İhanet Noktası

Dan Brown

YAZARİN NOTU

Delta Gücü, Ulusal Keşif Bürosu ve Uzay Sınırları Vakfi gerçek kurumlardır.

Bu romanda konu edilen bütün teknolojiler mevcuttur.

Eğer bu keşif onaylanırsa, bilimin şimdiye dek dünyamızda perdesini açtığı en şaşırtıcı

kavramlardan biri olacaktır.

Tahmin edilebileceği gibi, olası etkileri geniş kapsamlı ve ürkütücüdür.

En eski sorularımıza yanıt vermeyi vaat etse de, daha önemli başka soruları içinde barındırmaktadır.

Başkan Bil Clinton, 7 Ağustos 1996'da, ALH84001 diye bilinen bir keşfin ardından verdiği basın toplantısından.

İHANET NOKTASİ

Ölüm, bu ıssız yerde, sayısız biçimlerde gelebilirdi. Jeolog Charles Brophy bu arazinin acımasız ihtişamına yıl arca katlanmış olmasına rağmen yine de hiçbir şey onu yaşayacağı insanlık dışı

felakete hazırlamış olmazdı.

Brophy'nin dört köpeği, jeolojik algılama aygıtları kızağını tundra üzerinde çekerken, birden bakışlarını gökyüzüne çevirerek yavaşladı.

Kızaktan inen Brophy, "Ne oldu kızlar?" diye sordu.

Toplanmaya başlayan fırtına bulutlarının ardındaki çift pervaneli bir nakliye helikopteri, buzul zirvelerini askeri maharetle kucaklayarak, kavis çizerek alçalıyordu. Bu tuhaf, diye düşündü. Bu kadar kuzeyde hiç helikopter görmemişti. Helikopter, toz gibi kardan bir kümeyi havaya savurarak el i metre kadar uzağa indi. Tetikte duran köpekler hırladılar.

Helikopterin kapısı kayarak açıldığında, iki adam aşağı indi. Soğuk hava şartlarına uygun beyaz giysiler içindeki adamlar, el erinde tüfekleriyle aceleleri varmış gibi Brophy'ye doğru ilerlediler.

Içlerinden biri, "Dr. Brophy?" diye seslendi.

Jeolog bocaladı. "İsmimi nerden biliyorsunuz? Siz kimsiniz?"

"Telsizinizi çıkarın lütfen."

11

"Anlayamadım."

"Dediğimizi yap."

Şaşkınlık içindeki Brophy telsizini parkasının cebinden çıkardı.

"Acil bir resmi bildiri iletmeni istiyoruz. Telsiz frekansını yüz kilohertze indir."

Yüz kilohertz mi? Brophy'nin aklı tamamen karışmıştı. Bu kadar düşük frekanstan hiç kimse hiçbir şey alamaz. "Bir kaza mı oldu?"

Diğer adam tüfeğini kaldırarak, Brophy'nin başına doğrulttu. "Açıklamaya zaman yok. Dediğimizi yap."

Brophy titreyerek ileti frekansını ayarladı.

ilk konuşan adam, üzerine birkaç satır yazılı bir not kağıdını ona uzattı. "Bunu ilet. Hemen."

Brophy kâğıda baktı. "Anlamıyorum. Bu bilgi doğru değil. Ben yapmadım..."

Adam tüfeğini sertçe Brophy'nin şakağına bastırdı. Tuhaf mesajı iletirken Brophy'nin sesi titriyordu.

Birinci adam, "Güzel," dedi. "Şimdi sen ve köpeklerin helikoptere binin.

Namlunun ucundaki Brophy isteksiz köpeklerini yönlendirerek, paten demirinden helikopterin yük bölümüne çıktı.

Onlar yerleşir yerleşmez helikopter havalanarak batıya döndü.

Parkasının içinde ter basan Brophy, "Siz de kimsiniz?" diye sordu. Ve o mesajın anlamı neydi öyle!

Adamlar hiçbir şey söylemediler. Helikopter irtifa kazanırken, rüzgâr açık kapıdan içeri doluyordu.

Brophy'nin, yük kızağına bağlı duran dört köpeği inlemeye başlamıştı.

Brophy, "En azından kapıyı kapatın," dedi. "Köpeklerimin ürktüğünü görmüyor musunuz?"

Adamlar yanıt vermediler. Helikapter bin üç yüz metreye çıkarken, buzul kanyonları ve yarıkları

üstünden dikine yükseliyordu. Adamlar birden ayağa kalktılar. Tek bir söz söylemeden yüklü

kızağı tutarak, açık kapıdan dışarı ittiler. Brophy köpeklerinin muazzam ağırlığa karşı acıyla mücadele edişlerini dehşet içinde seyretti. Uluyarak helikopterden dışarı sürüklenen hayvanlar bir anda gözden kayboldular. Adamlar onu yakaladıklarında, Brophy çoktan ayağa kalkmış çığlık atıyordu. Onu kapıya doğru çektiler. Korkudan kaskatı kesilen Brophy yumruklarını savurarak, onu dışarı iten güçlü el ere karşı kendini savunmaya çalıştı.

Hiç yararı yoktu. Saniyeler sonra aşağıdaki buzul kanyonlarına doğru düşmeye başlamıştı.

13

Capitol Hil 'e komşu olan Toulos Restoranı'nın gururla sunduğu süt danası ve karabiberle dövülmüş at eti günün modasına hiç uygun değildi. Ama bu mönü sayesinde sabah kahvaltısında Washington siyasilerinin uğrak yeriydi. Bu sabah Toulos, birbirine çarpan gümüşler, espresso makineleri ve cep telefonu görüşmelerinden yükselen seslerin oluşturduğu ahenksiz yankılarla oldukça yoğundu.

Kadın içeri girdiğinde şefgarson gizlice sabah Bloody Mary'sinden bir yudum çekiyordu. Yapmacık bir tebessümle yüzünü döndü.

"Günaydın," dedi. "Size yardımcı olabilir miyim?"

Pilili, bol paçalı gri pantolon, gösterişsiz topuksuz ayakkabılar ve krem rengi Laura Ashley bluz giyen otuzlu yaşlarının ortalarındaki kadın çekici biriydi. Sağlam bir tavrı vardı çenesi hafifçe yukarı kalkmıştı küstah değil, sadece güçlü görünüyordu. Kadının omuzlarına dek inen iri dalgalı

açık kahverengi saçları, Washington'da en revaçta olan tarzda taranmıştı. "Haber spikeri kadın"

seksi görünecek kadar uzun, ama sizden daha akıl ı olduğunu gösterecek kadar kısa.

Kadın çekingen bir sesle, "Biraz geciktim," dedi. "Senatör Sexton'la kahvaltı randevum vardı."

15

Şefgarson birden sinirlerinin gerildiğini hissetti. Senatör Sexton. Senatör buranın devamlı

müşterisi ve ülkenin en ünlü adamlarından biriydi. Geçen hafta Süper Salı'da(Farklı eyaletlerde yapılan önseçimler) on iki Cumhuriyetçi adayı arkada bıraktıktan sonra, partisinin Amerika Birleşik Devletleri Başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti. Pek çok kişi senatörün gelecek kış

Beyaz Saray'ı güç durumdaki Başkan'dan koparma şansına sahip olduğuna inanıyordu. Son zamanlarda Sexton'ın yüzü tüm ulusal dergilerde görünmeye, kampanya sloganı tüm Amerika'yı

kaplamaya başlamıştı: "Harcamayı bırakın. İyileştirmeye başlayın."

Şefgarson, "Senatör Sexton her zamanki locasında," dedi. "Peki siz kimsiniz?"

"Rachel Sexton. Kızıyım."

Ne kadar aptalım, diye düşündü. Benzerlik aşikârdı. Kadında senatörün delici bakışları ve nazik tavrı -şu terbiyeli asalet havası- vardı. Rachel Sexton doğuştan sahip olduğu nimetleri, babasının örnek alması gereken bir zarafet ve tevazu ile taşısa da, senatörün klasik iyi görünümünün bir sonraki nesle geçtiği bel i oluyordu.

"Sizi ağırlamaktan zevk duyarız Bayan Sexton."

Şefgarson senatörün kızını yemek salonundan geçirirken, onu arkasından takip eden erkeklerin bakışlarından -bazıları usturuplu, bazıları pek değil- mahcup oldu. Toulos'da çok az kadın yemek yer, daha da azı Rachel Sexton gibi görünürdü.

Yemek yiyenlerden biri, "Güzel vücut," diye fısıldadı. "Sexton kendine yeni bir eş bulmuş bile."

Diğeri, "O kızı, salak," diye yanıtladı.

Adam kıkırdadı. "Ben Sexton'ı iyi tanırım, o kızını bile becerir."

Rachel, babasının masasına gittiği sırada, senatör cep telefonunda yüksek sesle son başarılarından biri hakkında konuşuyordu. Başını kaldırıp sadece Cartier saatine hafifçe vurarak geç kaldığını ifade eder bir şekilde Rachel'a baktı.

Ben de seni özledim, diye düşündü Rachel.

Babasının ilk adı Thomas'dı ama göbek adını uzun zaman önce kendi ilave etmişti. Rachel bunu, babasının ses yinelemesinden hoşlanmasına bağlıyordu. Senatör Sedgewick Sexton. Ak saçlı ve tatlı dil i adam, arkası yarın dizilerinden fırlamış doktor görüntüsüyle kutsanmış bir siyaset kurduydu ki, taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntüsü hiç de yadırganmıyordu.

"Rachel!" Babası telefon görüşmesini bitirip onu yanağından öpmek için ayağa kalktı.

"Merhaba baba." Babasını öpmedi.

"Bitkin görünüyorsun."

Demek başlıyoruz, diye düşündü. "Mesajını aldım. Ne oldu?"

"Kızımı kahvaltıya çağıramaz mıyım?"

Rachel, babasının gizli bir amacı olmaksızın ondan kendisine eşlik etmesini istemeyeceğini uzun zaman önce öğrenmişti.

Sexton kahvesinden bir yudum aldı. "Anlat bakalım, nasıl gidiyor?"

"Yoğun. Kampanyanın iyi gittiğini görüyorum."

"Ah, işten bahsetmeyelim." Sexton sesini alçaltarak masada öne doğru eğildi.

"Dışişleri Bakanlığı'ndan sana ayarladığım şu adam nasıl?"

Rachel saatine bakmamak için kendini güç tutarak içini çekti. "Baba, gerçekten onu aramaya vaktim olmadı. Ayrıca bu konuda çabalamayı bıraksan iyi..."

"Önemli şeylere zaman ayırmalısın Rachel. Aşk yoksa, geri kalan her şey anlamsızdır."

Aklına pek çok anı gelmiş olsa da, Rachel sessiz kalmayı yeğledi. Babası söz konusu olduğunda daha olgun davranmak güç değildi. "Baba, beni görmek istememiş miydin? Önemli olduğunu söyledin."

"Öyle." Babası, onu dikkatle inceledi.

17

Rachel, onun bakışları altında savunma kalkanının bir parçasının eriyip gittiğini hissedince, içinden adamın gücüne küfretti. Senatörün gözleri Al ah vergisiydi. Rachel bu özel iğinin onu Beyaz Saray'a götüreceğini tahmin ediyordu. Yeri gelince gözleri yaşlarla dolar, ama sonra, hemen sonra yaşlar gider ve her şeye karşı güven telkin ederek, coşkulu bir ruha kapı açardı.

Babası daima, sadece itimat meselesi, derdi. Senatör, Rachel'ın güvenini yıl ar önce kaybetmişti ama ülkeninkini hızla kazanıyordu.

Senatör Sexton, "Sana bir teklifim var," dedi.

Kendini yeniden toparlamaya çalışan Rachel, "Bırak tahmin edeyim," diye cevap verdi. "Ünlü bir dul kendine genç bir hanım arıyor."

"Kendini küçük düşürme hayatım. Artık o kadar genç değilsin."

Rachel, babasıyla buluşmalarında sıklıkla duyumsadığı o tanıdık aşağılanma hissine yeniden kapıldı.

"Sana can simidi atmak istiyorum," dedi.

"Boğulduğumun farkında değildim."

"Sen değil, Başkan boğuluyor. Çok geç olmadan gemiye atlamalısın."

"Bu konuşmayı daha önce yapmamış mıydık?"

"Geleceğini düşün Rachel. Benim için çalışabilirsin."

"Umarım beni kahvaltıya çağırma sebebin bu değildir."

Senatörün soğukkanlılığı çok zor bozulurdu.

"Rachel, onun için çalışmanın beni kötü etkilediğini anlayamıyor musun? Ve tabi kampanyamı.

Rachel içini çekti. O ve babası daha önce bu konuyu tartışmışlardı.

"Baba, ben Başkan için çalışmıyorum. Başkan'la karşılaşmadım bile. Tanrı aşkına, ben Fairfax'de çalışıyorum!"

"Siyaset algılama meselesidir Rachel. Başkan için çalışıyormuşsun gibi görünüyor."

Rachel dinginliğini bozmamaya çalışarak içini çekti. "Bu işi almak için çok çalıştım baba.

Bırakmayacağım."

Senatör gözlerini kıstı. "Biliyor musun, bazen bencil tavırların gerçekten..."

"Senatör Sexton?" Masanın yanında bir muhabir belirmişti.

Senatörün tavrı hemen değişti. Rachel homurdanarak masanın üstündeki sepetten bir kruvasan aldı.

Muhabir, "Ralph Sneeden," dedi. "Washington Post. Size birkaç soru sorabilir miyim?"

Senatör ağzını peçeteyle silerek gülümsedi. "Memnuniyetle Ralph. Yalnız çabuk ol. Kahvemi soğutmak istemiyorum."

Muhabir tam zamanında güldü. "Elbette efendim." Ufak bir kayıt cihazı çıkararak, kayda başladı.

"Senatör, televizyonlardaki reklamlarınız işyerlerinde kadınlara eşit maaşlar verilmesi... ve aynı

zamanda yeni evlilere vergi indirimi uygulanması için kanun çıkarılması çağrısında bulunuyor.

Bunun mantığını açıklayabilir misiniz?"

"Elbette. Ben güçlü kadınların ve güçlü ailelerin hayranıyım."

Rachel kruvasanı adeta boğazına tıktı.

Muhabir, "Ve aileler konusunda," diye devam etti. "Sıkça eğitimden bahsediyorsunuz. Ülkemizdeki okul ara daha fazla fon ayrılması için hayli ihtilaflı bütçe kesintileri teklif ettiniz."

"Çocukların bizim geleceğimiz olduğuna inanıyorum."

Rachel, babasının pop şarkılardan alıntılar yaptığına inanamıyordu.

Muhabir, "Efendim, son olarak," dedi. "Geçtiğimiz son birkaç hafta içinde kamuoyu araştırmalarında muazzam bir sıçrama yaptığınız belirlendi. Başkan endişeye kapılmış olmalı. Bu başarınız hakkında bir söyleyeceğiniz var mı?"

"Sanırım bunun itimatla ilgisi var. Amerikalılar, ülkenin karşısına çıkan zor kararları vermekte Başkan'a güvenemeyeçeklerini anlamaya başladılar. Kontrolden çıkmış hükümet harcamaları bu ülkeyi her gün biraz daha borca sokuyor ve Amerikalılar artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlama zamanının geldiğini fark etmeye başlıyorlar."

19

Rachel'ın çantasındaki çağrı cihazı, babasının infaz söylevine erteleme emri gelmiş gibi çalmaya başladı. Aslında şiddetli elektronik çınlama, konuşmaları rahatsız edici bir şekilde bölerdi ama şu anda kulağa melodik geldiği bile söylenebilirdi.

Senatör lafı kesildiği için öfkeli bir bakış fırlattı.

Çantasından el yordamıyla çağrı cihazını bulan Rachel, cihazı elinde bulunduran kişinin gerçekten kendisi olduğunu teyit etmek için sırayla beş düğmeye bastı. Cihazın sesi kesildi ve LCD yanıp sönmeye başladı. On beş saniye sonra gizli bir mesaj metni alacaktı.

Sneeden, senatöre sırıttı. "Kızınızın çok meşgul bir kadın olduğu anlaşılıyor. Sıkışık programınız arasında ikinizin birlikte yemeğe vakit bulduğunu görmek oldukça heyecan verici."

"Dediğim gibi, önce aile."

Sneeden başını evet anlamında sal adı, sonra bakışları sertleşti.

"Sizin ve kızınızın çıkar çatışmalarınızı nasıl çözdüğünüzü sorabilir miyim efendim?"

"Çatışmalar mı?" Senatör Sexton masum bir şaşkınlık ifadesiyle başını ileri uzattı. "Nasıl çatışmalardan bahsediyorsunuz?"

Rachel, babasının tepkisine yüzünü buruşturarak, başını kaldırıp baktı. Hangi amaçla sorulduğunu kesinlikle biliyordu. Lanet muhabirler, diye düşündü. Bu meslektekilerin yarısı

politikadan para kazanıyordu. Muhabirin sorusu, gazetecilerin greyfurt dediği türden -senatöre zor bir soru görünümünde sunulan üstü kapalı bir kıyak- babasının kolayca yetişip smaç yaparak sahanın dışına gönderebileceği yavaş bir atıştı.

"Şey, efendim..." Muhabir öksürerek, sorusundan dolayı endişeleniyormuş gibi bir hava verdi.

"Kızınızın rakibiniz için çalışıyor olmasından kaynaklanan çatışma."

Senatör Sexton kahkahaya boğularak soruyu bir anda saf dışı bıraktı.

"Ralph, öncelikle Başkan ve ben rakip değiliz. Bizler sadece sevdiğimiz ülkeyi nasıl yöneteceğimiz konusunda farklı fikirlere sahip iki vatanseverız.

Muhabirin yüzü sevinçle parladı. İstediğini almıştı. "Peki ikinci olarak?"

"İkinci olarak, kızım Başkan için çalışmıyor: istihbarat teşkilatında görev yapıyor. İstihbarat raporlarını derleyip Beyaz Saray'a gönderiyor. Oldukça alt seviyede bir pozisyonu var." Durup Rachel'a baktı.

"Doğrusunu istersen hayatım, Başkan'la tanıştığını bile sanmıyorum, tanıştın mı?"

Gözleri yuvalarından fırlayan Rachel bakmakla yetindi.

Çağrı sinyali cırlayınca, Rachel'ın bakışları LCD ekranına gelen mesaja çevrildi.

-DRL UKODIR RPRV

Kısaltmayı hemen çözdü ve kaşlarını çattı. Beklenmedik bir mesajdı ve kesinlikle kötü haber veriyordu. Ama en azından kaçmak için bahanesi hazırdı.

"Beyler," dedi. "Kalbim elvermiyor ama gitmek zorundayım. Işe geç kaldım."

Muhabir bir çırpıda, "Bayan Sexton," dedi. "Gitmeden önce, bu kahvaltıya babanızin kampanyasında çalışmak için mevcut işinizden ayrılma ihtimalinizi tartışmak üzere geldiğiniz konusundaki sövlentiler hakkında bir yorum yapabilir misiniz acaba?"

Rachel suratına sıcak kahve fırlatılmış gibi hissetti. Soru onu tamamen hazırlıksız yakalamıştı.

Babasına bakınca, onun yapmacık tebessümünde sorunun önceden hazırlandığını hissetti.

Masanın üstüne çıkıp onu çatal a delik deşik etmek istedi.

Muhabir kayıt cihazını burnuna uzatmıştı. "Bayan Sexton?"

Rachel bakışlarını muhabire dikti. "Ralph ya da her kimsen, şunu iyi bil: Senatör Sexton adına çalışmak için işimi bırakmaya hiç niyetim yok ve eğer bunun aksini ima edecek herhangi bir şey yazarsan, o kayıt cihazını kıçından ancak tirbuşonla çıkarırsın:"

Muhabirin gözleri büyüdü. Sırıttığını onlara göstermeden kayıt cihazını kapattı.

"Her ikinize de teşekkür ederim," diyerek gözden kayboldu.

21

Rachel o an birdenbire köpürmesinden dolayı pişman oldu. Babasının öfkeli mizacı ona geçmişti ve bu yüzden ondan nefret ediyordu. Yumuşa Rachel. Çok sakin ol.

Babasının onaylamayan gözleri hiddetle parlıyordu. "Kendine hâkim olmayı öğrensen iyi edersin."

Rachel eşyalarını toplamaya başlamıştı. "Toplantı sona erdi."

Senatörün her halükârda onunla işinin bittiği bel i oluyordu. Cep telefonunu çıkarıp bir numara çevirdi. "Güle güle tatlım. Bir ara ofise uğrayıp bir merhaba de. Ve Tanrı aşkına evlen. Otuz üç

yaşındasın."

"Otuz dört," diye atladı. "Sekreterin kart göndermişti."

Senatör kederle kesik kesik güldü. "Otuz dört. Yaşlı bir genç kız denebilir. Biliyorsun ben otuz dört yaşımdayken çoktan..."

"Annemle evlenmiş, komşuyu becermiştin değil mi?" Sesi Rachel'ın düşündüğünden daha yüksek çıkınca, kelimeler geçici bir süre boşlukta asılı kaldı. Etrafta yemek yiyenler yan gözle onu süzdüler.

Senatör Sexton'ın gözleri hiç kıpırdamadan öfkeyle ona bakıyor, adeta iki buz kristali onu delip geçiyordu.

"Kendine dikkat et, genç bayan."

Rachel kapıya yöneldi. Asıl sen kendine dikkat et, senatör.

2

Üç adam ThermaTech fırtına çadırının içinde sessizce oturuyorlardı. Dışarıda, bağlama demirlerini yerinden sökecek gibi esen soğuk rüzgâr, çadırı sal ıyordu. Adamlardan hiçbiri bunu ciddiye almadı; her biri çok daha tehlikeli durumlarla karşı karşıya kalmışlardı.

Bembeyaz çadır, gözlerden uzakta düzlük bir alana kurulmuştu. Haberleşme ve ulaşım aygıtlarıyla silahlarının tümü son modeldi. Grup liderinin kod adı Delta-Bir idi. Adaleli, çevik bir vücuda ve üzerinde bulunduğu topografya kadar boş gözlere sahip biriydi.

Delta-Bir'in bileğindeki askeri kronograf, tiz bir sinyal sesi yaydı. Bu ses, diğer iki adamın taktığı

kronografların çıkardığı sinyal sesiyle mükemmel bir ahenkle birbirine karıştı.

Otuz dakika daha geçti. Vakit gelmişti. Yine.

Delta-Bir iki ortağını bırakarak, çadırdan dışarı çıktı. Zifırikaranlıkta rüzgâr uguldayarak esmeye devam ediyordu. Kızılötesi dürbünüyle ay ışığının aydınlattığı ufku taradı. Her zamanki gibi yapıya odaklandı. Bin metre ötedeydi: kıraç arazinin üstünde yükselen devasa ve benzersiz görkemli yapı. O ve ekibi yapıldığından beri, yani on gündür orayı izliyorlardı. Delta-Bir'in içerideki bilginin dünyayı değiştireceğinden hiç şüphesi yoktu. Onu korumak uğruna bazı hayatlar çoktan kaybedilmişti bile.

Şu anda yapının dışında her şey sakin görünüyordu. Ama asıl sınav, içeride olanlarda saklıydı.

Delta-Bir çadıra geri girerek iki asker arkadaşına seslendi.

"Alçak uçuş vakti geldi."

Adamlar evet anlamında başlarını sal adılar. İçlerinden daha uzun olanı, Delta-İki, dizüstü

bilgisayarını açarak çalıştırdı. Ekranın karşısında yerine iyice yerleşen Delta-İki, elini mekanik bir idare koluna koydu ve hafifçe geri çekti. Bin metre ötede, binanın derinliklerinde saklanan sivrisinek büyüklüğündeki bir teftiş robotu, iletiyi alınca hayata geçti.

3

Beyaz Integra'sını Leesburg Otoyolu'nda süren Rachel Sexton hâlâ ateş püskürüyordu. Fal s Church eteklerindeki yaprakları dökülmüş akçaağaçlar mart ayındaki açık gökyüzüne doğru uzanıyor, ama bu huzurlu manzara onun öfkesini dindirmeye yetmiyordu. Babasının son kamuoyu yoklamalarındaki ani yükselişi ona, kendine güvenden kaynaklanan bir 23

nebze nezaket kazandırmış olmalıydı, ama kendini beğenmişliğini artırmaktan başka bir işe yaramadığı anlaşılıyordu.

