
Boğuk bir sesle, "Michael," dedi. "Vakit geldi."
"Hayır." Tol and'in gözleri yerinden fırlamıştı.
Celia, "Yaşamaya devam edeceksin," dedi. "Etmek zorundasın. Başka bir aşk bulacağına söz ver."
"Asla başka aşk istemeyeceğim." Tol and bunu içtenlikle söylemişti.
"Öğrenmek zorundasın."
Celia haziran ayında güneşli bir pazar sabahı ölmüştü. Michael Tol and kendini palamarından kurtulup kudurmuş bir denizde sürüklenen gemi gibi hissediyordu. Pusulası şaşmıştı. Haftalarca kendini kaybetmiş bir şekilde dolaştı. Arkadaşları yardım etmeye çalıştı ama gururu acımalarına katlanamazdı.
Sonunda, bir seçim yapmam gerek, diye düşündü. Çalışırsın ya da ölürsün.
Zor bir karar veren Tol and, kendini Amazing Seas çalışmalarına verdi. Program gerçek anlamda hayatını kurtarmıştı. Takip eden dört yıl boyunca Tol and'in belgeseli alıp başını gitti.
Arkadaşlarının çöpçatanlık uğraşlarına rağmen Tol and sadece birkaç kişiyle çıktı. Hepsi de fiyaskoyla ya da karşılıklı hayal kırıklığıyla sonuçlanınca Tol and bu işten vazgeçerek sosyal hayatındaki eksikliğin suçunu yoğun iş temposuna yükledi. Ama yakın arkadaşları işin gerçeğini biliyordu; Michael Tol and henüz
ıı vlıyildi.
Gökktaşının çıkartıldığı çukur Tol and'in önünde belirince, onu acı dolu düşüncelerinden çekip aldı. Hatıralarının sıkıntısını üzerinden atarak deliğe yaklaştı. Karanlık kubbede, deliğin içindeki erimiş suyun adeta gerçeküstü ve büyülü bir güzel iği vardı. Havuzun yüzeyi, ay ışığının aydınlattığı bir göl gibi parlıyordu. Tol and'in gözleri su yüzeyindeki ışıltılara kaydı. Sanki birisi suyun üstüne mavi-yeşil pırıltılar serpiştirmişti. bir süre bu pırıltılara baktı.
Tuhaf gelen bir şey vardı.
155
ilk baktığında, parıldayan suyun, kubbedeki projektör ışıklarını yansıttığını düşünmüştü. Ama şimdi öyle olmadığını anlıyordu. Pırıltıların yeşil bir rengi vardı ve sanki belirli bir ritimle yanıp sönüyorlardı. Sanki suyun yüzeyi canlıydı ve kendi kendini aydınlatıyordu. Tereddüde düşen Tol and, daha yakından bakmak için işaretlerin arkasına ilerledi.
Habikürenin diğer ucundaki Rachel Sexton, GTH konteynerinden çıkıp karanlığa girdi. Çevresini kuşatan karanlık kubbede yönünü şaşırarak, bir süre durdu. Habiküre, artık sadece kuzey duvarına yaslanmış medya ışıklarının yansımasıyla aydınlanan geniş bir mağaraya dönüşmüştü.
Karanlık yüzünden cesaretini kaybeden Rachel, içgüdüsel olarak basına ayrılmış aydınlık bölgeye doğru yürümeye başladı. Beyaz Saray çalışanlarına verdiği brifingden memnundu. Başkan'ın yaptığı emrivakinin şaşkınlığını üstünden attıktan sonra, göktaşı hakkında bildiği her şeyi kolay bir dil e aktarmıştı. Konuştukça, başkanlık çalışanlarının yüzlerindeki kuşkucu şok ifadesinin, umut dolu bir inanç ve en sonunda hayretle kabul enişe dönüşünü izlemişti.
Içlerinden birinin ansızın, "Dünya dışında yaşam mı?" diye bağırdığını duymuştu. "Bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz?"
Bir başkası, "Evet," diye cevaplamıştı. "Bu seçimi kazanacağımız anlamına geliyor."
Rachel basına ayrılmış hareketli bölüme yaklaşırken, az sonra yapılacak duyuruyu düşündü.
Babasının, kendisini ve kampanyasını bir kere de ezip geçecek başkanlık silindiriyle hezimete uğramayı gerçekten hak edip etmediğini düşünmekten kendini alamadı.
Cevap elbette, evet idi.
Babasına karşı zaaf gösterdiği zamanlarda Rachel Sexton'ın annesini hatırlaması yetiyordu.
Katherine Sexton. Sedgewick Sexton'ın ona verdiği acı ve utancın affı yoktu... akşam eve geç
gelmeler, kendini dev aynasında gören davranışlarve parfüm kokmalar. Babası sahte din duygulârının arkasına saklanıyordu. Yalan söyleyip aldatırken, Katherine'nin onu terk etmeyeceğini biliyordu.
Evet, diye karar verdi. Senatör Sexton hak ettiğini bulacak.
Basına ayrılan bölümdeki kalabalık neşe içindeydi. Herkesin elinde bira vardı. Rachel kendini erkekler partisindeki kız öğrenci gibi hissederek kalabalığa yaklaştı. Michael Tol and'ın nereye gittiğini merak ediyordu.
Corky Marlinson yanına geldi. "Mike'ı mı arıyorsun?"
Rachel şaşırmıştı. "Şey... hayır... sayılır."
Corky başını bıkkınlıkla iki yana sal adı. "Biliyordum. Mike az önce ayrıldı. Sanırım biraz şekerleme yapmaya gitti." Corky gözlerini kısarak loş kubbeye baktı. "Ama yine de onu yakalayabilirsin sanırım." Muzip bir tebessümün ardından eliyle işaret etti.
"Mike suyu ne zaman görse büyüsüne kapılır."
Corky'nin karşı tarafı işaret eden parmağını gözleriyle takip eden Rachel göktaşının çıkartıldığı
çukurun başında duran Michael Tol and'ın siluetini gördü.
"Ne yapıyor'?" diye sordu. "Orası biraz tehlikeli."
Corky sırıttı. "Su döküyor herhalde. Haydi gidip arkadan itelim."
Rachel ile Corky karanlık kubbede, göktaşının çıkartıldığı deliğe doğru ilerlediler. Michael Tol and'a yaklaştıkları sırada, Corky, ona seslendi:"Hey, balıkadam! Dalgıç kıyafetlerin nerde?"
Tol and arkasını döndü. Rachel, loş ışıkta bile Tol and'ın vakur ifadesini görebiliyordu. Yüzü, ışık aşağıdan vuruyormuş gibi garip bir şekilde aydınlanıyordu.
"Her şey yolunda mı Mike?" diye sordu.
"Pek sayılmaz." Tol and suyu işaret etti.
Ikaz işaretlerinin yanına gelen Corky, çukurun başındaki Tol and'a atıldı. Suya bakar bakmaz Corky'nin ruh hali duruldu. Çukurun çevresindeki
157 işaretlere doğru yürüyen Rachel yanlarına geldi. Deliğe göz gezdirince, yüzeyde gördüğü
mavi-yeşil pırıltılar onu hayrete düşürdü. Su üstünde sanki neon toz zerreleri yüzüyordu. Yeşil ışık verip sönüyor gibiydiler. Çok güzel bir görüntü oluşturuyordu.