Adamın yalancılığı iki kat acı veriyordu, çünkü Rachel'in hayatta kalan tek yakını oydu. Annesi üç

yıl önce ölmüştü ve bu, Rachel'in kalbindeki duygusal yaraları hala kapanmayan kahredici bir kayıptı. Rachel'in biraz tuhaf da olsa tek tesel isi, ölümün annesini senatörle yaptığı mutsuz evliliğin yol açtığı derin çaresizlikten kurtarmış olmasıydı.

Rachel'in çağrı cihazının yeniden çalan sinyali, düşüncelerini önünde uzanan yola geri döndürdü.

Gelen mesaj aynıydı.

-DRL UKODIR RPRV

Derhal UKO direktörüne rapor ver. İçini çekti. Geliyorum işte, Tanrı aşkına!

Rachel artan kararsızlık duygusuyla, arabasını her zamanki kavşağa doğru sürdü. Özel giriş

yoluna saparak ağır silahlı nöbetçilerin kulübesinin önünde durdu. Burası 14225 Leesburg Otoyolu, yani ülkedeki en gizli adreslerden biriydi.

Nöbetçi arabadaki gizli mikrofonları ararken Rachel ilerideki devasa yapıya göz gezdirdi. Doksan üç bin metrekarelik tesis, Fairfax Virginia'daki D.C.'nin hemen dışında bulunan altmış sekiz dönüm ormanlık arazinin üstüne kurulmuştu.

Binanın ön cephesi, uydu çanaklar, antenler ve çevredeki rayadomların zaten ürkütücü olan görünümünü iki katı gösteren tek taraflı yansıtmalı camla kaplı bir kaleydi.

İki dakika sonra Rachel arabasını park etmiş, biçilmiş çimlerin üstünden ana girişe yürüyordu.

Girişteki granit levhanın üstünde şöyle yazıyordu.

ULUSAL KEŞİF OFİSİ (UKO)

Kurşun geçirmez döner kapının iki yanında duran sîlahlı deniz piyadeleri, Rachel aralarından geçerken dimdik karşıya bakıyorlardı. Bu kapıdan geçerken kapıldığı her zamanki duyguyu hissetti... uyuyan bir devin midesine indiğini.

Rachel kelimeler sanki yukarıdaki ofislerden süzülüyormuşçasına, kubbeli lobide her taraftan yükselen fısıltılı konuşmaların yankılarını hissetti. Dev bir çini mozaik UKO beratını ilan ediyordu: SAVAŞTA VE BARİŞTA ABD'YE KÜRESEL BİLGİ ÜSTÜNLÜĞÜ SAĞLAMAK

Buradaki duvarlar, sadece göklere çıkarılan başarıların fotoğraflarıyla -fırlatılan füzeler, denizaltı

suya indirme törenleri, radyo sinyali tesisleri- donatılmıştı.

Şimdi Rachel her zaman olduğu gibi, dış dünyaya ait sorunların ardında kaldığını hissediyordu.

Karanlıklar dünyasına giriyordu. Sorunların yük vagonları gibi gümbürtüyle geldiği ve çözümlerin güç duyulan fısıltılarla paylaştırıldığı bir dünyaya.

Rachel son kontrol noktasına yaklaşırken, geçen otuz dakika içinde çağrı cihazının iki kez çalmasına neyin yol açmış olabileceğini düşünüyordu.

"Günaydın Bayan Sexton." Rachel çelik kapı girişine yaklaşırken görevli gülümsedi.

Görevli alması için ona ufak bir salgı numunesi pamuğu uzatırken, Rachel tebessümle karşılık verdi.

"Nasıl yapılacağını biliyorsun," dedi.

Rachel hava geçirmez mühürlü pamuğu alarak, plastik koruyucuyu açtı. Ardından, ağzına termometre gibi yerleştirdi. İki saniye süresince dilinin altında tuttu. Sonra, öne doğru eğilerek görevlinin ağzından almasına yardımcı oldu. Güvenlik görevlisi nemli pamuğu, arkasında duran makinedeki yuvaya yerleştirdi. Rachel'in tükürüğündeki DNA dizilişini çözmek, makinenin dört saniyesini aldı. Daha sonra ekran açılarak Rachel'ın fotoğrafını ve güvenlik iznini gösterdi.

25

Görevli göz kırptı. "Hâlâ sizmişsiniz gibi görünüyor." Kul anılmış pamuğu makineden çıkarıp anında imha edileceği bir delikten aşağı attı. "İyi günler." Bir düğmeye basınca, dev çelik kapılar geriye doğru açıldı.

Rachel işlek koridorlar labirentine girerken, burada geçirdiği altı yıldan sonra bile bu operasyonun devasa boyutlarının gözünü korkutmasına şaşıyordu. Bu iş, on binden fazla görevli çalıştıran altı

ABD tesisini daha kapsıyordu ve işletme maliyeti yılda on milyar doların üstündeydi.

UKO tam gizlilik içinde, hayret verici bir casusluk teknolojileri cephaneliği kurmuştu: dünya çapında radyo sinyali yakalayıcıları; telekomünikasyon ürünlerinde kul anılan, saklanabilir sessiz ileti mikro devreleri; Classic Wizard diye bilinen küresel bir deniz dinleme şebekesi, dünyanın herhangi bir yerinde gemi hareketlerini gözlemleyebilen, deniz tabanlarına yerleştirilmiş 1456

hidrofondan(Denizaltı dinleme cihazı) oluşan gizli bir ağ.

UKO teknolojileri Birleşik Devletler'in askeri sürtüşmelerde galip gelmesine yardım etmekle kalmıyor, aynı zamanda CIA, NSA ve savunma bakanlığı gibi teşkilatlara barış zamanında sonsuz veri akışı sağlayarak, terörizmi engel emelerine ve çevreye karşı işlenen suçların yerini tespit etmelerine yardımcı oluyor, kanun koyucuların sayısız başlık altındaki konular hakkında karar vermeleri için gerekli verileri temin ediyordu.

Rachel burada "özetçi" olarak çalışıyordu. Özetlemek ya da veri azaltmak, karmaşık raporları

tahlil etmeyi, içeriğinin özünü çıkarmayı veya tek sayfalık, kısa özetlere dönüştürmeyi gerektiriyordu. Rachel bu konuda doğuştan yetenekli olduğunu kanıtlamıştı. Ne de olsa, onca yıl babamin yalanlarını ayıkladım, diye düşündü.

Rachel artık UKO'da özetlemenin en şanlı masasında kıdem sahibiydi; -Beyaz Saray'ın istihbarat irtibatı. UKO'nun günlük istihbarat raporlarını elemek, hangi makalelerin Başkan'la ilgili olduğuna karar vermek, bu raporları bir sayfalık özetlere dönüştürmek ve sonra özet belgelerini Başkan'ın mil i güvenlik danışmanına göndermekten sorumluydu.

UKO lisanında Rachel Sexton "nihai ürünü imal ediyor ve müşteriye hizmet veriyordu".

Iş zor olmasına ve uzun çalışma saatleri gerektirmesine rağmen, sahip olduğu mevki onun için bir gurur nişanı, babasından bağımsız olduğunu beyan eden bir yoldu. Senatör Sexton, görevden istifa etmesi durumunda Rachel'a destek olmayı defalarca teklif etmişti, ama Sedgewick Sexton gibi bir adama mali açıdan bağımlı kalmaya Rachel'ın hiç niyeti yoktu. Onun gibi bir adamın elinde gereğinden fazla koz bulunduğunda neler olacağına en iyi örnek annesiydi.

Rachel'ın çağrısından gelen ses mermer koridorda yankılandı. Yine mi? Mesaja bakmaya gerek bile duymadı.

Neler döndüğünü merak ederek asansöre bindi, kendi katını geçerek doğruca en üst kata çıktı.

4

UKO direktörüne sıradan bir adam demek bile abartıydı. UKO Direktörü Wil iam Pickering kolay unutulan bir yüze sahip soluk benizli, çıplak kafalı, ülkenin en derin sırlarına vakıf olmasına rağğmen iki sığ birikinti gibi görünen elâ gözlere sahip miniminicik biriydi. Yine de altında çalışanlar için Pickering bir devdi. Nefsine hâkim olması ve sade yaşam anlayışı UKO'da efsaneydi. Adamın çalışkanlığı, sadece düz siyah takım elbiselerden oluşan gardırobuyla birleşince ona "Serdengeçti" takma adını kazandırmıştı. Parlak bir strateji uzmanı ve kabiliyet örneği Serdengeçti, kendi dünyasını emsalsiz bir açıklıkla yönetiyordu. "Gerçeği bul. Ona göre davran" onun mantrasıydı.

Rachel, direktörün ofisine vardığında, adam telefonda konuşuyordu. Rachel, onu her gördüğünde şaşırırdı: Wil iam Pickering hiçbir şekilde Başkan'ı aklına estiği saatte uyandırabilecek bir adama benzemiyordu.

27

Pickering telefonu kapatarak eliyle içeri girmesini işaret etti. "Ajan Sexton, oturun." Sesinde anlaşılır bir saflık vardı.

"Teşekkürler efendim." Rachel oturdu.

Wil iam Pickering'in pervasız tavırları karşısında çoğu kişi rahatsızlık hissetse de, Rachel, adamdan her zaman hoşlanmıştı. Babasının tam bir antiteziydi... fiziksel açıdan gösterişsizdi, karizmatik olmaktan çok uzaktı ve vazifesini, babasının bayıldığı spot ışıklarından uzakta, çıkar gütmeyen bir yurtseverlikle yapıyordu.

Pickering gözlüklerini çıkararak ona baktı. "Ajan Sexton, Başkan yarım saat kadar önce beni aradı. Konu sensin."

Rachel yerinde kıpırdandı. Pickering doğrudan konuya girmesiyle tanınırdı. Harika bir açılış

konuşması, diye düşündü Rachel. "Umarım benim özetlerimle ilgili bir sorun yoktur."

"Tam tersine. Beyaz Saray'da senin çalışmalarının hayranlıkla karşılandığını söylüyor."

Rachel sessizce içini çekti. "Peki ne istedi?"

"Seninle bir toplantı. Şahsen. Hemen."

Rachel'ın endişesi artmıştı. "Şahsen benimle bir toplantı mı? Ne hakkında?"

"Kahrolası iyi bir soru. Bana söylemiyor."

Rachel tamamen afal amıŞtı. UKO direktöründen bilgi saklamak, Vatikan sırlarını Papa'dan saklamak gibi bir şeydi. İstihbarat camiasındaki en popüler espri, herhangi bir şeyden Wil iam Pickering'in haberi yoksa, bu şeyin vuku bulmadığıydı.

Pickering ayağa kalkarak, pencerenin önünde dolaşmaya başladı.

"Seninle hemen temasa geçmemi ve onunla görüşmeye göndermemi istedi."

"Hemen şimdi mi?"

"Aracı kendisi gönderdi. Dışarda bekliyor."

Rachel kaşlarını çattı. Başkan'ın isteği kendi başına bile sinir bozucuydu, Pickering'in yüzündeki ifade ise onu iyice kaygılandırıyordu. "Çekinceleriniz olduğu anlaşılıyor."

"Herhalde var!" Pickering'in yüzünde ender görülen bir ifade belirdi.

"Başkan'ın zamanlaması çok açık ve acemice. Kamuoyu yoklamalarında ona meydan okuyan adamın kızısın ve o da seninle görüşmek istiyor, değil mi? Ben bunu son derece uygunsuz buluyorum. Hiç kuşkusuz baban da bana hak verirdi."

Rachel, Pickering'in haklı olduğunu biliyordu. Babasının ne düşünduğüyse umurunda değildi.

"Başkan'ın sebeplerine güvenmiyor musunuz?"

"Ben Beyaz Saray'ın mevcut yönetimine bilgi desteği vermeye yemin etim, politikalarını

eleştirmeye değil."

Rachel bunun tipik bir Pickering cevabı olduğunu fark etmişti. Wil iam Pickering politikacıların, gerçek oyuncuların kendisi gibi -oyunu gereğince ;anlayabilecek kadar iş'ın içinde pişmiş, tecrübeli "müzmin" adamlar olduğu santranç tahtasında, çarçabuk yer değiştiren geçici piyonlar oldukları düşüncesini hiç çekinmeden ifade ederdi. Pickering sıklıkla, Beyaz Saray'da iki tam dönem geçirmenin bile, küresel siyaset arenasının gerçek güçlüklerini anlamaya yetmeyeceğini söylerdi.

Başkan'ın bir çeşit ucuz kampanya numarası yapmayı denediğini umut eden Rachel, "Belki de masum bir ricadır, dedi. "Belki de bazı hassas bilgilerin indirgenmesine ihtiyacı vardır."

"Küçük gördüğümden değil Ajan Sexton, ama Beyaz Saray ihtiyaç duyduğunda pek çok nitelikli özetleme personeline ulaşabilir. Eğer Beyaz Saray'ın işleriyle ilgili bir meseleyse, Başkan seninle temasa geçmenin daha iyi bir yolunu bulurdu. Bunu bilmiyorsa bile, bir UKO varlığı çağırıp nedenini bana açıklamamaktan daha iyisini yapmayı bilirdi" Pickering'in çalışanlarından daima varlık diye bahsetmesi, pek çoklarına sıkıcı derecede soğuk gelirdi.

Pickering, "Baban siyasette hız kazanıyor," dedi. "Hayli. Beyaz Saray endişelenmeye başlamış

olmalı. Başkan, rakibinin kızıyla gizli bir toplantı talep edince, aklıma istihbarat özetlerinden daha fazlasıyla ilgilendiği düşüncesi geliyor."

29

Rachel içinin hafifçe ürperdiğini hissetti. Pickering'in önsezileri esrarengiz biçimde doğru çıkardı.

"Ve siz de Beyaz Saray'ın beni siyaset meydanına çıkaracak kadar çaresiz olduğundan mı

korkuyorsunuz?"

Pickering bir süre duraksadı. "Babana karşı hissettiklerini gizlediğin pek söylenemez ve Başkan'ın kampanya çalışanlarının aranızdaki bu mesafeden haberdar olduğuna eminim. Bana öyle geliyor ki, seni bir şekilde babana karşı kul anmayı isteyecekler."

Rachel yarı şaka yarı ciddi, "Nereyi imzalıyorum?" diye sordu.

Pickering etkilenmişe benzemiyordu. Ters bir bakış fırlattı.

"Seni uyarıyorum Ajan Sexton. Eğer Başkan'la görüşmende vereceğin kararların babanla arandaki kişisel meseleleri gölgeleyeceğini hissediyorsan, sana Başkan'ın görüşme talebini geri çevirmeni kuvvetle tavsiye ederim."

"Geri çevirmek mi?" Rachel sinirlice güldü. "Başkan'ı reddedemeyeceğim çok açık."

Direktör, "Sen reddedemezsin," dedi. "Ama ben ederim."

Ağzından çıkan kelimelerin gürlemesi Rachel'a, ona "Serdengeçti" denmesinin başka bir sebebini hatırlatmıştı. Wil iam Pickering ufak tefek bir adam olmasına karşın, damarına basıldığında siyasetin içinden deprem dalgası gibi geçebilirdi.

"Benim bu konudaki kaygılarım gayet basit;" dedi Pickering. "Benim için çalışan kişileri korumak görevim ve onlardan birinin siyasi bir oyunda piyon olarak kul anılabileceği ihtimali bile hoşuma gitmiyor."

"Ne yapmamı öneriyorsunuz?"

Pickering içini çekti. "Ben onunla buluşmanı öneririm. Ama hiçbir şekilde sorumluluk alma.

Başkan, sana aklında ne halt olduğunu anlattıktan sonra beni ara. Eğer onun seninle siyasi bir beysbol oyunu oynadığına kanaat getirirsem, inan bana, seni o kadar hızlı geri çekerim ki, adam, ona neyin çarptığını bile anlamaz."

"Teşekkür ederim efendim." Rachel, direktörde, babasında görmeyi arzu ettiği o korumacı havayı

sezinlemişti.

"Başkan'ın araba gönderdiğini söylemiştiniz."

"Pek sayılmaz." Pickering kaşlarını çatarak, pencereden dışarıyı işaret etti.

Rachel tereddüt içinde yanına gidip Pickering'in uzattığı parmağın gösterdiği yöne baktı.

Çimenler üstünde kalkık burunlu bir MH-60G PaveHawk helikopteri rölantide bekliyordu. Gelmiş

geçmiş en hızlı helikopterlerden biri olan PaveHawk'ın üzerinde Beyaz Saray amblemi vardı.

Yanında duran pilot saatine bakıyordu.

Rachel inanamayan gözlerle Pickering'e döndü.

囎"Beyaz Saray, D.C.'ye kadar yirmi beş kilometre yol gitmem için bana PaveHawk mı

göndermiş?"

"Görünüşe bakılırsa Başkan ya etkilenmeni ya da gözünün yılmasını umuyor." Pickering, ona göz attı.

"Bu oyuna gelmemeni tavsiye ederim."

Rachel başını sal adı. Hem etkilenmiş, hem de gözü yılmıştı.

Rachel Sexton dört dakika sonra UKO'dan çıkarak, bekleyen helikoptere bindi. O henüz yerine yerleşmeden havalanan helikopter, Virginia ormanları üzerinde dönerek yan yattı. Ayaklarının altındaki ağaçlara göz gezdiren Rachel, nabzının yükseldiğini hissetti. Bu helikopterin asla Beyaz Saray'a varmayacağını bilseydi, daha da fazla yükselirdi.

5

Buz gibi esen rüzgâr ThermaTech çadırına sert darbeler indirdiği halde, Delta-Bir farkında değildi.

O ve Delta-Üç dikkatlerini, elindeki kumanda kolunu operatör maharetiyle kul anan yoldaşlarına vermişlerdi. Önlerindeki ekran, mikrobotun üzerine yerleştirilmiş iğne kameradan canlı video iletisi gösteriyordu.

31

Onu her çalıştırdıklarında hala hayret duyan Delta-Bir, teftişte en son cihaz, diye düşündü.

Son zamanlarda mikromekanik dünyasında gerçekler hayali geçmeye başlamıştı.

Mikro Elektro Mekanik Sistemleri (MEMS) -mikrobotlar- ileri teknoloji teftişteki en yeni ürünlerdi.

Buna "duvardaki sinek teknolojisi" diyorlardı. Kelimenin tam anlamıyla. Uzaktan kumandalı

mikroskobik robotlar kulağa bilimkurgü gibi gelse de, 1990'lardan itibaren kul anılmaya başlandı.

Mayıs 1997'de Discovery dergisi mikrobotları kapak yaparak, gerek "uçan", gerekse "yüzen"

model erin özel iklerini anlattı. Yüzenler -tuz tanesi büyüklüğündeki nanobazlılar- insanın kan dolaşım sistemine Kan Damarlarında Yolculuk (Fantastic Voyage) filmindeki usul e şırınga edilebiliyordu. Şimdi ise gelişmiş tıbbi uygulamalarda doktorlara, uzaktan kumandayla atardamarda dolaşmak, damar içini canlı görüntüyle tetkik etmek ve neştere dokunmadan atardamarlardaki tıkanıklıkların yerini tespit etmelerine yardımcı olmak amacıyla kul anılıyordu.

Sanılanın aksine, uçan mikrobotlar yapmak çok daha kolay bir iş. Bir makineyi uçuracak aerodinamik teknolojisi Kittyhawk'tan beri mevcuttu, bu yüzden geriye kalan tek şey minyatürleştirme işlemiydi. NASA'nın gelecekte Mars'taki görevler için insansız keşif araçları

olarak tasarladığı ilk uçan mikrobotlar, birkaç santim uzunluğundaydı. Ama artık nanoteknoloji, enerji emici hafif malzemeler ve mikromekanikte kaydedilen gelişmeler uçan mikrobotları gerçeğe dönüştürmüştü.

Asıl çığır açan keşif, yeni bir saha olan biyomimikten -Doğa Ana'yı kopyalamak- gelmişti. Minyatür yusufçukların, bu çevik ve becerikli uçan mikrobotlar için en uygun prototip olduğu anlaşıldı.

Delta-İki'nin o anda uçurduğu PH2 modeli sadece bir santim uzunluğundaydı -sivrisinek büyüklüğünde- ve, taşıdığı bir çift, ikili, şeffaf, silikon yaprak kanat ona havada benzersiz bir hareketlilik ve ustalık kazandırıyordu.

Mikrobotun yakıt ikmal mekanizması bir başka yeni buluştu. ilk hmikrobot prototipleri, enerji hücrelerini yalnızca doğrudan parlak bir ışık kaynağı altında hareketsiz durarak şarj edebiliyordu.

Gizlilik gerektiren işlerde ya da karanlık bölgelerde kul anıma elverişli değildi. Ama yeni prototipler manyetik bir alanın birkaç santim yakınında durarak şarj olabiliyorlardı. Buna uygun olarak modern toplumda manyetik alanlar her yerde ve her an bulunabiliyorlardı; elektrik prizleri, bilgisayar monitörleri, elektrikli motorlar, hoparlörler, cep telefonları. Yani şarj istasyonları

açısından hiçbir zaman sıkıntı çekilmiyordu. Mikrobot ortama başarıyla tanıtıldıktan sonra, neredeyse sonsuza dek ses ve görüntü iletebiliyordu.

Delta Gücü'nün PHz'si hiç sorun yaşatmaksızın bir haftadan uzun süredir yayın yapıyordu.

Şimdi uçan mikrobot, kocaman ambarın içinde salınan bir böcek gibi binanın sakin ve devasa merkez odasında sessizce havada asılı duruyordu. Altındaki alanı kuşbakışı tarayan mikrobot, şüphe çekmeyen sakinlerin -teknisyenler, bilim adamları, sayısız bilim alanında uzmanlar-başlarının üstünde dolaştı. PH2 dönüp dururken Delta-Bir, birbiriyle konuşmakta olan iki tanıdıkyüzü fark etti. Onlardan laf kapabilirlerdi. Delta-Iki'ye aşağı inip dinlemesini söyledi.

Delta-İki kumanda kolunu idare ederek robotun ses algılayıcılarını açtı, mikrobotun parabolik yükseltecini ayarladı ve robotu bilim adamlarının başının üç metre üstünde duracak kadar aşağı

indirdi. İleti zayıf olmakla birlikte anlaşılırdı.

Bilim adamlarından biri, "Hâlâ inanamıyorum," diyordu. Buraya kırk sekız saat önce gelişinden bu yana sesindeki heyecan dinmemişti. Konuştuğu adamın da onunla aynı coşkuyu paylaştığı

anlaşılıyordu.

"Hayatın boyunca... hîç böyle bir şeye tanık olacağın aklına gelir miydi'?"

Gözleri parlayan bilim adamı, "Asla," diye karşılık verdi. "Bütünüyle büyüleyici bir rüya."

33

Delta-Bir yeterince duymuştu. İçerideki her şeyin tahmin edildiği biçimde ilerlediği bel iydi. Delta-

İki mikrobotu sohbetin geçtiği yerden uzaklaştırarak saklandığı yere geri uçurdu. Fark edilmemiş

olan minik aygıtı bir elektrik jeneratörünün yanında durdurdu.PHz'nin enerji hücreleri hemen bir sonraki görev için şarj olmaya başladılar.

6

PaveHawk gökyüzünü yırtarak ilerlerken, Rachel Sexton'ın düşünceleri, bu sabah yaşanan garip gelişmeler yüzünden al ak bul ak olmuştu. Bununla birlikte, helikopter Chesapeake Körfezi üstünde uçana kadar, tamamıyla yanlış yöne doğru ilerlediklerini fark etmedi. ilk anda düştüğü

şaşkınlık, yerini dehşete bırakmıştı.

Pilota, "Baksana," diye seslendi. "Sen ne yapıyorsun'?" Sesi pervane yüzünden güçlükle duyuluyordu.

"Beni Beyaz Saray'a götürmen gerekiyordu!"

Pilot başını iki yana sal adı. "Üzgünüm efendim. Başkan bu sabah Beyaz Saray'da değil."

Rachel, Pickering'in Beyaz Saray'ı özel ikle telaffuz mu ettiğini yoksa kendisinin mi öyle varsaydığını düşündü. "Peki Başkan nerde?"

"Onunla görüşmeniz başka bir yerde olacak."