Yerden bir buz parçası alan Tol and, suyun içine fırlattı. Buzun düştüğü yerde sıçrayan su, fosforlu yeşil ışıkla yakamozlandı.
Endişeli görünen Corky, "Mike," dedi. "Lütfen bunun ne olduğunu bildiğini söyle."
Tol and kaşlarını çattı. "Ne olduğunu gayet iyi biliyorum. Yalnız burda ne işi. var onu anlayamadım."
39
Işıldayan suya bakan Tol and, "Burda kamçılılar var," dedi.
"Kaçıranlar mı var?" Corky yüzünü astı. "Kendi adına konuş."
Rachel, Michael Tol and'ın espri kaldıracak havada olmadığını anlıyordu.
Tol and, "Nasıl olur bilmiyorum ama bir şekilde bu suda biyolüminesan çift kirpikli planktonlar var,"
dedi.
Rachel, "Biyolüminesan ne?" dedi. İngilizce konuş.
"Lüsiferin denilen lüminesan bir katalizörü okside edebilen tekh hücreli plankton."
Bu Ingilizce miydi?
Derin bir nefes alan Tol and, arkadaşına döndü.
"Corky, bu delikten çıkardığımız göktaşında yaşayan organizmalar bulunması olasılığı var mı?
Corky bir kahkaha patlattı. "Ciddi olalım Mike."
"Ben ciddiyim."
"Hiç ihtimal yok Mike! İnan bana, eğer NASA yetkilileri o taşta dünya dışı yaşayan organizmalar olduğundan en ufak bir şüphe duysalardı, emin ol asla ordan alıp da açık havaya çıkartmazlardı."
Tol and bir nebze rahatlamış görünse de, daha derin bir esrar bu huzuru bozuyordu. Tol and,
"Mikroskopla bakmadan emin olamam ama," dedi.
"nyrrophyta filumundan biyolüminesan bir plankton gibime geliyor. Ateş bitkisi anlamına gelir.
Kuzey Buz Denizi bunlarla doludur."
Corky omuzlarını silkti. "O halde neden uzaydan olup olmadıklarını merak ettin?"
Tol and, "Çünkü göktaşı buzul arın altında gömülüydü; kar yağışıyla biriken tatlı su. O delikteki su, buzul arın erimesiyle oluştu ve üç yüzyıldır donmuş haldeydi. Deniz canlıları oraya nasıl girmiş
olabilir?" dedi.
Tol and'ın açıklaması uzun bir sessizlik getirmişti.
Havuzun kenarında duran Rachel, aklını baktığı şeye vermeye çalıştı. Göktaşının çıkartaldığı
delikteki biyolüminesan plankton. Ne anlama geliyor?
Tol and, "Aşağıda bir çatlak olmalı," dedi. "Tek açıklaması bu. Planktonlar deliğin içine, okyanus sularının sızdığı bir yarıktan girmiş olmalı."
Rachel anlamamıştı. "Sızmak mı? Nerden?" Okyanustan buraya kadar İceRover'la yaptığı uzun yolculuğu hatırladı. "Sahil burdan en az üç kilometre uzakta."
Corky ile Tol and, Rachel'a tuhaf bir bakış fırlattılar. Corky, "Doğrusunu istersen," dedi. "Okyanus tam altımızda. Bu buz kütlesi yüzüyor."
Zihni fena halde karışan Rachel, iki adamabaktı. "Yüzüyor mu? Ama... biz buzulun üstündeyiz."
tol and, "Evet buzulun üstündeyiz," dedi. "Ama karada değiliz. Buzul ar bazen büyük kara parçalarından koparak denize karışırlar. Buz sudan daha hafif olduğu için buzul ar yüzmeye devam eder, okyanusun üstünde buzdan dev bir sal gibi gezinirler. Buz katmanının açıklaması
budur... buzul arın yüzen kısmı." Duraksadı. "Şu anda denizden yaklaşık bir buçuk kilometre uzaktayız."
Iyice sersemleşen Rachel, bir anda huzursuzluğa kapıldı. Tam da etrafında gördüklerine alışırken, Kuzey Buz Denizi üstünde durmak fıkri korkuya kapılmasına neden olmuştu.
159
Tolland, onun tedirginliğini sezmiş gibiydi. Ayağını kendinden emin bir edayla yere vurdu.
"Endişelenme. Bu buz doksan metre kalınlığında bunun altmış metresi, bardağın içindeki buz küpü
gibi suyun altında yüzüyor. Bu buz katmanını oldukça sağlam kılar. Üstüne gökdelen bile inşa edilebilir."
Tam manasıyla ikna olmayan Rachel donuk bir ifadeyle başını salladı. Kuruntuları bir yana, Tolland'ın planktonların geldiği yer hakkındaki teorisini yeni yeni anlamaya başlıyordu. Buradan okyanusa kadar inen çatlak olduğunu düşünüyor, bu yoldan planktonlar yukarıdaki deliğe çıkıyorlar.
Rachel bunun mantıklı olduğuna karar verdi ama yine de can sıkan bir ikilem vardı. Yapısal sürekliliğini doğrulamak için buzdan sayısız nüve çıkartan Norah Mangor, buzulun bütünlüğünden çok emin konuşmuştu.
Rachel, Tolland'a baktı. "Buzulun kusursuzluğunun, tüm katman tarihlendirme kayıtlarının temeli olduğunu sanıyordum. Dr. Mangor buzda hiç çatlak veya yarık bulunmadığını söylememiş miydi?"
Corky kaşlarını çattı. "Anlaşılan buz kraliçesi bu işi yüzüne bulaştırdı."
Rachel, bunu yüksek sesle söyleme, yoksa buz kazmasını kafana yersin diye düşündü.
Tolland fosforlu yaratıklara bakarken, çenesini sıvazladı. "Başka bir açıklaması yok. Mutlaka bir çatlak olmalı. Okyanusun üstündeki buz katmanının ağırlığı, plankton açısından zengin deniz suyunu deliğe doğru yukarı itiyor olmalı."
Rachel, ne çatlakmıs ama, diye düşündü. Eğer buradaki buz kalınlığı doksan metre ve deliğin derinliği altmış metre idiyse, varsayılan bu çatlak katı buzda otuz metre boyunca ilerliyor olmalıydı.
Norah Mangor'ın deney nüvelerinde hiç çatlak izine rastlanmamıştı.
Tolland, Corky'ye, "Bana bir iyilik yap," dedi. "Gidip Norah'ı bul. Tanrı'ya dua edelim de bu buzul hakkında bize söylemediği bir şeyler biliyor olsun Ming'i de bul, belki bize bu parıldayan hayvancıkların ne olduğunu söyler."
Corky yola koyulmuştu.
YENİDEN deliğe göz atan Tolland, arkasından, "Acele etsen iyi olur," diye seslendi.
"Bu biyolüminesansın zayıfladığına yemin edebilirim".
Rachel deliğe baktı. Yeşil renk kesinlikle eskisi kadar parlak değildi.