Başlatma şimdi. "Neresi başka yer?"

"Fazla uzak değil."

"Ben bunu sormadım."

"Yirmi beş kilometre daha kaldı."

Rachel, ona bakarâk kaşlarını çattı. Bu adam politikacı olmalıydı.

"Kurşunlardan da sorulardan sıyrıldığın kadar iyi mi sıyrılıyorsun?"

Pilot cevap vermedi.

Helikopterin Chesapeake'i geçmesi yedi dakikadan az sürdü. Kara yeniden göründüğünde pilot kuzeye yatarak, Rachel'ın bir dizi pist ve askeri tipte bina gördüğü dar bir yarımadanın kıyısından uçtu. Pilot bu yere doğru alçaldığında Rachel neresi olduğunu anladı. Altı fırlatma rampası ile karbon füze kuleleri iyi bir ipucuydu ama bu da yetmiyorsa, binalardan birinin çatısı iki devasa kelimeyle boyanmıştı: WALLOPS ADASI.

Wal ops Adası, NASA'nın en eski fırlatma üslerinden biriydi. Bugün halâ uydu fırlatmak ve deney uçakların test uçuşları için kul anılan Wal ops, NASA'nın kameralardan uzak üssüydü.

Başkan Wal ops Adası'nda mı? Hiç tutar tarafı yoktu.

Helikopter pilotu, yörüngesini dar yarımada boyunca uzanan üç piste göre hizaladı. Ortadaki pistin en sonuna doğru ilerliyor gibiydiler. Pilot yavaşlamaya başladı. "Başkan'la ofisinde görüşeceksiniz."

Rachel, adamın şaka yaptığı düşüncesiyle döndü. "Birleşik Devletler Başkanı'nın Wal ops Adası'nda ofisi mi var?"

Pilot son derece ciddi görünüyordu. "Birleşik Devletler Başkanı'nın istediği yerde ofisi vardır efendim."

Pistin sonunu işaret etti. Rachel uzakta parıldayan dev şekli gördüğünde neredeyse kalbi duracaktı. Değişikliğe uğramış 747'nin açık mavi gövdesini üç yüz metre uzaktan bile tanımıştı.

"Onunla uçakta mi..."

"Evet efendim. Evden uzaktaki evinde."

Rachel dışarıdaki devasa uçağa baktı. Askeriyenin bu saygın uçak için kul andığı şifreli unvan VC-25-A idi. Aslında dünyanın geri kalanı onu başka bir isimle tanıyordu: Hava Kuwetleri Bir.

Uçağın kuyruktaki dümen kanadının üstündeki rakamları parmağıyla gösteren pilot, "Görünüşe bakılırsa bu sabah yeniye bineceksiniz," dedi.

Rachel boş gözlerle başını sal adı. İki Hava Kuvvetleri Bir kul anıldığını çok az Amerikalı bilirdi

-biri 28.000, diğerinin 29.000 kuyruk numaralı, özel donanımlı benzeri bir çift 747-200 B. Her iki uçağın da uçuş hızı

saatte 600 mildi. Uçuş sırasında yakıt ikmali yapabiliyor, böylece sınırsız mesafelere uçabiliyorlardı.

35

PaveHawk Başkan'ın uçağının yanındaki piste konduğunda, Rachel Hava Kuwetleri Bir'den niye başkomutanın "taşınabilir vatan kalesi üstünlüğü" diye bahsedildlğini anladı. Aletin gözdağı veren bir görünüşü vardı.

Başkan ülke başkanlarıyla görüşmek üzere diğer ülkelere uçtuğunda, genel ikle -güvenlik nedenlerinden ötürü- toplantının pistin üstünde uçağında yapılmasını talep ederdi. Birtakım güvenlik sebepleri olsa da, hiç şüphesiz bir başka gerekçe, gözdağı vererek görüşmelerde üstünlük elde etmekti. Hava kuwetleri Bir'e yapılacak bir ziyaret, Beyaz Saray'a yapılacak herhangi bir seyahatten çok daha yıldırıcıydı. Yakıt deposunun üstünde iki metre hoyutunda harflerle "AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ" yazıyordu, bir zamanlar bir İngiliz bayan kabine üyesi, Başkan Nixon'ı, kendisine Hava Kuwetleri Bir'e binerek eşlik etmesini teklif ettiğinde

"erkekliğini gözüne sokmakla" suçlamıştı. Daha sonra uçuş ekibi uçağa kendi aralarında "Büyük Penis" adını takmıştı.

"Bayan Sexton?"' Blazer giymiş bir gizli servis çalışanı, helikopterin dışında belirerek ona kapıyı

açtı. "Başkan sizi bekliyor."

Rachel helikopterden indi ve şişkin gövdeden uzanan körüklü dik geçide baktı. Uçan penisin içine. Bir zamanlar uçan "Oval Ofis'in" üç yüz yetmiş metrekare iç hacme, dört ayrı özel uyku bölümüne, yirmi altı kişilik uçuş mürettebatı için yataklara ve el i kişiye yemek sağlayabilecek iki mutfağa sahip olduğunu duymuştu.

Merdivenleri tırmanan Rachel, gizli servis çalışanının tam arkasından onu yukarı doğru iteklediğini hissetti. Yukarıda açık duran kabin kapısı, kocaman bir gri balinanın yan tarafından aldığı minik bir yaraya benziyordu. Karanlılk girişe doğru ilerlerken güven duygusunun azaldığını

hissetti. Sakin ol Rachel. Sadece bir uçak.

Gizli servis çalışanı merdiven sahanlığında onu nazikçe kcılundan tutarak şaşırtıcı derecede dar bir koridora yöneltti. Sağa dönüp kısa bir mesafe yürüyünce, lüks ve geniş bir kabine girdiler.

Rachel burayı hemen fotoğraflarından tanıdı.

Gizli servis çalışanı, "Burda bekleyin," dedikten sonra gözden kayboldu.

Rachel, Hava Kuwetleri Bir'in lambri kaplı ön kabininde tek haşına duruyordu. Burası toplantı

yapmak, yüksek mevkideki kimseleri eğlendirmek ve bel i ki ilk gelen ziyaretçilerin ödünü

patlatmak için kul anılan odaydı. Oda, uçağın genişliği boyunca uzanıyordu, açık kahverengi kalın halısı da öyle. Kusursuz mobilyalarla döşenmişti; isfendan ağacı toplantı masasının etrafındaki, ince deriden koltuklar, büyük kanepenin yanındaki cilalı pirinç ayaklı abajurlar ve maun içki barının üstündeki elişi kesme kristal er.

Boeing tasarımcıları bu ön kabini özenle, yolculara "huzurla karışık bir tertip hissi" sunmak amacıyla hazırlamışlardı. Mamafilı huzur, Rachel'ın o an hissettiği son şeydi. Aklına sadece bu odada oturmuş dünya liderlerinin sayısı ve onların dünyaya biçim veren kararları geliyordu.

Kaliteli pipo tütününün hafif aromasından, her tarafta görülen başkanlık mührüne kadar bu odadaki her şey güç kokuyordu. Okları ve zeytin dal arını kavrayan kartal, küçük yastıkların, buz kovalarının üstüne işlenmiş, hatta bardaki mantar bardak altlarının üstüne basılmıştı. Rachel bardak altını eline alıp incelemeye koyuldu.

Arkasından gelen boğuk bir ses, "Hatıra çalmaya başlamışsınız bile," dedi.

Şaşıran Rachel arkasını dönerek, bardak altını yere düşürdü. Almak ıçin beceriksizce diz çöktü.

Bardak altını kavrayıp arkasını döndüğü anda, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı'nı ona bakıp neşeyle sırıtırken gördü.

"Ben kral değilim Bayan Sexton diz çökmenize gerçekten hiç gerek yoktu."

37

Senatör Sedgewick Sexton, Washington'ın sabah trafiğinde, ofisine giden yolda yılan gibi kıvrılan Lincoln limuzinin içinde rahatın tadını çıkarıyordu. Karşısında oturan, yirmi dört yaşındaki özel asistanı Gabriel e Ashe, ona günlük programını okuyor, Sexton, onu pek dinlemiyordu.

Asistanının kaşmir kazağının altındaki mükemmel vücuduna hayranlık duyarken, Washington'ı

seviyorum, diye düşündü. Güç en büyük afrodizyaktır.. bunun gibi sürüyle kadını D. C. ye getiriyor.

Gabriel e bir gün kendisinin de senatör olacağı hayal erini kuran New York'lu bir Ivy League(Sekiz seçkin üniversitenin oluşturduğu grup) mezunuydu. Sexton o da başaracak, diye düşündü.

Şahane bir görüntüsü vardı ve zehir gibi zekiydi. Hepsinin ötesinde, oyunun kural arını anlıyordu.

Gabriel e Ashe siyahiydi ama onun esmer rengi daha çok tarçınla maun arasında, Sexton'ın, hassas "beyaz" şebboyların tüm bahçeyi elden kaptırdıklarını hissetmeden onaylayacaklarını

bildiği, sıkıntı vermeyen bir ara tondaydı. Sexton yakın dostlarına Gabriel e'ı, Hal e Berry'nin görüntüsüyle Hil ary Clinton'ın zekâsı ve hırsının karışımı olarak tasvir eder, hatta bazen bunun bile hafif kaldığını düşünürdü. Onu üç ay önce kampanya özel asistanlığına atadığından beri Gabriel e'ın kampanyasına muazzam faydası olmuştu. Her şeyden önce bedavaya çalışıyordu.

On altı saatlik bir iş gününün karşılığında, kaşarlanmış bir politikacıdan cambazlık yapmayı

öğreniyordu. Sexton, ama tabi, diye aklından geçirdi, onu sadece iş yapmaktan biraz daha fazlasına ikna ettim. Gabriel e'a terfi verdikten sonra onu bir gece özel ofisinde "ortama uyum çalışmasına" davet etmişti. Tahmin edileceği gibi şöhret delisi genç asistanı onu memnun etmeye hevesli olarak gelmişti. Onlarca yııl ık ustalığın verdiği sabırla Sexton sihirli karışımı devreye sokmuştu... Gabriel e'ın güvenini kazanmış, onun tüm çekingenliğini üzerinden atmış, kendine hâkim olduğunu sergilemiş ve sonunda hemen oracıkta, ofisinde onu baştan çıkarmıştı. Genç

kadının hayatındaki en tatmin edici cinsel deneyimlerden biri olduğundan Sexton'in hiç şüphesi yok gibiydi ve ayrıca gün ağardığında Gabriel e açıkça ölç'üsüzlüğünden pişman olmuştu.

Utançla istifa etmeyi ünermiş, Sexton red detmişti. Gabriel e işinde kaldı ama niyeti çok açıkti.

Aralarındaki ilişki o günden bu yana işle sınırlıydı.

Gabriel e'ın dolgun dudakları hâlâ hareket ediyordu. "...bu akşam üstü CNN'deki tartışmada konuya ilgi göstermiyormuş gibi davranmanızı ıstemiyorum. Beyaz Saray'ın muhalefet olarak kimi göndereceğini hâlâ bilmiyoruz. Aldığım notlara göz gezdirmek isteyeceksiniz." Dosyayı ana uzattı.

Deri koltukların kokusuyla karışmış parfümünü içine çeken Sexton, dosyayı aldı.

Gabriel e, "Dinlemiyorsunuz," dedi.

"Kesinlikle dinliyorum." Sırıttı. "Şu CNN'deki tartışmayı unut. En kötü ihtimal e Beyaz Saray aşağı

seviyeden bir kampanya stajyeriyle bana hakaret etmeye çalışır En iyi ihtimal e, bana büyük bir balık gönderirl'er, ben de onu öğle yemeği niyetine yerim."

Gabriel e kaşlarını çattı. "İyi. Notlara olası en saldırgan tartışma konularının listesini ekledim."

"Herhalde her Zamanki zanlılardır."

"Bir yeni üye daha var. Sanırım, dün akşam Larry King'deki yorumlarınızdan ötürü eşcinsel erden bazı karşı tepkiler alacaksınız."

Aldırmadığı anlaşılan Sexton omuzlarını silkti. "Anladım. Şu aynı cinsin evliliği meselesi."

Gabriel e, onu onaylamayan bir bakış fırlattı. "Oldukça kuwetli karşı çıktınız."

39

Sexton nefretle, aynı cinsin evliliği, diye düşündü. Bana kalsaydı homolara oy vorme hakkı bile tanımazdım.

"Tamam biraz yumuşatırım."

"Güzel. Son zamanlarda bu sıcak meseleleri biraz fazla kurcaladınız. Ukala davranmayın. Halk bir anda dönebilir. Şu anda kazanıyorsunuz ve ibreniz yükseliyor. Böyle devam edin. Şimdi topu sahanın dışına fırlatmaya gerek yok. Top oyunda kalsın."

"Beyaz Saray'dan haber var mı?"

Gabriel e'ın bocalaması çok hoş görünüyordu. "Sessizlik sürüyor. Resmi muamele; rakibiniz,

'Görünmez Adam' oldu."

Sexton son zamanlarda şansının ne kadar yaver gittiğine güçlükle inanıyordu. Başkan aylardır var gücüyle kampanyasının üstünde çalışıyordu. Sonra bir hafta kadar önce birdenbire kendini Oval Ofis'e kilitlemiş ve o günden bu yana ne kimse ondan bir kelime duymuş, ne de onu görmüstü. Sanki Başkan, Sexton'ın seçmen desteğindeki hızlı gelişmeyle yüzleşemiyor gibiydi.

Gabriel e elini fönlü saçında gezdirdi. "Beyaz Saray kampanya çalışanlarının da bizim kadar şaşkınlık içinde olduğunu duydum. Başkan ortadan kaybolmasıyla ilgili hiçbir açıklama yapmıyormuş ve ordaki herkes meraktan çılgına dönmüş."

Sexton, "Hangi teoriler üretildi?" diye sordu.

Gabriel e gözlüklerinin ardından ona çokbilmiş bir bakış attı.

"Bu sabah Beyaz Saray'daki bir bağlantımdan çok ilginç bir bilgi edindim."

Sexton, anun gözlerindeki bu bakışı tanıyordu. Gabriel e Ashe yine içeriden bilgi almıştı. Sexton, onun, aldığı kampanya sırları karşılığında arabaların arka koltuğunda, bir tür başkan yardımcısı

güdüsüyle saksofon çektiğinden şüpheleniyordu. Bilgi aktığı müddetçe... Sexton'ın umurunda değildi.

Sesini alçaltan asistanı, "Dedikodulara bakılırsa," dedi.

"Başkan'ın tuhaf davranışları, geçen hafta NASA müdürü ile yaptığı özel toplantının ardından başlamış. Başkan'ın toplantıdan sersemlemiş bir halde çıktığı anlaşılıyormuş. Derhal tüm programını iptal etmiş ve o günden beri NASA'yla yakın temas içindeymiŞ."

Sexton duyduklarından kesinlikle zevk almıştı. "Belki de NASA ona biraz daha kötü haber vermiştir, olamaz mı?"

Gabriel e ümit dolu bir sesle,

"Mantıklı bir açıklama gibi," dedi. "Yine de Başkan'a her şeyden vazgeçmesini söylemek biraz tehlikeli olurdu."

Sexton bunu düşündü. NASA ile dönen d'olap her ne ise, kötü haber olduğu kesindi. Yoksa Başkan bunu benim yüzüme tokat gibi vururdu. Sexton kısa süre önce NASA fonları konusunda Başkan'a hayli yüklenmişti. Uzay dairesinin son zamanlardaki başarısız görevleri ve dev bütçe aşımları NASA'ya, hükümetin büyük müsrifliği ve yetersizliğini vurgulamak için kul andığı gayri resmi model unvanını kazandırmıştı. İtiraf etmek gerekirse, NASA'ya -Amerikan gururunu en önde gelen sembol erinden birine saldırmak çoğu siyasetçinin oy kazanmak için başvuracağı bir yol değildi ama Sexton'da çok az politikacının sahip olduğu bir silah vardı... Gabriel e Ashe. Ve onun kusursuz içgüdüleri.

Bu becerikli genç kadın aylar önce, Washington kampanya ofisinde koordinatör olarak çalıŞırken Sexton'ın dikkatini çekmişti. Sexton ilk kamuoyu yoklamalarında fena şekilde çakılıp hükümetin aşırı harcamalarıyla ilgili mesajı insanların bir kulağından girip diğerinden çıkınca, Gabriel e Ashe, ona kampanyayı bambaşka bir açıdan yü'rütmelerini öneren bir not yazmıştı. Senatöre, NASA'nın büyük bütçe aşımları ile aralıksız Beyaz Saray yardımlarını, Başkan Herney'nin dikkatsizce israfta bulunduğuna delil göstermesi gerektiğini söylemişti.

Gabriel e mali hesaplar, başarısızlıklar ve para yardımlarının bulunduğu bir liste de ekleyerek,

"NASA Amerikalılara bir servete mal oluyor" diye yazmıştı. "Seçmenlerin hiçbir şeyden haberi yok.

Bilseler dehşete düşerlerdi. Bence NASA'yı siyasi bir mesele haline getirmelisiniz."

Sexton, onun saflığına homurdanmıştı. "Ya evet, aynı zamanda beysbol oyunlarında mil i marşın okunmasına da küfredeyim."

41

Takip eden haftalarda Gabriel e, senatörün masasına NASA'yla ilgili bilgi yol amaya devam etti.

Sexton okudukça, genç Gabriel e Ashe'in söylediklerinde haklı olduğunu fark etmeye başladı.

Hükümet büroları standartları düşünüldüğünde bile NASA hayret verici bir para çukuruydu...

pahalı, yetersiz ve son yıl arda son derece beceriksiz.

Bir akşamüstü eğitinı hakkında canlı röportaj yapıyordu. Sunucu Sexton'ı devlet okul arına vaat ettiği fonu nereden bulacağı konusunda sıkıştırıyordu. Sexton karşılık olarak şakayla karışık, Gabriel e'ın NASA teorisini ortaya attı. "Eğitim parası nıı'?" dedi. "Şey, belki uzay programının yarısını keserim. Tahminimce, eğer NASA uzayda yılda on beş milyar harcayabilirse, burda dünyadaki çocuklar için yedi buçuk milyar harcayabilirim."

Sexton'ın yayın odasındaki kampanya yöneticileri, bu pervasız söylemi duyunca dehşetle yutkundular. Şimdiye dek NASA'ya laf atan tüm kampanyalar batmıştı. Bir anda radyo istasyonundaki tüm telefon hatlarının ışığı yanmaya başladı. Sexton'ın kampanya yöneticileri korkudan sindiler; uzay kahramanları öldürmek için etraflarında tur atıyordu.

Sonra birden beklenmedik bir şey oldu.

ilk arayan kişi şok olmuş bir sesle, "Yılda on beş milyar mı?" diyordu. "Yar ile bitiyor değil mi? Yani şimdi bana, öğretmenlere para yetmediği için mi oğlumun matematik sınıfının aşırı kalabalık olduğunu söylüyorsunuz? Ve NASA da uzaydaki tozların resmini çekmek için yılda on beş milyar dolar mı harcıyor'?"

Senatör Sexton ihtiyatlı bir edayla, Tee... bu doğru," dedi.

"Saçmalık! Başkan'ın bu konuda bir şey yapmaya yetkisi var mı'?"

Güveni yerine gelen Sexton, "Kesinlikle var," diye yanıtladı. "Başkan gereğinden fazla fon ayrıldığını düşündüğü tüm büroların bütçe taleplerini geri çevirebilir."

"O halde oyum size senatör Sexton. Uzay araştırmalarına on beş milyar, çocuklarımıza öğretmen yok. Utanmazlık! İyi şanslar bayım. Umarım yolun sonuna kadar gidersiniz."

Başka biri hattaydı. "Senatör, NASA Uluslararası Uzay İstasyonu'nun bütçenin üzerine çoktan çıktığını ve Başkan'ın projenin devam etmesini sağlamak için NASA'ya acil fon temin etmeyi düşündüğünü duydum. Bu doğru mu?"

Sexton bu soruya atladı. "Doğru!" Uzay istasyonunun başlangıçta, masratları on iki ülkeyle paylaşılacak suretiyle ortak teşebbüs olarak tasarlandığını anlattı. Ama inşaat başladıktan sonra istasyonun bütçesi kontrolden çıkmış ve ülkelerin çoğu kaçarak uzaklaşmışlardı. Projeyi çöpe atmak yerine Başkan, tüm masrafları üstlenmeye karar vermişti. Sexton, "UUİ projesi maliyetimiz..." diye ilan etti. "Öngörülen sekiz milyar dolardan, hayret verici bir şekilde yüz milyar dolara çıkmıştır!"

Arayan kişi çılgına dönmüş gibiydi. "Başkan ne diye fişi çekmiyor Sexton, adamı öpebilirdi. "Harika bir soru. Ne yazık ki, yapı malzemelerinin üçte biri halihazırda yörüngede ve Başkan sizin ödediğiniz vergileri onları oraya göndermek için harcadı. Bu yüzden fişi çekmek, sızin paranızla milyarlarca dolarlık bir hata yaptığını itiraf etmek olacaktır."

Telefonlar yağmaya devam etti. Amerikalılar ilk kez NASA'nın -mil i bir demirbaş değil- bir seçenek olduğunu idrak ediyor gibiydiler.

Şov sona erdiğinde, insanın sonsuz bilgi arayışı hakkında dokunaklı nutuklar çeken birkaç NASA tutkunu sayılmazsa, fikir birliği sağlanmıştı. "Sexton'ın kampanyası, kampanyaların kutsal kâsesine düşmüştü -yeni bir

sıcak noktaya- seçmenlerin bam teline dokunan, el değmemiş bir ihtilaflı konu.

Sonraki haftalarda Sexton muhaliflerini beş önseçimde hezimete uğratı. NASA meselesini seçmenlere duyururak yaptığı işi methederek, Gabriel e Ashe'i yeni kampanya özel asistanı ilan etti. Sexton basit bir el hareketiyle Afrika-Amerikalı genç bir kadını yükselen siyasi bir yıldız yapmış ve ırkçılık ya da cinsiyet ayrımcılığı yapacağından endişelenen seçmenlerin şüphelerini bir gecede yok etmişti. Şimdi limuzinde birlikte otururlarken Sexton, Gabriel e'ın bir kez daha değerini ispat ettiğini görüyordu.

43

NASA müdürüyle Başkan'ın geçen hafta yaptığı gizli toplantı hakkında getirdiği yeni bilgi, hiç

şüphesiz NASA'nın sorunlarının arttığını ya da başka bir ülkenin uzay istasyonuna ayırdığı fonu keseceğini gösteriyordu.

Limuzin Washington Anıtı'nın önünden geçerken senatör Sexton kaderin kendisinden yana olduğunu düşünmeden edemiyordu.

Dünyadaki en güçlü siyasi koltuğa oturmasına rağmen Başkan Zachary Herney dar omuzlu, orta boylu ve ince yapılı biriydi. Çil i bir yüzü, çift odaklı gözlükleri ve seyrek siyah saçları vardı. Buna rağmen gösterişsiz fiziği, tanıyanların ona karşı duyduğu yüce sevgiyle tamamen zıttı. Bir kez Zach Herney'yi tanıdıktan sonra, insanın onun için dünyanın sonuna kadar gidebileceği söylenirdi.

Rachel'ın elini sıkmak için uzanan Başkan Herney, "Gelebilmenize çok sevindim," dedi. Elini kavrayışı sıcak ve samimiydi.

Rachel konuşabilmek için üst üste yutkunmak zorunda kaldı. "Elbette... Sayın Başkan. Sizinle tanışmaktan şeref duydum."

Başkan tebessümüyle onu rahatlatınca Rachel, efsanevi Herney sevecenliğinin ne olduğunu bizzat anlamış oldu. Adamın uysâl simasına siyasi karikatüristler bayılıyordu, çünkü ne kadar çarpık çizerlerse çizsinler, hiç kimse onun sıcak ve cana yakın tebessümünü başkasıyla karıştırmıyordu. Gözlerinden daima samimiyet ve asalet yansıyordu.

Keyifli bir sesle, "Benimle gelin," dedi. "Üstünde isminizin yazdığı bir fincan kahve sizi bekliyor."

"Teşekkür ederim efendim."

Başkan dahili haberleşme düğmesine basarak, ofisine kahve göndermelerini istedi.

Rachel uçağın içinde Başkan'ı takip ederken kamuoyu yoklamalarında dibe vuran biri için fazlasıyla neşeli ve iyi dinlenmiş göründüğünü düşünmekten kendini alamadı. Ayrıca gündelik giysiler giymişti; kot pantolon polo yaka tişört ve L.L. Bean marka yürüyüş botları. Rachel sohbeti başlatmaya çalıştı. "Yürüyüş mü... yapıyorsunuz Sayın Başkan?"

"Hiç yapmam. Kampanya danışmanlarım yeni görünüşümün böyle olmasına karar verdiler. Siz ne düşünüyorsunuz?"

Rachel, adamın kendi iyiliği için ciddi olmamasını diledi. "Ee... çok... erkeksi efendim."

Herney'nin yüzü ifadesizdi. "İyi. Babanıza oy veren kadınlardan bazılarını geri kazanmama yardımcı olacağını düşünüyoruz." Kısa bir aradan sonra Başkan'ın yüzünde geniş bir tebessüm belirdi. "Bayan Sexton, bu bir şakaydı. Sanırım her ikimiz de bu seçimi kazanmak için polo yaka tişört ile kot pantolondan fazlasına ihtiyacım oldnğunu biliyoruz."

Başkan'ın açık sözlülüğü ve espri anlayışı Rachel'ın orada bulunmaktan ötürü duyduğu gerginliği yok etmişti. Başkan fiziki eksikliklerini diplomatik maharetleriyle kapatıyordu. Diplomasi Tanrı

vergisi bir şeydi ve Zach Herney'de bu yetenek vardı.

Rachel, Başkan'ı uçağın arka tarafına doğru takip etti. Daha içerilere girdikçe, ortam uçak havasından daha da uzaklaşıyordu; kavisli koridorlar, duvar kâğıtları ve hatta StairMaster ile kürek aleti bulunan bir egzersiz salonu. Fakat tuhaftır ki, uçak tamamıyla boş görünüyordu.

"Yalnız mı seyahat ediyorsunuz Sayın Başkan?"

Başını iki yana sal adı. "Aslına bakarsanız yeni indik."

Rachel şaşırmıştı. Nereden geldiniz? Bu haftaki istihbarat haberlerinde Başkan'ın seyahat planlarıyla ilgili herhangi bir şey yoktu. Görünüşe bakılırsa gizlice seyahat etmek için Wal ops Adası'nı kul anıyordu.

Başkan, "Çalışanlar siz gelmeden hemen önce uçaktan ayrıldılar," dedi.

"Onlarla buluşmak üzere Beyaz Saray'a gideceğim ama sizinle ofisim yerine burda görüşmeyi istedim."

45

"Bana gözdağı mı vermek istiyorsunuz'?"

"Tam aksine. Size saygı göstermeye çalışıyorum Bayan Sexton. Beyaz Saray gizli görüşmeler için hiç uygun değil. Ayrıca ikimizin görüştüğü haberi yayılırsa, sizi babanızla garip bir pozisyona sokardı."

"Buna minnettarım efendim."

"Hassas bir dengeyi incelikle koruduğunuz anlaşılıyor ve bunu bozmaya hiç gerek görmüyorum."

Rachel, babasıyla kahvaltıda yaptığı sohbeti hatırladı ve bunun "incelikli" diye nitelendirilebileceğinden kuşku duydu. Yine de Zach Herney nazik davranmak için elinden geleni yapıyordu ve doğrusu hiçbir mecburiyeti yoktu.

Herney, "Size Rachel diyebilir miyim?" diye sordu.

"Elbette." Ben size Zach diyebilirmiyim?

Onu oymalı meşe bir kapıdan geçiren Başkan, "Ofisim," dedi.

Hava Kuwetleri Bir'deki ofis, Beyaz Saray'daki emsalinden daha samimiydi, ama yine de mobilyalarda bir resmiyet havası seziliyordu. Masanın üstüne evraklar yığılmıştı. Arkasında ise, yaklaşan fırtınadan kaçmaya çalışan üç clirekli bir yelkenlinin resmedildiği klasik bir yağlıboya tablo asılı duruyordu. Zach Herney'nin mevcut durumdaki başkanlık sürecine mükemmel benzetme yapıyor gibiydi.

Başkan, Rachel'a masasının karşısındaki üç büyük sandalyeden birine oturmasını teklif etti.

Rachel, onun masasının arkasında oturacağını tahmin ediyordu ama sandalyelerden birini çekerek, Rachel'ın yanına oturdu.

Rachel, eşit .seviye, diye düşündü. Dostluk ilişkilerindeki en önemli nokta.

Sandalyesine yerleşirken yorgunlukla içini çeken Herney, "Evet Rachel," dedi. "Sanırım şu an burda oturduğun için kafan oldukça karışmıştır, öyle değil mi?"

Rachel'ın içinde kalan son savunma güdüsü de, adamın sesindeki samimiyetle kaybolup gitti.

"Aslına bakarsanız efendim, al ak bul ak oldum."

Herney yüksek sesle kahkaha attı. "Harika. Ben de her gün UKO'dan birilerini al ak bul ak edemiyorum."

"UKO'dan birileri her gün yürüyüş botları giyen bir Başkan tarafından Hava Kuwetleri Bir'e davet edilmiyor."

Başkan yeniden kahkaha attı.

Kapıdaki hafif bir tıkırtı, kahvelerin geldiğini haber veriyordu. Uçuş ekibinden biri, tepsinin üstünde buharlar çıkaran metal bir demlik ve iki fincanla içeri girdi. Başkan'ın arzusu üzerine tepsiyi masanın üstüne bırakarak ortadan kayboldu.

Kahveyi doldurmak için ayağa kalkan Başkan, "Süt ve şeker?" diye sordu.

"Süt lütfen." Rachel zengin aromayı içine çekti. Birleşik Devletler Başkan'ı bana bizzat kahve mi ikram ediyor?

Zach Herney ağır kalay karışımı bir fincanı ona uzattı. "Hakiki Paul Revere," dedi. "Küçük lükslerden biri."

Rachel kahveden bir yudum aldı. O ana dek tattığı en iyi kahveydi.

Kendisine de bir fincan doldurup yerine oturan Başkan, "Her neyse," dedi. "Burda vaktim sınırlı, o yüzden hemen meseleye gelelim." Başkan kahvesine biraz şeker attıktan sonra bakışlarını

Rachel'a çevirdi. "Sanırim Bil Pickering size, görüşmek istememin tek nedeninin siyasi üstünlük sağlamak için sizi kul anmak olduğunu söylemiştir."

"Doğrusu efendim, söyledikleri tam olarak bunlardı."

Başkan kendi kendine güldü. "Her zaman olumsuz düşünür."

"Demek ki yanılıyor, öyle mi?"

"Şaka mı yapıyorsunuz?" Başkan güldü. "Bil Pıckcring asla yanılmaz. Her zamanki gibi tam isabet ettirmiş."

47

9

Gabriel e Ashe boş gözlerle senatör Sexton'ın sabah trafiğinde ofisine doğru ilerleyen limuzininin camından dışarı bakıyordu. Hayatının bu noktaya nasıl geldiğini düşünüyordu. Senatör Sedgewick Sexton'ın özel asistanı. Tam olarak bunu istemişti, öyle değil mi? Bir limuzinin içinde, Birleşik Devletler'in bir sonraki Başkanı'nın yanında oturuyorum.

Gabriel e aracın lüks döşemesinden, kendi düşüncelerine daldığı anlaşılan senatöre baktı.

Gabriel e, onun yakışıklı yüz hatlarına ve mükemmel giyim tarzına bayılıyordu. Tam bir başkan gibi görünüyordu.

Gabriel e, Sexton'ı konuşurken ilk kez, üç yıl önce Cornel Üniversitesi'nde, siyasal bilgiler fakültesinde okurken duymuştu. Gözleriyle dinleyicileri nasıl etkisi altına aldığını, adeta doğrudan kendisine -bana güven mesajı gönderdiğini asla unutmayacaktı. Sexton konuşmasını bitirdikten sonra, Gabriel e, onunla tanışmak için sırada beklemişti.

Isim etiketini okuyan senatör, "Gabriel e Ashe," demişti. "Genç bir hanım için harikulade bir isim."

Gözleriyle güven telkin ediyordu. Onunla tokalaşırken adamın kuvvetini hisseden Gabriel e,

"Teşekkür ederim efendim," demişti. "Mesajınız beni gerçekten etkiledi."

"Bunu duyduğuma sevindim!" Sexton, onun eline bir kartvizitini tutuşturmuştu. "Daima kendi vizyonumu paylaşan genç beyinler ararım. Okuldan mezun olunca beni bul. Etrafımdakiler sana bir iş bulacaklardır."

Gabriel e teşekkür etmek için ağzını açtığı sırada senatör bir sonraki kişiyle konuşmaya başlamıştı bile. Buna rağmen Gabriel e takip eden aylarda kendini televizyonda Sexton'ın meslek hayatını takip ederken buldu. Hükümetin aşırı harcamalarına -öncelikli bütçe kesintileri, daha verimli çalışması için IRS'in modernleştirilmesi, DEA'nın dengelenmesi ve hatta fuzuli kamu hizmeti programlarının lağv edilmesi- karşı yaptığı konuşmaları hayranlıkla izledi. Ardından, senatörün eşi aniden bir araba kazasında ölünce, Sexton'ın olumsuzu bir şekilde olumluya dönüştürmesini hayretle izledi. Sexton acısını içine gömerek tüm dünyaya başkanlığa aday olacağını ve bundan böyle yapacağı kamu hizmetlerini eşinin anısına sunacağını ilan etmişti. Gabriel e o anda senatör Sexton'ın başkanlık kampanyasında çalışmak istediğine karar verdi.

Artık ona herkesten daha yakındı.

Gabriel e, onunla lüks ofisinde geçirdiği geceyi hatırladı ve aklına gelen utanç verici anıları

uzaklaştırmaya çalışarak olduğu yerde büzüldü. Ne sanıyordum acaba? Karşı koyması gerektiğini biliyordu ama nedense

ağzı dili bağlanmıştı. Sedgewick Sexton... ve onun kendisini istediğini düşünerek, o kadar uzun zamandır aklındaydı ki.

Bir tümsekten geçen limuzin, düşüncelerini böldü.

"İyi misin?" Sexton, ona bakıyordu.

Gabriel e hemen gülümsemeye çalıştı. "İyiyim."

"Hâlâ şu karavaş işini düşünmüyorsun öyle değil mi?"

Omuzlarını silkti. "Hâlâ biraz endişeleniyorum, evet."

"Unut gitsin. O karavaş olayı, kampanyamın başına gelen en iyi Şeydi.

Karavaş işi, rakibinizin penis büyüteci kul andığı ya da Stud Muffin dergisine üye olduğu bilgisini sızdırmanın siyasi sözlükteki karşılığıydı ve Gabriel e bunu en acı yoldan öğrenmişti. Karavaş işi yapmak muhteşem bir taktik sayılmazdı ama karşılık verdiğinde tam veriyordu. Ve tabi geri teptiğinde...

Ve geri tepmişti. Beyaz Saray'a doğru. Yaklaşık bir ay önce, Başkan'ın oylarının düşmesinden huzursuzlaşan kampanya çalışanları, saldırgan davranmaya karar vermiş ve doğruluğundan şüphe duydukları bir hikâye sızdırmışlardı. Senatör Sexton'ın özel asistanı Gabriel e Ashe ile ilişkisi olduğu haberi. Ne yazık ki Beyaz Saray'ın elinde hiç delil yoktu.

49

En iyi savunmanın güçlü savunma olduğuna yürekten inanan senatör Sexton, saldırı anını

yakalamıştı. Masumiyetini ispat etmek ve sayıp sövmek için basin toplantısı düzenledi.

Gözlerinde gamla kameraların içine bakarak, Başkan'ın, demişti, eşimin anısını bu kasıtlı

yalanlarla kirlettiğine inanamıyorum.

Senatör Sexton'ın televizyondaki performansı o kadar ikna ediciydi ki, Gabriel e bile neredeyse sevişmediklerine inanacaktı. Ne kadar kolay yalan söylediğini gören Gabriel e, senatör Sexton'ın gerçekten tehlikeli bir adam olduğunu fark etmişti. Gabriel e koşudaki en kuvvetli atı

desteklediğine emin olsa da, son zamanlarda acaba en iyi atı mı desteklediğini sorgulamaya başlamıştı. Sexton'la yakın çalışmak gözlerini açan bir tecrübe olmuştu... Universal Stüdyoları'nın perde arkasına yapılan turlarda, Hol ywood'un hiç de büyülü olmadığını keşfedince insanın filmlere duyduğu çocuksu hayranlığın sona ermesi gibi.

Sexton'ın mesajına olan inancı bozulmasa da, Gabriel e artık haberciden kuşku duymaya başlamıştı.

10

Başkan, "Sana söyleyeceklerim Rachel," dedi. "'UMBRA' sınıfına giriyor. Mevcut güvenlik yetkinin çok ötesinde."

Rachel, Hava Kuwetleri Bir'in duvarlarının üstüne geldiğini hissetti. Başkan, onu helikopterle Wal ops Adası'na getirtmiş, uçağına davet etmiş, kahvesini doldurmuş, babasına karşı siyasi üstünlük sağlamak için onu kul anmayı düşündüğünü hemen söylemiş ve şimdi de çok gizli bir bilgiyi yasal olmayan şekilde kendisiyle paylaşacağını bildirmişti. Zach Herney dışarıdan her ne kadar lütufkâr görünse de, Rachel, onunla ilgili önemli bir şey öğrenmişti. Adam kontrolü bir anda eline alıyordu.

Gözlerini ona diken Başkan, "İki hafta önce," dedi. "NASA bir keşifte bulundu."

Rachel algılayana kadar kelimeler bir süre havada asılı kaldı. Bir NASA keşf'i mi? Güncel enen istihbarat raporlarında uzay dairesiyle ilgili normalin dışında bir haber yoktu. Ama elbette şu günlerde artık "NASA keşfi" genel ikle yeni bir projenin bütçesini fazlasıyla aştıklarını fark ettikleri anlamına geliyordu.

Başkan, "Daha fazlasını konuşmadan önce," dedi.

"Uzay keşifleri konusunda babanın olumsuz düşüncelerini paylaşıp paylaşmadığını öğrenmek isterim."

Rachel bu açıklamaya içerlemişti.

"Umarım beni buraya babamın NASA'ya karşı atıp tutmalarına engel olmamı istemek için çağırmadınız."

Başkan güldü. "Elbette hayır. Sedgewick Sexton'a kimsenin engel olamayacağını bilecek kadar uzun süredir senatodayım."

"Benim babam bir fırsatçıdır efendim. Politikacıların çoğu öyle. Ve ne yazık ki NASA sayesinde bir fırsat yakaladı."

NASA'nın son hatalar zinciri öylesine çekilmezdi ki, insan gülsün mü, ağlasın mı şaşırıyordu...

yörüngede parçalanan uydular, dünyaya hiç sinyal gönderemeyen insansız uzay roketleri, maliyeti on katına çıkan Uluslararası Uzay İstasyonu ve batan gemiden kaçan fareler gibi uzaklaşan üye ülkeler. Bu işte milyarlar kaybediliyor ve senatör Sexton durumu dalgalardan istifade eden sörrfçüler gibi kul anıyordu. Onu 1600 Pennsylvania Bulvarı'nın kıyılarına taşıyacak olan dalgalar.

Başkan, "Son zamanlarda NASA'nın," dedi. "Yürüyen bir felaket olduğunu itiraf edeceğim. Her arkamı döndüğümde, onlara fazladan fon sağlamam için başka bir bahane sunuyorlar."

Rachel konuşmak için bir fırsat ele geçirmişti. Onu kul andı.

"Ve bununla birlikte efendim, acaba henüz geçen hafta onları rahatlatmak için acil fondan üç

milyar temin ettiğinizi okumadım mı?"

Başkan kendi kendine güldü. "Bu babanın çok hoşuna gitti, öyle değil mi?"

51

"İnsanın kendi darağacını hazırlaması gibi yoktur."

"Onu Nightline'da izledin mi? 'Zach Herney bir uzay bağımlısı ve vergi ödeyenler onun alışkanlığına fon sağlıyor."'

"Ama onu haklı çıkarıp duruyorsunuz efendim."

Herney başını sal adı. "NASA'nın büyük bir hayranı olduğumu saklayacak değilim. Her zaman öyleydim. Ben uzay yarışları çocuğuydum -Sputnik, John Glenn, Apol o 11- ve hiçbir zaman uzay programımıza duyduğum hayranlık ve mil i gururu ifade etmekten çekinmedim. Bana göre NASA'daki kadın ve erkekler tarihin yeni öncüleri. Onlar imkânsızı başarmaya çalışıyor, kaybetmeyi göze alıyor ve bizler geri çekilip eleştirirken çalışma masasının başına geri dönüyorlar."

Başkan'ın sakin görüntüsünün altında, babasının bitip tükenmez NASA karşıtı söylemlerine içten içe köpürdüğünü sezinleyen Rachel sessizliğini korudu. NASA'nın ne halt bulduğunu merak ettiğini fark etti. Başkan bu konuya gelmekte hiç acele etmiyordu.

Sesini biraz daha yükselten Herney, "Bugün," dedi. "NASA hakkındaki tüm fikirlerini değiştirmeyi planlıyorum."

Rachel, ona soran gözlerle baktı. "Ben zaten size oy veriyorum efendim. Ülkenin geri kalanı

üzerinde yoğunlaşmayı düşünebilirsiniz."

"Bunu istiyorum." Kahvesinden bir yudum alıp gülümsedi. We senden bana yardım etmeni isteyeceğim."

Duraksayarak ona doğru eğildi. "Alışılmadık bir biçimde."

Rachel şimdi Zach Herney'nin, avının kaçmak ya da savaşmak niyetini hesaplamaya çalışan bir avcı gibi, her hareketini dikkatle incelediğini hissedebiliyordu.

Her ikisine de kahve dolduran Başkan, "Sanırım NASA'nın YGS Projesi'ni duymuşsundur," dedi.

Rachel başını evet anlamında sal adı. "Yer Gözlem Sistemi. Sanırım babam YGS'den bir iki kez bahsetmişti."

Rachel'ın kinayeli alaycılığı Başkan'ın çatık kaşlarını düzeltmişti.

Işin doğrusu babası eline her fırsat geçtiğinde Yer Gözlem Sistemi'nden bahsediyordu. NASA'nın çok tartışılan pahalı teşebbüslerinden biriydi. Beş uydudan oluşan takım, uzaydan aşağı bakıp gezegenin çevre koşul arını -ozon deliğinin büyümesi, kutuplardaki buzuiların erimesi, küresel ısınma, yağmur ormanlarının tükenmesi- tahlil etmek üzere tasarlanmıştı. Amaç, daha güzel bir dünya için, çevrecileri şimdiye kadar kendilerine hiç sunuılmamış olan verilerle donatmaktı. Ne yazık ki YGS Prajesi başarısızlığa uğramıştı. NASA'nın son zamanlardaki pek çok projesi gibi bu da, başlangıçtan itibaren aşırı maliyet salgınına yakalanmıştı. Elini ateşe sokansa Zach Herney olmuştu. 1.4 milyar dolarlık YGS Projesi'ni Kongre'den geçirmek için çevreçi lobinin desteğini kul anmıştı. Ama YGS yeryüzüne vaat ettiği küresel katkıları getirmek yerine, başarısız fırlatmalar, bilgisayar hataları ve kasvetli NASA basın toplantılarından oluşan bir kâbusa dönüşmüştü. Tek gülen yüz, Başkan'ın YGS için paralarının ne kadarını kul andığını ve karşılığında umduklarından ne kadar alakasız sonuçlar elde ettiklerini, seçmenlere kendini beğenmiş bir ifadeyle hatırlatan senatör Sexton'a aitti.

Başkan fincanına biraz şeker attı. "Kulağa oldukça şaşırtıcı gelecek ama NASA'nın bahsettiğim şu keşfi YGS tarafından yapıldı."

Şimdi Rachel iyice şaşırmıştı. Eğer YGS yakın zamanda bir başarıya imza atmışsa, NASA bunu mutlaka duyururdu, öyle değil mi? Babası medyada resmen YGS'nin ipliğini pazara çıkarmıştı ve uzay dairesinin eline geçen her iyi haberi değerlendirmesi gerıkirdi.

Rachel, "YGS keşfiyle ilgili," dedi. "Hiçbir şey duymadım."

"Biliyorum. NASA iyi haberi bir müddet kendine saklamayı uygun buldu."

Rachel bundan şüphe ediyordu. "Tecrübelerimden öğrendiğim kadarıyla efendim, eğer söz konusu NASA ise, genelde hiçbir haber kötü haber değildir." Ketumluk NASA halkla ilişkiler bölümünün en iyi yaptığı iş sayılmazdı. UKO'daki en popüler espri, bilim adamlarından biri her yel endiğinde NASA'nın basin konferansı düzenlediğiydi.

53

Başkan kaşlarını çattı. "Ah evet. Pickering'in UKO güvenlik fanatiklerinden biriyle konuştuğumu unutmuşum. Hâlâ NASA'nın boşboğazlığından yakınıp duruyor mu?"

"Güvenlik onun işi efendim. Bu işi ciddiye alıyor."

"Hiç kuşkusuz öyle. Bu kadar ortak noktası olan iki ajansın sürekli kavga edecek bir şeyler bulduklarına inanmakta güçlük çekiyorum."

Rachel gerek NASA, gerekse UKO'nun uzayla ilintili bürolar olmalarına rağmen iki farklı kutupta felsefeye inandıklarını, Wil iam Pickering için çalışmaya başlar başlamaz öğrenmişti. UKO bir savunma bürosuydu ve tüm uzay etkinliklerini gizli tutardı. NASA ise ilmi bir kuruluştu ve tüm buluşlarını heyecan içinde bütün dünyaya ilan ederdi, ki Wil iam Pickering sıkça ulusal güvenlik riskine rağmen bunu yaptıklarını iddia ederdi. NASA'nın en iyi teknolojilerinden bazılarının -uydu teleskopları için yüksek çözünürlü lensler, uzun menzil i haberleşme sistemleri ve telsiz görüntüleme aygıtları- düşman ülkelerin istihbarat şebekelerinde bulunma ve anavatana karşı

casuslukta kul anılma gibi kötü bir alışkanlığı vardı. Bil Pickering sıklıkla, NASA bilim adamlarınin büyük beyinlere ve daha da büyük çenelere sahip olduğundan yakınırdı.

İki büro arasındaki daha isabetli bir mesele, UKO'nun uydularını NASA fırlattığı için, NASA'nın son zamanlardaki çoğu başarısızlığının doğrudan UKO'yu etkilemesiydi. Hiçbir başarısızlık 12

Ağustos 1998'de, NASA/Hava Kuwetleri Titan 4 füzesi fırlatıldıktan kırk saniye sonra infilak edip pahalı yükünü -kod adı Vortex 2 olan 1.2 milyar dolar değerindeki UKO uydusu- yok ettiği zamankinden daha çarpıcı olmamıştı. Pickering özel ikle bunu unutmaya pek hevesli görünmüyordu.

Rachel, "Peki NASA neden son başarısını halka ilan etmedi?" diyerek karşı çıktı.

"Şu anda pekâlâ birtakım iyi haberleri lehlerinde kul anabilirler."

Başkan, "NASA sessizliğini bozmuyor çünkü," diye açıkladı. "Ben onlara öyle emrettim."

Rachel, onu doğru duyup duymadığını düşündü. Eğer durum buysa, Başkan Rachel'ın anlamadığı bir tür siyasi harakiri yaptığını itiraf ediyordu.

Başkan, "Keşif," dedi. "Nasıl desek... ufak çapta galeyana getirici olmaktan öte bir şey değil."

Rachel kaygı verici bir ürperti hissetti. İstihbarat dünyasında "ufak galeyana getirmek" nadiren iyi haber anlamına gelirdi. Şimdi YGS ile ilgili bu gizliliğin, uydu sisteminin yaklaşan bir çevre hastalığı keşfetmiş olmasından kaynaklandığından şüpheleniyordu.

"Bir sorun mu var?"

"Hiçbir sorun yok. YGS muhteşem bir şey keşfetti."

Rachel sustu.