Parkasını çıkaran Tolland, deliğin yanında yere uzandı.
Aklı karışan Rachel, onu seyrediyordu. "Mike?"
"Tuzlu su sızıyor mu, onu anlamak istiyorum."
Paltosuz buzun üstünde yatarak mı?"
"Hı-hı." Tolland karnının üstünde deliğin kenarına yaklaştı. Parkanın bir kolunu kenarda tutarak, diğer kolu suya değinceye kadar aşağı sarkıttı.
"Dünyanın bir numaralı okyanus bilginlerinin kullandığı, son derece kesin sonuçlar VERen bir tuzluluk testtir. Buna 'ıslak ceketi yalamak' denir."
B u z u l katmanının üstündeki Delta-Bir kumanda başında mücadele verirken deliğin etrafında toplanan kalabalığın üstünde uçan hasar görmüş mikrobotu yönlendirmeye çabalıyordu. Aşağıdan gelen sohbetlerden anlaşıldığı kadarıyla, işler çabuk çözülmeye başlamıştı.
"Idareciyi arayın," dedi. "Ciddi bir sorunumuz var."
40
Gabrielle Ashe, bir gün başkanlık sarayında çalışıp ülkenin geleceğini yönlendiren elit takımın bir parçası olma hayalleriyle, gençliğinde sayısız Beyaz Saray'a yapılan halk turlarına katılmıştı.
Ama o anda, dünyanın başka BİR Yerinde olmayı tercih ederdi.
Gizli servis memuru Gabrielle'ı gösterişli giriş salonuna alırken, muhbiri n i n ne yapmaya çalıştığını merak ediyordu. Gabrielle'i
161
Beyaz Saray'a davet etmek akıl kârı değildi. Ya beni görürlerse? Son zamanlarda Senator Sexton'ın sag kolu olarak medyada fazlaca görünmüştü. Birisi mutlaka onu tanıyacaktı.
"Bayan Ashe?"
Gabriel e başını kaldırıp baktı. Giriş salonunda kibar yüzlü bir nöbetçi ona içtenlikle gülümsedi.
"Lütfen şuraya bakın." Eliyle işaret etti. Flaş ampulü, gösterdiği yere bakan Gabriel e'in gözünü
aldı.
"Teşekkürler bayan." Onu bir masaya götüren nöbetçi, bir kalem uzattı.
"Lütfen giriş kaydını imzalayın." Önüne deri ciltli ağır bir defter itti.
Gabriel e kayıt sayfasına baktı. Önündeki sayfa boştu. Bir zamanlar Beyaz Saray ziyaretçilerinin, ziyaretin gizliliğini korumak adına kendi sayfalarını imzaladıklarını duyduğunu hatırladı. Kendi adının karşısını imzaladı.
Gizli bir görüşme için bu kadarrı çok fazla.
Metal detektörden geçen Gabriel e'a, bunun ardından üstünkörü arama yaprldı.
Nöbetçi gülümsedi. "Hoşça vakit geçirin Bayan Ashe."
Gabriel e, Gizli Servis memurunu seramik kaplı koridordan ikinci bir güvenlik masasına kadar takip etti. Burada bir başka nöbetçi, yapraklama makinesinden çıkan ziyaretçi kartlarını
düzenliyordu. Bir delik açıp ip bağladıktan sonra Gabriel e'ın başından geçirdi. Plastik hâlâ
sıcaktı. Kimliğin üstündeki resim, on beş saniye önce koridorun aşağısında çektikleri şipşak fotoğraftı.
Gabriel e etkilenmişti. Hükümetin verimsiz çalıştığını kim söylüyor?
Yola devam ederlerken, Gizli Servis memuru onu Beyaz Saray'ın derinliklerine götürüyordu. Her adımda Gabriel e'rn huzursuzluğu biraz daha artıyordu. Gizemli daveti her kim yaptıysa, görüşmeyi gizli tutmak gibi bir kaygısı olmadığı anlaşılıyordu. Gabriel e'e resmi bir ziyaretçi kartı
çıkartılmış ve ziyaretçi defterini imzalamıştı. Şimdiyse, halk turlarının toplandığı Beyaz Saray'ın birinci katında ayan beyan yürüyordu.
Rehberlerinden biri turistlere, "Burası da Porselen Odası," diyordu.
"Nancy Reagan'ın 1981 yılında, dikkat çekici bir harcama olarak tartışma başlatan 952 dolarlık yemek takımı burda."
Gizli Servis memuru Gabriel e'ı turun yanından geçirip başka bir turun aşağıya indiği geniş bir mermer merdivene doğru götürdü. Rehber, "Üç yüz metrekarelik Doğu Odası'na girmek üzeresiniz," diye anlatıyordu.
"Bir zamanlar Abigail Adams, John Adams'ın çamaşırlarını buraya asardı. Ardından, James Madison pazarlığa oturmadan önce, Dol ey Madison'ın eyalet başkanlarıyla içki içtiği Kırmızı
Oda'ya geçeceğiz."
Turistler güldüler.
Merdivenin önünden geçen Gabriel e binanın, bir dizi ip ve barikatla kapatılmış daha özel bir bölümüne doğru ilerledi. Buradan Gabriel e'ın sadece kitaplarda ve televizyonda gördüğü bir odaya girdiler. Nefesi daralıyordu.
Tanrım burası Harita Odası!
Hiçbir tur buraya giremezdi. Odanın dışa doğru açılabilen panel duvarları kat kat dizilmiş dünya haritalarını gösterirdi. Burası, Roosevelt'in 2. Dünya Savaşı'nı planladığı yerdi. Fakat aynı
zamanda Clinton, Monica Levinsky'yle olan ilişkisini bu odada itiraf etmişti. Gabriel e bu özel düşünceyi aklından ıızaklaştırdı. En önemlisi, Harita Odası'nın Batı Kanadı'na -Beyaz Saray'da asıl siyasal ağırlıklı kişilerin çalıştığı bölüme- giden bir geçit olmasıydı. Gabriel e Ashe'in gitmeyi umduğu en son yer burasıydı. E-postaları açıkgöz bir genç stajyerin ya da daha önemsiz ofislerden birinde çalışan. bir sekreterin gönderdiğini sanmıştı. Öyle olmadığı ortadaydı.
Batı Kanadı'na gidiyorum.
Gizli Servis memuru onu halı serili koridorun sonuna kadar götürdü ve isimsiz bir kapının önünde durdu. Kapıyı vurdu. Gabriel e'ın kalbi hızla çarpıyordu.
Içeriden birisi, "Açık," diye seslendi.
163
Adam kapıyı açarak, Gabrielle'a içeri girmesini işaret etti.
Gabrielle içeri adımını attı.
Panjurları aşağı indirilmiş loş bir odayd Karanlıkta masa başında oturan bir kişinin belli belirsiz siluetini seçebiliyordu.
"Bayan Ashe?" Ses, sigara dumanlarının arkasından gelmişti. "Hoş geldiniz."
Gabrielle'ın gözleri karanlığa alışırken, tanıdık bir simayı çıkartmaya başlayınca, tüm kasları
hayretle gerildi. Bana e-posta gönderen kişi BU mu?