"Farz et ki Rachel, sana NASA'nın öyle önemli bir bilimsel keşifte bulunduğunu söylüyorum ki...

yeri yerinden oynatacak öyle bir şey ki... Amerikalıların uzaya harcadıkları her bir doların hakkını

verecek. Ne dersin?"

Rachel düşünemiyordu.

Başkan ayağa kalktı. "Biraz yürüyelim mi?"

Rachel, Başkan Herney'yi Hava Kuvvetleri Bir'in, dışarıdaki parıltılı körüklü koridoruna doğru takip etti. Merdivenlerden inerlerken Rachel mart havasının zihnini tazelediğini hissetti. Ne yazık ki bu tazelik, Başkan'ın iddialarını daha da tuhaflaştırmaktan başka işe yaramıyordu. NASA Amerikalıların uzaya harcadıkları her bir doların hakkını verecek değerli bilimsel bir keşifte mi bulundu?

Rachel bu büyüklükte bir keşfin sadece tek bir şey olabileceğini düşünüyordu -NASA'nın kutsal kâsesi- ki o da dünya dışı varlıklarla temas kurulmasıydı. Ne var ki Rachel bu kutsal kâse hakkında, mümkün olmadığını bilecek kadar bilgi sahibiydi.

55

Bir haberalma uzmanı olan Rachel, hükümetin örtbas ettiği uzaylılarla temas kurulma hikâyelerini bilmek isteyen arkadaşları tarafından sürekli soru yağmuruna tuttılurdu. "Eğitimli" arkadaşlarının teorileri onu daima dehşete düşürürdü; gizli devlet sığınaklarında saklanan parçalanmış uçan daireler, dünya dışı varlıkların buzda tutulan cesetleri, hatta kaçırılan ve ameliyatla incelenen masum sivil er. Elbette tüm bunlar saçmalıktı. Uzaylılar yoktu. Örtbas edilen hikâyeler yoktu.

istihbarat dünyasındaki herkes, görgü şahitliklerinin ve uzaylılar tarafından kaçırılma vakalarının hayal ürünü veya para tuzağı olduğunu bilirdi. Hilesiz UFO fotoğratları kanıt olarak sunulduğunda nedense hep gelişmiş uçaklar test eden ABD askeri hava üsleri yakınlarında görülürdü. Lockheed tam manasıyla yeni bir jet uçağı olan Stealth Bomber'la(radar tarafından görülemeyen uçak çeşidi) test uçuşlarına başladığında, Edwards Hava Kuwetleri Üssü yakınlarındaki görgü şahitleri on beş ktıtına çıkmıştı.

Onun kuşkulu tavrını gören Başkan, "Yüzünde şüpheli bir ifade var," dedi.

Sesinin tonu Rachel'ı şaşırtmıştı. Nasıl cevap vereceğini bilemeyen Rachel Başkan'a baktı.

"Şey..." Tereddüt etti. "Acaba efendim, dünya dışı uzay varlıklarından ya da küçük yeşil adamlardan mı bahsediyoruz?"

Rachel'ın söyledikleri Başkan'ın hoşuna gitmiş gibiydi. "Rachel, galiba bu keşfi bilimkurgudan çok daha ilginç bulacaksın."

NASA'nın Başkan'a uzaylı hikâyesi uyduracak kadar çaresiz durumda olmadığını duymak Rachel'ı rahatlatmıştı. Yine de yaptığı yorumlar, gizemi arttırmaktan başka bir işe yaramıyordu.

"Şey," dedi. "NASA'nın bulduğu her neyse zamanlamanın son derece uygun olduğunu söylemeliyim"

Herney geçitte durdu.

Uygun mu? Neden'?"

Neden mi? Rachel durup baktı. "Sayın Başkan, NASA şu an varoluşunu haklı çıkarmak için ölüm kalım savaşı veriyor ve siz de fon sağlamaya devam etmekten ötürü yaylım ateşi altındasınız.

Şimdi yapılacak köklü bir NASA keşfi, hem NASA, hem de kampanyanızın her derdine deva olur.

Sizi eleştirenler zamanlamayı oldukça şüpheli bulacaklardır."

"Yani... bana yalancı ya da aptal diyorsun, öyle mi?"

Rachel boğazının düğümlendiğini hissetti. "Saygısızlık etmek istemedim efendim. Ben sadece..."

"Sakin ol." Herney dudaklarında bel i belirsiz bir tebessümle yeniden merdivenleri inmeye başladı.

"NASA müdürü bana ilk olarak bu keşiften bahsettiğinde, hiç düşünmeden saçma olduğunu söyleyerek geri çevirdim. Onu tarihin en bilinen siyasi düzenbazlığını yapmakla suçladım."

Rachel boğazındaki düğümün biraz olsun çözüldüğünü hissetti.

Rampanın sonuna gelince Herney durup ona baktı. "NASA'nın keşfini saklı tutmasını istememin bir nedeni de onları korumak. Bu keşfin büyüklüğü NASA'nın şimdiye dek açıkladığı her şeyin ötesinde. İnsanın aya ayak basışı bunun yanında hiç kalacak. Ben de dahil olmak üzere herkesin kazanacak -ya da kaybedecek- o kadar çok şeyi var ki, resmi açıklamayla dünyaya duyurmadan önce, NASA verilerini başka birilerinin kontrol etmesini gerekli gördüm."

Rachel şaşırmıştı. "Elbette benden bahsetmiyorsunuz, değil mi efendim?

Başkan güldü. "Hayır, bu senin uzmanlık alanına girmiyor. Ayrıca, gayri resmi kanal ar doğruladıklarını bildirdiler bile."

Rachel'ın rahatlaması yerini yeni bir meraka bırakmıştı. "Gayri resmi mi efendim? Özel sektörü

mü kul andığınızı söylüyorsunuz? Bu kadar gizli bir konuda?"

Başkan kendinden emin bir tavırla başını sal adı. "Dışardan onaylayıcı bir ekibi -dört sivil bilim adamı- bir araya getirdim. Korumaları gereken bir unvana ve tanınmış isimlere sahip NASA harici personel inceleme yapmak için kendi donanimlarını kul anıp bağımsız sonuçlara vardılar. Bu sivil bilim adamları geçtiğimiz kırk sekiz saat içinde, NASA keşfinin şüpheye yer bırakmadığını

doğruladılar."

57

Rachel işte şimdi etkilenmişti. Başkan kendisini tipik Herney temkinliğiyle korumuştu. En seçkin takımı NASA keşfini onaylamaktan hiçbir çıkar elde etmeyecek, dışarıdan kimseler- işe alarak Herney, bütçeyi haklı çıkarmaya, NASA dostu Başkan'ı yeniden seçtirmeye ve senatör Sexton'ın saldırılarını savuşturmaya çalışan NASA'nın çaresiz bir hilesi olduğundan şüphelenenlere karşı

kendini korumuştu.

Herney, "Bu akşam saat yirmide," dedi. "Bu keşfi tüm dünyaya ilan etmek için Beyaz Saray'da bir basin konferansı vereceğim."

Rachel hayal kırıklığına uğradığını hissetti. Herney, ona hâlâ bir şey söylememişti. "Ve bu keşif, tam olarak nedir?"

Başkan gülümsedi. "Bugün sabredenin muradına erdiğini göreceksin. Bu, gözlerinle görmen gereken bir keşif. Daha fazlasını açıklamadan önce durumu tam manasıyla anlamanı istiyorum.

NASA müdürü bilgi vermek üzere seni bekliyor. Bilmen gereken her şey'ı sana anlatacak. Daha sonra seninle birlikte hangi rolü üstleneceğini konuşacağız."

Rachel, Başkan'ın gözlerindeki heyecanı hissedince, Pickering'in Beyaz Saray'ın gizli bir planı

olduğu yönündeki tahminini hatırladı. Görünüşe bakılırsa, Pickering her zaman olduğu gibi yine haklıydı.

Herney yakındaki bir uçak hangarını gösterdi. Oraya doğru yürürken, "Beni izle," dedi.

Rachel aklı karışmış bir halde onu takip etti. Önlerinde duran binanın hiç penceresi yoktu ve yüksek kapıları mühürlüydü. Tek yol, yan taraftaki küçük bir giriş gibiydi. Kapı aralık duruyordu.

Başkan, Rachel'ı kapının birkaç santim yanına kadar getirip durdu.

Kapıyı göstererek, "Benim için yol burda bitiyor," dedi. "Oraya sen gideceksin."

Rachel tereddüt etti. "Siz gelmiyor musunuz?"

"Benim Beyaz Saray'a dönmem gerekiyor. Seni kısa süre sonra ararım cep telefonun var mı?"

"Elbette efendim."

"Bana ver."

Rachel cep telefonunu çıkararak ona uzatırken, telefon hafızasına özel bir hızlı arama numarası

kaydedeceğini zannediyordu. Ama Başkan telefonu cebine attı.

Başkan, "Artık kapsama alanı dışındasın," dedi. "Işyerindeki tüm sorumlulukların askıya alındı.

Bugün benim ya da NASA müdürünün izni olmaksızın hiç kimseyle konuşmayacaksın. Anlıyor musun?"

rachel bakakaldı. Başkan az önce cep telefonumu mu çaldı?

"Müdür, sana keşfi açıkladıktan sonra, seni güvenli kanal ardan benimle görüştürecek. Yakında görüşürüz. Bol şans."

Hangar kapısına bakan Rachel, huzursuzluğunun arttığını hissetti.

Başkan Herney güven verici bir hareketle elini omzuna koyarak, başıyla işaret etti. "Seni temin ederim Rachel, bu konuda bana yardımcı olduğuna pişmanlık duymayacaksın."

Başkan başka bir şey söylemeden, Rachel'ı getiren PaveHawk'a doğru yürümeye başladı.

Helikoptere bindi ve havalandılar. Bir kez olsun dönüp arkasına bakmadı.

12

Rachel Sexton ıssız Wal ops hangarının eşiğinde tek başına durmuş, önündeki karanlığa göz gezdiriyordu. Kendini başka bir dünyanın sınırındaymış gibi hissediyordu. İçeriden, sanki bina nefes alıyormuş gibi serin ve rutubetli bir rüzgâr esti.

Hafif titrek bir sesle, "Merhaba?" diye seslendi.

Sessizlik.

59

Korkusu artarken, eşikten içeri adımını attı. Gözleri loş ışığa alışana kadar, bir süre hiçbir şey göremedi.

Birkaç metre ötedeki adam, "Bayan Sexton'sınız sanırım," dedi.

Sese doğru dönen Rachel yerinde sıçradı. "Evet efendim."

Bulanık bir erkek silueti ona doğru yaklaştı.

Rachel'rn görüşü düzeldiğinde kendisini, NASA uçuş tulumu giyen,, genç ve iri çeneli biriyle yüz yüze buldu. Son derece formda ve kaslı bir vücuda sahipti, üniformasının göğsüne sayısız cep dikilmişti.

Adam, "Hava Filosu Komutanı Wayne Loosigian," dedi. "Sizi korkuttuysam özür dilerim bayan.

Burası biraz karanlık. Hangar kapılarını açmaya henüz fırsat bulamadım." Rachel cevap vermeye fırsat bulamadan, adam tekrar konuştu.

"Bu sabah size pilotluk etmekten onırr duyacağım."

"Pilot mu?" Rachel, adama bakakaldı. Daha yeni bir pilottan ayrıldım.

"Ben müdürü görmek için burdayım."

"Evet bayan. Derhal sizi ona götürmek için emir aldım."

Rachel'ın durumu kavraması biraz zamanını aldı. Aklına dank ettiğinde, kandırıldığını hissetti.

Görünüşe bakılırsa, seyahat süreci henüz sona ermemişti. "Müdür nerde?" diye Rachel endişeyle sordu.

Pilot, "Henüz bilmiyorum," dedi. "Koordinatları havalandıktan sonra alacağım."

Rachel, adamın gerçeği söylediğini sezinledi. Demek ki bu sabah kör karanlıkta her şeyden habersiz bekleyen sadece o ve Direktör Pickering değildi. Başkan güvenlik işini oldukça ciddiye alıyordu. Rachel, Başkan'ın onu ne kadar kolay ve zahmetsizce "kapsama alanı dışına"

çıkardığını düşününce kendinden utandı. Geleli yarım saat oldu ama şimdiden tüm haberleşme cihazlarından mahrum bırakıldım ve direktörümün nerede olduğuma dair hiçbir fıkri yok.

Şimdi direngen NASA pilotunun önünde duran Rachel'ın, sabah planlarının suya düştüğünden hiç

şüphesi yoktu. Bu gezici kumpanya hoşuna gitsin ya da gitmesin onunla birlikte havalanacaktı.

Geriye kalan tek soru, nereye gittiğiydi.

Pilot duvarın yanına giderek bir düğmeye bastı. Hangarın arka tarafı, gürültüler çıkararak yana doğru kaymaya başladı. İçeri giren ışık, hangarın arkasındaki büyük bir nesnenin hatlarını ortaya çıkarttı.

Rachel'ın ağzı açık kaldı. Tanrım bana yardım et.

Hangarın orta yerinde, yırtıcı görünüşlü siyah bir savaş uçağı duruyordu. Rachel'ın gördüğü en aerodinamikyapılı uçaktı.

"Şaka yapıyorsunuz" dedi.

"Ilk görüşte verilen ortak tepki budur bayan, ama F-14 Tomcat kendini ispat etmiş bir uçaktır."

Bu, kanatları olan bir füze.

Pilot, Rachel'ı uçağa doğru yönlendirdi. Eliyle çift kişilik pilot kabinini gösterdi. "Siz arkada yolculuk edeceksiniz."

"Sahi mi?" Yüzünde zoraki bir tebessüm belirdi. "Ben de, benim kul anmamı isteyeceksiniz sandım."

Rachel kıyafetlerinin üstüne uçuş tulumu geçirdikten sonra kendini pilot kabinine tırmanırken buldu. Kalçalarını garip bir şekilde, dar koltuğa sığıştırdı.

"Bel i ki NASA'da hiç şişman popolu pilot yok," dedi.

Rachel'ın içeri yerleşmesine yardım eden pilot sırıttı. Sonra onun başına bir kask giydirdi.

"Hayli yüksek uçacağız," dedi. "Oksijene ihtiyacınız olacak." Yan bölmeden bir oksijen maskesi çıkartarak, Rachel'ın kaskına bağlamaya başladı

Uzanıp maskeyi eline alan Rachel, "Ben hal ederim" dedi.

Elbette efendim."

Rachel ağızlık kısmıyla biraz cebel eştikten sonra, sonunda kaskını takmayı başardı. Maske şaşırtıcı derecede garip görünüyordu ve oldukça rahatsızdı.

61

Uzun süre onu seyreden pilot eğleniyor gibiydi.

"Yanlış bir şey mi var?" diye sordu.

"Kesinlikle yok efendim." Sanki bıyık altından gülüyordu.

"Istifrağ torbaları koltuğunuzun altında. Birçok kişinin F-14'e ilk bindiğinde midesi bulanır."

Maskenin bastırıcı etkisinden ötürü sesi boğuk çıkan Rachel, "Bir şey olmaz," dedi. "Beni uçak tutmaz."

Pilot omuzlarını silkti. "Denizcilerin de pek çoğu aynı şeyi söylediler, ama pilot kabininden bol bol denizci safrası temizledim."

Rachel hafifçe başını sal adı. Harika.

"Kalkmadan önce başka sorunuz var mı?"

Rachel kısa bir süre tereddüt ettikten sonra, çenesini kesen ağızlığa parmağıyla vurdu.

"Nefes alışımı engel iyor. Bu şeyleri uzun uçuşlarda nasıl takıyorsunuz?"

Pilot sabırla gülümsedi. "Şey efendim, genel ikle onları baş aşağı takmayız."

Pistin ucunda, altındaki motorlar gümbürderken Rachel kendini, birinin tetiği çekmesini bekleyen, silahın içindeki mermi gibi hissediyordu. Pilot gaz kolunu ileri ittiğinde, Tomcat'in ikiz Lockheed 345 motorları gürültüyle canlanınca adeta tüm dünya sal andı. Frenler bırakıldığında Rachel koltuğunda geriye yapıştı. Jet uçağı pistte hızlandı ve birkaç saniye içinde havalandı. Pencerenin dışında, yeryüzü baş döndürücü bir hızla küçülüyordu.

Uçak gökyüzüne doğru diklemesine çıkarken Rachel gözlerini kapattı. Bu sabah nerede yanlış

yaptığını sorguluyordu. Bir masanın başında özet yazıyor olmalıydı. Oysa şimdi testosteron yakan bir torpidonun içinde sıkışıp kalmıştı ve oksijen maskesi sayesinde nefes alıyordu. Tomcat on beş bin metreye yükseldiğinde, Rachel kusacak gibi oldu. Düşüncelerini başka bir noktaya yönlendirmek istedi. Dokuz mil aşağıdaki okyanusa göz gezdirirken, birden kendini evinden çok uzakta hissetti.

Tam önünde oturan pilot, telsizde biriyle konuşuyordu, Konuşma sona erdiğinde pilot telsizi kapattı ve Tomcat'i aniden sola döndürdü. Uçak neredeyse tamamen yan yatınca, Rachel midesinin takla attığını düşündü. Neyse ki sonunda uçak yeniden düzeldi.

Rachel homurdandı. "Uyardığın için teşekkürler hızlı fişek."

"Üzgünüm efendim, ama az önce müdürle buluşacağınız yerin koardinatlarını aldım."

Rachel,

"Dur tahmin edeyim," dedi. "Kuzeyde mi?"

Pilotun aklı karışmış gibiydi. "Bunu nerden bildiniz?"

Rachel içini çekti. Şu bilgisayarla eğitilen pilotları da sevmek lazım.

"Saat sabahın dokuzu arkadaş ve güneş sağımızda. Kuzeye gidiyoruz."

Pilot kabininde kısa bir sessizlik oldu. "Evet bayan, bu sabah kuzeye gidiyoruz."

"Peki ne kadar uzağa gideceğiz?"

Pilot koordinatları kontrol etti. "Yaklaşık dört bin beş yüz kilometre.

Rachel olduğu yerde doğruldu. "Ne!" Haritayı gözünün ön'vne getirmeye çalıştı ama bu kadar kuzeyde olan yeri tahmin edemiyordu. "Bu, dört saatlik uçuş demek!"

Pilot, "Mevcut hızımızla evet," dedi. "Sıkı tutunun lütfen."

Rachel cevap veremeden adam F-14'ün kanatlarını içeri çekerek, aerodinamik pozisyona getirdi.

Hemen ardından, uçak daha önce sabit duruyormuş gibi hızla ileri atılırken, Rachel bir kez daha kaltuğuna yapıştığını hissetti. Bir dakika sonra saatte 1500 mil hızla'seyrediyorlardı.

Rachel artık iyice sersemlemişti. Gökyüzü kör edici bir hızla yarılırken midesinin bulanmasına hâkim olamadığını hissediyordu. Başkan'ın sesi kulağında yankılanıyordu. Seni temin ederim Rachel, bu konuda bana yardımcı olduğuna pişmanlık duymayacaksın. Rachel homurdanarak istifrağ torbasına uzandı. Bir politikacıya asla güvenme.

63

13

Senatör Sedgewick Sexton taksilerin çirkin bayağılığından hoşlanmasa da, zafere giden yolda arada sırada buna katlanmayı öğrenmişti. aPAurdue Hoteli'nin aşağı garajına kendisini az önce bırakan köhne Mayflower taksisi, Sexton'a limuzininin veremediği bir şey sağlıyordu: sıradanlık.

Alt barajın, beton sütunlar arasına serpiştirilmiş birkaç tozlu araba dışında boş olduğuna sevindi.

Garajda zikzaklar çizerek yürürken saatine göz attı. 11.15. Mükemmel.

Sexton'ın buluşacağı adam dakiklik konusunda oldukça hassastı. Ama Sexton, adamın kimi temsil ettiğini düşününce kendine, istediği konuda dilediği kadar hassas olabileceğini hatırlattı.

Sexton beyaz Ford Windstar minivanın her buluşmalarında dtırduğu aynı noktada park ettiğini gördü; çöp tenekelerinin arkasında, garajın doğu köşesi. Sexton bu adamla yukarıdaki süitlerden birinde gürüşmeyi tercih ederdi ama neden tedbirli davranıldığını kesinlikle anlıyordu. Bu adamın arkadaşları hulundukları yere dikkatsizlik sayesinde gelmemişlerdi.

Sexton kamyonete doğru ilerlerken, bu karşılaşmalardan önce her defasında hissettiği o bildik asap bozukluğunu yaşadı. Omuzlarını sıkmamaya kendini zorlayarak, neşeli bir selam hareketiyle arka koltuğa yerleşti. Şoför koltuğundaki koyu renk saçlı beyefendi gülümsemedi. Adam neredeyse yetmiş yaşındaydı ama onun sert siması, yüzsüz hayalperestlerle acımasız girişimlerden oluşan ordunun elebaşı olmasına yakışacak cinsten, gaddar bir ifade yayıyordu.

Duygusuz sesiyle, "Kapat kapıyı," dedi.

Adamın huysuzluğuna taviz veren Sexton, itaat etti. Her şeyden onemlisi, bu adam muazzam miktarlarda paraları idare eden adamları temsil ediyordu, ki bu paranın çoğu son zamanlarda Sexton'u dünyanın en güçlü koltuğuna oturtmak için akıtılmıştı. Sexton artık bu toplantıların strateji dersi olmaktan öte, senatörün bağışçılarına ne kadar bağımlı olduğunu hatırlatan aylık görüşmeler olduğunu yavaş yavaş anlıyordu. Bu adamlar yatırımları karşılığında çok ciddi bir beklenti içindeydiler. Sexton bu "karşılığın" çok cüretkâr bir talep olduğunu itiraf etmek zorundaydı

ama yine de, Oval Ofis'e bir kez yerleştikten sonra, o da Sexton'ın nüfuz alanında kalacak bir şeydi.

Adamın iş konuşmaya nasıl başlamaktan hoşlandığını öğrenmiŞ olan Sexton, "Sanırım," dedi.

"Bir ödeme daha yapıldı."

"Öyle. Ve her zaman olduğu gibi yine bu fonu sadece kampanyan için harcayacaksın. Kamuoyu yoklamalarının senin lehine yükseldiğini rmekten memnunuz ve görünüşe göre kampanya idarecilerin paramızı etkin biçimde harcıyorlar."

"Hızlı kazanıyoruz."

Yaşlı adam, "Sana telefonda da bahsettiğim gibi," dedi. "Bu gece altı kişiyi daha sen'ınle görüşmeye ikna ettim."

"Mükemmel." Sexton zamanını çoktan bu görüşmelere göre ayarlamıştı.

Yaşlı adam Sexton'a bir dosya uzattı. "Bilgileri burda. Çalış. Bilhassa endişelerini anladığından emin olmak istiyorlar. Senin sempatik olduğunu görmek istiyorlar. Onlarla kendi evinde görüşmeni tavsiye ederim."

"Evim mi? Ama ben genel ikle..."

"Senatör, bu adamlar şimdiye dek görüştüklerinin toplamından kat kat fazla kaynaklara sahip şirketler işletiyorlar. Bu adamlar büyük balık ve çok ihtiyatlı davranıyorlar. Kazanacak ve bu yüzden kaybedecek daha çok şeyleri var. Onları seninle görüşmeye ikna etmek için çok çalıştım.

Özel olarak ağırlanmak isteyeceklerdir. Özel bir ihtimam."

Sexton hemen başını sal adı. "Kesinlikle. Görüşmeler için evimi ayarlayabilirim."

65

"Elbette tam gizlilik isteyeceklerdir."

"Ben de öyle yapacağım."

Yaşlı adam, "İyi şanslar," dedi. "Eğer bu gece işler iyi giderse, son görüşmen olabilir. Bu adamlar tek başlarına Sexton kampanyasını yukarı taşıyabilirler."

Bu sözler Sexton'ın çok hoşuna gitmişti. Kendinden emin bir tavırla adama gülümsedi.

"Şansın da yardımıyla dostum, seçim zamanı geldiğinde, hepimiz zafer ilan edeceğiz."

"Zafer mi?" Yaşlı adam şeytani gözlerle Sexton'a doğru eğilerek, yüzünü buruşturdu. "Seni Beyaz Saray'a sokmak zaferin sadece ilk adımı senatör. Galiba bunu unutmuşsun."