Marjorie Tench soğuk bir sesle, "Geldiğiniz için teşekkür ederim!" dedi.
Gabrielle, "Bayan... Tench?" diye kekelerken, birden nefes alamaz oldu.
"Bana Marjorie diyebilirsin." Sigara dumanını burnundan ejderha gibi üfleyen çirkin kadın ayağa kalktı.
"Sen ve ben çok iyi dost olacağız."
41
Göktaşının çıkartıldığı deliğin başında Tolland, Rachel ve Corky'yle birlikte duran Norah Mangor, çukurun zifiri karanlığına bakıyordu.
"Mi ke," dedi. "Akıllısın ama delisin. Burda biyolüminesan falan yok."
Tolland şimdi videoya çekmediğine yanıyordu; Corky, Norah ili Ming'i aramaya gittiğinde biyolüminesan sönmeye başlamıştı. Birkaç dakika içinde tüm parıldama durmuştu. Tolland suya başka bir buz parçası fırlattı ama hiçbir şey olmadı. Yeşil sular sıçramamıştı.
Corky, "Nereye kayboldular?" diye sordu.
Tolland'ın iyi bir fikri vardı. Biyolüminesan -doğadaki en zeki savunma mekanizmalarından biri-baskı altındaki planktonlar için doğal bir tepkiydi. Daha büyük organizmalar tarafından tüketileceğini sezen planktonlar, ilk saldırganları korkutacak daha büyük yırtıcıları çekme ümidiyle yanıp sönerdi. Bu kez bir çatlaktan giren planktonlar birdenbire kendilerini tatlı su ortamında bulmuş ve tatlı su onları yavaşça öldürürken panikle biyolüminesansa başlamışlardı. "Sanırım öldüler."
Norah, "Bence öldürüldüler," diye dalga geçti. "Paskalya tavşanı gelip onları yedi."
Corky öfkeyle ona baktı. "Işıldamayı ben de gördüm Norah."
"LSD almadan önce mi aldıktan sonra mı?"
Corky, "Bu konuda neden yalan söyleyelim?" diye sordu.
"Erkekler yalan söyler."
" E v e t , kadınlarla yatmak için, ama biyolüminesan planktonlar hakkında asla yalan söylemezler."
To l l a n d içini çekti.
"Norah, buzun altındaki okyanuslarda planktonların yaşadığını bildiğine eminim."
Nnorah öfkeyle, "Mike," dedi. "Lütfen bana işimi anlatma. Kuzey Kutbu'nda ki buz katmanlarında iki yüzden fazla diyatom türü yaşar. On dört ototrofik nanokamçıhlar, yirmi heterotrof kamçılı, kırk heterotrof çift kirpi k l i v e çok-kıllılar, çiftayaklılar, kürekayaklılar, krill'lerle balıklar da dahil olmak üzere, sürüyle çokhücreli türü. Başka sorusu olan var mı?"
Tolland suratını asmıştı. "Demek ki Kuzey Kutbu faunasını benden daha iyi biliyorsun ve altımızda pek çok yaşam türü olduğu konusunda hemfikiriz. O zaman neden biyolüminesan planktonlar gördüğümüzden şüpheleniyorsun?"
"Çünkü Mike, bu çukur sımsıkı kapalı. Kapalı bir tatlı su ortamı. Buraya hiçbir okyanus planktonu giremez!"
Tolland, "Ben suda tuz tadı aldım," diye ısrar etti. "Çok az ama var. Buraya bir şekilde tuzlu su giriyor."
Norah şüpheci bir tavırla, "Peki," dedi. "Tuz tadı aldın. Ter içindeki parkanın kolunu yaladın ve KYYT yoğunluk taramalarıyla on beş nüve örneğinin yanlış olduğuna karar verdin."
165
Tolland ispatlamak için parkasının ıslak kolunu uzattı.
"Mike, lanet ceketinin kolunu yalamayacağım." Deliğe baktı.
"Peki sözde plankton sürülerinin neden bu sözde çatlağa girdiklerini sorabilir miyim acaba?"
Tolland cesurca, "İsı olabilir mi?" dedi. "İsı pek çok deniz canlısını etkiler. Göktaşını çıkartırken onu ısıttık. Planktonlar içgüdüsel olarak delikteki daha sıcak ortama çekilmiş olabilirler."
Corky başını salladı. "Kulağa mantıklı geliyor."
"Mantıklı mı?" Norah gözlerini devirdi. "Biliyor musunuz, ödüllü I fizikçiyle, dünyaca ünlü bir okyanus bilgini için oldukça kalın kafalı tiplersiniz. Acaba hiç aklınıza geldi mi, bir çatlak olsa bile -ki sizi temin ederim yok- deniz suyunun bu kuyuya girmesine fiziksel açıdan imkân ihtimal yok."
Acınaklı bir küçümsemeyle onlara baktı.
Corky, "Ama Norah..." diye başlayacak oldu.
"Beyler! Burda deniz seviyesinin üstündeyiz." Ayağını buza vurdu. "Alo? Bu buz kütlesi denizden otuz metre yukarıda. Bu buz katmanının sonundaki büyük uçurumu hatırlıyor musunuz? Okyanustan daha yukardayız. Eğer bu havuza ilerleyen bir çatlak varsa, suyun kuyudan dışarı akması lazım, içeri değil. Buna yerçekimi denir."
Tolland ile Corky birbirlerine baktılar.
Corky, "Kahretsin," dedi. "Bunu düşünmemiştim."
Norah eliyle su dolu havuzu gösterdi. "Ayrıca su seviyesinin hiç değişmediğini fark etmiş
olmalısınız."
Tolland kendini aptal gibi hissediyordu. Norah kesinlikle haklıydı. Eğer bir çatlak varsa suyun dışarı akması gerekiyordu, içeri değil. Tolland bundan sonra ne yapacağını düşünerek uzunca bir süre sessizce ayakta durdu.
"Pekâlâ." Tolland içini çekti. "Görünüşe bakılırsa çatlak teorisi mantığa aykırı. Ama suda biyolüminesan gördük. Çıkarılacak tek sonuç bunun kapalı bir ortam olmadığı. Buz tarihlendirme verilerinin buzulun bütünlüğü önermesine dayandığını biliyorum ama..."
"Önerme mi?" Norah'nın son derece rahatsızlık duyduğu belli oluyordu.
"Bunlar sadece benim verilerim değil Mike, unuttun mu? NASA da aynı sonuçlara vardı. Hepimiz buzulun tek parçalılığını teyit ettik. Çatlak yok."
Tolland kubbenin diğer tarafında basın konferansı verilecek bölüm etrafında toplanmış kalabalığa baktı. "Her ne oluyorsa, samimiyetle söylüyorum, sanırım müdüre bildirmemiz gerekecek ve..."
"Tam saçmalık!" Norah öfkeyle tıslıyordu.
"Bu buzul katmanının hiç bozulmamış olduğunu söylüyorum. Tuz tadı alındı veya saçma sapan halüsinasyonlar görüldü diye nüve verilerimin sorgulanmasına izin veremem" Hışımla yakınlardaki bir araç gereç bölümüne gitti ve bazı aletler almaya başladı.