14

On sekiz dönüm bahçelik arazinin içinde, sadece el i bir metre uzunluğunda ve yirmi beş metre enindeki Beyaz Saray, dünyadaki en küçük başkanlık konutlarından biridir. Mimar James Hoban'ın kubbe çatılı, parmaklıklı ve girişi sütunlu, kutumsu taş yapı planı, açık tasarım yarışmasında onu "çekici, asil ve kul anışlı" diye öven jüri tarafından seçilmişti. Başkan Zach Herney üç buçuk yıldır Beyaz Saray'da bulunmasına rağmen, buradaki avizeler, antikalar ve silahlı denizciler labirentinin içinde kendini nadiren evinde hissediyordu. Ama şu anda Batı

Kanadı'na doğru ilerlerken üstüne bir zindelik geldiğini ve pelüş halının üstünde neredeyse ağırlıksızmış gibi yürüdüğünü hissetti. Başkan yaklaşırken Beyaz Saray çalışanları başlarını

kaldırıp baktılar. Herney elini kaldırıp hepsini ismiyle selamladı. Ona nazikçe karşılık vermelerine karşın, selamlarına itaatkâr ve zoraki bir gülümseme eşlik etti.

"Günaydın Şayın Başkan."

"Sizi görmek ne kadar güzel Sayın Başkan."

"Iyi günler efendim."

Başkan ofisine doğru yürürken, arkasından fısıldaştıklarını sezinledi. Beyaz Saray'ın içinde bir isyan hazırlığı vardı. Geçen birkaç hafta 1600 Pensylvania Bulvarı'nda yaşanan düş kırıklığı, Herney'nin kendisini kaptan Bligh -mürettebatı ayaklanma hazırlığı yapan, zor durumdaki bir gemiyi yönetiyordu- gibi hissetmeye başlamasına neden olan bir noktaya doğru itiyordu. Başkan onları suçlamıyordu. Personel gelecek seçimde onu desteklemek için yorucu saatler boyunca çalışmıştı ve sonra Başkan birdenbire topu elinden kaçırmıştı.

Herney kendi kendine, yakında anlarlar, dedi. Yakında kahraman yeniden ben olacağım.

Personelini bu kadar uzun süre olanlardan habersiz bıraktığı için vicdan azabı duyuyordu ama gizlilik son derece önemliydi. Iş, sır saklamaya gelince, Beyaz Saray Washington'daki en zayıf halkaydı.

Oval Ofis'in önündeki bekleme odasına varan Herney, sekreterini neşeyle selamladı. "Bu sabah çok hoş görünüyorsun Dolores."

Kadın, onun gündelik kıyafetlerini onaylamadığını açığa vuran bir ifadeyle, "Siz de öyle efendim,"

dedi.

Herney sesini alçalttı. "Benim için bir görüşme ayarlamanı istiyorum."

"Kiminle efendim?"

"Tüm Beyaz Saray personeliyle."

Sekreteri başını kaldırıp baktı. "Tüm personel e mi efendim? 145'iyle birden mi?"

"Aynen öyle."

Tedirgin olmuŞa benziyordu. "Peki. Görüşmeyi... Toplantı Odası'nda ayarlayayım?"

Herney başını iki yana sal adı. "Hayır. Ofisimde ayarla."

67

Şimdi kadın bakakalmıştı. "Tüm personeli Oval Ofis'te mı gormek istiyorsunuz?"

"Kesinlikle."

"Hepsini aynı anda mı efendim?"

"Neden olmasın?" Saati on altıya ayarla."

Sekreter bir akıl hastasıyla alay edercesine başını sal adı. "Peki efendim. Peki toplantı neyle ilgili olacak?"

"Bu akşam Amerikalılara çok önemli bir duyurum olacak. ilk önce kendi personelimin duymasını

istiyorum."

Sekreterin yüzünde, sanki içten içe bu anın gelmesinden korkuyormuş gibi, karamsar bir ifade belirdi. Sesini alçalttı.

"Efendim, yarıştan geri mi çekiliyorsunuz?"

Herney bir kahkaha patlattı. "Kesinlikle hayır Dolores! Vites büyütüyorum."

Sekreter şüpheyle baktı. Medya raporları Başkan'ın seçimleri kaybettiğini söylüyordu.

Başkan güven telkin edici biçimde göz kırptı. "Dolores, geçen birkaç yıl içinde benim için muhteşem bir iş çıkardın ve gelecek dört yıl boyunca o muhteşem işini yapmaya devam edeceksin. Beyaz Saray bizde kalacak. Söz veriyorum."

Sekreteri inanmak istiyormuş gibi bakıyordu. "Çok güzel efendim. Personele bildireceğim. Saat on altıda."

Zach Herney Oval Ofis'ten içeri girerken, tüm personelinin küçük odaya tıkıştığını görünce gülümsemekten kendini alamadı. Bu muazzam ofise geçen yıl ar süresince pek çok isim takılmış

olsa da -Yüznumara, Kamış Kovuğu, Clinton'ın Yatak Odası- Herney'nin en sevdiği "Istakoz Kapanı"ydı. En uygunu buydu. Oval Ofis'ten içeri ne zaman bir yabancı girse, yön duygusunu kaybederdi. Odanın simetrisi, hafifçe kavisli duvarlar, ustaca gizlenmiş giriş çıkışlar, ziyaretçileri sersemletip başını döndürürdü. Oval Ofis'teki bir toplantının ardından saygın ziyaretçi, genel ikle Başkan'la tokalaşmak için ayağa kalkar ve doğruca dolaplardan birine toslardı. Herney ise görüşmenin nasıl geçtiğine bağlı olarak ya misafiri zamanında durdurur ya da kendisini rezil etmesini zevkle izlerdi.

Herney, Oval Ofis'teki en çarpıcı görüntünün, odanın oval halısına işlenmiş renkli Amerikan kartalı

olduğunu düşünürdü. Kartalın sol pençesi bir zeytin dalı, sag pençesi ise bir deste ok kavrıyordu.

Dışarıdan çok az kimse, barış zamanlarında kartalın yüzünü sola -zeytin dalına- çevirdiğini bilirdi.

Ama savaş zamanlarında kartal mucizevi bir şekilde sağa dönerdi; oklara doğru. Bu küçük salon hilesinin ardındaki mekanizma, Beyaz Saray çalışanları arasında sessiz spekülasyonlara neden oluyordu, çünkü geleneksel olarak hileyi sadece Başkan ve Saray idaresinin başındaki kişi bilirdi.

Herney, esrarengiz kartalın ardındaki gerçeğin hayal kirıklığı yaratacak kadar basit olduğunu keşfetmişti. Odanın altındaki küçük bir kilerde ikinci oval halı duruyordu ve temizlikçi gece yarısı

halıları değiştiriyordu. Şimdi Herney, sol tarafa bakan barışçıl kartala göz gezdirirken, senatör Sedgewick Sexton'a karşı başlatacağı küçük savaşın onuruna belki de halıları değiştirmesi gerektiğini düşünüyordu.

15

ABD Delta Gücü, her türlü eylem için kanunla başkanlık tarafından dokunulmazlık verilmiş tek saldırı timiydi.

Başkanlık Karar Yönergesi 25 (BKY 25) Delta Gücü komandolarına, orduyu şahsi menfaat sağlamakta, polis teşkilatının dahili görevlerinde ya da onaylanmamış gizli operasyonlarda kul anan kimselere uygulanacak cezaları belirleyen 1876 Posse Comitatus Kanunu da dahil olmak üzere, "tüm yasal sorumluluklardan muafiyet" sağlar.

69

Delta Gücü üyeleri, Fort Bragg, Kuzey Carolina'da bulunan Özel Operasyonlar Komutanlığı'na(Special Operations Command) bağlı özel bir teşkilat olan Savaş Tatbikat Mangası'ndan (STM) özenle seçilirler. Delta Gücü komandoları eğitimli katil erdir; SWAT

operasyonlarında, rehine kurtarmada, ani baskınlarda ve gizli düşman güçlerinin bertaraf edilmesinde uzmandırlar.

Delta Gücü görevleri yüksek seviyede gizlilik gerektirdiğinden, geleneksel çok rütbeli komuta zinciri, "tek-başlı" idare -birimi dilediği gibi yönetme yetkisine sahip tek bir idareci- ile yer değiştirmiştir. Bu idareci genel ikle görevi başarıyla yürütebilecek nüfuza ve yeterli rütbeye sahip askeri ya da siyasal ağırlıklı kişidir. Delta Gücü görevleri, başlarındaki kişinin kimliği fark etmeksizin, en üst seviyeden kabul edilirler ve bir kez tamamlandıktan sonra Delta Gücü askerleri görev hakkında bir daha asla konuşmazlar; ne kendi aralarında, ne de Özel Operasyonlar'daki komutanlarıyla.

Uç. Savaş. Unut.

Seksen ikinci paralelin üstünde konuşlanan Delta Gücü o an ne uçuyor, ne de savaşıyordu.

Sadece gözlüyorlardı.

Delta-Bir şimdilik bunun alışılmadık bir görev olduğunu itiraf etmek zorundaydı ama kendisinden yapmasını isteyecekleri şeylere şaşırmamayı uzun zaman önce öğrenmişti. Geçen beş yıl süresince, Ortadoğu'da rehine kurtarma, Birleşik Devletler'de çalışan terörist topluluklarını saf dışı

bırakma ve hatta dünya çevresindeki pek çok tehlikeli erkek ve kadını yok etme operasyonlarında görev almıştı.

Henüz geçen ay Delta Gücü, Güney Amerikalı kötü bir uyuşturucu patronunun kalp krizinden ölmesine sebep olmak için uçan mikrobotu kul anmıştı. Damar daraltan etkili bir ilaç

içeren çapraz kıl ı titanyum iğnesiyle hazırlanmış mikrobotu kul anan Delta-Iki, aygıtı ikinci kattaki pencereden adamın evine sokmuş, yatak odasını bulmuş ve sonra adam uyurken onu omzundan iğneyle vurmuştu. Adam göğsündeki ağrıyla uyanmadan önce mikrobot pencereden dışarı çıkmış

ve "karaya konmuştu" Kurbanın eşi hastaneyi aradığında Delta Gücü çoktan eve doğru uçuyordu.

Kapı kırılmamış, içeri girilmemişti. Doğal sebeplerden bir ölüm. Mükemmel bir iş olmuştu.

Henüz geçenlerde, özel görüşmelerini izlemek için ünlü bir senatörün ofisine yerleştirilen bir başka mikrobot, renkli bir cinsel ilişkinin görüntülerini kaydetmişti. Delta Gücü bu göreve kendi aralarında "düşman hattının ardındaki yanaşma" diyorlardı.

Şimdi ise, son on gündür gözetleme görevi gerekçesiyle bu çadırın içine kapanmış olan Delta-Bir, görevin bitmesini bekliyordu.

Saklanmaya devam et.

Yapıyı gözetle: içeriyi ve dışarıyı.

Beklenmedik her türlü gelişmeyi komutanına bildir.

Delta-Bir, vazifeleriyle ilgili hiçbir duygu beslememek konusunda eğitilmişti. Yine de görev, takımıyla birlikte ona ilk anlatıldığında, kalp atışlarını hızlandırmıştı. Brifing "yüz yüze"

yapılmamıştı; güvenli elektronik kanal ar vasıtasıyla verilmişti. Delta-Bir, bu görevden sorumlu idareciyle hiç karşılaşmamıştı.

Saati diğerleriyle eşzamanlı öttüğünde, Delta-Bir proteinli kuru yemeğini yiyordu. Birkaç saniye içinde, yanındaki CrypTalk haberleşme cihazının uyarı sinyali çaldı. Yaptığı işi bırakarak, konuşma aygıtının ahizesini eline aldı. Diğer iki adam sessizce bakıyorlardı. Vericiye konuşarak,

"Delta-Bir," dedi.

Ağzından çıkan iki kelime o anda, cihazın içindeki ses tanıma programı tarafından doğrulandı.

Kelimelerin her birine atanan şifreli bir referans numarası, uydu aracılığıyla arayana gönderiliyordu. Arayan kişinin tarafındaki benzer bir cihaz numaraları deşifre ederek, daha önceden programlanmış bir sözlük yardımıyla yeniden kelimelere çeviriyordu.

71

Ardından, kelimeler sentetik bir sesle dile geliyordu. Toplam gecikme süresi ise seksen salise idi.

Operasyonu denetleyen kişi, "İdareci konuşuyor," dedi. CrypTalk'un robotumsu ses tonu ürkütücüydü; suni ve cinsiyetsiz. "Operasyon statünüz nedir?"

Delta-Bir, "Her şey planlandığı gibi devam ediyor," diye yanıt verdi.

"Mükemmel. Zaman planında güncel eme yapıyoruz. Bu akşam Doğu saatiyle yirmide bilgi halka duyuruluyor."

Delta-Bir kronografını kontrol etti. Sadece sekiz saat kaldı. Buradaki işi yakında sona erecekti. Bu moral vericiydi.

İdareci, "Başka bir gelişme daha var," dedi. "Sahneye yeni bir oyuncu girdi."

"Ne yeni oyuncusu?"

Delta-Bir dinledi. İlginç bir kumar. Orada birileri oyunu sonuna kadar götürmeye kararlıydı. "Sizce güvenilir biri mi?"

"Çok yakından takip edilmeli."

"Peki ya sorun çıkarsa?"

Hattaki ses hiç tereddüt etmedi. "Aynı emirler geçerli."

16

Rachel Sexton bir saatten fazladır kuzeye uçuyordu. Yolculuk buyunca, kısa bir süreliğine görünüp kaybolan Newfoundland dışında F-14'ün altında sudan başka bir şey görmemişti.

Yüzünü ekşiterek, sanki neden su olmak zorunda, diye düşündü. Rachel yedi yaşında buz pateni yaparken, donmuş gölün üstündeki buzla birlikte suya batmıştı. Yüzeyin altında hapsolmuş bir haldeyken öleceğine emindi. Rachel'ın su yutmuş vücudunu kavrayıp hızla çekerek güvenliğe çıkaran, annesinin güçlü el eri olmuştu. O ıstıraplı dayanıklılık denemesinin ardından Rachel sudan korkar olmuştu; belirgin bir açık deniz korkusu, özel ikle de soğuk olursa.

Bugün, Kuzey Atlantik'ten başka bir şey göremeyen Rachel'ın korkuları su yüzüne çıkmıştı.

Pilot Grönland'ın kuzeyindeki Thule Hava Kuwetleri Üssü'yle rotasını tayin edene dek Rachel ne kadar ıızağa gittiklerini fark etmemişti. Kutup Dairesi'nin üstünde miyim? Bu bilinç tedirginliğini arttırdı.Beni nereye götürüyorlar? NASA ne buldu? Az sonra aşağıdaki mavi-gri manzarada binlerce bembeyaz noktacık belirdi.

Buzdağları.

Rachel buzdağlarını hayatında daha önce sadece bir kere, annesi onu altı yıl önce Alaska'ya yapılan bir anne-kız gemi seyahatine ikna ettiğinde görmüştü. Rachel sayısız başka kara seyahati seçeneği önermişti annesi ısrarcıydı. "Rachel, tatlım," demişti. "Bu gezegenin üçte ikisi sularla kaplı ve er ya da geç bununla baş etmeyi öğrenmelisin." Bayan Sexton, güçlü bir kız evlat yetiştirmeye niyetli, ileri görüşlü bir New England'lıydı. Bu gemi seyahati, Rachel ile annesinin birlikte yaptıkları son yolculuk olmuştu.

Katherine Wentworth Sexton. Rachel ani ve şiddetli bir yalnızlık duygusuna kapıldı. Anılar, uçağın dışında uğuldayan rüzgâr gibi geri gelmişler Her zaman olduğu gibi duygularını altüst ediyorlardı.

En son telefonda konuşmuşlardı. Şükran Günü sabahı. karla kaplı O'Hare Havaalanı'ndan telefon açan Rachel, "Üzgünüm anne" demişti. "Ailemizin Şükran Günü'nü asla birbirinden ayrı

geçirmediğini biliyorum. Galiba bu ilk olacak."

Rachel'ın annesi adeta yıkılmıştı. "Seni görmeyi o kadar istiyordum ki."

"Ben de anne. Babamla birlikte hindi ziyafeti çekerken benim havaalanı yemeklerinden yediğimi düşünün."

73

Hatta bir sessizlik olmuştu. "Rachel sen buraya gelinceye kadar söylemeyecektim ama baban bu yıl eve gelemeyecek kadar çok işi olduğunu söylüyor. Hafta sonu D.C.'deki süitte kalacak."

"Ne!" Rachel'ın şaşkınlığı hemen öfkeye dönüşmüştü.

"Ama bu Şükran Günü! Senato açık değil ki! İki saatten az yolu var. Seninle olması gerekirdi!"

"Biliyorum. Yorgunluktan bittiğini söylüyor... araba kul anamayacak kadar yorgunmuş. Bu hafta sonunu bitirilmemiş işlerini hal etmekle geçirmeye karar vermiş."

Iş mi? Rachel'ın bundan şüphesi vardı. Daha olası bir tahmin, senatör Sexton'ın başka bir kadını

hal edeceğiydi. Gizli tutmasına rağmen, yıl ardır karısına ihanet ediyordu. Bayan Sexton aptal değildi ama kocasının ilişkileri daima ikna edici mazeretler ve aldattığı imasının hakaret olduğu iddiasıyla sona ererdi. Bayan Sexton sonunda acısını gömmenin çaresin görmezden gelmekte bulmuştu. Rachel, annesini boşanmaya teşvik ettiğı halde, Katherine Wentworth Sexton sözünün arkasında duran bir kadındı. Rachel'a, ölüm bizi ayırana kadar, demişti. Baban, beni seninle mesut etti -güzel bir kız evlat- ve bu yüzden ona minnet duyuyorum. Yaptıkları yüzünden bir gün daha yüksek bir merciye hesap vermek zorunda kalacak.

Havaalanındaki Rachel'ın öfkesi patlama noktasındaydı. "Ama bu, Şükran Günü'nde yalnız kalacağın anlamına geliyor!" Midesinin bulandığını hissediyordu. Şükran Günü'nü evden ayrı

geçiren senatör alışılmadık bir durumdu, söz konusu babası bile olsa.

Bayan Sexton hayal kırıklığına uğramış ama kararlı bir sesle, "Şey..." dedi. "Tüm bu yemeklerin çöpe atılmasına gönlüm razı olmaz. Ann Teyze'ne giderim. Bizi her zaman Şükran Günü'ne davet etmiştir. Şimdi onu arayacağım."

Rachel'ın suçluluk duygusu biraz olsun azalmıştı. "Tamam. Mümkün olan en kısa sürede eve geliyorum. Seni seviyorum anne."

"İyi uçuşlar tâtlım."

Rachel'ın bindiği taksi o akşam Sextonların lüks konağının garaj yoluna girdiğinde saat 22.30'du.

Rachel hemen o an ters giden bir şeyler olduğunu anlamıştı. Garaj yolunda üç polis arabası

duruyordu. Ve onlarca haber karavanı. Evin tüm ışıkları yanıyordu. Rachel kalbi hızla atarak içeri girdi. Kapıda onu bir Virginia eyalet polisi karşıladı. Neşesiz bir yüzü vardı. Hiç bir şey söylemesine gerek yoktu. Rachel anlamıştı. Bir kaza olmuştu.

Memur, "Yirmi beş numaralı yol, donan yağmur yüzünden kaygandı," dedi. "Anneniz yoldan çıkarak ağaçlıklı dağ geçidine düşmüş. Üzgünüm çarpma anında ölmüş."

Rachel'ın vücudu taş kesmişti. Haberi alır almaz eve dönen babası, oturma odasında küçük bir basin konferansı vererek dünyaya, eşinin aile arasındaki Şükran Günü yemeğinden dönerken araba kazasında öldüğünü duyuruyordu.

Içini çekerek ağlayan Rachel, müdahale etmeye hazır bekliyordu.

Babası yaşla dolu gözlerle medyaya, "Keşke," dedi. "Bu hafta sonu evde olsaydım. O zaman bu asla olmazdı."

Babasına duyduğu kin her geçen saniye artan Rachel, bunu yıl ar önce düşünmeliydin, diye ağlıyordu.

O andan itibaren Rachel kendini babasından, Bayan Sexton'ın asla yapmadığı şekilde soyutladı.

Senatörün farkında olduğu söylenemezdi. Birden merhum eşinin mal varlığını başkanlık adaylığı

için harcamakla meşgul biri haline gelmişti. Acıyanların para teklif etmesi bile gururunu incitmiyordu. Ne acıdır ki senatör şimdi, üç yıl sonra, uzaktan bile Rachel'ın hayatını yapayalnız kılıyordu. Babasının Beyaz Saray yarışı, Rachel'ın bir erkekle tanışıp aile kurma hayal erini belirsiz bir zamana erteliyordu. Rachel "Başkan'ın kızı" henüz kendi kulvarlarındayken, fırsattan istifade etme ümidiyle gözünü güç hırsı bürümüş Washington'lı âşıklarla uğraşmak yerine sosyal hayattan elini eteğini çekmeyi daha kolay buluyordu.

75

F-14'ün dışında gün ışığı azalmaya başlamıştı. Kuzey Kutbu'nda kış ayları sona eriyordu; sürekli karanlık vakti. Rachel devamlı gece topraklarına doğru uçtuğunu fark etti. Geçen dakikalarla birlikte güneş, ufkun ardında kaiarak tamamen kayboldu. Kuzeye doğru devam ederlerken, buzulumsu berrak havada bembeyaz asılı duran ay belirdi. Çok aşağılardaki okyanus dalgaları

parıldıyor, buzdağları ise koyu renkte bir etamin üstüne serpiştirilmiş elmaslar gibi görünüyordu.

Rachel sonunda kara parçasının bel i belirsiz şeklini seçebildi. Ama beklediği bu değildi. Uçağın önünde, karlarla kaplı muazzam büyüklükte dağlar uzanıyordu.

Aklı karışan Rachel, "Dağlar mı?" diye sordu. "Grönland'ın kuzeyinde dağlar mı var?"

Onun kadar şaşırmış görünen pilot, "Görünüşe göre öyle," dedi.

F-14 burnunu aşağı verirken Rachel tuhaf bir ağırlıksızlık hissine kapıldı. Kulaklarındaki çınlamaya rağmen, pilot kabininde yinelenen elektronik vızıltı sesini duyabiliyordu. Bel i ki pilot bir tür rota belirleyici sinyale kilitlenmiş, onu takip ediyordu. Bin metrenin altına indiklerinde Rachel, aşağıdaki ay ışığının aydınlattığı çarpıcı araziye baktı. Dağların eteklerinde geniş ve karlı bir düzlük uzanıyordu. Plato, okyanusa dikey inen buzlu bir kayalıkla birdenbire son bulana dek, denize doğru yaklaşık on beş kilometre ilerliyordu. Rachel işte o anda gördü. Dünyanın herhangi bir yerinde şimdiye dek gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu. ilk başta ay ışığının oyunu sandı. Ne gördüğünü tam manasıyla çıkaramadan, gözlerini kısarak karla kaplı alana baktı. Uçak alçaldıkça görüntü netleşiyordu.

Tanrı aşkına nedir bu?

altlarındaki plato çizgiliydi... sanki birisi karı üç dev simli şeritle renklendirmiş gibi. Parlayan çizgiler kıyıdaki kayalıkla paraleldi. Uçak yüz el i metreye indiğinde optik yanılsama kendini bel i etti. Üç simli şerit her biri otuz metre genişliğinde derin oluklardı. Oluklara dolan sular donmuş ve platoda paralel ilerleyen simli kanal ara benzemişti. Aralarındaki beyaz yığınlar ise, kümelenmiş

karın oluşturduğu setlerdi. Platoya doğru alçalırlarken uçak ağır türbülans nedeniyle sal anıp sıçramaya başladı. Rachel iniş takımlarının gürültülü bir şangırtıyla açıldığını duydu ama hâlâ iniş

çizgisini göremiyordu. Pilot, uçağa hâkim olmaya çalışırken Rachel dışarı göz attı ve kar setlerinin üstüne yerleştirilmiş yanıp sönen iki elektronik ışık gördü. Pilotun yapmaya çalıştığını anladığında dehşete düştü.

"Buza mı iniş yapıyoruz?" diye sordu.

Pilot cevap vermedi. Dikkatini şiddetli rüzgâra vermişti. Uçak iyice alçalıp buz kanalına doğru inerken Rachel midesinin bıçaklandığını hissetti. Uçağın her iki yanında yüksek kar kümeleri vardı. Dar kanalda yapılacak en ufak hatanın ölüm anlamına geleceğini bilen Rachel nefesini tuttu. Sal anan uçak kar setlerinin arasında daha da alçaldığında türbülans birden durdu.

Rüzgârdan iyice korunan uçak, burun üstüne güvenle indi. Tomcat'in arka yardımcı motorları

gürleyerek uçağı yavaşlattılar. Rachel nefesini verdi. Jet, yüz metre kadar ilerledikten sonra, buzun üstünde boyanmış krrmızı çizgide durdu. Sag taraftaki manzara, ay ışığının aydınlattığı bir kar duvarından başka bir şey değildi; kar setin kenarı. Sol taraftaki manzara da benzerdi. Rachel sadece ön camdan bir şeyler görebiliyordu... sonsuz bir buz vadisi.

Kenddini ölü bir gezegene inmiş gibi hissetti. Buzun üstündeki çizgi dışında hayat belirtisi yoktu.

Rachel, onu sonra duydu. Uzaklardan yaklaşan bir başka motor sesi duyuldu. Ses perdesi yüksekti. Araç belirene dek ses gittikçe arttı. Bu, buz oluklarından onlara doğru gelen büyük, çok paletli bir kar traktörüydü. Yüksek ve cılız araç, döner ayaklar üstünde iştahını bileyerek üzerlerine doğru gelen, uzun boylu bilimkurgu böceklerine benziyordu. Şasinin 77

üstünde, bir dizi projektörle yolunu aydınlatan, plastik camdan kapalı bir kabin vardı. Araç, F-14'ün tam yanında sarsılarak durdu. Plastik cam kabinin kapısı açıldı ve merdivenden aşağıdaki buzun üstüne birisi indi. Baştan aşağı, ona şişirilmiş havası veren beyaz, kabarık bir tulum giymişti. Bu garip gezegende en azından birilerinin yaşadığını görerek rahatlayan Rachel, Mad Max, Pil sbury Dough Boy ile karşılaşır, diye düşündü.

Adam, F-14 pilotuna kapağı açmasını işaret etti.

Pilot isteneni yerine getirdi.

Pilot kabini açıldığında, içeri giren esinti Rachel'ın kemiklerini anında iliklerine kadar dondurdu.

Kapat lanet kapağı!

Aşağıdaki kişi ona, "Bayan Sexton?" dedi. Amerikan aksanıyla konuşuyordu. "NASA adına size hoş geldiniz diyorum."

Rachel titriyordu. Binlerce teşekkür.

"Lütfen emniyet kemerinizi çözün, kaskınızı uçakta bırakın ve gövdedeki köprübaşını kul anarak aşağı inin. Sorunuz var mı?"

Rachel, "Evet," diye bağırdı. "Hangi cehennemdeyim?"

17

Marjorie Tench -Başkan'ın başdanışmanı- uzun bir yaratık iskeletiydi. Bir seksenlik sıska vücudu, Erector Set maket oyuncaklarının parçalarını andırıyordu. İki duyusuz gözle delinmiş parşömen kâğıdına benzeyen bir cildin oluşturduğu fesat yüzü, orantısız vücudunun üstünde duruyordu. El i bir yaşında olmasına rağmen, yetmişinde gösteriyordu. Tench, Washington'daki siyaset meydanında bir tanrıça sayılırdı. Gözle görünmeyen ayrıntıları görebilen analitik yeteneklere sahip olduğu söylenirdi. Dışişleri Bakanlığı'nın İstihbarat ve Araştırma Büroları'nda geçen görev süresi ona keskin ve kıvrak bir zekâ kazandırmıştı. Ne yazık ki Tench'in politik bilgisine eşlik eden soğuk mizacına pek çokları en fazla birkaç dakika dayanabilirdi. Marjorie Tench süper bir bilgisayar kafasına sahipti ve tabi onun sıcaklığına. Yine de Başkan Zach Herney kadının kişisel tuhaflıklarına tavizvermekte hiç güçlük çekmiyordu. Kadının zekîsı ve çalışkanlığı Herney'yi tek başına birinciliğe çıkarmaya yeterdi.

Onu Oval Ofis'e buyur etmek için ayağa kalkan Başkan, "Marjorie," dedi. "Senin için ne yapabilirim?" Ona oturacak yer göstermedi. Bilindik sosyal kibarlıklar, Marjorie Tench gibi kadınlara göre değildi. Eğer canı oturmak isterse, dilediği gibi otururdu.

"Personel e bu akşamüstü saat on altıda toplantı yapacağını duydum." Sesi sigaradan çatal aşmıştı. "Mükemmel."

Tench odada gezinince, Herney, onun beyninin içindeki karmaşık çarkların dönmeye başladığını

sezinledi. Başkan müteşekkirdi. Marjorie Tench, NASA keşfini tam manasıyla anlayan az sayıdaki seçkin başkanlık çalışanından biriydi. Ayrıca onun siyasetteki bilgeliği, Başkan'ın stratejisini belirlemesine yardımcı oluyordu.

Tench öksürürken, "CNN'deki tartışma bugün saat on üçte," dedi. "Sexton'la ağız dalaşına kimi gönderiyoruz?"

Herney gülümsedi. "Yeniyetme bir kampanya sözcüsü."

"Avcıya" asla büyük bir lokma göndermeyerek onu şaşırtma taktiği, münazara tarihi kadar eskiydi.

Boş gözlerini onunkilere diken Tench, "Benim daha iyi bir fikrim var" dedi. "Bırakbu işi ben hal edeyim."

Zach Herney'nin başı aniden yukarı kalktı. "Sen mi?" Ne düşünüyor bu kadın? "Marjorie, senin işin medyaya çıkmak değil. Ayrıca yayın gün ortasında yapılacak. Başdanışmanımı göndermem ne tür bir mesaj verecekk? Paniklediğimiz görüntüsünü çizecektir."

"Kesinlikle."

Herney, onu inceledi. Tench ne tür bir çapraşık plan kuruyor olursa olsun, Herney, onun CNN'e çıkmasına asla izin vermeyecekti.

79

Marjorie Tench'e bir bakan, onun sahne arkasında çalıştığını anlardı. Tench korkutucu görüntüye sahip bir kadındı. Başkan'ın Beyaz Saray mesajını iletmesini istediği türden bir yüz değildi.

"CNN'deki bu tartışmaya ben katılıyorum," diye yineledi. Bu kez sor'muyordu.

Artık huzursuzlaşan Başkan, "Marjorie," diye kıvırmaya çalıştı. "Sexton'ın kampanyası, senin CNN'e çıkmanı Beyaz Saray'ın korktuğuna delil sayacaktır. Asıl silahımızı erkenden çıkarmak, bizi çaresiz gösterecektir."

Kadın sessizce başını sal ayarak bir sigara yaktı. "Ne kadar çaresiz görünürsek, o kadar iyi."

Ardından gelen altmış saniye süresince Marjorie Tench, Başkan'ın alt kadrodan bir kampanya çalışanı yerine neden onu CNN'deki tartışmaya göndermesi gerektiğini açıkladı. Tench anlatmayı

bitirdiğinde Başkan hayretle bakmaktan başka bir şey yapamadı.

Marjorie Tench bir kez daha siyasette dâhi olduğunu kanıtlamıştı.

18

Milne Buzul Katmanı, Kuzey Yarıküre'deki en geniş yüzer buz kütlesidir. Arktikteki El esmere Adası'nın kuzey kıyısından geçen seksen ikinci paralelin yukarısında bulunan Milne Buzul Katmanı, altı kilometre genişliğindedir ve kalınlığı dokuz yüz metrenin üzerindedir.

Buz traktörünün plastik cam bölmesine çıkan Rachel, onu ön koltukta bekleyen parka, eldivenler ve traktörün havalandırmasından gelen ısı için minnettardı. Dışarıda ise, buz pisti üstündeki F-14'ün motorlar gürlüyor, uçak uzaklaşıyordu.

Rachel panikle başını kaldırdı. "Gidiyor mu?"

Yeni ev sahibi başını sal ayarak traktöre bindi. "Siteye sadece teknik personel ve NASA acil destek takımı üyeleri girebilirler."

F-14 güneşsiz gökyüzüne doğru havalınırken Rachel aniden kendi başına bırakıldığı hissine kapıldı.

Adam, "Burdan IceRover'a bineceğiz," dedi. "Müdür bekliyor."

Rachel önlerindeki gümüşi patikaya göz bezdirerek. NASA müdürünün orada ne halt ettiğini tahmin etmeye çalıştı.

Birtakım manivela kol arını kavrayan NASA'lı adam, "Sıkı tutunun," diye bağırdı. Araç, öğütme hırlamaları çıkararak, ordu tankları gibi olduğu yerde doksan derece döndü. Şimdi yüzünü kar setin yüksek duvarına çevirmişti. Dik yükseltiye bakan Rachel korkuya kapılmıştı. Elbette niyeti bu değildi.

"Sal an yuvarlan!" Şoför debriyaja basınca, araç doğruca yükseltiye doğru ilerledi. Rachel bastırılmış bir çığlık atarak, sıkıca tutundu. Yükseltiye çarptıklarında, çivili paletler kara tutundu ve garip araç tırmanmaya başladı. Rachel, geriye devrileceklerinden emindi ama paletler eğimden yukarı çıkarken kabin tuhaf biçimde Yere paralel kalmayı haşarıyordu. Dev araç setin tepesine çıktığında şoför aracı durdurdu ve yumruklarını sıkan yolcusuna neşeyle baktı. "Bunu bir de Sui'de dene! Şok sistemi tasarımını Mars Pathfinder'dan alıp bu bebeğe ekledik. Mükemmel iş

gördü."

Rachel benzi atmış bir halde başını sal adı. "Muhteşem."

Artık kar setin üstünde duran Rachel, anlaşılmaz manzarayı seyretti. Önlerinde bir büyük set daha vardı, ondan sonra dalgalı şekil er birdenbire sona eriyordu. Ileride ise buz, hafifçe eğimli bir genişliğe katışıyordu. Ayışığının altındaki buz katmanı, daralarak dağların içine sokuldugu yere kadar uzanıyordu.

Dağları işaret eden şoför, "Bu, Milne Buzulu," dedi. "Ordan başlayıp şu an üstünde durduğumuz geniş deltaya kadar uzanır."

Şoför motora yeniden gaz verdiğinde, araç bu sefer dik tümsekten aşağı inerken Rachel sıkıca tutundu. Aşağı indiklerinde bir başka

81

buz nehrinin üstünden geçip diğer sete tırmandılar. Tepeye varıp sonra hemen diğer taraftan aşağı indiklerinde pürüzsüz bir buz katmanının üstünde kaydılar ve buzulu ezerek ilerlemeye başladılar.

Önünde buzdan başka hiçbir şey göremeyen Rachel, "Ne kadar yol var?" diye sordu.

"Yaklaşık üç kilometre ilerde."

Rachel'a uzak gelmişti. Dışarıdaki rüzgâr, IceRover'ı durmaksızın yumrukluyor, sanki onları

denize yuvarlamak istercesine plastik camı sarsıyordu.

Şoför, "Bu katabatik rüzgâr," diye seslendi. "Alışsan iyi edersin!" Bu, bölgede katabatik -Yunanca aşağı doğru akan- denen, kıyıdan esen sürekli sert rüzgârlar olduğunu açıkladı. Aralıksız rüzgâra, buzul yüzeyinden aşağı sel suları gibi esen soğuk rüzgâr sebep oluyordu. Şoför kahkaha atarak,

"Burası," dedi. "Dünyada cehennemin karlarla kaplı olduğu tek yer!"

Rachel dakikalar sonra uzaklardaki bulanık şekli -buzun üstünde yükselen devasa beyaz bir kubbe- görmeye başladı. Gözlerini ovuşturdu, Ne biçim bir?...

Adam, "Buralarda iri Eskimolar var galiba, ha, ne dersin?" diye espri yaptı.

Rachel yapıya anlam vermeye çalıştı. Küçültülmüş bir Houston Gök Rasat Kulesi'ne benziyordu.

Adam, "NASA bunu bir buçuk hafta önce yerleştirdi," dedi. "Şişirilebilir çok kademeli pleksipolisorbat. Parçaları şişir, birbirine tuttur, tüm yapıyı buza mıhla ve tel erle bağla. Büyük yuvarlak bir çadıra benziyor ama aslında NASA'nın bir gün Mars'ta kul anmayı ümit ettiği taşınabilir mesken prototipi. Biz buna habiküre diyoruz."

"Habiküre mi?"

"Evet, anladın mı? Çünkü tam bir küre değil, sadece habi-küre."

Rachel gülümsedi ve şimdi daha yakından görünen buzul ar üstündeki garip binaya baktı. We NASA henüz Mars'a gitmediğinden, siz de onun yerine burda uyku partisi veriyorsunuz, öyle mi?"

Adam güldü. "Aslına bakarsan ben Tahiti'yi tercih ederdim, ama nerede kalacağıma kader karar verdi."

Rachel tereddütle yapıyı inceledi. Kirli beyaz dış yüzeyi, karanlık gökyüzüyle tezat oluşturuyordu.

IceRover yapıya yaklaştı ve kubbenin yan tarafında, şimdi açılmakta olan küçük bir kapının önünde durdu. İçeriden gelen ışık demeti, karın üstüne döküldü. Birisi dışarı çıktı. Cüssesini daha da iri gösteren ve onu ayıya benzeten, siyah bir kazak giymiş hantal bir devdi. IceRover'a doğru hareket etti. Dev adamın kim olduğuna dair Rachel'ın hiç şüphesi yoktu: Lawrence Ekstrom, NASA müdürü.

Şoförün yüzünde tesel i edici bir gülümseme belirdi. "Cüssesine aldanma. Adam korkak farenin tekidir."

Ekstrom'un, kurduğu hayal erin önünde duranların kafalarını koparmakla ün saldığını gayet iyi bilen Rachel, daha çok bir kaplan gibi diye düşündü. Rachel IceRover'dan aşağı indiğinde rüzgâr neredeyse onu yere devirecekti. Kabanına iyice sarınarak kubbeye doğru ilerledi. NASA müdürü, eldivenli dev pençesini ileri uzatarak onu yarı yolda karşıladı.

"Bayan Sexton. Geldiğiniz için teşekkür ederim."

Rachel anlamsızca başını sal adı ve uğuldayan rüzgârı bastırmak için haykırdı.

"Samimi olmak gerekirse beyefendi, başka seçim şansım olduğunu sanmıyorum."

Buzulun bin metre ilerisinde duran Delta-Bir, kızılötesi dürbünüyle NASA müdürünün Rachel Sexton'ı kubbeden içeri alışını izledi.

19

NASA müdürü Lawrence Ekstrom, insan irisi, yanağından kan damlayan ve İskandinav tanrısı gibi hırçın görünüşlü biriydi. Kirpi gibi

83

sarı saçları askeri tarzda kısa kesilmiş, iri burnunun üstü damarlarla örülmüştü. Taş gözleri sayısız uykusuz gecenin ağırlığıyla sarkmıştı. NASA'ya atanmadan önce Pentagon'da sözü

geçen bir uzay strateji uzmanı ve operasyon danışmanı olan Ekstrom, hırçınlığı kadar, önündeki görev her ne olursa olsun kendini tartışmasız biçimde adamasıyla tanınırdı.

Rachel Sexton habikürenin içîne doğru Lawrence Ekstrom'u takip ederken kendini esrarengiz ve yarı saydam koridorlar labirentinde buldu. Labirent ağı, gergin tel ere asılmış mat plastik örtülerle örülmüş gibiydi. Labirentin zemini yoktu, üstüne ulaşım amaçlı kauçuk şeritler serilmiş bir buz kütlesi. Karyola ve kimyasal tuvaletlerin bulunduğu basit bir ikamet alanını geçtiler.

Habikürenin içindeki hava, her ne kadar sıkışık mahal elerde yaşayanlara eşlik eden birbirine karışmış kokuların potpurisiyle ağır olsa da, bereket versin ki sıcaktı. Koridordaki gevşek gerilim kablolarından sarkan çıplak ampul ere güç veren elektrik kaynağı olduğu anlaşılan bir jeneratörün bir yerlerden vınlama sesi geldi.

Onu belırsiz bir yere doğru götüren Ekstrom, "Bayan Sexton," diye homurdandı. "Size karşı

baştan açık olmak istiyorum." Sesinin tonundan Rachel'i misafir olarak ağırlamaktan hiç de memnun olmadığı anlaşılıyordu. "Burdasınız, çünkü Başkan burda olmanızı istedi. Zach Herney, benim arkadaşım ve NASA'nın sadık bir destekleyenidir. Ona saygı duyuyorum. Ona borçluyum.

Ve ona güveniyorum. Ona içerlediğim zamanlarda bile emirlerini sorgulamam. Şunu bilmenizi istiyorum, ortada bir terslik olmaması, Başkan'ın sizi bu konuya dahil etmekteki şevkine ortak olduğum anlamına gelmiyor."

Rachel bakmaktan başka bir şey yapamıyordu. Dört bin beş yüz kilometre yolu bu türden bir misafirperverlik için mi kat ettim? Adamın Martha Stewart olmadığı ortadaydı. Altta kalmayan Rachel, "Hatırınız kalmasın," diye atıldı.

"Ben de Başkan'ın emriyle geldim. Bana burda bulunma sebebim açıklanmadı. Bu yolculuğu iyi niyetle yaptım."

Ekstrom, "İyi," dedi. "O zaman lafımı sakınmayacağım."

"Tebrikler, çok iyi başlangıç yaptınız."

Rachel'ın sert cevabı müdürü sarsmış gibiydi. Yürüyüşü bir süreliğine yavaşladı ve gözleriyle onu inceledi. Sonra, adeta çözülen bir yılan gibi uzun bir nefes vererek atışmaya devam etti.

Ekstrom, "Şunu iyi bilin ki," diye başladı. "Ben istemesem de, gizli bir NASA projesi için burda bulunuyorsunuz. Direktörü, NASA personelini çenesi düşük çocuklar gibi göstererek küçük düşürmekten hoşlanan UKO'nun bir temsilcisi olmakla birlikte, benim kuruluşumu yok etmeyi kendine görev edinmiş bir adamın kızısınız. Aslında bu NASA'nın en şaşaalı zamanı olacaktı; kadın ve erkek çalışanlarım son zamanlarda pek çok eleştirinin hedefi oldular ve bu zafer anını

kesinlikle hak ediyorlar. Ne yazık ki, babanız tarafından yayılan bir şüphecilik fırtınası yüzünden NASA kendini, çalışkan personelinin tüm ilgiyi bir avuç gelişigüzel seçilmiş sivil bilim adamı ve bizi yok etmeye çalışan bir adamın kızıyla paylaşmak zorunda kaldığı bir durumda buluyor."

Rachel, ben babam değilim, diye haykırmak istedi ama NASA'nın başındaki kişiyle politika tartışmanın zamanı değildi. "Ben btıraya ilgi çekmek için gelmedim efendim."

Ekstrom dik dik baktı. "Başka seçeneğiniz kalmayabilir."

Bu ima Rachel'i çok şaşırtmıştı. Başkan Herney kendisine "kamusal" açıdan yardım edeceğine dair açık bir şey söylememiş olsa da, Wil iam Pickering Rachel'ın siyasi bir piyon olabileceğine dair kuşkularını kesinlikle ortaya dökmüştü.

Rachel, "Burda ne yaptığımı öğrenmek istiyorum," dedi.

"Sizin kadar ben de öyle. Bu bilgiye sahip değilim."

"Anlayamadım?"

"Siz geldiğiniz anda Başkan benden size keşfimizi her yönüyle anlatmamı istedi. Bu gösteride hangi rolü üstlenmenizi istediği sizinle onun arasında."

85

"Bana Yer Gözlem Sistemi'nizin bir keşifte bulunduğundan bahsetti."

Ekstram, ona göz ucuyla şöyle bir baktı. "YGS Projesi'ni ne kadar iyi biliyorsunuz?"

"YGS, dünyayı farklı yol ardan -okyanus haritalama, jeolojik fay analizleri, kutup buzlarının erimesinin gözlemlenmesi, fosil yakıt rezervlerinin saptanması- inceleyen beş NASA uydusundan oluşan takımın adı."

Sesinden etkilenmediği anlaşılan Ekstrom, "Güzel," dedi. "O haldd YGS takımına yapılan son ilaveyi de biliyorsunuzdur, öyle değil mi?. KYYT deniliyor."

Rachel başını sailadı. Kutupsal Yörüngeli Yoğunluk Tarayıcısı, küresel ısınmanın etkilerini ölçmek için tasarlanmıştı. "Bildiğim kadarıyla KYYT kutup buzul arının kalınlığını ve katılığını ölçüyor."

"Dağrusu öyle. Büyük sahaların bileşik yoğunluk taramasını yapma ve buzdaki yumuşaklık anomalilerini saptamak için tayf kanalı teknolojisinden faydalanıyar."

Rachel, bileşik yoğunluk taramasını iyi biliyordu. Yeraltı ultrasonu gibi bir şeydi. UKO uydularrı, Doğu Avrupa'da toprağın altındaki yoğunluk değişikliklerini araştırmak ve toplu mezar alanlarını

saptamak için benzer teknoloji kul anmışlar ve bu da Başkan'a etnik temizliğin devam ettiğini ispatlamıştı.

Ekstrom, "İki hafta önce, KYYT şu buz kütlesinin üstünden geçerken, görmeyi beklemediğimiz bir yoğunluk anomalisi tespit etti. Yüzeyin altmış metre altında, katı buz kütlesine mükemmelce gömülmüş, yaklaşık üç metre çapında şekilsiz bir kürecik gördü."

Rachel, "Su cebi miydi?" diye sordu.

"Hayır. Sıvı değil. Tuhaftır ki, bu anomali etrafındaki buzdan daha katıydı. "

Rachel duraksadı. "O halde,., kaya parçası gibi bir şey miydi?"

Ekstrorn başını sal adı. "Kesinlikle."

Rachel son noktayı koyacak cümleyi bekledi. Ama asla gelmedi. NASA buzda büyük bir kaya parçası bulduğu için mi buradayım?

"KYYT bu kayanın yoğunluğunu hesaplayana dek beyecana kapılmamıştık. İncelemesi için buraya hemen bir takım gönderdik. Sonunda, altımızdaki buzun içindeki kayanın, El esmere Adasi'nda bulunan tüm kaya türlerinden çok daha yoğun olduğu anlaşıldı. Aslına bakarsanız, altı

yüz el i kilometre yarıçapında bulunan tüm kaya türlerinden daha yoğun."

Rachel ayaklarının altındaki buza göz gezdirirken, dev kayanın aşağıda bir yerde olduğunu hayal etti.

"Yani birisi onu buraya getirmiş mi diyorsunuz?"

Ekstrom bel i belirsiz eğleniyar gibiydi. "Kaya sekiz tondan daha ağır. Katı buzun altmış metre altında gömülü, yani üç yüz yıldan fazla süredir el değmeden orda duruyor."

Rachel nöbet bekleyen iki silahlı NASA çalışanı arasından geçerek, müdürü uzun, dar bir koridorun girişine doğru izlerken yorulduğunu hissetti, Rachel, Ekstrom'a kisa bir bakış attı.

"Sanırım taşın burdaki varlığının, ve tüm bu gizliliğin mantıklı bir açıklaması vardır."

Ekstrom ifadesiz bir yüzle, "Son derece mantıklı bir açıklaması var," dedi.

"KYYT'nin bulduğu kaya parçası bir göktaşı."

Koridorda aniden duran Rachel, müdüre bakakaldı. "Bir göktaşı mı?" Üstünden adeta bir hayal kırıklığı dalgası geçti. Göktaşı, Başkan'ın büyük propagandasının yanında oldukça hafif kalıyordu.

Bu göktaşı tek başına NASA'nın geçmişte yaptığı tüm harcamaları ve hataları mazur mu gösterecekti. Herney ne sanıyordu? Göktaşları yeryüzünde en nadir bulunan taşlardı ama NASA sürekli göktaşları bulup dururdu.