"Doğru düzgün su örneği alıp burda tuzlusu plankttonu olmadığını size göstereceğim... ölü ya da diri!"
Norah erimiş havuzdan su örneği almak için iple steril bir pipet uzatırken, Rachel ile diğerleri onu seyretti. Norah, minyatür teleskopu andıran minik bir aletin içine birkaç damla akıttı. Ardından aleti, kubbenin diğer tarafından yayılan ışığa doğru tutarak mercekten baktı. Saniyeler geçmeden lanet okumaya başlamıştı.
"Aman Tanrım!" Aleti sallayan Norah bir kez daha baktı. "Lanet olsun Bu refraktometre bozulmuş olmalı!"
Corky sevinerek, "Tuzlu su mu?" diye sordu.
Norah kaşlarını çattı. "Kısmen. Yüzde üç deniz suyu içerdiğini gösteriyor ki bu kesinlikle imkânsız.
Bu buzul bir kar yığını. Saf tatlı sudan oluştu. Hiç tuz olmamalı." Norah örneği yakınındaki bir mikroskoba götürerek inceledi. Homurdanıyordu.
Tolland, "Plankton mu?" diye sordu.
"G. Polihedra" derken sesi artık yatışmıştı. "Biz buzul uzmanlarının buz katmanları altındaki okyanuslarda sıkça rastladığı bir plankton türü." Omzunun üstünden Tolland'a göz attı.
"Ölmüşler. Yüzde üç tuzzlu su içeren bir ortamda yaşayamadıkları anlaşılıyor."
167
Dördü, derin kuyunun yanında bir süre sessizce durdular. Rachel, bu çelişkinin buluş açısından ne anlam ifade ettiğini anlamaya çalışıyordu. Göktaşının açtığı ufuklarla kıyaslandığında bu çıkmaz çok ufak görünüyordu, ama yine de bir istihbarat uzmanı olan Rachel, bundan çok daha küçük sorunlar yüzünden nice teorilerin suya düştüğünü görmüştü.
"Burda neler oluyor?" Ses uğultuyu andırıyordu.
Herkes başını kaldırıp baktı. Karanlığın içinden NASA müdürünün kaba saba silueti belirdi.
Tolland, "Havuzdaki suyla ilgili küçük bir tereddüdümüz var," dedi. "Çözmeye çalışıyoruz."
Corky adeta neşe içindeydi. "Norah'nın buz verileri hapı yuttu."
Norah, "Bir tarafımı ye," diye fısıldadı.
Müdür kalın kaşlarını çatarak yanlarına yaklaştı. "Buz verilerinin nesi varmış?"
Tolland kararsız bir edayla içini çekti. "Göktaşının çıkartıldığı havuzda yüzde üç oranında tuzlu suya rastladık, ki bu da göktaşının hiç bozulmamış tatlı su buzulunda saklı kaldığı buzul bilim raporuyla çelişiyor." Durdu. "Ayrıca planktonlar da var."
Ekstrom kızmış gibiydi. "Bu elbette imkânsız. Bu buzulda hiç çatlak yok. KYYT taramaları bunu doğruluyor. Bu göktaşı tek parça halindeki buz yatağında gömülüydü."
Rachel, Ekstrom'un haklı olduğunu biliyordu. NASA'nın yoğunluk taramalarına bakılacak olursa buz katmanı taş gibi sağlamdı. Göktaşının! her tarafı onlarca metre donmuş buzulla örtülüydü. Hiç
çatlak yoktu. Rachel yoğunluk taramalarının nasıl yapıldığını hayal etmeye çalışırken, garip bir düşünceye kapıldı...
Ekstrom, "Ayrıca," diyordu. "Dr. Mangor'ın nüve örnekleri buzulun bütünlüğünü teyit etti."
Refraktometreyi masanın üstüne vuran Norah, "Kesinlikle!" dedi.
"Çift teyit. Buzda hiç çatlak çizgisi yok. Bu yüzden tuz ve plankton için b i r açıklama bulamıyoruz."Sesindeki yürekliliğe kendi bile şaşıran Rachel, "Doğrusunu isterseniz dedi. "Başka bir ihtimal var." Ani bir ilhamla, en akla gelmeyecek hatıraları canlanmıştı. Şimdi herkes dönmüş ona bakıyordu. Gözlerinde aşikâr bir kuşku ifadesi vardı.
Rachel gülümsedi. "Tuz ve planktonun son derece mantıklı bir açıklaması var." Tolland'a iğneleyici bir bakış fırlattı. "Ve samimi olmak gerekirse Mike, senin aklına nasıl gelmediğine şaşırdım."
42
Buzulda donmuş plankton mu?" Corky Marlinson, Rachel'in açıklamasından ikna olmuş gibi değildi. "Hevesin kursağında kalsın istemem ama genellikle bir şey donunca ölür. Bu küçük haylazlar bize göz kırpıyord u, unut un mu yoksa?"
Etkilenmiş gözlerle Rachel'a bakan Tolland, "Aslında," dedi. "Haklı olabilir. Ortam gerektirdiğinde zahiri ölüm yaşayan birkaç tür var. Bir zam a n l a r bu fenomen hakkında bir bölüm hazırlamıştım."
Rachel başını salladı. "Göllerde donan ve buzlar çözülene kadar beklemek zorunda kalan turnabalıklarını göstermiştin.-Ayrıca çöllerde bünyesindeki tüm suyu kaybeden, onlarca yıl bu şekilde kalan ve yağmur yağdığında yeniden hayata dönen, tardigrad böceği denen mikroorganizmalardan bahsetmiştin."
Tolland kendi kendine güldü. "Demek programımı gerçekten seyrediyorsun. "
Rachel biraz utangaç bir tavırla omuzlarını silkti.
169
Norah, "Ne söylemeye çalışıyorsunuz Bayan Sexton?" diye sordu.
Tolland, "Şunu söylemeye çalışıyor," dedi. "Ki ben bunu daha önce j fark etmiş olmalıydım. O
programda bahsettiğim türlerden biri, her kıf | Kuzey Kutbu'ndaki buzullarda donan, orda kış
uykusuna yatan ve her yatı buzullar eridiğinde yüzüp giden bir plankton türüydü." Tolland durak di.
"O programda gösterdiğim türler burda gördüğümüz biyolüminesai türlerden değildi ama aynı şey olmuş olabilir."
Michael Tolland onun fikrini beğendiği için heyecanlanan Rachel, "Donmuş planktonlar burda gördüğümüz her şeyi açıklayabilir," dedi,! "Geçmiş bir zamanda buzulda bir çatlak açılmış olabilir, plankton açısından zengin tuzlu suyla dolar ve sonra yeniden donar. Ya bu buzulda de donmuş tuzlu su cepleri varsa? Donmuş plankton barındıran donmuş deniz suyu. Düşünün, siz ısıtılmış göktaşını
yukarı kaldırırken donmuş bir tuzlli su cebinden geçmiş olabilir. Tuzlu sudan oluşan buz erir, planktonları uykusundan uyandırır ve tatlı suya az miktarda tuzlu su karışır."
"Ah, Tanrı aşkına!" Norah karşıt bir ifadeyle inler gibi ses çıkardı "Birden herkes buzul uzmanı oldu!"
Corky de şüpheyle bakıyordu. "Ama KYYT yoğunluk taraması yaparken tuzlu su buz ceplerini tespit etmez miydi? Ne de olsa deniz su buzuyla tatlı su buzlarının yoğunluğu birbirinden farklı."
Rachel, "Çok az fartlı," dedi.
Norah, "Yüzde dört önemli bir farktır," diye karşı çıktı.
Rachel, "Evet laboratuvarda," diye cevap verdi. "Ama KYYT ölçütlerini 120 mil yukardan yapıyor.
Bilgisayarlar belirgin -buz ve balçık, granit ve kireçtaşı- farklılıkları ayırt etmek üzere tasarlandı."
Müdüre döndü.
"KYYT uzaydan yoğunluk ölçerken, tuzlu su buzuyla tatlı su buzunu birbirinden ayırt edemediğini düşünmekte haksız mıyım?"
Müdür başını salladı. "Doğru. Yüzde dörtlük oran, KYYT'un hata payı eşiğinin altında. Uydu tatlı su buzuyla tuzlu su buzunu aynı kabul etmiştir."
Tolland şimdi merak etmiş gibi görünüyordu. "Bu aynı zamanda havuzda suyun sabit seviyede kalmasını da açıklar." Norah'ya baktı. "Delikte gördüğün planktonlara ne deniyordu?"
Norah, "G. Polihedra," dedi. "Şimdi de G. Polihedra buzda kış uykusuna yatabil ir mi diye merak ediyorsunuzdur. Cevabın evet oluşu sizi sevindirecektir. Kesinlikle. G. Polihedra buz katmanları
etrafında sürüler halinde bulunur, biyolüminesan yapar ve buzun içinde kış uykusuna yatabilir. Başka soru var mı?"
Herkes birbirine baktı. Norah'nın ses tonundan, devamında bir "ama" geleceği anlaşılıyordu yine de Rachel'ın teorisini doğrulamış gibiydi.
Tolland, "O halde," dedi. "Mümkün olduğunu söylüyorsun öyle de ğil mi? Bu teori mantıklı mı?"
Norah "Elbette," dedi. "Tam bir geri zekâlıysan."
Rachel öfkeyle atıldı. "Pardon anlayamadım?"
Norah Mangor ile Rachel bakışlarını birbirlerine diktiler. "Sanırım mesleğinizde bilginin azlığı
tehlikeli bir şeydir, yanılıyor muyum? Inanın bana, aynısı buzulbilim için de geçerli." Norah gözlerini etrafındaki dört kişide teker teker gezdirdi. "Bunu şimdi herkesin anlaması için bir kez ve son olarak açıklayacağım. Bayan Sexton'ın ileri sürdüğü tuzlu su cepleri vardır. Buzul uzmanları bunlara yarık derler. Bununla birlikte yarıklar tuzlu su ceplerinden değil, uzantıları saç teli kalınlığında olan tuzlu su buz ağlarından meydana gelirler. Bu derinlikteki havuzda yüzde üç oranında tuzlu su olması için, o göktaşının bayağı fazla yarıktan geçmesi gerekiyor."
Ekstrom kaşlarını çattı. "Yani mümkün mü, değil mi?"
Norah sert bir dille, "İmkânı yok," dedi. "Kesinlikle mümkün değil. Nüve örneklerinde tuzlu su buz ceplerine mutlaka rastlardım."
R a c h e l , "Nüve örnekleri gelişigüzel noktalardan çıkartılmadı mı?" diye sordu. "Acaba talihsizlik eseri, nüvelerin çıkartıldığı yerler deniz buzu ceplerini ıskalamış olabilir mi?"
171
"Ben göktaşının tam üstünden nüveler çıkarttım. Sonra da her yannından birkaç santim mesafede onlarca örnek aldım. Daha yakını olamaz."
"Sadece sordum."
Norah, "Su götürür bir mesele," dedi. "Tuzlu su yarıklarına sadece mevsimlik -her mevsim oluşan ve sonra eriyen- buzlarda rastlanır. Milne Buzul Katmanı sürekli buzdur; dağlarda oluşan ve buzuldan parçalar kopup denize düşene kadar bozulmadan duran buz. Bu esrarlı fenomeni açıklamakta donmuş
planktonlar ne kadar uygun görünürse görünsün, sizi temin ederim bu buzulda hiç donmuş plankton ağı yok."
Grup yeniden sessizleşmişti.
Donmuş plankton teorisinin çürümesine karşın, Rachel'ın sistem veri analizi bu reddi kabul edemiyordu. Rachel'ın içgüdüleri altlarındaki buzulda donmuş planktonlar bulunmasının, bilmecenin en basit çözümü olduğunu söylüyordu. Occam'ın Usturası Prensibi, diye düşündü. UKO'da eğitmenleri bunu bilinçaltına kazımışlardı. Birden fazla açıklama olduğunda en basiti genellikle doğrudur.
Buz nüvesi verileri yanlış çıktığı takdirde Norah Mangor'ın kaybedecek çok şeyi vardı. Rachel, belki de Norah'nın planktonu görünce bu buzulun bütünlüğü konusunda hata yaptığını fark ettiğinden ve şimdi de hatasını örtbas etmeye çalıştığından şüphelendi.
Rachel, "Tek bildiğim," dedi. "Az önce tüm Beyaz Saray çalışanlarına brifing verip onlara bu göktaşının bozulmamış bir buz yatağında bulunduğunu, orda gömülü durduğunu ve Jungersol denilen ünlü bir meteordan koptuğu 1716'dan beri hiç el değmediğini söylediğim. Bu gerçek sanırım şu anda tartışılır oldu."
NASA müdürü ciddi bir ifadeyle susuyordu.
Tolland boğazını temizledi. "Rachel'a katılmak zorundayım. Havuzda tuzlu su ve plankton vardı.
Açıklaması ne olursa olsun, bu havuzun kapalı bir ortam olmadığı anlaşılıyor. Kapalı olduğunu söyleyemeyiz."
Corky huzursuz görünüyordu. "Eee, millet, burda astrofizikten bahsetmek istemem ama benim mesleğimde hata yaptığımızda genellikle milyarlarca yıldan bahsederiz. Gerçekten de bu plankton/tuzlu su karışımı o kadar önemli mi? Yani, göktaşının çevresindeki buzun kusursuzluğu göktaşının kendisini etkilemez, öyle değil mi? Elimizde hâlâ fosiller var. Kimse onların gerçekliğini sorgulamıyor. Buz nüvesi verilerinde hata yaptığımız ortaya çıksa da, kimsenin umurunda olmaz. Sadece başka bir gezegende yaşam kanıtı bulmamızla ilgileneceklerdir."
Rachel, "Üzgünüm Dr. Marlinson," dedi. "Veri analizi yaparak geçinimini sağlayan biri olarak, size katılamadığımı belirtmek zorundayım. NASA'nın bu akşam sunacağı verilerdeki en ufak bir kusurun tüm keşfin inanılırlığını sarsma ihtimali var. Buna fosillerin gerçekliği de dahil."