Önünde dimdik duran Ekstrom, "Bu göktaşı şimdiye dek bulunanların en irisi," dedi. "Bin yedi yüzlerde Kuzey Buz Denizi'ne düştüğü belirlenen daha büyük bir göktaşınin parçası olduğuna inanıyoruz. Okyanustaki çarpışmanın etkisiyle Milne Buzul Katmanı'na düşen fırlatma taşlardan biri olabilir ve büyük olasılıkla geçen üç yüz yıl süresince üzerine yağan karla yavaşça gömüldü."

87

Rachel kaşlarını çattı. Bu buluş hiçbir şeyi açıklamıyordu. Çaresiz durumdaki NASA ile Beyız Sarayın sahnelediği şişirilmiş bir tanıtıma tanık olduğu yolundaki şüpheleri giderek artıyordu.

NASA'nın yeri yerinden oynatacak zaferinden hatırı sayılır bir fayda elde etmeye çalışan iki gayretli kurum.

Ekstrom "Fazla etkilenmişe benzemiyorsunuz," dedi.

"Sanırım ben... başka bir şey bekliyordum."

Ekstrom'un gözbebekleri küçüldü. "Bu büyüklükteki bir göktaşına çok ender rastlanır Bayan Sexton. Dünyada daha büyük sadece birkaç tane var."

"Anlıyorum ki..."

"Ama bizi heyecanlandıran bu göktaşının büyüklüğü değildi."

Rachel başını kaldırıp baktı.

Ekstrom, "Bitirmeme izin verirseniz," dedi. "Bu göktaşının daha önce herhangi bir göktaşında rastlanmayan bazı şaşırtıcı özel ikler gösterdiğini öğreneceksiniz. Büyük ya da küçük."

Koridorun sonunu gösterdi. "Şimde beni takip ederseniz, sizi bu buluşu tartışma konusunda daha yetkili biriyle tanıştıracağım."

Rachel'in aklı karışmıştı. "NASA müdüründen daha yetkili biriyle mi?"

Ekstrom mavi gözlerini onunkilere dikti. "Daha yetkili Bayan Sexton, üstelik kendisi bir sivil.

Profesyonel bir veri analiz uzmanı olduğunuz için verilerinizı tarafsız bir kaynaktan almayı tercih edeceğinizi düşündüm."

Tuş, Rachel pes etmişti.

Müdürü dar koridorda, yol arı siyah, kapalı bir perdeyle kesilinceye kadar takip etti. Rachel perdenin arkasından diğer taraftaki dev bir açık alanda yankı yapan sayısız sesin çıkardığı

karmakarışık mırıltıları duyabiliyordu.

Müdür tek kelime etmeden uzanıp perdeyi yana çekti. Rachel parlak ışıkla neredeyse kör oluyordu. Tereddütle adım atıp parıldayan alana gözlerini kısarak baktı. Gözleri ışığa alıştığında önünde uzanan dev odaya baktı ve dehşet içinde nefes aldı.

"Tanrım," diye fısıldadı. Burası neresi böyle ?

20

Washington D.C. yakınlarındaki CNN prodüksiyon tesisi, Atlanta'daki Turner Yayın Sistemi genel merkezlerini uydu aracılığıyla dünyaya bağlayan 212 stüdyodan biridir.

Senatör Sedgewick Sexton'ın limuzini park yerine çektiğinde, saat 13.45 idi. Sexton araçtan inip girişe doğru ilerlerken halinden memnundu. O ve Gabriel e, heyecanlı bir tebessüm takınmış, şişko göbekli bir CNN yapımcısı tarafından karşılandı.

Yapımcı "Senatör Sexton" dedi. "Hoşgeldiniz. haberler harika. Beyaz Saray'ın size tartışma ortağı

olarak kimi gönderdiğini az önce öğrendik." Ypımcı nahoş bir şekilde sırıttı. "umarım hazırlıklı

gelmişsinizdir."

Yapım odasının camından içeriyi gösterdi. Camdan bakan senatör az kalsın yere düşecekti.

Sigarasının dumanlarının ardından siyasetteki en çirkin yüz ona bakıyordu. Gabriel e "Marjorie Tench mi?"deyiverdi." Bu kadının burda ne işi var."

Sexton'ın hiçbir fikri yoktu ama sebebi her ne olursa olsun, onun burada bulunuşu muhteşem bir haberdi. Başkan'ın çaresizlik içinde olduğunun açık bir kanıtı idi. Başdanışmanını cepheye başka neden göndermiş olabilirdi ki? Başkan Zach Herney büyük kozlarını oynuyor, Sexton ise bu fırsatı

memnuniyetle değerlendiriyordu. Düşman ne kadar büyük olursa o kadar zor düşer.

89

Senatörün, Tench'in zorlu bir rakip olacağına hiç şüphesi yoktu ama, kadına bir göz atan Sexton, Başkan'ın karar verirken ciddi bir hata yaptığını düşünmekten kendini alamadı. Marjorie Tench'in iğrenç bir görüntüsü vardı. Iyice yayıldığı koltuğunda oturup sigarasını içiyor, sağ kolu ruhsuz bir ritimle ince dudaklarına doğru gidip gelirken, karnını doyuran dev bir peygamberdevesini andırıyordu.

Sexton, Tanrım, diye düşündü. Bu suratın radyodan dışarı çıkmaması lazım. Sedgewick Sexton, Beyaz Saray başdanışmanının karamsar fotoğrafını dergide gördüğünde, Washington'daki en güçlü yüzlerden birine baktığına inanamamıştı.

Gabriel e, "Bundan hoşlanmadım," diye fısıldadı.

Sexton, ona pek kulak asmadı. Önüne çıkan fırsatı düşündükçe, hazzı artıyordu. Tench'in medya kaçıran yüzünden daha da sevindirici olan, saldığı ündü: Marjorie Tench, Amerika'nın gelecekteki liderlik rolünü sadece teknolojik üstünlükle koruyabileceğini iddia ediyordu. Hükümetin ileri teknoloji A&G programlarının ve en önemlisi NASA'nın hararetli bir destekleyicisiydi. Pekçokları, Başkan'ın gözden düşen uzay dairesinin arkasında böylesine sağlam durmasının sebebinin, Tench'in perde arkasındaki baskısı olduğuna inanıyordu. Sexton, NASA'yı desteklemek konusundaki kötü tavsiyelerinden ötürü Başkan'ın Şimdi Tench'i cezalandırdığından şüphelendi.

Baş danışmanını kurtlara yem olarak mı atıyor?

Camın arkasından Marjorie Tench'i inceleyen Gabriel e Ashe, huzursuzluğunun arttığını hissetti.

Bu kadın cin gibi akıl ıydı ve beklenmedik bir hamleydi. Bu iki gerçek içgüdülerini telaşlandırıyordu. Bu kadının NASA konusundaki görüşleri düşünüldüğünde, Başkan'ın, senatör Sexton'la yüzleşmeye onu göndermesi pek akıl ıca sayılmazdı. Ama Başkan kesinlikle aptal değildi. İçinden bir ses Gabriel e'e bu tartışma programının kötü gideceğini söylüyordu.

Gabriel e, senatörün salyalarının aktığını hissedebiliyordu ama bu onun kaygısını dindirmeye yetmedi. Sexton kendinden emin olduğu zamanlarda ipin ucunu kaçırabiliyordu. NASA meselesinin kamuoyu yoklamalarında oylarını artırıcı etkisi olmuştu ama Gabriel e, Sexton'ın son zamanlarda gereğinden fazla bastırdığını düşünüyordu. Tek yapmaları gereken maçı

bitirmekken, nakavt olan adaylar yüzünden pek çok kampanya kaybedilmişti.

Yapımcı yaklaşan kanlı karşılaşma için sabırsızlanıyordu. "Sizi hazırlayalım senatör."

Sexton stüdyoya yöneldiği sırada, Gabriel e, onu kolundan yakaladı. "Aklından ne geçtiğini biliyorum," diye fısıldadı.

"Akıl ı ol. Çizmeyi aşma."

"Çizmeyi aşmak mı? Ben mi?" Sexton siritti.

"Unutma, bu kadın işinde çok iyi."

Sexton, ona manalı bir ifadeyle tebessüm etti. "Ben de öyle."

21

NASA habiküresinin mağaramsı ana salonu, dünyanın neresinde olursa olsun alışılmadık bir manzara sayılırdı. Ancak Kuzey Kutbu'ndaki buz katmanının üstünde bulunduğu gerçeği, Rachel Sexton'ın durumu özümsemesini daha da güçleştiriyordu. Başını kaldırıp birbirine geçmiş beyaz üçgen desteklerle örülü fütürist kubbeye bakan Rachel, dev bir sanatoryumun içine girdiğini hissetti. Duvarlar, nöbetçi gibi duran halojen lamba ordusunun çevrelediği buz zemine doğru eğimli bir biçimde iniyor, yukarı doğru yayılan keskin ışık tüm odaya geçici bir parlaklık veriyordu.

Buz zeminin üstünde kıvrılan siyah köpük yol uklar, taşınabilir çalışma bölümlerinden oluşan labirentin arasındaki gezinti yol arını andırıyordu.

91

Elektronik cihazların ortasındaki otuz kırk beyaz önlüklü NASA çalışanı, neşe içinde ve heyecanlı

ses tonlarıyla konuşuyordu. Rachel odadaki elektrıği hemen algılamıştı. Bu, yeni bir keşfin heyecanıydı. Müdürle birlikte kubbenin dış kenarından ilerlerken, Rachel kendisini tanıyanların yüzündeki memnuniyetsizliği fark etti. hısıltıları yankı yapan boşluktan açıkça duyulabiliyordu.

Bu senatör Sexton'un kızı değil mi?

Burada ne halt ediyor?

Müdürün onunla konuştuğuna bile inanamıyorlardı! Rachel, babasının her yerden sal anan büyü

yapılmış görmeyi bekliyordu. Bununla birlikte havada sadece husumet kokusu yoktu; Rachel bir de içten içe kendini beğenmişlik yaptıklarını hissediyordu. Sanki NASA son gülenin kim olacağını

şimdiden biliyor gibiydi.

Müdür Rachel'ı, bir adamın tek başına bilgisayar önünde oturduğu çalışma bölümüne kadar bir dizi masanın arasından geçirdi. Diğerlerinin giydiği kalın NASA elbiselerinin yerine bu adam siyah balıkçı yaka kazak, kalın fitil i kadife pantolon ve kaba denizci ayakkabıları giymişti. Arkası

dönüktü. Müdür yabancının yanına gidip onunla konuşurken Rachel'dan beklemesini istedi. Bir süre sonra balıkçı yaka kazak giyen adam cana yakın bir edaylla başını sal ayıp bilgisayarını

kapatmaya koyuldu. Müdür, ona döndü.

"Artık sizinle Bay Tol and ilgilenecek," dedi. "Kendisi de Başkan'ın yeni çalışanlarından biridir, bu sebeple iyi anlaşacağınızı tahmin ediyorum. Ben size daha sonra katılacağım."

"Teşekkürler."

"Michael Tol and'ı tanıyorsunuz, değil mi?"

Beyni hâlâ akıl almaz ortamı algılamaya çalışan Rachel, omuzlarını silkti. "Isim çağrışım yapmadı."

Balıkçı yaka kazaklı adam sırıtarak yanına geldi. "Çağrışım yapmadı mı?" Dostane ve tınısı olan bir sesi vardı. "Gün boyunca duyduğum en iyi haber. Demek kimse üstünde ilk intiba bırakma fırsatı yakalayamayacağım."

Başını kaldrrıp gelen kişiye baktığında, Rachel olduğu yere çakıldı kaldı. Adamın yakışıklı yüzünü

bir bakışta tanımıştı. Onu Amerika'daki herkes tanıyordu.

Adam elini sıkarken kızarmış bir yüzle, "Ah," dedi. "Siz şu Michael Toland'sınız."

Başkan, NASA keşfinin doğruluğunu kanıtlamak icin birinci sınıf sivil bilim adamlarını işe aldığını

söylediğinde, Rachel hayalinde el erinde hesap makineleriyle bir grup kartaloz yürüyen beyin canlandırmıştı. Michael Tol and bu fikrin antiteziydi. Modern Amerika'da en çok tanınan bilim adamlarından biri olan Tol and, izleyicileri büyüleyici okyanus olaylarıyla -sualtı volkanları, üç

metrelik deniz kurtları, katil dalgalar- yüzyüze getiren, Amazing Seas isimli haftada bir yayınlanan bir belgesel sunuyordu. Medya Tol and'ın bilgisini, mütevazı coşkusunu ve Amazing Seas Programı'nı liste yapan macera düşkünlüğünü vurgulayarak, onu Jacques Cousteau ile Carl Sagan arasında biri gibi göstererek göklere çıkarıyordu. Eleştirmenlerin çoğu, Tol and'ın haşin yakışıklılığıyla alçakgönül ülüğünün bayan seyircileri arasındaki popülaritesini zedelemediğini itiraf ediyordu.

Kelimeleri ağzında geveleyerek konuşan Rachel, "Bay Tol and..." dedi. "Ben Rachel Sexton."

Tol and şirin ve çarpık bir tebessümle karşılık verdi. "Merhaba Rachel. Bana Mike de."

Rachel'ın hiç de alışık olmadığı biçimde ağzı dili bağlanmıştı. Duyuları aşırı yüklenmişti...

habiküre, göktaşı, sırlar, beklenmedik şekilde bir televizyon yıldızıyla yüz yüze gelmek. Telafi etme çabasıyla

"Sizi burda görmek beni şaşırttı," dedi. "Başkan, bana NASA keşfinin doğruluğunu onaylayacak sivil bilim adamlarını işe aldığını söylediğinde, sanırım benim beklcdiğim..." Tereddüt etti.

93

"Gerçek bilim adamları mıydı?" Tol and sırıttı.

Yerin dibine geçen Rachel kızardı. "Bunu söylemek istemedim."

Tol and, "Endişelenme," dedi. "Buraya geldiğimden beri tek duyduğum bu."

Daha sonra onlara katılacağına söz veren müdür, izin isteyerek yanlarından ayrıldı. Şimdi Tol and meraklı bir bakışla Rachel'a dönmüştü. ! "Müdür bana babanızın senatör Sexton olduğunu söyledi, doğru mu?"

Rachel başını sal adı. Ne yazık ki.

"Düşman hattının ötesinde bir Sexton casusu mu var?"

"Savaş hattı her zaman olduğunu sandığınız yerde değildir."

Garip bir sessizlik oldu.

Rachel aceleyle, "Söylesenize," dedi.

"Dünyaca ünlü bir okyanus bilimcinin, bir avuç NASA füze bilim adamıyla buzul arda ne işi var?"

Tol and kendi kendine güldü. "Doğrusunu isterseniz, Başkan'a çok benzeyen biri benden kendisine bir iyilik yapmamı istedi. Cehennemin dibine git, diyecektim ama kendimi, 'Peki efendim,' derken buldum."

Rachel sabahtan beri ilk kez güldü. "Kulübe hoş geldin."

Ünlülerin çoğu gerçek yaşamda göründüğünden daha kısa olduğu halde, Rachel, Michael Tol and'ın daha uzun olduğunu düşünüyordu. Kahverengi gözleri televizyonda göründüğü kadar zeki ve ateşliydi. Ayrıca sesinde aynı tutarlı sıcaklık ve coşku duyuluyordu. Kirk beş yaşlarında görünen atletik yapıdaki Michael Tol and'ın kalın tel i siyah saçları dağınık perçemler halinde alnına düşüyordu. Belirgin bir çenesi ve kendinden emin olduğunu gösteren kaygısız bir tavrı

vardı. Rachel'ın elini sıktığında, nasır tutmuş avuç içinin pütürleri tipik bir "narin" televizyoncu değil de, işin başında bizzat araştırma yapan usta bir denizci olduğunu düşündürmüştü.

Tol and utangaç bir sesle, "Doğrusunu söylemek gerekirse, bilimsel dağarcığım yerine halkla ilişkiler becerilerimden ötürü işe alındığımı düşünüyorum. Başkan buraya gelip kendisi için bir belgesel yapmamı istedi." dedi.

"Bir belgesel mi? Göktaşı hakkında mı? Ama siz okyanus bilimcisisiniz."

"Ben de kendisine aynen böyle söyledim! Ama bana göktaşı belgeseli yapan birilerini tanımadağını söyledi. Benim bu işle ilgilenmemin, keşfi için güvenilirlik sağlayacağını söyledi.

Anlaşıldığı kadarıyla bu akşam keş ilan etmek üzere vereceği büyük basin konferansında benim belgeselimi kul anmayı planlıyor."

Ünlü bir sunucu. Rachel, iş üstündeki Zach Herney'nin kurnaz siyasi manevralarını tahmin edebiliyordu. NASA sıklıkla halkın anlamayacağı şekilde konuşmakla suçlanıyordu. Amerikalıların zaten tanıdığı ve bilimle ilgili konularda güvendiği usta bir bilim iletişimcisini kendi saflarına çekmişlerdi.

Tol and kubbenin çapraz köşesinde, basın alanının kurulduğu duvarı işaret etti. Buzun üstünde mavi bir halı, televizyon kameraları, medya ışıkları ve sürüyle mikrofonla dolu uzun bir masa vardı. Birisi sahne perdesi olarak, dev bir Amerikan bayrağı asıyordu.

Tol and, "Bu akşam için," diye açıkladı. "NASA müdürüyle, önde gelen bazı bilim adamları

Başkan'ın saat yirmide ulusa seslenişine eşlik etmek için uydu aracılığıyla Beyaz Saray'a bağlanacaklar."

Zach Herney'nin bu duyurudan NASA'yı tamamıyla dışlamak niyetinde olmadığını öğrenmekten memnun olan Rachel, uygundur, diye düşündü. Rachel içini çekerek, "Peki," dedi. "Bu göktaşıyla ilgili bu kadar özel ne olduğunu birisi sonunda bana anlatacak mı?"

Kaşlarını yukarıya kaldıran Tol and, gizemli bir şekilde gülümsedi.

"Aslında bu göktaşıyla ilgili bu kadar özel olan şey anlatılmaz, görülür."

Rachel'a yan taraftaki iş bölümüne doğru kendisini takip etmesini işaret etti "Burdaki adamın size gösterebileceği pek çok örnek var."

95

"Örnek mi? Sizde bu göktaşının örnekleri mi var?"

"Kesinlikle. bayağı örnek delip çıkardık. Doğrusu NASA'yı buluşun önemi konusunda heyecanlandıran ilk nüve örnekleriydi."

Neyle karşılaşacağını tahmin edemeyen Rachel, Tol and'ı çalışma alanına kadar takip etti. Boş

görünüyordu. Taş örnekleri, çap pergel eri ve diğer tanı aletleriyle darmadağın bir masanın üstünde bir fincan kahve duruyor, hahvenin buharı tütüyordu.

Etrafına bakınan Tol and, "Marlinson!" diye seslendi. Cevap gelmedi. Yüzünü buruşturarak içini çekip Rachel'a döndü. "Herhalde kahvesine krema bulmaya çalışırken kayboldu. Ben bu adamla Princeton'da doktora yaptım, inanın kendi kaldığı yurtta bile kayboluyordu. Şimdi astrofizik dalında Ulusal Bilim Madalyası sahibi. Çok başarılı."

Rachel'ın jetonu geç düştü. "Marlinson mı? Herhalde ünlü Corky Marlinson'dan bahsetmiyorsunuz değil mi?"

Tol and kahkaha attı. "Bizzat kendisi."

Rachel çok şaşırmıştı. "Corky Marlinson burda mı?" Marlinson'ın yerçekimi alanları hakkındaki fikirleri UKO uydu mühendisleri arasında efsane olmuştu. "Marlinson, Başkan'ın işe aldığı sivil er arasında mı?"

"Evet,gerçek bilim adamlarından biri."

Rachel gcrçek doğrudur diye düşündü. Corky Marlinson hem zeki hem de saygı duyulan biriydi.

Tol and, "Corky hakkındaki inanılmaz paradoks ise," dedi. "Alfa er boğa olan mesafeyi milimetresine kadar bildiği halde kendi kravatını bağlayamaması."

Yakından yumuşak ve genizden gelen bir ses, "Ban klipslilerden kul anıyorum" diye seslendi.

"Kul anışlılık, tarzdan önce gelir Mike. Siz Hol ywood tipleri bunları anlamazsınız!"

Sadece dörtyüz kuzey enleminin güneyinden gözlemlenebilen üçlü yıldız. Yerden gözlemlendiğinde gökyüzünün en parlak üçüncü yıldızı olarak görülür.

Rachel ile Tol and, elektronik aygıtların arkasından beliren adama yüzlerini döndüler. Top gibi yuvarlak başından dökülmeye yüz tutmuş saçlarıyla mavi gözlü buldog köpeğine benzeyen, bodur ve tombul biriydi adam. Tol and'ı Rachel'la yan yana görünce olduğu yerde kaldı. "Ah Tanrım, Mike! Bu işe yaramaz Kuzey Kutbu'nda bile muhteşem kadınlarla tanışabiliyorsun.

Biliyorum, ben de televizyona çıkmalıydım!"

Michael Tol and'ın mahcup olduğu aşikârdı. "Bayan Sexton, lütfen Marlinson'ı mazur görün.

Nezaket konusundaki eksikliğini, evrenimiz hakkında tamamen gereksiz, ayrıntılı bilgilerle doldurmaya çalışıyor."

Corky yaklaştı. "Şeref duydum bayan. İsminizi tam anlayamadım."

"Rachel," dedi. "Rachel Sexton."

Corky neşeli bir edayla, nefesi kesilmiş gibi yaptı. "Şu dar görüşlü, ahlaksız senatörle ilgisi yoktur umarım!"

Tol and geriye doğru çekildi. "Corky, aslına bakarsan senatör Sexton Rachel'ın babası."

gülmeyi bırakan Corky, kamburunu çıkardı. "Biliyor musun Mike, bayanlar konusunda şansımın gülmeyişine şaşmamak gerek."

22

Ödül ü astrofizikçi Corky Marlinson, Rachel ile Tol and'ı kendi çalışma bölümüne sürükleyerek, aletleriyle taş örneklerini elden geçirmeye başladı. Adam iyice sıkıştırılmış, patlamak üzere bir sivilceymiş gibi hareket ediyordu.

heyecandan titreyen bir sesle,

"Pekâlâ," dedi. "Bayan Sexton, otuz saniyelik Corky Marlinson göktaşı sunusunu izlemek üzeresiniz."

Tol and, Rachel'a sabret manasında göz kırptı. "Ona karşı hoşgörülü olun. Adam gerçekten aktör olmak istiyordu."

"Ya evet, Mike da saygı duyulan bir bilim adamı olmak istemişti."

Corky bir ayakkabı kutusunu karıştırıp içinden taş örnekleri çıkardı ve 97

masanın üstüne yaydı. "Bunlar, dünyada bulunan göktaşlarının üç ana sınıfını oluşturuyor."

Rachel örneklere baktı. Hepsi de golf topu büyüklüğünde garip küremsi cisimlere benziyordu. Her biri kesitini görmek amacıyla ortadan ikiye bölünmüştü.

Corky, "Tüm göktaşlarında," dedi. "Farklı miktarlarda nikel-demir alaşımları, silikatlar ve sülfitler bulunur. Biz bunları metal-silikat oranlarına göre sınıflandırırız."

Rachel, Corky Marlinson'ın göktaşı "sunusunun" otuz saniyeden fazla süreceğini düşünmeye başlamıştı bile.

Parlak, siyah-kehribar renginde bir taşı gösteren Corky, "Bu ilk örnek, demirli bir göktaşı. Çok ağır.

Bu küçük şey Antarktika'ya birkaç yıl önce iniş yaptı," dedi.

Rachel göktaşını inceledi. Kesinlikle başka bir dünyaya aitmiş gibi görünüyordu; dış kabuğu yanmış ve kararmış, ağır, grimsi bir demir topağı. Corky, "Bu kavrulmuş dış katmana füzyon kabuk denir," dedi. " Meteor atmosferimize düşerken meydana gelen aşırı ısının sonucudur. Tüm göktaşlarında bu kavrulma görülür." Corky hemen diğer örneğe geçti. "Bu diğeri ise, taşsı-demirli göktaşı dediğimiz türden."

Rachel örneği incelerken, onun da dış yüzeyinin kavrulmuş olduğunu fark etti. Ama bu örneğin açık yeşil bir rengi vardı ve kesiti, açılı parçacıklardan oluşan renkli bir kaleydoskopu andırıyordu.

Rachel, "Hoş," dedi.