Corky'nin ağzı açık kalmıştı. "Sen neden bahsediyorsun? Bu fosiller reddedilemez."
"Ben biliyorum. Siz biliyorsunuz. Ama eğer halk, NASA'nın bilinçli o l a r a k şüpheli buz nüvesi verilerini sunduğu düşüncesine kapılırsa, inanın bana, o anda NASA'nın başka hangi konularda yalan söylediğini merak etmeye başlayacaktır."
Norah parlayan gözlerle ileri doğru adım attı. "Benim buz nüvesi verilerim şüpheli değil." Müdüre döndü. "Bu buz katmanının hiçbir yerinde kalmış deniz buzu bulunmadığını size kanıtlayabilirim!"
Müdür uzunca bir süre ona baktı. "Nasıl?"
Norah planını açıkladı. Bitirdiğinde, Rachel bunun mantıklı bir fikir olduğunu kabul etmek zorunda kaldı.
Müdür o kadar emin görünmüyordu. "Sonuçlar kesin olacak, öyle değil mi?"
Norah, "Yüzde yüz doğrulanmış olacak," diyerek onu temin etti. "O göktaşının yakınlarında bir damla bile donmuş tuzlu su varsa, bunu göreCEĞİZ. Birkaç damlası bile cihazımda Times Meydanı
gibi ışıldayacaktır."
Müdürün asker kesimi saçlarının altındaki kaşları çatıldı. "Fazla vaktimiz kılmadı. Basın konferansına birkaç saat var."
173
"Yirmi dakika sonra dönerim."
"Ne kadar uzaklaşacağını söylemiştin?"
"Çok fazla değil. İki yüz metre yeterli olur."
Ekstrom başını salladı. "Güvenli olduğundan emin misin?"
Norah, "Yanıma işaret fişeği alırım," diye yanıt verdi. "Ayrıca Mike da benimle gelecek."
Tolland birden başını dikleştirdi. "Öyle mi yapacağım?"
"Evet öyle Mike! Birbirimize destek olacağız. Sert bir rüzgâr estiğinde, arkamda bir çift güçlü
kol olsun isterim."
"Ama..."
Tolland'a dönen müdür, "Haklı," dedi. "Tek başına gidemez. OnunB birlikte birkaç adamımı
gönderebilirdim ama dürüst olmak gerekirse gerçekten sorun olup olmadığını öğrenene kadar şu plankton meselesinin kendi aramızda kalmasını tercih ediyorum."
Tolland isteksizce başını salladı.
Rachel, "Ben de gitmek isterim," dedi.
Norah olduğu yerde kobra yılanı gibi döndü. "İstersin tabi ya."
Müdür aklına yeni bir fikir gelmiş gibi, "Aslında," dedi. "Sanırım dörtlü destek sistemi çok daha güvenli olur. Eğer siz ikiniz giderseniz Mike kayarsa sen onu asla tutamazsın. Dört kişi ikiden çok daha güvenli olacaktır." Durup Corky'ye baktı. "Yani bu, ya siz ya da Dr. Ming gideceksiniz anlamına geliyor." Ekstrom habikürede gözlerini gezdirdi. "Sahi Dr. Ming nerde?"
Tolland, "Bir süredir onu görmüyorum," dedi. "Belki kestiriyordur.
Ekstrom, Corky'ye döndü. "Dr. Marlinson, onlarla birlikte gitmenizi salık veremem ama..."
Corky, "Nerden çıktı şimdi?" dedi. "Aynı sahneye tanık olmak başımıza ne işler açtı."
Norah, "Hayır!" diye haykırdı. "Dört kişi bizi yavaşlatır. Mike ve ben yalnız gideceğiz."
"Emin misin?"
"Yalnız gitmiyorsunuz." Müdür gayet kesin konuşmuştu
"Ipe bağlanmanın dörtlü tasarlanmasının bir nedeni var ve biz de bü işi mümkün olduğu kadar güvenli yoldan yapacağız. Ihtiyacım olan son şey, NASA tarihindeki en büyük basın konferansından birkaç saat önce bir kaza yaşanması."
43
Gabbrielle Ashe, Marjorie Tench'in boğucu odasında otururken nedensiz bir tedirginlik hissediyordu. Bu kadın benden ne istiyor olabilir? Odada ki tek masanın arkasında oturan Tench sandalyesinde öne doğru eğildi. Yüzünün sert çizgileri, Gabrielle'm huzursuzluğuna memnun olmuş gibiydi. Pakete hafifçe vurarak yeni bir sigara çıkartan Tench, "Duman rahatsız ediyor mu?" diye sordu.
Gabrielle, "Hayır," diye yalan söyledi.
Tench sigarasını yakmıştı bile. "Sen ve adayın bu kampanya esnasında NASA'yla hayli ilgilendiniz."
Öfkesini gizlemek için çaba göstermeyen Gabrielle,
"Evet," dedi. "Birileri cesaretlendirmişti. Açıklama istiyorum."
Tench masumca dudaklarını büktü.
"NASA'ya saldırman için neden sana e-postayla bilgi gönderdiğimi bilmek mi istiyorsun?"
"Gönderdiğiniz bilgiler Başkanı'nıza zarar verdi."
"Kısa vadede evet."
Tench'in sesindeki uğursuz tonlama Gabrielle'm keyfini kaçırmıştı.
"Bu ne anlama geliyor?"
"Rahatla Gabrielle. Gönderdiğim e-postalar işleri fazla değiştirmedi. Ben devreye girmeden önce de Senatör Sexton NASA'ya takmıştı. Ben sadece mesajını netleştirmesine yardımcı oldum. Ne tarafta durduğunu açıkça gösterdi."
175
"Ne tarafta durduğunu mu gösterdi?"
"Kesinlikle." Tench gülümseyince lekeli dişleri meydana çıktı.
"Bu akşamüstü CNN'de oldukça etkileyici olduğunu söylemek zorundayım."
Gabrielle, Tench'in kaçamaklı cevap terbiyecisi soruları karşısında senatörün verdiği tepkiyi hatırladı. Evet, NASA'yı kaldırırdım. Sexton köşeye sıkışmış ama sert oynamıştı. Doğru hareket buydu. Yoksa değil miydi? Tench'in kendinden emin görüntüsü Gabrielle'da, bir şeyleri eksik bildiği hissini uyandırıyordu.
Tench aniden ayağa kalkınca, sırık gibi vücudu küçücük yeri doldurdu. Dudaklarından sarkan sigarayla duvardaki kasanın yanına gidip bir zarf çıkardı. Masaya dönüp yeniden oturdu.
Gabrielle zarfa göz attı.
Zarfı elinde floş ruvayal tutan bir poker oyuncusu gibi kucaklayan Tench gülümsüyordu.
Heyecanlı bekleyişin tadını çıkartıyormuş gibi, sa rarmış parmak uçlarıyla zarfın kenarına sürekli vurarak sinir bozucu sololer çıkartıyordu.
Gabrielle bunun sadece kendini suçlu hissetmesinden kaynaklandığını biliyordu ama zarfın içinde senatörle yaşadığı cinsel ilişkiye dair ipucu olmasından korkuyordu. Saçmalama, diye düşündü. Bu olay Sexton'ın kilitli ofis odasında mesai saatinden sonra yaşanmıştı. Beyaz Saray'ın elinde herhangi bir delil olsaydı, bunu şimdiye dek çoktan kamuya duyururlardı.
Gabrielle, belki şüpheleniyorlardır, diye düşündü, ama ellerinde kanıt yok.
Tench sigarasını ezerek söndürdü. "Bayan Ashe, farkında mısınız değil misiniz bilmiyorum ama Washington'da 1996'dan beri sahne arkasında süregelen bir savaşın içine düştünüz."
Bu açılış konuşması kesinlikle Gabrielle'ın beklediği türden değildi "Anlayamadım?"
Tench bir sigara daha yaktı. İnce dudakları sigarayı kavrarken, sigaranın ucu kıpkırmızı parladı.
"Uzayı Ticari Kullanıma Açma Kanunu denilen yasa tasarısı hakkında ne biliyorsun?"
Gabrielle bunu daha önce hiç duymamıştı. Omuzlarını silkti.
Tench, "Sahi mi?" dedi. "Buna çok şaşırdım. Adayınızın savunduğu ilkeler düşünülünce. Uzayı
Ticari Kullanıma Açma Kanunu 1996'da Senatör Walker tarafından ortaya atıldı. Yasa tasarısı
esas itibarıyla, aya insan gönderdiğinden beri kayda değer bir iş yapamayan NASA'nın başarısızlarını ele alıyor. NASA hisselerinin derhal özel uzay şirketlerine satılarak özelleştirilmesini öngörüyor. Böylece NASA'nın vergi mükelleflerine bindirdiği yük ortadan kaldırılacak ve serbest piyasa sistemiyle uzay daha etkin biçimde keşfedilecek."
Gabrielle NASA'nın açtığı sıkıntılara çare olarak özelleştirilmesi gerektiğinin öne sürüldüğünü
duymuştu ama bu fikrin resmi bir yasa tasarısı şekline dönüştürüldüğünden haberi yoktu.
Tench, "Bu ticari kullanıma açma yasa tasarısı Kongre'ye dört kez sunuldu," dedi. "Uranyum üretimi gibi devlet işletmelerinin başarıyla özelleştirildiği tasarılara benziyordu. Kongre önüne gelen ticari kullanıma açma tasarısını dört kez kabul etti. Bereket versin ki Beyaz Saray her seferinde veto etti. Zachary Herney iki kez veto etmek mecburiyetinde kaldı."
"Yani?"
"Yani, Senatör Sexton Başkan olduğu takdirde kesinlikle destekleyeceği bir yasa tasarısı.
Sexton'ın eline geçen ilk fırsatta NASA hisselerini hiç sızlamadan satacağına inanmak için nedenlerim var. Kısacası, adayınız vergilerin uzay keşfine harcanmasındansa NASA'nın özelleştirilmesini tercih edecektir."
"Bildiğim kadarıyla senatör kamu önünde Uzayı Ticari Kullanıma Açma Kanunu'ndan yana olduğunu hiç belirtmedi."
"Doğru. Ama takip ettiği politikayı bilen biri olarak, bunu destekledeğini öğrenmek seni şaşırtmayacaktır."
177
"Serbest piyasa sistemleri verimliliği arttırır."
"Bunu 'evet' olarak kabul ediyorum." Tench, ona bakıyordu. "Ne yazık ki, NASA'nın özelleştirilmesi berbat bir fikir ve yasa tasarısı ortaya atıldığından beri Beyaz Saray yönetimlerinin bunu reddetmesinin sayısız sebebi var."
Gabrielle, "Uzayın özelleştirilmesine karşıt fikirleri duymuştum," dedi. "Kaygınızı anlıyorum."
"Anlıyor musun?" Tench, ona doğru eğildi. "Hangi fikirleri duydun?"
Gabrielle tedirginlikle oturduğu yerde kıpırdandı. "Şey, daha çok standart kuramsal korkular...
NASA'yı özelleştirirsek, kârlı girişimler uğruna uzayla ilgili mevcut bilgi araştırmalarımızın çabucak terk edileceği."
"Doğru. Uzay bilimi göz açıp kapayıncaya kadar yok olur. Özel uzay şirketleri evrenimizi incelemek için para harcamak yerine, asteroitlerin altını üstüne getirir, uzayda turist otelleri inşa eder, ticari uydu fırlatma hizmetleri sunarlar. Özel şirketler milyarlarca dolara mal olduğu halde hiçbir maddi getirisi olmayacaksa, neden evrenimizin köklerini araştırmakla uğraşsın?"
Gabrielle, "Uğraşmazlar," diye karşılık verdi. "Ama ilmi hedeflere fon sağlamak amacıyla Uzay Bilimi için Milli Bağış Sistemi kurulabilir."
"Böyle bir sistem zaten var. İsmi NASA."
Gabrielle susmuştu.
Tench, "Kâr sağlamak için bilimi bir kenara bırakmak işin önemsiz kısmı," dedi. "Özel sektörün uzayda dilediği gibi at koşturmasına izin verince meydana gelecek kaosla kıyaslandığında hafif kalıyor.Yeniden vahşi batı günlerine döneceğiz. Ayda ve uzayda hak iddia eden ve bu iddialarını güç
kullanarak korumaya kalkan öncüler göreceğiz. Geceleri gökyüzünde yanıp sönen neon reklam panoları yapmak isteyen şirketlerin dilekçe verdiklerini duydum. Uzay otelleriyle turistik işletmelerin, çöplerini uzay boşluğuna atmak ve yörünge etrafında dönen çöp yığınları oluşturmak istediklerini gördüm. Hatta daha dün, ölüleri yörüngeye fırlatarak uzayı mozoleye çevirmek isteyen bir şirketin verdiği teklifi okudum. Telekomünikasyon uydularının cesetlerle çarpıştığını hayal edebiliyor musun?
Geçen hafta ofisime gelen milyarder bir CEO, yakın alan bir asteroiti yeryüzünün daha yakınına çekip değerli mineral madenleri aramak istiyordu. Bu adama asteroitleri dünya yörüngesine yaklaştırmanın küresel
felaket tehlikesi taşıdığını hatırlatmak zorunda kaldım! Bayan Ashe, sizi temin ederim, eğer bu yasa tasarısı geçerse uzaya doluşan girişimciler füze bilimi uzmanları olmayacak. Bunlar cüzdanı kabarık ama kafası sığ girişimciler olacaklar."
Gabrielle, "İnandırıcı iddialar," dedi. "Ama eminim senatör yasa tasarısını oylamak durumunda kalırsa bu meseleleri dikkate alacaktır. Tüm bunların benimle ne ilgisi olduğunu sorabilir miyim?"
Tench gözlerini kısarak, bakışlarını sigarasına çevirdi. "Pek çok kişi uzaydan çokça para kazanmayı
bekliyor ve siyasi lobi tüm sınırlamalarla engelleri kaldırmak için kollarını sıvıyor. Özelleştirmeye karşı... uzaydaki anarşiye karşı geriye kalan tek engel başkanlık ofisinin veto hakkı."
"O halde Zach Herney'ye yasa tasarısını veto etmesini tavsiye ederim."